@geceyeasikbirkiz
|
Bir ses geliyordu önce derinlerden, sonra yokluğu zuhur ediyordu. Tüm duyduklarım artık yalan olmaya başlamıştı. Onun sesi dolduruyordu kulaklarımı ama o yoktu. Resmi, korneamın her bir miliminde dolanıyordu ama o yoktu. Burnum kokusunu duyamıyordu artık, ellerim çok az hissettiğim tenine dokunamıyordu. Tam bir ay olmuştu. O hatırlamak dahi istemediğim günün üzerinden tam bir ay geçmişti. Peki bugün ne yapacaktım? Bir aydır yaptığım gibi Lerzan'ı ellerimin arasından kaybettiğim yere mi gitmeliydim? Yoksa ona ait olan yatakta mı yatmalıydım? İçini Lerzan'ın doldurduğu bu derin düşüncelerimi, isterdim ki kimse bozamasın ama kapıda durduğunu fark ettiğim Yağız, düşüncelerime bir set çekmişti. "Neye bakıyorsun Yağız? Neden bakıyorsun? Lütfen bir şey söyle bakıyorsan. De ki: "Geldi," "Yaşıyor," "Nefes alıyor,"" Tavana diktiğim gözlerimi sonlara doğru Yağız'a çevirmeyi başarabilmiştim. O tavan benim için sadece bembeyaz, düz bir duvar değil; Lerzan'ın hayaliydi. "Abi, yapma lütfen artık. Lerzan yok, kabul et bunu. Bir şeylere ümit bağlama, daha çok üzülme." Duyduklarım karşısında hızla ayağa kalkıp Yağız'ın yanını bulmuştum. Kalbim, uzun süredir atmadığı kadar hızlı atıyordu şimdi. "Kes çeneni Yağız!" "Abi, yapma!" "Sus Yağız, o dönecek, gelecek." "Abi, öldü o." "Yağız, sus, o ölmedi." "Abi, öldü." "Yağız, kapat çeneni!" "Enes! O öldü diyorum, ölüm raporunu gördün! Hala neyin peşindesin sen! Kendine gel!" Yağız'ın ağzından dökülen tüm sözcükler zihnimi doldururken tahammül seviyemin düştüğünü hissediyordum. "Ölmedi Yağız, ölmedi! Biliyorum, hissediyorum, ya duyuyorum. Rüyalarıma geliyor, benimle konuşuyor Yağız. Şimdi söyle, nasıl öldü diyeyim?" Yağız'ın gözlerinin dolduğu ilişti ilk önce gözlerime, ardından kollarının bana doğru atıldığını gördüm. Sıkıca sarıldı bana, bir şeylerin acısını geçirmeye çalışır gibi sarılıyordu adeta. Gözlerimden birkaç damla yaş akınca elimin tersiyle sildim ama bunu yaptıkça ardı arkası kesilmeden devam ediyordu yaşlar. "Yapma Yağız, yapma..." "Asıl sen yapma be abim, yazık etme kendine." Yardım dilenir gibi daha çok sarıldım ona. Yardım dileniyordum çünkü biliyordum ki hiç kimse bana yardım edemeyecekti. Nefesimi daraltan evden kaçma isteğiyle hızla kayboldum evden. O zindana gidecektim yine, yine Lerzan'ı arama ümidiyle dolaşacaktım. Kül olmuş bir araba, küle dönüşmüş otlar çevreliyordu orayı. Bir koku seyir ediyordu ortamda, Lerzan'a aitti, bu koku kesinlikle Lerzan'a aitti. Bir rüzgar değiyordu tenime, Lerzan'ın kokusunu gönderiyordu ciğerlerime burnumdan. Tenime değen rüzgar, sanki Lerzan'dı, sanki Lerzan'ın eli okşuyordu yanağımı. Tüm hücrelerim Lerzan'ın varlığını kabullenmiş gibiydiler. Ortada bir gerçek vardı, kabullenmesi çok acı olan bir gerçek... Lerzan gerçekten yoktu. Bir öfke kapladı içimi aniden, neden olduğunu bilmediğim bir öfkeydi bu. Aydoğan, kesinlikle ölmeyi hakkediyordu. Lerzan'ın yaşadığı her şey tam olarak onun suçuydu, ölümü dahil... Hızla bindiğim arabanın rotası, Aydoğan'ın eviydi. Kısa sürede vardığım ev, her zaman olduğu gibi yine tüylerimi diken diken etmişti. İlk başta evin bahçesine girmeme izin vermeseler de sonradan Aydoğan'ı aramış olacaklar ki izin vermişlerdi. Bahçeye girdiğim gibi arabadan indim, Aydoğan da beni öylece bekliyordu. "Sevgili abim Enes, bu ne hoş bir ziyaret. Vallahi Lerzan gittiğinden beri gelmiyorsun, alınmadım desem yalan olur." Tüm sinir bozuculuğuyla karşımdaydı işte yine. "Ne o, Lerzan'ın olmayışı seni mutlu mu etti?" Bana birkaç adım daha yaklaşıp öyle konuştu. "A yok, yanlış anlamışsın. Bu sevincim, seni görüşümün sevinci." "Neden Lerzan'a bunu yaptın orospu çocuğu?" "Ben tam olarak ne yapmışım pardon, Enes?" "Bir de soruyorsun, çok güzel ya." "Onu arabaya kilitleyen sensin günün sonunda, sen de kabul et artık!" Sinirle üzerine yürüdüm, sağ yumruğumu sıkmış öylece duruyordum. Eminim ki Lerzan olsa ona vurmamı istemezdi, bu yüzden de kendimi tutmalıydım. "Ne oldu Enes? Vuracak mısın yoksa bana?" "Yanına kalmayacak Aydoğan, böylece sıyrılamayacaksın işin içinden. Her şeyin bedelini elbet ödeyeceksin, burada olmasa da muhakkak..." "Burada olmasa da ne?" Büyük bir kahkaha atarak sözüne devam etti. "Öbür dünya mart masalı falan anlatmayacaksın umarım, Lerzan da öyle şeyler diyordu çünkü de hani sonu belli." Dudaklarımı aralamıştım bir şeyler söylemek adına ama beni bir şey durdurdu, bir ses, tanıdık bir ses... Bu bir bağırma sesiydi, bu ses kesinlikle Lerzan'a aitti. Gözlerim Aydoğan'a döndüğümde onun endişeyle görmem, delirmediğimin kanıtıydı. "O burada, o ölmedi değil mi? Benimle taşşak mı geçiyordun lan piç?!" "Senin ciddi problemlerin var, o öldü Enes." "Bırak şimdi gevşekliği, onun sesini duydum. Ben delirmedim daha!" Evin içine doğru koştum hızla ama Aydoğan'ın birkaç adamı beni çoktan tutmuştu. "Bırakın beni! Aydoğan söyle köpeklerine bıraksınlar beni. Bırakın beni!" Ellerinden kurtulmak için ne kadar çırpınsam da birden fazla olan adamlar beni sıkıca tutuyordu. "Ya bırakın! Bırakın, lütfen bırakın! Lerzan! Alacağım seni, merak etme Lerzan. Kurtulduğunda beni ara, numaramı bilmiyorsan kendini ara telefonun bende. Lütfen gel Lerzan." Sona doğru sesim kısılmaya başlamıştı ve dizlerimdeki derman da sanki kayboluyordu. Yere çökmüş vaziyetteydim ama o köpekler hala bırakmıyorlardı. "Bırakın siz de! Düne kadar abi dediğiniz herife bunu nasıl yapıyorsunuz?" Aydoğan'ın bir şeyler demesini umursamadan arabaya bindim. Lerzan'ı bulmuştum, Lerzan yaşıyordu. Hissettiklerim kesinlikle doğruydu, o nefes alıyordu. Evi bulmam, herkesi bir araya toplamam çok hızlı gerçekleşmişti. Yağız, Tuğra, Nilsu toplandıklarında zaman kaybetmeden açıklamaya başladım. "Yine delirdi vs demeyin, lütfen sadece dinleyin beni, buna her zamankinden daha çok ihtiyacım var." Birkaç saniye tepkilerini ölçtüm, daha sonrasında konuşmama devam ettim. "Bugün Aydoğan şerefsizinin evine gittim, ona hesap sormak adına. Gider ayak Lerzan'ın sesi geldi, eminim ve kesinlikle hayal değildi, bundan da eminim. Lütfen yardım edin, Lerzan'ı oradan alalım, lütfen..." Birkaç dakika yüzümü incelediler, ardından Tuğra umutsuz bir ses tonuyla konuştu. "Abi, gerçekten seni anlamaya çalışıyoruz ama gel bir psikiyatriye gidelim. Ne dersin?" "Siz beni neden anlamıyorsunuz? Ben delirmedim, ben onu gerçekten duydum. Bana inanıyorsanız bana yardım edin, eğer inanmıyorsanız da saçma sapan seçeneklerle beni oyalamayı kesin!" Birkaç saniye yine sessizlik zuhur etti odanın içinde. "Ne yapıyoruz Abi?" dedi Yağız, güven veren sesiyle. Buruk bir gülümseme sardı yüzümü. Bunun üzerine Nil ve Tuğra da gülümseyerek Yağız'a katıldılar. "İçeri birisini salmamız lazım, muhakkak bu gerekli çünkü başka türlü elimiz kolumuz bağlı kalmaktan başka bir şey yapamayız." "Bir planın var mı abi bununla alakalı?" dedi Nilsu. "Aslında var ama ne kadar mantığa uygun bilemiyorum tabii." "Anlat abi!" dediler hep bir ağızdan. "Zeynep'i hepiniz tanıyorsunuz zaten. Zeynep'i buraya çağırdım, yarın gelir diye düşünüyorum. Zeynep'i kullanacağız gibi olacak biraz ama Zeynep'e zarar gelmeyecek. Bizimle hiçbir bağlantısı yok, ne kadar araştırırsa araştırsın bulamaz." "Aydoğan alelade birini hemen evine sokacak kadar salak bir herif değil ki." dedi Tuğra araya girerek. "İşte bu yüzden Zeynep'i farklı tanıtacağız. Aydoğan dedesini çok sever ve ona çok saygı duyardı. Zeynep sanki dedesinin manevi kızıymış gibi göstereceğiz. Zaten Zeynep'in eğitiminin bir kısmını da dedesi karşıladı, bu yüzden işimiz zor olmayacak. Aydoğan'ın güven işini de kolayca çözeriz diye düşünüyorum, çünkü şirkette onun yakınında bir tanıdık var. O da onu halledecek inşallah." "Abi, bu plan müthiş mi, işe yarar mı bilmiyorum ama zekana kurban olayım ya." dedi Tuğra, gülümseyerek ayağa kalkarken. Nilsu ayaklanıp birkaç tur attı odanın içinde önce, sonrasında bize bakarak derince çektiği nefesini bir solukta veriverdi. "Bu plan işe yarar gibi duruyor ama çok uzun sürer. Eğer Lerzan yaşıyorsa ki yaşıyor diye biliyoruz, bu kadar dayanamaz." "Haklısın..." diye mırıldandım yere bakaraktan. Lerzan'ın canı daha çok yanacaktı bu süreçte, bizim en kısa sürede onu oradan çekip almamız gerekiyordu.
Lerzan'dan Yaşadığımı, nefes aldığımı bana tekrardan hatırlatan sesi duyalı birkaç saat olmuştu. Enes, benim öldüğümü sanıyordu. Daha doğrusu onlara her ne kadar öyle söylense de o hissetmişti, bilmişti, duymuştu, görmüştü. Enes beni herkesten farklı olarak görmüştü. Henüz yeni toparlanıyordum, vücudumdaki yanıklar yeni yeni geçiyordu. Canım, konuşamayacak kadar dahi çok yanıyordu. Ağrıyan belimi düzleştirmek adına hafif kıpırdanırken odanın kapısı açılmıştı. Kokusundan anladığım kadarıyla gelen Aydoğan'dı. Bana bu halimle dokunmadığı için Allah'a şükrediyordum. Evet, zulmün derecesi ölçülmezdi ama emindim ki böyle daha acı verici olurdu. Yüzüne içten bir gülümseme takınarak karşıma geçti. "Lerzan, bugün nasılsın?" Kafamı çevirdim yavaşça, onun yüzünü dahi görmek istemediğimden yaptım bunu. Yavaş adımlarla yaklaştığını hissettiriyordu, çünkü yaklaşıyordu. "İyisin belli, o kadar iyisin ki Enes'e telepati yoluyla haber gönderebiliyorsun." Dehşetle kafamı çevirdim. Ne anlattığından kendisinin haberi var mıydı acaba? "Ne anlatıyorsun ya?" dedim kendimi tutamayarak. Su toplayıp ardından soyulmuş çeneme ellerini geçirdi. Ciddi anlamda delirmiş olmalıydı. "Ne anlattığımdan haberim var Lerzan, kes çeneni!" Ağlamaya başladım birden. Tuzlu damlacıklar yaralarımı yakıyordu ama buna pek aldırmadım. "Ne anlatıyorsun? Ne diyorsun? Yeter, yeter! Ya sen de bir anneden doğmadın mı? Sen de insan değil misin? Sen kendinde değil misin? Kimsin? Ya sen kimsin ki birine bunları yapıyorsun? Ben sana ne yaptım Aydoğan? Ben sana ne gibi bir zarar verdim de bana bunları yapıyorsun? Vicdan denen şey senin lügatında kelime olarak bile yok değil mi?" Ağlamama engel olamıyordum bir yandan bağırırken. O ise anlamadığım bir şekilde bana dokunmamıştı bunları söylerken. Çenemi yavaşça bırakırken kapıya doğru gidiyordu. Bana arkasını döndüğünde birkaç saniye öylece durdu. Bu herifin her hareketi ayrı ürkütücü, ayrı sinir bozucuydu. Hızla yüzünü bana döndüğünde elindeki kemer görmem, dehşete kapılmama neden olmuştu. Bu herif gerçek manada çıldırmış olmalıydı. Kemerin derileri birkaç saniye yapışıyordu tenime, bunu iliklerime kadar hissedebiliyordum. Su toplayan yaralarımın patladığını hissediyordum. Ama karşımdaki canavar hiçbir şey hissetmiyordu, benim hissettiğim kadar o da hissetmiyordu. "Bana hiçbir şey yapmadığını sanıyorsun Lerzan!" Nefretle bağırırken tükürcükleri saçılıyordu etrafa. Bağırıyordum, avazım çıktığı kadar bağırıyordum. Başka ne gelirdi ki elimden? Konuşurken bile zorlanan bir kadının elinden ne gelebilirdi? "Annemi elimden aldın! Babanla birlikte annemi elimden aldınız!" Dediklerini anlamlandıramıyordum bile. Duygu Yengemle hiçbir zaman en ufak bir samimiyetim olmamıştı ki. Bu manyak herif yine neyden bahsediyordu? Anlamlandıramıyordum... "Benim hayatımı alt üst ettiniz ve hiçbiriniz bunu fark etmediniz. Neden ağlıyorsun şimdi he? Bu gözyaşları neden, ha? Beni yıllarca ağlattınız, şimdi de sen ağlayacaksın, işte böyle!" Sözleri henüz bitmişken elleri, saçlarıma dolandı. O acıyla büyük bir inleme zuhur etti dudaklarımın arasından. Sızlayan bedenim korkuyla gerilmişti o an. Evin içinde saçlarımdan tutarak sürüklüyordu beni. Artık acıyı hissetmiyor gibiydim. "Öleceksin Lerzan Yavuz, hem de benim yatağımda can vereceksin. Utançla ve acıyla öleceksin!" Bunu yapabileceğine o an inanamadım, böyle ölmektense intihar etmeyi yeğlerdim. Odaya kısaca bir göz attım, kesici bir alet aradım, kendime bunları yaşatmamak adına. İlk etapta pek bir şey bulamasam da Aydoğan soyunmaya başladığında silahını alelade kenara fırlattığını gördüm, kesici olmasa da işe yarardı, değil mi? Usulca, o görmeden silahı aldım elime. Bunu yapacak olmak beni korkutsa da geri dönemezdim. Aklıma gelen bir fikirle duraksadım, onu neden öldürmüyordum? Elimdeki silahı çıplak sırtına dayadım. "Peki ya sen bu halinle böylece ölmek ister misin Aydoğan?" Derin bir soluk verip hareket etmeye çalışınca elimdeki ağır aleti daha sıkı tutarak bağırdım ona. Yıllardır bana yaptığı gibi emir verdim. "Benim söylediklerimin dışına sakın çıkma! Yoksa vururum. Sakın ani hareketlerde bulunma! Yoksa vururum. Sakın bana dokunmaya çalışma! Yoksa... yoksa seni vururum." "Tamam, kes şunu, tamam ne dersen yapacağım, yeter ki kes şunu." "Şimdi, tüm adamlarına emir vereceksin. Bana dokunmayacaklar, sen de dahil ve ben de çıkıp gideceğim. Duydun mu beni? Bakmyacaklar bile!" Sonlara doğru yüksek çıkan sesim, onu delirtmiş olacak ki beni onaylayarak bağırmıştı. "Tamam yeter, yeter. Ne bok yiyorsan ye. Yeter ki sus, sus artık!" Silah hala sırtındayken onunla birlikte hareket ederek telefonuna ulaştım. Adamlarından birini aramam gerekliydi. "Konuş, söyle." dedim silahı daha da bastırırken. "Tamam, yeter." Serkan telefonu pek bekletmeden açmıştı. Aydoğan nefretle ve bağırarak konuşuyordu. Bense kulağının dibine girip fısıldadım. "Yemin ederim öldürürüm." "Serkan, Lerzan evden çıkacak ve hiçbiriniz ona dokunmayacaksınız..." Biraz daha bastırdım silahı. "Kahretmesin bakmayacaksınız bile, yoksa sizi sikerim." Telefonu kapatıp bir kenara attım hızla. Onu önüme alarak yavaşça ilerlemeye başladım. "Sakın bir numara yapmaya kalkma Aydoğan! Sakın...!" "Tamam sus artık, bir sikim yapmayacağım." Evden çıktığımızda etrafı korumalar çoktan sarmıştı. Emin olmak istiyordum, henüz ölmek istemiyordum. "Aydoğan, söyle farelerin deliklerine girsinler!" "Ben ne dedim size? Gidin hemen buradan!" Serkan bir adım öne çıkarak tereddütle baktı. "Ama..." "Kesin çenenizi! Siktirin gidin şuradan!" Onlar biraz daha azalırken ben de biraz olsun rahatlamıştım. "Aydoğan! Şimdi beraber nereye gideceğiz biliyor musun? A tabii ki bilmiyorsun. Enes'in yanına gideceğiz ve sen bunu kendi ayaklarınla yapacaksın. Beni sen götüreceksin." "Lerzan!" Sert çıkan sesi, beni deliye döndürüyordu. "Aydoğan, beni Enes'e götüreceksin!" Çığlığımı, herkes duymuş olmalıydı. . . .
|
0% |