Yeni Üyelik
4.
Bölüm
@geceninhanimii

“Lan bu adam ateiste besmele çektirir. Yüce mevlam neler yaratıyorsun, çok büyüksün yarabbim.” Arkasını dönmüş giden adamın sırtına öylece bakarken bir anda koluma girerek konuşan Buse tüm dikkatimi dağıtmıştı. Verdiği tepkilere gülümserken aynı zamanda esnememek için kendimi zor tutuyordum. Rakı’nın bana hissettirdiği duygular o kadar fazla ve yoğundu ki sürekli değişen ruh halim zihnimi yormuştu.

 

“Gidelim mi artık Buse?”

 

“Gidelim gidelim de sakın uyumayı düşünme. Ne yaptıysanız, hatta verdiğiniz nefese kadar her bir ayrıntıyı istiyorum! Şimdi bir an önce buradan çıkalım yoksa ben ne bakıyorsunuz başlığı altında birkaç kişiyi yolacağım.”

 

Buse’nin son cümlesini söylerken çevremizi süzmesi benim de kafamı otomatik olarak baktığı yerlere çevirmeme neden olmuştu. Bardaki herkesin gözü bizim üzerimizdeydi. Kimi bunu alenen yaparken kimisi göz ucuyla yapıyordu. Kimi büyük bir merakla bakarken kimi kaşlarını çatmış bizim varlığımızdan haz almadığını açık bir şekilde belli ediyordu.

 

İnsanların yüzlerinde bize bakarken onlarca duygu peyda oluyordu. Cinsiyet ayırmaksızın benliğimizi sarıp sarmalayan bu bakışların altında merak, korku, nefret, beğeni gibi birçok duygu yatıyordu.

 

Varlığımızın suretini köşeye sıkıştırmaya çalışan bu duygulardan bir an önce kurtulmak için Buse’nin koluna daha sıkı sarıldım ve gözüme kestirdiğim kapıya doğru ilerlemeye başladık.

 

Adım attığımız an itibariyle önümüzde duran herkes kenara çekilerek bize yol verirken Buse’yle göz göze geldik. Suretinin taşıdığı dehşet ifadesinin aynısı ruhumun sinesini kemirmekle meşguldü. Ayak üstü birbirini yoklayanından tut da kafayı bulmuş her bir insan o silik bilinciyle bizi kavrıyor ve büyük bir itaatle önümüzden çekiliyordu. Sorsan bu kafayla adını dahi hatırlamayacak bu insanların bize yol verecek bir algıya sahip olmaları Rakı’nın konumunu bir kez daha düşünmeme neden olmuştu.

 

Sahi, kimdi o?

 

Kendisi hakkında hiçbir fikrim, bilgim olmayan bir adamı merak ediyordum. Sırf onunla biraz daha yakın olabilmek için kimsenin olmadığı bir bodrum katında bana dövme yapmasına izin vermiştim. Daha da kötüsü ise tüm bu düşüncelerime rağmen tekrar buraya, bu adama gelmek için içten içe büyük bir istek duyuyordum. Bu duygunun tehlikesi beynimde yankı bulsa da benliğime kazınmış olan merak, o kadar yoğun bir safhadaydı ki şimdi olsa tek bir saniye düşünmeden kendimi Rakı’nın kollarına atabilirdim.

 

Aklımı kaçırmış olmalıydım, bunun başka bir açıklaması olamazdı!

 

Düşünceler ve bakışlar eşliğinde İz’den çıktığımızda Buse’de ben de derin birer nefes almış daha sonra birbirimize bakarak gülümsemiştik.

 

“Sanırım buraya taksi çağırsak da gelmeyecek. Geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz?”

 

“Başka çaremiz yok gibi Buse, hadi gidelim.” Kafasını sallayarak ilerlemeye başlayan arkadaşımı takip ettim. İkimiz kol kola girmiş karanlık sokaklarda ilerlerken bu sokakların şahit olduğu yaşamları düşünmeden edemedim.

 

Şeytan’ın Eti, normal insanların çok nadir uğradığı bir yerdi. Bu semtin bu zamana gelene kadar neler yaşadığını düşünmeden edemedim. Bu sokaklarda neler yaşanmıştı? Bu sokaklar hangi insanların hayatlarına ortak olmuştu da Şeytan’ın Eti ismini almış, böyle bir şöhrete sahip olmuştu?

 

Yanımızdan geçtiğimiz her duvarı dikkatle inceliyordum çünkü her duvarda yazılar, resimler ve grafiti çalışmaları vardı. Yılların yıpranışını taşıyan bu duvarlar üzerlerinde sadece büyük sanat eserlerini değil aynı zamanda kocaman hatıralar taşıyordu.

 

Duvara çizilmiş kalp şeklinin içine iliştirilmiş iki ismin baş harfleri beni gülümsetmiş, hemen altında yazan “başkasıyla evlendi.” cümlesi gülümsememi keskin bir bıçakla yarıp geçmişti. Hemen yanındaki duvara iliştirilmiş bir tarih ve altına yazılmış “ilk öpücük, yakın bu semti” yazısı tekrar gülümsememe neden olurken onun çaprazına atılmış tarihin altında yazan “ruhun şad olsun anne” yazısı içimi sızlatmıştı.

 

Bu korkunç yer her geçen saniye daha da dikkatimi çekiyor, sempatimi kazanıyordu. Bunun tek nedeninin Rakı olduğunu düşünmüyordum.

 

Bu semtte hayat vardı. Bu semtte gerçekten dibine kadar acıyı görmüş, yaşamış ve hala yaşıyor olan insanlar vardı. Bu semtin acımasız şöhreti de sanırım buna dayanıyordu. Burada yaşayan, var olan insanlar acılarının gaddarlığını insanlara karşı gard olarak kullanıyorlardı. Etki tepkiyi doğuruyordu.

 

“Işık şuna bak! Oha! Yahu ne ara kim çizdi bu resmi!” Buse’nin heyecanla kolumu dürtmesiyle kafamı sokak lambalarının aydınlattığı yıpranmış duvarlardan çekerek gösterdiği yere baktım. Adımlarım gördüğüm şeyin şaşkınlığıyla birlikte yere mıhlandığında şaşkınlığın hemen ardından ruhuma hızla nüfuz eden heyecan suretimde peyda olan gülümsemeye gebe kalmıştı. Saatler önce sprey boyayla imzamı attığım duvarda artık yeni bir çizim vardı.

 

Duvarın ortasında Rakı’nın yazdığı “Rakı gibi adamlara şarap gibi kadınlar yakışır” yazısının hemen altında benim saatler önce yazdığım “Şarap gibi kadınlara rakı gibi adamlar yakışır -Şarap” yazısı bize göz kırparken yazının sol tarafında Rakı’nın çizimi olan rakı bardağı ve şarap kadehi duruyordu. Bizim şaşırmamıza neden olan şey ise rakı bardağı ve şarap kadehinin gül çizimleriyle çevrelenmiş olmasıydı.

 

Bir sarmaşık edasıyla daire şeklinde rakı bardağı ve şarap kadehini çevreleyen renklendirilmiş kırmızı gül çizimleri şaşırmamıza neden olan tek şey değildi. Buse ne olduğunu tam olarak anlamasa da “-Şarap” yazarak imzamı attığım cümlenin sonuna çizilmiş hançeri sarıp sarmalayan gül resmi Rakı’nın bana verdiği selamdan başka bir şey değildi. İmzamın yanına kendi yaptığı dövmenin aynısını çizmişti. Aklıma gelen düşüncelerle durduğum yerde heyecanla kıpırdandım ve olduğum sokağı bir kez daha inceledim.

 

Bu duvar bize aitti.

 

Bu duvar Rakı ve Şarap’a aitti.

 

Bizim anılarımızı taşıyordu. Az önce hangi hayatlara şahit olduğunu düşündüğüm bu semt Rakı ve Şarap’ın hikayesine tanıklık ediyordu. Şeytan’ın Eti, benim hayatıma ortaklık ediyor, hayatımın en özel anılarının emarelerini kirli duvarlarında misafir ediyordu.

 

“Hey! Siz ikiniz!” Arkamızdan gelen beklenmedik sesle Buse’yle aynı anda yerimizden sıçramış ve merakla arkamızı dönmüştük.

 

Dönmez olaydık.

 

Tam anlamıyla saldırgan bir surete sahip olan kadınların ellerinde tuttukları keskin çakılar, tekleyen sokak lambasının altında parıldıyordu.

 

Önümüzde duran üç kadını dikkatli bir şekilde inceledim. Yanımda duran Buse çaktırmadan elime dokununca hafifçe ona döndüm ve saniyelik aralarla yüzünü inceledim. Dik durmaya çalışsa da korktuğunu görebiliyordum. Korkmakta haklıydı ben de korkuyordum. Karşımızda duran bu üç kadınla kavga etmek sorun değildi ama ikisinin ellerinde olan çakılar bu kavganın hiç de adaletli olmayacağını söylüyordu.

 

“Demek Yavuz’un içki verdiği ve dövme yaptığı kadın sensin? Aman aman bir albenin de yok ama neden sana bu kadar tolerans gösterdi ki?” En önde durarak beni dikkatlice inceleyen kadını ben de göz hapsine aldım.

 

Güzel kadındı ve tam bir esmer bombaydı. Teni pürüzsüz aynı zamanda boyu uzundu. Üzerinde vücudunu saran siyah bir elbise, ayağında ise kırmızı mat topuklu ayakkabı vardı. Esmer tenine yakışan siyah saçları beline kadar uzanıyor, kirpikleri kaşına kadar değiyor ve güzel yüzünü dolgun dudaklarıyla birlikte hokka gibi bir burun tamamlıyordu.

 

“Sana zarar vermek istemiyorum ama şunu da bil ki zorunda kalırsam veririm. Bir kez söyleyeceğim yıllardır burada, bu bataklıkta Yavuz’u görebilmek için duruyorum. Onun için bu iğrenç yere ve insanlara katlanıyorum. İki yıl, tam iki yıl boyunca onunla konuşabilmek için çabaladım. Ve üç yılın sonunda elde ettiğim tek şey beni gördüğünde arada kafası ile selam vermesi. Peki şimdi ne duyuyorum? Kadının teki ilk kez geldiği İz’de, Yavuz’un elinden içki içiyor, onunla muhabbet ediyor. Ertesi gün ise tekrar geliyor ve Yavuz ona dövme yapıyor? Peki bu durumda sence ben ne yapacağım? Bir tahminin var mı?” Sakin ve düzgün bir üslupla konuşan kadına kaşlarımı çatarak baktım.

 

“Yavuz’dan uzak durmamı söyleyeceksin.”

 

“Git kızım! Başına bela almak istemiyorsan şimdi arkana bakmadan bu semtten çık, git. En önemlisi bir daha asla Şeytan’ın Eti’ne giriş yapma.”

 

“Madem Yavuz’un dikkatini çektiğimi düşünüyorsun peki ben buraya gelmediğimde onun bana gelmeyeceğini nereden biliyorsun.” Tamamen kadınlık içgüdüsüyle kurduğum bu cümleye kahkaha atarak karşılık veren kadının o güzelim siyah saçlarını elime dolayarak kafasını duvara sürtmek istemiştim.

 

“Yavuz’da dağları delecek bir gurur vardır kızım. O, kimsenin ayağına gitmez, yanında istediği kişiye sadece gel der.”

 

Bana demişti.

 

Bana, tekrar gel demişti.

 

Beni yanında istediği için mi gel demişti?

 

Hissettiğim mutlulukla ister istemez gülümsedim ve sonunu düşünmeden büyük bir cesaretle konuştum.

 

“Yavuz bana tekrar gel dedi ve ben tekrar geleceğim.” Kurduğum cümleyle birlikte yüzü asabiyetle kırışan kadın kafasını özgüvenle havaya kaldırarak gözlerimin içine baktı.

 

“Uyarmadı diyemezsin. Bunu sen istedin.” Cümlesi bittikten sonra yanında duran ve ellerinde çakı tutan iki kadın üzerimize doğru yürümeye başladı. Korkuyla Buse’ye döndüğümde onun da aynı korkuyla bana baktığını gördüm.

 

“Işık, hatırlıyor musun lisede bizim erkekler dayak yiyeceklerini anladıklarında bir cümle kurallardır.”

 

“Erkekliğin yarısı kaçmak mı?"

 

“Aynen kardeşim, gururu boşver erkekliğin yarısı kaçmak.”

 

“O zaman hala neden duruyorsun Buse, koşsana!” Buse’yle el ele tutuşarak Şeytan Eti'nin karanlık sokaklarından birine dalarken bu lanet semtte başımıza bir iş gelmemesi için dua ediyordum. İkimizin de ayağında olan topuklu ayakkabılar bizi zorlarken kendimi avuttuğum tek detay arkamızdan koşan üç kadının da topuklu ayakkabı giymiş olmalarıydı.

 

Karanlık ve sessiz sokaklarda beş çift topuklu ayakkabı sesi yankı yaparak gecenin sessizliğini katlederken her giriş yaptığımız sokağın sonu çıkmaza çıkacak diye aklım çıkıyordu. Şuan en olmayacak şey bir çıkmaz sokağa giriş yapmamız olurdu.

 

“Nereye kadar kaçacağız Işık!”

 

“Bilmiyorum Buse! Semtten çıksak kurtuluruz ama şuan nerede olduğumuz hakkında hiçbir fikrim yok!”

 

“Al benden de o kadar! Bak şurada büyük bir depo var, pencereden ışık geliyor. Oraya gidelim, yardım isteriz.”

 

“Bu saatte eski bir depoda olan insanlara güvenmek ne kadar doğru olur? Üstelik arkamızdaki kadınlar yıllardır bu semtte takılıyorlarmış. Bize değil de onlara yardım edebilirler.”

 

“Işık! Şu durumda bile mantıklı cümle kurabiliyorsun ama eksik düşünüyorsun! Biz şuan neden kovalanıyoruz?”

 

“Rakı yüzünden!”

 

“Güzel! İçeride kim varsa seninkinin adını verir blöf yaparız. Başka şansımız yok! Ya depoya dalarız ya da arkamızda ki kadınlar bizi çizerler!”

 

Benimki?

 

Sahi bir gün benim olabilir mi ki?

 

“Tamam tamam! Depoya gidelim!” Buse’yle birlikte ayağımızdaki topuklu ayakkabıların izin verdiği ölçüde bir tık daha hızlandık. Depoya vardığımızda ikimiz de yaşadığımız korku yüzünden büyük bir hız ve panikle deponun kapısını tüm gücümüzle yana doğru itmiştik. Sürgülü demir kapı, büyük bir gürültüyle yana kayarken Buse’yle aynı anda depoya giriş yapmış ve üzerimize doğrultulan silahlarla birlikte ben ve bizim arkamızdan depoya giren kadınlar öylece olduğumuz yerde kalakalırken tepki verebilen tek kişi Buse olmuştu.

 

“Euzübillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim”

 

Ay bana bir şeyler oluyor!

 

**

 

 

Loading...
0%