Yeni Üyelik
8.
Bölüm

▪︎8▪︎

@geceyeasikbirkiz

Ruhum ve bedenimin yangınlar içinde kavrulduğunu hissediyordum. Ama bu yangın, beni yakmaktan ziyade ısıtıyordu.

 

"Biraz daha dayanabilirsin umarım Lerzan."

 

Vücudumu ısıtan sesin sahibi, şimdi de telkinleriyle ruhumu ısıtıyordu.

 

"Az kaldı, bitecek."

 

Bitmesin.

 

"Çıkıyorlar sanırım Lerzan."

 

Bırakma.

 

"Şükür." diyerek ellerini vücudumdan hızla çekiyordu ve ben ruhumun alışık olduğu soğukluğa kavuşuyordum tekrardan. Yıllar sonra tekrar ısınan ruhum bocalamıştı ve bu bocalamanın kalbimde yanlış sinyaller uyandırmasından korkuyordum.

 

Tuğra'nın elleri, hızlı hareketlerle ellerimi buluyordu.

 

"Buradan hemen gitmeliyiz Lerzan. Sanırım Enes Abi'den şüphelenmeye başladı bu Aydoğan olacak şerefsiz."

 

Sonra yüzüme kısa bir bakış attı ve dudaklarından kısa bir küfür nidası, mırıltıyla ayrıldı. Bugünkü en hızlı hareketlerimizi yapıp arabada bulduk kendimizi. Tuğra, nefes nefese arabayı sürmeye devam ederken konuşmayı da ihmal etmiyordu.

 

"Lerzan... gerçekten özür dilerim. Yüzünü, vücudunu saklamak için aklıma başka bir gelmedi o an cidden. Yoksa sapık olduğumu falan düşünme."

 

Sona doğru kıkırtılar dökülüyordu dudaklarından. Ben de ona uyarak gülümsedim.

 

"Problem değildi." dedim geniş gülümsemem çehremde dolaşırken. Şaşkınca yüzümü inceledi, neden şaşırmıştı bu kadar?

 

"Neden şaşırdın bu kadar?"

 

Rahatsız olmuş bir ifade dolanıyordu yüzünde ama ona rağmen kafasını sallayarak bir şey olmadığını belirtti.

 

"Neden küfür ettin?"

 

"Ne zaman?" dedi şaşkınca. Ne kadar da çok şaşırıyordu bu adam...

 

"Aydoğan'ın Enes'ten şüphelendiğini söyledikten sonra ettiğin küfürden bahsediyorum."

 

Direksiyonu sağa döndürürken bana bakmayı ihmal etmiyordu.

 

"Aydoğan'ın yakınında olabileceği düşüncesi seni korkutabilirdi çünkü."

 

Yaşanmışlık ve tecrübe akan, buruk bir gülümseme döküldü dudaklarımdan.

 

"Korkmuyorum Tuğra, hiçbir zaman korkmadım da... Sadece bir şeyden korkuyorum; ya isyan edersem, ya yanlış bir düşünceye kapılıp benimle aynı kaderi paylaşan masumlara haksızlık edersem korkusu o da. Onun gibi nefes israfı olan bir varlıktan neden korkayım ki?"

 

Anladığını belirterek kafasını sallamakla yetindi. Konuşmuyordu, belki de konuşacak bir şeyi yoktu. Ama anlıyordu, beni anladığını iliklerime kadar hissediyordum. Bakışları bile çoğu zaman beni anladığını haykırıyordu.

 

Küçük bir kumar oynamıştım; sonucunu bilmediğim, ürkütücü bir kumar... İki seçenek vardı; ya kurtulacaktım, hayatım düzene girecekti ya da daha berbat işkencelerle karşılaşacaktım. Ama ben bu kumarı kazandım. Beni kurtarmasını istediğim adam, beni döven adamın yakını olsa bile... Belki de oyun devam ediyordu. Beni kurtaran adam doğru anı kolluyordu belki de. O doğru anda beni tekrar Aydoğan'a verecekti, hiçbir şeyden emin olamazdım.

 

Beynimde günlerdir binlerce düşünce deryası, birbirine çarparak duruluyordu. Yaşadıklarım, kimseye güvenmememi sağlıyordu. Travmalarımı bahane ederek beni cehennemden çekip çıkaran insanlar hakkında kötü düşüncelere kapılmamam gerektiğini de sık sık hatırlatıyordum kendime. Hatta ne olursa olsun biliyordum ki Tuğra ve Enes, iyi insanlardı...

 

Sessiz ve uzun bir yolculuğun ardından tekrar şehirden, insanların arasından sıyrılıp evimize gelmiştik. Artık evimiz diyordum; çünkü gerçek evim, gerçek insanların olduğu yerdi.

 

Tuğra'nın hızlı adımları, mutfağı bulurken konuşmaktan da geri kalmıyordu.

 

"Çok acıktık, çok... Şu şerefsizler gelmeseydi birer iskender gömerdik. Gömerdik değil mi kız?"

 

Gülerek kafamı sallamamın eşliğinde cevap verdim ona. "Gömerdik valla."

 

Dolaptan bir şeyler çıkarırken bir hayli keyifli görünüyordu, yemek yiyecekti ya...

 

"Bir gün iskender yemeye çıkalım mı?" dedim hevesle. Vücudunu ağır ağır bana döndürdü, ardından sevimli bir halle gülümsedi.

 

"Gidelim, en kısa zamanda gidelim hem de..."

 

Tuğra, işine geri dönerken ben de tezgahın üstüne oturdum.

 

"Bugünkü olanları Enes ne zaman öğrenecek?"

 

Gerçekten fazla soru soruyordum ve Tuğra'nın bunalacağı aşikardı.

 

"Kızım, seni daha önce dışarı çıkarmak lazımmış he... Evden çıkmadan önce, günlerdir neden hortlakla berabermişsin gibi konuşmuyordun?"

 

Küçük bir kıkırtı dudaklarımdan dökülürken sorusunu es geçerek kendi soruma geri geldim.

 

"Ne zaman öğrenecek?"

 

Sabır dileyen bir ifade vardı Tuğra'nın yüzünde.

 

"Dediğim dedik diyorsun yani... Gelince anlatacağım, tabii senin o zaman..." vücudumu yüzünü ekşiterek süzdükten sonra devam etti. "... bir tarafında pireler uçuşuyor olur ama neyse hadi."

 

"Uyumamam mı gerekiyor yani? Buradan onu mu anlamalıyım Tuğra?"

 

Ciddi bir ifade vardı yüzünde, ama bu ciddi ifadenin ironik bir alt yapısı olduğu belliydi.

 

"Evet uyumamalısın Lerzan. Enes Abi belki günlerce gelmeyecek ama oturup, uyumadan onu bekleyeceğiz."

 

Omzuna vurdum hafifçe, bunu ben de beklemiyordum kendimden. Hatta 'bu ne samimiyet?' diye küçük bir sorgulama yaşadım içimde. Belli ki Tuğra da beklemiyordu, doğradığı domatesler bir anda doğranmayı bırakmıştı çünkü.

 

"Yok yok, biz seni daha önceden çıkaracaktık dışarıya valla. Temiz hava yaradı sana."

 

Küçük bir kıkırtı daha dökülürken dudaklarımdan ona yardım etmeye koyuldum. Menemen yapıyorduk ve bu ciddi anlamda kritik bir işti. Soğanlı mı? Soğansız mı? Tabii ki soğanlıydı ama Tuğra, tabii ki zevksizlik yapıp soğansız diyordu.

 

"İnsanların fikirlerine saygı duymayı öğrenmelisin Lerzan. Bana vizyonsuz diyemezsin!"

 

Elinde tuttuğu soğanları göğsünde saklıyordu, sanki poşetten tekrar alamayacakmışım gibi.

 

"İnsanların fikirlerine saygı duyuyorum Tuğra, ama bu fikre saygı duymamı bekleme benden."

 

"Zevksiz ve vizyonsuz olan sensin Lerzan, soğanlı ne be?"

 

Çocukça kavgamız iki ayrı tavayla sonuçlanmıştı. Herkes kendi menemenini kendi yapıyordu ve sanırım en sağlıklısı da buydu.

 

"Vallahi çok güzel yapmışım, ellerime sağlık. Ya soğanlı yapsaydım, Allah korudu..."

 

Tuğra, iştahla yaptığı menemeni yerken adeta bana nispet yapıyordu. Oysaki benim menemenim de oldukça güzeldi.

 

"Afiyet olsun o zaman sana Tuğra..."

 

Hayretle kaşlarını kaldırmasının ardından hiç geciktirmeden konuştu.

 

"Seninkinin daha güzel olması hakkında bir senfoni yapıp benimle itişmeyecek misin?"

 

"Hayır, çünkü emin ol yemeğim daha güzel."

 

Gerçekten oturmuş iki çocuk gibi adeta sidik yarıştırıyorduk. Gören hünkar beğendi yaptığımızı falan sanacaktı.

 

Salona direkt açılan dış kapıdan anahtar sesleri gelince ikimizde dikkat kesildik. Gelen Enes'ti ve oldukça erken gelmişti. Tuğra, kulağıma yaklaşıp fısıltıyla konuştu.

 

"Hadi yine iyisin yaptı yine Enes Abi sana kıyağını, günlerce uykusuz kalmana gerek yok."

 

Gülümsememe engel olamazken Enes ise bizi izliyordu kapıdan öylece.

 

"Görmeyeli fazla kaynaşmışsınız anlaşılan." dedi Enes, kaşları çattıkken.

 

Neden bu kadar gergindi? Günlerdir uğraştığı iş, onu yormuş olmalıydı. Tuğra ve ben, sanki anlaşmışız gibi "Menemen yer misin?" diye sorduk. Ondan önce davranıp soğanlı olduğunu belirtecektim ki o da benimle aynı hızda davrandığı için yine aynı zamanda söylemiş bulunduk.

 

Enes, gülerek yüzünü yukarı doğru çevirdi.

 

"Siz iki bebek, demek bütün gün evin içinde böyle tartışıp duruyorsunuz..."

 

Kafamı iki yana sallayıp reddettim onu. Çünkü öyle değildi.

 

"Her ikisinden de yiyebilirim ama en çok soğansızdan."

 

Tuğra, sanki İstanbul'u fethetmiş gibi gülümsüyordu.

 

"Soğanlı severim ama Lerzan'ın kendisinin yemeye daha çok ihtiyacı var."

 

Bu sefer ben Tuğra gibi gülümsüyordum.

 

Karnımızı doyurmuş, koltuklarda oturuyorduk. Daha doğrusu Tuğra ve ben oturur pozisyondayken Enes, uzanıyordu. Tuğra'ya durmadan kaş-göz hareketleri yapıyordum, çünkü Aydoğan meselesini hala söylememişti. Karışmak istemiyordum, ama Enes daha sonra öğrenirse ikimize de çokça kızabilirdi.

 

"Ne diyecekseniz deyin de rahatlayalım." dedi Enes telefonunu incelemeyi bırakırken.

 

"Abi..."

 

Tuğra'nın kısık çıkan sesine karşın gayet şefkatli bir ses geliyordu Enes'ten.

 

"Abim..."

 

"Biz bugün dışarı çıktık Lerzan'la."

 

"Haberiniz geldi koçum, neden haber vermediniz? Bir de tek başınıza çıkmışsınız, sanki tehlikeli bir ortam yokmuş gibi."

 

"Kusura bakma abi, sabahtan aklımdaydı ama sana söylemeyi unuttum."

 

"Önemli değil ama tedbirinizi alın oğlum."

 

"Abi, bir şey daha var..."

 

"Gönder gelsin Tuğra, en kötü ne olabilir ki?"

 

"Biz bugün buz patenine gittik. Siyah takım elbiseli adamlar geldiler, biraz bakınıp gittiler. Büyük ihtimalle Aydoğan'ın adamlarıydı. Senden şüphelenmeye başlamışlar demek ki çünkü senin bgj plakalı arabayla gittik."

 

Enes, oturur pozisyon alırken gerilmişe benziyordu. Kısa bakışları beni bulduktan sonra tekrar Tuğra'ya döndüler.

 

"Lerzan'ı gördüler mi?"

 

"Sanmıyorum abi, bizden tarafa bakmadılar bile."

 

"Ha yani öylece ortada durdunuz Tuğra!"

 

"Yok abi, yani Lerzan göremeyecekleri şekildeydi."

 

"Tamam." dedi ayağa kalkarken. Üzerinde hala işten geldiği zamanki siyah gömlek ve siyah pantolonu vardı.

 

"Daha dikkatli olun Tuğra. Benim peşime düşeceğini biliyordum ama Lerzan'ı asla görmemeliler. Arabayı değiştirmemiz gerekecek, onu Yağızlar kullansın. Şirkete bağlı olmayan bir araba lazım artık size. Yağız'a söylerim ayarlar birkaç güne hallederiz."

 

Gülümseyerek bakıyordum ona. Aydoğan'a ne kadar da benzemiyordu, ne kadar da farklıydı ondan. Ciddi bir olaydı ve Tuğra'ya kızmamıştı, hem de hiç. Aydoğan olsa Tuğra'yı büyük ihtimalle öldürebilirdi. Enes'in bakışları, boş duvardan bana döndüğünde o da gülümsemeye başlamıştı.

 

"Birkaç gün işe gitmeyeceğim. Tuğra, sen de istersen bu birkaç gün içinde kendi hayatına bakabilirsin."

 

"Abi benim kendi hayatım mı var? Ben sendeyim..."

 

Enes gülerek kafasını iki yana salladı ve ardından alayla konuştu.

 

"Ecegün neyin tam olarak? Çok boşladın oğlum kızı, işler güçler derken. Bir gidin kafa dinleyin bir yerlerde."

 

Ecegün kimdi? Tuğra'nın kız arkadaşı mıydı? Meraklı gözlerim, zihnimden geçen sorulara ayak uydurarak ikisi arasında mekik dokuyordu. Genişçe gülümseyen Tuğra, benim merağımı giderecek gibiydi.

 

"Ecegün benim sevgilim. Bir gün buraya da getireyim de tanışın, hem canın da sıkılmış olmaz."

 

Kafamı sallamakla yetinmiştim çünkü Tuğra'nın sevgilisinin varlığı beni garip hissettirmişti. Hayır, kesinlikle Tuğra'dan hoşlanmıyordum ve sevgilisinin olması beni rahatsız da etmiyordu ama bileşenlerini tek tek ayıramadığım bir his kaplıyordu içimi.

 

"Harbiden getir bir ara, tanışsınlar Lerzan'la." diyerek Enes de onu onayladı.

 

"İnsanlar birbirleriyle tanışıyorlardı değil mi?" deyiverdim ne söylediğimi fark etmeden. İki adamın da gülüşlerini soldurmaya yetmişti söylediğim. Oysaki onları üzmek falan değildi niyetim.

 

"Özür dilerim, sanırım biraz dinlenmeliyim. Kusura bakmayın lütfen."

 

Dudaklarım birbirine kenetlenirken ikisinin yüzünü samimice inceliyordum. Ardından usulca kalkıp yattığım odayı buldum. Fil kadar ağır ruhumu taşıyan kuş kadar hafif olan bedenimi yatağın üzerine attım. Derin nefesler içinde uyumak için zorladım kendimi ama rahatsız olan bacaklarım buna izin vermiyor gibiydiler.

 

Her gün, aralıksız şiddete maruz kalan bacaklarım neden huzurları yerindeyken bu denli şikayetçiydiler. Her gün ızdıraba uğramak onlara alışkanlık mı yapmıştı yoksa? Tıpkı ruhumun, zihnimin alıştığı gibi o da mı alışmıştı bazı şeylere?

 

Vücudum, yeni insanlarla tanışmayı unutmuştu? Nasıl tanışılıyordu, el uzatarak mı? Zihnimin bir köşesinde insani davranışlarımın izlerini arıyordum. Bu izleri, sanırım yavaş yavaş meydana çıkaracak kişiler çevremde pervane oluyorlardı.

 

Zihnimin esaretinden beni kurtaran kapının nazikçe tıklanmasıydı.

 

"Lerzan, gelebilir miyim?"

 

Gelen Enes'ti ve pek bekletmeden gelmesini söylemiştim ona. Ağır adımları odayı bulurken vücudu da yatağım küçük bir köşesini kaplıyordu.

 

"İyi misin Lerzan?"

 

"İyi olmam gerekiyor Enes, en azından bunu size borçluyum."

 

Küçük tebessümü, gözlerime yansırken hemen ardından gözlerinin karası yansıyordu.

 

"Bize hiçbir şey borçlu değilsin Lerzan, asıl biz sana borçluyuz. Ne zamandan beri gözümün önündeki şerefsizin ne yaptığını fark edemeyecek kadar aptalmışım gerçekten..." küçük bir nefes arası verdikten sonra devam etti. "Ama iyi ol, bir daha yaşadığın hiçbir şeyi yaşamana izin vermeyeceğim. Gerekirse hep yanımda kalırsın ama izin vermem."

 

Yüzümü kısaca süzdükten sonra afallamış gibi hızla konuşmaya başladı.

 

"Yani sen de istersen... Seni zorla tutacak değilim ya burada..."

 

"Her şey için çok teşekkür ederim Enes. Bazen zihnimi öyle düşünceler kaplıyor ki sana, size ihanet ettiğimi düşünüyorum."

 

Kaşları hızla çatılırken kafası hafif sola döndü.

 

"Nasıl düşünceler onlar?"

 

Mahçupça kafamı ellerime indirip öyle konuştum.

 

"Doğru zamanı kolladığını düşünüyorum bazen Enes. Beni o şerefsize tekrar vereceğini düşünüyorum." kafamı hızla yüzüne kaldırdım ve öyle devam ettim. "Ama sonra bunları siliyorum kafamdan. Çünkü biliyorum ki bunlar travmatik yaşantımın izleri."

 

Şefkatle gülümsedi, hayal gördüğümü sansam da evet, gülümsüyordu.

 

"Bunlar önemli değil Lerzan. Henüz bir haftadır tanıdığın yabancı bir adama güvenemezsin ki. Bunları beraber aşabiliriz. Psikolojik tedavi alabilirsin istersen. Hatta sonra okursun, nerede kaldıysan oradan devam edersin. Her şey düzenlendiğinde de sana yeni bir hayat kurarız. Aydoğan'sız, bensiz... yepyeni bir hayat, tertemiz..."

 

Gülümsedim, en içten gülümsemelerimden biriydi belki de. Çıkarsızca beni düşünen biri vardı karşımda ve benim için çırpınıyor gibiydi.

 

"Enes, Allah senden razı olsun. Benim en çok istediğim şey, şu adamdan kurtulmaktı ve oldu. Umarım hayatında en çok istediğin ne varsa, hatta istediğin her şey bir an önce gerçekleşti. Sen tüm iyilikleri hakkeden bir adamsın."

 

Utangaç ifadesi, yüzünü kaplarken her zamanki gibi gülümsemeyi de ihmal etmiyordu.

 

"Sağ ol, sen de her şey için sağ ol Lerzan... İyi geceler..."

 

Bir şey dememi beklemeden ve arkasına dahi bakmadan usulca çıkıp gitmişti odadan. Bense huzurlu uykularımdan biriyle kavuştuğumu hissedebiliyordum.

 

Uykum dağılırken yoğun ses altında kaldığımı hissediyordum. Birbirinden yüksek sesler birbirini kovalıyordu. Bu seslerin kimisi tanıdık, kimisi yabancıydı. Adeta savaş oluyor gibiydi...

 

.

 

.

 

.

Loading...
0%