Yeni Üyelik
14.
Bölüm

▪︎14▪︎

@geceyeasikbirkiz

Elimizin altında duran ve sürekli kullandığımız arabaların, ilk defa bu kadar hız yaptığını görüyordum. İçimizdeki acı ve korku, lastiklerden ve motordan çıkıyordu adeta.

 

Lerzan'ı, Tuğra'yla güvenli bir yere gönderdikten sonra Yağız ile Aydoğan'ın evine çevrilmişti rotamız.

 

Bir şeklide Lerzan'ın benim yanımda olduğunu anlamış ve bunun acısını çıkartmak ya da tehdit etmek için Nursu'yu esir ediyordu. Bu düşünce zihnimde dolaşırken kalbim sürekli şekilde teklemekle meşguldü. Tüm bu birbirini takip eden zihin-kalp karmaşasını Tuğra'nın araması durdurdu.

 

"Efendim Tuğra?"

 

"Abi geliyorum, neredesiniz?"

 

"Kızların yanında dur Tuğra, kimseye güvenecek halim kalmadı artık."

 

Derin bir soluk bıraktıktan sonra "Peki, ama her şeyden haberdar edin beni olur mu?" dediğinde küçük bir onaylama nidası bıraktım telefona. Bu esnada da Aydoğan'ın evinin bahçesini çoktan bulmuştu arabalarımız. Yağız, benden öndeydi ve yine benden önce arabadan inmişti. Onun ardından hemen indim ve koşturarak yanına gittim. O "Çık lan şerefsiz!" diye bağırırken kolundan tutup kulağına doğru "Yağız, bir hata yapma. Cezasını kanundan alacak, sakin ol." şeklinde fısıldadım. Sinirli gözleri, yüzümü birkaç saniye inceledikten sonra "Umarım kanundan alır abi cezasını..." diyerek kolunu ellerimin arasından çekti.

 

Aydoğan'ın adamları, tam önümüzde tehditkar bir şekilde dururken adının Serkan olduğunu bildiğim kişi diğerlerinin arasından çıkıp birkaç santim önümüzde durmuştu.

 

"Ne oldu Enes Abi, sıkıntı ne?" dedi hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi. Yağız ise dayanamayıp burnunun dibine girdi. "Ulan, bak çok zor tutuyorum kendimi... Söyle lan! Senin üstüne kayıtlı arabayla kaçırdığınız kız nerede lan?"

 

Serkan, imalı bir gülüş atarken Yağız'ın dibine iyice girmişti. Eğer biraz daha Yağız'ı kışkırtacak şeyler yaparsa başımız belaya girebilirdi. Onlara yaklaşıp Yağız'ın kolundan tuttum. "Yağız, aslanım sakin ol."

 

Serkan, yine aynı şekilde güldü ve yüzü bana döndü. "Aslan mı? Şu haliyle bir 'it'e benziyor."

 

Yağız'ın kolunda olan elim, onu hızla arka tarafıma doğru çekti. Yağız ise kışkırtılmasının üzerine zor dayanıyordu. Eğer onu durdurmazsam hepsini gebertecekmiş gibi duruyordu.

 

"Serkan, bak kaşınıyorsun. Serkan, aranıyorsun. Yapma, köpekliğine son ver. Biliyorum ki o kızı bana ellerinle vermeyeceksin ama çekilin de Aydoğan'ı görelim bir. Canınız yanar bak, yapmayın." dedim elimden geldiğince sakin bir tavırla. Karşımdaki, canı sıkılmış adam dudaklarını aralamış bir şeyler söyleyecekken arkadan bir ses onu durdurdu.

 

"Çekil Serkan, çekil de kimlerle dostluk ettiğimizi anlayalım." diyen Aydoğan, yanımızı bulmuştu hızlı adımlarla. Engel olamadığım, sinir bozucu bir gülümseme kaplamıştı yüzümü. Aydoğan ise kaşlarını kaldırarak daha da gülümsedi.

 

"Oluyor mu? Bak senin gibi gülümsüyorum, şimdi senin kadar iyi biri miyim?" dedi alayla. Ben de onun gibi daha çok gülümsedim. "En çok gülümseyenimiz, en iyimiz mi olacak?" dedim onun gibi alayla. Her ne kadar bu konuşmayı uzatmak istemesem de, bir an önce Nursu'yu bulup gitmek istesem de Aydoğan'ın çocukça oyununa ayak uyduruyordum.

 

"Evet, artık böyle. Demek ki Lerzan, gülümseyen erkekleri seviyor Enes. Ben de böyle olmaya karar verdim artık. Senden daha çok gülümseyip Lerzan'ı elinden alacağım, anladın mı beni?"

 

Alaylı sözlerinin arasında Lerzan'ı gezdirmesi sinirimi bozmuş ve bu da yüzüme vurmuştu. "Demek öğrendin ha?" dedim sanki bilmiyormuşum gibi. Gülümsemesini birden düşürüp "Evet, çok zor olmadı." dedi. Etrafında göz gezdirip tekrar yüzüme odaklandı. "Senin gibi merhametli bir adamın onu alıkoyması olası bir durumdu zaten. Şansa bak; yıllardır benden kaçmayan kadın, Enes'le tanıştığında ellerimden kayboldu. Her şeyimi elimden aldın Enes!" dedi sonlara doğru ağlamaklı bir sesle.

 

Gülümseyerek saçlarımı taradım elimle. "Her şeyin ha? Alıkoydum? Bundan mı bahsediyorsun?" sözlerimi bitirmiş de olsam gülmemi durduramıyordum çünkü bu gerçekten gülünç bir durumdu. Sesli ve kısa bir 'ah' nidasının ardından etrafımda döndüm sakinleşmek adına. "Aydoğan, seni dövmeyeceğim. En azından bugün bunu yapmayacağım. Bak ben, sen değilim. Dövmem Aydoğan, dövmem..."

 

Yüzümü, yüzüne hizalayıp kahkaha attım kontrolsüz bir biçimde. "Nursu nerede lan?" dedim daha fazla dayanamayarak. "Bana ait olan şeyi verirsen sana ait olan şeyi veririm Enes."

 

Söylediklerinin üzerine sabrımın git gide tükendiğini hissediyordum ve tamamen bitmeden önce buradan çekip gitmek istiyordum. "Seninle daha fazla uğraşmak istemiyorum, Nursu'yu alıp gitmek istiyorum sadece. Bak, bıkmaya başlıyorum Aydoğan!" dedim sonlara doğru sesimi yükseltirken.

 

Dudaklarını aralamış, sanki komikmiş gibi bir şeyler söyleyecekken onu durduran evinin girişindeki polis siren sesleriydi. Şaşkınca kapıya baktıktan sonra gülerek bana döndü, bense kaşlarımı kaldırmış kahkaha atıyordum.

 

"Ne sandın Aydoğan? Senin gibi kanuna ters işler yapacağımı mı? Ses kayıtların bende, bu kadar kolay kurtulmayı planlamıyordum senden." dedim bir-iki adım gerileyip Yağız'ın yanını bulurken. Gözlerindeki ifade, ayakta kalacak gücü olmadığını açıklar nitelikteydi. Onu arabasına doğru götürecekken buna engel olup öylece yanımda durmayı tercih etti.

 

Komiser Sait ve ekibi çoktan yanımızı bulmuşken arama emrini göstererek ekibini evin içine göndermişti. "Aydoğan YAVUZ," deyip kısa bir soluk aldı Komiser Sait. "Emrinde olan bütün adamlarının sicilleri kabarık, hatta birçoğu şu an parmaklıklar ardında. Ama şansa bak ki senin tek bir dosyan dahi yok. Yalnızca üç yıl önceki cinayette sorgulanmışsın o kadar. Bence az sorgulamışlar, ne dersin?"

 

Bir dakika... Komiser az önce üç yıl önce mi demişti? Bu tam olarak Lerzan'ı hapsetmeye başladığı yıla tekabül ediyordu. Peki bu kimdi? Lerzan'ın babası...?

 

Aydoğan, iki polisin kolları arasında tutulurken ekibin çoğunluğu da evden çıkmıştı. Ama yanlarında herhangi biri yoktu. Nursu... Nursu neredeydi?

 

"Nursu nerede?!" dedim Aydoğan'a doğru yönelirken. O ise gülüyordu sadece.

 

"Nursu... nerede ki acaba? Aaa doğru, ben nereden bilebilirim ki? Sonuçta ben kaçırmadım."

 

Komiser Sait, Aydoğan'a yaklaşarak "Karakola götürün, sorgusunu bizzat yapacağım." demişti. Komiserin bana güvendiği ve ondan nefret ettiği çok barizdi ve bu oldukça işime geliyordu.

 

"Nerede? O nerede? Abi nerede? Ben ölürüm, sana yemin ederim ki onsuz ölürüm, o şerefsizi geberteceğim!"

 

Yağız, işkence görür gibi bir sesle söylediklerinin yanında Aydoğan'ın bindirildiği polis arabasına doğru ilerliyordu. Hızla arkasından gidip kollarından tuttum ve sıkıca sarıldım ona.

 

"Saçmalama Yağız, bulacağız Nursu'yu. Sakin ol aslanım, sakin ol... Gel, gidelim, bir şeyler düşünürüz. Tamam mı aslanım? Hadi gel, bulacağız Nursu'yu."

 

Ellerim, sırtından ayrılırken bana tahammülsüzce bakıyordu. "Yapamam, yapamayız, bekleyemeyiz abi. Bak... Ya şu an bir yerlerde acı çekiyorsa? Ya canı acıyorsa? Lerzan'ı gördük abi... Ya ona da..."

 

Kelimelerini yutup sadece bağırdı. Haklıydı ve benim zihnimden de aynıları geçiyordu. O, arabasına binip hızla giderken ben de komiserin yanına gittim hızlıca, ardından da Yağız'ı takip edecektim.

 

"Ne olacak şimdi? Ne yapacağız?"

 

"Aydoğan'ı konuşturmaya çalışacağız, üzgünüm ama şimdilik yapabileceğimiz bir şey yok. Aydoğan'ın mülklerini didik didik edeceğiz, Nursu'yu bulmaya çalışacağız Enes Bey. Lütfen bize güvenin ve haber bekleyin."

 

"Öylece, elim kolum bağlı oturacak mıyım yani? Yağız'ı gerçekten çok zor tutuyorum Sait Bey, öylece oturmak daha da yarasına tuz basacaktır Yağız'ın."

 

"Anlıyorum ama lütfen bizden haber bekleyin, çok bekletmemeye çalışacağız."

 

"Teşekkürler."

 

Yanlarından uzaklaşıp, arabaya binip çalıştırdıktan sonra hızla çıktım o bahçeden. Yağız'ın nereye gittiğini tahmin edemiyordum, çünkü şu an her şeyi yapabilecek potansiyele sahipti. Vakit kaybetmeden aradım onu.

 

"Neredesin Yağız?"

 

"Konuşacağız ya abi, eve gidiyorum."

 

"Tamam, ben de çıktım şimdi geliyorum."

 

Son hızla eve vardığımda Yağız'ın çoktan orada olduğunu arabasının varlığından anlamıştım. Kapıyı açıp içeri girdiğimde Yağız'ın ağlayarak bir koltukta oturduğunu ve diğerlerinin de etrafında oturduğunu görüyordum.

 

"Yağız, çok üzgünüm, çok özür dilerim..." diyordu Lerzan yalvarır bir nidayla. Yağız ise ağlamaktan konuşamaz haldeydi. Onların yanına gidip Tuğra'nın hemen yanına oturdum.

 

"Hayırdır Lerzan? Ne için özür diliyorsun?"

 

"Enes... Nursu'nun burada olmama sebebi benim. Benim yüzümden tüm bunlar oldu."

 

Dudaklarımı aralayıp bir şeyler söylememe kalmadan Yağız araya girmişti çoktan. "Saçmalama Lerzan, seninle bir alakası yok! O orospu çocuğunun suçu bunlar."

 

"Aynen öyle!" diyerek Yağız'ın dizine elimi koydum. Yağız, birkaç saniye yüzümü inceleyip ayaklandı.

 

"Abi, ne yapacağız? Bak, kız yok. Abi ona bir şey olursa... ona bir şey olursa ben yaşayamam abi."

 

"Halledeceğiz, halledeceğiz. Ama ilk önce sakin olmamız lazım tamam mı abim?" diyerek ayağa kalktım ve sıkıca sarıldım ona. Lerzan ayaklanıp küçük bir tur attı odanın içinde. Ne olduğunu sormama kalmadan ağlamaklı bir halle konuşmaya başladı.

 

"Enes... Enes... Aptalım ya!"

 

"Ne oldu Lerzan?"

 

"Yeni yeni hatırıma geliyor ya. O şerefsizin böyle bir dağ evi vardı ve tahmin edersiniz ki onun üzerine değil. İlk zamanlarda beni götürdüğü bir evdi ve buranın yoluyla aynı yerden gidiliyor, yanlış hatırlamıyorum, eminim."

 

Yağız, heyecanla Lerzan'ın ellerini tutup gözlerini eşitleyebilmek adına eğildi. Lerzan ise çekiniyor ve rahatsız oluyordu ancak Yağız'ın iyi olmadığını bildiği için pek ses çıkartmıyordu, bu her halinden belliydi.

 

"Görsen hatırlar mısın Lerzan? Yolu görsen tanır mısın?"

 

Yağız'ın heyecanlı sesine karşılık Lerzan yalnızca başını sallamakla yetindi. "Sanırım tanıyabilirim."

 

Lerzan'ın Ağzından

 

Apar topar evden çıkarak çevre yolundan ormanlık yola ayrılan kısma geldik. Arabayı kullanan Enes'ti, onun yanında ise Yağız oturuyordu, arkada ise ben vardım. Yağız, içerisinden bin türlü duygu akan gözlerini bana çevirip birkaç saniye bana baktı.

 

"Onu bulabiliriz değil mi Lerzan?"

 

"Onu bulacağız Yağız, merak etme, üzme kendini."

 

Yıllardır aradığım motivasyon sözcüklerini, şimdi ben sıralayamıyordum. Diyecek hiçbir şeyim yoktu ona, çünkü en az ben de onun kadar korkuyor ve o aptalın yapacaklarından endişe duyuyordum.

 

"Enes, düz devam edelim şimdilik. Yolları bir hatırlayayım ben sana döneceğin yerleri söylerim."

 

Enes, beni kafasıyla onaylayıp yavaş yavaş ilerlemeye başladı toprak yolda. Ufak ufak geçmiş kesitler geliyordu gözlerimin önüne, anılar zihnimi dolduruyordu yavaş yavaş. Anılar dur durak bilmeden gelmeye devam ediyorlardı, bu sefer de bana yaptığı her şey gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçip gidiyordu.

 

"Buradan sağa döneceksin Enes."

 

"Sen iyi misin Lerzan?"

 

Dikiz aynasından bana bakıp bir yandan da dediğime uyup arabayı kullanan Enes, oldukça endişeli duruyordu. İçimden geçen her şeyi nasıl da hemen gözlerimden okuyabiliyordu?

 

"İyiyim, sorun yok,"

 

Biraz daha sükunete büründü arabanın içi. Bir süre sonra ise yalnızca benim komutlarım duyuluyordu. Dakikalar sonra bir ev görünmüştü sonunda. Enes, arabayı yavaşça durdurup kontağı kapattı.

 

"Burası mı?"ü

 

 

"Evet, burası diye hatırlıyorum." dedim titrek bir sesle.

 

Enes, elini bana doğru uzatıp hafifçe toplu olan saçlarımda gezdirdi. "Sen arabada bekle. İyice yat ve sana getireceğim battaniyeyi üzerine ört. Arabayı kilitleyeceğim zaten, camlar da filmli ama yine de dikkatli ol. Korkma olur mu?"

 

Korkacaktım ama bunu söylememe gerek yoktu, onu onaylamak için gözlerimi kapattım yavaşça, sonrasında aklıma gelen düşünceyle arabadan inmek üzere olan Enes'i durdurdum.

 

"Ben de geleyim mi sizinle?"

 

"Lerzan boşver, dur işte burada, lütfen..."

 

Gözlerindeki yalvarmayı gördükten sonra bir şey söyleyememiştim. Bana battaniye verdikten sonra arabanın emniyetinden emin olup yavaşça uzaklaştılar. Ben de o sırada Enes'in dediklerine uyup battaniyeyle üzerimi örttüm.

 

Kaç saat öylece durdum hatırlamıyorum, zaman algımı da kaybetmiştim çünkü fark etmeden uykunun kollarına dalıp gitmiştim. Büyük alevler içerisinde gözlerim açılıyordu, dumanlar ciğerimi doldururken neler olduğunu anlamam kısa zamanımı almıştı.

 

Dışarıdan gelen çığlık ve bağırma sesleri, daha da korkmama neden oluyordu. Arabanın çevresi alevlerle çevriliydi tamamen. Hiç kimseyi göremiyor ve arabadan çıkmak adına adım dahi atamıyordum. Sanırım yanıyordum... Yıllarca yanmıştım ama şimdi gerçekten yanıyordum ve bu son yanışımdı, hissediyordum.

 

Alevlerin arasından bir ses geldi. "Lerzan..." Bu ses, bu tanıdık ses; neden bu kadar acılı geliyordu. Enes'in yalvarışlarıydı bunlar, bu ses Enes'in acısıydı.

 

"Enes!" dedim, sesimi duyurmayı dileyerek. Sesim, dumandan dolayı içime kaçmış gibi çıkıyordu. Ama hissediyordum, Enes beni duyuyordu ya da en azından hissediyordu. Onun kalbindeydim, zihnindeydim...

 

"Tuğra! Lerzan'dan ses yok, oğlum ölmedi değil mi lan? Tuğra, bir şey söyle! Sönmüyor, sönmüyor!"

 

Enes'in acılı sesi, bir kez daha kulaklarımı dolduruyordu. Beni duymamıştı ve belki de öldüğümü sanıyordu.

 

"O orospu çocuğu, Lerzan'ın canına kastetmez değil mi Tuğra? İçeride Lerzan yoktur değil mi?"

 

"Abi, yapma böyle. Sakin ol, sakin ol tamam mı? Lerzan'a bir şey olmayacak tamam mı?"

 

"Lerzan'ı bulalım onu ağlata ağlata..."

 

"Tamam abi, tamam. Sakin..."

 

Buradan kurtulmalıydım ya da varlığımı belli eden herhangi bir şey yapmaya ihtiyacım vardı. Beni duymuyorlardı, gücümü toplayarak daha fazla ses çıkartmam gerekliydi.

 

Dumanlara aldırış etmeden güçlüce sesimi çıkartmaya çalıştım. "Enes, Tuğra... Buradayım!"

 

"Tuğra, duydun mu? Arabanın içinden ses geliyor, Lerzan orada! Şu siktiğim itfaiye ve ambulansı ara tekrar çabuk gelsinler. Lütfen Tuğra..."

 

Birkaç saniyelik sessizliğin ardından Enes'in sesi tekrar duyulmaya başladı.

 

"Lerzan, dayan tamam mı? Lütfen, lütfen dayan! Seni kurtaracağız oradan, yemin ederim ki sana bir şey olmayacak. Nefesini harcama, bana cevap vermek zorunda değilsin!"

 

Tekrardan sustu ve birkaç saniyenin ardından arabanın üzerine bir şey atıldığını hissettim. Muhtemelen toprak atıyorlardı ve arkadan çaresiz konuşmaları geliyordu. İki erkek, iki kadın sesi dolduruyordu kulaklarımı; alev sesleri ardından.

 

"Enes, Nursu orada mı? Nursu'yu kurtardınız mı?"

 

Heyecanla söylediklerimin ardından "Yanımızda, sen yorma kendini." diyerek, kestirip attı. Birkaç dakika içinde artık onları görmeye başlamıştım. Bulanık görüyordum çünkü görme yetim yavaş yavaş kayboluyordu, gözlerim bulanıklaşıyordu ama varlıkları mutlu olmamı sağlıyordu. Gözlerim yavaş yavaş kapanıp sırtım, sıcak araba kapısına değiyordu ve arkadan ince bir siren sesi geliyordu.

 

O esnada oradan ruhum kaybolmuştu, tenhaya çekilmişti. Hiçbir ses artık zihnime girmiyordu, kulağıma dahi ulaşamıyordu. Kişilerle ve dış dünyayla iletişimim tamamen kesilmişti.

 

Uzun bir süre geçtiğini hissediyordum, zaman kavramına dair pek fikrim yoktu ama hislerimin beni yönlendirdiği durumda hissettiğim günlerin belki haftaların geçtiğiydi. Bir hastane yatağındaydım, belki de herhangi bir yataktaydım.

 

Neredeydim, kimleydim? Karanlık bir görüntüden başka bir şey göremiyordum. Belki bir koku duyuluyordu derinlerden. Tanıdık, aşina olduğum bir koku... Ama asla sevemediğim bir koku...

 

Bazı acıların ilacı yoktur; yürek acısı, çaresizlik acısı... Ve dahası.

 

Hangi zamandayız? Bilmiyorum ama hissettiğim ve duyduğum tek şey, korku ve endişeydi. Koku, ses... Bunların hepsi korkumun doğmasını sağlayan sebeplerdi.

 

İnsanlar, duyguları gebe bırakırdı ve duygular da başka insanları...

 

.

 

.

Loading...
0%