@geceyeasikbirkiz
|
Yataktan kalkıyordum usulca. Korkak adımlarım koridoru bulduğunda sesler daha da yakınlaşıyordu. Tanıdık bir adam sesi dolduruyordu kulaklarımı.
"Kahpeliğine son ver Enes! Lerzan'ı bana ver gidelim, o benim ve benim kalacak anlıyor musun?"
Aydoğan'ındı... Bu iğrenç ses Aydoğan'ındı ve pek de uzağımdan gelmiyordu.
"Sakin ol Aydoğan, sakin... Vermeyeceğimi kim söyledi?"
Enes ne diyordu? Daha akşam söyledikleri nereye gitmişti? Başıma giren keskin ağrı, sendeleyerek yürümeme sebep oluyordu. Beni görmelerini dert etmeden görüş açılarına girdim. İkisi de ceylan avına çıkmış gibi duruyorlardı.
"Enes... Ben sana güvendim..."
Güldü, her zamanki gibi güldü. Ama bu sefer bu gülüş şeytani bir güce hizmet ediyordu, Aydoğan'a...
"Hadi gel Lerzan, gel biriciğim. Bu dağ başından, sıcak yuvamıza gidelim..."
"Aydoğan, sen neyden bahsediyorsun? Ne yuvası, ne sıcağı ya? Sen beni, benden çaldın... Sen, benim çocukluğumu benden alıp götürdün. Ne sıcak yuvası?"
Aydoğan'ın sinirleri, bir hayli gerilmiş gibiydi ama Enes, hala gülmekle meşguldü. Anlayamıyordum, hem de hiçbir şeyi... Aydoğan beni götürüyordu ama Enes hala gülüyordu...
"Enes, hani bir daha yaşadıklarımı yaşamama izin vermeyecektin?" dedim bağırarak. O an, omzumda bir sarsıntı hissediyordum. Gözlerim kapalıydı ve bunu henüz fark ediyordum.
Gözlerimi açtığımda karşımda endişeyle beni süzen Enes'i görüyordum. Rüyaydı, hatta kabus...
"Lerzan, iyi misin? Ne oldu, rüya mı gördün?"
Berbat bir kabustu, demek istesem de bir türlü konuşma gayretini bulamıyordum kendimde. Nefeslerimi düzenlemeye çalışmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Kafamı salladım onu onaylayarak.
"Lerzan, ne yapayım? Ne yapmalıyım şu an?" dedi Enes telaşa kapılarak. Ayağa kalkmaya yeltendiğinde kolundan tuttum onu durdurmak isteyerek.
"Yanımda dur sadece Enes..." dedim zorlukla. Beni rahatlatmak adına gülümsedi ve bunu gayet kolay anlayabiliyordum. Yatakta oturduğu yerden bana doğru yaklaştı. "Sadece gülümse... O zaman her şey yoluna girecek Lerzan." dedi gülümseyerek. Bu, onun sırrı olmalıydı, hayatta kalma sırrı...
Kolunu tuttuğum elim, yavaşça aşağı iniyordu. Onu bırakmak istesem de vücudumdaki kas ve sinirlerime söz geçiremiyordum. Gülümsemeye çalıştığım sırada yatar vaziyette olan vücudumu kaldırdı Enes. Ardından vücudumu sardı. Enes bana sarılıyordu, Enes'in kolları üzerimdeydi.
"Sakin ol, tamam mı? Geçecek, sadece biraz zamana ihtiyacın var. Geçmişi düşünme, tekrar olursa diye düşünme. Sadece geleceğini düşün; kendi ayaklarının üzerinde durabildiğini, özgür bir kuş gibi daldan dala konabildiğini, gerçekten yaşayabildiğini... Mesela bir araban olur, güzel bir araban... Bir de evin tabii. Küçük bir ev olur ya da genişçe... Nasıl istersen öyle olur Lerzan. Ama kendine gel, lütfen, tamam mı?"
Sesi, sonlara doğru kaybolmaya yüz tutmuş gibiydi. Benim için endişelenmişti, hem de oldukça. Her ne kadar buna izin vermek istemesem de bir şey yapamıyordum. Ağzım, bir halatla düğümlenmiş gibiydi.
Kaslarımı zorlayarak kollarımı kaldırıyordum, sanırım normale dönmeye başlamıştım, benim normalime... Az önceki zorluk tekrarlanıyordu konuşmaya çalışırken ama engelsizce konuşabiliyor gibiydim.
"İyiyim Enes ve iyi olacağım. Aslında ilk söylediğinde haklıydın, küçük bir ev yeterli..."
Enes, kollarımdan tutup yüzüme görüş açısına aldı. Gözlerinin ardında korku izleri görünüyordu, dudaklarında da aynı izlerden vardı.
"Hastaneye gitmemizi ister misin Lerzan? Ya da hastane buraya gelir."
Vücudumdan çektiğim zorbalığı ona belli etmeyerek gülümsedim. "Hastane mi buraya gelir? Koskoca bina nasıl gelecek Enes?"
Büyük elini alnına vurarak suratını ekşitti. "Aman be, yani doktor gelir işte..."
"Gerçekten iyiyim Enes, sorun kendimde. Sanırım psikolojik tedaviye ihtiyacım var..." kısa bir ara verdim konuşmama, ardından alayla devam ettim. "Hastane gelir mi buraya?"
Enes, kollarımı usulca bırakırken gülümsemeyi ihmal etmiyordu. "Gelmez mi? Hemen şu boş araziye koyarız."
Enes, beni odada rutin işlerimi halletmem için yalnız bırakınca yatağa attım bir kez daha kendimi. "Allah'ım sen bana güç, kuvvet ver. Tüm acılarımı sil zihnimden Allah'ım..."
Dualar ve küçük inlemeler eşliğinde, terden bir hayli nasibini almış pijamalarımı çıkarıp yeni bir şeyler giymiştim. Odadaki küçük bir provadan sonra mutfağa geçtim. Prova yapmasam vücudumun ani tepkileri karşısında Enes'in yanında pot kırabilirdim çünkü.
"Her şey hazırmış," dedim mutfak masasında oturmuş, telefonuyla ilgilenen Enes'e.
"Evet, hazırlamıştım. Seni çağırmak için odana gelmiştim işte." mahçup bir ifadeyle söylediği cümlesindeki mahçupluğu anlamlandıramasam da pek oralı olmadım.
Masaya otururken takımımızın eksiği gözüme çarpıyordu. "Tuğra nerede?"
"Ona dün dedim ya, Ecegün'ün yanına git diye. Akşamdan gitmiş o da."
Anladığım belirterek kahvaltıma döndüm. Yıllar sonra gerçekten acıktığımı hissedebildiğim günlerdeydim ve bu bile beni o kadar mutlu ediyordu ki. Aldığım her nefes, yediğim her lokma zevk veriyordu artık.
"Aydoğan'ı gördüm." dedim Enes'le koltuklarda otururken.
"Anlatmak zorunda değilsin Lerzan, hatta boşver..." dedi telefonuyla ilgilenmeye devam ederken.
"Tanıdığım birine anlatmalıyım, yoksa tanımadığım bir psikoloğa hiç anlatamam Enes. Ama dinlemek zorunda değilsin, yani istemezsen anlarım..."
Her zamanki gülümsemesi yüzünde peyda olurken telefonu bir kenara bırakıyordu. "Her zaman, her şeyi anlatabilirsin Lerzan. Ben sadece kendini kötü hissetmemen adına söyledim onu. Lütfen, anlat..."
Şimdi ben de tıpkı onun gibi gülümsüyordum. Üzüm üzüme baka baka kararır, sözü bu olmalıydı sanırım.
"Aydoğan geliyordu ve sonra beni götürüyordu. Sana, beni vermeni söyledi ilk önce, sen de vermeyeceğini söylemediğini, belirttin ona... İşte böyle bir şey..."
Karşımdaki koltuktan kalkıp yanıma geldi, çok yakın olmayacak şekilde oturdu. "Lerzan... İsminin hakkını verme artık, isminin belirlediği kaderin sonuna geldin."
Haklıydı ve ne tepki vereceğimi kestiremiyordum. O ise kendinden emin bakışlarla biraz daha yaklaştı. "Sana söz veriyorum Lerzan, bu sana son sözüm olsun: Bir daha hiç bu kadar acı şeyler için ağlamayacaksın, söz..."
Gülümseyerek yüzünde gezdirdim, ona güvendiğimi belli eden bakışlarımı. "Sana güveniyorum Enes,"
Kapının aniden açılması, ikimizin ilgisini de oraya çekiyordu. Gelen Yağız'dı ve değişik sesler eşliğinde giriş yapıyordu içeriye. Eli belinde, içeri giriş yapan Yağız'ın yüzünde rahatsız olduğunu belli eden bir ifade vardı. Nihayet koltuğa kendini attığında Enes ayağa kalkmıştı.
"Ne oldu oğlum? Bu halin ne?"
"Ah Abi, sorma abi..."
Enes, git gide daha da endişeleniyor gibiydi ve Yağız'ın bu hali beni de bir hayli endişelendirmişti. "Neyi sormayayım oğlum? Dayak mı yedin, niye yamuk yürüyorsun?" Bir yandan çenesini tutup yüzünü inceliyordu Enes, Yağız'ın. Ama Enes'in şüphe ettiği gibi bir durum yok gibiydi, yüzünde tek bir dayak izi dahi yoktu.
"Yok Abi ya, gece arabada belim tutuldu. Ben dayak yer miyim?"
Gülmemek için kendimi zor tutsam da başaramamış olmalıydım ki Yağız, sinirlenmiş gibi bana bakıyordu.
"Ne gülüyorsun ya? Acı çekiyorum ben burada."
Evet, haklıydı, ciddi derecede acı çektiği belli oluyordu da zaten ama çok daha ciddiymiş gibi davranması, empati duygumun önüme geçmişti.
Enes'in gözleri bana döndüğünde onun da güldüğünü görüyordum. Sakinleşmiş bir halle eski yerine oturdu.
"E Abi, canım acıyor diyorum. Bir şey yapın!" çıldırmış gibi bir tavırla söylüyordu Yağız bunu. Enes ise çocuk gibi tek omzunu kaldırıp indirdi, bana ne der gibi. Bu sefer ağlamaklı bir ifadeyle bana döndü.
"Kurbanın olayım, bari sen bir ilaç falan getir yenge!"
"NE?" diyordum şaşkınlığımı gizleyemeyerek. Benimle muhattap oluyordu ve yenge diye hitap ediyordu, dili sürçmüş olmalıydı.
Enes'e baktığımda o da tıpkı benim gibi şaşırmış duruyordu ve öylece Yağız'a bakıyordu. İşin en tuhaf tarafı ise Yağız'ın aldığı ifadeydi, kendi söylediğine kendi de şaşırmıştı.
"Dilin sürçmüş olmalı..." dedim zihnimde geçen düşünceleri kulak ardı ederek. Yağız ise kafasını sallamakla yetindi. "En iyisi ilacı kendim alayım."
Enes, ne diyeceğini bilemeyerek Yağız'ın ardından bakarak bir yandan da uzun sakallarının arasında elini gezdiriyordu.
"Yanlış anlamadım Enes," dedim onu sakinleştirmek isteyerek. Ne dediğimi anlamaya çalışarak yüzümü inceliyordu ama biliyordum ki ne dediğimi gayet iyi anlaşmıştı.
"Nasıl?... Yani, yok, öyle şey yapmadım. Lerzan, beni anlıyorsun değil mi?"
Seni o kadar güzel anlayamıyorum ki Enes, ben de neyden bahsettiğimizi idrak bile etmiş değilim. "Tabii ki anlıyorum, sıkma canını küçük şeyler için..." Küçük mü? Bu mevzunun küçük olduğunu mu düşünüyordum gerçekten? Kendimi kandırmamalıydım, küçük bir mevzu değildi bu.
Enes'in sakallarındaki eli, alnına çıkarken yanımdan kalkıp mutfağa ilerledi. Onun da kafası en az benim kadar doluydu ve düşünceleri birbirine çakışıyordu. Bunu fark edebiliyordum ama elimden gelen hiçbir şey yoktu çünkü benim henüz kendime bile hayrım yoktu. Ama Enes'in bana da hayrı vardı, bana da dokunuyordu bir eli ve bana da yardım ediyordu.
Evde oturduğumuz ve bir şekilde saatleri doldurduğumuz bir günün daha sonuna geliyorduk. Bu evde eskisine nazaran daha çabuk geçiyordu dakikalar, daha çabuk varıyordu güneş ayına. Enes, yaklaşık bir saattir uyurken bense bana alınan telefonda vakit öldürüyordum. Ne kadar da bağımlılık yapıyordu bu telefon, oysaki ne kadar da çok kızardım Binnur ve Sarp'a sürekli telefonlarıyla ilgilendikleri için. Hayattı bunun adı işte, ne zaman neyin yaşanacağını belli olmayan koca bir hayat...
4 Yıl Önce
Binnur, beni evimden almaya gelmişti çoğu zaman olduğu gibi. Çantamı kapatmaya çalışırken, seke seke küçük bahçe kapısından Binnur'a ulaşıyordum.
"Yine çok güzel olmuşsunuz Lerzan Hanım. Bizim eve gelirken utanmasanız çuval giyeceksiniz ama..."
Omzuna küçük bir yumruk darbesi atarken utancımı da gizlemiyordum. "Tabii ki öyle yapacağım, sevgilimin yanına gidiyoruz."
Binnur'un ses tellerini yine kahkahalar sarıyordu. Bayılıyordu değil mi benimle uğraşmaya? O benimle uğraşıyor, ben ise ona bunun için veriyordum ve yolumuzun tamamı bu muhabbetle geçiyordu. Nihayetinde küçük, butik bir pastaneye varmıştık. Sarp, bir masada oturmuş bizi bekliyordu ve tabii ki telefonuna bakmayı da ihmal etmiyordu.
"Selam," diyerek yanındaki sandalyeye oturdum, Binnur ise tam karşımdaki sandalyeye oturuyordu. "Selam," dedi Sarp da aynı şekilde. Eli belime uzanırken başı da omzuma düşüyordu. "Nasılsın, yani nasılsınız bakalım?"
Binnur, her zamanki gibi bizimle uğraşmayı ertelemeden "Ooo enişte bizi hep görmezden geliyor böyle olmaz ama..." dedi. Alındığından değil, bizi utandırmak için söylüyordu tüm bunları. Sarp başını öne eğerken "Off Binnur ya.." dedi sızlanarak. Ben alışmış olsam da Sarp hala alışamıyordu Binnur'a.
"Tamam ağlamayı kesin!"
Binnur'un uyarıcı sesine tebessümle karşılık vermekle yetindik. Hızlıca siparişlerimizi verdikten sonra sipariş bekleme süreci başlamıştı. Tabii ki Sarp ve Binnur her zamanki gibi telefonlarını eline almış, içine gömülmüşlerdi.
"Arkadaşlar, telefonlarınıza evinizde de bakabiliyorsunuz diye yorumluyorum ama..." dedim iğneleyici sesimi eklemeyi unutmayarak. Binnur, telefonunu sitemle masaya koyarken Sarp da cebine yerleştiriyordu.
"Nasıl gidiyor bakalım çalışmalar paşam?" dedim üniversite sınavına hazırlanan Sarp'a hitaben. Ellerini iki yana açtı ne yapacağını bilmediğini belirterek. "Yaparsın sen, gezmezsen tabii..."
Her ikisi de bir ağızdan dediğime gülerken siparişlerimiz ulaşıyordu nihayetinde elimize.
Şimdiki Zaman
Geçmiş, geçip gitse de zihnimin çevirdiği oyunlar ruhuma zaman zaman adeta cehennemi yaşatıyordu. Bu güzel anları hatırlamak, canımı yakıyordu; kötü anıları hatırlamak da canımı yakıyordu... Geçmişi zihnimden silip atmak istiyordum, sadece anı yaşamak istiyordum ama ciğerlerim geçmişi anmadan işlevini gerçekleştiremeyecek gibiydi.
Odamdaki dolaptan aldığım bir battaniyeyi koltukta uyuyakalan Enes'in üzerine örterken karşımdaki adamın bir şeyler mırıldandığını işitiyordum ancak ne dediği hiç belli değildi. Oysaki zihnimde bir yerlerde yer etmişti ki ben insanları uykusunda dinlemeyi çok severdim...
"Lerzan..." diye bir mırıltı geliyordu arkamdan tam odama girecekken. Bir anlık yanılmayla "Efendim?" diye cevap veriyordum, oysaki karşımdaki adam uyuyordu ve ben bunu tamamen unutmuştum. Daha fazla oyalanmayarak yattığım odaya girip, üzerimi değiştirdikten sonra yattım. Derin nefesler eşliğinde ve dualar eşliğinde yatıyordum.
Ne rüyalara, kabuslara kurban gitmek istiyordum ne de Enes'i o kabuslara kurban etmek istiyordum. Bilincim yerimde olmasa da buna izin vermeyeceğime emin bir biçimde koymuştum yastığa başımı. Rüyalarımın kabuslarıma karışmasını izliyordum gece boyunca, bilincim hep yanı başımdaydı ama eli kolu bağlanmış gibi hiçbir şeye müdahale edemiyordu.
Yorgun bir sabaha daha açtığımda gözlerimi, bu sefer en azından yüreğimin üzerinde bir ağırlık olmadığını görüyordum. Kabuslarımda ne Enes suçluydu ne de ben kayboluyordum kendimden... Hayatımdaki kötü karakterler, rüyamda da kötüydü ve iyiler de iyi...
Usulca renkli çarşafların serili olduğu yatağımdan kalkıp içeri geçtim. Enes, akşam bıraktığım gibiydi hala, öylece battaniyeye sarılmış uyuyordu. Bu evde kalmaya başlayalı epey olsa da ilk defa bu eve ait hissederek uyanıyordum ve bu his, mutfağa yönelmemi sağlıyordu.
Cebimdeki telefonu, mutfak masasına bırakacakken birinin beni aradığını belli eden ekran yansımaya başladı. Arayan Tuğra'ydı ama neden arıyordu?
"Efendim Tuğra?" dedim şaşkınlığımı gizlemeyerek ve bunun için de bir çaba göstermeyerek.
"Lerzan, neredesin?"
Aceleci çıkan sesi, korkmama neden olsa da bunu sesime yansıtmamaya çalışıyordum. "Nerede olabilirim Tuğra, evdeyim."
"Enes Abi yanındaysa uzaklaş ve bu söylediğimi sakın duymasın."
"İyi de neden Enes duymuyor Tuğra?"
"Duymasın diyorum Lerzan, biraz daha sesli konuşursan duyar zaten değil mi?"
"Tamam söyle, uyuyor o zaten."
"Sarp'ı buldum, buluşmaya gideceğim bugün. Görmek istiyorsan seni alacağım."
"Ne Sarp'ı? Ecegün'ün yanı-"
Telefon resmen suratıma kapanmıştı ve ne diyeceğimi dahi beklememişti. Sanırım ne diyeceğimden emindi, hatta bunu kanıtlayan bir mesaj atıyordu bana. 'Öğlen 13.00'da almaya geleceğim.'
.
. |
0% |