@geceyeasikbirkiz
|
"Seni değil ama duygularını anladım. Hiç o denli bir aciziyet yaşamadım ama aşık oldum." dedi gülümsemesini eksik etmeyerek.
"Ne, nasıl?"
Şaşkınlığın vermiş olduğu beceriksizlikle birkaç saçma kelimeyle karşılık verdim Nursu'ya, o ise gülümsemesine devam ediyordu. Neden bu kadar gülümsüyordu ki sanki?
"Nasılı falan yok. Lerzan'dan hoşlanıyorsun ve ben bunu göz bebeklerinden okuyabiliyorum. Bana farkında olmadığını falan söylemezsin umarım."
Yüzünde dolaşan bakışlarımı, karşımdaki duvara dikerken aynı zamanda da sırtımı dikleştiriyordum. Fiziğimde yaşanan gelişmeler, sanıyordum ki kalbimin biraz daha rahatlaması içindi. Çünkü kalbim, bir çamaşır makinesi kadar güçlü çalışıyordu şu noktada.
"Nasıl bakıyorum ki ona?" diyebildim zorlanarak. "Çok güzel bakıyorsun. Sanki dünyada bir tane olan ve sadece senin gördüğün bir çiçeğe bakıyormuşsun gibi... Lerzan, gerçekten şanslı. Bu kadar sevilmek herkesin sahip olacağı bir şey değil sonuçta..."
Ne diyeceğimi bilmiyordum, bunların gerçek olup olmadığını bilmiyordum. Hissettiklerimi farkında değildim sanırım ya da ne hissettiğimi kavrayamıyordum. Kalbim şu an varlığını belli etmek için her şeyi yapıyordu ama zihnimde kopukluklar olduğunu hissediyordum. Ya da yalnızca öyle sanıyordum...
"Bilmem, sahiden öyle mi ki?" dedim, içimdekileri inkar etmeyerek. "Öyle de olsa-" Nursu omzuma dokunarak sözümü kesti. "Öyle de olsa, ne? Korktuğun, umutsuzluğa kapıldığın şey ne?"
"O, yeterince kırılmış ve incinmiş zaten. İnsanları kırmamak için elimden geleni yapıyorum ama ya kırarsam, ya bir de ben incitirsem..."
Nursu, tahammülü kalmamış gibi hızla ayağa kalktı. "Ne saçma sapan bahaneler bunlar ya? Kıracak olsan her türlü kırarsın zaten. Ayrıca kendine güvenmiyor musun da onu kırmaktan korkuyorsun? Mantıklı düşünemiyorsun abi ve bu da zihninle değil kalbinle hareket ettiğini gösteriyor. Ben biraz dışarı çıkacağım."
Nursu'nun ardından öylece bakmaktan başka bir şey gelmedi elimden. Söyleyecek pek de bir şeyim yoktu ve sanırım haklıydı. Uzun süredir ilk defa bir şeylerden korkuyordum sanırım. İncitmekten ve incinmekten...
Ayağa kalkıp koridorda birkaç tur attım. Zamanın geçmeyeceğini anlayarak sekreteryadaki kıza, içeri girmek istediğimi söyledim ancak kabul etmedi. İçeriye girmeme izin vermeyeceklerini bilerek yapmıştım bunu ama içeriye alma ihtimalleri de zihnimi karıştırmıştı.
Çeşitli zaman geçirme uğraşlarımın ardından nihayetinde doktoru koridorun başında gördüm. Hızla yanına gittiğimde tekrar babacan tavrıyla omzumu sıvazlıyordu otuzlu yaşlarındaki adam.
"Lerzan Hanım'ın sonuçları çıktı. Anormal bir şey gözükmüyor ama kansızlığı var, bunun için öğünlerinde et fazlalığı olmalı ilaç yazacağım bir de. Ateşi için testlerde önüme bir şey çıkmadı, bundan dolayı strese dayalı olabileceğini düşünüyorum. Onun dışında..." etrafına bakarak nazikçe kolumdan tuttu ve yanındaki asistanlardan uzaklaştırdı bizi.
"Vücudundaki izler ne? Bunların sorumlusu kim?" dedi. Az önceki nazik ve merhametli adamın yerine öfkeli biri geçmişti.
"Doktor Bey, onların sorumlusu ne benim ne de Lerzan. Uzun bir hikaye, ilgilendiğiniz için teşekkürler ama şu anda Lerzan'a hiçbir zarar gelmiyor bundan emin olabilirsiniz."
"Tatmin olmadım beyefendi, size nasıl inanabilirim?" dedi, öfkeli gözler bir an için yüzümden inmiyordu. Yaka kartına bakıp ismini öğrendiğim adamı ikna etmek için tekrar konuştum.
"Umut Bey, sizi şu noktada inandıramam tabii ki ve haklısınız. Bu tutumunuz da ayrıca çok güzel. Lerzan'a sorabilirsiniz ama ona zarar verecek son insan bile değilim. İnanın..."
Önünde durduğumuz sürgülü kapının yanındaki şifreleme sistemine şifreyi girerek kapıyı açtı. "Lütfen önden buyurun..." diyerek içeriyi gösterdi bana.
Büyük bir hevesle kapıdan geçip Lerzan'ın olduğu tarafa ilerledim. Gözlerini açmış etrafı inceliyordu, tıpkı yeni doğan bir bebek gibi.
"Lerzan, nasıl hissediyorsun?" dedim yanını bulduğumda. Beni gördüğünde yüzünde oluşan endişeli gülümsemeyle "Neredeydin?" dedi. Sanırım neredeydin gibi hissediyor olmalıydı.
"Lerzan, nasılsın? Şu an nerede olduğumun bir önemi yok." dedim gülümseyerek.
"Hayır bir önemi var. Korktum, gittin sandım. Neden bilmiyorum ama senin gitme fikrin beni çok korkuttu. Bana yalan söylediğini sandım, sözünü tutmadın sandım."
Arkamda duran doktora doğru hareket etti gözlerim istemsiz. Gülümseyerek bakarken biraz daha öne doğru geldi, ben ise Lerzan'a doğru döndüm. "Hayır, sözümü tutuyorum ve tutacağım." diyebildim üzerimdeki baskıyla.
Doktor birkaç adım daha atıp Lerzan'ın diğer tarafına geçti. "Nasıl hissediyorsunuz Lerzan Hanım? Herhangi bir şikayetiniz var mı?" dedi tüm güler yüzlülüğüyle.
"Sanırım iyi hissediyorum, yalnızca başım fazlasıyla ağrıyor." dedi bir eli şakaklarını bulurken. "Anlıyorum..." biraz duraksayıp devam etti doktor. "Anlıyorum ama anlamadığım bir şeyler var Lerzan Hanım. Vücudunuzdaki bu izlerin kaynağı kim?"
Lerzan, beklemiyor olacaktı ki birden tüm ten rengi değişti. Gözlerini endişeyle bana döndürdüğünde bir yandan da elimi tutuyordu sıkıca. Bense elime değen parmaklara takılı kaldım. Kalbime giden damarlara sanki o parmaklar takılmış gibi atıyordu kalbim.
"Enes..." dedi Lerzan korkuyla. Kendime gelerek onlara kulak vermeye çalıştım, en azından bunu yapabilirdim değil mi? "Efendim?"
"Enes, lütfen sen konuş." dedi Lerzan nefes alamıyormuş gibi bir sesle. Bana tutunan parmakları sıkıca tutup doktora doğru döndüm. "Umut Bey, size dışarıda açıklamaya çalıştım. Evet, ortada tam da sandığınız gibi bir durum var. Ama ona bunları yapan kişi ben değilim. Ben ona bunları yapamam, ben şu parmakları tutmaya bile kıyamıyorum. O parmaklar bana tutunmasa ben yine onlara dokunamazdım. Buraya getirirken kucağıma almak zorunda kaldım ama canımdan can gitti. Ona dokunmak istemediğimden değil, dokunmaya kıyamadığımdan... Bilmem, anladınız mı? Ama dikkatli bakarsanız ben ona genel olarak kıyamıyorum."
Doktora bakan gözlerimi, elimden geldiğince Lerzan'a döndürmemeye kararlıydım. Çünkü söylediklerimden oldukça utanıyordum ve bunları nasıl söylediğimden bihaberdim. Doktor ise memnun bir ifadeyle gülümsedi, ardından tüm gülümsemesi soldu ve yanımızdan ayrıldı. Bu da neydi ki şimdi?
Lerzan, parmaklarıma dolanan parmaklarını tamamen elime doladığında ona bakmamak artık elimde olan bir şey olmadı. "Enes..." dedi anımsayamadığım bir ifadeyle. "Gidenlere alışmayacaksın, bunu unutma olur mu?"
Beyazlarla kaplı yatağın üzerine oturup gözlerine baktım; kahverengi, güzel gözlerine... Bir şeyler söylemek istedim o an ama sanki dilime mühür vurulmuştu. Önemi olmayan bir şeyler zırvalamak istedim ama zihnime kilit vurulmuştu. Bir şeyler yaşanıyordu ama ben hiçbir şeyi farkında değildim. Zihnim yalnızca kaygı dolu düşüncelerle doluydu. Hata yapmaktan, hata yapıyor olmaktan korkuyordum...
"Neredeydin?" dedi hala gözlerine baktığım kadın. Koca bir 'ah' çekip etrafıma bakınmamın ardından tekrar ona döndüm. "Annemin yanında durmam gerekliydi." yalan. "Sanırım annemin bana ihtiyacı vardı."
"O gün, Aydoğan'ın yanına gideceğini söyledin. Peki orada neler oldu? Neden ondan sonra gelmedin? Ben, gerçekten korktum. Nursu da hiçbir şey söylemedi. Nursu neyin oluyor?"
"Aydoğan'ın yanına uğrayıp çıktım, bir şey olmadı." yalanlar söylemeyi kes Enes. "Sonrasında gelemedim çünkü annemin hastaneye kaldırıldığı haberi geldi." tekrar koca bir ah çektim. "Nursu da..." deyip Lerzan'dan bir saniyeliğine kaçırdım gözlerimi, onun gözlerine bu kadar uzun süre bakmak beni iyi etkilememiş olmalıydı. "Nursu, babamın bir tanıdığının kızıydı. Babamla Nursu'nun babası bir trafik kazasında öldüler. Beş sene önceydi ve Nursu hayata daha atılamamış gencecik bir kızdı. Bizimle beraber yaşıyor on sekiz yaşından beri."
Yüzünde gülümseme peyda olurken bir yandan da eli, elimi bırakıyordu. Dudaklarımı ayırmış, bir şey söyleyecekken Lerzan önüme geçti. "Enes, beni yanlış anlama..." neyden bahsediyordu?
Bakışları odada dolaşıp tekrar yüzümü buldu. "Tüm bu söylediklerinin anlamı ne? Emin olamıyorum. Sana değer veriyorum ama bu değerin anlamı ne onu da bilmiyorum. Onun için-"
Ayağa kalkıp sözlerimle susturdum onu. "Bir şey söylemene gerek yok, bir şeylerden emin olmana gerek yok, kendini yormana gerek yok. Düşünüp zihnini yormanı istemem Lerzan, söylediklerim zihnini kurcalayacaksa unut olur mu? Tek isteğim üzülmemen, lütfen..."
Odada birkaç volta atıp "Nursu'ya bakayım." diyerek çıktım odadan. Nursu'yu gerçekten merak etmemin yanında, Lerzan'ın yanındaki mantıksızlığım da odadan çıkmamı tetikledi. Ben de ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum ve hiçbir şeyden emin olamıyordum, bir de Lerzan'ınkiler daha da başımın ağrımasına sebep oluyordu. Sanırım karmaşadan ibaret olan bu şey aşktı...
Hastanenin dışına doğru ilerlerken bir yandan da Nursu'nun telefonunu çaldırıyordum ancak bir cevap gelmiyordu. Bunu birkaç kez tekrarlamama rağmen sonuç hep aynıydı. Hastanenin bahçesine çıkıp biraz etrafa bakındım ama Nursu yine gözükmüyordu. Kapıdaki güvenliğin yanına gittim hızlıca.
"Merhaba, kolay gelsin..." diyerek telefonumdan Nursu'nun fotoğrafını buldum. "Bu kızı buralarda gördünüz mü acaba?"
Güvenlik, dikkatlice bakarken bir yandan da çenesini sıvazlıyordu. "Üzerinde pembe bir tişört vardı değil mi?" dedi nihayet bulmuş bir ifadeyle. Hevesle başımı sallayıp onu onayladım. "Evet gördüm, buralardaydı. İsterseniz kamera kayıtlarından bakabiliriz. Normalde sivillerin bakması yasak ama size bu iyiliği yapabilirim sanırım." dedi sonlara doğru omzumu sıvazlayarak. Daha fazla merak ederek kendimi zorlamanın faydasız olduğunu anlayıp karşımdaki genç adamı onayladım.
Kamera odasına geldiğimizde güvenlik, bilgisayarla ilgileniyordu. "Enes Ulutaş değil mi adınız?"
Sorusuyla şaşkınca ona bakmakla yetindim bir süre ama cevap vermem gerektiğini anlayınca "Evet, nereden tanışıyoruz?" diye bir soru yönelttim. Gülümseyerek devam etti konuşmasına. "Nişanlım şirketinizde çalışıyor ama bunun yanında kendinizi o kadar da hafife almayın derim."
Kaşlarımı çatıp yanındaki koltuğa oturdum. "Açık konuşur musunuz lütfen?"
"İzmir'de tanınan birisiniz, bundan dolayı kendinizi hafife almayın. Hah, bakın bulduk..." diyerek ekranı gösterdi bana. İzlediklerim karşısında ne diyeceğimi şaşırmış öylece bakıyordum. Siyah bir arabanın içinden, takım elbiseli birkaç adam iniyor ve Nursu'yu alıyorlardı. Zihnim idrak etmekte zorlanıyordu ama Nursu kaçırılmıştı. Onu neden kaçırmışlardı? Ve bunlar kimdi?
Ayağa kalkıp odanın içinde volta atarken "Ne yapacağım ben şimdi?" dedim çaresizce. Güvenlik bana doğru dönüp kollarını bağladı. "Polise haber vermeliyiz sanırım."
Güvenliğin söylediklerine kafamı sallayıp telefonu elime aldım. Arama kısmına girerken gelen mesajı görmem duraksamama neden oluyordu.
'Nursu'yu çok uzakta aramamanı tavsiye ederim, düşmanlar hiçbir zaman uzakta değildir Enes...'
"Bu da ne şimdi ya?" dedim tepkimi saklamayarak. "Ne oldu Enes Bey?"
Güvenliğin sorusuyla yapmakta olduğum işi hatırladım ve aramayı es geçerek karakola gitmem gerektiğini farkına vardım. "Karakola gitmem gerekiyor sanırım, her şey için teşekkürler. Görüşüz." diyerek odadan çıktım hızla. O ise arkamdan "Bana da haber verin lütfen." diye bağırarak odada kaldı.
Lerzan'ın olduğu odaya gittim ilk önce, onun emniyetinden emin olmam gerekliydi. Sekreteri geçip içeri girdiğimde Lerzan'ın iyi olduğunu ve uyuyor olduğunu görmek biraz olsun içimi rahatlatmıştı.
Dışarı çıktığımda ilk işim doktoru bulmak olmuştu. Zaten koridorda bu tarafa doğru, asistanlarıyla birlikte yürür vaziyetteydi. "Umut Bey, konuşabilir miyiz?" dedim aceleci bir tavırla. Bu teklifimi kabul ettiğinde bir köşeye geçtik hızlıca.
"Umut Bey, Lerzan'ı ne zaman taburcu etmeyi planlıyorsunuz?"
"Bir gece burada kalması iyi olur diye düşünüyorum." dediğinde bir tur döndüm etrafımda. Ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu ve bu daha da korkutuyordu beni. "Umut Bey, Lerzan'a gözünüz gibi bakabilir misiniz? Bir yere gitmem gerekiyor ve kimsenin ona zarar vermesini istemiyorum. Onu size emanet edebilir miyim?"
Doktor, anlam veremez bir bakışla süzdü beni ilk önce. Ardından gülümseyerek omzumu sıvazladı. "Neler olduğunu anlamadım Enes Bey ama Lerzan'ı bana emanet edebilirsiniz sanırım."
Teşekkür ederek hızla ayrıldım yanından. Seri adımlarım arabayı bulduğunda hemen arabayı çalıştırıp yola koyuldum. İnternetten en yakın polis karakolunu bulup aynı hızla orayı buldum. Arabayı kilitleme gereği duymadan karakola girdim. Danışmadaki birkaç kimlik kaydından sonra bir memurun yanına alındım.
"Evet Enes Bey, sizi dinliyorum." dediğinde komiser, kendimi sakinleştirip konuşmaya başladım.
"Bugün, yani birkaç saat önce Nursu Pınar adında biri kaçırıldı. Kim oldukları hakkında bir fikrim yok," telefonuma gelen mesajı ve mesajı atan numarayı gösterdim "Böyle bir mesaj geldi, sanırım polise geleceğimi tahmin etmedi ya da numarayı çoktan iptal ettirdi. Yakınlarda bir hastanede oldu olay ve kamera kayıtlarında da gözüküyor."
Komiser, telefon numarasını ve mesajı kaydederek "Kamera kayıtlarına bakmaya gidelim Enes Bey. Ben şimdi arkadaşlara numarayı ileteceğim, kimin adına kayıtlıymış bakalım. Sakinliğinizi koruyun lütfen..." dedi ve hızla ayağa kalktı.
Ekipler eşliğinde hastaneye geldiğimizde polisler, gerekli kişilerle görüşüp kamera odasına geçtiler. Daha önce ben kamera kayıtlarını açana güvenlik ortalarda gözükmüyordu, bu beni şüphelendirse de kafamı yoracak daha farklı şeyler vardı.
Bizim izlediğimiz kamera kayıtlarını izleyip bir kopyasını aldılar. "Enes Bey, bu plakayı daha önce gördünüz mü?"
Plakaya bakıp bir süre düşündüm ancak böyle bir plaka daha önce hiç görmemiş gibiydim. "Hayır, hatırlamıyorum." dedim bir yandan da kafamı sallayarak. "Ben sizi gelişmelerden haberdar edeceğim Enes Bey, sakin olup bekleyin lütfen."
Onlar öylece giderlerken bense hastanenin koridorunda kalmıştım. Şimdi ne yapmalıydım? Nereye gitmeliydim? Kim ne isterdi ki Nursu'dan, benden?
Aklıma gelen ayrıntıyla hemen bana numarasını veren polisi aradım. "Sait Bey, merhaba."
"Merhaba, buyurun."
"Ben Enes, Enes Ulutaş. Nursu'nun telefonu hala çalıyor vaziyetteydi, belki nerede olduklarını bulabilirsiniz. Size numarayı atıyorum."
"Teşekkürler Enes Bey, umarım adamlar sandığımız kadar salaktır." diyerek telefonu kapattı. Haklıydı, adamlar umarım sandığımız kadar aptal çıkarlardı.
Elimdeki telefondan hızlıca Yağız'ı aradım, şu an yapacak hiçbir şeyim yoktu ve eğer bu olanları Yağız'a anlatmazsam bana kızabilirdi. Birkaç saniyenin ardından hızlıca telefonu açtı.
"Efendim Abi? Neredesiniz siz ya? Lerzan nasıl?" dedi apar topar. "Hastanedeyim... Yağız..."
"Sesine ne oldu abi? Lerzan'ın kötü bir şeyi mi var? Ne oldu? Geleyim mi?"
Her şeyden bihaber öylece konuşup duruyordu, bense hiçbir şey söyleyemiyordum.
"Lerzan iyi, yarın çıkartacaklar. Yağız, Nursu kaçırıldı. Pol-"
Sözümü keserek "Hangi hastanedesin? Kim yaptı? Abi kim yapar?" gibi benzer cümlelerle bağırdı. Hastaneyi söylediğimde ise telefonu kapattı hızla.
Tüm bu olanlar, biraz fazlaydı. Düşünceler, zihnimi sıkıştırıyordu ve sanırım bu yüzden ağlıyordum. Gözlerimden akan yaşları, durduramıyordum. Hayatımdaki bir şeyleri toparlarken diğer taraftakiler parçalanıyordu ve ben bunun önüne geçemiyordum. Lerzan hastalanmıştı ve şimdi de Nursu kaçırılmıştı. Peki şu an yolda olan Yağız? Ne halde olduğunu tahmin dahi edemiyordum. Sevdiklerimin üzülmesi canımı oldukça sıkıyordu ve benim buna hiçbir çarem yoktu. En çok da çaresizlik beni parçalıyordu.
Yağız; bir saatlik yolu, yirmi dakikanın sonunda bitirmiş ve hastaneye ulaşmıştı. Kızarmış gözleri ve dağılan saçları ne durumda olduğunu açıkça belli ediyordu. "Abi, kim bu? Kim yapar ya? Nursu'nun kime ne zararı var? Nerede bulacağız? Ben onsuz yaşayamam, sana yemin ederim yapamam. Benim ondan başka kimsem yok. Ya abi, o çok korkar ya. Silahları varsa falan, abi sana yemin ederim çok korkar."
Başından tutup sıkıca sarıldım ona. Ağlaması, benim gözyaşlarımı da tetiklemişti. "Sakin ol aslanım, bulacağız Nursu'yu ve cezalarını çekecekler tamam mı?"
"Onları bir bulayım var ya, yıllardır kimseye vermediğim zararın hepsini onlardan çıkaracağım."
Yağız'ın ağlaması daha da şiddetlenirken sıkıca sarıldım ona. Nursu, Lerzan'a şanslı diyordu sevilme konusunda ama o da en az Lerzan kadar seviliyordu...
Çalan telefonumu duyunca Yağız'dan ayırdım kollarımı. Arayan Sait Komiserdi. "Buyurun Sait Bey..."
"Merhaba, plakanın ve numaranın sahibini bulduk. Plakanın Serkan Berberoğlu, numaranın sahibi ise Firuze Atlı. Tanıyor musunuz?"
Birkaç saniye zihnimi taramamın ardından Serkan ismini anımsadığımı hissettim. Serkan Berberoğlu... Aydoğan'ın adamıydı.
Nihayetinde oyun bitmişti ya da henüz yeni başlıyordu...
.
.
.
.
|
0% |