Yeni Üyelik
12.
Bölüm

▪︎12▪︎

@geceyeasikbirkiz

O hızla annemin yanını kısa bir süre içinde bulmuştum ve bilgi alabilmek için doktorunu bekliyorduk.

 

"Ay Enes'im iyiyim ben. Kalbim çarptı sadece arada bir oluyor ya... Nursu kızım çok büyütüyor." dedi annem hastaneden çıkma isteğini saklamayarak.

 

"Valide Hanımım abartmıyorum, endişe ediyorum. Koridorda bir oraya bir buraya savruldunuz, nasıl öylece evde dursaydık?" dedi Nursu kendini savunmak adına. Anneme anlatmış da sanki ben duymamışım gibi bir de bana dönük anlatmaya başladı. "Enes Abi vallahi abartmıyorum, iyi görünmüyordu..."

 

Yüzümde buruk bir gülümseme peyda ederken karşımdaki, kendini anlatmaya çalışan kızın omzunu sıvazladım. "Biliyorum Nursu, biliyorum canım. Sakin ol..."

 

Lafım henüz bitmişti ki odaya birinin dalması hem korkmama hem de odada duran Nursu ve annemi korumama neden oluyordu. Yağız ise benim gibi onları korumaya kalkışıyordu. Aslında tüm bu yaptıklarımızın anlamsız olduğunu endişeli bir ifadeyle doğruca annemin yanına giden Ecegün'ü gördüğümüzde anladık.

 

"Valide Hanımım, iyi misiniz? Neyiniz var, ne oldu?" diyerek eline sarıldı annemin. Annem ise hepimize söylediklerini bir de Ecegün için sıralıyordu. Ecegün ise endişesini saklamayarak gülümsedi. "Eminim ki yine Nursu abartıyordur. Ayıp Nursu..."

 

Odadaki herkes gülerken annem alınmış bir ifadeyle öylece yatmaya devam ediyordu. "Hem Valide Hanım diye dolaşıyorsunuz hem de benimle alay ediyorsunuz, hergeleler..."

 

"Validemi niye küstürüyorsunuz bakayım?" diyerek odaya Tuğra giriş yapıyordu ve bu gözlerimi fal taşı gibi açmam için yeterli bir sebepti. Lerzan o dağ evinde korunmasız bir şekilde yalnız mıydı yani şimdi?

 

"Yağız, bir gelir misin?" diyerek dışarıyı işaret ettiğimde annem, "Ne karıştırıyorsunuz siz?" diye sorgulamaya başladı. "Bir şey yok annem, geleceğiz şimdi..."

 

Dışarı çıktığımızda birkaç saniye Yağız'ı inceledim. O ise korktuğunu belli ederek birkaç adım geriledi. "Ben size kaç kere kızdım bu zamana kadar Yağız?"

 

"İki kere abi..."

 

"Peki sonucunda ne oldu Yağız?"

 

"Abi, ne oldu?"

 

"Oğlum Lerzan nerede?" dedim sesimin fazla çıktığını fark etmeyerek. "O kızı yalnız bırakmayın diye kaç kere söyledim, kaç kere tembih ettim ki olayın ciddiyetini siz de farkındasınız. Benim kadar Lerzan'ın üzerine titriyorsunuz. Nerede Lerzan oğlum?"

 

"Abi, benim haberim yok. Tuğra, ben hallederim deyince senin yanına geldim ben."

 

"Tuğra!" diye yüksek bir tonda seslendim. Çok geçmeden yanımıza geldiğinde o da korkmaya başlıyordu Yağız gibi. "Lerzan nerede Tuğra?"

 

"Evde abi de ne oldu?"

 

"Ne mi oldu? Sen bana bunu soruyor musun Tuğra? Evde yalnız kız, yalnız... Yapayalnız, öylece. Hadi biriniz geldiniz, diğeriniz niye geldi oğlum?"

 

"Abi, birkaç kişi var evin önünde yalnız değil-"

 

"Tuğra, kapa çeneni! Yoksa kapatacağım ve hiç açılmayacak. Korkar oğlum kız, siz divane misiniz?"

 

"Ecegün duyunca gelmek istedi, ben de yalnız bırakmay-"

 

"Ecegün'ü arayan tecavüzcü bir şerefsiz yok Tuğra. Yalnız gelebilir... Böyle zaman kaybediyoruz, bu konuyu daha sonra konuşacağız. Şimdi ikiniz de Lerzan'ın yanına gidiyorsunuz!"

 

"Nursu!", "Ecegün!"

 

İkisinin de aynı anda söylediği farklı isimlere sahte bir gülümseme gösterip "Lerzan," dedim, ardından "Lerzan çocuklar, Lerzan..." şeklinde devam ettim.

 

Onlar arkalarına dahi bakmadan giderlerken doktor, yanımda bitmişti bir anda. "Elif Ulutaş'ın yakını mısınız?"

 

"Evet, oğluyum. Ne olmuş?"

 

"Enes Bey, anneniz ilaçlarını ve rutin kontrollerini aksatıyor sanırım. Yoksa vücudunda bu reaksiyon için bir alan yok. Annenizle bizzat ilgileniyor musunuz?"

 

"İşlerimden dolayı yoğunum ve pek yanında duramıyorum. Yanında biri duruyor ama yalnız değil kesinlikle."

 

"Bir bakıcı mı?"

 

"Bakıcı diyemeyiz ama biri var sonuçta, tam olarak ilgilendiğiniz nokta neresi Doktor Hanım?"

 

"İlgilendiğim bir noktası yok. Bu zamanda bakıcılara pek güven olmuyor, haberlerde görüyoruz sonuçta. Onunla pek ilgilenmiyor olabilir mi?"

 

"Eminim ki siz doktorlardan daha çok ilgileniyordur o kişi. Hapını vermeyen biri, sendeledi diye de hastaneye getirmezdi ama değil mi?"

 

"Enes Bey, yakışıklı olduğunuz kadar da zeki gözüküyorsunuz. Ama bu denli ona güvenmeniz yine de doğru değil, kardeşiniz falan mı?"

 

"Doktor Hanım, inanın bana bu dünya kardeşinize dahi güvenemeyeceğiniz kadar acımasız ama insanları tanıdığınızda ve zorunlu olmayan gerçek kardeşlikler kurduğunuzda anlıyorsunuz bazı şeyleri. İnsanları tanımaktan çekinmeyin, size de öneririm."

 

"Önerinize ihtiyacım olduğunu sanmıyorum ama sizin, benim önerime ihtiyacınız olacak. Bir süre annenizin yanında siz durun." diyerek yanımdan hızla uzaklaştı.

 

En nefret ettiğim insan tipiydi, yüksek makamları insanlığın ve vicdanın bir parçası sanan insan safsataları...

 

Sinirle asıl soruyu unutunca arkasından seslenmeye başladım. "Doktor Hanım!" Koridorun ortalarında dönüp bana doğru yaklaştı. "Evet Enes Bey, dinliyorum..."

 

"Annemi bugün çıkartabilir miyiz?"

 

"Tabii, taburcu işlemlerini başlatıp çıkış yapabilirsiniz hemen."

 

"Teşekkürler..." dedim ezbere bir şekilde.

 

Annemin, hızlı çıkış işlemlerinin ardından Ecegün, Nursu, ben ve annem eve gelmiştik. Annem beni, Tuğra ve Yağız için sıkıştırmaya çalışırken neyse ki Ecegün buna engel olup annemi benim üzerimden almayı başarmıştı. Bense bu arada Nursu'yu mutfağa çekmeyi başarmıştım.

 

"Nursu, bir süre annemin yanında ben kalacağım."

 

"Neden Abi?"

 

"Doktor ilaçlarını düzgün kullanmadığını falan söyledi-"

 

"Abi, benden şüphe mi ediyorsun? Sana yemin ederim gözüm gibi bakıyorum."

 

"Senden şüphe etmiyorum canım benim. Eminim ki sen annemle benden daha iyi ilgilenirsin ama bilirsin yaşlıları... Sanırım beni özledi ve böyle bir şey yaptı, şımarıyor olmalı."

 

"Ben ne yapacağım peki?"

 

"Sen de bir kızın yanına gideceksin, yani gider misin?"

 

"Tabii ki giderim Abi de kim bu kız, nereden çıktı şimdi?"

 

Önünde durduğumuz bahçe salıncağına oturarak sorusunu cevapladım. "Aydoğan'ı biliyorsun değil mi?"

 

Yüzünün buruşmasına engel olamayarak "Evet." dedi. "Ama bak anneme falan anlatma tamam mı Nursu?" Küçük uyarımın üzerine kafasını sallamakla yetindi.

 

"Aydoğan'ı neden sevmiyorsun Nursu?" dedim içimdekileri zorla tutarak.

 

"İyi bir enerji yaymıyor, oldukça yapmacık ve karanlık birine benziyor çünkü." dedi yanıma otururken.

 

"Bence de oldukça adi bir herif..."

 

Nursu bana anlamaz gözlerle bakarken Lerzan'ı anlatmaya devam ettim.

 

"Yanına gideceğin kızın adı Lerzan. Lerzan, Aydoğan'ın..." duraksadım, zihnimdeki bilgileri tartmak için duraksadım. Ne denirdi ki? Kardeşi? Kuzeni? Zulmettiği? Karısı ya da sevgilisi? En sonuncular hiç değildi, çünkü sevgi Lerzan'ın da dediği gibi kesinlikle karşılıklı bir şeydi.

 

"Lerzan, Aydoğan'ın hiçbir şeyi değil ama kızı zorla sevgilisi yapmaya çalışmış. Kız kendisi yardım istedi hastanede, ben de onu alıp dağ evine getirdim. Babası ve annesi yok, arkadaşları onu aldatmışlar resmen. Anlayacağın bizden başka güvenecek kimsesi yok. Ben sana güveniyorum Nursu, ona iyi bir arkadaş olacaksın. 21 yaşında, beyazdan nefret ediyor, bir de yazmayı çok seviyor. Hakkında bu kadar şey biliyorum sanırım. Nursu, lütfen ona iyi bir arkadaş ol ve bana haber et olur mu? Sana gerçekten çok güveniyorum."

 

Gülümseyerek saçlarımı karıştırdı. "Gençlerle bir arada olmak beni de iyi hissettirecek gibi malum uzun süredir Ecegün'den başkasını görmedim. Onu da epey oldu görmedim, sürekli otelde olduğunu söylüyor. Ama Lerzan'la bütün gün olacağız, gezeriz de değil mi abi?"

 

Çocukça sorusuna gülümseyerek cevap verdim. "Gezersiniz abicim, Yağız ya da Tuğra sizi istediğiniz yere götürür. Hatta Tuğra götürür, sanırım Yağız'la olursanız Lerzan'ı unutabilirsiniz çünkü."

 

"Abi, saçmalama. Görevlerimi hiçbir zaman aksatmadım diğerleri gibi. Bu onların problemi, asla benim değil."

 

Söylediklerin üzerine gülümsemekle yetindim, sanki elimden başka bir şey gelmiyor gibiydi bir süre sonra. Birkaç saatin ardından Nursu'dan annemle ilgili tüm detayları alıp onu Lerzan'ın yanına gönderdim. Lerzan'ın gözlerine bakamayacak kadar ve ona tüm öğrendiklerimi söyleyemeyecek kadar korkaktım.

 

Annem, Nursu gitmeden önce uyumuş şimdi ise yeni kalkıyordu. "Senin işlerin yok mu oğlum?" dedi kalkar kalkmaz. Kendisine gelmeyi beklemeden bunu sorması, beni ürpertmişti gerçekten. Kadınlar, her zaman biraz farklıydı.

 

"Bir süre burada kalacağım, bir-iki hafta kadar düşünüyorum." dedim yanağından bir makas almayı ihmal etmeyerek. "Nursu nerede? Sen işlerine bak, o benimle pek güzel ilgileniyor."

 

Sözlerinin üzerine derin bir nefes alarak ayağa kalktım. "Artık Nursu değil, Enes var validem. Biraz kafa izni verdim ona, genç o da gezsin azıcık kızcağız."

 

Kendi söylediklerime, içimden bir güzel göz deviriyordum. Kızı dağ evine göndermiştim, şehirden uzak... Ve buna izin diyordum. Bir an kendime inanamasam da yapacak başka bir şeyim yoktu.

 

.........

 

Bir haftayı devirmiştik annemle ve annem haftanın ikinci ya da üçüncü gününde gelin ve torunlardan bahsetmeye başlamıştı. Bense kurtulmak istiyordum bunlardan, ancak karşımdaki annem olduğundan telefonundan gösterdiği tüm adaylara bakıp hepsini bir güzel geçiştiriyordum. Bugünün mesaisi ise az önce başlamıştı.

 

"Bak, bu kızcağız da çok güzel." dedi sarışın bir kızı bana gösterirken. "Yok be anne, saçı çok sarı. Boya sanki ha? Ne dersin?"

 

"Oğlum, şimdilerde herkes boyatıyor ne olacak sanki? Sen de boyatırsın, mavi gider bak sana..." dedi sonlara doğru gülerken. Anneme dönmüş, cevap verecekken telefonumun çalması beni kurtarmıştı çoğu zaman olduğu gibi. "İş sanırım..." diyerek kalktım oturduğum yerden.

 

Arayan kişi Nursu'ydu. Her gün bu saatlerde arayıp neler olduğunu bana anlatıyordu. "Efendim Nursu?" dedim telefonu açtıktan sonra.

 

"Abi, bir şey oldu..." dedi endişeli sesiyle. "Ne oldu? Nursu, Lerzan iyi mi? Hepiniz iyi misiniz? Ne oldu?" dedim endişemi saklayamayarak.

 

"Abi, Lerzan daha uyanamadı. Ben de odasına gittim ama sayıklıyor sürekli, biraz ateşi var sanırım. Uyandıramadım ama sürekli sayıklıyor. Ne yapalım?"

 

"Siktir..." dedim fısıltıyla. "Efendim abi?" "Yok bir şey Nursu. Ben geleceğim ama nasıl geleceğim? Ya da gelmeyeceğim, Nursu ben sana haber vereceğim."

 

Telaşla kurduğum birkaç saçma cümle üzerine, düşünmem gerektiğini anlamıştım. "Oraya gidemezsin Enes..." dedim kendi kendime. "Ya da gidersin, sakin ol ve öyle hareket et."

 

Uzun süredir bu denli telaşlanıp karar vermek için ise bu kadar kendimi sakinleştirmem gerekmemişti. Şimdi değişen neydi? Anlamıyordum ve şu an hiç de anlamak istemiyordum. Elimdeki telefonun birkaç tuşuna dokunup Tuğra'yı aradım. Fazla bekletmeden, açtığında zaman kaybetmeyip konuştum.

 

"Tuğra, Ecegün'ü de alıp hemen buraya gelir misiniz?"

 

"Geliriz abi de ne oldu? Bir problem yok değil mi?" dedi endişeli çıkan sesiyle. Şu an nerede olduğunu, Lerzan'dan haberi olup olmadığını ve birçok şeyi soracak durumda hissetmediğimden "Gelin bir, anlatacağım..." diyebildim yalnızca.

 

Geçen bir saat içinde anneme endişeme göstermeden beklemeyi başaramamıştım ve annem son yarım saattir bana ne olduğunu soruyordu.

 

"Şirkette bir şeyler olmuş dedim ya anne, onun için biraz endişe ettim ama çok mühim bir şey yok."

 

Evet, kesinlikle endişeden ölecek seviyeye gelmemiştim de zaten. Çalan zille düşüncelerim dağılırken kapıya koştum. Girişteki eşyalarımı alırken bir yandan da kapıyı açıyordum.

 

"Annemin yanında durun geleceğim." dedim evden çıkarken. Arabaya binip olabildiğince hızlı hareketlerle harekete geçtim. Bir saatlik yolu, yarım saatte tamamlamamın ardından telaşla kapıyı çalışıyordum. Kapı, seri bir şekilde açıldığında vakit kaybetmeden Lerzan'ın yanına attım kendimi. Nursu'nun anlattığı gibi hala sayıklıyordu.

 

"Yok Nursu, bir doktor getirsek de olacak gibi değil sanki. Hastaneye götürelim hadi." dedim bir yandan da Lerzan'ı kucaklarken.

 

"Enes..." diye mırıldandı o esnada Lerzan. Onu arabaya taşımaya devam ederken cevap verdim, beni algılamayacağını bilerek. "Efendim Lerzan, söyle..."

 

"Enes, neredesin?"

 

"Buradayım Lerzan, buradayım..." dedim arabaya yavaşça yatırırken. Şoför koltuğuna geçerken Nursu da sağ koltuğa geçiyordu ve vakit kaybetmeden devam ettik yola.

 

"Enes, beni kandırmayacaksın sanmıştım. Ama gittin, neden gittin?"

 

Lerzan hala mırıldanmaya, bilinçsiz bir şekilde konuşmaya devam ederken bense ona cevap vermeye devam ediyordum.

 

"Gitmedim Lerzan, gitmedim."

 

"Enes, seni terk edilmeye alıştırmayacaktım ama neden gittin?"

 

Nursu'nun gözlerinin bana doğru döndüğünü hissettiğimde küçük bir bakış atıp önüme geri döndüm. "Ne oldu Nursu?"

 

"Lerzan'ın bahsettiği konu ne?" dedi merakla. "Ben... bilmiyorum ki..." şeklinde karşılık verdim ufak bir yalanla.

 

"Abi, biliyorsun."

 

"Terk edilmeye alışmak istemediğimi söylemiştim ona, gitmesini istemiyorum çünkü Nursu..." dedim gözlerimdeki yaşların düşmesini engellemeyerek. Ortada ağlanacak bir şey olmadığını farkındaydım ancak bu gözyaşları günlerdir içime dolan anlatamadıklarımın yansımasıydı.

 

"Abi ağlama, neden ağlıyorsun?" dedi Nursu telaşla. "Nursu, ben yoruluyorum ya. Sonra böyle deyince de utanıyorum, Lerzan'ı görüyorum çünkü. Onun yanında benim yorgunluğum hiçbir şey gibi geliyor ama ben onun kadar güçlü olamıyorum. Ama yanındayken biraz olsun gücümü toplayabiliyorum. Ah Nursu, o kadar aciz hissediyorum ki kendimi..."

 

Nursu, sıcak bir gülümsemeyle omzumu sıvazladı. "Anlıyorum abi."

 

"Neyi anlıyorsun? Bu kadar aciz hissettin mi hiç hayatında?" dedim merakla. "Aciziyetini değil ama duygularını anlayabiliyorum." diyerek tekrardan gülümsedi.

 

Fazla kurcalamadım ne demek istediğini ama anladım diyorsa eminim ki anlamıştı. Yolculuk; yarım saat içinde, Lerzan'ın mırıltıları eşliğinde bitmişti. Hastanenin acil bölümünde bekliyorduk. Nursu ve ben koridorda dururken Lerzan'ı içeriye, sedyeye almışlardı.

 

Doktor, neler olduğunu öğrenip bizi dışarı çıkartmıştı. Yanında olmam ona ne gibi bir destek sağlardı? En ufak bir fikrim yoktu ama ben deli gibi onun yanında olmak istiyordum şimdi.

 

"Neyi anladığımı anlamadın değil mi Abi?" dedi Nursu birden. Yerdeki kare mermerleri incelemeye devam ederken dürüstçe cevapladım onu. "Hayır anlamadım ama her ne anladıysan doğru anladığından eminim."

 

Gözlerimi yüzüne çevirdiğimde gülümsediğini gördüm. Tam bir şey söyleyecekken hastaların durduğu yerin kapısından doktor çıkageldi. Hızla ayağa kalkıp doktorun yanını buldum.

 

"Neyi var? Ne zaman taburcu edeceksiniz?" dedim kendime hakim olamayarak. Doktor gülümseyerek omzumu sıvazladı.

 

"Beyefendi sakin olun lütfen. Lerzan Yavuz'un yakını olmalısınız..." dedi onaylamamızı bekleyerek. Kafamı hızla sallayıp diyeceklerine odaklandım.

 

"Hanımefendinin ateşinin yükselmesi için vücudunda pek bir neden göremedik ama yine de tahlil istedik. Yirmi dakikaya kadar tahlilleri çıkar, o zaman detaylıca konuşuruz." diyerek yanımızdan uzaklaştı.

 

Yerlerimize geri otururken Nursu merakla "Aydoğan'la nikahlı mı?" diye sordu. Anlamayarak "Ne?" nidasını dudaklarımdan döküverdim. "İkisinin soyadı aynı ya, nikahlılar sanırım."

 

Gerçekleri bir süre zihnimden geçirip tekrar bir yalan söyledim Nursu'ya: "Hayır, kuzeni..."

 

Şaşkınlığıyla kaldı bir süre ağzı açık bir biçimde. "Ne kadar şerefsiz bir adam." diyerek sövmeyi de ihmal etmedi. "Bence de..." dedim ona katılarak.

 

Tekrar sessizlik hüküm sürüyordu boş koridorda. Nursu, derin bir nefes alıp geri verdi. "Bugün fazla unutkansın Abi." dedi sitemle. Ona doğru dönüp bir süre yüzünü inceledim. "Neyi unuttum?"

 

"Seni değil ama duygularını anladım. Hiç o denli bir aciziyet yaşamadım ama aşık oldum." dedi gülümsemesini eksik etmeyerek.

 

"Ne, nasıl?"

 

.

 

.

 

.

Loading...
0%