Yeni Üyelik
7.
Bölüm

▪︎7▪︎

@geceyeasikbirkiz

2 Hafta Sonra

 

Kurtulduğum, o kara zindandan çıktığım günden beri yaşamaya çalışıyordum ve üzerinden tam olarak iki hafta geçmişti. İçimdeki kötü his, hayatıma devam etmem için koca bir engeldi. O hissin nereden ve ne için geldiğini bilmesem de etrafımdakilere bunu oldukça belli ediyordum.

 

Bu on beş gün içinde Sarp'ı birkaç kez daha aramıştım, aramıştım ama nafile. İlk başlarda açan yoktu, birkaç gündür de engellendiğimi belirten bir telesekter çıkıyordu karşıma. Belki de içimdeki kötü hissin sebebi Sarp'tı. Üç yıl boyunca ona güvenmiştim, onu beklemiştim. Onun yaptığıysa...

 

Düşüncelerimle kendi kendimi boğarken bir ses, beni kurtarıyordu.

 

"Bugün dışarı çıkalım istersen biraz, iki haftadır evin içindesin. Tutsak değilsin ya burada..."

 

Sesin sahibi Tuğra'ydı. Günün çoğu vaktini benimle geçiriyor ve burada kalıyordu. Bazen benden sıkıldığını hatta psikolojisinin bozulduğunu dahi düşünüyordum. Ama o her zaman hiçbir sorun olmadığını ve üstelik eğlendiğini dahi söylüyordu. Benimle mi eğleniyordu gerçekten? Harabe bir ruh ve vücuttan ibarettim oysaki.

 

"Olur, işin yoksa gidelim."

 

"Günlerdir senin yanındayım Lerzan, benim işim sensin. İşlerimi sorgulama lütfen bir daha..."

 

Yüzündeki sahte sitem hala varlığını sürdürürken gülmemek için kendini tutuyor gibiydi. Kendimi zorlamadan ben de buruk bir gülümsemeyle karşılık verdim ona.

 

Tuğra'yla ikimiz kahvaltı etmiş, bunları konuşuyorduk. Enes ise sabah erkenden, bizim ruhumuz dahi duymadan evden çıkıp gitmişti. Aslında bu, birkaç gündür böyle süregeliyordu. Tuğra'dan duyduğuma göre de işleri çok yoğundu.

 

"Hadi kızım, git de hazırlan şöyle şıkıdım şıkıdım, sonra da çıkalım.."

 

Söylediklerine gülerken bir yandan da kıyafetlerimin olduğu ve aynı zamanda da gece orada uyuduğum odaya doğru ilerliyordum.

 

"Kesin de şıkıdım şıkıdım giyinirim Tuğra."

 

Bir pantolonun üzerine mavi bir kazak geçirdikten sonra hazır olduğumun kanaatine varmıştım. Arabaya binip ilerliyorduk, kocaman ağaçların arasından. Benim için sessiz, Tuğra içinse oldukça sesli bir yolculuktu. Ben sessizliğimi korurken Tuğra, sürekli olarak bir şeyler anlatıyordu. Belki ne anlattığını kendisi dahi farkında değildi ama sürekli olarak anlatıyordu. Ben, onun yerine yorulmuştum.

 

Nihayet ormanlık yoldan çıktığımızda İzmir'in dar sokaklarında dolaşıyorduk. Önümüze sıravade olmuş araçları beklerken Tuğra, şikayetlenmekten alamıyordu kendini. Arabalar nihayet önümüzden çekilmişken bu sefer de Tuğra gitmiyordu, arabanın kontağını kapatıyordu durduğu yerde.

 

"Ne oldu? Bir saattir sövüyorsun burada, neden gitmiyoruz?"

 

"Burada bekle, arabanın kapılarını kilitle ben şuradaki bakkaldan bir şeyler alıp geleceğim. Dağdan indik yahu, acıktım."

 

Gülümseyerek bahsettiği bakkala doğru ilerliyordu. Bense onu dinleyip tüm kapıları kilitliyordum. Beklerken etrafı izliyordum. Sokakları böylesine doya doya izlemeyeli, küçük ayrıntıların içinde kaybolmayalı ne kadar da uzun zaman olmuştu.

 

Sokak, ilk haline göre epey tenhalaşmıştı. Gözlerim, bir evin kapısını buluyordu. Bir hareketlilik vardı ve bu hareketler, hiç de iyi hisler uyandırmıyordu içimde.

 

Bir kız, güzel bir kız, ağlayarak evden çıkıyordu. Ağlayan bir kadın görmek, yüreğimi sıkıp içindeki tüm kanı ciğerime dağıtıyordu. Kapıları açıp çıkmak istedim. Sonra durup bunun tehlikeli olabileceğini düşündüm. Ama o kız da tehlikede olabilirdi. Bu düşünce harekete geçmemi sağlamıştı.

 

Derin nefesler eşliğinde kapıyı açıp sarı, küt saçlı kızın yanına doğru yaklaştım. Ne kadar da masum görünüyordu, masumlara mı bahşedilmişti bu acı? Acı, iyilerin evladı mıydı? Biz mi büyütüyorduk onu, yüreğimizdeki tüm kanlar onun için bir süt müydü?

 

Oturduğu kaldırıma ilişip cesaretimi topladım. Beni hala fark etmemiş olması, cesaretimi okşayan bir durumdu.

 

"Neden ağlıyorsun?"

 

Mavinin koyu tonunda olan gözleri, gözlerimi buluyordu. Korku kırıntısı arıyordum gözlerinde ama gözükmüyordu, tam tersi cesur bir bakış vardı gözlerinde. O an imrendim on sekiz yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim o kıza. Ne güzel de bakıyordu. Benim ürkek bakışlarım, onun cesur bakışları altında eziliyordu adeta.

 

Elini yüzüme getirip o an fark ettiğim gözyaşlarımı sildi baş parmağıyla.

 

"Asıl sen neden ağlıyorsun?"

 

"Ağlıyorum, çünkü senin kadar cesur değilim. Gözlerinde hiç korku yok ve bu çok güzel bir şey."

 

"Aslında çok korkuyorum biliyor musun? Canımı yakan çok şey var. Hiçbir şeyi çözemiyorum, sevdiğim adama yaklaşamıyorum. Çok canımı yakıyor biliyor musun?"

 

"Biliyorum. Önümüze çıkan engeller bir gün gidecek ama, bunu sakın unutma. Her karanlığın sonunda bir ışık vardır, tıpkı her tünelin sonunda bir yol olduğu gibi. Bazen sadece Allah, sabretmemizi bekler bizden. Sabrın sonu selamettir."

 

"Melek misin sen? Nereden buldun beni?"

 

Yüzümü gösterdim burukça.

 

"Meleklerin yüzünde böyle izler var mı ki?"

 

"Şeytanların bir oyunu bu. Şeytanların, meleklere yaptığı koskoca bir oyun. Ama üzülme, kurtulmuşsun. Bunları bir daha yaşamayacak olman çok güzel."

 

Morlukların üzerinde, canımı acıtmayacak biçimde elini gezdirdi.

 

"En yakın zamanda geçecek bunlar. Önemli olan yüreğindeki yarayı kapatman."

 

Onun yanına, onu teselli etmek için gelmiştim ama tam tersi olmuş gibiydi.

 

"Biliyorum, her şey geçecek. İkimiz de bir gün mutlu olacağız."

 

Elleri, sarı saçlarının ardından ensesine ulaştı. Hilal formundaki, siyah kolyeyi avcuma koydu.

 

"Benim adım Yağmur. Beni hiç unutma olur mu? Bu kolye sende dursun. Belki hayat, hayatlarımızı tekrar bir araya getirir. Eğer tekrar bir araya gelirsek o zaman alırım senden bunu. Emanetim olsun..."

 

Neden yaptığını bilmesem de hoşuma gitmişti bu yaptığı. Hala, olayın hoşnutluğu üzerimdeyken tedirgin bir tonda ismimin yankılanmasıyla kafamı, sesin geldiği yöne çevirdim. Seslenen Tuğra'ydı ve oldukça endişeli duruyordu.

 

"Lerzan... Neredeydin? Bir şey oldu sandım."

 

Güven vermek adına gülümseyerek "Buradayım..." diyebildim sadece. Adının Yağmur olduğunu öğrendiğim kıza gülümseyerek yanından kalktım.

 

"Merak etme, emanetin bende..."

 

Gülümseyerek kafasını salladığında Tuğra'yla birlikte oradan ayrıldık. Nihayet arabaya geldiğimizde kızgın görünüyordu. Bakkaldan aldıklarını arka koltuğa savurup sakinleşmeye çalışıyordu.

 

"Lerzan... ya Lerzan, nasıl inersin arabadan? Ya bir şey olsaydı... Ya kızım, nasıl ya?..."

 

Durup durup tekrar konuşuyordu. Korkutmuştum onu, bir yere kadar haklıydı ama yalnızca bir yere kadar...

 

"Kızın ağladığını görünce dayanamadım. O kız ağlıyordu Tuğra, bir kadın ağlıyordu. Nasıl dursaydım, buradan nasıl öylece izleseydim? Siz izlediniz mi? Enes veya sen, izlediniz mi?"

 

Ağzında bir şeyler geveleyerek -muhtemelen küfür- başını öne eğdi. Tahammülsüzce kafamı sallayıp geride bıraktığım kızı izliyordum. Gülümseyerek arabaya doğru bakıyordu ancak camdaki filmlerden dolayı bizi gördüğünden şüpheliydim. Bu kız kesinlikle karşıma boşuna çıkmamıştı ve kesinlikle Tanrı'nın bize çizeceği bir yol vardı.

 

Epey ilerlediğimizde nihayet kafamı Tuğra'ya çevirme zahmetinde bulunmuştum. Hala gergin ifade süzünüyordu suratında.

 

"Tuğra..." dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. Kısa süreli bakışları yüzümde gezindikten sonra tekrar yola döndü.

 

"Nereye gidiyoruz, ne yapacağız yani?"

 

"Bilmem, aklımıza bir fikir gelene kadar gideceğiz sanırım."

 

Kendimi tutamayarak küçük bir kahkaha attım.

 

"Gerçekten plan deyince de senmişsin be Tuğra."

 

Gülmelerime eşlik ederken böbürlenen bir ifadeye büründü vücudu ve yüzü.

 

"Tabii kızım, ne sandın? Plansız adım atınca sinirden geberiyorum."

 

Gülmeleri biraz olsun dinerken ciddiyete kavuşmaya çalışıyordu.

 

"Lerzan, kabaca davrandım. Haklısın, yani gitmekte haklısın. Ben sadece biraz... korktum sanırım."

 

"Evet, ayrıca kıza da kabalık ettin. Başınla da olsa bir selam verebilirdin."

 

Cebime nazikçe koymuş olduğum kolyeyi çıkartıp ona gösterdim.

 

"Bak, bana bunu verdi. Sanki öz kız kardeşimmiş gibiydi Tuğra. Kardeşim yok ama Binnur vardı, en az onun kadar yakın hissettim onu kendime biliyor musun?"

 

Kolyeye kısa bir bakış attıktan sonra değiştirdi görüş açısını.,

 

"Tanrı'nın elbet bir planı vardır Lerzan. Bazen kan çeker derler ya, onun gibi bir şey olmuş sanırım. Belki de hayatının önemli bir yerinde olacak bu kız, nereden bilebilirsin ki?"

 

Hak verdiğimi belli ederek kafamı salladım. Kısa bir aradan sonra tekrar konuşmaya başladı Tuğra.

 

"Az evvel bahsettiğin kız, Binnur... hiç ulaşmaya çalıştın mı ona?"

 

"Numarası ezberimde değil maalesef. Sadece Sarp'ın numarasını biliyorum ama keşke Binnur'un numarasını ezberimde tutsaydım. Neyse, eğer Sarp sandığım gibi insanlığıyla yaşayan biri olsaydı hem ona hem de Binnur'a ulaşabilirdim ama maalesef..."

 

"Onları, yani en azından Binnur'u bulamaz mıyız?"

 

"Mahalleye gidersek belki bulabiliriz. Ama okumak için başka bir şehre gitmiş olabilir. Yani, bilemiyorum..."

 

"O zaman şöyle yapalım... Mahalleye gidelim, bakalım. Yani evine gidelim."

 

Gözlerimin parıldadığına yemin edebilirdim o an.

 

"Gerçekten yapar mıyız bunu? Yani gider miyiz gerçekten?"

 

Memnuniyetle gülümseyip şoför koltuğunda rahat bir hal aldı. Bugün en rahat anı gibiydi.

 

"Evet, gerçekten yaparız. Ama maalesef bugün değil. Üzülme şimdi dur. Yapamayız çünkü Aydoğan, adamlarından oraya birkaç kişi koymuş olabilir. Bu araba Enes Abi'nin, onlar da bunu çok net biliyorlar. Başka bir gün, başka bir arabayla yaparız. Nasıl olsa vaktimiz bol kızım."

 

Mutlulukla ona bakmaya devam ettim. Benim için bunları yapması, yüreğimin tekrardan canlanmasını sağlıyordu.

 

"Çok teşekkür ederim gerçekten. Yani, nasıl teşekkür etsem bilemiyorum."

 

"Ben biliyorum, rahat ol."

 

"Ne fenalıklar düşünüyorsun yine?"

 

Kısa bakışları bana döndüğünde şaşkınlıkla açılan ağzından kahkahalar peyda oluyordu.

 

"Ne? Fenalık mıyım ben Lerzan? Aşk olsun vallahi. Alındım, gücendim."

 

Kahkahalarım, onun kahkahalarına karışırken yolda durmaksızın ilerlemeye devam ediyorduk. Kendimi sakinleştirmeyi başarmışken sinsice gülümsedim.

 

"Eee, ne fenalıklar düşünüyordun Tuğra?"

 

"Fenalıklarımı diyorsun." kısa bir kahkahanın ardından devam etti. "Buz pateni yapmaya gidelim mi?"

 

"Birkaç kez denemiştim ama sonuçlar hep hüsrandı."

 

"Bu sefer ben varım kızım. Kolay hem, sana yanlış öğretmişler."

 

"İlk gittiğimde on altı yaşımdaydım ve Sarp ile gitmiştik biliyor musun?"

 

5 Yıl Önce

 

"Sarp, ben daha önce hiç gitmedim. Ya bir yerimizi kırarsak?"

 

Elleri, vücudumu sararken daha da sokuluyordum ona.

 

"Sevgilim, ben varım yanında. Bir şey olmayacak, güven bana."

 

Başka çarem varmış gibi konuşuyordu sanki. Ona güvenmekten başka ne yapabilirdim ki o güvensiz yerde?

 

Nihayet pateni yapacağımız yere geldiğimizde hızla hazırlanmaya başlamıştık. Buz zemine çıkıyorduk ağır hareketlerle.

 

"Lerzan, sen şimdi şu kenarlara tutun, nasıl kayıyorum bak."

 

Onu dinleyip kenarda beklerken izlemekle yetiniyordum. Oldukça ustaca hareketleri vardı ya da yalnızca ben bilmediğim için bana öyle geliyordu. Gösterisini bitirip yanıma gelmişti sonunda.

 

"Bak şimdi, tutacağım seni ve gösterdiğim hareketleri yapacaksın. Etrafındaki insanları dert etme tamam mı? Çoğu bilmiyor zaten, sana bakmayacaklardır."

 

Tuttuğu ellerimi çekip kenara tutundum tekrardan.

 

"Ben diğer insanları umursayan biri değilim ki zaten Sarp, ama sen bunu söyleyince sanırım umursamam gerekiyor." dedim sitemle. Tekrar ellerimi tutup ısrarla konuştu.

 

"Lerzan, sevgilim... Ben sadece kendini sıkmanı istemedim. Tabii ki biliyorum insanları umursamadığını. Hadi gel, kayalım."

 

İnat etmeyip ona uydum. Çoğu kez düştüm ve çoğu kez kalkamadım. Canım epey acımıştı...

 

Şimdiki Zaman

 

Tuğra, vitesi değiştirirken yorum yapmaktan alamıyordu kendini.

 

"Senin bu herife güvenmen başından hataymış zaten kızım. Baksana patende bile bırakmış seni."

 

Haklıydı ama oldukça kırıcıydı dedikleri. Hayır, kırıcı olan Tuğra değildi. Sarp'tı. Haklılığı, dilime ket vuruyordu.

 

"Lerzan... Özür dilerim, ben sadece... sinirlendim sanırım biraz. Lerzan, lütfen üzülme. Tamam bak, çok iyi bir insanım ama ne de olsa erkeğim kızım ben de. Düşünemiyorum bazen, idrak etmiyor beyin işte."

 

Kendini hem bu denli övüp hem de o denli yermesi gerçekten inanılmazdı. Gülümsemeler içinde cevapladım onu.

 

"Yine de kendini öylece örselemen hoş değil Tuğra."

 

"Sen gülüyormuşsun he. Niye iki haftadır surat salladın kızım bize? Manyak ettin bizi."

 

Bir kahkaha patlattım, ağzıma yabancı ve uzun süredir görmediğim bir kahkaha...

 

Buz pateni yapacağımız yere geldiğimizde acelemiz varmış gibi hızlıca buz zeminin üzerine çıktık.

 

"Ellerini tutuyorum, benimle kayıyorsun tamam mı?"

 

Dejavu yaşıyor gibi hissetsem de ikimizin de moralini kaçıracak bir şey yapmadan dediklerini uyguladım. Kayabildiğimi hissetsem de bunun, onun sayesinde olduğunu da gayet idrak edebiliyordum.

 

Sonra bir şey oldu. Evet, bir şey oldu. Tuğra'nın ellerini birden vücuduma sarmalanmış biçimde buldum. Geri çekilmek istesem de beni daha çok çekmesi buna engel oldu ve boyun girintime yanaştırdı başını.

 

"Tuğra, ne yapıyorsun? Bırakır mısın lütfen saçmalamayı kes!"

 

"Lerzan... Dur kızım ya, bekle bir. Sakin ol, sakin olacağını düşünerek söylüyorum bak. Takım elbiseli adamlar var, Aydoğan'ın adamları olabilirler. Bak, biliyorum senin için zor bir durum ama lütfen bir-iki dakika sabret. Söz veriyorum, hemen bırakacağım ve seni olabildiğince rahatsız etmeyeceğim."

 

O adamların burada olma düşüncesi, beynimi kemirirken Tuğra'nın dediklerini de yapmaya çalışıyordum. Kollarımı, hafif eğimlenmiş sırtına doladım. Tedirgince duruyordu ellerim sırtında ama onun elleriyse sanki ilk defa değmiyormuş gibiydi bu bedene.

 

Dokunduğu her yer alevleniyor gibiydi. Canımın acıdığını hissetmiyordum, ama içimden bir şey kayıp gidiyordu ve ben bunu hissediyordum.

 

.

 

.

Loading...
0%