@geceyeasikbirkiz
|
4. BÖLÜM
-Ben Senden Etkilendim-
"Ne kadar az iz, o kadar az acı..." Onlar içeriye geçerken ben üzerimdeki şoku henüz atmış değildim. Tanımadığım kişiler gelecekti, bunu biliyordum ama Savaş ve ailesinin geleceğini hiçbir şekilde tahmin edememiş ve doğal olarak oldukça şaşırmıştım. Annemse benim aksime onları hemen karşılayıp salona geçirmişti. Salonda tüm selamlamalar son bulurken Savaş'ın annesi olduğunu tahmin ettiğim, sarı saçlı, kırklı yaşlarındaki kadın beni süzerek anneme hitaben konuştu. "Deryacığım, kızının bu kadar güzel olduğundan bahsetmemiştin, gerçekten kınıyorum seni..." diyerek küçük bir kıkırdama bırakmıştı ortama. Ben utançla gülümserken annemse gururla bakıp aynı nezaketle "Ah sağ ol Semracığım, senin oğlun da maşallah pek yakışıklı, pek beyefendi..." dedi. Anneme içimden 'tabii ne demezsin' derken bir yandan da hala birinin bana güzel olduğumu söylemesinin şokunu atlatamıyordum. Yıllar sonunda annem ve babam harici birinden güzel olduğumu duymuştum. Önceleri annemlerin arkadaşları bana hep 'ne kadar tatlısın, ne kadar zekisin' gibi şeyler söylerlerdi. Bu yetmiyor muydu? Aslında yetiyordu ama yanımdaki akranlarıma güzel oldukları söylenirken bana yalnızca tatlı ve zeki damgası yapıştırıldığında çocuk ve masum yanım epey kırılıyordu. Ama sanırım bu sefer bunu yenmiştim, yalnızca güzel olabiliyordum artık. Bunun iyi bir şey olmadığını da farkındayım. Çünkü yalnızca güzellikle anılmak, kişi için onur düşüklüğü gibi bir şeydi benim nazarımda. Bir kadının, bir insanın zekası ve başarıları konuşulmuyorsa o kadın, henüz başarmış değildir. Ben düşüncelerimle kendimi yerken onlar ise yemeğe geçmeye karar vermişlerdi çoktan. Onları takip ederek ben de yemek masasına geçtim. Büyükler kendi aralarında, kahkahalar eşliğinde sohbet edip yemek yerken ben ve Savaş ise yalnızca susuyorduk. Onu incelemek adına gözlerimi kaldırıp baktığımda düşünceli bir biçimde tabağına baktığını gördüm. Ondan ayırdığım gözlerimi önümdeki suya çevirirken annemin meraklı gözlerine takılmıştı bakışlarım. Suyum bitince annem gülümseyerek elini sırtıma koydu. "Kızım, Savaş'la neden odana çıkmıyorsunuz?" Annemin sözleri üzerine henüz boğazımdan geçen su, oralarda bir şeylere takılmış ve öksürmeme neden olmuştu. Birkaç küçük öksürüğün ardından Savaş'ta dolandırdım gözlerimi, sonra tekrar anneme döndüm. "Bilmem, Savaş ister mi ki? Ona da fikrini sormalıyız değil mi anne?" dedim samimiyetsizce gülüp. Annem sırtımı sıvazlayıp "Ah düşünceli kızım, hep böyleydi işte Deniz; düşünceli ve akıllı..." dedi. Bu konunun benim zekamla alakası neydi pek bilmiyordum ama yine de övgüleri gülümseyerek kabul ediyordum. Savaş'ı inceledim tekrardan ardından da ona hitaben konuştum. "Çıkalım mı odama?" dedim çekingen bir biçimde. Birkaç saniye gözlerini üzerimde gezdirip gülümsedi, "Tabii, çıkalım..." dedi. Masadan kalkarken annem "Şerife Teyzen size bir şeyler getirir." diyordu. O an için bir şeylerin gelip gelmemesi o kadar umurumda değildi ki aslında. Yalnızca tekrardan üzülüp üzülmeyeceğimi düşünüyordum. Savaş'a teklifte bulunmuştum çünkü gelmek istemeyeceğini sanmıştım ama beni yanıltmıştı. Umarım teklifimi beni üzmek için kabul etmemiştir diye geçirdim zihnimden merdivenlerin başındayken. "Deniz..." dedi Savaş, merdivenleri çıkarken. Dudaklarımı sıkıca birbirine bastırıp düzeltmemin ardından ona doğru döndüm. "Efendim Savaş?" Sabırsızca bana bakıyordu, eskisi gibi iğrenir bakışlarının aksine. "Neden öyle yaptın?" dedi bekletmeden. Anlamayarak kaşlarımı çatıp yüzünü inceledim. "Neyden bahsettiğini anlamış değilim." dediğimde bir adım daha yaklaştı bana. "Girişte... neden öyle baktın bana?" Söylediklerini alaya alır gibi gülerken "Nasıl baktım? Pek anlamış değilim." dedim. Bal gibi de anlıyordum aslında yalnızca biraz uğraşmak ve salağa yatmak istiyordum, tıpkı onlar gibi... "Bakışların bir garipti Deniz, ben... anlamadım..." "Seni beklemiyordum, yalnızca bunun şaşkınlığıydı. Başka bir duygu hatırlamıyorum o ana dair." diyerek merdivenleri çıkmaya devam ettim. Odamı bulduğumuzda çalışma masamın yan tarafındaki kanepeye oturduk. Odaya geleli on dakika olmasına rağmen ikimiz de yemin içmiş gibiydik ve asla konuşmuyorduk. On dakikanın sonunda Savaş yemini bozarak konuşmaya karar verdi. "Zayıflamışsın?" Sesinde ufak da olsa bir dalga tınısı arıyordum ama yoktu. Yalnızca şaşırmış gibi bir tını çıkıyordu. Ama ben onunla konuşmak istemiyordum, ona güvenmeyişimdendi bu. Tekrardan beni zorbalayabilirmiş gibi geldiğindendi. "Evet," dedim tekdüze bir sesle. Ağzımdan çıkacak tek bir kelimeye bakıyormuş gibi devam etti. "Kaç kilo verdin?" Kaşlarım çatılırken dudağımın sağ tarafı hafif kıvrılıyordu. "Seni ilgilendirdiğini pek sanmıyorum ama...?" Gülümsedi, birkaç saniye sonra gülümsemesi büyüdü. "Değişmişsin gerçekten..." dedi hala gülerken. Nefes almayacak kadar tedbirli olduğumdan yalnızca izlemeyi yeğliyordum. Derince bir nefes alıp kafamı salladım. Değişmiştim ama ona neydi? Kime neydi? Okuldaki zorbalara neydi? Yalnızca beni ilgilendirmez miydi bu? Zihnimdeki düşünce akımı Savaş'ın ağzından çıkan birkaç kelimeyle birlikte tepetaklak oluyordu. Tüm düşünce sistemim, dolaşım sistemim altüst olmuş gibi hissediyordum. "Deniz, ben senden etkilendim." Alayla ona baktım. "Ne dedin sen?" dedim yanlış duyduğumu umarak. "Senden etkilendim, yani... Deniz geçmiş için üzgünüm. Ben seni tanıya-" Lafını ayağa kalkarak kestim. "Pardon, pardon. Üzgün olman benim kırgınlıklarımı o kadar iyileştirmiyor ki... O kadar umurumda değil ki pişman olman... Benden etkilenmen de umurum dışı bir şey. Ayrıca sen beni ne sanıyorsun ya? Senin bana o kadar yaptığın zorbalıktan sonra 'Oha kanka gerçekten mi ya? Hadi manitacılık oynayalım.' mı diyeceğimi sandın? Pardon da aşırı yanlış düşünmüşsün." dedim kendimi dizginlemeye çalışarak. Tüm bu söylediklerime, kendimi de inandırmaya çalışıyordum. Bir tarafım ondan bu denli nefret etse de diğer bir yanım affetmemek için kendini zor tutuyordu. Merhametli tarafıma şunu hatırlattım oracıkta: Bu da seni düşürmek için bir oyun olabilirdi. Ama iyimser tarafım bunu reddedip gözlerindeki pişmanlığı görmemi istiyordu. Gerçekten de pişman duruyordu... Pekala ona inanabilirdim ama geri adım atamazdım, yalnızca güvenebilirdim... "Deniz, ama sen beni seviyordun..." dedi Savaş, duraksaya duraksaya. İfadesi şaşkınlık ve pişmanlık sularında yüzüyor gibiydi bunları söylerken. Söylediğinden mi pişman oluyordu yoksa geçmişte söylediklerinden mi? "Sevsem ne olur? Sevsem ne olacak Savaş? Sen tüm yaptıklarını; bile bile, isteye isteye yaptın ve ben de her şeyi farkındayım. Peki her şeye rağmen sırf seni seviyordum diye seni affetmeli miyim?" dedim hiddetle. Gözyaşlarım, kirpiklerime dayanmış hazırolda duruyorlardı. Tek bir emrimde akacak gibiydiler. Tavana bakarak yuvalarına geri gönderdim onları, çünkü güçsüzlüğün simgesi olduğunu düşündüğüm gözyaşlarım bana bu ihaneti etmemeliydiler. "Deniz, gerçekten çok özür dilerim. Her şey için, şu an ve geçmiş için... Çok özür dilerim Deniz." Pişmanlık akan sesi, az kalsın beni ikna edecek gibi olduğunda alayla güldüm. "Bunları, okulun popüler çocuğu ve aynı zamanda herkesin aşık olduğu çocuk mu söylüyor? Yeme beni Savaş, çünkü ben tekrardan yemem." Ayağa kalkarak ellerini öne doğru uzattı bir yandan da "Tamam Deniz, sakin ol lütfen..." diyordu. Ellerine bakıp göz devirdiğimde "Aşağı gidelim artık, burası beni epey bir boğdu çünkü." diyordum. Beni onayladığında odadan çıkmıştık, zaten en sağlıklısı da yalnız kalmamamızdı. Aşağı, ailelerimizin yanına indiğimizde sanırım yüzlerimiz asıktı çünkü Savaş'ın annesi Semra Teyze, "Ne oldu oğlum?" diye sormuştu Savaş'a. Savaş ise tıpkı bir çocuk gibi –zaten on sekiz yaşındaki biri hala çocuk değil miydi?- omzunu silkip "Bir şey yok ama kalkalım mı? Sanırım biraz uykum geldi de..." demişti. Babası kaşlarını çatarak "Allah Allah..." diyerek sorgulamış olsa da ardından babama dönüp "Demir'im biz artık kalkalım, geç de oldu..." dediğinde babam ısrarcı davranmayıp onları uğurlamıştı. Onlar gider gitmez odama çıktım hemen. Savaş'ın sinmiş olan kokusu dolunca ciğerlerime, hiç adetim olmasa da sağlam bir küfür savurmuştum. Ne diye kokusu hala buradaydı ki sanki? Bunu aldırmamak adına deodorantlarımdan birini odaya sıktım güzelce. Kokusunun kaybolduğuna emin olunca sıkmış olduğum saçlarımı açtım yavaşça. Saç diplerim gerçekten de epey acımıştı. Üzerimdeki tulumumu çıkarmış, yerine pijamalarımı giymişken annem girmişti odaya. Girer girmez burnunu kıvırıp yüzünü ekşitti. "Kızım bu ne? Ciğerlerin mahvolacak..." Onu takmayarak yatağa girdiğimde kokuyu atlatıp bana yaklaştı. "Sabah erken kalk tamam mı? Ayrıca bir daha sakın gece yatarken bu kadar koku sıkma, ciğerlerine yazık." Odadan çıkarken hala söyleniyordu, üstelik beni uyarmasına rağmen. "Ah bu çocuklar, neyi neden yaptıklarını bile bilmiyorlar ki..." Onun söylediklerine göz devirerek yorgunluğumu, uykuyla atmaya çalıştım. İşe yaramış olacak ki ne ara uyuduğumu farkında dahi değildim. Ailemden erken uyandığımda hızla sporumu yaptım, bugün biraz aceleye gelmişti ama bunu pek de umursamadım. Ne de olsa Çeşme'de daha güzel yapabilirdim bu işi. Onlarla birlikte kahvaltı etmemizin ardından yola koyulmuştuk. Yola yeni çıkarken hava henüz aydınlanıyordu. Çeşme'ye giderken çoğu zaman uyusam da genellikle müzik dinlemiştim. Yaklaşık dokuz saatlik sonunda ise Çeşme'ye varmıştık. Vardığımızda saat akşam altı sularındaydı ve yol boyunca uyuduğum için üzerimde bir yorgunluk hissetmiyordum. Eşya taşıma işlerini aileme yıkarak özlediğim sitede dolaşmaya çıktım. Burayı gerçekten özlemiştim ve sanırım biraz hasret gidermeye hakkım vardı. Sitenin en sevdiğim kısmında bir erkeğin, iki kıza sarkıntılık ettiğini görüyordum. Yalnızca benim öyle sandığımı umarak yanlarına doğru yaklaştım. "Ne oluyor burada?" dediğimde karşımdaki yirmi yaşlarındaki herif alayla gülümseyerek konuştu. "Ooo bir fıstık daha gelmiş ya, hoş geldiniz..." Sarhoş olduğu belli olan sesine yüzümü buruşturduğumda kızlara döndü bakışlarım. Her ikisi de benim yaşlarımda duruyordu ve oldukça korkmuş duruyorlardı. Yanlarına geçip öyle muhatap oldum karşımdakiyle. "Ne diyorsun sen be?! Arkadaşlarımı ve beni rahat bırak, yoksa-" derken karşımdaki herif bize daha yaklaşıp sözümü kesti. "Yoksa ne olur güzelim?" "Öncelikle o güzelim diyen sesini keserim, sonrasını ben dahi düşünemiyorum çünkü bize yaklaşık on metre dahi uzaklıkta olmayan babamı çağırmak zorunda kalacağım ve o emin ol daha iyi ilgilenir." dediğimde hala alayla bakıyordu bana. "Ateş olsa cürmü kadar-" derken bu sefer ben onun sözünü kestim. "Bence hata yapıyorsun, eğer Demir Soylu, yani babam bu dediğini duysa çok hoş karşılamaz." dediğimde şaşkınca geriledi. "Vay zengin piçiyim diyorsun he?" dediğinde üstüne yürüyüp karnına bir tekme attım. "Babam hakkında doğru konuş, yoksa ayağa kalkmaya dahi hali olmayan vücudunu perte çıkarırım." dediğimde daha fazla zorlamadan yanımızdan uzaklaşmıştı. Sanırım daha fazla uğraşmaya kafası yetmemişti. Kızlara döndüğümde bana gülümseyerek bakıyorlardı ama yanı zamanda korkuları hala gitmiş değildi üstlerinden. "Çok teşekkür ederiz, nereden geldin öyle?" dedi birisi. Gülümseyerek elimi uzattım "Deniz ben..." Burada hiç arkadaşım yoktu, tıpkı okuldaki gibi burada da dışlanıyordum ama şimdi arkadaşım olabilirdi hem de iki tane. "Derin ben de çok memnun oldum, tekrardan çok teşekkürler..." dediğinde elimi sıktı. Diğeri de elimi sıkarken "Yıldız ben de çok memnun olduk gerçekten." dedi. Onlarla vakit geçirirken günün nasıl geçtiğini anlayamamıştım. Günler ne ki haftaları dahi anlayamamıştım zaten... 2 Ay Sonra Bugün okulun ilk günüydü ve heyecanlıydım. Değişecek derecede kilo vermiştim ve bu benim daha da mutlu olmamı sağlıyordu. İki ayda elli beş kiloya düşmüştüm ve o gün adamdan kurtardığım kızlarla yıllardır tanışmadığım bir samimiyetle tanışmıştım. Artık okulda etek giyebilmemin mutluluğuyla elimdeki eteğe baktım. "Seni artık giyeceğim, tıpkı diğerleri gibi..." Eteği giymemin üzerine ayakkabı olarak da beyaz spor ayakkabı seçmiştim. Kızlarla buluşup okula girdiğimizde tüm gözlerin bizde olması onları biraz germişti. "Bunlar neden bize bakıyor?" diyordu Yıldız. Derin ise onu reddedip "Bize değil, direkt Deniz'e bakıyorlar." dediğinde onların bakışı da bana döndü. Gülümseyerek "Beni en son gördüklerinde doksan yedi kiloydum kızlar, boşverin ve anın tadını çıkarın." diyordum. Aramızdaki sohbetlerle binaya girdiğimizde gülümsemem hafifçe solmuştu. Çünkü karşımda aylardır görmediğim ve nefret etmek istediğim kişiyi görmüştüm. Savaş'ı... Yanında hiç tanımadığım iki kişi vardı. Benimle alay ettiği arkadaşları neredeydi? Bilmiyordum ama hiçbiri umurumda değildi, belki de bu okuldan gitmişlerdi. En büyük ümidim de buydu zaten. Ne kadar az iz, o kadar az acı... Savaş, koridorun ortasında bize yaklaştı şaşkın bakışlarıyla. Ben de şaşırıyordum onun bu hareketlerine Neden geliyordu ki yanıma? "Selam, nasılsın?" dediğinde gözlerimi sıkıca kapayıp açtıktan sonra kurumuş dudaklarımı yaladım. "Selam..." dedim kabalık etmemek adına. Aslında bir an önce şuradan kurtulmak istiyordum. Kızlar onlarla selamlaşırken hızla yanlarından ayrılıp sınıfa geçip herhangi bir sıraya oturdum. Kızlar da onlarla birlikte sınıfa girdiğinde Derin yanıma, Yıldız ise önümüze oturmuştu. Yıldız'ın yanına ise adını sanını bilmediğim, az önce Savaş'ın yanında gördüğüm bir çocuk oturmuştu. "Az önce tanıştık ama yalnızca adının Yıldız olduğunu biliyorum. Daha çok tanışmak istemez misin?" dedi adını bilmediğim çocuk, elini uzatırken. Yıldız'ın en azından bu konularda ağır başlı olacağını düşünsem de saniyesinde beni bozarak düşüncemi yalanlamıştı. "Tabii, neden olmasın?" dedi o da elini uzatırken. Bana döndü, gülümseyerek "Ben Mert, ya sen?" dediğinde aynı tepkiyle "Deniz ben de..." dedim. Yıldız araya girerek kocaman gülümsemesiyle "Onlar benim arkadaşlarım ve ben onları çok seviyorum. Birkaç ay önce tanışmamıza rağmen çok yakın arkadaşlar olduk." şeklinde gereksiz bir açıklama yaptı. Ben de zoraki bir gülümsemeyle onlara bakıyordum yalnızca. Savaş'ın arkadaşları oldukları için onlara da kötü davranamazdım ya. Bu sefer de Derin'e uzattı Mert elini, "Tanıştık ama olsun..." Derin ise gülümseyerek elini sıktı onun. Ne de saçma bir andı bu? Düşünceler içinde boğulurken arkadan Savaş ve yanındaki diğer çocuk geliyordu yanımıza doğru. Savaş'a bakarak büyükçe bir göz devirdim. Daha büyüğü olsa onu devirecektim aslında ama ancak bu kadar oluyordu. Savaş'ın yanındaki diğer çocuk, Derin'e gülümseyerek bana elini uzattı. "Merhaba, ben Berk. Sınıfa yeni geldik Mert'le birlikte." Adının Berk olduğunu yeni öğrendiğim çocuğun elini sıkıp kısaca "Merhaba, Deniz ben de..." dedim. Elimi kendime doğru geri çekerken Savaş tutmuştu bu sefer elimi. Kaşlarımı çatarak ne yaptığını izledim bir süre. "Merhaba, Savaş ben de." deyince hızla çektim elimi. "Ne yapıyorsun sen ya? Bu saçma sapan şeyleri yutmam Savaş, kimseye de yutturmam. Söylediklerini de..." dedim sadece altımızın duyabileceği biçimde. Bozulmuş bir ifadeyle havada kalan elini cebine koydu. "Deniz, ben sadece yeni bir başlangıç yaratmaya çalışıyorum." dediğinde alayla güldüm. "Başlangıcın sonu geleli çok Savaş, boşversene..." dediğimde hızla sıraya gömdüm kafamı. Ancak anlaşılan Savaş'ın pek pes etmek gibi bir kararı yok gibiydi. Kulağımın yakınından "Her son yeni bir başlangıçtır Deniz." dediğinde kafamı kaldırdım hızla. Kafasını hızla çekmesi, herhangi bir hasarı önlemişti. "Ama ben seni çok iyi tanıyorum. Sen: Aşağılık, insanların sadece dış görünümüne önem veren, kalpler hakkında hiçbir fikri olmayan birisin. İstersen şimdi bu yeni takım arkadaşlarını da alıp uzaklaş yanımızdan." Uzunca konuşmamın üzerine derin bir nefes verip oturdum yerime. Bu herif gerçekten benim dengemle oynuyordu. Onlar yanımızdan uzaklaşırken Yıldız ve Derin'in gözlerini üzerimde hissetmemle onlara döndüm. "Ne oldu?" dediğimde birkaç saniye yalnızca ağızlarını açık bırakmakla oyalandılar. Derin biraz daha çabuk toparlayıp "Kızım ne yapıyorsun?" dediğinde alayla güldüm. "İyi sen ne yapıyorsun?" Tahammülsüzce yüzüme bakıp "Ben onu mu diyorum ya?" dediğinde ben de aynı tahammülsüzlükle derin bir nefes aldım. "O çocuktan hazzetmiyorum ve hazzetmeyeceğim. Geçmişte canımı o kadar çok yaktı ki affetmek şurada dursun, iyi şeyler dahi düşünemiyorum hakkında. Yüzünü her gördüğümde geçmiş geliyor aklıma." Birkaç Hafta Sonra Geçen birkaç haftayı fark edememiştim dahi. Ama fark etmediğim bir şey daha olmuştu. Savaşlarla çok yakın arkadaşlar olmuştuk. Bir arkadaş grubuyduk daha çok, ancak Savaş ve ben hala iki yabancı gibiydik. Onu çoğu zaman duymuyor, görmüyor hatta bazen hissetmiyordum. Okul kantininde oturmuş, bir şeyler içip aynı zamanda sohbet ederken birden üzerime sıcak bir şeyin dökülmesiyle ufak bir çığlık eşliğinde ayağa kalktım. Üzerimi serinletmek adına anlamsız hareketler yaparken bunu yapana döndü bakışlarım. Karşımdaki Beyza'ydı ve samimiyetsiz bir üzüntüyle geziniyordu bakışları üzerimde. Bir de üzerine "Ay çok özür dilerim..." deyip üstümü silmeye başladığında sertçe ittim onu. O esnada Savaş ardımdan gelip Beyza'nın kolunu sertçe tuttu. "Beyza git şuradan!" dediğinde sertçe, sinirle baktı her ikimizin de yüzüne. Hala yüzsüzce bana baktığında derin bir nefes verdim. "Karaktersizliğinden hiçbir şey kaybetmemişsin..." der demez kantinden Beyza'nın omzuna sertçe vurarak ayrılmıştım. Ardımda kalan Beyza sanırım yere düşmüştü ama şu an onu düşünemezdim ya. Arkamdan Derin ve Yıldız da gelirken bana sorular soruyorlardı ama şu an onları cevaplandıramayacak kadar sinirli hissediyordum kendimi. Spor salonundaki dolaplarımızda yedek kıyafetlerimiz olduğundan orayı bulmuştu sert adımlarım. Ben bir kabinde üzerimi değiştirirken kaçıncıya olduğunu bilmediğim soruyu tekrar soruyordu Derin. "O kızla aranızda bir şey mi var? Özür diledi, bu da yanlışlıkla yaptığını gösterir." Kabinden çıkarken "Aynen yanlışlıkla yaptı..." dedim ilk önce alayla, daha sonrasında devam ettim. "Eskiden Savaş'ın sevgilisiydi. Daha sonra birkaç olay oldu ve Savaş ondan ayrıldı, Beyza da benim yüzümden olduğunu düşüyor ama olayın benimle hiçbir alakası yok. Eskiden de en yakın arkadaşımdı." Yıldız, endişeyle yüzümü inceledikten sonra "Kızım, boşver onları. Sen iyi misin? Yandı mı karnın falan?" demişti. Gülümseyerek "İyiyim," dedim ancak elimdeki ne zaman olduğunu bilmediğim sıyırık yanıyordu. Sanırım Beyza'nın protez tırnakları, onu ittirirken falan güçlüce değmiş olmalıydı. "Sadece mikrop kapmaması için şuna biraz bir şeyler sürsem iyi olur. Biraz derin sanırım, hem tırnak yarası çabuk enfeksiyon kapabilir." dediğimde elime bakıp anlayışla kafalarını salladılar. Revire gittik hızlı adımlarla. Malzemelerin olduğu yerden batikon alıp elime yavaşça sürerken yan taraftan Beyza'nın sesi gelmesiyle oraya döndü kafam. Sanırım ciddi bir şeyi vardı ya da her zamanki gibi abartıyordu... Vücudum oraya yöneldiğinde Derin, kolumdan tuttu. "Kızım yeter boşver, gel buraya." Ardımdaki Derin'i umursamayarak Beyza'nın yanına vardım. Sinirleri bakışları, gözlerimi bulurken onu umursamayarak "Ne oldu?" dedim arka bıraktıklarımı öğrenmek adına. Alayla gülerek "Sana ne? Yeterince acı çekiyorum şu an. Niye soruyorsun ki hem? Umurunda mı?" dediğinde ben de onun gibi güldüm. "Her katil, olay yerine geri döner Beyza. Bunu unutma..." Revirin kapısından çıkarken Savaş, Mert ve Berk üçlüsünü gördüm. Savaş endişeyle yüzümü inceledi önce. Daha sonra ise endişeli sesiyle "Senin neyin var? Ne oldu, iyi misin?" dediğinde kafamı sallayarak "İyiyim, önemli bir şey yok." dedim. Yanlarından geçip giderken ona hala sinirli, kırgın ve aşık olduğumu hissetmem düşünce girdabını itmişti beni. Onu hala seviyordum, bunu kabul ediyordum. Ama bana yapılan onca şey, onunla konuşmama dahi engel oluyordu neredeyse. Ona atacağım en ufak bir adım sanki kendime yapacağım bir ihanet gibiydi. Aşk için her şey mübah diyebilirlerdi ama benim için öyle değildi, benim için en önemli değer kendimdim ve bunu kaybetmek istemiyordum. Sınıfa varıp henüz sırama oturduğumda Savaş da gelmişti ardımdan. Çatık kaşlarımla onu izliyordum. O ise yanıma kadar gelmişti ve "Deniz biraz konuşalım mı?" diyordu. Halsiz çıkan sesimle "Savaş, okulun ilk günü ne dediysem o. Konuşmak istemiyorum, senin de bunları yapman ekstra yoruyor seni de beni de..." "Haklısın, haklısın ama ben gerçekten üzgünüm. Özür dilerim..." dediğinde tahammülsüzce gözlerimi devirdim. "Daha önce de dedim: Kırılan kalp düzelmez, dedim." Gülümseyerek "Denesem?" dediğinde ben de onu gibi güldüm. "Umutsuz vaka, baştan söyleyeyim ama dene istersen." Konuşmamız henüz bitmemişken sınıfın ortasında bir ses yükseldi. "Seni çok seviyorum Yıldız, benimle sevgili olur musun?" Bu denli bağıran ve ilan-ı aşk eden Mert'ti. Bu acelelerine şaşırırken bir tarafımda şaşırmıyordu. Çünkü yakınlıklarından belliydi zaten. Yıldız da beni şaşırtmayarak ona olumlu cevap vermişti. Onların mutluluklarına gülerken sınıfa giren kişiye kaydı gözlerim. Ekin... Diğer bir kanayan yaram... Sınıfta olanlara göz devirirken adımları yanımı buluyordu. "Vay Deniz, nasılsın görüşmeyeli?" dediğinde kenarlarından nefret taşan gözlerim, ona dönmüştü. "Buradan gitsen iyi edersin Ekin." Samimiyetsizce gülerken "Aaa Deniz, neden böyle yapıyorsun minik pandam?" diyordu ve bu söyledikleri sinir seviyesi en yükseğe çıkartmıştı. "Ne anlatıyorsun sen ya?!" dedim onu omuzlarından iterken. Benle alıp veremediği şey kilom değildi, şu an bunu anlamıştım. "Hadi yavrum, lavaboya gidip ağlasana!" dediğinde Savaş anlamadığım bir biçimde, aniden yüzüne doğru hızlı bir savurdu. Ekin de ona aynı şekilde vururken sıraların yüksek sesi gelmeye başlamış ve büyük bir kavgaya tutuşmuşlardı. Sıralar sınıfın sağına doğru kayarken onlarsa kimseyi görmüyorlardı, birbirlerinden başka... İkisi de hırsla birbirlerinden ayrıldığında Savaş'ı kolundan çekip sınıfın önüne çıkarttım. "Deli misin? Ne diye vuruyorsun? Kaşın da patladı zaten..." dediğimde elim kaşına doğru gitmişti. Ne yaptığımı fark edip elimi geri çektiğimde bu sefer gözlerim yaralanan eline takılmıştı. "İyi misin?" Gülümseyerek "İyiyim, sen iyisen ben de iyiyim bu saatten sonra Deniz." dedi. Şu an olmaması gerektiği kadar yakındık, bunu her ne kadar fark etsem de kendimi geri çekemiyordum. Gözlerine baktım yakın mesafeden, en az bir Kutup Yıldızı kadar parlaklardı. Gözlerine bakıyordum, gözlerime bakıyordu...
|
0% |