Yeni Üyelik
11.
Bölüm

▪︎11▪︎

@geceyeasikbirkiz

Birkaç saniye arkasından bakmamın ardından, bunu bırakıp ben de yüzmeye başladım. Denizin içinde nereye kadar kaçabilirdi ki?

 

Uzun bir süre arkasından yüzmüştüm ama ne yazık ki yetişememiştim. Yılmadan devam ettiğimde denizin ortasında öylece durduğunu gördüm. Bana bakıyordu sadece, yaptığı başka hiçbir şey yoktu. Yanına gittim hızlıca.

 

"Neden kaçıyorsun Enes? Duyacaklarından mı?" dedim hafif sinirli bir tonda. "Evet, çünkü ne duyacağımı biliyorum Lerzan. O yüzden konuşma, lütfen sus." dedi yalvarırcasına.

 

"Biliyor musun? Ben mektup yazmayı çok severim, yazı yazmayı çok severim. Hatta lisedeyken yazdığım bir romanım vardı. Finaline çok az kalmıştı ama ne yazık ki bitirme şansım elimden alındı."

 

Bana anlam veremeyen bakışlar gönderiyordu. Muhtemelen bunları neden anlattığımı düşünüyordu şu an. Ama erkekler böyleydi, Enes de olsa... Ayrıntı düşünmek, mizaçlarına oturmayan bir özellikti.

 

"Sana göre duymak istemediğin şeyleri, sana yazacağım Enes. Eminim duymandan daha farklı hissettirecektir. Ama böyle triplenip gitmek, ne kadar mantıklı? 24-25 yaşlarında adamsın."

 

"28 yaşındayım Lerzan..." dedi gülmesini engellemeyerek. Benim yüzümde ise bir şaşkınlık ifadesi oluştu. "Saçmalama, en fazla 25'sin. Şimdi doğruyu söyleme vakti."

 

"28 yaşındayım, neden yalan söyleyeyim?" kısa bir ara verdikten sonra devam etti. "Genç gösterdiğimi biliyorum canım, bu kadar övgüye ne gerek var?"

 

Takındığı egolu tavır, gülmeme sebep oluyordu. Bunu bilerek, ortam yumuşasın diye yaptığı aşikardı.

 

"Yaklaşık iki, iki buçuk metrelik yükseklikte bunları konuşmamıza ne gerek var? Biraz gidelim artık..."

 

Kıyıya doğru yaklaştığımızda dalma yarışması yapmaya başlamıştık. Ben hala çocuktum ama o yaşına rağmen çocuktu.

 

Oyunlarımız ve yüzmelerimiz bittiğinde eve dönüş yolu görünmüştü. En fazla bir ya da iki saatlik olan yol, hızlıca bitmiş ve eve gelebilmiştik. Salonda Tuğra ve Yağız oturuyorlardı. Tabiri caizse boş yapıyorlardı, ama gerçekten boş yapıyorlardı. Yanlarından hızla banyoya geçerken şu diyaloğu duymam, bunu tescillemişti.

 

"Yağız, makarnayı boyayıp küvete atsak su renklenir mi?" dedi Sarp, buna şaşırmam yetmezmiş gibi Yağız onu şöyle cevaplamıştı. "Onu bırak da eğer makarnaları boyayıp yersek idrarımız ya da kakamız renkli çıkar mı?"

 

Bu muhabbete daha fazla dayanamayıp tuzumdan arınmaya, adeta koşmuştum. Hızlı ve güzel kokulu bir duşun ardından muhabbetin değiştiğini ümit ederek onlara katıldım. Onlarla oturan Enes ise banyoya giriyordu.

 

"Lerzan, renkli makarna yapalım mı?" dedi Yağız, hevesle. Bense konunun değişmediğini anlayıp hızla ayağa kalktım. "Size kolay gelsin ama ben çok yoruldum. Ayrıca saat dokuza geliyor, bakın." diyerek odama geçtim.

 

Uzun süredir telefonuma bakmadığım aklıma gelince kurcalamaya başladım. Bir mail gelmişti ve merakla açtım hemen. Çünkü telefonuma mesaj gelmezdi Tuğra ya da Enes, bir şey yazmazlarsa.

 

Gelen mail, Sarp Ekinci'dendi. Sarp mailimi unutmamış ve ulaşacak bir yer bulmuştu. Zaten salaklık bendeydi. Ne diye aynı maili kullanırdı ki insan? Benim durumumdaysa.

 

'Öldün sandım Lerzan. Nerede olduğunu bilsem, yaşadığını bilsem bırakır mıydım seni? Gönderdiğin mektup... Çok sarstı beni, ben seni üzmeyi hiçbir zaman istemem. İlk bir-iki ay her yerde seni aradım. Sonra ilk bir yıl her kahverengi saçlı, bıcır bıcır yürüyen kızı sen sandım. Ve kaç kere dayak yedim biliyor musun? Ben seni gerçekten seviyorum Lerzan. Adının seni bir yerlere sürükleyeceğinden emindim zaten. Bir anne, hem de bir kız çocuğuna neden bu ismi koyar ki? Lerzan beni affet. Şimdi neredesin? Bu mektubu getiren adam kim? Bana bir sürü saçma sapan şeyler söyleyip sordu. Umarım hala mailini kullanıyorsundur Lerzan. Beni affet. Yemin ederim yaşadığını bilsem bırakmazdım peşini. Ama öldü dediler. Birileri geldi Lerzan, babasıyla birlikte öldü dediler. İlk önce Binnur söylemişti ama ona inanmadım. Lerzan, yaşıyorsun ve aynı il sınırları içindeyiz. Beni affet ve bir kere seni görmeme izin ver. Çok özür dilerim.'

 

'Sarp, şanslısın ki hala salak gibi aynı maili kullanıyorum. Aslında sana cevap vermem bile yanlışmış gibi geliyor ama her neyse, o kadar yılın hatırına hakkediyorsundur belki. Bir mezarım yoksa, cesedimi görmediysen nasıl inandın? Nasıl inanırsın Sarp? Aynı şey, tam tersi olsaydı sana yemin ederim bırakmazdım bu işin peşini. Ama sen bıraktın, bırakman yetmiyor gibi en yakın arkadaşımla nişanlandınız. Hayırlı olsun bu arada. Mektubumda söylemeyi unuttum sanırım. Kaç ay sürdü beni unutman? Ya da hep mi aklındaydı Binnur? Ben, beni gerçekten sevdiğine inanmıştım. Buna babam da inanmıştı ve Binnur da inanmıştı ama inançlarını çabuk bırakabilen biriymiş anlaşılan. Lütfen mektubu ve bu maili de Binnur'a okut. Belki biraz olsun utanırsınız, ama yok sanmıyorum. Nerede olduğumu merak etme. Burası, sizin yanınızdan bin kat daha güvenli. Yaralarımı gerçekten saran ve beni gerçekten önemediklerini düşündüğüm insanla var. Yoksa bugünkü çocuk, niye yanına gelsin ki? Sen beni aramaya bile üşenmişsin oysaki. Mutluluklar dilerim, bir altın takmak isterdim ama üzgünüm düğününüze gelemeyeceğim.'

 

Gözlerimden düşen yaşlar, zaman zaman yazmamı engellese de umursamayarak yazmayı tamamlamıştım. Telefonu yatağın üzerine atıp dizlerimi göğsüme çektim. Ağlamamın arasında seyrek seyrek çıkan hıçkırıklar fazlalaşmıştı. Artık ağlamam, tamamen hıçkırıktan ibaretti.

 

"Hakketmedim, ben bunu hakketmedim. Kimseye kötü bir şey yapmadım, neden bunları yaşıyorum?"

 

Konuşacak mecali bulamıyordum kendimde, yalnızca ciğerlerim yerlerinden sökülene kadar ağlamak istiyordum. Ağlamak, tüm yaralarımı saracakmış gibi geliyordu.

 

Ağlamam, yüksek sesle devam ederken kapı açıldı. Gelen Enes'ti. "Lerzan, ne oldu? Ne oldu?" diyerek yatağın kenarına kadar geldi.

 

Bir merhem aradığım esnada gelmişti, bense merhemimin o olduğunu düşünerek sıkıca sarıldım ona. İlk başta tereddüt etse de elleri, omuzlarımı yavaşça buldu.

 

"Neden ağlıyorsun? Ne oldu? Lütfen ağlama Lerzan. Ses tellerine yazık Lerzan, yapma..."

 

Daha çok şey söylemek istiyordu, bunu farkındaydım ama bir şeyler onu durduruyordu. Beni ise durduracak pek bir şey yok gibiydi.

 

"Herkesten nefret ediyorum Enes. Aşktan da sevgiden de erkeklerden de nefret ediyorum."

 

Ondan ayrılmış öyle devam ediyordum söylenmeye. "Birisi seviyorum der, zincirlerle döver. Diğeri seviyorum der, en yakın arkadaşımla nişanlanır. Aşk bu değil, sevgi bu değil." Nefeslerim düzene girerken ağlamam da diniyordu. "Ben bugün şunu anladım ki zaten bugün anlamam da ayrı bir terane ama ben hiç sevilmemişim Enes. Ben çok kez kandırılmışım. Beni sevdiğini söyleyen elin oğluna inandım da alışveriş merkezine gideceğiz diyen kuzenime niye inandım Enes? Ben salağım..."

 

Havada dolaşan gözlerimi yakalayarak öyle konuştu karşımdaki adam. "Salak değilsin. Sadece bir meleksin. O şeytanlar yalnızca seni kırmak için savaşan tek kişilik aptal sürüleri. Hem bak, ben seni seviyorum. Gerçekten seviyorum Lerzan..."

 

Şaşkınca yüzünü incelerken ağzımdan "Ne?!" şeklinde bir nida çıkıverdi. Söylediklerini, zihni anca kavrarmış gibi ağzı bir o şeklini aldı. "Yani seviyorum, bir abi gibi seviyorum Lerzan. Sonuca bakalım, seviyorum işte. Sevdiğim için söyledim ya. Konumuz bu değil, iyi misin? Nasıl bu hale geldin? Çok mu düşündün?"

 

Telefonumu ona uzattım, tüm yazışmaları okuması adına. "Yeni bir şey attı." dedikten sonra okumaya başladı. "'En çok seni sevdim ve seni seveceğim Lerzan. Bize de önceden çok güveniyordun ama şu an görmek dahi istemiyorsun. Yanındaki insanların güvenilir olduğunu nereden bilebilirsin ki? Seni o kuzeninden kurtarmış olabilirler, ya başka bir yere satarlarsa? Bunu hiç düşünmedin mi? En güvenli yer bizim yanımız, benim yanım. Eğer gelirim dersen hayatımdaki herkesi çıkarırım. Herkesi ama herkesi Lerzan. Eski adresimdeyim, lütfen beni affet...'"

 

Tüm mesajı okuyup telefonu elime verdi. Yüzüne endişe hakim olmuştu aniden. Ayağa kalkıp kapıya doğru yöneldi. "Ben seni yalnız bırakayım, belki... ne bileyim işte? Düşünmek falan istersin belki..."

 

"Enes, gitme. Burada kal..." dedim telaşla. Beni bir şeyler için sıkıştırmak istemiyordu, onun hakkında Sarp'ın düşündüklerini düşünmemi istemiyordu ve bu her halinden belliydi. "Lerzan, kararların için seni etkilemek istemiyorum."

 

Ayağa kalkıp yanına doğru ilerledim. "Bir kararım yok Enes. Vermem gereken bir kararım da yok. Lütfen yanımda kal ve bana bir 'abi' gibi destek ol, lütfen..."

 

Sesimden, ona ne kadar güvenir bir halim olduğu aşikardı. Hafifçe gülümseyerek sözlerine başladı. "Bana, bize o kadar güveniyor musun gerçekten?"

 

"Evet, güveniyorum Enes. Dürüst olmalıyım ki şu an en iyi, en güvenilir seçenek sizsiniz..."

 

Söylediklerimin üzerine kapıya yönelip kolu indirdi. "Her şeye tamam Lerzan ama uyumalısın, bugün çok yoruldun." diyerek odadan çıktı. Bu çıkışını kafama takmayarak onu dinledim ve rahat bir uyku çekme umuduyla yatağa girdim.

 

Uykuma eşlik eden rüyaların ardından tekrar güneşe kavuşabilmiştim. Her gün, tekrar tekrar güneşe uyanabilmek ne kadar güzel bir histi ve ne kadar büyük bir nimetti. Buna şükrederek yataktan çıktım. Saatin bu kadar erken olmasını pek umursamayarak mutfağa doğru ilerledim.

 

Salonda dışarı çıkmak için hazırlandığı belli olan Enes vardı ve oldukça telaşlı duruyordu. Yanına gidip öylece dikildim bir süre ama o, sürekli bir yerlerine bir şeyler koymaktan beni görmüyordu bile.

 

"Enes, işe mi?" dedim meraklı olduğumu yansıttığım sesimle. Heyecanlı gözleri, üzerimde birkaç saniye durduktan sonra hüzne büründü. Bunun anlamını gerçekten bilemiyordum. Sanırım az önceki sabah mutluluğumun ardından hemen zehir yüklemesi yapmak için beklemişti hayat.

 

"Lerzan, bak-"

 

Enes'i dinlemeyerek sözünü kestim. "Akşam söylediklerine inandım, bana inandığına inandım. Şimdi öylece gidecek misin? Herkes bir şeylere alışmak zorunda sanırım Enes. Sen gidenlere, ben kandıranlara..."

 

Yüzünde ilk defa sinirden bir parça görüyordum ve bu korkumu tetikliyordu. "Lerzan beni anlamadan, dinlemeden neden böyle konuşuyorsun? Kimsenin gittiği ve kandırdığı yok. Aydoğan'ın yanına gitmem gerekiyor. Abisi gibi yanında olmam gerekiyor..."

 

Daha fazla evde oyalanmayarak evden gitti bense hala ayakta duruyordum. Ne yapacağımı bilemez haldeydim. Aslında böyle bir halde olmamın da hiçbir sebebi yoktu ya...

 

Enes

 

Olduğunca hızlı hareketlerle dağ evinden çıkıp şehre indim. Bunu, Aydoğan'ın ve adamlarının aşina olduğu arabamla yapıyordum. Hızlı olmalıydım ki Aydoğan bir şeylerden şüphe etmemeliydi. Bunun için biraz daha gaza basıp kısa bir sürede varmıştım Aydoğan'ın şirketine.

 

Arabayı valeye bırakmamın ardından hızlı adımlarım, asansörü buldu. Aydoğan'ın en üstteki odasına varınca kapı çalma gereksinimi duymadan odaya girdim. Sinirimi saklamayarak odanın ortasında duraksadım.

 

"Ne oldu Aydoğan? Bu kadar sinirlendiğin ve bana bağırma cüretinde bulunduğun konu da ne?!" şeklinde çıkışmamın ardından sandalyesinde oturan Aydoğan, ayağa kalktı.

 

"Enes, gerçekten özür dilerim ama yok. O yok Enes?" dedi ağlar bir vaziyette. Koltukların herhangi birine oturup gözlerimi ona diktim. "Şu, dayaktan bir öldürmediğin kalan kadın mı yok Aydoğan?"

 

"Enes, sinirlerim yeterince bozuk. Senden yardım istemek için çağırdım." dedi sinirli bir ses tonunda. "Önce sesimizin tonuna dikkat ediyoruz Aydoğancım, sonra oturup mantık muhakemesi yapıyoruz. Şimdi de bana her şeyi en başından dürüstçe anlatıyorsun. Ha eğer anlatmam dersen öğrenirim Aydoğan, doğrusunu öğrendiğimde de neler olabileceğini pek hayal edemiyorum." dedim sonlara doğru kafamı eğlenir gibi sallayarak.

 

"Anlatacağım abi ama sinirlenme. Bana yardım etmen için çağırdım, lütfen öyle düşün."

 

Kahkaha atarak oturduğum koltukta öne doğru çıktım. "Abi dediğine göre büyük bir bok yemişsin. Anlat, anlat da bir dinleyeyim."

 

Karşımdaki koltuğa oturup sehpada duran bardaktan bir yudum su içti. "Lerzan benim kuzenim. 18 yaşındayken onu yanıma aldım. Ama çok seviyordum, çok güzel o...."

 

Dayanamayarak sözünü yarıda kestim. "Hadi 18 yaşında bir kız olmasını geçtim tamam mı? Bak kuzenin olmasını da geçtim, aile yapısına göre değişebilir de ulan, seviyorsun madem o kızın son hali neydi öyle? Neden yüzünü gözünü dağıttın kızın hayvan? Demezler mi sana?"

 

"Abi, bir dinle gözünü seveyim..." dedi korktuğunu belli etmeyen bir ifadeyle. "İlk bir-iki ay sürekli abisi olduğumu söyledi. Yemin ederim ki bir-iki ay dokunmadım ama sürekli abisi olduğumu söyledi, sürekli babasını sordu."

 

"Neden göstermedin babasını? Madem seviyordun niye zehrettin hayatı?" diyerek sözünü tekrar kestim.

 

"Çünkü abi babası, yani amcam olacak o herif annemi çaldı benden. Ben de onu öldürdüm."

 

"Ne, nasıl ya? Doğru düzgün anlat şunu. Ne annesi? Ne öldürmesi? Adam öldürmüşsün ama nasıl karşımdasın? Ve ben neredeydim? Ne ara yaptın bunları?"

 

"Lerzan'ın annesi Nalan, benim annemdi-"

 

Hiddetle ayağa kalkıp yakasına yapıştım. "Oğlum bana bak, kolay kolay adam dövmem ama şu anlattıkların adam olmadığını çok güzel kanıtlıyor. İnsan kardeşine nasıl yapar lan bunu? Ulan senin beyninin yerinde neren var? Aydoğan, senin bir bokuna yardım etmem. Anlıyor musun beni? Seni şu an burada öldürmediğime razı gel. Çünkü seni şu an cinsel organından tavana asmak istiyorum. Bu dünyanın edebini sikiyim ben ya!"

 

Geldiğim hızla odadan çıkıp aşağı indim. Vale arabayı getirir getirmez aynı hızla devam ettim yola. Bu halde pek araba kullanamazdım bu yüzden tenha bir yol kenarında durdurdum arabayı.

 

Gözyaşlarıma gelmeleri için engel olmadım. Belki gözyaşlarım, insanlığın bu edepsizliğini temizlemeye yeterdi. Ama sanmıyordum, bunu barajlar okyanuslar dahi temizleyemezdi. Bunlar gibi oksijen israfları için savaşmak bile hataydı, olmayan insanlığın nesi için savaşılırdı ki?

 

Kontrolümü iyice kaybettiğimi anladığım anda ellerimi direksiyona vuruyordum. "Neden ya, neden neden? Olmayan insanlığınızı sikeyim sizin! Aldığınız nefesle boğayım sizi. Allah'ım gerçekten neden? Lerzan gibilerin canı neden yanıyor? Ya yapacağınız işi..."

 

Çalan telefonumu kapatıp susmasını sağladım. Başıma giren müthiş ağrıyla birlikte yola çıktım. Gideceğim yer dağ evi değil, şehirdeki evim olacaktı. Bu halde birkaç gün Lerzan'ı görmem pek akıllıca değil gibiydi. Öğrendiklerimi sindirip öyle gitmeliydim yanına. Aydoğan hakkında ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum bile. Çünkü yanında bir-iki saniye fazladan kalsam oracıkta öldüreceğimden emindim.

 

Arkamdan hızla gelen araba önüme geçip ani bir frenle durdu. O dalgınlıkla araba hakkında pek fikir üretemesem de içinden inen kişiyi tanımam birkaç saniyemi almadı. Yağız, telaşla yanıma gelirken ben de arabadan iniyordum.

 

"Ne oldu? Lerzan'a mı bir şey oldu? Ne oldu Yağız?" dedim sesimin yükselmesine engel olamayarak. "Abi, Lerzan'a bir şey olduğu yok sakin ol. Ama abi..."

 

Yağız'ın ağzındaki kelimeler, sıcak yuvalarından çıkmayı pek istemiyor gibiydiler. "Eee Yağız ama ne?"

 

Sabırca üstelememin üzerine gözlerimin içine bakarak konuştu. "Valide Hanım... Hastaneye kaldırılmış, Nursu aradı az önce..." Bir türlü neden söyleyemediği şimdi açığa çıkıyordu.

 

"Hangi hastane?"

 

"Her zaman gittiği."

 

Yağız'dan cevabı alır almaz arabaya atladım. Hızlı bir kalkışın ardını hızlı bir sürüş takip ediyordu. Annemin önemli bir şeyi olmadığını düşünmek istiyordum, beynim beni bu düşünceye yönlendiriyordu. Bir gün içinde bu kadar fazla olay bünyem ve zihnim için pek yararlı olacak gibi değildi.

 

Zihnimde gezinen bu düşünce bir anda kendimi lanetlememe sebep oldu. Ben bazı şeylerin düşüncesine ya da başka insanların yaşamasına dahi dayanamazken buna Lerzan nasıl dayanmıştı? Ya da diğer kadınlar nasıl dayandı, dayanıyor? Biliyorum ki insanlığın hiçbir yerinde bunun cevabı yok. Hiçbir bilimin bunu açıklamaya formülleri yok. Hiçbir tür edebiyatın bunu açıklamaya gücü yok...

 

.

 

.

 

.

Loading...
0%