Yeni Üyelik
5.
Bölüm

▪︎5▪︎

@geceyeasikbirkiz

Ağlamadan ağlamak diye bir şey olduğunu hissediyordum, fark ediyordum. Mutlu olamamak mıydı kaderimdeki? Acılarla savaşacak kadar güçlü hissedemiyordum artık kendimi. Hele ki bu acı babamın yokluğuysa...

 

Enes, bana doğru yaklaşıyordu koltukta. Ağlama krizi geçirmiştim. Artık ağlamıyordum, ama beter olmuştum. Kimin bedduasını almıştım ben böyle?

 

"Beni dinleyebilecek misin artık Lerzan? Belki bu kadar ağlamayacaktın dinlesen..."

 

Yalvarırcasına baktım gözlerine. Babamın ölmediğini söylemesini istiyordum. Gözlerinde bir şeyler arıyordum; bir umut, bir yol...

 

"Umutlanman için söylemiyorum. Baban yaşıyor olabilir. Onu bulmaya çalışırız beraber. Eğer bana güvenirsen, eğer benimle kalmak istersen ve eğer benden bunu istersen..."

 

Ne diyordu bu? Az önce öldüğünü söylememiş miydi? Delirmemi mi istiyordu?

 

"Az önce öldüğünü söyledin. Anlayamıyorum ne yapıyorsun?"

 

Nefesini verip gözlerimin en içine bakıyordu.

 

"Yani diyorum ki; Aydoğan, babanı kaçırıp bir yere tıkmış olabilir. Yaşıyorsa, hayattaysa onu bulurum."

 

Ona güvenmekten başka bir şansım varmış gibi konuşuyordu. Ona güvenip buralara gelmemiş miydim zaten? Gözlerimi kapayarak onayladım onu.

 

"İki günde beni apar topar nasıl alabildin?"

 

Yine gülümsüyordu.

 

Enes

 

2 Gün Önce

 

Aydoğan, geldiği kadınla birlikte kaçarmış gibi gidiyordu mekandan. Bir şeyler vardı, çözemediğim bir şeyler... Kadın, ya çok çekingendi ya da bir şeylerden korkuyordu.

 

Tuğra'nın yanına sokuldum, bana biri fikir verecekse ancak o verebilirdi.

 

"Tuğra."

 

Arkasına döndüğünde hala bir bardakla uğraşıyordu.

 

"Oğlum dur şimdi, bırak bir şunları. Ne vardı o kadında? Bir değişikti."

 

"Abi valla ben de sana onu söyleyecektim. Bence kadın mutlu değil, ama nedenini tam anlayamadım. Aydoğan'ın gözüne bir gözük derim. Bir şeyler çeviriyor gibi. Hem ne kadar yakınsınız ve kadını yeni görüyorsun. Ne kadar mantıklı?"

 

Doğru konuştuğunu onaylar gibi kafamı salladım. Evine gitmeliydim, bir şeyler yapıp eve gitmem gerekliydi. Oturdum bir süre. Daha sonrasında belki elime bir koz verir diye defalarca aradım. Ama açmıyordu. Mekanın içinde adeta cirit atıyordum.

 

"Buldum, Tuğra buldum."

 

Merakla beni inceliyordu, bir an evvel anlatmam için.

 

"Korkmuyor mu bu benden? Korkuyor. Bugün seninle itişmedi mi? Evet. Yaralanacaksın Tuğra?"

 

Tuğra, anlamayarak yüzüme bakıyordu.

 

"Abi, her istediğini yaparım eyvallah da... Ne zamandan beri insanların canını acıtmaya başladık?"

 

Gülerek kolumun altına aldım onu.

 

"Aman, abisinin de her dediğini de yaparmış. Bir şey olmayacak, şakacıktan oğlum. Hiç mi evcilik oynamadın?"

 

Dilini dışarı çıkararak ölmüş taklidi yapıyordu.

 

"Oldu mu abi?"

 

"Oldu koçum, oldu." diyerek saçlarını karıştırdım.

 

Arabaya binip Aydoğan'ın evinin yolunu tuttum. O kadında bir şeyler vardı. Ama anlayamıyordum. Aydoğan'dan her zaman her şeyi beklerdim. Korkmadan, çekinmeden her şeyi yapabilirdi. Onunla olan yakınlığımdan çoğu zaman rahatsız oluyordum. Ama rahmetli babamdan geriye kalan tek şeydi. Ve babama ihanet etmek istemiyordum.

 

Evine gelmeyeli yıllar olmuştu. Çok değişmişti. Büyük duvarlar ve o duvarların üzerine sarılı olan teller, bir hapishane havası veriyordu. İçimde ürken bir yer vardı, ama şu an onunla uğraşacak zaman değildi. Elimin tersiyle ittim bir kenara.

 

Kornaya bastım. Büyük, kahverengi kapı sesli bir biçimde açılıyordu. Arabamı hızla büyük bahçeye sokuyordum. Sinirli görünmeliydim, ne de olsa sevdiğim birine zarar gelmişti. Ani bir frenle evin önünde durunca bahçedeki tüm korumaları etrafımı sarıyordu. Arabadan indim sert bir şekilde.

 

"Çabuk! Aydoğan'ı çağırın bana!"

 

Bir tanesi yanıma iyice yaklaştı, adının Serkan olduğunu anımsıyordum.

 

"Enes Bey, onu rahatsız etmememizi buyurdu Aydoğan abi."

 

Yakalarına yapıştım canını acıtmamaya dikkat ederek.

 

"Umurumda gibi mi duruyor? Çabuk, çağır içerideyim ben."

 

Korumanın gitmesini izlerken ben de ardından yürüyordum. Evin içine girdiğimde yoğun bir kasvet beni karşılıyordu. Sağ tarafımdaki büyük, uzun merdivenlere baktım. Bir çanta vardı, bir kadın çantası... Lerzan'ın olmalıydı. Daha da ilerledim salonun ortasına doğru. Büyük avizenin altında kalan kahverengi koltuklara yerleştirdim kendimi. Evin kasveti, ağır ağır işliyordu kalbime.

 

Merdivenlerden hızlıca giyindiği belli olan Aydoğan geliyordu. Kaşları çatıktı bana bakarken.

 

"Enes ne oldu, bu kadar acil?"

 

Acil kelimesini bastırarak söylemişti. Yaklaştım ona.

 

"Tuğra hakkında bir fikrin var mı Aydoğan?"

 

Gözlerim ve kulaklarım Lerzan'ı arıyordu. İyi olduğunu görmek istiyordum.

 

"Ne diyorsun Enes? Tuğra kim?"

 

Sinirle yüzünü inceledim. "Blöf yapma Aydoğan! Biliyorum senin yaptığını."

 

Soluğunu yüzüme gönderdiğinde konuşmaya başlayacağını anlamıştım.Yukarıdan gelen ses, onu durduruyordu. Lerzan'ın sesiydi bu. Yardım istiyordu. Nasıl bir yakarıştı bu? Acı duyduğu belli olan sesi, yüreğimi sızlatıyordu.

 

Kalbim, ağzıma geliyordu odaya girdiğimizde. Duvarların dibinde yarım yamalak giyinmiş, kanların üzerinde yatan bir kadın duruyordu. Gözleri kapanmış, kollarıysa karnını sarıyordu.

 

Yanına eğildim hemen. Başını tutup kaldırdım.

 

"Aydoğan, çabuk arabaları hazırlatsana ne bakıyorsun öyle?"

 

Lerzan'ı uyandırmaya çalışmam, ne kadar anlamsızca dursa da bir umut devam ediyordum yaptığıma.

 

Hızla gelişti her şey. Aydoğan'ın, Lerzan'ı kucaklayıp götürmesi; arabalara hızla binmemiz; hastaneye geldiğimiz zaman Lerzan'ı alıp ani tedavilere başlamaları...

 

Hiçbir şey yapamadan öylece bekliyorduk kapıların önünde. Sakince beklemekten başka yapabileceğimiz bir şey yokken Aydoğan delirmiş bir haldeydi. Etrafa saldırmaktan başka yaptığı bir şey yoktu. Yumrukladığı duvarların sesini, zorladığı ses tellerini işitiyordum.

"Aydoğan! Yeter artık! Böyle yapman hiçbir şeyi düzeltmiyor."

 

Öfkeli gözleri, şimdi de benim çehremi hapsi altına alıyordu.

"Düzelten bir şey yok! Hiçbir şeyin düzeldiği yok zaten Enes!"

 

Vücuduma yüklenen sinirleri, yutkunarak hafifletmeye çalışıyordum.

"Ben biliyorum bu öfkenin sebebini Aydoğan. O kıza sen zarar verdin değil mi? Senin yüzünden bu halde. Yoksa bu tavırlarının başka bir açıklaması olamaz."

 

Üzerime yürüyordu ağır ağır. Hoşlanmıyordum böyle ahkam kesmelerden, ama bazen gerekiyor muydu? Gerekiyordu hem de oldukça.

 

Üzerine yürümeye devam ederken, tükürüklerini serbest bırakarak konuşuyordu.

"Ben ona hiçbir şey yapmadım, yapmam. O, her şeyi kendi yapıyor. Bir daha beni, böyle bir şeyle suçlama Enes. Yoksa..."

 

Beni mi tehdit edecekti? Tek kaşımı kaldırarak baktım yüzüne.

"Yoksa Aydoğan, yoksa ne? Öldürür müsün? Ya da döver misin?"

 

En az okyanuslar kadar derin nefesler alıp bir-iki adım öne çıktım.

"Beni mi tehdit ediyorsun Aydoğan? Yapamayacağın şeyleri söyleme. Eğer bir daha böyle bir şey tekrarlanırsa tehdit etmem Aydoğan, yaparım."

 

Ertesi Gün

Aydoğan'ı odadan göndermem, Lerzan'ın da işine gelmiş gibi görünüyordu. Rahatlayan yüzüne bakıyordum.

 

"Lerzan, birazdan gelir. Neler oldu dün gece?"

 

"Enes, beni al!"

 

Kelimeleri beynime bulanık bir biçimde ulaşıyordu. Bu bulantıyı gidermem gerekiyordu.

 

"Nasıl, anlamadım?"

 

"Enes, beni kurtar. Lütfen kurtar. Her şeyi anlatırım, söz veriyorum çocukluğumdan başlarım anlatmaya. Ama ne olur kurtar beni!"

 

Beynimde hala dolaşan bulantıya rağmen cevaplamaya çalışıyordum.

"Tamam, bir şekilde bir şeyler yapmaya çalışacağım. Benden haber bekle."

 

Ne diyordu? Ne söylüyordu? O andan itibaren ne konuşuldu, ne yapıldı algılayamıyordum. Sadece Lerzan'ın söyledikleri dolanıyordu zihnimde.

 

Gözlerinde yorgun bir kadının izi vardı. Yalvarır gibiydi. O gözler neye şahit olmuştu? Neler yaşamıştı? İnanmak istiyordum, gözlerinden çaresizliğin kitabını okuduğum kadına inanmak istiyordum.

 

Nefes almak adına odadan çıkıyordum. İçeride neler gevelediğime dair hiçbir bilgi mevcut değildi beynimde. Çaresizce evime doğru yol alıyordum.

 

Ne yapacaktım? Ya da ne yapabilirdim? Lerzan'ın istediğini yapmak kolaydı da zarar vermeden yapmak kolay mıydı?

 

Eve geldiğimde Tuğra beni bekler vaziyetteydi.

"Ne oldu abi? Bu halin ne?"

 

Bakışlarımın ifadesiz olduğunu hissediyordum. Ardımda duran Yağız, endişeyle konuşuyordu.

"Valla Tuğra, yol boyunca da böyleydi. Hiç anlamadım."

 

"İçeri geçelim de konuşalım." dedim bedenim ayakta durmakta zorlanırken.

 

Açık renk koltuklardan herhangi birine atıyordum kendimi yorgunlukla. Tuğra, karşıma otururken sıkıldığını belli ederek konuşuyordu.

 

"Anlatmayı ne zaman düşünüyorsun abi? Ne oldu ya böyle?"

 

Nefes alarak dinlenmeyi bekledim. Ama yorgunluğum gidecek gibi değildi.

 

"Lerzan..."

 

Tanımayan gözler karşılıyorlardı beni. "Ya geçen Aydoğan'la mekana gelen kadın. Ayrıca Yağız, biz dün akşam kimi hastaneye götürdük?"

 

İkisi de anlamışça kafasını salladı. Yağız, gözlerini kısarak konuşmayı tercih ediyordu.

 

"Tamam da ne oldu kadına? Anlatacak mısın artık?"

 

"Belli ki kadın, Aydoğan'dan dayak yiyor. Sadece dayak olsa iyi... Neyse yani işte yardım istedi benden. Ulan ben ne yapacağım?"

 

Tuğra, bilmiş bir tavırla konuşuyordu. "Aydoğan'dan beklediğimiz bir hareket. Ulan şerefsiz! Her boku, her haltı yedi. Bunu da yedi. Ecdadına çökelim abi!"

 

İçimdeki tepkiler, Tuğra'nın tepkisiyle aynı olmasına rağmen dışıma daha sakin davranıyordum.

 

"Kadını kurtarmamız lazım. Zarar gelmeden yapacağız. Aydoğan'ın ruhu duymadan yapmamız lazım."

 

Bu sefer Yağız, hiddetle konuşuyordu. "Tamam işte abi, çökelim üstüne!"

 

Gözlerimi devirerek her ikisinin de yüzüne baktım. "Ne zamandan beri insanların üstüne çöküyoruz?"

 

Yağız, yarım ağız gülerken sakallarını karıştırıyordu. "İnsan diyorsun işte abi, insan... İnsan mı bu şerefsiz?"

 

Hak verirce başımı salladım. Doğru söylüyordu, bir insan başka bir insanın canına nasıl dokunabilirdi ki?

 

Tuğra, ayağa kalkmış; Yağız'ı alkışlıyordu. "Helal lan, işte bu oğlum işte bu!"

 

Onlara burukça gülümseyip konuşmaya devam ettim. "Yardım, arkadaşlar. Beyin fırtınası yapmalıyız."

 

Yağız, cebinden çıkarttığı çikolatadan ısırık alırken konuşuyordu. "Pek düşünmeye gerek yok ki. Halledilir küçük bir şey."

 

Alayla kaşımı kaldırıp Yağız'a baktım. "Küçük bir şey?"

 

Kafasını sallayarak son söylediklerimi onayladı. Tuğra, düşünür gibiydi. Ciddi manada kafa yoruyor gibiydi.

 

"Hastaneden çıktıktan sonra eve bir doktor mu göndersek?" dedim bir yandan da kafamda ölçerek.

 

Tuğra, merakla yüzüme dikti gözlerini. "Nasıl yani? Neden?"

 

"Dün hastaneye kaldırıldı ya, evine doktor gider sonra hastaneye geçmesini sağlarız bir şekilde. Oradan da kaçırırız."

 

Yağız, kafasını sallıyordu onay verir gibi. Tuğra da gözlerini kapattı onaylayarak.

 

"Olur, olur abi. Sonra ne olacak? Kimin yanında kalacak kadın? Eminim bir ailesi vardır." dedi Tuğra tereddütlü çıkan sesiyle.

 

Ellerimi şıklatarak Yağız'a doğru yönelttim. "Konunun burasıyla tam olarak Yağız ilgileniyor."

 

"Tam olarak ne ile ilgileniyorum?"

 

"Lerzan'ın önceden olan yaşamını araştır biraz. Nasıl yapacağım diye sorma be Yağız! Koskoca şirket ceosunun sağ kolusun. Elin kolun uzansın biraz kardeşim."

 

Gülerek kafasıyla onayladı beni. "Öyle deyince de havalı oluyormuş he!"

 

Şimdiki Zaman

Lerzan

 

"Beni, iki günde nasıl apar topar aldın? Anlatmayacak mısın?"

 

Yineledim sorumu. Ama hala gülümsemeye devam ediyordu.

 

"Boşver şimdi bunları Lerzan. O Aydoğan sana neler yaptı? Anlatmak ister misin?"

 

Gözlerini inceledim derin derin. Koyu renkli gözleri, ağzımdan çıkacaklar için can atıyor gibiydi. Belki de sadece ben öyle sanıyordum.

 

"Bana neler yaptığı önemli mi? Buna kimsenin engel olmaması, böyle psikopatların yaşaması, birçok kadının bunları yaşaması ve en önemlisi senin gibi adamların buna göz yumması önemli olan."

 

Kaşlarını çatıp yüzümü inceledi. Yüzümdeki ufak ufak birkaç yaraya takılıyordu gözleri ara ara. Sesli bir biçimde yutkunup tekrar gözlerime çıktı, gözleri.

 

"Aydoğan'ın sağlıklı bir ruha sahip olmadığından haberim var. Ama bir kadına şiddet uyguladığını bilmiyordum. Bilsem bir dakika durmazdım."

 

Kelimelerini seçmekte zorlanır gibi bir hali vardı. Sanki konuştuğu dil, ona ait değil gibiydi.

 

"Ama buradasın Lerzan. O herifin yanında değilsin artık. Yani..."

 

Söyledikleri üzerine gözyaşlarım yine akıyorlardı. Kucağında olan bakışları, yüzümü bulduğunda kaşlarını çatarak baktı yüzüme.

 

"Lerzan... Lerzan, ne oldu?"

 

Gözyaşlarımı, kazağımın kol kısmıyla silerken çatlak sesimle konuşuyordum.

 

"Kurtuldum Enes, kurtuldum ya. Resmen kurtuldum farkında mısın? Ama niye mutlu olamıyorum ben?"

 

"Mutlu olman için ne yapabilirim bilmiyorum Lerzan. Ama istediğin her şeyi yapabiliriz. Gerçekten..."

 

Güven vermek adına gülümsüyordu. Ona istediklerimi söylesem dahi yapabilir miydi ki? Sanmıyordum.

 

"Yapamazsın ki Enes. Şu an burada rahat rahat nasıl otururuz? Bir yerlerde bir kadın sesi yardım dileniyor, ama duymuyoruz. Bunun ne kadar acı olduğunu farkında değiliz."

 

Gözlerini yüzümden geçip koltukla uğraşan eline dikti. Gözleri ve eli aynı yerdeyken konuşmaya devam etti.

 

"O zaman, her duyduğumuz kadın çığlığına koşmaya çalışırız Lerzan. Ama her duyduğumuz..."

 

Zihnim benimle çok büyük bir oyun içindeydi. Bir tarafımın Enes'e olan güvenini sorgulayamazken bir yanımın da Enes'e hiç güvenmemesi gibi büyük bir çatışma vardı. Her ifadesi, her hareketi güven veren bir adam vardı karşımda. Ama...

 

İçimizdeki 'ama'lar kemiriyordu bizi. Ne rahat uyku uyuyabiliyorduk, ne yemekten tat alıyorduk ne de hayatımıza tutanabiliyorduk.

 

Bazen güvenmememiz gereken insanlarda harcıyorduk tüm güvenlerimizi. Asıl güvenilmesi gereken insanlara ise güven kalmıyordu kalbimizde.

 

Kalbimin alt tarafında çürüyen bir kısım hissediyordum. Bu çürüğün kalbimi kaplamasına izin mi verecektim? Yoksa çürük kısmı koparıp, kurtlara yem edip tekrardan kalbime güven tohumları ekebilecek miydim?

.

.

.

Loading...
0%