Yeni Üyelik
5.
Bölüm
@geceninhanimii

🍷

 

Üzerimize doğrultulan silahlar yüzünden beş kadın öylece kalakalmıştık. Ne bizden ne de arkamızdaki kadınlardan çıt çıkmıyordu. Titriyordum. Üzerimize doğrultulan silahlardan ve bize dönen onlarca adamdan ölümüne korkuyordum.

 

Depo büyüktü hem de çok büyüktü. Sağa sola atılan kırık sandalyeleri ve çöpleri saymazsak boş da sayılırdı. Deponun tam ortasında orta boyda tahtadan bir masa ve karşılıklı iki sandalye vardı. Sandalyenin birinde yüzü kan içinde kalmış, sandalyeye kalın iplerle bağlanmış bir adam oturuyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse tamamen perişan haldeydi. Üzerindeki ince kazak yer yer yırtılmış ve gri olan rengi kırmızıya boyanmıştı. Yüzünü kaplayan kan yüzünden siması belli olmuyor bu da adamın tahminen kaç yaşlarında olduğunu ele vermiyordu. Perişan haldeki adamın hemen karşısında oturan adam ise...

 

Büyük ihtimal patrondu.

 

Tahminen 50-55 yaşlarında olan adam yaşına rağmen gayet dinç duruyordu. Bizi inceleyen bakışları umursamaz olsa da yüzünde sert ve memnun olmamış bir ifade vardı. Üzerindeki gri takım elbisenin kalitesi belliydi. Kravatından tut ayağındaki ayakkabıya kadar her şey marka görünüyordu. Siyah saçlarına ve sakallarını inen gümüş rengi onu yaşlı göstermekten çok karizmatik bir hava katmıştı. Kahverengi olduğunu farz ettiğim koyu gözleri her birimizi tek tek inceliyordu. Sağında ve solunda duran kalıplı iki adamın ellerinde tuttukları silahların namluları depodaki diğer 10-15 adam gibi bize dönüktü.

 

"Baba..." Arkamdan gelen fısıltı gibi çıkan sesle dehşete düştüm. Bu suretinden acımasızlık akan adam arkamızdaki kadınlardan birinin babası mıydı?

 

"Öldük. Yemin ederim biz öldük!" Korkuyla fısıldayarak bana yaklaşan Buse'nin koluna sıkıca sarıldım. Evet, biz kesinlikle ölmüştük.

 

"Siz de kimsiniz?" Patron olduğunu düşündüğüm adam keskin bir ses tonuyla bize sorusunu yöneltirken Buse'yle göz göze geldik. Arkamızdaki kadın ona "baba" derken bu adam bize "siz de kimsiniz" diyordu.

 

"Baba... Biz üzgünüz gerçekten sizi rahatsız etmek istememiştik. Lütfen bizi affedin." Bana, bir daha buraya gelmememi söyleyen kadın iki adım önümüze geçerek saygıyla ellerini önünde birleştirmiş ve kafasını yere eğerek bu af dileyen cümleleri kurmuştu. Kadının yaptığı hareketleri iki arkadaşı da takip etmiş ve onlar da önümüze geçerek ellerini önlerinde birleştirmiş, başlarını yere eğerek "affet baba" demişlerdi.

 

"Affet baba? Hala bize doğrultulan silahlar olmasa yemin ederim gülmekten altına işerdim."

 

"Buse! Kapat çeneni!" Biz kendi kendimize fısıldaşırken baba dedikleri adamla göz göze gelmemizle öylece kalakaldım. O tek kaşını kaldırarak bize bakarken Buse'nin boşluğunu dirseğimle dürterek bir adım öne çıktım. Yanımızdaki kadınların yaptıklarını yaparak ellerimi önümde birleştirdim ve kafamı yere eğerek "affet baba" dedim. Buse'de beni taklit ederken içten içe ortama ayak uydurma çabamızın işe yaraması için dualar ediyordum.

 

"Baba, ne yapalım?" Depoyu dolduran kalın erkek sesi kafamı kaldırarak neler olduğuna bakma isteğimi körüklese de kimseyle göz göze gelmemek için bu isteği bastırarak kafamı yerde tutmaya devam ettim.

 

"Yorulmadı mı kollarınız çocuklar, hele bir indirin silahlarınızı. Sizler de kaldırın bakalım kafalarınızı."

 

Aldığımız komutla birlikte beşimizin de kafası aynı anda yerden kalktı. Adamdaki hükmetme aurası bizi sarıp sarmalarken Buse ve benim ona sunduğumuz bu itaat kesinlikle hissettiğimiz göt korkusu yüzündendi. Üzerimize doğrultulan silahlar ve tekin olmayan bakışlar yüzünden yanımızda duran kadınlara ayak uydurarak buradan kurtulmaya çalışıyorduk.

 

En azından umuyorduk.

 

"Ne işiniz var sizin burada? Hele de nasıl hiç düşünmeden bir depoya dingonun ahırına dalar gibi dalarsınız? Siz nerede, hangi semtte olduğunuzun farkında değil misiniz!" Adamın kızgın bir şekilde kurduğu bu cümle karşısında ister istemez hepimiz tekrar başımızı yere eğmiştik. En azından ben öyle olduğunu düşünüyordum ta kii çok kıymetli arkadaşım Buse'nin sesini duyana kadar.

 

"Baba, yemin ederim bizim bir suçumuz yok. Hiçbir şey yapmadık! Sadece geldik ve İz'de biraz eğlendik. Semtin çıkışına ilerlerken bu üçü yolumuzu keserek bize bıçak çektiler. Biz de canımızı kurtarmak için koşarken kendimizi burada bulduk."

 

Biz öldük. Yemin ederim biz öldük. Gözlerimi kocaman açarak yanımda duran Buse'ye öylece bakakaldım. Sanki karşısında öz babası varmış gibi ayağının tekini yere vurmuş bir de işaret parmağını sallayarak bizi kovalayan kadınları işaret etmişti.

 

Cesedimizi dahi bulamayacaklardı.

 

Tüm depoyu sarıp sarmalayan ölüm sessizliğini fırsat bilerek bildiğim üç kul-bir elhamı okurken bir anda depoda yankılanan kahkaha sesiyle hepimiz önümüzdeki adama baktık. İnşallah adam kafama sıkarken böyle kahkaha atmaz, yemin ederim o kadar zoruma gider ki hortlar ensesine yapışırım.

 

"Demek bu üçü ellerindeki bıçaklarla sizi kovaladı. Söyleyin bakalım, neden kovaladınız bu ikisini?" Sorunun muhattabı olan kadına, baba denilen adama ne cevap verecek diye merakla baktım. Beni tehdit eden kadın sıkıntıyla kafasını yere eğerken yanındaki kadın sinirle lafa atlamıştı.

 

"Baba bu şırfıntı Zümrüt'ün adamına göz dikti!" Kadının beni işaret ederek söylenmesi gözlerimi kocaman açarak ona bakmama neden olmuştu. Tam cevap verecektim ki Buse benden önce ileri atılmış ve kızın üzerine yürüyerek bağırmıştı.

 

"Bana bak ağzını topla yoksa ben toplar münasip bir tarafına monte ederim. Köpekliğini yaptığın kadın kendi ağzıyla söyledi. İki yıl adamın peşinden koşmuş ama adam onu gördüğünde arada keyfi isterse başıyla selam vererek geçip gidiyormuş. Nereden onun adamı oluyor? Bahsettiğiniz adam Işık'a ilgi duyuyor diye önümüzü kesip bir daha bu semte gelmeyelim diye bizi tehdit ettiniz."

 

Buse hırsla kelimeleri tüketirken bir anda depoyu kaplayan sesle hepimiz olduğumuz yerde sıçramış ve iki adım geriye gitmiştik. Baba denilen adam sinirle elini önündeki orta boy tahta masaya vurmuştu. Vurmanın şiddetiyle masanın üstünde duran Rakı şişesi yuvarlanarak yere düşmüş, paramparça olmuştu. İlk defa dikkatimi çeken Rakı şişesinin binbir parçaya bölünmüş camlarına bakarken masanın üstündeki rakı bardağına kısaca göz attım. Şişe parçalanmış ve masanın üstünde sadece yarısına kadar dolu rakı bardağı kalmıştı.

 

"Ne demek bir daha bu semte gelmemeleri için tehdit etmek. Siz kim oluyorsunuz da birini benim semtime gelmemesi için tehdit ediyorsunuz!" Sinirle bağıran adama odaklanmaya çalışırken artık neyi düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Korkuyordum, çok korkuyordum. Neler olduğunu tam idrak edemiyordum ve en kötüsü dikkatim sürekli dağılıyordu. Sinirle söylenerek yüzünü sıvazlayan adam sabır çekerek önüne döndü ve masanın üstünde duran Rakı bardağını alarak dudaklarına götürdü. Dikkatle adamın rakıdan bir yudum almasını isterken içkisini içen adamla bir an göz göze geldik. Onu incelediğimi görünce bardağı dudaklarından çekerek bana doğru uzatmıştı.

 

"Kedinin ciğere baktığı gibi ne bakıyorsun kız öyle? Çok canın çektiyse sana da verelim bir bardak

"Kedinin ciğere baktığı gibi ne bakıyorsun kız öyle? Çok canın çektiyse sana da verelim bir bardak." Bana sunulan teklife o kadar şaşırmıştım ki ağzımdan çıkan kelimelerin saçmalığını ancak söyledikten sonra idrak edebilmiştim.

 

"Yok, teşekkür ederim. Ben rakıcı değil şarapçıyım." Verdiğim cevaba kahkaha atan adamla utanarak gözlerimi kapatıp başımı yere eğdim.

 

Şarapçı nedir Işık!

 

"İyi sevdim bunu. Zaten bana göre bir kadına rakı değil şarap yakışır." Kendi kendine söylenerek içkisinden bir yudum daha alan adama tekrar baktım. Büyük bir bataklığın içine düşmüştük. Adam az önce Şeytan'ın Eti için -benim semtim- demişti.

 

"Baba gerçekten çok özür dileriz. Lütfen bizi affet. Hem... Hem Yavuz beni tanıyor. Onun hatırı için lütfen bizi affet." Az önce adının Zümrüt olduğunu öğrendiğimiz, beni tehdit eden kadının ağlayarak kurduğu bu cümleye karşı sessiz kalarak baba denilen adamın vereceği cevabı bekledim.

 

"Niye sana inanayım? Yoldan geçen bir kadını durdursam o da götünü kurtarmak için oğlumu tanıdığını söyler." Umursamaz bir şekilde konuşan adama karşı aklıma dank eden düşüncelerle birlikte sarsıldım. İz'e ilk geldiğim gece aklıma düştü, Rakı'nın bana ilk kez Şarap verdikten sonra bir kadının kurduğu cümle beynimde kankılandı.

 

"Sürtükteki şansa bak, hem Yavuz'a barmen muamelesi yaptı hem sağ kaldı hem de Yavuz'un elinden şarap içecek."

 

Yavuz... Yavuz... Yavuz... O gün konuşan kadın Rakı'ya Yavuz diye hitap etmişti. Hemen sonra Rakı bana dövme yaparken aramızda geçen konuşma düştü zihnime.

 

"Babadan kalma bir alışkanlık. O da her zaman rakı içerdi."

"Babasının oğlusun yani."

"Öyleyim."

 

Gözüm karşımda "baba" denilen adama takıldı. Bir elindeki Rakı bardağına baktım bir de adama. Hemen sonra Zümrüt denilen kadınla babanın son konuşmasını düşündüm.

 

Yavuz beni tanıyor...

 

Oğlumu tanıdığını söyler...

 

Olabilir miydi? Karşımda oturan bu adam, Şeytan'ın Eti diye anılan bu semte "benim" diyen adam gerçekten de Rakı'nın babası olabilir miydi?

 

"Rakı'nın babası..." Bilinçsiz bir şekilde fısıldadığım cümleleri duyan Buse anında baba denilen adama dönerek resmen sevinçle şakımıştı. Sanırım kurduğu cümlenin bizi kurtaracağını düşünmüştü.

 

"Biz de! Biz de oğlunuzu tanıyoruz! Oğlunuz arkadaşıma dövme yaptı!" Buse cümlesini bitirir bitirmez depodaki tüm adamların aynı anda kahkaha atmalarına yüzümü buruşturarak baktım. Yaklaşık bir iki dakika süren kahkaha tufanından sonra baba denilen adam gözlerinden akan yaşları silerek bize döndü.

 

"Oğlum, arkadaşına dövme mi yaptı? Ah be kadın, sadece tanıyoruz desen bir ihtimal yine inandırıcılığın olurdu. Ama Yavuz ve bir kadına dövme yapmak? Şuan beni güldürdüğün için gitmene izin mi versem yoksa bana bariz bir şekilde yalan söylediğin için kafana mı sıksam bilemedim."

 

"Yalan söylemiyorum. Yemin ederim ki yalan söylemiyorum!"

 

"Tabii ki yalan söylüyorsunuz! Baba, onları affedemezsin, gözünün içine baka baka hala yalan söylüyorlar!" Bir anda iki adım öne çıkarak konuşan Zümrüt'e gözlerimi kısarak baktım. Yüzündeki sinsi gülümseme kesinlikle ne işler peşinde olduğunu bas bas bağırıyordu. Çakal kadın, Yavuz'un bizi tanıdığını biliyordu! Beni Yavuz için tehdit etmişti! Şimdi ise bize yalancı diyerek babayı kışkırtarak bizden kurtulmaya çalışıyordu!

 

"Yalan söyleyen o! Bizi oğlunuz için tehdit etti! Oğlunuz onun yüzüne bile bakmazken bana içki verdi ve dövme yaptı. Bu yüzden bize zarar vermeye çalıştılar!" Bir anda kendime engel olamayarak bağırmam üzere sinirle burun kemerini sıkan adamla korkuyla yutkundum.

 

"Bak kızım, şu kurduğun cümlede inanacağım tek şey oğlumun bu kadının yüzüne bakmadığı kısım olur. Çünkü Yavuz, kimseyi takmaz! İdris! Alın şu adamı götürün!" Bağırarak oturduğu sandalyeden kalkan adamla birlikte sağ ve sol tarafındaki iki adam harekete geçmiş, babanın karşısında oturan şaftı kaymış adamı alıp götürmüşlerdi.

 

"Şimdi gelelim sizlere..." Elindeki rakı bardağıyla birlikte önümüzde dikilen adama korkuyla baktık.

 

"Madem hepiniz oğlumu tanıdığınızı iddia ediyorsunuz o zaman sizinle bir anlaşma yapalım. Yavuz'u arayalım ve sizi tanıyıp tanımadığını soralım. Eğer Yavuz gerçekten sizleri tanıyorsa buradan rahatça çıkıp gidersiniz. Ama oğlum sizi tanımıyorsa o zaman bana yalan söylemenin cezasını çekersiniz." Büyük bir ciddiyetle kurulan cümlelerden sonra ortamı kaplayan sessizliği bir onaylama olarak kabul eden adam cebinden telefonunu çıkarmış ve aramayı hoparlöre almıştı. Arama devam ederken yanımızda tedirginlikle kıpırdanan Zümrüt'ü nedense sinir edesim gelmişti. Bu yüzden göz göze geldiğimiz an gözlerimi kısarak ona itici bir şekilde gülmüştüm.

 

"Kendi ağzınla söyledin, iki yılın sonunda yaptığı tek şey arada sana kafasıyla selam vermesi. Senin ismin söylendiği an o kim diyecek. Hangi kafayla bu anlaşmayı kabul edersin?"

 

"İki yıldır her akşam onun karşısına çıkarak -Ben Zümrüt- cümlesini kurdum. Beni tanımalı, beni tanıyacak. Sen beni düşüneceğine kendi haline bak kızım!" Sinirle konuşan kadına cevap verecektim ki depoyu kaplayan Rakı'nın sesiyle rahat bir nefes aldım. Bu oydu, gerçekten bu Rakı'nın sesiydi.

 

"Efendim baba."

 

"Yavuz sana bir şey soracağım."

 

"Acil mi? Köpekler sorun çıkarmış onlarla uğraşıyorum."

 

"Yine ne yapmış pezevenkler!"

 

"Sorun yok, ufak bir baş kaldırma çabası. Sen ne soracaktın?"

 

"Şuan karşımda seni tanıdığını iddia eden iki kadın var. Birinin adı Zümrüt onu tanıyor musun?"

 

"Baba benimle dalga mı geçiyorsun? Daha önce biz kaç kez bu duruma geldik? Neden her defasında bu kadınlara inanıyorsun? Tanımıyorum öyle birini ve kapatıyorum işlerim var!" Cevap beklemeden telefonu kapatan Yavuz, depoda bir kez daha ölüm sessizliğinin yankı bulmasına neden olmuştu. Bir an için yere düşecek gibi olan Zümrüt'ü son anda tutan arkadaşları olmuştu.

 

"Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış. Yine de sizlere bir kıyak geçecek ve ölümlerden ölüm beğenmenize izin vereceğim."

 

"Bizi sormadınız! Yavuz'a, Işık'ı tanıyıp tanımadığınızı sormadınız! Anlaşma bu şekilde değildi, anlaşmaya uymanız gerekiyor?" Korkuyla konuşan Buse'yi desteklemek için hızla kafamı salladım.

 

"Sizi sormaya gerek bile duymadım hanım efendi çünkü kurduğunuz kelimelerin yalan olduğunu Yavuz'u tanıyan herkes anlar!"

 

"Anlaşma bu şekilde değildi! Sormanız gerekiyordu!" Kurduğum cümleden sonra sıkıntıyla nefes alan adam elindeki rakı bardağını kafasına fondip yaparak boş bardağı masaya koymuş daha sonra da tekrar eline telefonu alarak aramayı hoparlöre almıştı.

 

"Efendim baba!"

 

"Sana birini daha soracağım."

 

"Baba! Cidden sen benimle dalga mı geçiyorsun!"

 

"Çok konuşma Yavuz, cevap ver sonra da kapat. Işık diye birini tanıyor musun!"

 

"Tanımıyorum! Lanet olsun Işık diye birini de tanımıyorum" Tekrar suratımıza kapanan telefon ile iki adım geriye gittim. Zümrüt gözyaşlarına inat halime kahkaha atarken korkuyla koluma yapışan Buse'ye sarıldım ve o an aklıma gelen detayla kendime küfür etmeden edemedim.

 

Rakı beni Şarap olarak tanıyordu.

 

Biz hiç tanışmamıştık! Ona hiç ismimi söylememiştim. Sanırım Buse onun yanında bana ismimle hitap etmişti ama bizim için isimler her zaman en arka planda olmuştu.

 

Çünkü o sadece Rakı ben ise sadece Şarap'tım!

 

"Beni Işık olarak tanımıyor, Şarap olarak biliyor. Lütfen, lütfen bir kez daha arayın ve Şarap'ı tanıyıp tanımadığını sorun!"

 

"Siz gece gece beni çıldırtmak için mi gönderildiniz lan!" Sinirle bağırarak belinden silahı çıkartan adam hiç bekleme yapmadan silahın horozunu kaldırmış ve namlunun ucunu bize doğrultmuştu.

 

"Siz kim oluyorsunuz da bana yalan söylemeye, benimle dalga geçmeye çalışıyorsunuz!" Buse'yle sarılmış öylece ölümü beklerken depoyu saran telefon sesiyle birlikte yutkundum. Resmen elim ayağım boşalmıştı, hiçbir şey düşünemiyordum. Kurşundan önce korkudan ölecek gibi hissediyordum.

 

"Söyle Yavuz."

 

"Baba dur! Dur tanıyorum onu!" Telefonun hoparlöründen gelen telaşlı sesi duyar duymaz Buse'yle aynı anda yere çökmüştük. İkimiz de korkudan dolayı kaskatı kesilmiş, yaşadığımız şok yüzünden ağlayamaz hale gelmistik.

 

"Hangisini?"

 

"Şarap'ı! Yani Işık'ı tanıyorum! Onun yanında bir de arkadaşı olmalı. Lanet olsun, ne işleri var onların senin yanında!" Aklı karışmış bir şekilde silahı indirerek masanın üstüne koyan adam iki adım geriye giderek kalktığı sandalyeye geri oturdu. Bir yandan Yavuz'la konuşurken bir yandan da yerde oturup kalmış bizi inceliyordu, sanırım daha çok beni inceliyordu.

 

"Peki ya Zümrüt?"

 

"Sadece Işık ve arkadaşı. Ne işleri var onların orada!"

 

"Yavuz, sen Işık denilen bu kadına dövme mi yaptın?" Büyük bir merakla sorulan bu soru Yavuz'u bir iki saniyelik bir sessizliğe sokmuştu.

 

"Evet, yaptım. Bunları sonra konuşabilir miyiz? Gerçekten hiç doğru bir zaman değil. Onların ne işi var orada baba?"

 

"Zümrüt denilen kadın arkadaşlarıyla birlikte senin kızı ve arkadaşını ellerinde bıçaklarla kovalamışlar."

 

"Ne... Ne yapmışlar dedin?"

 

"Kadın senin için seninkine saldırmaya kalkmış işte. Senin kız ve arkadaşı da kaçarken şans eseri benim Sansar'ı paketlediğim depoya daldılar."

 

"Gerçekten... Lanet olsun! Kapatmam gerekiyor. Baba, Şarap ve arkadaşını güvenli bir şekilde evlerine bırakın. Geri kalanları da bara getirin, buna nasıl cüret ettiklerini bizzat sormak istiyorum."

 

"Tamam evlat, dediğin gibi olsun."

 

"Baba..." Bir iki saniye sessiz kaldıktan sonra devam eden Rakı'nın, kurduğu cümleler tüm bu olayların ortasında olmama rağmen resmen ruhumu kasıp kavurmuştu.

 

"Lütfen ona dikkat et, benim için önemli."

 

Telefon kapandı ve bu gece onlarca kez olduğu gibi depoyu bir kez daha sessizlik sarıp sarmaladı. Baba denilen adam öylece bizi izlerken Buse ve ben oturup kaldığımız yerden kalkmaya çalışıyorduk. Zümrüt ve arkadaşları korkudan dolayı birbirlerine sarılarak ağlamaya başladıklarında bir an için yüzlerine tükürmek istemiştim. Tüm bu olanların hepsi onların suçuydu. Bok vardı da ellerinde çakılarla bizi deli danalar gibi kovalamışlardı.

 

"İdris! Sen bu üçünü al İz'e götür, dikkat et kaçmaya kalkmasınlar. Siz ikiniz de benimle geliyorsunuz." Başka bir şey söylemeden depodan çıkan adamı el mahkum titreyen bedenlerimizle takip etmeye başladık. Biz arabaya bineceğimizi düşünürken adam duraksamadan ilerlemiş ve sola doğru dönmüştü. Buse'yle göz göze geldiğimizde ikimiz de derin bir nefes almış ve birbirimize destek olarak yürümeye başlamıştık.

 

Şeytan'ın Eti'nin karanlık sokaklarında önde baba denilen adam sağlam adımlarla ilerlerken biz iki dingil de onun arkasında sarsak adımlarla ilerlemeye çalışıyorduk.

 

"Sizi neden yürüttüğümü merak ediyorsunuz değil mi?" İkimizden de ses gelmeyince konuşmaya devam etti.

 

"Tanıyın diye. Bu sokakları tanıyın diye yürüyoruz. Belli ki bu sokaklarda daha çok zamanınız geçecek, en azından size ev sahipliği yapacak bu sokakları bilin. Bilin ki Seytan'ın Eti sizi çıkmaz sokaklarda yok etmesin." Konuşması biten adam bir anda olduğu yerde durduğunda biz de otomatik olarak adım atmayı bıraktık.

 

Soluna dönerek sokak lambasının aydınlattığı duvara büyük bir gülümsemeyle bakan adamın yüzündeki o gülümsemeden acı akıyordu. Gülümsemesine rağmen kasılan yüz hatları bunun emaresini taşıyordu. Ben onun yüzüne bakarken bir anda bana dönerek gözlerimin içine bakmasıyla yutkunmadan edemedim. Daha sonra anladım ki bu duvar Rakı ve benim duvarımdı.

 

"Asude'm ile benim de hikayem böyle başlamıştı. Bu semt bizi de böyle satır satır işlemişti duvarlarına. Dikkatli ol kızım, bu semte Şeytan'ın Eti ismini vermemin bir nedeni var. Biz fark edemedik ama bu semt bizim hikayemizi kan ile yazdı. Ve şunu asla unutma, kan ile başlayan bir hikaye kan ile biter. Şimdi yolunuzu kendiniz bulun ve gidin! Bu saatten sonra Şeytan'ın Eti sizi kendinden başka herkesten korur."

 

🍷🍷

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%