Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10.BÖLÜM "UÇURUM"

@gizzemasllan

Merhaba <3

Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim, bu bölüm için de yorumlarınızı bekliyorum.

Oy vermeyi de unutmayın lütfen♡

Keyifli okumalar!

.

.

.

10. BÖLÜM "UÇURUM"

Dakikalardır telefonun başında babamın telefonu açmasını bekliyordum. Telefon 2 defa kendiliğinden meşgule düşmüş, buna rağmen aramaya devam ediyordum.

"Hadi baba hadi!" deyip gergince sallanmaya başladım.

Sadece 30 saniye kadar sonra “Alo?” dediğini duydum ve heyecanlandım.

“Baba!” dedim telaşla.

“Cemre sen misin?”

“Evet benim," dedim, sesim titredi bunu söylerken. Bana yaptığı şeyi bir türlü kabullenemiyorum ama şu an tüm bunların önemi yoktu. Şu an önemli olan tek şey hepimizin kurtulmasıydı.

“Sen kurtuldun mu?”

“Kurtuldum baba, konuşmamız lazım seninle," dedim telaşla, daha fazla vaktimiz kalmamıştı. Cihangir her an gelebilirdi buraya.

“Sen nasıl kurtuldun onlardan?" diye sordu.

“Seninle konuşmamızı duymuşlar, baba senin benden vazgeçtiğini düşününce bıraktılar beni,” dedim.

“Ben senden hiçbir zaman vazgeçmedim kızım ben sadece...” Cümlesini tamamlamasına izin vermeden konuştum.

“Bunları yüz yüze konuşalım baba, bana anlatman gereken çok şey var," dedim ve kapıya doğru baktım. Yakalanmaktan delicesine korkuyorum.

“Sen peşinde kimsenin olmadığına emin misin?”

“Eminim baba, merak etme sen. Hiç kimse yok peşimde," dedim.

“Tamam kızım ama sen yine de gelirken dikkatli ol.”

“Tamam olurum," dedim ve bir an önce yerini söylemesini bekledim.

“Hani sen küçükken amcamlarla beraber hafta sonları gittiğimiz bir dağ evi vardı, hatırlıyor musun?” diye sordu.

“Hatırlıyorum.”

“Ben oradayım," dedi.

“Hemen geliyorum," dedim, tam telefonu kapatacakken yeniden konuştu, duraksadım.

“Cemre."

“Efendim baba?"

“Dikkatli ol kızım, seni bir daha yakalamasına izin verme," dedi, gözlerim doldu ve hüzünle iç geçirdim.

“Tamam baba,” deyip telefonu kapattım ve hızlıca odama gittim.

Odaya girince Cihangir’in bana verdiği telefonun çaldığını fark ettim. Onu umursamadan Damla’nın benim için bıraktığı telefonu aldım ve Damla’ya mesaj yazdım.

“İki saat sonra dağ evinde.”

Hemen gönderdim mesajı, o ne yapacağını çok iyi biliyor diye içimden geçirirken telefon titredi.

“Tamam.”

Damla’nın cevabıyla telefonu sessize aldım ve cebime koydum. Daha sonra da Cihangir’in verdiği telefonu alarak odadan çıktım. Odadan çıkınca hemen ayakkabılarımı giyerek evden çıktım ve yavaş adımlarla Cihangir’in içinde olduğu arabaya doğru gittim. Arabanın yanına gelince ise oyalanmadan hemen bindim.

“Neden açmıyorsun telefonu?” Öfkeyle sordu bunu.

“Buraya geliyordum, o yüzden açmadım.” Tam bir şey söyleyecek gibi oldu, telefonu çaldı. Dudaklarını yeniden birbirine bastırdı ve telefonu çıkardı, her kim arıyorsa açtı.

“Söyle," dedi açar açmaz. “Anlamadım neredeler?" diye sordu telefonuna ve gözünün ucuyla baktı bana. Kaşlarını çatmıştı ve bakışları olabildiğince sertleşmişti.

“Arayacağım ben seni!” dedi ve telefonu kapattı.

“Bana söylemek istediğin bir şey var mı?” diye sordu gözlerimin içine bakarak.

“Ne gibi?”

“Mesela amcanların neden şu anda havaalanında olduklarını söyleyebilirsin.” derken dişlerini sıkıyordu. Sanırım Damla peşindeki arabayı atlatamamıştı ama ben bunun için de bir şeyler düşünmüştüm tabii ki.

“Yengemin annesi rahatsızlanmış, onun yanına gidiyorlar," dememle tek kaşını kaldırması bir oldu.

“Neden sana inanayım?”

İnanman için yapabileceğim bir şey yok.”

“Benim var ama. Şimdi adamlarıma onları durdurmalarını ve buraya getirmelerini söyleyeceğim,” deyip tekrar telefonu çıkarınca cebimdeki kağıdı ona uzattım. Bu yaptığım onu durdurdu.

“Ne bu?”

“Babamın kaldığı yerin adresi, bunu vermek için gelmiştim buraya. Artık amcamlarla da benimle de bir işin yok, bırak gitsinler," dedim, yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

“Sen bana bir adres vereceksin, ben de seni bırakacağım öyle mi? Her şey bu kadar basit mi zannediyorsun?”

“Hayır, zannetmiyorum. Hatta beni de götüreceksin bu adrese, çok iyi biliyorum," dedim.

“Beni iyi tanımışsın," deyip şoföre baktı, o sırada uzattığım kağıdı almış ve adama uzatıyordu.

“Buraya gideceğiz," dedi.

“Hemen abi," dedi adam ve adam arabayı çalıştırdı. O sırada Cihangir telefonunu çıkararak birini aradı. Bir süre sonra da telefon açılmış olacak ki konuştu.

“Bırakın gitsinler ama siz de peşlerinden gidin," dedi ve sanırım karşısındakinin cevap vermesini bile beklemeden telefonu kapattı. Biraz olsun rahatladım, çünkü o adamların amcamlarla aynı uçağa binemeyeceklerinden eminim. Bu yüzden izlerini kaybedeceklerdi, sanırım artık amcamlar güvendeydi.

Bu düşünceler arasında yol aldık, epey de bir zaman geçti. İçten içe korktuğum için bununla gizliden baş etmeye çalışırken “Burası mı?” diye sordu Cihangir, etrafa bakındım ve doğru geldiğimizden emin oldum.

“Evet.”

“Umarım gerçekten de buradadır," dedi uyarıcı bir ses tonuyla.

“Bana burada olduğunu söyledi," dedim.

“O zaman umarım o şerefsiz doğru söylemiştir," dedi ve oturduğu tarafın kapısını açtı.

“İn hadi," diyerek kendisi inince ben de indim. Hemen arabanın etrafından dönerek yanıma geldi.

“Baban gerçekten içerideyse benden kurtuluyorsun artık," dedi, yüz ifadesine bakılırsa onu doğru yere getirdiğimi düşünmüyordu. Birazdan gerçekten şaşıracaktı.

“Doğru, bugün senden kurtuluyorum," dedim, cevap vermedi ve adamlarına döndü.

“Fırat!" diye bağırdı, Fırat koşarak yanımıza geldi.

“Buyur abi.”

“Adamlara söyle, evin etrafına dağılsınlar. Kaçmaya falan çalışmasın.”

Emredersin abi!” diyerek Fırat hemen adamların yanına gitti. Bir şey söyledikten sonra adamlar evin etrafına dağıldı, Cihangir konuştu.

"Hadi," dedi. "Çal sen de şu kapıyı," diye ekledi, başımı salladım ve yanından uzaklaştım, kapıya doğru yürüdüm. Kapıya ulaşınca duraksadım ve derin bir nefes aldım. Ardından da her şeyin yolunda gitmesini umut ederek kapıya birkaç defa vurdum. Cihangir kapı açılınca görünmeyecek şekilde kenarda duruyordu. Bir süre bekledikten sonra kapı açıldı ve babam göründü.

“Cemre,” dedi, kocaman gülümsedi ama ben stresten gülemiyordum.

“Baba,” dedim, yaklaştı bana.

“Ben de buradayım," dedi Cihangir ve bir anda babamın görüş açısına girdi. Babam sarılamadı bana, öylece kaldı karşımda. Hatta korkmuş olacak ki birkaç adım geri gitti ve gözlerimin içine baktı.

“Cemre ne yaptın sen?” diye sordu korkuyla, cevap veremedim.

“Beni gördüğüne sevinmedin herhalde," dedi Cihangir alayla, babam birkaç adım daha geri gitti.

Hiç beklemediğim bir anda "Cemre bana bunu nasıl yaptın?" diye bağırdı, Cihangir beni hafifçe içeriye doğru ittirdi.

“Gir hadi," dedi, el mecbur girdim içeriye. Hemen arkamdan da kendisi girdi. Babam bizden biraz daha uzaklaştı ve o an bir kez daha beklemediğim bir şey oldu, belinden silahını çıkarttı ve Cihangir’e doğrulttu.

“Baba ne yapıyorsun sen?” diye sordum korkuyla.

“Sen sus!” diye bağırdı öfkeyle, irkildim.

“Beni mi vuracaksın?” diye sordu Cihangir alayla babama bakarak ve yanıma yaklaştı. Babam o sırada aniden silahı havaya doğrulttu ve ateş açtı. Korkuyla bağırdım ve geri çekildim.

“Korkma," dedi Cihangir, şaşkın gözlerimi ona çevirdim. Babam bile beni umursamazken o korkma diyordu.

“Sen bunu bana nasıl yaptın?" diye bağırmaya devam etti babam.

“Baba bak...” dedim, kendimi açıklamak istedim ama devam edemedim. Çünkü babamın arkasından gelen Fırat’ı gördüm. Sanırım mutfağın penceresinden içeriye girmişti.

“Baba dikkat et!” diye bağırdım, fakat babam Fırat’ı fark edene kadar o arkadan babama vurmuştu ve yere düşürerek elinden silahı almıştı.

“Baba!” diye bağırdım ve yanına gittim. Başını tutmuş ve ayağa kalkmaya çalışıyordu. Babamı ayağa kaldıracakken Fırat kolumdan tuttu ve beni ayağa kaldırarak uzaklaştırdı.

“Ne yapıyorsun, bırak beni!" Bağırdım, buna rağmen engel olamadım ona ve uzaklaştırdı beni.

“Sen benden kurtulacağını mı zannediyorsun lan şerefsiz!" diyen Cihangir babama yaklaştı ve yumruklamaya başladı.

“Yapma!” diye bağırdım ve Fırat’tan kurtulmaya çalıştım ama o kadar sıkı tutmuştu ki kaçamadım.

“Cihangir yapma!” desem de vurmaya devam etti. Babam ise acıyla kıvranıyordu. Tam o anda dışarıdan silah sesleri gelmeye başladı. Sonunda gelmişlerdi.

N'oluyor lan?" diye sordu Cihangir şaşkınca ve bir cevap almasına gerek kalmadan polisler içeriye girdi, cevabını almış oldu.

“Kalk ayağa!” diye bağıran polis Cihangir’e yaklaştı. Cihangir ayağa kalkınca polis bir daha bağırdı.

“Kaldır ellerini!” Cihangir öfkeli gözlerini bana çevirdi, bakamadım gözlerine ve bakışlarımı kaçırdım.

“Kaldır dedim!" diye bağırdı polis, ellerini usulca kaldırdı ellerini. Bir başka polis de Fırat’a kelepçe takıyordu.

Cihangir ellerini kaldırınca polis ona yaklaştı ve üzerini aradı. Belinde bulduğu silahı alarak dizlerinin üstünde yere oturttu ve ellerini arkadan kelepçeledi. Cihangir bana çevirdi bir kez daha bakışlarını. Yüzünde saçma bir gülümseme vardı, nasıl olur da bu kadar rahat olur anlamıyorum. Suç üstü yakalanmıştı sonuçta, kurtulmaz diyemiyorum ama kolay da olmayacaktır.

Onun bu bakışlarından rahatsız olduğumu hiç belli etmeden ve hiç korkmadan ona bakarken bir anda göz kırptı. Bu yüzden afallarken Cihangir’in arkasındaki polis, içeriye giren bir başka polise seslendi.

“Götürün bunları,” dedi, polis geldi ve Cihangir'in kolundan tuttu. Onu götürmek istedi ama Cihangir hareket etmedi, bana bakmaya devam etti. Az önceki gülümseme ve rahatlık biraz olsun yok olmuş gibiydi. Öyle bir bakıyordu ki şu an elleri bağlı olmasa beni kesin öldürürdü. Yanında polis olmasına güvendim ve ona yaklaşarak karşısında durdum.

“Sana senden kurtulacağımı söylemiştim.” Yüzündeki o alaylı bir ifade yeniden gün yüzüne çıktı, hâlâ neye güveniyordu anlamıyorum.

"Yürü hadi!" dedi polis ve Cihangir'i çekiştirdi, Cihangir gözünün ucuyla ona baktı.

"Bir dakika," dedi, gözlerini yeniden bana çevirdi ve kulağıma doğru eğildi, kimsenin duymayacağı şekilde konuştu.

“Bu burada bitmedi Cemre," dedi dümdüz bir ses tonuyla. "Geri döneceğime ve seni elimle koymuş gibi bulacağıma emin olabilirsin.”

“Hiçbir şey yapamazsın," dedim kendimden emin bir şekilde, geri çekildi ve gözlerimin içine baktı.

“Bekle beni," dedi, kolundan tutup kendisini çekiştiren polisle birlikte evden çıktı. Her ne kadar hâlâ beni tehdit ediyor olsa da sanırım sonunda ondan kurtulmuştum. Biliyorum gittiği yerde çok kalmayacaktı, muhtemelen birkaç güne çıkacaktı ama hiç değilse bu durum bana herkesi güvende tutmak ve onları koruyabilmem için zaman kazandırmıştı.

“İyi misiniz beyefendi?” diye soran polis babamı ayağa kaldırdı ve koltuğa oturttu.

“İyiyim," diyen babama yaklaştım. Bana bakmış ama bir şey söylememişti.

İfadenizi almamız gerekiyor, karakola kadar gelmeniz lazım.”

“Biz sonra gelsek oluyor mu? Babam iyi değil," dedim, polis başıyla onayladı beni.

“Yarın mutlaka gelin, şikayetçi olmazsanız serbest kalırlar," diye uyardı.

“Peki," dedim, polis başka bir şey demeden evden çıktı ve gitti. O giderken babamla yalnız kalmış olduk.

“İyi misin?” diye sordum, başını kaldırdı ve yüzüme baktı. Her yeri kan içindeydi. Başıyla onaylayarak önüne dönünce tekrar konuştum.

“Bana anlatman gereken şeyler var,” dedim, tekrar bana baktı ve başını olumsuz anlamda salladı.

“Ben hiçbir şey yapmadım.”

“Neden korkuyorsun o zaman onlardan? Ya da neden senden yardım istediğimde benden vazgeçtin? Her şeyi geçtim sen yanında neden silah taşıyorsun baba, senin böyle adamlarla ne işin var? Nereden tanıyorsun bunları?” Üst üste sordum sorularımı, derin bir nefes aldı ve elimi tuttu.

“Her şeyi anlatacağım kızım.”

“Anlat o zaman,” dedim, başını önüne eğdikten sonra konuştu.

“En başta şunu bilmeni istiyorum; ben senden vazgeçmedim kızım," dedi, gözlerim doldu.

“Neden gelmedin o zaman? Gelmeni geçtim, sana olduğum yeri söylememe bile izin vermedin baba sen. Amcamlara güvende olduğumu söylemişsin, onlar bile beni senin yüzünden aramamışlar.”

“Ben senin nerede olduğunu biliyordum Cemre. Bu yüzden sana nerede olduğunu söylemene izin vermedim. Amcanlara da güvende olduğunu söyledim, çünkü seni ararlarsa onlar da tehlikeye gireceklerdi bunu istemedim.”

“Peki o zaman neden bana oradan kendin kurtul ben gelemem dedin? Polislere bile haber vermedin sen baba!”

“Polislere haber vermedim çünkü o adamları polislerin durdurmayacağını biliyordum. Sana kendin kurtul, ben de gelemem dedim çünkü sana her şeyi zorla söyletiyorlar zannettim. Benimle konuşurken o adamların yanında olduğunu düşündüm, eğer senden vazgeçtiğimi düşünürse seni bırakır diye düşündüm. Bak düşündüğüm gibi de oldu, seni bıraktılar. Zaten bırakmasalardı ben seni almaya gelecektim. Seni bir şekilde oradan kurtaracaktım. Ben senden nasıl vazgeçebilirim kızım?" diye sordu.

“Seni aradığım da yanımda değillerdi ama telefonu bilerek bulmamı ve seni aramamı istemişler. Biz seninle konuşurken o da bizi duyuyormuş," dedim.

“İşte bu yüzden o gün sana öyle şeyler söyledim. Be senden hiçbir zaman vazgeçmedim kızım," dedi, o her şeyi açıklamıştı, şimdi de sıra bendeydi.

“Onu buraya bilerek getirdim. Polisler suç üstü yakalarsa daha çok içeride kalır diye düşündüm. Biliyorum onu sonsuza kadar orada tutmayacaklar ama hiç değilse kendimizi güvene almak için biraz zaman kazanmak istedim," dedim, sarıldı bana.

“Akıllı kızım," deyince gülmek istedim ama aklıma gelen şeyle bunu yapamadım ve ondan ayrılarak konuştum.

“Bu adam kim baba? Neden senden bu kadar nefret ediyor?” diye sordum, şaşırdı.

“Sana hiçbir şey anlatmadı mı?” Başımı olumsuz anlamda salladım.

“Bana sadece senin kız kardeşine zarar verdiğini söyledi," dedim, hemen itiraz etti.

“Ben hiçbir şey yapmadım Cemre, yemin ederim hiçbir şey yapmadım. Bana inanıyorsun değil mi?" diye sordu.

“Ben sana inanıyorum baba ama...” deyip sustum, merakla gözlerime bakıyordu.

Aması ne?” diye sordu.

“Baba ben onun kardeşiyle tanıştım, kız yalan söyleyecek biri gibi değildi.”

Tanıştın mı?”

“Evet, bir şey anlatmadı ama sanki anlatsa doğruyu söyleyecek gibiydi. Sen gerçekten bir şey yapmadın değil mi?”

“Anlatacağım," dedi, meraklandım. Bir süre öylece durduktan sonra derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.

“Beş sene önce oldu her şey," diye girdi konuya, hem delicesine neler olduğunu merak ediyordum hem de babamın gerçekten kötü bir şey yapmış olmasından korkuyordum.

“Sadece kazaydı kızım.”

“Kaza mı? Ne kazası?”

“Beş yıl önce en son Türkiye’ye geldiğimde bir kaza oldu, büyük bir kaza. Suçlu ben değildim, ben sadece yolumda gidiyordum. Karşıdan gelen araba çarptı bana. Sonradan öğrendim o arabanın içinde o kız varmış. Daha 17 yaşında ehliyeti bile yokken araba kullanıyordu o kız," dedi, söyledikleri karşısında şaşkınca kaldım.

“Sonra ne oldu?” diye sordum merakla.

“O kazada bana hiçbir şey olmadı ama o kız yaralandı. Çok ağır yaralandı. İyileştiğinde ayaklarını kullanamıyordu. Abisi, az önceki adam, bunu için beni suçladı. Ben hiç hapse girmedim, çünkü suçlu değildim," dedi, büyük bir şok içinde dinledim onu.

"O abisi de bunu kaldıramadı ve beni ölümle tehdit etti. Korktum kızım, çok korktum. Bu yüzden anneni de alıp gittim buradan. Sen amcanın kızı olarak görünüyorsun, bu yüzden seni bulacakları aklıma hiç gelmedi. Eğer senin peşinde olduklarını bilseydim canım pahasına korurdum seni," dedi, gözlerimi yere çevirdim ve düşündüm.

Anlattığı her şey mantıklı geliyordu. O evdeyken böyle bir senoryo benim de aklıma gelmişti ama Cihangir babama o kadar öfkeliydi ki hep kendi kendime daha kötü şeyler olmuş olmalı ki babamdan bu kadar nefret ediyor demiştim.

“Ne düşünüyorsun?” Babamın sesiyle başımı kaldırdım ve yeniden ona baktım.

“Ben sana güveniyorum baba,” dedim, tebessüm etti.

“Biliyorum kızım, yine de çok özür dilerim senden. Başına gelen bu kadar şeyin sorumlusu benim.”

“Senin hiçbir suçun yok baba, her şey o adamın suçu. Her şey bir kazaymış ama onun yaptıklarına baksana ya! Bir kaza yüzünden resmen seni öldürmek istiyor," dedim, iç geçirdi.

“O da kardeşi için üzülüyor," dedi.

“Ona ben de üzüldüm ama yaptığı şey kendi hatası baba. O kaza senin suçun değil, o kızın suçu. Başına gelen her şey kendi hatası, onlar sadece bir suçlu arıyorlar," dedim.

“Yine de kızamıyorum onlara.” dedi, tekrardan sıkıca sarıldım ona. Bir an bile onun kötü bir şey yapacağını düşündüğüm için kendimden utandım.

“Şimdi ne yapacağız?” diye sordum geri çekilirken.

“Buradan gideceğiz ve o adam bizi hiçbir zaman bulamayacak," dedi.

“Ya amcamlar, onlara ne olacak?” diye sordum, Cihangir onların da peşini bırakmazdı ki.

“Nerede şimdi onlar.?"

“Onların hiçbir şeyden haberi yok ama Damla’nın var. Biz Damla'yla onlar güvende olsun diye bir plan yaptık. Damla onları tatil bahanesiyle şehir dışına götürdü. Şimdi güvendeler.”

“Ben konuşacağım onlarla da, o adam bizi bulamadan gideceğiz buradan," dedi ama bir türlü rahat edemiyordum.

“Ya yine bizi bulursa baba?”

“Korkma, artık ben yanındayım kızım. O adam bize hiçbir şey yapamayacak. Hadi şimdi toparlanıp karakola gidelim, önce o adamdan şikayetçi olalım sonra da anneni alıp amcanların yanına gidelim. Durumu onlara anlatıp bir çözüm yolu buluruz.”

“Annem gitti zaten," dedim.

“Gitti mi?”

“Evet, ben o güvende olsun diye gönderdim onu," dedim, güldü.

“Sen neler yapmışsın öyle?" diye sorunca ben de güldüm.

“O adam benimle uğraşabileceğini zannetti," dedim, babam gülmeye devam ederken ayağa kalktı.

“Hadi gidelim o zaman, bir an önce bitsin bu iş," deyince ben de hemen ayağa kalktım.

“Bence de bitsin artık," dedim, yeterince uzamıştı zaten.

“Sen bekle burada ben eşyalarımı toplayıp geliyorum,” dedi ve arka odaya doğru gitti. O giderken cebime sakladığım telefonu çıkararak Damla’ya mesaj attım.

“Her şey yolunda gitti. Polis tam zamanında gelerek Cihangir’i götürdü.”

Yazıp gönderdim, koltuğa oturdum ve babamın hazırlanmasını beklemeye başladım. Tam o anda gelen mesajla tekrar telefonu aldım ve gelen mesajı okudum.

“Siz nasılsınız?”

“İyiyiz.”

Yazıp gönderdim ve telefonu yeniden cebime koydum. O sırada babam “Ben hazırım, hadi gidelim," dedi, onun sesiyle ayağa kalktım ve yanına gittim. Daha sonra beraber evden çıktık ve arabaya binerek karakola doğru yola çıktık.

Karakola gelince babam polislerin yardımıyla Cihangir’den şikayetçi olup dilekçe hazırlamak için yanımdan uzaklaştı. Bende zar zor polisleri ikna etmiş ve Cihangir’in yanına gidiyordum. Günlerdir onu parmaklıkların arkasında görmeyi o kadar çok istiyordum ki şimdi elime geçen bu fırsatı kaçırmaya hiç niyetim yoktu.

Yanımda ki polis memuruyla birlikte Yavaş adımlarla ilerleyerek Cihangir’in olduğu nezarethanenin önünde durdum. Seslerden birilerinin geldiğini anlamış olacak ki başını kaldırdı ve bize baktı. Beni görünce şaşırdığını fark ettim. Bir süre yüzüme baktıktan sonra oturduğu yerden kalktı ve birkaç adım atarak yaklaştı.

“Seni burada görmeyi hiç beklemiyordum," deyince keyifle gülümsedim.

“Seni burada görme fırsatını kaçıracak değildim.”

“Bu durum çok uzamayacak, biliyorsun değil mi?” diye sordu.

“Biliyorum ama sen buradan çıktığında ben çoktan izimi kaybettirmiş olacağım," dedim.

“Nereye gidersen git, seni bulurum Cemre," dedi kendinden emin bir şekilde ve devam etti. "Hatırlıyor musun sana eğer bana oyun oynarsan babanı bulsam bile senin peşini bırakmam demiştim ve ben dediğimi yaparım," dedi, cevap vermeyip sessiz kalmayı tercih ettim.

“Ama yine de seni tebrik ederim," dedi.

“Neden?”

“Gerçekten tuzağa düşürdün beni.” deyince içten içe gururum okşandı, keyfim yerine geldi.

“Benden güçlü olabilirsin ama gördüğün gibi her şey güç değil. Biraz aklını kullanınca en güçlü olanı bile yenebiliyor insan," dedim gururla.

“Yeniyor mu? Yoksa yendiğini mi zannediyor? Bunu en kısa zamanda ikimiz de öğreneceğiz," dedim.

“Sen öğren, muhtemelen ben seni bir daha görmeyeceğim," dedim, iç geçirdi.

“Biliyor musun?” diyerek gözlerimin içine baktı ve bana bir adım daha yaklaştı. Gözlerimi ondan kaçırıp geri çekilmek yerine korkmadan tüm cesaretimle gözlerinin içine bakarak konuştum.

“Neyi?” Yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. İlk defa yüzüne bu kadar dikkatli bakıyordum bu yüzden sol yanağında ki küçük gamzeyi ilk defa şimdi fark etmiştim.

“Seninle...” dedi ve sustu. Bu sefer yüzündeki gülümsemeyi daha da büyüterek cümlesini tamamladı.

“Başka bir zamanda ve başka bir yerde tanışmış olsaydık...” diyerek tekrar sustu ve gözlerimin içine bakmaya devam etti. Sonra derin bir nefes aldı ve konuşmaya devam etti.

“Ve sen o adamın kızı olmasaydın.” diyerek gözlerini kaçırdı ve kaşlarını çattı. Ne zaman babamdan bahsetse yüz ifadesi sertleşiyordu.

“Ne olurdu o zaman?” Tekrar gözlerimin içine baktı ve gülmeye devam etti.

“Muhtemelen sana aşık olurdum.” Söylediği şeyi algılamaya çalışırken benimle dalga geçtiğini düşünerek ben de onun gibi güldüm ve ona doğru bir adım attım. Aramızda demir parmaklıklar olduğu için ona bu kadar korkusuzca yaklaşabiliyordum.

“Muhtemelen ben yine senden nefret ederdim.”

“Biliyorum," dedi.

“Umarım hiçbir zaman buradan çıkamazsın," dedim, fazlasıyla ciddi bir ifadeyle bakıyordu gözlerime.

“Bunun mümkün olmadığını sen de çok iyi biliyorsun," dedi.

“O zaman umarım seni bir daha görmem," deyip yanından uzaklaştım.

“Bu da mümkün değil Cemre," diye seslendi arkamdan, duraksadım ve yeniden ona baktım. Bir süre öylece baktım sadece, çok şey söylemek istedim ama hiçbir şey söylemeden geldiğim yolları tekrar yürüyerek karakoldan çıktım.

Bahçedeki banka oturarak babamın çıkmasını beklemeye başladım. Hâlâ Cihangir’den kurtulduğuma inanamıyorum. Gerçekten de sonunda kurtulmuştum ve artık hayatıma eskisi gibi devam edebileceğim. Tamam belki yine tam anlamıyla eskisi gibi olmayacak, yine Cihangir peşimizde olacak ama bir arada olacağız. Onun yanında olmak, onun istediklerini yapmak zorunda olmayacağım.

“Cemre.” Babamın sesini duyunca arkamı döndüm ve ona baktım. Bana doğru geldiğini görünce ayağa kalktım, yanına gittim.

“Şikayetçi oldum. Gerisi bizi ilgilendirmez artık, hadi gidelim," dedi.

“Bitti değil mi artık?”

“Bitmedi, oradan çıkıp peşimize düşecek ama artık korkmana gerek yok. Ne kadar ararsa arasın, bizi bulamaz artık.”

“Emin misin baba?”

“Eminim Cemre, hadi bir an önce gidelim artık,” diyerek arabaya doğru yürüyünce hemen peşinden gittim ve arabaya bindim.

“Nereye gidiyoruz?” diye sordum, arabayı çalıştırırken konuştu.

“Güvenli bir yer var, şimdilik oraya gideceğiz. Sonra da amcanların yanına gider, her şeyi anlatırız," dedi.

“Sonra ne olacak?”

“İşte onları da alır güvenli bir yere geçeriz.”

“Ya bizimle gelmek istemezlerse?" diye sordum, böyle bir ihtimal de vardı çünkü.

“Sen şimdi düşünme bunları, ben konuşur ikna ederim onları.” deyince onu başımla onaylayarak pencereden dışarıya baktım.

Tam o an cebimdeki telefonun titredi. Damla’nın verdiği telefonu çıkarıp ekrana baktım ama ne arayan ne de mesaj atan vardı. Yanlış hissetmişimdir diyerek telefonu tekrar cebime koyacakken yine bir şey titredi. Aklıma Cihangir’in verdiği telefon gelince hemen diğer cebimden onu çıkardım. Bir mesaj geldiğini görünce korkuyla ekranı açtım ve gelen mesajı okudum.

“Bitmedi Cemre.”

“Nereye kaçarsan kaç bulurum seni.”

Cihangir’in bu mesajı gözaltında olduğu halde atması beni korkuttu ama bu tehditlerinin boş olduğunu da çok iyi biliyorum. Muhtemelen mesajı bile bir başkasına attırmıştır. Artık elinden bir süre hiçbir şey gelmezdi, önce kendini oradan kurtarmalıydı bunun için. Kaçıp gitmek için yeterince zamanın vardı.

“Kim o kızım?” Babamın sorusuyla telefonu yeniden cebime koyarak konuştum.

“Önemli bir şey değil," dedim, babam üzerinde durmadı ve arabayı sürmeye devam etti.

Dakikalar sonra araba durduğunda geldiğimiz yere bakınca yine bir dağ evi olduğunu gördüm.

“Burası kimin evi?” diye sordum, babamın gözleri beni buldu.

“Bir arkadaşımın evi burası, ona kalacak yere ihtiyacım olduğu söyleyince burada kalabileceğimi söyledi.” Onu başımla onaylayarak arabadan indim ve evin kapısına doğru yürüdüm. Kapının önüne gelince durdum ve babamın kapıyı açmasını bekledim. Babam kapıyı açınca içeriye girerek etrafa baktım.

“Burası çok soğuk," dedim, hızlıca şöminenin önüne gitti.

“Ben hallederim şimdiz, sen otur dinlen biraz.” Babamı başımla onaylayarak koltuğa oturdum. O an cebimdeki telefon yine titredi. Telefonu hızla cebimden çıkardım ve ekrana baktım. Cihangir arıyordu. Korku ve şaşkınlıkla ekrana bakarak ayağa kalktım.

“Ben hemen geliyorum baba,” dedim ve bulduğum ilk odaya girdim. Derin bir nefes alarak telefonu açtım, daha sonra da kulağıma götürerek ilk onun konuşmasını bekledim.

“Aradığımı görünce dilin tutuldu herhalde.” Kısık sesle konuşuyordu, sanırım gizlice arıyordu. Cesaretimi toplayarak konuştum.

“Sana senden korkmadığımı daha kaç kere söylemem gerekiyor.”

“Gerçekten korkmadığın zaman söylersen belki inanırım sana.” Göz devirdim, gerçekten çok sinir bozucu biriydi.

“Sen oradan nasıl arayabiliyorsun beni?”

“Ben istediğim her şeyi yaparım Cemre. İşte bu yüzden ben istemediğim sürece benden kurtulamazsın.”

“Senden kurtulamadığımı bildiğimi söylemiştim ama senden kurtulmak için zaman kazandığımı da söylemiştim. Çok çabuk unutuyorsun her şeyi," dedim onunla alay edercesine.

“Şu an bile nerede olduğunu biliyorum Cemre," dediği an dönüp kaldım.

“N-ne demek biliyorum?” Kekelediğim için kendime kızsam da olmuştu bir kere.

“Sen beni gerçekten hiç tanıyamamışsın.”

“Yalan söylüyorsun, beni korkutmaya çalışıyorsun.”

“Yalan mı söylüyorum doğru mu söylüyorum onu yüz yüze konuşuruz.”

“Senin yüzünü bir daha görmeye hiç niyetim yok! Sen o girdiğin yerden çıkana kadar ben çoktan ailemi de almış buradan gitmiş olacağım. Sen de artık arkamızdan o boş tehditlerini kendi kendine savurmaya devam edersin.” diyerek telefonu yüzüne kapattım. Şu an yüz ifadesini gerçekten çok merak ediyorum.

"Aptal!" deyip elimdeki telefona baktım. Bu telefonla işim yoktu, atabilirdim ama ona bana yaptıklarının hesabını sormak da istiyordum. Elimden bir şey gelmezdi ama buradan gittikten sonra birkaç gün Cihangir’i deli edebilirdim. Sonra da bu telefondan kurtulurdum. Bu yüzden telefonu tekrar cebime koyarak odadan çıktım.

Salondaki babamın yanına gittim, oturdum. Cihangir’in söylediklerine çok fazla inanmamıştım ama ne olur ne olmaz diyerek tedbir almam gerekiyordu.

“Buradan hemen gidelim baba," dedim, gözleri hemen beni buldu.

“Gidelim mi?”

“Evet gidelim.”

“Sen iyi misin Cemre, ne oldu birden?”

“Bir şey olduğu yok baba, sadece oyalanmayalım ve bir an önce buradan gidelim istiyorum," dedim, bir şey olduğundan şüphe etmesini istemedim.

“Tamam gideceğiz zaten merak etme sen," dedi.

“Ne zaman gideceğiz?”

“Yarın akşam," dedi, bu iyi olmamıştı.

“Neden o kadar bekliyoruz ki?”

“Yarın halletmem gereken birkaç iş var sabah hallederim, akşam da yola çıkarız," dedi, Cihangir yarına kadar çıkmazdı değil mi? Yok canım o kadar da çabuk kurtulamazdı.

“Peki tamam," deyip gözlerimi önüme çevirdim.

“Hadi kalk, bir şeyler yiyelim," dedi babam ve ayağa kalkıp mutfağa gitti. Ben de hemen ayağa kalkarak peşinden gittim.

Babamla bir şeyler yedikten sonra bir süre salonda beraber oturduk. Sıkılınca saatte baktım. Akşam 9 olmuştu. Hâlâ erkendi ama çok yorulduğum için ayağa kalktım.

“Ben uyuyacağım baba.” Telefondan başını kaldırarak bana baktı.

“Tamam kızım, dinlen sen. Yarın çok işimiz var," dedi.

“İyi geceler,” deyip ilerideki odaya yürüdüm.

“Sana da,” dedi babam arkamdan, dönüp bakmadam odaya girdim. Girer girmez de pencereye gidip dışarıya baktım. Cihangir’in yalan söylediğine inanıyorum ama kendinden o kadar emin konuşmuştu ki şüphelenmeden edemiyorum. Belki de gerçekten nerede olduğumuzu biliyordur.

“Saçmalama Cemre, sadece seni korkutmaya çalışıyor. Nerede olduğumuzu nereden bilecek?” diye mırıldandım ve pencerenin kenarından çekilerek doğru gidip uzandım.

*****

Dışarıdan gelen seslerle gözlerimi araladım. Gerçekten seslerin geldiğinden, dışarıda birileri olduğundan emin olup telaşla ayağa kalktım ve koşarak pencereye gidip dışarıya baktım.

Babamın telefonda biriyle tartıştığını görünce rahat bir nefes aldım. Bir an Cihangir geldi zannetmiştim. Resmen adam yüzünden paronayak oldum.

Pencerenin kenarından geri çekildim ve odadan çıkıp doğrudan banyoya gittim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra banyodan çıktım, salona gittim. Babamın hâlâ eve girmediğini fark edince kapıya doğru yürüdüm, evden çıktım ve onu dinlefim.

“Bana söz vermiştin!" diye bağırdı, kiminle konuştuğunu merak ettim.

“Beni bu şekilde yalnız bırakamazsın, o adamın ne kadar tehlikeli olduğunu ikimiz de biliyoruz!" Sanırım Cihangir’den bahsediyordu ama onu yalnız bırakan kim, onu anlayamadım.

“Yakalandığını ben de biliyorum ama oradan çıkar çıkmaz tekrar peşimize düşecek.” Gerçekten de Cihangir’den bahsediyordu.

“Tamam yine arayacağım ben seniz” deyip telefonu kapatarak cebine koydu ve arkasını döndü. Beni görünce şaşırır gibi oldu ama yine de kendini çabucak toparlayıp yanıma geldi.

“Cemre?” derken yanıma ulaştı.

“Sen beni mi dinliyordun?”

“Hayır, dinlemiyordum. Zaten şimdi geldim de sen kiminle konuşuyordun?” diye sordum.

“Annenle.” dediği an yalan söylediğini anladım ama belli etmedim.

“Ne konuşuyordunuz?”

“Hiç öyle konuşuyorduk işte," dedi, geçiştirmeye çalıştı beni.

“İyi miymiş annem?”

“İyiymiş ,neyse hadi gel kahvaltı edelim. Çok işim var benim, gideceğim," dedi.

“Tamam," deyip eve girdim. Babam da peşimden geliyordu. Cihangir konusunda benden bir şeyler saklıyordu ve benim bunu bir an önce öğrenmem gerekiyordu.

Babam kahvaltıdan sonra üzerini değiştirmek için odaya gidince hemen masanın üzerinde bıraktığı telefonu aldım. Telefondan son aramalara girerek bahçede konuştuğu kişinin numarasını buldum. Koray Bey diye kaydetmişti adamı. Adamın numarasını kendi telefonuma kaydederek hemen mesaj bölümüne girdim. Daha sonra adamın ismini buldum ve mesajları okudum.

Koray denilen adam babama bir adres atmıştı ve altına kızın bu adreste yazmıştı. Diğer mesajları da okumuştum ama onlarda çok önemli şeyler yazmıyordu. Bu yüzden hemen telefonu kapatarak tekrar aldığım yere bıraktım. Sanırım bu adam Cihangir konusunda babama yardım ediyordu ama kim olduğunu ve babamın neden bu adama güvendiğini anlayamadım.

“Ben gidiyorum Cemre,” diyen babama baktım, odadan çıkmış kapıya doğru yürüdü.

“Telefonunu unuttun," dedim, hızlıca yanıma geldi ve telefonu aldı.

“Sen de hazır ol, işim bitince gideceğiz buradan.”

“Tamam baba," dedim, başka bir şey demedi ve evden çıkıp gitti.

“Kim bu adam acaba?” Kendi kendime mırıldanarak ayağa kalktım ve salonda dolanmaya başladım.

Eğer iyi biri olsaydı ve gerçekten babama yardım ediyor olsaydı babam onunla konuştuktan sonra bana annenle konuşuyordum diye yalan söylemezdi. Ama eğer kötü biri de olsaydı babamın onunla işi olmazdı, hem kötü birisi olmuş olsa Cihangir’in adresini bularak babama söylemez, bize yardım etmezdi ki.

Salonda dolanmaya devam ederken cebimdeki telefon yine çalmaya başladı. Korkuyla cebimden çıkardım. Damla’nın aradığını görünce rahatladım. Sanırım Cihangir’in verdiği telefondan bir an önce kurtulmam gerekiyordu. Çünkü her telefon çaldığında kalbim korkudan deli gibi atmaya başlıyordu. Elimdeki telefon çalmaya devam edince açtım.

“Alo?”

“Cemre iyi misiniz?” Sesi çok endişeli geliyordu.

“İyiyiz, merak etme," dedim, fiziksel olarak çok iyiydim ama ruhsal olarak iyi olduğum söylenemezdi.

“Ne zaman geleceksiniz buraya?”

“Babamın birkaç işi varmış, işlerini halledecek bugün. Akşam yola çıkacağız muhtemelen," dedim.

“O adamdan tamamen kurtuldunuz mu?” Bu sorunun cevabı kesinlikle 'Hayır' olmalıydı ama onu endişelendirmek istemediğim için yalan söyledim.

“Evet, bitti tamamen.”

“Oh be rahatladım sonunda.” deyince zorla da olsa güldüm.

“Siz ne yapıyorsunuz, amcam bir şeyden şüphelendi mi?” diye sordum merakla.

“Ne şüphelenmesi? Buraya gelince seni unuttu bile. Sanırım bu işin en iyi kısmı buraya gelmek zorunda olmamızdı. Burası gerçekten çok güzel, iyi ki gelmişiz! Siz de gelince güzel bir tatil yaparak döneriz evimize.” deyince bir şey diyememiştim. Şimdi ona biz gelince kaçıp gideceğiz ve bir daha asla buraya dönmeyeceğiz nasıl diyecektim ki? Sanırım en iyisi şimdilik hiçbir şey belli etmemekti ve babamla beraber yanlarına gittiğimiz zaman bu durumu yüz yüze konuşmaktı.

“Çok sevindim, amcamın şimdilik bir şey bilmemesi en iyisi. Sonra babam anlatır ona olanları. Biz de en geç yarın oradayız," dedim.

“Peki tamam, babam çağırıyor kapatmam lazım.”

“Damla, sen yine de dikkatli ol tamam mı?” dedim, onlara bir şey olacak diye aklım çıkıyordu.

“Tamam tamam sen merak etme, hadi görüşürüz,” deyip telefonu kapattı. Telefonumu tekrar cebime koyarak salondaki koltuğa oturdum ve babamın eve gelmesini beklemeye başladım.

*****

Saatte baktığımda 15.00 olduğunu gördüm. Uzun süredir babamın gelmesini bekliyordum. Bu kadar geç kalacağını tahmin edememiştim. Daha fazla dayanamayıp aramak için cebimden telefonumu çıkardığımda bahçeden gelen araba seslerini duyup ayağa kalktım ve pencereye gittim.

Evin önünde gördüğüm 4 araba beni büyük bir korkuya düşürürken kaçabileceğim bir yer olmadığının farkındaydım. Eğer gelen Cihangir ise köşeye sıkışmıştım. Çok geçmeden gelen arabaların içinden adamlar indi. En öndeki arabanın içinden babam da inmişti. Şaşkınlıkla bakmaya devam ederken aynı arabadan uzun boylu esmer genç bir adam indi ve babamın yanına geldi.

Gelenlerin Cihangir ve adamları olmadığını anlamak rahat bir nefes almama neden olurken pencerenin kenarından çekildim ve hızlıca kapıya gidip kapıyı açtım. Babam ve kim olduğunu bilmediğim adam yanıma geldiklerinde babama bakıyordum.

“Baba?” dedim bir açıklama yapması için, içeriyi gösterdi.

“İçeri girelim Cemre.” İtiraz etmeden başımı salladım ve içeriye geçtim. Onlar da peşimden gelmişlerdi. Babam yanıma ulaşınca konuştum.

“Biraz konuşalım mı?” diye sordum ve gözümün ucuyla yanımızdaki adama baktım.

“Sonra konuşuruz." Aldığım bu cevapla kaşlarım çatıldı.

“Sonrası yok, şimdi konuşalım," dedim ısrarla, babam bir şey söyleyecekken yanımızda duran adam araya girdi.

“Sen git kızınla konuş Engin, ben bekliyorum burada sizi," dedi ve gidip salondaki koltuğa oturdu. Babama Engin demesi beni şaşırttı. Çünkü babam ondan büyüktü hatta onun da babası yaşındaydı ama neyse şimdi bunu düşünecek hâlim yoktu.

“Tamam Cemre, gel konuşalım," deyip babam odaya doğru yürüyünce salonda oturan adama son bir kez baktım ve hızlıca yatak odasına gittim. Odaya girer girmez babamın karşısında durdum.

“N'oluyor baba, bana da anlatacak mısın? Hani biz gidecektik buradan? Hem bu adam da kim?”

“Gideceğiz, Koray bey de buraya bunun için geldi zaten. Bize yardım edecek.” Bu cevapla salondaki adamın babamın sabah telefonda konuştuğu ve benim mesajlarını okuyup numarasını aldığım adam olduğunu anlamam hiç de zor olmadı.

“Tabii sen tanımıyorsun o yüzden böyle şaşırdın. Koray bey seni bulmamda bana çok yardım etti."

“Beni sen bulmadın baba.”

“Cemre bu konuyu konuştuk seninle kızım. Sen eğer o evden çıkmasaydın biz senin için gelecektik zaten. Senin Cihangir’in yanında olduğunu da Cihangir’in evinin adresini bulan da Koray Bey'di."

“Kim peki bu Koray bey? Sen nereden tanıyorsun bunu?”

“İş ortaklığımız var.”

“İş ortağın neden bizim hayatımızla bu kadar ilgileniyor?”

“Sen bana hesap mı soruyorsun?” diye çıkıştı bir anda, omuz silktim.

“Hesap sormuyorum, sadece merak ettiklerimi soruyorum. Sanki sürekli benden bir şeyler saklıyormuşsun gibi hissediyorum.”

“Senden bir şey sakladığım yok. Koray Bey bizimle ilgileniyor çünkü seni ararken yardıma ihtiyacım olduğunu fark etti ve bize yardım etti. Şimdi de hem amcanları hem de bizi koruyacak." Bu cevap beni hiç tatmin etmezken bir yandan da çok büyük bir şüpheye düşürdü.

“Bunların hepsini sadece iyi bir insan olduğu için mi yapıyor yoksa karşılığında senden bir şey mi istedi?”

“Saçmalama, görmüyor musun adamı? Kapının önünde onlarca adamı var, bir sürü arabası var, sence onun gibi biri benden ne isteyebilir?”

“Bilmiyorum," dedim, karşılıksız yardım edecek olması çok da mantıklı gelmiyordu.

“Korkman gereken hiçbir şey yok. Koray Bey iyi biri ve bize yardım ediyor. Sen de hiç değilse adama bir teşekkür et," deyip kapıya doğru yürüdü. Tam dışarıya çıkacakken durdu ve bana baktı.

“Hadi, gel peşimden," dedi, sıkıntıya ofladım ve peşinden odadan çıkıp yanlarına gittim. Ben salona gidince adam ayağa kalkmış, yanıma gelmiş ve elini uzatmıştı.

“Pek iyi bir tanışma olmadı ama olsun, Koray," diye tanıttı kendini, uzattığı elini tuttum.

“Cemre," deyip elimi çektim ve gidip babamın yanına oturdum.

“Başka bir yere kaçmanıza gerek yok," dedi Koray ve geçip karşımızdaki koltuğa oturdu. “Ben gereken her şeyi yapacağım o adam size zarar veremez.”

“Siz ne yapabilirsiniz ki?” diye sordum merakıma yenik düşerek.

“Dediğim gibi, gereken her şeyi yapabilirim.” Verdiği bu cevap sinirimi bozdu, şu an ona söylemek istediğim çok şey vardı ama söylersem babamın beni susturacağını da biliyordum. Bu yüzden sessiz kalırken babamın telefonu çaldı.

“Ben hemen geliyorum," deyip ayağa kalktı ve telefonla konuşmak için bahçeye çıktı. Babam çıkar çıkmaz tekrar adama baktım.

“Kimsin sen?” diye sordum anında, başını kaldırıp yüzüme baktığında şaşkın olduğunu fark ettim.

“Anlamadım?”

“Kimsin diyorum, bize neden yardım ediyorsun?”

“Baban benden yardım istedi bende ona...” Cümlesini tamamlamasına izin vermedim.

“Yalan söyleme, hiç kimse karşılığında bir şey almadan bu kadar tehlikeli bir olayın içine girmez.”

“Birincisi; sözümün kesilmesini hiç sevmem ama bu seferlik seni affedebilirim," dedi, göz devirdim. O sırada devam etti. “İkincisi; haklısın size karşılıksız yardım etmiyorum." Bunu duyduğuma hiç şaşırmamıştım.

“Ne istedin babamdan karşılığında?”

“Hiçbir şey!” dedi, sinirlendim.

“Hem karşılıksız yardım etmiyorum diyorsun hem de hiçbir şey istemedim diyorsun, sence bu mantıklı mı?”

“Karşılığında babandan hiçbir şey istemedim. Çünkü babanla bir işim yok, benim işim Cihangir'le." Kaşlarımı çattım, Cihangir mi?

“Tanıyor musun onu?”

“Evet, tanıyorum ve ondan nefret ediyorum. O da sizden nefret ediyor. Bence Cihangir’i delirtmek için güzel bir fırsat," dedi büyük bir keyifle.

Düşmanımın düşmanı dostumdur diyorsun yani?”

“Aynen öyle.”

“Peki biz neden senin bizi kullanmana izin verelim?" diye sordum.

“Başka çareniz yok çünkü.”

Yanılıyorsunz başka çaremiz var.”

“Öyle mi neymiş o? Ben pek göremiyorum da.” diyerek oturduğu koltukta geriye doğru yaslandı ve ellerini göğsünün altında birleştirdi.

“Buradan kaçıp Cihangir’in bizi bulamayacağı bir yere gitmek," dedim.

“Çare dediğin şey bu mu? Hayatının sonuna kadar korkak gibi kaçmak mı? Hem nereye kadar kaçabilirsin ki?”

“Sen bizi nereye kadar koruyabilirsin ki? Hayatımızın sonuna kadar mı?” diye sordum, güldü.

“Hiçbir lafın altında kalmam diyorsun yani?”

“Sana hiç güvenmiyorum diyorum.”

“Ben bana kötülük yapmayan hiç kimseye zarar vermedim bu zamana kadar ve vermem de. Bu yüzden bana güvenebilirsin," dedi, cevap vermek istedim ama devam edip engel oldu.

“Bir düşün bence tüm ailenin düzenini bozup kaçmak mı daha mantıklı benim yardımı mı kabul edip hayatına devam etmek mi?” Ona cevap vermeden önüme döndüm. Bu adama ne kadar güvenebilirim bilmiyorum. İçimden bir ses hiç de güven verici biri olmadığını söylüyordu.

“Neden Cihangir’den nefret ediyorsun?” diye sordum, sessizlik oldu. Bu sessizlik bir süre sürdükten sonra cevap verdi bana.

“O beni ilgilendirir," dedi, ona cevap vermeme fırsat kalmadan babam geri döndü.

“Ne konuşuyordunuz?” diye sordu, ona cevap veren Koray oldu.

“Yok bir şey, önemli değildi," dedi.

“Aynen önemli değildi.” dedim ben de ve geriye yaslandım. Yanıma oturan babam bana bakarak konuştu.

Kaçmamıza gerek kalmadı kızım." Gözümün ucuyla Koray'a baktım, ne cevap vereceğimi merak ediyor gibiydi.

“Biliyorum baba, Koray bey anlattı," dedim sadece.

“Ne diyorsun peki?” diye sordu babam, derin bir nefes aldım.

“Siz haklısınız, kaçmak çözüm olmayabilir," dedim ve el mecbur kabullenmiş oldum.

“Çok güzel, ikimiz de aynı fikirdeysek bir sorun yok," dedi babam.

“Sorun yok ama Koray Bey'e bir sorum var," dedim, Koray yüzünde alaylı bir ifadeyle bakarak konuştu.

“Dinliyorum.”

“Sizi korurum Cihangir yanınıza bile yaklaşamaz diyorsunuz ya hani?”

“Evet.”

“Ben çok merak ettim de nasıl olacak o iş? Siz bizi nasıl koruyacaksınız?” diye sordum.

“Orası beni ilgilendirir.”

“Tabi sizi ilgilendirir ama bizim de bilmeye hakkımız var değ mi? Sonuçta hiç tanımıyoruz sizi," dedim.

“Neden merak ediyorsun bu kadar?

“Çünkü eğer bizi yarı yolda bırakırsanız Cihangir’den kaçamayız," dedim, o an yüzünde oluşan ifadeden bile bana cevap vermeyeceğini anladım.

“Ben yeterince tanıyorum Koray Bey'i Cemre," dedi babam."Kimseyi yarı yolda bırakacak birisi değil," diye araya girdi babam. Babamı umursamadan konuşmaya devam edecekken buna izin vermedi.

“Yeter Cemre, Koray Bey'e bize yardım ettiği için teşekkür edeceğine bir de onu sorguya çekiyorsun!” diye kızdı babam ama hâlâ bu adam bana hiç güvenli gelmiyordu.

"İyi tamam," dedim yine de. "Bir şey demedik," diye ayağa kalktım ve odaya gittim. Odaya girer girmez söylenmeye başladım. Zaten çok geçmeden babam da odaya geldi.

“Baba yine aynı şeyleri söyleyeceksen buna hiç gerek yok," dedim bezgince.

“Bu konuyu seninle sonra konuşacağız, şimdi gittiğimizi söylemek için geldim," dedi.

“Nereye gidiyoruz?”

“Sen değil, biz gidiyoruz. Sen bizi burada bekle," dedi, kaşlarımı çattım.

“Beni burada yalnız mı bırakacaksın?”

“Sadece birkaç saat Cemre. Biz buraya seninle konuşmak için gelmiştik. Koray Bey’le başka işlerimiz var, onları halletmemiz lazım. Sonra gelip seni alacağım ve amcanların evine gideceğiz. Onları da ben yolda arayıp hemen geri dönmelerini söyleyeceğim," dedi, sıkıntıyla ofladım.

“Cihangir’i çok hafife alıyorsun," dedim, kaşlarını çattı. “Böyle rahat rahat geziyorsun, beni burada yalnız bırakıyorsun, amcanları tekrar ortaya çıkarıyorsun ama Cihangir oradan çıkmak üzere, bunu da biliyorsun değil mi?" diye sordum.

“Seni burada bulamaz merak etme, benim yanımda da Koray bey ve adamları olacak. Hiçbir şey olmaz bu yüzden, korkma sen de artık," dedi.

“O adama hiç güvenmiyorum baba.”

“Yine başlama Cemre! Gidiyorum ben, birkaç saatte tekrar geri dönerim,” dedi ve odadan çıktı. Hata yaptığını düşündüğüm hâlde elimden hiçbir şey gelmezken pencerenin kenarına gittim ve dışarıya baktım. Çok geçmeden önce Koray çıkmış ve arabasına doğru yürümüştü. Tam arabasına binerken durdu ve bana doğru baktı başıyla selam vererek arabasına bindi.

Bir süre sonra da babam evden çıkmış ve Koray’ın bindiği arabaya binmişti. Onlar arabalara binip uzaklaşınca bende odadan çıkarak tekrar salona gittim.

Salona gidip oturunca koltuğun üzerinde unuttuğum telefonu gördüm. Hangi telefon olduğuna bakmak için elime aldığımda bunun Cihangir’in verdiği telefon olduğunu gördüm.

Telefonu açtım ve bir mesaj geldiğini gördüm. Yine Cihangir atmıştı mesajı. Korkarak mesajı açtım ve okudum.

“Çok az kaldı."

Yazdığı şey beni korkuturken hemen kapattım. Kendimi korku filminde gibi hissediyorum. Sanırım bu telefondan bir an önce kurtulmam gerekiyordu. Çünkü ben onu deli edeceğime o attığı mesajlarla beni korkutuyordu. Ama yine de Cihangir’in bu kadar çabuk sürede dışarıya çıkmasını beklemediğim için rahattım. Hem zaten çıksa bile yerimi bu kadar çabuk bulması imkansızdı.

Bu düşünceler arasında arkama yaslandım ve yaşadığım şeyler yüzünden sıkıntıyla ofladım. Kendimi çok yorgun ve bitkin hissediyordum. Keşke her şey bir an önce bitse ve hemen eskiye dönebilseydik ama bunun zaman alacağını da çok iyi biliyorum.

Gözlerimi kapatıp olanları düşünmeye devam ettim. Düşünürken salonda bir başıma epey bir zaman geçirdim. Zaten yapacak başka hiçbir şey olmadığından yerimden hiç kalkmadım. Geçen saatlerin ardından da yalnızlığıma son veren yine bahçeden gelen araba sesleri oldu.

Sesleri duyar duymaz ayağa kalktım ve koşarak kapıya gidip kapıyı açtım, dışarıya baktım. Neyse ki gelenler babamlardı, sonunda gelmişlerdi ve burada yalnız kalmak zorunda değildim artık. "Sonunda," diye mırıldanırken babamın yalnız geldiğini gördüm. O çok güvendiği Koray Bey neredeydi ki?

Babam arabadan inmeden camdan başını uzatarak “Hadi Cemre hazırlan gel, bekliyorum seni. Gidelim artık buradan," dedi.

“Tamam geliyorum.” deyip içeriye geçtim ve hemen montumu giydim. Buraya hiçbir şey almadan geldiğim için hazırlanacak bir şey yoktu zaten.

Montumu giyince yeniden dışarıya çıktım ve evin kapısını kapattım. Tam babama doğru yürürken ileriden gelen arabaları gördüm. Neler olduğunu anlamaya çalışırken o arabalar bahçede durdu. Koray geldi herhalde diye düşünürken duran arabaların içinden hiç beklemediğim biri indi; Cihangir...

Onu gördüğüm an göz bebeklerim büyüdü, onlardan epey bir uzakta duran babama baktım. Tek bir saniye bile düşünmeden koşarak babama diye gittim. Arabaya binip buradan kaçmayı düşünürken bir kez daha hiç beklemediğim bir şey oldu ve babam, yanına ulaşmamı beklemeden arabayı çalıştırdı ve uzaklaştı, olduğum yerde öylece kaldım.

“Baba!" diye bağırdım arkasından ama ondan geriye sadece son hız sürdüğü arabanın tozu kalmıştı sadece. Gözlerim doldu, boğazım düğüm düğüm oldu. Sadece durdum ve baktım ona. Gitmişti, beni arkasında bırakmış ve gitmişti. Cihangir'in adamları da arkasından ateş ediyorlardı, silahlar patlıyordu ama bu benim zerre kadar umurumda değildi ki. Umurumda olan tek şey ben buradayken gidiyor olmasıydı, oysa ona doğru koştuğumu da görmüştü.

“Peşinden gidin!” diye bağırdı Cihangir, gözümden bir damla yaş aktı acıyla. Bağıra çağıra ağlamak isterken çoktan gözden kaybolmuş olan babamın arkasından bakmaya devam ettim sadece.

Cihangir'in adamları iki arabayla babamın peşine düşerlerken hâlâ yanağımda olan gözyaşımı sildim, Cihangir'e baktım. Gözlerini bana çevirmişti. Babamın kaçmış olması umurunda değildi, adamların onu yakalayacağından emin gibiydi ve bu yüzden yüzünde keyifli bir ifade vardı.

“Cemre," dedi, bana doğru birkaç adım attı. Hâlâ babamın yaptığının ağırlığı omuzlarımdayken kurtulmam gerektiğini düşündüm. Benim de bir şey yapmam lazımdı, öylece ona teslim olamam ki. Cihangir bana doğru bir adım daha attığında tek bir saniye bile olsun düşünmeden arkamı döndüm ve ormana doğru koştum.

“Cemre!” diye bağırdı arkamdan, dönüp bakmadan tüm gücümle koşmaya devam ettim. Dönüp bakmasam da adamlarıyla peşimden geldiğinin farkındaydım, arkamdan gelen seslerden bunu anlamak çok da zor olmamıştı.

“Cemre dur!” diye bağırdı Cihangir bir kez daha, sanki kendisi dur dediğinde duracaktım. Hem bu kez durmam mümkün değildi, durmak demek ölmek demekti. Bu kez yakalanamam, çünkü yakalanırsam ona yaptığımı o kadar şeyden sonra kesin beni öldürecekti. Zaten dışarı bu kadar çabuk çıkıp da nasıl beni buldu anlamış değildim.

Sürekli sağa sola doğru yön değiştirerek koşmaya devam ettim. Belki izimi kaybederler diye ama olmuyordu, hâlâ peşimdeydiler. Buna rağmen pes etmedim, nereye gittiğimi bile bilmiyorken koştum. Koşarken nefesim kesildi ama yine de durmadım, durmamaya da kararlıydım. Fakat bu hızda koşmaya devam ederken kendimi bir anda boşlukta buldum.

“Ah!" diye bağırdım avazım çıktığı kadar ve çok sert çarptığım başımı tuttum. Bir yandan yerde acı çekerken bir yandan nereye düştüğüme bakındım ve bir çukurun içine olduğumu fark edip öfkeyle toprağa vurdum.

“Kahretsin!" diye bağırdım ve ağlamaya başladım. Ağlarken duyduğum ayak sesleriyle hemen sessizleştim. Doğruldum ve çukurun bir köşesine sindim. Belki beni burada görmez ve geçer giderler diye düşünürken bir yandan da gözyaşlarımı sildim.

Bir süre sessizce bekledim. Beklerken dişlerimi sıkmaktan çenem ağrımıştı ama yine de sıkmaya devam ettim. Çünkü düştüğüm için her yerim ağrıyordu. Kendimi sıkmaya, sessizce acımla başa çıkmaya çalışırken biri dilini damağına çarpıtarak birkaç kez cıkladı. Hızla başımı kaldırdım ve Cihangir'i gördüm. Çukurun başında ellerini cebine koymuş, bana bakıyor ve aynı sesi çıkarmaya devam ediyordu. Kaçacağım yer kalmadığından çaresizce ona baktım sadece. Bu sefer gerçekten her şey bitmişti.

“O kadar kaçıp bu şekilde yakalanmak sinir bozucu olmalı," dedi alayla, hissettiğim çaresizliği anında bastırdım ve öfkem gün yüzüne çıktı.

“Emin ol senin kadar sinir bozucu değil," dedim, tek kaşını kaldırdı ve alayla devam etti.

“Şimdi seni burada bırakıp gitsem ne olur sence?” diye sordu, siniri bozulsun diye güldüm.

“Kurtulurum senden,” dedim, başını salladı.

“Doğru, kurtulursun hem de sonsuza kadar. Çünkü eminim burada tek başına ölür gidersin," dedi.

“Senin elinden ölmektense burada tek başıma ölmeyi tercih ederim," dedim gözlerinin içine bakarak.

“Sana eğer oyun oynarsan o oyunlar ayağına dolanır ve çok kötü düşersin demiştim. Bak düştün işte," dedi, göz devirdim.

“Senden nefret ediyorum.”

“İster nefret et ister sev hiç önemli değil," dedi. "Ama unutma şu an burada sana benden başka yardım edecek tek bir kişi bile yok farkındasın değil mi?" diye sordu.

“Senden yardım isteyen yok.”

“Şimdi sana iki seçenek sunacağım," dedi, eğleniyor olduğu her hâlinden belliydi. "Şimdi ya benden yardım ister buradan çıkarsın ya da seni burada bırakır giderim," dedi hiç düşünmeden cevap verdim.

“Git," dedim.

“Şimdi o kadar acele cevap verme önce bir düşün derim düştüğün bu çukurdan tek başına çıkma şansın var mı?” deyince düştüğüm yere tekrar baktım. Doğru söylüyordu Buradan tek çıkamazdım ama çıksam da zaten beni kendisi öldürecekti.

“Aç Sussuz bu çukurun içinde kaç gün yaşayabilirsin?" diye sordu, başımı kaldırdım ve tekrar ona baktım.

“Buradan çıkarsam senin yanında kaç gün yaşayabilirim? Çıkınca beni öldürmeyecek misin? Bence burada ölmek daha mantıklı," dedim tereddüt etmeden.

“Belki de öldürmem," dedi, öfkeyle konuştum.

“Senden yardım isteyeceğime burada ölürüm.”

“Sen bilirsin, gidiyorum o zaman ben," dedi ve arkasına baktı, konuştu.

“Geri dönüyoruz," dediz birden fazla kişinin ayak sesi duyuldu ardından. O sırada Cihangir yeniden bana baktı.

“Sen de takıl buralarda," dedi, resmen benimle dalga geçti ve gitti.

"Aptal!" dedim arkasından sessizce, gözden kayboldu ama sesleri hâlâ geliyordu. Acaba onu göndermekle doğru mu yapıyorum? Muhtemelen geri dönecekti ama bu manyak ceza olsun diye geceyi burada bile geçirtirdi bana. Bu yüzden çukura bir kez daha baktım, tek başıma çıkmam imkansızdı. Gece kalabilir miyim burada diye düşündüm, kendime kesinlikle hayır cevabını verdiğim am gururu falan bıraktım ve sesler daha da uzaklaşmadan bağırdım.

“Yardım et!” dedim, yeniden dönmesini bekledim ama gelen giden olmayınca bir kez daha bağırdım.

“Cihangir!" diye bağırdım ama yine ses gelmedi.

"Bu kadar çabuk gitmiş olamaz ya," diye mırıldandım kendi kendime ve daha yüksek bir ses tonuyla bağırdım.

“Cihangir yardım et!” dedim, o kadar çok bağırdım ki bağırırken sesim kesildi, derin bir nefes aldım.

“Yardım eder misin?” dedi bir anda, sesin geldiği tarafa baktım hemen. Yine ellerini cebine koymuş ve başımda dikiliyordu.

“Senden de sana sana mecbur olmaktan da nefret ediyorum!" dedim dişlerimi sıkarak.

“Valla ben hiçbir şey yapmıyorum, kendini hep bu hâle sen düşürüyorsun," dedi, elimi uzattım.

“Hadi, çıkar beni buradan," dedim, dilini damağına çarpıtarak cıkladı.

"Böyle değil," dedi. "O cümleyi değiştirmen gerektiğini çok iyi biliyorsun,” diye ekledi, ne söylemek istediğini çok iyi anladım.

“Yardım edecek misin etmeyecek misin?” diye sordum, cevap vermeyip gözlerime bakmaya devam edince daha fazla uzatmak istemedim ve oflayarak konuştum.

“Lütfen bana yardım edip buradan çıkarır mısın?” diye sordum, bir saniye bile olsun oyalanmadan başıyla onayladı ve bana doğru eğildi.

“Aferin, aynen böyle," dedi ve ekledi. "Tabii ki yardım ederim," diyerek bir yeri gösterdi.

“Bak orada küçük bir delik var. Tek ayağını oraya koy, elimi tut. Ben seni çekeceğim," deyip yere oturdu ve elini uzattı. Onu başımla onaylayarak gösterdiği yere ayağımı koydum ve uzattığı elini tuttum.

“Düzgün tut şu elimi, düşeceksin yoksa,” deyince elini daha iyi tuttum elini. O da elimi sıkıca tuttu ve beni bir kere de yukarıya çekti.

Çukurdan çıkıp yere oturunca ne ona ne de bir başkasına bakmadım. Çünkü bu sefer hepsinden delicesine korkuyor, göz göze gelmek bile istemiyordum. Bu yüzden de onlar yokmuş gibi davrandım, saçlarımın ucunda tuttum ve yüzünü buruşturarak baktım. Hep çamur olmuşlardı. Üstüm zaten çok berbat bir haldeydi.

“Kalk gidiyoruz," dedi ben onunla ilgilenmesem de ve kolumdan tutup ayağa kaldırdı beni.

"Yeterince yoruldum senin yüzünden," dedi. "Eğer bir kez daha kaçmaya çalışırsan bu kez seni bağlarım," dedi, cevap vermemeyi tercih ettim.

“Yürü hadi," deyip beni çekiştirince kolumu çekmeye çalışarak konuştum.

“Nereye götürüyorsun beni yine?”

“Babanın yanına gidiyoruz," dedi, şaşkınca kaldım.

“Babamı yakaladınız mı?”

Bilmemz belki de," dedi, göz devirdim.

“Sen benimle dalga mı geçiyorsun?”

“Evet.” deyince sinirlendim, tam bir şey söyleyecekken izin vermeden tekrar konuştu.

“Babanın seni nasıl bıraktığını gördün değil mi?" diye sordu, o anı bir kez daha hatırlayınca canım bir kez daha yandı, kalbim bir kez daha kırıldı. "Bizi görünce seni orada bırakıp arkasına bile bakmadan gitti,” dedi, bu kez haklı olduğundan bu konuda tek bir kelime bile etmek istedim ve konuyu değiştirdim.

“Bir kaza yüzünden neden babamdan bu kadar nefret ediyorsun?”

“Kaza mı, ne kazası?” diye sordu.

“Babam bana her şeyi anlattı. Kardeşinin yaptığı kazayı, o kazadan sonra yürüyüyememesini anlattı bana," dedim, eğer babam yalan söylemişse hemen bunu düzeltmesini bekledim.

“Sana böyle mi anlattı o şerefsiz?”

“Evet, böyle anlattı.”

“Babana o kadar çok güveniyorsun ki seni kandırması çok kolay olmuş ama benim anlamadığım seni iki kere bırakan bir adama hâlâ nasıl bu kadar kolay güveniyorsun, aptal mısın sen?” diye sordu, sinirlendim.

“Abi adamlar arabaları yakına getirdiler," diyerek yanımıza geldi Fırat, Cihangir onun söylediği şeyle yeniden kolumdan tuttu ve birlikte yürümeye başladık.

Koşarak geçtiğim yerlerden bu kez onun yanında geçtim. Kolumu bir saniye bile olsun bırakmazken başımı çevirip diğer tarafa baktım ve uçurum olduğunu gördüm. Uçurumun tam aksi yönünde ilerliyordu.

“Hızlı yürü biraz," dedi Cihangir, gözlerim onu buldu. Belki de son çarem bu olabilirdi. Kendimi toparlayarak Cihangir’in ayağının en çok acıyacak yerine tekme attım. Cihangir kolumu bir anda bırakınca koşarak uçuruma doğru gittim ve kenarda durdum.

“Cemre!” diye bağırdı, ayak bileğini bırakırken bana şaşkınca bakıyordu. Durduğum yeri fark edince ise yavaş adımlarla yaklaştı.

“Ne yapıyorsun sen?” diye sordu yanıma yaklaşmaya devam ederken, bağırdım.

“Yaklaşma!" deyip arkama baktım, çok yüksek olduğunu görünce korkudan nutkum tutuldu, ellerim titremeye başladı. Bu yüzden ellerimi saklamaya çalışarak Cihangir’e döndüm.

“Tamam, sakin ol sen. Uzaktayım ben, yaklaşmıyorum," deyip birkaç adım geri gitti.

“bu yaptığın saçmalık! Hadi gel bana doğru, söz veriyorum hiçbir şey yapmayacağım,” dedi, başımı olumsuz anlamda salladım.

“Hayır gelmeyeceğim," dedim, yine bana doğru bir adım attı.

“Gelme!" diye bağırdım, bağırırken bir anda ayağım kaydı ama neyse ki son anda dengemi sağlayabilmiştim.

“Dikkat et!” diye bağırdı Cihangir korkuyla. Ondan kurtulmak istiyorum ama bunu ölerek yapmak istediğim şeyler arasında değildi. Yaptığım şey onları uzaklaştırmak için Küçük bir blöftü sadece.

"Ölmeyi mi istiyorsun?" diye sordu bağırarak. "Saçmalama, gel buraya!" dedi ve bir kez daha yaklaştı.

“Çok umurunda sanki.”

“Umurumda!” diye bağırdı ve birkaç adım daha attı. Artık aramızda çok fazla mesafe kalmamıştı.

“Umurumda Cemre yemin ederim umrumda, ölmeni istemiyorum. Hadi gel yanıma," dedi, sinirle güldüm.

“Benim ölmem senin umurunda bile değil!" dedim ve "Ben ölürsem babamı yakalayamazsın, o yüzden böyle söylüyorsun," diye ekledim.

“Saçmalama, sinirleniyorum bak gel yanıma," dedi, ayaklarıma doğru baktı ve bana doğru bir adım attı. Tam o anda ayağımın altından yer kaydı sanki ve boşlukta buldum, çığlık attım.

Duyduğum en son şey Cihangir’in "Cemre!" diye bağırmasıydı.

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.

Oy verip yorum yaparak bana destek olabilirsiniz.♡

Beni Instagram'dan ve Twitter'dan takip etmeyi unutmayın.

Yeni bir bölümde görüşmek üzere kendinize çok iyi bakın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%