Yeni Üyelik
3.
Bölüm

▪︎3▪︎

@geceyeasikbirkiz

Kaç gün geçmişti eziyetsiz geçen? Sayamamıştım, az da olsa hayatımın en güzel günleriymiş gibi zaman kavramını unutuyordum. Yüzümün halinden, olmayan vicdanı sızlamış olmalı ki günlerdir yüzüme dahi bakmıyordu. Şükrediyordum Allah'a, dualarımın kabul olduğunu hissediyordum.

 

Geçen günlerin sayısını hesapladığımda kendi kendime şaşırıyor ve binlerce kez maşallah nidaları çekiyordum. Tam tamına yirmi gün olmuştu. Yirmi gün...

 

Banyoda hemen hemen geçen yaralarıma merhem sürüyordum hafifçe. Acımıyordu, ama sızlıyordu. Kalbim sızlıyordu. Ellerimden kaybolup giden, yaşayamadığım yıllar sızlatıyordu kalbimi. O yılları ne zaman kazanacağımı, istediğim hayatla ne zaman buluşacağımı bilmiyordum. Ama hissediyordum, bir gün kurtulacaktım bu azaptan. Ait olduğum yere gidecektim, babamın ve sevgilimin yanına.

 

Kapının sertçe açılması, ürkekçe bir tepki vermeme neden olmuştu. Gelen Aydoğan'dı. Gülümseyerek her bir zerremi inceliyordu.

 

"Lerzan... Hadi hazırlan biriciğim, biraz dışarıya çıkalım. Ne dersin?"

 

Anlamayan gözlerle bakıyordum ona. Neyden bahsediyordu? Bahçeye bile zor çıkarken dışarıya mı çıkarmaktan söz ediyordu bu adam?

 

"Hadi hayatım, bir an evvel çıkalım."

 

Derince nefesler alarak geriledim biraz banyonun içinde. "Normalde çıkmama izin vermiyorsun, ne değişti bugün?"

 

Gözlerini kapatıp derin nefesler eşliğinde sakinleşmeye çalışıyordu. Yanlış yapmıştım, adeta arının yuvasını dürtmüştüm.

 

"Önceden öyle söylüyordum, evet. Ama şimdi böyle istiyorum Lerzan. Hayırdır, bir sakıncası mı vardı senin için?"

 

Kafamı 'hayır' manasında sallamakla yetinmek zorunda kaldım. Ne diyebilirdim ki, hem de yaralarım yeni yeni geçerken?

 

Benim için seçtirdiği buz mavisi, tülden bir elbise giyecektim. Giymek zorundaydım, giymezsem neler olacağını düşünmek istemiyordum. Oldukça güzel olan ve benim yaşlarımda hangi kız görürse görsün bayılacağı bir elbise duruyordu karşımda. Ama isteyemiyordum, hatta istemek de istemiyordum. Biliyordum ki o elbisenin içinde olmak binevi ona teslim olmak gibi bir şeydi.

 

Alayla gülümseyip elbisenin karşısından kalkabilmiştim sonunda. Makyaj malzemeleriyle yüzümde var olan tüm suç delillerini siliyordum. Siliyordum ki tüm gece çok mutluymuşuz gibi rol yapabileyim. Siliyordum ki herkes Aydoğan'ın gerçek kişiliğini öğrenmesin.

 

Ayağıma bir çift babet giymiştim. Çünkü emindim ki uzun süredir görmediğim yollar beni afallatacaktı. Nitekim öyle de oldu. Arabadan inip lokantaya girmem için yaklaşık on adım atmam gerekliydi. Ama benim için yüz binlerce adıma bedeldi. Dışarıdaydım, özgürdüm, tel örgüler etrafımı sarmıyordu, insanlar vardı hem de farklı insanlar.

 

Kainat üzerinde ne kadar çok sima olduğunu hatırladım o an. Oysaki aynı insanları görüyordum, on beş çehre ya görüyordum ya görmüyordum. Bu yıllar bana insanların yüzlerini, hissettiklerini daha iyi anlayabilmemi sağlamıştı. Tek iyi yanı...

 

Bizim için özel hazırlandığı belli olan bir masaya geçiyorduk. Etrafımızda birkaç masada oturan tek tük insanlar ve sayılı sayıda garsondan başka kimseler yoktu.

 

Deniz manzarasından bir türlü alamıyordum gözlerimi. İçimde yananlara su serpiyor gibi hissediyordum. Denize çarpıp gelen rüzgar, yüzümü okşuyordu yavaşça. Yıllarca burada kalmayı, burayı hissetmeyi istiyordum. Dünyayla aramdaki hasretimi giderirken Aydoğan girdi araya. Her yerden çıkıyordu, neden giriyorsa zaten aramıza?

 

"Beğendin herhâlde burayı?"

 

Ne kadar da sevecen davranıyordu. İçimi kara bulutlar kapladı hızlıca. Ben neden buradaydım? Niye mutluymuş gibi davranıyordum? Neden tonla makyaj vardı yüzümde? Gözlerim daldı denizlerin içine. Yüzmeyi öğrenmiş olmalıydılar. Belki suyla, denizin suyuyla boğulmak üzereydiler; emin değildim.

 

Öne doğru eğildi hızla. Sinirle, dişlerinin arasından konuştu. "Lerzan..." etrafını kolaçan ettikten sonra devam etti konuşmasına. "Normal bir şeyler yapıyoruz. Normal mi davransan acaba sen de?"

 

Sert bakışlarım, nefret ettiğim yüzünde dolanıyordu. Onu yine sinirlendirmiştim, hem de oldukça. Daha fazla cüretkar bir biçimde ona bakarsam eve gidince canımın çok yanacağını bildiğimden denize çevirdim bakışlarımı.

 

Garson yanımıza gelip naifçe yüzüme baktı. Bunun için bile canımın yanabileceğini düşündükçe göğsümde bir ağırlık oluşuyordu.

 

"Hanımefendi, hoş geldiniz. Ne isterdiniz acaba, karar verebildiniz mi? Yardımcı olabilirim isterseniz."

 

Gülümsemeye çalışıyordum. Gözlerim Aydoğan'a kaydığında hoş düşünceler görmüyordum kafasında. Yavaşça ayağa kalkıp garsonun dibine girdi iyice. Yakasındaki kartı tutup gözlerini dikkatlice oraya dikti. Tuğra yazıyordu baktığı yerde.

 

"Tuğra... Amacın ne senin? Sana ne hanımefendinin ne istediğinden? Ha seni ne ilgilendirir?"

 

Genç adam, anlamayan gözlerle inceliyordu Aydoğan'ın yüzünü. Şaşırmış ve aynı zamanda da alay eder gibi bakıyordu.

 

"Beyefendi, kusura bakmayın ama bu benim görevim. Ne istediğinizi bileyim ki size hizmet verebileyim, değil mi?"

 

Canına susamış gibi duruyordu. Oldukça cüretkardı. Ya karşısındaki adamı tanımıyordu ya da oldukça cahildi. Sertçe yakasından tuttu genç adamı, Aydoğan. Derince bir nefes alarak öne atıldım. Benim canım hep yanıyordu, başka canlara gerek yoktu.

 

"Aydoğan... Abartma, sadece görevini yapıyordu."

 

Gözlerini bana döndürdüğünde vahşet vardı gözlerinde. O an bana yapmak istediklerinin hepsini tek tek okuyordum gözlerinden. Aydoğan, adamın üstüne daha da giderken yan masalardan bir adam geldi "Aydoğan!" diyerekten.

 

Gelen adam, yirmi beş yaşlarında ya vardı ya yoktu. Üzerinde oldukça şık, gri bir takım elbise vardı. Tok sesi, güçlü biri olduğunu ispatlayacak cinstendi. Siyah saçları yukarı doğru şekillendirilmiş olmasına rağmen, yürüdükçe daha da yukarı çıkıyor gibiydi. Gülümseyerek Aydoğan'ın elini sıktı.

 

"Ne oluyor? Bir problem mi var Tuğra?"

 

İsminin Tuğra olduğunu bildiğimiz adamın konuşmasına zaman kalmadan Aydoğan girdi araya.

 

"Enes, seni uzun süre sonra gördükten sonra böyle bir konuşma yapmak istemezdim. Ama sen adamlarına böyle mi eğitim veriyorsun?"

 

Adının Enes olduğunu öğrendiğim adam, ciddileşerek bakıyordu Aydoğan'ın yüzüne. "Nasıl yani, neyden bahsediyorsun Aydoğan?"

 

"Bu garson parçası; benim yanımda, benim biriciğimle..." o sırada Aydoğan'ı ciddiyetle dinleyen adamın gözleri yüzümde dolaştı usulca, tekrar Aydoğan'a döndüğünde devam ediyordu. "...flört etmeye çalışıyordu."

 

Gözlerimi hayretle açarak baktım ona. Neyden bahsediyordu bu adam böyle. Ne kadar psikopat olduğundan haberim vardı, ama bu kadarı fazlaydı. Benim yüzümdeki hayret duygusu, diğer adamlarda da mevcuttu. Tuğra, konuşmak için yeltendiğinde Enes onu eliyle durdurdu.

 

"Aydoğan, ne dediğine dikkat etmeni istiyorum senden. Böyle bir şeyin mümkün olması imkansız. Hele Tuğra'dan bahsediyorsan bu daha da imkansızlaşıyor. Kendine gelmeni öneriyorum."

 

Düzgün diksiyonu ve olgun hareketleri, Aydoğan'a boyunun ölçüsünü aldırmıştı. Aydoğan'ın bu eziliş ve yenilişi mutlu ediyordu beni. İlk defa yeniliyordu. İlk defa birisi ona ağzının payını veriyordu ve ilk defa istediğini elde edememişti. Yoksa bu adamdan çekiniyor muydu?

 

Enes, gülümseyerek bana döndü. "Hanımefendi, hoş geldiniz. Aslında Aydoğan'la ilişkilerimiz çok iyidir, ama sizi görmek bir türlü nasip olmadı."

 

Elini uzatıyordu bana. Gerçekten bugün çok fazla canına susayan insan görüyordum. Elini, elimin ucuyla sıktım. Gerçi buna ne zaman karar verdiğimi de bilmiyordum. Doğru mu yapmıştım, yoksa yine ölüm fermanımı imzalamış mıydım hiç emin olamıyordum. Yüzüne de bakamıyordum ki Aydoğan'ın anlayayım.

 

Aydoğan'ın davetiyle birlikte Enes de bize katılmıştı. Onlar aralarında gülerek, şakalaşarak saatlerce konuşmuşlardı. Ama ben yine orada değildim. Denizin dibindeydim, belki de masallar diyarında dolaşıyordum. Özgürlüğüne kavuşmuş bir deniz kızı olmuştum bir ara. Sonra Rapunzel oluyordum, canım acıya acıya kurtuluyordum o kaleden. Gökte uçan bir kuş da olabilirdim, beyaz bir kuş... Özgürce uçan... Benden olsa olsa uçarken av sırasında vurulan bir kuş olurdu gerçi.

 

Hayallerim bile kötü sonla biterken bu herifin elinden kurtulabilmem imkansızdı benim için. Ama hep unutuyordum; vazgeçersem kaybederim, teslim olursam kaybederim, direnmeyi terk edersem kaybederim.

 

Derin düşüncelerim, beynimi oya oya derin bir çukur oluşturmuşken Enes benimle muhatap oluyordu. Canını seviyorsan sus bari be adam!

 

"Eee sen neler yapıyorsun Lerzan? Bütün gün evde canının sıkıldığını varsayıyorum. Ya da vazgeçtim, evin işleri fazla yoğundur vaktin kalmıyordur sıkılmaya."

 

'Canımın sıkılmasına gerek kalmıyor, bugün nasıl bir işkence sistemiyle karşılaşacağımı düşünüyorum çünkü Enes.' desem en fazla ne kaybedebilirim diye yokladı düşüncelerim beynimi. Ölümlerden ölüm beğenirdim en fazla, ne olacak?

 

Aydoğan'a gitti gözlerim. Ne diyecektim? Daha önce evin dışında kimseyle karşılaşmamıştım ve ne diyeceğimi bilmiyordum. O ise tedirgince bakıyordu, ne cevap vereceğimi merak ediyordu. Yaptıklarını anlatacağımdan bir an olsun korkmuş olmalıydı.

 

"Dediğin gibi, evin işleri yoğun olduğundan canımın sıkılmasına zaman kalmıyor."

 

Gülümseyerek cevabımı aldı Enes. Aydoğan'ın ise yüzünde memnun bir ifade vardı. Ne güzel bir yalancıydım, ben bile inanacaktım az kalsın kendime. Ama belki de o kadar iyi değildim, çünkü Enes'in hoşuna gitmeyen bir şeyler var gibiydi. Bir anda düşünceler dünyasına ışınlanmıştı. Enes'i incelediğimi fark ettiğimde hemen tabağıma çevirdim gözlerimi. Bugün çok cesaretliydim.

 

Nihayet sessiz bir yolculuğun ardından eve varabilmiştik. Hızlı ve ürkek adımlarım, beni odama götürüyorlardı. Kolumdan tutulmam adımlarıma engel olmuştu. Yine başlıyordu, yine canım acıyacaktı. Kendine çevirip sertliğini kimsenin tartışmayacağı bir tokat geçirdi yüzüme. Sarsıntıyla yere düşüp yanağımı tutuyordum. Dişlerime kadar hissediyordum sızıyı. Gözlerimdeki yaşları, özgürlüklerine bırakmamakta kararlıydım.

 

Elbisenin yakalarından tutarak ayağa kaldırdı beni. Uyguladığı güç, elbiseyi yırtmıştı. Beni odaya doğru sürüklüyordu.

 

"Gel buraya! Biz seninle kaç yıl geçti hala anlaşamıyoruz gerçekten."

 

Cümlesini bitirirken beni yatağa doğru savuruyordu. Gözlerinde gördüğüm ateş, her zamankinden daha fazla harlanıyordu. Korkuyordum, ama dik durmam gerekliydi. Ona yalvarmayacaktım.

 

"Demek o herifi bana savunuyorsun he?" bir bir bağırırken saçlarıma kenetlenmişti eli.

 

"Demek Enes'in elini tutuyorsun he?"

 

Korkum, vücudumu sarmış son hızla ilerlerken konuşmaya karar vermiştim büyük bir cüretle.

 

"Selamlaşmak içindi o. Ben bir şey yapmadım. Hastasın sen, benim yaralarım yüzümde belirirken seninkiler beyninde."

 

Ne büyük bir cesaret göstermiştim ben öyle? Gerçekten ölüm fermanımla bakışıyordum şu an. Gözleri, git gide kararıyordu. Göz kararır mıydı? Evet, kararıyordu. Bana yapacağı şeylerin karanlığı kaplıyordu gözlerini.

 

Saçlarımı yavaşça bırakıp beni yatağa oturttu. Gülümseyerek bakıyordu yüzüme. Daha da gülümsedi.

 

"Evet, bir şey yapmadın. Çünkü sen benimsin, hem de her şeyinle benimsin değil mi?"

 

Cümlesini bitirdiğinde kemerine attı elini. Yavaş hareketlerle kemerini çıkardı. İnanamıyordum, kendi kendimi düşürdüğüm duruma inanamıyordum. Geri geri gittim yatakta hızlıca. Yatağın başlığına sırtımın değmesi, ürkütmüştü beni. Sanki daha gidebilecek yerim varmış gibi zorluyordum başlığı.

 

Pantolonunun düğmelerini açarken yavaşça geliyordu üzerime. Gözlerimi kapata aça sakinleşmeye çalışıyordum. Yalvarmaya dahi mecalim yoktu, yalvarmak da yoktu zaten.

 

Gözlerim, sonsuzluğa kapanmış gibiyken yırtık olan elbisenin daha da yırtıldığını duyuyordum. İğrendiğim, nefret duyduğum, lanetler okuduğum elleri; vücudumda geziniyordu. Midem bulanıyordu, ruhum havada asılı gibiydi.

 

Havada asılı ruhum, bedenimden uzaklaşıp başka diyarlara gidiyordu. Acılarımı duymak istemiyordu ruhum, arkasına bakmadan kaçıyordu. Biliyordu ki bedenim az sonra onun katlanamayacağı işkencelere maruz kalacaktı.

 

Düşüncelerimin de ruhumla birlikte buradan uzaklaşıp gitmesini istiyordum. Bedenime ihanet etmek istiyordum. Onu orada öylece bırakıp gitmek, terk etmek istiyordum onu.

 

Gidiyorduk; ruhum, düşüncelerim ve ben. Bedenimi ardımızda bırakıyorduk. Sarp'ın yanına uğruyorduk yavaşça ne güzel de karşılıyordu bizi. Babamı görüyordum, özlemle sarıyordu ruhumu. Bir silüet daha giriyordu gittiğimiz yere. Büyük kollarıyla ruhumu sarmalamaktan çekinmiyordu. Sarp mıydı? Sarp değildi, kimdi bu peki? Sıcacık kolları, ısıtıyordu ruhumu.

 

4 Yıl Önce

 

Üzerimi giyinirken hiç bu kadar heyecanlı olmamıştım hayatımda. Tatil bitiyordu ve nihayet Sarp'ı görebilecektim. Yüzüme hafif bir makyaj yaparken babam geldi odanın kapısına.

 

"Kızım, bir baba olarak kıskanmam gerekiyor. Ama şu an o kadar komik duruyorsun ki kıskanamıyorum bile." diyerek kahkahalarını doldurdu odama.

 

Yanına gidip kollarımı birbirine bağladım.

 

"Gerçekten çok mu komiğim baba? Fazla mı heyecanlı duruyorum yani oradan bakınca?"

 

Babam, tekrar kahkaha atarken elleriyle yüzümü kavrıyordu.

 

"Heyecanlı durmuyorsun güzelliğim, heyecanlısın. Ama merak etme, her halin o kadar güzel ki kimsenin başka bir şey gördüğü yok."

 

Beni sevgilimin yanına giderken sakinleştirmesi, zamanımız arkadaşlıklarında dahi yoktu. Ne güzel seviyordu babam beni, ne güzel koruyordu. Şanslıydım ve bunu farkındaydım. Babamın iyi niyetini de suiistimal ederek güvenini kıracak hiçbir şey yapmamıştım bu ana dek.

 

"Binnur da gelecek mi sizinle?"

 

Gülümseyerek kafamı salladım. "Israr etmesem geleceği yoktu. O da özlemiştir Sarp'ı."

 

Binnur, benim en yakın arkadaşımdı. Gözüm kapalı, arkam dönük güvenebileceğim biriydi. Hayatımı, canımı dahi emanet edebilirdim ona.

 

Evden çıkıp yürüyordum buluşacağımız yere doğru. Karşı sokaktan gelen Binnur'u görünce bir gülümseme kapladı yüzümü. Huzur veren bir enerjisi vardı onun. Bedenlerimiz yaklaştığında sıkıca sarılıp özlem giderdik. Asıl amacımız Sarp'ı görmek olsa da birbirimizi de uzun süredir görmüyorduk ve oldukça özlemiştik.

 

"Lerzan, nasıl özlemişim seni. Sarp'ı anladım da biz niye görüşmüyoruz kızım?" diyordu gülerek.

 

Kahkahalar içinde ona cevap veriyordum. "Ay Binnur, çok sağlıklı insanlarız sanki. Bizim kafa nanay..."

 

Cıvıl cıvıl gülüşmelerimiz birbirine karışırken buluşacağımız yeri hızlıca bulmuştu ayaklarımız. Sarp, düşünceli bir biçimde yere bakıyordu. Yanına yaklaşıp sarıldım belinden.

 

"Sevgilim, gelmeyeceğimi ve kaçtığımı mı düşünüyordun yoksa?" dedim alayla. Gülümseyerek iyice sardı vücudumu.

 

"Kaçtığını değil de beni kaçırdıklarını sandım." diyerek daha genişletti gülümsemesini. Binnur sahte bir sitemle aramıza girdi.

 

"Beni dışladığınızı bu kadar belli etmeseniz mi arkadaşlar?"

 

Sarp, benden ayrılıp Binnur'a da sarıldı. Mutluluğum, midemki canlıların boğazıma kadar ulaşmasına sebep oluyordu. Yanımdaydı, gözleri gözlerimdeydi, elleri ellerimdeydi, en önemlisi de kalbi kalbimdeydi ve o bana aitti.

 

Şimdiki Zaman

 

İşkencenin, bugünlük kısmının sonuna geldiğimi hissediyordum. Parçalanan, moraran vücudum sızlıyordu. İğrenç dudakları, yanağımla temas ettiğinde kapı açıldı birden. Üzerimden kalkıp çarşafı kendi vücuduna sarıp benim vücuduma da pikeyi serdi, çok gereği varmış gibi.

 

"Gerizekalı mısın? Hangi cüretle giriyorsun buraya?"

 

Kalkmaya mecalim olmadığı için yattığım yerden görebildiğim kadarıyla gelenin bir koruma olduğunu sanıyordum.

 

"Kusura bakma abi, ama önemli olduğu için girmek durumunda kaldım. Enes Bey, seni aramış ama duymamışsın. Çok önemli herhalde aşağıda seni bekliyor."

 

Bu olan Aydoğan'ın hoşuna gitmemiş gibi duruyordu. Sesinden tanıdığım Serkan Abi'yi odadan gönderip geri yanıma geldi. Dudaklarını, dudaklarıma baskılayıp gülümsedi.

 

"Yine çok güzel bir geceydi biriciğim. Seni çok seviyorum. Ama şimdi gitmem gerek, Enes gelmiş. Enes'i görmek ister misin? Yok hiç sanmam, bu gece çok yoruldun çünkü. Tekrar bir yorgunluğu çekemezsin, değil mi birtanem?"

 

Yüzümü çevirip duvara odakladım gözlerimi. Giyinirken hala beni izliyordu. Pikeyle iyice örtünüp arkamı döndüm ona doğru.

 

İğrençti; elleri, dudakları, bakışları, kalbi, ruhu... Her şeyiyle iğrençti. Dövmediği için şikayetçi olacağım bir gece daha geçmişti kayıtlara. Keşke dövseydi de kasıklarımda dolaşan iğrenç acıyı çekmeseydim hiç. Keşke dövseydi de ruhum, bedenime ihanet etmeseydi.

 

Ellerimi karnıma sarıp sakinleşmeye çalışıyordum. Bu gecenin hiç yaşanmamış olmasını dilerdim, tıpkı diğer geceleri dilediğim gibi. Kasıklarımda hissettiğim sızı, ağlamamla birlikte şiddetleniyordu. Bacaklarımın arasında hissettiğim bir ıslaklık vardı. Acının zorluğuyla kalkıp baktığımda kanamam olduğunu görüyordum.

 

Ne demekti bu? Ne oluyordu? Hiçbir fikrim yoktu. İyi miyim, kötü müyüm? Hiçbir şey bilmiyordum. Çünkü hala on sekiz yaşında bir kız çocuğuydum. Zorlukla kalkıp giyiniyordum.

 

"Yardım edin, nolur yardım edin."

 

Sesim, hiç çıkmadığı kadar çıkıyordu. Duvara zoraki tutunan ellerim kayıyorlardı. Bacaklarım birbirine dolanıyordu. Gözlerim kayıyordu. Başım, yerle buluşuyordu. Zihnimde yer edinen son şey, merdivenden çıkan ayak sesleriydi.

 

Neredeydim? Nereye gidiyordum? Belki de melek oluyordum. Ruhum artık bu dünyanın aidetinden çıkıyordu. Acılar diniyor muydu? Aşklar yarım mı kalıyordu? Artık ait olduğum yere, Allah'ın yanına mı gidiyordum? Hislerim vücudumu terk ediyordu, belki ruhum da takılmıştır ona. O da terk ediyordur beni hem de sonsuza kadar, hiç gelmemek üzere.

 

.

 

.

 

.

Loading...
0%