@gizzemasllan
|
Merhaba ♡ Başlıyoruz, hazır mısınız? Buraya okumaya başladığınız tarihi atabilirsiniz... Keyifli okumalar ♡ 1.BÖLÜM "TANIŞMA" "Cemre!" Birinin bana seslendiği duydum, gözlerimi açmak istedim ama uykum ağır bastı, uyandırılmak istenmemi göz ardı edip uyumaya devam ettim. "Cemre, uyansana hadi ya!" dedi her kimse ve uykumdan ayılmama neden olacak şiddete sarstı beni. Gözlerimi açtığımda karşımda Damla'yı, kuzenimi gördüm. Gece gece azrail gibi dikiliyordu başımda. "Ne oluyor gece gece ya?" diye sordum gözlerimi ovalarken. "Hadi gidiyoruz, kalk." Kaşlarımı çattım, biraz doğruldum. Sırtımı arkaya yaslayıp ayılabilmek için gözlerimi biraz daha ovaladım ve uykulu çıkan sesimle konuştum. "Nereye gecenin bu saatinde?" diye sordum ama saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Uzanıp komodinin üzerinde duran telefonumu aldım ve saatin neredeyse iki olmak üzere olduğunu görüp şaşkın gözlerimi Damla'ya çevirdim. "Bak,” dedi elini havaya kaldırırken. "Bende ne var?" diye ilave etti ve bir şey gösterdi ama onun yüzünü bile görmüyorken elindekini görmem mümkün değildi. Bunu fark etmiş olacak "Bir dakika,” deyip birkaç adım attı ve odanın ışıklarını açtı. Işık gözlerimi alırken yüzümü buruşturdum. O sırada yeniden yanıma döndü, elindeki araba anahtarını gösterdi. Bu neydi şimdi? "Gecenin bu saatinde araba anahtarı göstermek için mi uyandırdın beni?" Göz devirdi, tepesinde topladığı kahverengi saçlarına elini geçirip ofladı ve yanıma oturdu. "Bazen çok saf olabiliyorsun,” dedi ve anahtarı gözümün önünde sallayarak konuşmaya devam etti. "Babam uyumadan önce cebinden aldım." "Neden?" diye sordum, bu kadar uykuluyken ve o bir açıklama yapmazken kendisini anlamamı beklemiyordu herhâlde. Esnediğim için elimi ağzıma bastırırken bir anda elimi tuttu ve beni de kendisiyle birlikte ayağa kaldırdı. "Kızım amma soru sordun, kalk hadi!" dedi ve ayağıma dolanan yorgandan beni kurtardı. "Nereye gideceğiz bu saatte Damla? Saçmalıyorsun,” diyerek tekrar yatağıma doğru yürüyecekken beni kolumdan tuttuğu gibi yeniden yanına çekti. "Ya sadece bir kaç tur atıp geleceğiz hemen, ne olabilir ki? Hem biliyorsun, babam kullanmama izin vermiyor." "Demek ki bir bildiği var ki izin vermiyor." Kaşları çatılırken devam ettim. "Hiçbir yere gelmiyorum seninle. Ayrıca senin de gitmene izin vermiyorum. Şimdi hadi odana, iyi geceler,” dedim ve hâlâ tuttuğu kolumu ondan kurtardım, yatağa yöneldim. Fakat o beni ve söylediklerimi hiç umursamadan dolabımı açtı. Kaşlarımı çatmış ona bakarken dolaptan bir kazakla bir pantolon alarak yanıma geldi. "Hadi ama n'olur, kırma beni. Sadece bir kaç tur." Başımı olumsuz anlamda sallamakla yetindim. Dudaklarını büzdü, omuz silkti. "İyi sen bilirsin, gelme! Ama ben gidiyorum. Kusura bakma ama bu fırsatı kaçıramam,” diyerek elindekileri yatağımın üzerine bıraktı ve kapıya doğru yürüdü. Gecenin bu saatinde nereye gitmeyi düşünüyordu acaba? Düzgünce amcamdan izin alıp insanlık için daha uygun bir saate bu çılgınlığı yapsa olmuyor muydu yani? Odanın kapısını açtı, dışarıya doğru bir adım attı. Kararımı değiştireceğimi bildiği için ağır hareket ettiğinin farkındaydım. Gecenin bir köründe onu yalnız bırakmayacağımı biliyordu ve lanet olsun ki haklıydı. "Tamam bekle, ben de geliyorum,” dememle koşarak yanıma geldi ve boynuma atıldı. "Biliyordum zaten benimle geleceğini, beni yalnız bırakmayacağını. Canım kuzenim benim, çok seviyorum seni." Karşılık vermek yerine geri çekildim, işaret parmağımı yüzünün önünde sallayarak konuştum. "Ama sadece yarım saat, sonra hemen eve döneceğiz." "Tamam,” dedi heyecanla ve söylediği şeyi desteklemek için başını salladı. Onun sadece tamam demesinin yetmeyeceğini çok iyi biliyordum. Bu yüzden devam ettim. "Eğer yarım saatten sonra biraz daha gezelim diye ısrar edersen amcamı ararım,” diyerek elimdeki telefonu gösterdim. "Söz veriyorum sadece yarım saat." İç çektim nedense bu sözüne hiç inanasım gelmiyordu ama göreceğiz bakalım. Pijamalarımı çıkartıp onun seçtiği kazakla pantolonu giydim. Dağılan saçlarımı rastgele topladım. Zaten gecenin bir yarısıydı. Oturup iki saat saçımı yapıp hazırlanacak değilim. "Hadi, gidelim,” dedim ellerimi saçımdan çekerken. Başını salladı ve benden önce odadan çıktı. Etrafa bakınıp ilerleyince göz devirdim. Sanki evden çıkmıyor da cezaevinden firar ediyor gibiydi. "Kimse yok, sakın ses yapma,” dedi bana dönerken. Sadece başımı sallamakla yetindim ve onu takip ettim. Odadan sessizce çıkmış ve kapıya doğru yürümüştük. Amcam ve yengemin yatak odalarının önünden geçerken olabildiğince sessiz davranmıştık, çünkü amcam en ufak bir tıkırtıya bile uyanan bir insandı. Kapıya ulaşınca durdu ve bana bakıp işaretle ayakkabıyı elime almamı söyledi, yine başımı salladım. Kapıyı sessizce açıp eğildi ve kendi ayakkabısını alıp evden çıktı. Onun aksine daha rahat davranarak ben de ayakkabımı aldım, peşinden çıktım. "Hadi acele et,” deyip beni kenara doğru itti, daha ayakkabısını bile giymeden evin kapısını usulca kapattı ve nefesini bırakıp bana döndü. "İşte bu kadar,” dedi, gözleriyle elimde duran ayakkabıları gösterdi. "Hadi giy şunları." Ayakkabıları yere bırakıp eğildim ve çabucak giydim. Bağcıkları bağlayıp doğrulduğumda onu göremedim. Etrafa bakınıp birkaç metre ilerideki arabanın içinde olduğunu görünce ofladım. Bir araba insanı niye bu kadar heveslendirir ki? Koşar adımlarla arabaya ulaşıp ben de bindim. "Gidelim,” diyerek güldü ve arabayı çalıştırdı. Evin önünden uzaklaşırken iç geçirdim. Bu yaptığımız doğru mu yanlış mı bilmiyorum? Bundan hiç emin değilim. Zaten tüm hayatım boyunca verdiğim hiçbir karardan emin olmamıştım. Aslında biraz karışık bir hayatım vardı. Ailem, yani annemle babam, babamın işleri için sürekli ülke değiştiriyorlardı. Babamın ne iş yaptığını ise ben bile tam olarak bilmiyorum. En son onları on dokuz yaşındayken gördüm ve şimdi yirmi dört yaşındayım. İşte bu yüzden ben, Cemre Başaran; resmiyete kuzenim Damla'nın annesi ve babasının, yani amcamla yengemin kızı olarak görünüyorum. Bunun nedenini babama defalarca kez sormuş ve hep aynı cevabı almıştım. "İşlerim yüzünden sürekli ülke değiştiriyoruz. Senin bir hayatın var ve okuman gerekiyor. Bizimle beraber olman söz konusu bile değil. Bu yüzden biz yanında yokken senin annen yengen Emel, baban da amcan Kenan." Babam her ne kadar bana böyle söylese de ben ne yengemi anne olarak ne de amcamı baba olarak görebildim. Çünkü her ne kadar benden uzakta da olsalar görüşemesek de başkalarını anne ve baba olarak kabul edecek değildim. Amcam ve yengeme olan sevgim ise anne ve baba sevgisine göre çok farklıydı. Çünkü onları anne baba olarak görmesem de beni onların büyüttüğünü ve Damla'dan asla ayırmamış olmalarını göz ardı edip de inkâr edemem. Hayatım boyunca hep yanımda olmuş, bana destek olmuşlardı. Haklarını hiçbir zaman ödeyemezdim. Damla'yla ise çok değişik bir ilişkimiz oldu her zaman. Bazen iki kardeş gibi hiç ayrılmazken bazen de onun anne ve babasını benden kıskanması sonucu iki düşman olur ve birbirimizin yüzüne bile bakmazdık. Fakat bundan bir ay önce yanıma gelmiş ve benimle bir daha kavga etmek istemediğini, hep iyi anlaşmak istediğini söylemişti. Bu durumdan başta şüphelensem de sonradan bana karşı olan davranışlarında gördüğüm değişiklikle sözlerinde samimi olduğundan emin olmuştum. "Ne oldu? Daldın gittin öyle." Onun sesiyle kendime gelip etrafıma bakındım. Evden bayağı bir uzaklaşmıştık. Hangi ara buraya kadar gelmiştik ki biz? "Hiç, öyle düşünüyordum." Gülümsedi, gözlerini yeniden yola çevirdi. Dikkatle ona bakarken parmaklarıyla direksiyona vurduğunu gördüm. Onu küçüklüğünden beri tanıyorum. Her hareketinin ne anlama geldiğini çok iyi biliyorum. Şu an yaptığı şeyi ise gergin olduğunda ya da bir suç işlediğinde yapardı. "Sen biraz gergin misin?" Hızla başını bana çevirdi. "Yoo ne alakası var? Sana öyle gelmiş." Gözlerimi kıstım, şüpheyle yüzüne bakarken konuştum. "O parmak hareketini gergin olduğunda yaparsın." Söylediğim şeyle eşzamanlı olarak elini durdurdu. Bana değil, yola bakarak konuştu. "Sonuçta babamın arabasını kaçırdık Cemre, hâliyle biraz gerginlik var." Uzatmadım, telefondan saate baktım ve çoktan yirmi dakika geçtiğini gördüm. "Hadi, artık dönelim." Gözleri beni buldu ve hemen itiraz etti. "Daha yarım saat olmadı." Telefondan saati gösterdim. "Çoktan yirmi dakika geçti bile. Buradan eve dönmemiz de yirmi dakika sürecek. Yani anlayacağın yarım saatten fazla olacak. Şimdi hemen dönüyoruz." Bir yola bir bana bakarak konuştu. "Tamam ama önce sahil tarafına bir gidelim sonra döneriz." Nereden çıkmıştı şimdi sahil? "Neden?" Şüpheyle sordum. Yine bana değil de yola bakarak konuştu. "Canım kestane çekti, sahil kenarında her zaman satan bir amca var. Orada kesin buluruz, gidip bir bakalım." "Damla saçmalama, bu saatte ne kestanesi? Yarın yersin." "Ama canım çok çekti bir anda." "Tamam da bu saatte bulamazsın." Masum masum baktı ama bu bakışlarla beni değil, bir tek amcamı kandırabilirdi. "Hiç değilse bir bakalım." "Ama..." İtiraz edeceğimi anlamış olacak ki cümlemi tamamlama bile izin vermedi. "Lütfen." Ofladım, başımı salladım. İstediğini yapmadan dönmeyeceğini çok iyi biliyordum. "Tamam o zaman biraz daha hızlı sür, geç kalmayalım bari." Güldü, heyecanla başını sallayıp dediğimi yaptı ve biraz daha gaza bastı. Sahile ulaşınca arabayı yol kenarına park etti ve hiçbir şey demeden kendisi indi. Ben de peşinden inip yanına gittim. "Paran var mı yanında?" diye sordum, gözleri beni buldu. Sonuçta buraya kadar gelmiştik, umarım yanına para almıştır. "Evet,” diyerek arada kalmış olan bir sokağa doğru yürüdü. Kolundan tutarak durdurdum. "Nereye gidiyorsun sen?" Ofladı. "Nereye gideceğim Cemre? Kestane almaya işte. Buraya bunun için gelmedik mi?" "Sahil kenarında bir amca var demiştin. Şimdi sokağa doğru yürüyorsun! Ne işimiz var gece gece bizim böyle yerlerde?" Derin bir nefes aldı. "Evet var ama o bu saatte çoktan gitmiştir. Ben de şimdi...” devam etmesine izin vermeden sordum. "Niye geldik o zaman buraya kadar? Madem adamın gittiğini biliyordun bizim burada ne işimiz var?" dedim dişlerimin arasından. "Amma soru soruyorsun ya sen de! Başka bir yer biliyorum o yüzden geldik." Yavaş yavaş sinirlenmeye başlamıştım. "Sen bir işler karıştırmadığına emin misin?" "Ya Cemre saçmalama, ne karıştırabilirim? Eğer bana güvenmiyorsan sen arabada bekle, ben hemen alır gelirim,” diyerek arabanın anahtarını uzattı. "Gerek yok, hadi gidelim,” dedim çünkü bir işler çevirdiğinden artık emindim. Bu işin sonunun nereye gideceğini merak etmiştim. Epey bir yürüdük, varlığından bile haberdar olmadığım sokaklara girdik. Damla'ya baktığımda hiç durmaya niyeti olmadığını gördüm. Merakım giderek yok olurken korkum artmaya başladı ve daha fazla devam edemedim. "Bence yanlış geldik, hadi dönelim,” dedim aslında bu yolun kestaneciye gitmediğini bildiğim hâlde. Sadece uzatmak istemedim ve bir an önce geri dönmek istedim. "Hayır, doğru,” deyince fazlasıyla sinirlendim. "Damla yeter, saçmalama! Dönelim diyorum sana. Sen hâlâ doğru yoldayız diyorsun! Yürü hadi,” deyip kolunu tuttum, benimle gelmedi. "Ya Cemre lütfen, zaten çok az kaldı,” deyince daha fazla onunla uğraşmak istemedim. Ben dönersem peşimden geleceğini çok iyi biliyordum. Bu yüzden kolunu bıraktım ve sinirli olduğumu belli edecek bir ses tonuyla konuştum. "Ne halin varsa gör, ben hiçbir yere gelmiyorum ve gidiyorum!" diyerek geldiğim yoldan tekrar gitmek için arkamı döndüğüm an karşımda onlarca adam belirdi ve refleksle bir adım geri gittim. "N'oluyor siz kimsiniz?" diye sorarak Damla'ya baktım, tam o esnada arkamda bir hareketlilik hissedip az önce gittiğimiz tarafa doğru baktım ve orada da adamlar gördüm. Damla bu duruma hiç de şaşırmış gibi görünmezken sessizlik bozuldu. "Bizimle geleceksin!" diyen adama döndüm, uzun boylu iri bir adamdı. Ses tonu gecenin sessizliğinde insanın içini ürpertiyordu. "Sen kimsin? Neden geliyorum ben sizinle?" Adam bana cevap vermedi. Korkuyla birkaç adımda Damla'nın yanına ulaştım, kolunu tuttum. "Hadi durma, gidiyoruz,” dedim telaşla ve korkuyla. Fakat benimle gelmek yerine kolunu hızla çekerek benden kurtuldu. Şaşırmış bir ifadeyle ona bakarken birkaç adım geri gitti. "Ne yapıyorsun sen Damla? Kim bu adamlar?" Gözyaşları akmaya başladı. "Özür dilerim Cemre." "Neden özür diliyorsun?" diye sordum ama yaptığı tek şey ağlamak oldu. "Çok özür dilerim, bunu yapmak zorundaydım,” dedi, gözyaşlarına boğuldu. "Neyi yapmak zorundaydın Damla? N'oluyor burada?" Başını öne eğdi, ağlayarak cevap verdi. "Annemle babamı korumam lazımdı Cemre, çok özür dilerim." Hiçbir şey anlatmadan sadece özür dilemesi sinirlerimi bozmuştu. Hiçbir şey anlamamıştım. Bu adamlar kimdi? Benden ne istiyorlardı? Bu olanların Damla'yla ne ilgisi vardı? "Doğru düzgün bir cevap versene!" Öfkeyle bağırdım, yanına gidip omzuna vurdum, ağlaması daha da şiddetlendi. O sırada bir adam yanımda belirdi, kolumu tuttu. "Gidiyoruz." Göz devirdim, kolumu kurtardım. "Emriniz olur beyefendi!" dedim ve ondan uzaklaştım. "Uzak durun benden yoksa avazım çıktığı kadar bağırırım." Söylediğim şeyi umursamadan yanıma geldi, kolumu yeniden tuttu. "Gidiyoruz dedim." "Ben sizinle hiçbir yere gelmiyorum, bırak beni,” diyerek yine kolumu kurtarmaya çalıştım ama bu kez başarılı olamamıştım. "İmdat!" Sesimin çıktığı kadar bağırdım. Bu ıssız yerde sesimi birilerinin duyması mucize gibi bir şey olurdu ama yine de şansımı denedim. Adam beni ve bağırmamı hiç umursamayarak Damla'ya baktı. "Patron seninle daha sonra görüşecek." Patron mu? O da kimdi? Damla adamı başıyla onaylayınca adam beni çekiştirmeye başladı. "İmdat, yardım edin!" Bir kez daha bağırdım ama yine kimse sesimi duymamıştı. Son bir umut Damla'ya bakarak "Yardım et!" diye bağırdım ama yerinden bile kımıldamadı. Kolumu tutan adam beni zorla bir arabaya bindirdi. Aynı arabaya iki adam daha ardımızdan bindi. Korkudan tüm bedenim titrerken bir yandan bunu belli etmemeye çalışıyor bir yandan da içinde bulunduğum durumu anlamaya çalışıyordum. Kimdi bu adamlar? Daha önce hiç görmediğim insanlar benden ne isteyebilirlerdi? Her şeyi geçtim, ben kime ne yapmış olabilirdim? Kendi hâlinde yaşayıp giden bir insandım ben. "Siz kimsiniz, ne istiyorsunuz benden?" Sakince sordum ama adam beni umursamayınca sinirlerim bozuldu, öfkelendim ve bağırdım. "Cevap versene be adam!" Sonunda gözleri beni buldu. Öyle bir bakıyordu ki sanki ondan korkmamı ister gibiydi. Bunu fark ettiğim için korkumu hiç belli etmedim. Korkumu belli etmek onlara karşı yapacağım en büyük hata olurdu sanırım. "Patron seninle görüşecek." "Patron kim?" "Gidince görürsün." Adamın cevabına göz devirdim. "Onu zaten biliyorum! Beni nereden tanıyor ve benden ne istiyor, sana onu soruyorum!" "Öğrenirsin." Fazlasıyla sinirlendim. "Siz kendinizi ne zannediyorsunuz ya? Bu ülkenin polisi var, savcısı var! Bu yaptığınız yanınıza kalmaz! Elinizden kurtulur kurtulmaz hemen gidip sizi şikâyet edeceğim." Alay edercesine güldü. "Bizden kurtulman biraz zor." "Ben kurtulamasam bile beni kurtaracak birileri var! Bu yaptığınızın cezasını en ağır şekilde ödeteceğim size!" Adam bu kez bana cevap vermeye tenezzül bile etmedi. Tüm yol boyunca adamı tehdit ettim ve bir an önce yaptığı şeye son verip beni bırakması için onu uyardım ama hiçbirine cevap alamamıştım. Sonunda dayanamamış olacak ki "Yeter artık, sus!" diye bağırdı, irkilip kendimi geri çektim. Ağzının içinden bir şeyler söyleyip öne doğru baktı. "Ver şunları." Kaşlarımı çattım, merakla izledim onu. Öndeki adam arkaya bir şeyler uzattı. "Onlar ne? Ne yapacaksın bana?" Tabii ki de yine cevap vermemişti. Elindeki şeye bakınca kelepçe olduğunu gördüm. Bir anda bana yaklaşınca geri çekildim. "Buna hiç gerek yok! Söz veriyorum ağzımı bile açmayacağım,” dedim ama yine söylediğim şeyi hiç umursamadan ellerimi tuttu. İstediği şeyi yapamasın diye çırpındığım için bir türlü kelepçeyi takamamıştı. Sabrı taşmış olacak ki bir anda geri çekildi, öfkeyle konuştu. "Eğer rahat durmazsan canını yakmak zorunda kalacağım ve emin ol bunu yapmayı hiç istemiyorum. Şimdi uzat şu ellerini." Ellerimi arkaya sakladım, omuz silktim. "İstemiyorum." İnip kalkan göğsünden derin nefes aldığını fark ettim. "Uzat dedim,” deyince cevap vermedim, başımı olumsuz anlamda sallamakla yetindim. Gözlerini kapattı, bir kez daha derin bir nefes aldı ve bir anda gözlerini yeniden açarak üzerime geldi. "Bırak beni, bırak dedim sana!" Avazım çıktığı kadar bağırdım ama bu, yapmak istediği şeyi yapmasına engel olmadı ve kelepçeyi taktı. "Çıkar şunları hemen!" "Sus,” deyip bir de emir verdi, inat edip bağırdım. "Çıkar dedim sana!" Yine umurunda olmadım ve bu kez de elindeki siyah şeyi gördüm. Biraz dikkatli bakınca onu başıma geçireceğini anladım. "Sakın düşündüğüm şeyi yapma,” diyerek geri çekildim, fakat engel olamadım ve o şeyi başıma geçirdi. Benim için her yer karardı, hiçbir şey göremedim. "Ya ne istiyorsunuz benden? Ne yaptım ben size?" Bağırarak sordum ve yine cevap alamadım, ben de sessizce beklemeye karar verdim. Ne olacaksa artık yaşayıp görecektim. Aradan çok vakit geçti, hiç kimse konuşmadı. Ben de sabredip hiç sesimi çıkarmadım. Sessiz geçen yolculuğun bittiğini ise duran arabadan anladım. İşte o an korkum daha da arttı. Hayatımda hiç korkmadığım kadar çok korkuyordum olacaklardan ama elimden hiçbir şey gelmiyordu. Elimden hiçbir şey gelmediği gibi başıma neler geleceğini de bilmiyordum. "Geldik,” dedi elimi bağlayan adam. "Nereye geldik?" Yine cevap alamamıştım. Hiçbir şey görmediğim için sesleri takip ediyordum. Kulağıma gelen üç kapı sesi ile arabada yalnız kaldığımı anladım ama çok geçmeden oturduğum tarafın kapısı açılmış ve birisi beni kolumdan tutarak indirmişti. Arabadan indikten sonra beni bir yerlere sürüklemişlerdi ama nereye gittiğimi ya da nasıl bir yere geldiğimi bile bilmiyorum. Kimin yanına geldiğimi ise zaten hiç bilmiyorum. Patronmuş! Ben bir şu kelepçeden kurtulayım o zaman göstereceğim bunlara patronu! Bir süre yürüdükten sonra seslerden anladığım kadarıyla kapı gibi bir yerden geçmiş ve sıcak bir yere girmiştik. Ya bir eve gelmiştik ya da sıcak bir ortama falan girmiştik, emin değilim. "Aldık abi." Bu ses, beni buraya getiren adamın sesiydi. Hiç konuşmuyordum, çünkü konuşsam bile bana cevap vermeyeceklerini biliyordum. Sanırım Patron dedikleri kişinin yanına gelmiştik ve şu an karşısında duruyorduk. "Emredersin abi,” diyerek yine beni bir yere sürüklemeye başladı. Karşımızdaki adam konuşmamıştı bile ne emriydi ki bu şimdi? Acaba yanımdaki adam telefon ile falan mı konuşuyordu. Bu yüzden mi hiçbir şey duymamıştım? Beni sürükleyen adam birkaç dakika sonra durunca daha fazla dayanamayarak konuştum. "Nereye geldik?" Tabii ki de beklediğim şey oldu ve cevap alamadım. "Bari şu yüzümü aç artık." Adam bana cevap vermemiş ve bir yere oturtmuştu. Sanırım bir koltuğa oturmuştum. Bir süre sonra içerisi tamamen sessiz olunca yalnız kaldığımı anladım. Ellerimi arkadan bağlamasalardı yüzümü açabilirdim ama şu an bu imkansız gibi bir şeydi ve beklemekten başka çarem yoktu. Damla pisliği başıma ne işler açmıştı ve bunu neden yaptığını bile henüz bilmiyordum. Uzun bir süre bekledim. Artık sıkılmaya ve karanlıktan bunalmaya başlamıştım. Tam bağırıp birilerini çağıracakken kapının açılma sesiyle durdum, birisi gelmişti. Korkudan tüm bedenim titrerken gözlerim doldu ama ağlamadım. Yavaş adımlarla içeriye girdi. Bunu ayak seslerinden anlamak zor olmadı. Zaten seslerden ne yaptığını rahatlıkla anlayabiliyordum. "Sen kimsin?" diye sordum, ses vermedi. Ayak seslerinden benden uzakta bir yere gittiğini anladım. Sanırım odadaki kişi Patron diye bahsettikleri kişiydi. Yani öyle tahmin ediyorum. Umarım gerçekten de kendisidir de ben de benden ne istediklerini anlayabilirim. Yoksa delirmeme az kalmıştı. "Ne istiyorsun benden?" Bir umut sordum ama yine ses vermedi. Fakat hâlâ burada olduğunu biliyordum, çünkü şu anda bir şeyler sürüklüyordu odada ve ses gittikçe bana yaklaşıyordu. Sanırım bir sandalye getiriyordu. Konuşmadan ne yapacağını bekledim. Sandalye sesi bir süre sonra durmuştu ve hemen ardından ayak sesleri de kesilmişti. Sanırım tam karşımda sandalyeye oturmuştu ve bana çok yakındı. Çünkü nefes alma seslerini duyabiliyordum. Artık gerçekten çok fazla korkmaya başlamıştım. "Merhaba Cemre!" Duyduğum sert ve soğuk ses korkumu biraz daha arttırmıştı. Ama kendimi toparlayarak konuştum, çünkü ben hiçbir şey yapmamıştım ve korkmam gerekmiyordu. "Kimsin sen?" "Merak ettiğin tek şey bu mu?" Göz devirdim, başka neyi merak etmemi bekliyordu ki? Manyak mı bu adam? Ya da ne yaptığının mı farkında değil? Allah aşkına ben kimin eline düştüm? Bunları düşünürken ona cevap vermem gerektiği gerçeğiyle yüzleşip konuştum. "Benden ne istediğini merak ediyorum,” dedim kendimden emin bir şekilde. Dokunsalar ağlayacak durumdaydım ama belli etmemeye çalışıyordum. "Onu öğrenmen için daha çok zaman var." Sakin kalmaya çalıştım. "Kimsin sen? Neden buradayım ben? Damla'yla ne ilgisi var bu olanların?" Derin bir nefes aldığını hissettim. "Çok soru soruyorsun." "O zaman sen de cevap ver! Daha fazla sormayayım." "Ben Cihangir Arslan,” dedi ve sustu. Bu ismi daha önce hiç duymamıştım. Karşımda oturan adamı tanımıyordum daha yüzünü bile görmemiştim ve hâlâ benden ne istediğini anlamamıştım. Ben tam konuşacakken o konuşmaya devam etti. "Ve sen Cemre Başaran, bundan sonra bilmen gereken tek şey; yeni hayatına alışman gerektiği,” duyduğum şey korkumu ve şaşkınlığımı daha çok arttırmıştı. Tanımadığım bu adamın benden ne istediğini neden burada olduğumu çok merak ediyordum ama benden her ne istiyor olursa olsun buradan bir an önce kurtulacak ve önce Damla'ya sonra da bu adamlara bu yaptıklarının hesabını sormam gerekiyordu. Kimsenin yaptığı yanına kalmayacaktı kalmasına izin vermeyecektim. Bölüm Sonu! Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum. Oy verip yorum yaparak bana destek olabilirsiniz.♡ Beni Instagram'dan ve Twitter'dan takip etmeyi unutmayın. Yeni bir bölümde görüşmek üzere kendinize çok iyi bakın.♡ Instagram: gizzemasslan Twitter: gizzemasslan SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡ |
0% |