Yeni Üyelik
2.
Bölüm

▪︎2▪︎

@geceyeasikbirkiz

"Firuze Abla nolur, lütfen bir kerecik ver. Yemin ederim Aydoğan'ın haberi olmaz, vallahi bak."

 

Yalvarmalarım, gün geçtikçe daha da artıyordu. Yalvarmalarıma yanıt alamayınca günden güne daha da güçleniyordum.

 

"Neymiş o Lerzancım? Neyden haberim olmayacakmış bakalım?"

 

Kalbim küçük dilimin arkasına yerleşiyordu. Korkum tüm vücudumu sararak ilerliyordu. Kolumdan tutup yanıma iyice sokulması, bu ilerlemeyi hızlandırıyordu.

 

"Birtanem, sen anlamamakta ısrarcısın biraz ama benim her şeyden haberim oluyor ve olur. Çıkalım odamıza anlaşalım bu konuda, gel."

 

Kolumdan tutuşu şiddetleniyordu, merdivenlerden sürükler gibi çıkartıyordu beni. Acıyan uzuvlarım, daha da sızlıyordu. Beni koridora savurarak saçlarımı tuttu sıkı sıkıya. Odamız dediği, kendi odasına götürüyordu beni.

 

"Demek benim haberim olmayacak birtanem. Demek benden gizli şeyler yapacaksın biriciğim."

 

Odadan içeri girdiğimizde tuttuğu saçlarımdan, savurdu beni yere doğru. Nefretle bakıyordu bana. Geri geri gidiyordum kaçabilecekmişcesine. Yine sıkışmıştım, yine yılmamak adına yeminler ediyordum kendime. Gözlerimi kapatarak dualar ediyordum.

 

Çaresizlik mi, yoksa çare miydi? Bilmiyordum, ama tek bildiğim yılmamam gerektiğiydi. Yılmamalıydım ki ölen kadınlara ihanet etmiş olmamalıydım. Yılmamalıydım ki buradan kurtulup tüm çaresiz kadınlara umut olmalıydım.

 

"Sana kaç kere dedim, benden habersiz hiçbir şey yapamayacağını? Kaç kere söyledim, burada benim kurallarımın geçtiğini? Ama nafile, sen güzel bir ceza istiyorsun Lerzan."

 

Nefes alışlarım derinleşirken tek bir kelam çıkmıyordu ağzımdan. Nefeslerim öyle derindi ki ciğerlerim bir orman gibi alev alıyorlardı. Gözlerimden akan yaşların nereye gittiğini dahi hissetmiyordum.

 

Titreyen vücudum, iyice sinmişti duvarın köşesine. Bu duvarlar tanıdıktı, bu duvarlar dosttu, bu duvarlar dert ortağıydı, bu duvarlar dayanaktı ve en önemlisi de bu duvarlar çok büyük bir haindi. Her şeyi bilen ama asla konuşmayan, koca bir hain...

 

Vücudumu duvara doğru dönmüş, yüzümü ellerimle saklamış, bacaklarımı bedenimle bütünleştirmiş vaziyette bekliyordum. Usul usul zincir sesi geliyordu. Bana bunu yine yapamazdı, yine o karanlığa kapanamazdım, yine saatlerce krizler altında kalamazdım.

 

"Biliyorum o, hayran olduğum aklından neler geçtiğini. O, çok sevdiğin odana gitmeyeceksin merak etme. Biliyorsun ki güzel şeyler arada bir olur. Bu seferki daha çok seveceğin bir şey bence biriciğim."

 

Gözlerimi aralayıp, ona doğru döndüğümde ince bir zinciri eline doluyordu. Yapabileceği ihtimaller aklımdan geçerken gerçek olmamalarını diliyordum. Bu kadarına da dayanamazdım, daha fazla dayanamazdım.

 

Elindeki zinciri, havada savururken ışıkların birkaçını kapatıyordu. Oluşan loş ortam, daha da korku yüklüyordu kalbime. Bana doğru geliyordu, üzerime doğru geliyordu.

 

"Biriciğim, ama yapma böyle. Zincilerle Lerzanların hikayesini bilmiyor musun yoksa? Onlar, inanılmaz ikililer. Etle tırnak ayrılsa onlar ayrılmazlar."

 

"Bir gün öyle bir ayrılacağım ki o illetlerden, sen onlara mahkum kalacaksın gerizekalı!"

 

Tahammülsüzce, yavaşça arkasını dönüyordu. "Şşş, deme öyle biriciğim."

 

Tekrar bana doğru dönüp elindeki zinciri, yüzüme geçiriyordu. Hissedemiyordum, hiçbir şey hissedemiyordum. Kaybolan hislerim, boğazımdaki ses tellerime sığınıyorlardı. Sesim öylesine gür, öylesine şiddetli çıkıyordu ki tüm kadınların çığlıklarını temsil ediyor gibiydim.

 

"ALLAH'IM..." acıyla inliyordum, acıyla direniyordum, acıyla yardım istiyordum, acıyla hissedemediğim yüzümü tutuyordum...

 

"Çok aptalca kelimeler konuşuyorsun Lerzancım, yani ceza istemek böyle bir şey olsa gerek..." tekrar tekrar tenimle buluşturuyordu soğuk zinciri.

 

Sırtım, yüzüm, göğüslerim, karnım... Daha tanık olmadığım birçok uzvumu hissedemiyordum. Onlarca kez vurmuştu, onlarca kez soğuk zinciri alıştırmıştı vücuduma.

 

Saatlerdir durmadan, usanmadan acımı dindirmeye çalışan sesim; yavaş yavaş yitiriyordu kendini.

 

"Aydoğan, yeter. Nolursun yeter..." yalvarmalarım yavaş yavaş baş gösteriyordu. Acıyan canım, bana sadece bu kelimeleri söyletiyordu.

 

Beni saatlerce dövdüğü, her yerinde kan lekesi olan zinciri boynuna asıp saçlarımdan tuttu beni. Dizlerimin üzerine çökmemi sağladıktan sonra benim hizama gelmişti.

 

"Bakayım, benim güzelime." elini gezdirdiği yüzüm, acıdan seğrimeye başlamıştı artık. "Sen tam eğlenememiş görünüyorsun birtanem."

 

Boynunda duran zinciri, benim boynumdan geçiriyordu yavaşça. Hızla zincirin iki ucundan tutup geriye doğru çekiyordu şimdiyse. Duyurmaya çalıştığım sesim tamamen kayboluyordu. Başım ve gövdem iki ayrı vücuda ayrılıyorlardı. Dualarım kabul oluyor, Allah canımı alıyordu sanırım.

 

Tüm acılarımla bir gidiyordum, tüm sızılarımın dindiği yere gidiyordum. Biten bir çilem vardı artık. Her şey bitiyordu. Sona yaklaşıyordum.

 

Zinciri boynumdan çekip beni yatağa doğru yasladı. Yüzümün herbir köşesine memnuniyetle bakıyordu.

 

"Bitti sandın değil mi? Ayrılıyoruz sandın. Ben seni, kendimden ayırır mıyım güzelim? Biz hep beraber yaşayacağız."

 

Söylediği hiçbir şeye tepki veremiyordum. Beynim uyuşuk gibiydi, boş boş yüzüne bakmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu elimden.

 

Saçlarımdan tutup yavaşça geriye doğru çekti. Dudaklarımdan öperken hiçbir tepki veremiyordum. Ölmediğime, bayılmadığıma bile şükredemiyordum.

 

Boynum, başımı tutamayacak kadar takatsizleşmişti. Vücudumun tek bir yeri dahi hareket etmiyordu. Hissizleşen vücudum, beni uykuya davet ediyordu. Bulanık gören gözlerim; kapıdan çıkan bir çift, siyan rugan ayakkabı görüyorlardı.

 

Nefes alıp vermem bile, acımı katbekat arttırken kendimi yere salıp uzanmaya çalışıyordum. Ağzım ve dilim, yine benden habersiz hareket etmeye başlıyorlardı.

 

"Baba... Sarp... Beni alın..."

 

Beni ölüden farklı kılan tek şey, düşüncelerimin hala var olmasıydı. Tüm gece, o kadar saat; baygınlıkla uyku arasında gidip gelmiştim. Hem sabah olmasını istememiştim, hem de acılarımın bir an evvel sıyrılıp gitmesini istemiştim.

 

Doğan güneş, hiçbir zaman karanlıktan kurtulamayacak odayı aydınlatıyordu. Gün ayıyordu, herkes birbirine günaydın nidaları gönderiyordu. Gün aymıyordu, o gün üç yıldır aymıyordu. Üç yıldır, gecenin üçünde gibi hissediyordum. Güneşin doğup batması hiçbir anlam ifade etmiyordu. Güneş varken de zulüm, gittiğinde de zulüm...

 

Kollarımı, bacaklarımı hareket ettirmeye çalışıyordum. Acıdan bir milim dahi yerinden oynatamasam da uğraş veriyordum. Her uğraşım gibi bu da boşa gidiyor olmalıydı.

 

"Allah'ım... yardım et..."

 

Maruz kaldığı baskılardan dolayı şişen ağzımı, istesem de oynatamıyordum. Konuşursam boğulacak gibiydim. Gerçi... Konuştuğum için bu halde değil miyim zaten? Konuştuğum için neredeyse ölüme terk edilmiyor muydum?

 

Kapı sesini duymam, kalbime korku yayıyordu. Geceden beri uzandığım yerden; nefes alışlarımın hızlanışıyla inip kalkan göğsümü ve bir çift rugan ayakkabı görüyordum.

 

"Biriciğim..." keyifli gelen sesi, gözümden düşen bir damla yaşa sebep oluyordu.

 

Kollarımdan tutup kaldırdı beni. Dokunduğu yerler acıyla yanıyordu. Cehennem sıcağını hissediyordum vücudumda. Kıvranmak istiyordum acıdan, ama ona dahi izin vermiyordu vücudum.

 

"Burada mı uyuyakaldın yoksa? Ama kaç kere uyardım seni, burada uyunmayacak. Yatağa geçiyoruz bebeğim, tamam mı?"

 

Ona olan tahammüllerim, sıfıra iniyordu yavaş yavaş. Sesi, acıyan kulaklarımı adeta sızlatıyordu. Varlığı, acıma acı katmaktan başka hiçbir işe yaramıyordu.

 

"Ay... Aydoğan..." zorla söylediğim, tek bir kelimemin ardından memnuniyetle bakıyordu bana.

 

"Sesin biraz kısık gibi bebeğim. Ne oldu? Söyle bana lütfen."

 

Ondan öylesine iğreniyordum ki... Ama şu an onunla uğracak zamanım yoktu. İğrendiğimi belli edecek bir mimik dahi yapacak mecalim yoktu.

 

"Dok-doktor, get-" dudaklarımın üzerine elini koyup susturdu beni.

 

"Hemen gönderiyorum birtanem. Ama işe gitmem lazım, Firuze Hanım ilgilenir seninle. "

 

Sertçe öpüp çıkıyordu odadan. Kısa süreliğine de olsa şükrediyordum. En azından akşama kadar zulmün bir kısmı bitiyordu.

 

Doktor içeri girdiğinde acıyarak bakıyordu yüzüme, vücuduma... O kadar vahim miydi durumum? Bitmiş durumda mıydım? Ölsem yeri miydi? Keşke ölseydim de yeri olsaydı...

 

Acıtarak, kanatarak tedavi ediyordu doktor beni. Fiziksel acım, yine arka planda kalmaya başlıyordu. Kalbimin kapısı iyice doluyordu. Bir kapıcı gelmeliydi, bir temizlikçi gelmeliydi. Ama nafile, ne gelen vardı ne de kalbimi temizleyen...

 

Yatakta doğrulmaya çalışıyordum, başarılı da oluyordum. İnlemelerim, kendiliğinden peyda oluyordu dudaklarımın arasından. Onlara aldırmıyordum, en azından aldırmamaya çalışıyordum. Canımın acısı da umrumda olmamalıydı, olmamalıydı ki kendime bakabilmeliydim.

 

Banyonun aynasında gördüğüm sima, hiç tanıdık gelmiyordu. Bu da kimdi böyle? Yüzünde yer yer, zincir izlerinin oluşturduğu kan öbekleri vardı. Yanaklarına birer elma konulmuş gibi. Karşımdaki kişinin boynuna iniyordu bakışlarım. Zincir epey zorlamış olmalıydı. Şerit gibi mosmor zincir izi dolanıyordu boynunda. Benim mi YaRabbi bu dağılmış yüz? Benim mi yorgunluğundan seğriyen bu yüz? Benim mi ten rengini unuttuğum yüz? Benim mi YaRabbi?

 

Ellerim, musluğa gidiyordu. Kurumuş kan lekeleri benimle yaşamamalıydılar. Canımın acısını umursamamaya çalışıyordum. Yıkadım, sildim... Canım çok acıyordu, yanıyordu, ağrıyordu. Evet, canım ağrıyordu.

 

"Lerzan!" kulaklarıma gelen ses Firuze Ablaya aitti. Ona yanıt vermek adına yavaşça çıktım banyodan.

 

"E... efendim abla?" sesim, benden bağımsızdı. Kim olduğunu tanımadığım birine aitti bu ses. Anlaşılan Firuze Abla da tanımıyordu.

 

Etrafı gözüyle kolaçan edip bana yaklaştı. "Kızım, ne oldu burada? Bu hal ne güzel yavrum?"

 

Acıyordu, bana acıyordu. Bu da demek oluyordu ki dünyada bana acıyan birileri vardı. Demek gerçekten bendim o yüzün sahibi.

 

"Sen kendi odana geç hadi yavrum, ben şuraları toparlayayım."

 

Konuşacak hali bulamıyordum kendimde, bu nedenle bir kafa hareketiyle onayladım onu. Yavaş hareketlerle odamı bulduğumda yatağa uzanıyordum.

 

"Allah'ım, sana güveniyorum ve seni çok seviyorum. Biliyorum, bu bana bir sınav. Ama Allah'ım dayanamıyorum artık. Nolur Allah'ım al beni bu canavarın elinden. Ya yanına al, ya da bu evden al Allah'ım..."

 

Yakarışlarım, kalbime işliyordu. Elim de kalbime gidiyordu. Bir süre kalbimle beynimi dinledikten sonra odadaki saate kaydı gözlerim. Öğlen biri geçiyordu saat. O, Aydoğan denen herifin gelmesine daha vardı.

 

Beni ölmeden katleden canavarım, anlık kararla erken gelmezse akşama kadar huzurumu bulacaktım. Kalkıp dolabımdan mektup kutusunu aldım olabildiğince hızlı hareketlerle. Bir şeyler karalamaya çalışıyordum.

 

Sevgilim, yıllardır yazdığım mektupların bir gün sana ulaşması dileğiyle yazıyorum bu satırları. Seni her gün, hiç özlemediğim kadar özlüyorum. Kokunu özlüyorum en çok. Ya da vazgeçtim, en çok elimden tutup kaldırmanı özlüyorum. Burada o kadar çok ihtiyacım oluyor ki beni elimden tutup kaldırmana. Ama biliyorum; bir gün gelip, elimden tutup kaldıracaksın beni. Ah Sevgilim! Seni tanımasaydım, seni bilmeseydim, seni görmeseydim Allah şahidim olsun ki babam hariç tüm erkeklerden nefret ederdim.

 

Tamam, konuşmayalım bu konuları. Ayda yılda bir görüşüyoruz zaten, yıllarda bir... Sahiden, kaç yıl oldu sevgilim? Kaç gündür tutmuyor bu elim, ellerini? Kaç gündür ciğerlerim kokunla şenlenmiyor? Kaç gündür gözlerimle gözlerin buluşup dans etmiyorlar havada? Sayamadım günleri, yıllar düştü benim payıma. Keşke gün gün tutabilseydim sensiz geçen günlerimin çizelgesini. Ama bazen günlerce, hatta haftalarca uyanamıyordum. Ama sevgilim; kalbim biliyor, kalbimin haberi var kaç gün olduğundan.

 

Nasıl olduğunu bilmiyorum. Ama kötü olsan hissederdim sevgilim. Kalbim, kalbinin sesini işitirdi. Biliyorum, benim için üzülüyorsun. Ama artık ben bile üzülmüyorum kendim için. İnşallah umudunu kaybetmeden bekliyorsundur beni. Depresyona girdiğinde çok yiyip kilo alıyorsun sen. Kilo almaktan da nefret edersin halbuki. İnşallah depresyona girmemişsindir. Hoş, benim işime gelirdi. Yatardım yumuşacık kucağında. Tamam sevgilim, kızma; her türlü rahat senin kucağında yatmak. Gidiyorum ben sevgilim, bedenimi kelepçelere boğan, ama ruhumu senin kalbinden alamayan canavar geliyor. Seviyorum seni sevgilim, bunu unutmaman dileğiyle...

 

Lerzan-04.10.2022

 

.

.

.

.

Loading...
0%