Yeni Üyelik
4.
Bölüm

▪︎4▪︎

@geceyeasikbirkiz

Gözlerimi açmaya çalışırken zorlanıyordum. Bir beton yığını inmiş gibiydi gözlerime. Hayattaydım, yaşıyordum. Tekrardan hayal kırıklığı karşılıyordu beni.

 

Görüşüm, gittikçe netleşiyordu. Mavi renk ağırlıklı bir hastane odasındaydım. Neler olduğunu zihnime geri yüklemeye çalışıyordum. Yere düştüğümü ve bilincimin beni terk ettiğini hatırlıyordum.

 

Odanın kapı tarafına baktığımda Aydoğan'ı ve Enes'i görüyordum. Fısıltıyla bir şeyler konuşuyorlardı.

 

"Ne oldu bana? Niye buradayım?"

 

Her ikisi de telaşla bana dönmüştü. Epey korkmuşlardı anlaşılan. Sahi, ben neden buradaydım? Normalde eve bir doktor getirirdi Aydoğan. Anlaşılan Enes, bazı şeylerden şüphe etmesin diye buraya getirilmiştim.

 

Yatağın yanına gelmişlerdi hızla. Aydoğan, eğilip alnıma bir öpücük kondurdu. İğrenerek başımı başka bir yöne çevirdim. Şu an canım çok yanıyordu ve rol yapacak mecali kendimde bulamıyordum.

 

"İyisin değil mi Lerzan?"

 

Enes'in sorusunu cevaplamak adına kafamı kaldırıp, gülümseyerek onayladım.

 

"Ne oldu bana? Bu halim ne?"

 

Aydoğan, çekinir gibiydi. Bir şeyler dönüyordu ve ben hiçbir şey anlayamıyordum.

 

"Birtanem ilişkiden sonra meydana gelen bir problem, daha sonra konuşuruz."

 

Anlamayarak bakıyordum. Ne ilişkisinden bahsediyordu bu? Yaptığı işkenceleri ilişkiden sayıyor olmalıydı. Enes, alayla bakıp konuştu.

 

"Neden konuşmuyorsun? Doktorun dediklerini beraber duyduk. Çekinmeyerek konuşuyorum. Bu tür kanama, acı ve ağrılar; bölgede oluşan hasar daha çok tecavüz vakalarında görülüyormuş. Ama tabii başka nedenleri de varmış. Yani daha sonra konuşulacak bir şey göremiyorum ben bunda."

 

Enes'in ağzından çıkanlar gözyaşlarımın akmasına neden oluyordu. Gözlerimi, odanın büyük camına çevirip gözyaşlarımı görmemelerini sağlamaya çalıştım. Enes, omzuma dokunarak beni sakinleştirmeye çalışıyordu.

 

"Hadi Aydoğan, doktoru çağır da Lerzan'la konuşsunlar."

 

Ona güvenmek istiyordum, birine gerçekten güvenmek istiyordum. Kurtulmak, kendimi kurtarmak istiyordum. Üç yıldan beri bir kez dahi kaçmaya çalışmamıştım, zaten buna da hiç imkanım olmamıştı. Üç yıldan sonra birine inanıp güvenmek istiyordum. Zihnim saniyeler içinde yapacaklarımı ve sonuçlarını hesaplamıştı. Eğer Enes'ten yardım istersem ve iyi bir adamsa kurtulacaktım. Ama eğer ya tam tersiyse... İşte o zaman her şey daha kötü olabilirdi. Aslında her şey oldukça kötü değil miydi zaten? 'İhtimallerin iyisini düşün' derdi hep babam, iyi olanı düşünmek zorundaydım şimdi de.

 

Aydoğan, ne kadar istemese de odadan çıkıyordu. Çıkar çıkmaz Enes'e çevirdim gözlerimi. Bana şefkatle bakıyordu.

 

"Lerzan, birazdan gelir. Neler oldu dün gece?"

 

"Enes, beni al."

 

Söylediğimle afallamış görünüyordu. Şaşkınca konuşmaya başladı, acelesi olduğunu farkındaydı çünkü.

 

"Nasıl, anlamadım?"

 

"Enes, beni kurtar. Lütfen kurtar. Her şeyi anlatırım, söz veriyorum çocukluğumdan başlarım anlatmaya. Ama ne olur kurtar beni!"

 

Kararsız duruyordu. Aceleyle bir şeyler düşünmeye çalışıyordu.

 

"Tamam, bir şekilde bir şeyler yapmaya çalışacağım. Benden haber bekle."

 

Konuşmasına devam etmek istemedi, anlamıştı Aydoğan'ın geleceğini. Benden biraz uzaklaşıp düşünmeye koyulmuştu. Ne düşünüyordu acaba? Beni gerçekten kaçıracak mıydı? Ona güvenmeli miydim? Arkadaşına ihanet edebilecek miydi? İki gün önce tanıdığı ve sadece adını bildiği bir kadın için kaç yıllık arkadaşını görmezden gelebilecek miydi?

 

Benim düşüncelerim beni, Enes'in düşünceleri onu boğarken Aydoğan hızla içeri girmişti. Bizi, birbirimizden uzak görünce rahatlamış gibi görünüyordu.

 

"Doktor önemli bir ameliyata girmiş. Şu an gelemeyecek onun için." diyerek bir açıklamada bulundu Aydoğan.

 

Başımla onaylayıp camlara döndüm. Enes'i görebiliyordum. Oldukça sıkıntılı görünüyordu. Anlaşılan benden böyle bir şey beklemiyordu. Eliyle yüzünü ovuşturup derin nefesini bıraktı.

 

"Lerzan, çok geçmiş olsun. Yine geleceğim. Aydoğan, sana da çok geçmiş olsun." diyerek çıktı odadan.

 

Yine yalnız kalmıştım bu iğrenç herifle. Ağır adımları, beni buluyordu. Yatakta yanıma oturup elini yanağıma koydu. Kaçmak istiyordum, gitmek istiyordum. Ayaklarımın götürebildiği yere kadar gitmek istiyordum. Yanağımı çekmeye çalıştım yavaşça.

 

"Lerzancım, yapma ama böyle. Sonra bana kötü biriymişim gibi bakıyorsun..." söyledikleri akıl karı değildi, keskin bakışlarım yüzünü buluyordu fakat umursar gibi değildi.

 

"...Sen bakma Enes'e, bir şey yok. Hem Enes'le ne konuştunuz siz ben yokken?"

 

İyi davranıyordu, iyileştiğim gün yine aynı şeyler olacaktı hatta boş geçen günlerin acısını çıkaracaktı. Soğuk tavrımı koruyarak ona cevap veriyordum.

 

"Ne konuşabiliriz ki? Bir şey konuşmadık, yapabileceği bir şey olursa haber vermemizi istedi sadece."

 

Kurtulmak, bir daha bu herifin yüzünü görmek istemiyordum. Enes, beni kurtaracak gibi duruyordu. Belki de çok iyi bir oyuncuydu. Peki ya beni kurtardığında ne olacaktı? Nasıl tutunacaktım hayata? Aydoğan beni yine bulacaktı, hatta kaçtığım için daha önce hiç tanışmadığım işkencelerle tanışacaktım.

 

"Bu Enes de fazla olmaya başladı. Ona neyse bizden? Her şeye burnunu sokuyor."

 

Gözlerimi devirdim görmesini dileyerek. Biliyordum ki şimdi bana hiçbir şey yapamazdı. Daha sonrasında ise Enes'e güvenmek zorundaydım. Şu birkaç günde tüm hıncımı almak istiyordum ondan. Hıncımı alamasam da istediğim gibi davranmak istiyordum.

 

Saatler hiç görmediğim bir yavaşlıkta ilerliyordu. Koca bir günü hastane odasında yatarak geçirmiştim. Doktor, sabah hastaneden çıkabileceğimizi söylemişti. Sabah olduğundaysa apar topar eve götürmüştü Aydoğan beni. Bu acelesinin Enes'ten kaynaklı olduğunu anlayacak kadar tanıyordum onu. Korkuyordu tekrar gelir de benimle yakınlaşır diye.

 

Odamda dinleniyordum. Aydoğan, odasında dinleneceğini söyleyip gitmişti. İyi ki de gitmişti, şu an onunla uğraşamayacak kadar yorgun hissediyordum kendimi çünkü.

 

Neredeydi bu adam? Yoksa vazgeçip gelmeyecek miydi? Veya o da mı Aydoğan gibi biriydi? Bunun olmaması için, beni kurtarması için Allah'a defalarca kez dua ediyordum. Çünkü üç yıldır ilk defa bu kadar inanmıştım kurtulacağıma. İlk defa hissediyordum zulümden kurtulabileceğimi. Enes'in iyi biri olduğuna inanıyordum, en azından inanmak istiyordum.

 

Kapının yavaşça açılması, refleks olarak kafamı oraya çevirmemi sağlıyordu. Gelen, elinde büyükçe bir çanta olan biriydi. O yanıma yaklaşırken arkasından da gergin bir biçimde Aydoğan giriyordu.

 

"Doktor Hanım, buraya getirdim sizi. Ama ne pansumanı bu? Lerzan'ın bir yerinde bir şey yok ki."

 

Gerginliğini anlamam hiç de uzun sürmemişti. Harbiden, ne pansumanından bahsediyorlardı acaba? Pansuman yapılacak bir şey yoktu ki ortada. İçimden geçirdiklerim, beni meraklandırsa da mecalim yoktu hiçbir şey açıklayıp sormaya.

 

"Aydoğan Bey, yapmam gerekiyor. Lütfen, daha fazla açıklama yapmak istemiyorum."

 

Doktor Hanım, bana gülümseyerek çantasını açıyordu. İçinden malzemeleri çıkartırken donuk bir yüzle Aydoğan'a doğru dönüyordu.

 

"Aydoğan Bey, hastayla beni yalnız bırakır mısınız lütfen?"

 

Aydoğan, gittikçe sinirlenen bir yüz ifadesine bürünüyordu. "Doktor Hanım, işinizi yapın ve bana karışmayın lütfen."

 

Doktor, memnuniyetsizce önüne dönüp üstümdeki pikeyi kaldırdı sakin hareketlerle. Tekrar arkasına dönüp tereddütle baktı Aydoğan'a. Anlayamadığım bir gerginlikti bu. Neden çekiniyordu? Doktorlar, oldukça profesyonel kişiler değiller miydi?

 

Doktor, tekrar bana dönmüşken Aydoğan'ın telefonunun çalması doktoru biraz olsun sakinleştirmişti. Aydoğan, sinirle dışarı çıkıp kapıyı çarptı. Neler oluyordu böyle?

 

Doktor bana iyice yaklaşıp fısıltıyla konuşmaya başlıyordu.

 

"Lerzan Hanım, yanımda sıvı bir kan pigmenti var. Az sonra bunu sizin bacak aranıza süreceğiz ve hastaneye gideceğiz. Anlamsızca bakmayın bana. Enes Bey gönderdi beni. Hastaneye gidebilirsek sizi kurtarabiliriz."

 

Başımı sallayarak onaylamamla hemen işe koyulmuştu. Enes beni kurtaracaktı, bu şu an tescillenmişti. Ama içimdeki sıkıntı, hala beni kemirmeye devam ediyordu. Kurtuluyor muydum? Bitiyor muydu işkence? Yüzümdeki acılar, morluklar; kalbimin ağzındaki yığılmış sızı ve kırgınlıkların sonu muydu bu? İnanmıyordum, inanamıyordum. Allah'ın her günü yediğim dayakların son günü müydü bugün? İğrenç elleri, bir daha yorgun tenime dokunamayacak mıydı?

 

Küçük çaplı bir şok geçirdiğimi hissediyordum. Tüm hissiyatım kaybolmuştu. Ne seviniyordum ne üzülüyordum ne de korkuyordum. Kendimi toparlayıp doktor ne dediyse onu uyguluyordum. Doktor yüzüme gülerek baktıktan sonra endişeye büründü yüzü.

 

"Aydoğan Bey! Acele edin, hastaneye gitmemiz gerek."

 

Bağırışlar üzerine, Aydoğan kulağında telefonla girmişti odaya. Hayretle bana bakarken idrak etmeye çalıştığı şeyler vardı.

 

"Neler oluyor, ne oldu burada?"

 

Doktorun eli ayağına karışmış gibi görünüyordu. "Görmüyor musunuz? Çok fazla kanaması olmuş, bu çok büyük bir problem. Acilen hocamın görmesi gerekiyor. Belki bir ameliyat bile gerekebilir"

 

Gerçeği bilmesem gerçekten doktora inanırdım. Oldukça iyiydi oyunculuk konusunda. Anlaşılan Aydoğan da inanmıştı ona. Normalde eve doktor çağırmayı teklif ederdi, hatta teklif etmekle kalmaz gider getirirdi de. Ama doktor, oldukça manipüle edici davranıyordu.

 

Aceleyle gelmiştik hastaneye. Doktora ayak uydurup sürekli rol içindeydim ben de. Canım çok acıyormuş gibi davranıyordum. Canım acıyordu zaten ama o kadar kanamaya daha fazla acımalıydı. Bunun rolünü yapmak oldukça kolaydı, acıyı ziyadesiyle iyi bilirdim çünkü.

 

Yoğun ses ve konuşmalar arasında bir ameliyathaneye alınıyordum. Aydoğan, ameliyathane girişlerinin kapısında kalmıştı. Her şey çok hızlı oluyordu, başım dönüyordu artık bu yoğun karmaşa ve seslerden.

 

Başımı sedyenin başlığına dayamış, neler olacağını sakin bir edayla bekliyordum.

 

"Rahatın yerinde görünüyor anlaşılan, o kadar hengameye rağmen."

 

Enes'in sesiydi bu. Başımı kaldırıp baktım. Beyaz bir tişört ve siyah bir pantolon vardı üzerinde.

 

Gülümseyerek yanıma yaklaşıyordu. Onun ifadesine zıt bir ifade vardı yüzümde: endişe.

 

"İyi misin? Çok yoruldun mu? Ağrın, sızın var mı?"

 

Gülümsemeye çalışıyordum ben de. "Hayır, iyiyim."

 

Sedyeden kalktım yavaşça. Çekinerek kolumdan tutuyordu. "Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim."

 

Gülümsemekle yetinmişti sadece. Yüzünde, sadece buradan çıkıp gitmek isteyen bir ifade vardı. Öyle de yapıyorduk, çıkıyorduk. Geldiğimiz yerin aksine başka bir kapıdan ilerliyorduk. Yavaş adımlar atmak zorunda kalıyorduk, çünkü ne kadar iyi olsam da ağrılarım devam ediyordu hala.

 

Bitmişti. Resmen her şey bitmişti. Eski hayatıma dönecektim. Kalbim, midem, bacaklarım... Her biri ayrı ayrı reaksiyonlar gösteriyorlardı. Kalbim; boğazıma dayanmış, özgürlüğünü ilan etmek istiyordu. Midemde dolaşan kelebeklerden söz dahi edemiyordum; heyecan kelebeğiydi bunlar, özgürlük kelebekleriydi. Bacaklarım; bana ses seda etmeden ilerliyorlardı, daha hızlı ve daha ileriye gitmek istiyorlardı anlaşılan.

 

Uzunca koridor bitmişti sonunda. Küçük bir kapıdan çıkıyorduk. Maviliğinden gözlerimin kamaştığı gökyüzü karşılıyordu bizi. Gülüyordum, kahkahalar ata ata gülüyordum. Bitmişti, kurtulmuştum. Canımın acısına aldırmayarak zıpladım olduğum yerde. Enes de gülüyordu.

 

"Dikkatli ol, sancın başlayacak."

 

O neden gülüyordu? Neden mutluydu? Beni tanımıyordu, mutluluğuma ne diye ortak oluyordu?

 

Sözlerini dikkate alarak sakinleştim. Yoksa gerçekten uzun bir süre sızı çekmek zorunda kalacaktım. Derin nefeslerimi, ciğerlerimle buluşturuyordum yavaş yavaş.

 

Etrafa baktım tanımak ister gibi. On beşe yakın adam vardı etrafımızda. Her biri takım elbiseli adamlardı. Bir an şüphe düştü aklıma. Acaba Enes de mi Aydoğan gibiydi? Beni hapsetmek için, işkence etmek için mi kaçırmıştı yoksa? Göğsüm hızla inip kalkıyordu.

 

"Kandırdın beni! Sen de Aydoğan gibisin. Öldür beni! Ben daha fazla dayanamam, ne olur beni öldür!"

 

Gözyaşlarım yüzümle buluşuyordu. Beni öldürmesi için yalvardığım adam, bana belirsiz gözlerle bakıyordu. Ne vardı o gözlerin içinde? Öldürmeyi mi planlıyordu yoksa? Yaklaşıyordu, sakince üzerime geliyordu.

 

"Lerzan, sakinleş lütfen. Ne kandırması, anlamıyorum neyden bahsettiğini?"

 

Numara mı yapıyordu? Gerçekten anlamıyor gibi duruyordu, ama güvenebilir miydim ki?

 

"Bu kadar adam boşuna mı burada? Aydoğan'ın da var bir sürü adamı, aynı onlar gibi. Sen de aynısın!"

 

Biraz daha yakınlaşıyordu bana.

 

"Lerzan, gel sakinleş bir konuşalım. Onlar sadece bana yardım eden insanlar. Onlar kötü hiçbir şey yapmıyorlar. Sana tek tek anlatırım, ama sakinleşmen gerekiyor ilk önce."

 

Ne yapacağımı bilmez halde dönüyordum etrafımda. Bir tür kriz mi geçiriyordum? Onu bile kavrayamıyordum. Bir elin koluma dokunması, ürkekçe geri kaçmama neden olmuştu. Dokunan kişi Enes'ti. Ürkekçe kaçmam, onu temkinli bir hale getiriyordu. Ellerini havaya kaldırarak geriye kaçtı.

 

"Hadi Lerzan, binelim arabaya da gidelim. Buralarda dolanmaya devam edersek Aydoğan'ın adamlarının görmesi an meselesi."

 

Beynimdeki düşünce akışı durmuştu. Ne düşündüğümü dahi bilmiyordum. Ayaklarım, birkaç arabanın bulunduğu alana götürüyordu beni. Enes'in yönlendirmesiyle biniyordum birine.

 

Yol gidiyordu, yol akıyordu. Ömürler geçiyor, akıyordu. Akıp gitmeyen tek şey beynimdeki düşüncelerdi. Hiçbir yere gidemiyorlardı. Hiçbir zaman yerlerinde durmayan düşüncelerim, şu an bağdaş kurup oturmuş durumdaydılar. Ne oluyordu, farkında mıydım? Ne yaşıyordum? Kurtulmuş muydum, yoksa her şey daha mı beterdi? Düşünce terazim bu muhakemede yoktu.

 

Araba, ormanlık bir alana giriyordu. Her yerde çam ağaçları vardı. Çok severdim çam ağaçlarını. Kokularını çoktan unutmuştum, ama çok güzellerdi. Tereddütle Enes'e baktım, uyuyordu. Şoföre döndüm aynı tereddütle.

 

"Camı açabilir miyim acaba? Biraz hava almak istiyorum da."

 

Şoför gülümseyerek cevapladı. "Tabii ki..."

 

Büyük bir özlemle açtım o camı. Çam ağaçlarının kokusu tenimi yokluyordu. Unutmamıştım, koku hala hafızamın bir yerlerinde ikamet ediyordu. Ciğerlerim patlayana kadar çektim o kokuyu içime.

 

3 Yıl Önce

 

Çam ağaçlarının gölgesinde oturmak, içimdeki huzuru katlaya katlaya daha derinlerime gönderiyordu. Yaslandığım kolunu kaldırıp omzuma atıyordu Sarp.

 

"Sevgilim, her bahar yapalım bunu. Çok iyi geldi buranın havası."

 

Saçlarımın arasına öpücüklerini bırakırken konuşmaya çalışıyordu.

 

"Sevdiysen her bahar ne? Her hafta geliriz birtanem."

 

Gülümseyerek kalktım dayandığım vücudundan. Gözlerine baktım derin derin.

 

"Her hafta gelmemiz için babam da ısrar ediyor sevgilim. Diyor ki; 'Sarp, gel evladım; kızımı dağa kaldır.'"

 

Kahkaha atarak karnını tutuyordu. "Gerçekten inanılmazsın hayatım. Babanın beni sevdiğini bilirdim. Ama bu denli geniş olacağını tahminlerim arasına getirmedim hiç."

 

Ağzına hafifçe vurup sahte bir kızgınlıkla baktım ona.

 

"Babam hakkında doğru konuş, densiz! Bu ne cüret?"

 

Teslim olur gibi yapıyordu kollarını. Memnuniyetle gülümseyip ayağa kalktım.

 

"Hadi salyangoz, koş koş!"

 

Şimdiki Zaman

 

Koşmak istiyordum, özgürlüğüme koşmak istiyordum.

 

"Durabilir miyiz? Dışarı çıkabilir miyim biraz? Lütfen..."

 

Şoför, karar verememişti. Arabayı durdurup Enes'i inceledi bir müddet. Hala uyuyordu. Derince nefesini arabanın içine bıraktı.

 

"Tamam, ama lütfen çok durmayalım ve çok uzaklaşmayalım."

 

Sevinçle arabadan indim. Huzurlu havayı ciğerlerime doldurup etrafımda döndüm birkaç kez. Sevinçten ağlamak üzereydim. Ama ağlamayacaktım, acılar dinmişti. İnşallah...

 

Ormanın içinde koşturmaya başladım. Kasıklarımdaki ağrı dahi canımı sıkamıyordu. Koştum, koştum, koştum... Fazla uzaklaşmamak için geri koştum. İçimi kaplayan mutluluk, ifadesizdi. Küçükken hediye aldığımda böyle oluyordum. Masum, ifadesiz bir mutluluk...

 

Arkamda şoförle arabaların yanına yaklaşıyorduk tekrardan. Enes'i görüyordum. Arabanın ön kaputuna oturmuş, sigara içiyordu. Neden çıkmıştım, neden koşturmuştum ki sanki? Kızacaktı, belki de dövecekti. İçimi kaplayan burukluk, adımlarımın da yavaşlamasına neden oluyordu.

 

Enes'in görüş açısına giriyordum. Düşünceli bakışları; yüzümü bulduğunda gülümseyerek, gözlerini kapayarak selamladı beni. İçimi serin sular süslüyordu. Kızmamıştı, çok farklı geliyordu ama kızmamıştı.

 

"Anlaşılan sen içine yüklediğin enerjiyi, epey atamayacaksın. Spor salonuna falan yazıl bari."

 

Gülümseyerek arabaya geçtim. Sigarasını yere atıp söndürdü. Hızlı adımlarla arabaya binip oturdu yerine. Araba hareket ederken penceresini açıyordu.

 

"Hakkın var Lerzan, kendine getiriyor insanı şu hava."

 

Gözlerimi kapatıp başımı, başlığa dayadım. Benim değil, Sarp'ın hakkı vardı.

 

"Çok seviyorum açık havaları. Nefes alabildiğim her yeri çok seviyorum, ama gerçekten nefes alabildiğim yerleri."

 

Başımı kaldırıp tekrar ona baktım, hala gülümseyerek bakıyordu. Çok güler yüzlü biri olmalıydı. Ya da sadece göz boyamak için yaptığı bir şovdu.

 

"Hep bu kadar güler yüzlü müsündür?"

 

Daha da genişledi gülüşü. "Bilmem, fark etmemiştim hiç bunu. Yani çok güldüğümü falan. Sinir bozucu mu duruyorum yoksa?" yine gülüyordu işte. İnci gibi, özenle dizilmiş dişleri; gülüşüne ayrı bir güzellik katıyordu. Hemen dudağının altında olan gamzesi çıkıyordu meydana.

 

"Sinir bozucu değil."

 

Gülüşü yavaş yavaş düzelirken önüne dönüyordu. Araba duruyordu ve ben şükrediyorum. Enes inerken ben de uyumla indim arabadan. Geldiğimiz yer ahşap, iki katlı bir evdi. Aydoğan'ın gri, buz gibi evinden oldukça tatlı ve sıcak duruyordu. Peki ya niye biz buraya gelmiştik?

 

"Enes, neden buraya geldik? Ben babamın yanına gitmek istiyorum."

 

Burukça gülümseyip yaklaştı. " İçeri geçip konuşalım. Sonra bir karara varırsın."

 

Kapıdan girdiğimizde direkt oturma odası karşılıyordu bizi, bir de Amerikan mutfak vardı. Lacivert koltuklardan birine geçip oturdu. Çekinmeden yakınlarına bir yere oturdum. Tam ağzını açmış konuşacakken arkasına döndü.

 

"Arkadaşlar çıkabilir misiniz?"

 

Korumalara söylüyordu bunu. Fazla nazikti.

 

"Lerzan, bir günde plan yapıp seni kaçırmış olsam da birkaç şey öğrendim. Çünkü öğrenmeliydim ki kaçırdıktan sonra nereye götürebileceğimi kestireyim."

 

Aldığı oksijeni göğsünde istif edip devam etti konuşmaya.

 

"Babama gitmek istiyorum, dedin. Baban, evinizde yoktu. Hatta evinizde başka birileri oturuyordu. Mahalleliye sorduk öğrenmek için..."

 

Gözleri, gözlerimden kayıyordu. Neden devam etmiyordu? Bir problem mi vardı yoksa?

 

"Lütfen devam eder misin? Bir şey mi var?"

 

"Lerzan, dilim varmıyor. Baban, sen kaçırıldıktan sonra ortadan kaybolmuş. Mahalleli öldü olarak biliyor."

 

Kalbim durmuş muydu, yoksa durmak için hızlanmış mıydı? Boğazımdaki yumru beni boğar gibiydi. Hayatımı adadığım adam yoktu, koca bir hiçti artık bu hayat. Ölmüş müydü? Benim babam, beni asla bırakmazdı. Biliyordum, beni güçsüzce bırakacak biri değildi. Hem ölse bilirdim, ölse hissederdi ona bağlı olan bu kalbim. Öldüğüne inanamazdım, ancak ölüsünü görmem gerekliydi. Babamdı o benim, babalar bırakmazlardı...

 

.

 

.

 

.

 

.

 

Loading...
0%