@gizzemasllan
|
Merhaba <3 Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim, bu bölüm için de yorumlarınızı bekliyorum. Oy vermeyi de unutmayın lütfen♡ Keyifli okumalar! . . . 3. BÖLÜM "KORKU" Cemre'nin anlatımıyla Duyduklarımı idrak etmem belki de dakikalarımı aldı. Hiç tanımadığım, ismini bile bilmediğim bir adam ellerimi, gözlerimi bağlamış ve karşıma geçmiş bana yeni hayatıma alışmam gerektiğini söylüyordu. Hem de çok normal bir şey söylüyormuş gibi çok rahattı. Gözlerim kapalı olduğu hâlde bu rahatlığın farkına varabileceğim kadar rahattı hatta ve sinirlerimi fazlasıyla bozmuştu. "Sen kendini ne zannediyorsun ya? Ne yeni hayatı, ne diyorsun sen? Hiçbir şey yapamazsın bana!" deyip başarılı olabilecekmiş gibi ellerimdeki ipten kurtulmaya çalıştım ama olmadı. Olmadığı gibi yavaş yavaş da bileğim acımaya başlamıştı. "Kimsin sen ya?" diye bağırdım bu acıyla. "Bence yeterince tanıştığımızı düşünüyorum." "Tanışmadık, tanışmak falan da istemiyorum!" Bağırmaya devam ettim. "İyi, sen bilirsin," dedi ve sustu, seslerden anladığım kadarıyla ayağa kalkmıştı. Ne yani gidiyor muydu? Hem de beni burada böyle bırakarak? "Nereye gidiyorsun sen?" diye sordum nerede olduğunu anlamaya çalışırken. "Sana ne?" "Aç şu yüzümü hemen! Sonra nereye gitmek istiyorsan git!" Cevap vermedi, sinirini bozarsam istediğini elde ederim diye düşünüp devam ettim konuşmaya. "Ne oldu yüzünü görür de polislere şikayet ederim diye mi korkuyorsun?" "Ben kimseden korkmam!" "Aç o zaman şu yüzümü." Ayak seslerinden tekrar yanıma yaklaştığını anladım. Hemen ardından sandalyenin sesiyle tekrar sandalyeye oturduğunu da anladım ve yüzümü açmasını bekledim ama hiçbir hareketlilik olmadı. "Yüzümü aç diye yalvarmamı falan bekliyorsan daha çok beklersin." "O zaman ben de yüzünü açmam." "Açma! Sana yalvarmaktansa karanlıkta olmayı tercih ederim," dedim kendimden emin bir şekilde ama en iyi ben biliyordum bu karanlığa daha fazla tahammül edemeyeceğimi. Bu durum giderek sinirlerimi bozarken daha fazla uzatmadan başımdan örtüyü çıkardı. Hızlı bir şekilde çıkarması açık olan saçlarımın gözlerimin önüne gelmesine neden oldu. Ona bakmadan omuzlarımla saçlarımı düzeltmeye çalıştım, çünkü ellerim bağlıydı. Benim bu çabamı fark etmiş olacak ki iki eliyle saçlarımı yüzümden çekti. Hızla geri çekildim. "Dokunma bana!" Bağırdım, bağırırken de yüzüne bakmış oldum. Uzun süre karanlıkta kalan gözlerim bulanık görüyordu. Gözümü birkaç kere kırptım ve adama tekrar baktım. Ela gözlü, esmer bir adamdı. Beni buraya getiren adamlar gibi bu da simsiyah bir takım elbise giymişti. Tam da tahmin ettiğim gibi bu adamı daha önce hiç görmemiştim ve tanımıyordum. "Ne istiyorsun benden?" Öfkeyle sordum, arkasına yaslandı. "Bence ne istediğimi sen de çok iyi biliyorsun." "Hiçbir şey bildiğim yok benim!" dedim. "Şimdi söyle; ne istiyorsun benden?" Cevap vermedi, sadece durdu ve fazlasıyla memnun bir tavırla baktı bana. Alay mı ediyordu bu benimle? "Sen benimle dalga mı geçiyorsun geri zekâlı?" Bağırdım, eşzamanlı olarak kaşlarını çattı. Yüzünde öyle bir ifade oluştu ki korkmadan edemedim. Fakat bunu tabii ki de belli etmedim. Geri adım atmaya falan da hiç niyetim yokken dişlerini sıkarak konuştu. "Benimle düzgün konuş!" "Konuşmuyorum, konuşmayacağım da!" Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. Sakinleşmeye çalıştığını fark edince daha da sinirlendim. Hem bir açıklama yapmıyor, hem soru sorup bağırmama kızıyordu. "Gerçekten de tuhaf biriymişsin," dedi, ne söylemek istediğini anlamaya çalışırken gözleri yeniden gözlerimi buldu. "Göründüğünden de fazla cesursun." "Evet, cesurum!" dedim anında. "Ama benim cesaretim seni hiç ilgilendirmiyor!" Kollarını göğsünün altında topladı. "Ellerini açmamı istiyorsan kelimelerine dikkat et!" "Sen bana ne yapacağımı söyleyemezsin! Ayrıca kelimelerime falan da dikkat etmiyorum! İstersen açma, hiç umurumda değil." "Peki, açmıyorum. Sen benimle nasıl konuşacağını öğrenene kadar da açmayacağım ama bence artık asıl konumuza dönelim, ne dersin?" Sonunda aklı başına gelmişti. "Bence de dönelim şimdi söyle neden buradayım?" "Asıl konu derken bundan bahsetmemiştim." "Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Eğlenmek için falan mı getirdin beni buraya?" "Eğlenmek isteyeceğim son kişi bile değilsin." dedi bir de ciddi ciddi ve daha fazla sinirimi bozdu. Korkudan değil ama sinirden ağlamak istiyordum artık. "Aslında merak ettiğim bir şey var." Bezgin bir tavırla ofladım. "Neymiş o?" diye sordum sabırla. "Senin şu anda bırakın beni falan diye bağırman gerekmiyor mu?" Yüzümde alaylı bir ifade oluştu. "Aptal mıyım ben? Bırakın desem bırakacak mısınız sanki?" diye sordum, anında cevapladı. "Hayır." "İşte bu yüzden bağırmıyorum." "Mantıklı." "Mantık anlayışına hayran kaldım doğrusu," dedim alayla. "Bana olan hayranlığın konusunda yalnız değilsin, emin olabilirsin." Yine göz devirdim, tam cevap verecekken telefon çalmaya başladı. Cebimde oluşan titreşimden telefonun benim olduğunu anladım. O da bunu anında fark etti. "Telefonun hâlâ yanında demek," dedi yüzünde alaylı bir ifade oluşurken. "Ne yapacaktın, yardım mı isteyecektin?" Bu adam ciddi anlamda sinir bozucuydu. "Senin adamların almayı akıl edemedilerse benim mi suçum?" "Bak bu konuda çok haklısın işte," dedi anında ve bana doğru eğildi. "Ne yapıyorsun? Uzak dur benden!" deyip geri çekildim ama daha fazla yer kalmamıştı. Bu yüzden daha fazla uzaklaşamazken biraz daha eğildi ve cebimden telefonu aldı. O an arayan kişinin amcam olduğunu fark ettim. "Kesin evde olmadığımı fark ettiler! Eminim polise gideceklerdir ve beni bulacaklardır. Polislerin gelmesine kendini hazırlasan çok iyi olur!" dedim ama o kadar rahat davrandı ki ya bilmediğim bir şeyler varsa diye korkmadan edemedim. "Haklısın, muhtemelen polise gideceklerdir. Gittiklerinde de kızı gibi görünen yeğenlerinin evden kaçtığını, geri dönmediğini ve telefonları açmadığını söyleyeceklerdir. Bu arada reşit olduğunu söylemeyi de unutmayacaklardır değil mi?" Bu adam bu kadar şeyi nereden biliyordu? "Sen benim onların kızı olmadığımı nereden biliyorsun?" Öfkeyle sordum. "Seni tahmin ettiğinden daha çok tanıyorum." Zaten beni buraya getirdiyse hakkımda bir şeyleri bilmesi çok normal bir şeydi. "Sen ne dersen ne söylersen söyle onlar beni arayacaklar." "Emin ol herkes kaçırıldığını değil kaçtığını düşünecek ve peşine düşmeyeceklerdir." "Damla biliyor her şeyi, o anlatır." "Sana yardım edecek olsaydı seni baştan bize getirmezdi." Ne yazık ki haklıydı. Kim bilir Damla'yı nasıl ve neyle korkutmuşlardı ki böyle bir şey yapmıştı. Çünkü biz Damla ile çok fazla iyi anlaşamasak da birbirimizden nefret etmezdik ve kötülük yapmazdık. Böyle bir şeyi ise asla yapmazdık. "Babam, babam var hiç kimse aramasa bile o peşime düşecektir ve emin ol beni bulacak kadar güçlü bir adam o!" Bir anda yüzündeki alaylı ifade gitti ve ciddileşti. Hatta fark ettiğim kadarıyla sinirlendi de. "Sen zaten baba dediğin o şerefsiz yüzünden şu anda buradasın!" Şaşkınca yüzüne baktım. Bu olanların babam ile ne gibi bir ilgisi olabilirdi ki? "Anlamadım?" "Söylediğim şey de anlamayacak bir şey yok bence." "Babamla ne ilgisi var bu olanların? Babamın senin gibi bir pislikle ne işi olabilir? Yalan söylüyorsun!" dedim kendimden emin bir şekilde. "Pislik öyle mi?" "Evet, pislik!" "Sen bu dünyadaki en büyük pisliğe baba diyorsun, bunu sakın unutma!" "Babam hakkında düzgün konuş! Senin gibi birinin iğrenç hakaretlerini hak edecek bir adam değil o!" Sözlerim onu biraz daha kızdırdı. "O şerefsizi hiç tanımıyorsun, yazık sana!" "Asıl sen onu hiç tanımıyorsun! Tanısaydın böyle konuşmaya utanırdın!" "Şu an oturup sana babanın ne kadar şerefsiz biri olduğunu anlatarak seni utandırmak isterdim ama önce yapmam gereken başka işler var," diyerek elindeki benim olan telefona baktı. "Şifreni söyle!" "Söylemiyorum." "İyi," diyerek tekrar bana yaklaştı. "Ne yapıyorsun?" deyip yine geri çekildim ama bana iyice yaklaşarak arkama doğru eğildi. Telefonda parmak izi şifresi olduğunu anlamıştı. Birkaç parmağımı denedikten sonra telefonu açabilmişti. "Ne yapacaksın?" Sordum ama cevap vermedi, vermeyeceğini de bildiğimden sadece izledim onu. Birkaç dakika telefonumla oyalandıktan sonra kendi telefonunu çıkardı ve bir şeyler yazmaya başladı. Biraz eğilip ne yaptığına baktığımda babamın numarasını aldığını gördüm. "Ara ara belki sana biraz insanlık öğretir!" deyince başını kaldırdı ve bana baktı. "İnsanlığı öğreneceğim en son kişi bile değil senin baban!" "Hâlâ öğrenemediğini kabul ediyorsun yani?" Cevap vermeden işini halletti ve kendi telefonunu cebine koyup tekrar benimkini eline aldı. "Bununla işim bitti," deyip telefonu duvara fırlatarak paramparça etti. "Ne yapıyorsun sen be pislik!" Bağırarak ayağına tekme attım ama değişmeyen yüz ifadesinden acıtamadığımı anlamıştım. "Bu yaptıklarını tek tek ödeyeceksin duydun mu beni? Tek tek hepsini sana ben ödeteceğim!" Alayla güldü ve ayağa kalktı. "Komik mi, ne gülüyorsun?" Ellerini cebine koydu. "Seni kaçırarak buraya getirttiğimde bile telefonunu kırdığımda verdiğin tepkiyi vermedin?" Onun benimle dalga geçmesini umursamayarak konuşmaya devam ettim. "Yaptığın her şey için pişman olacaksın! Sana yemin ederim bana yaptığın her şey için seni ben pişman edeceğim." Beni umursamadan arkama geçti. Ne yapacak diye beklerken ellerimi çözerek tekrar sandalyeye oturdu. Ellerime baktığımda bileklerimin kızardığını gördüm ve sinirle ona baktım. Daha sonra ayağa kalkacakken kolumdan tutarak beni oturttu. "Otur." "Oturmayacağım, sakın dokunma bana!" diyerek kolumu çektim ve tekrar ayağa kalktım. "Otur ve düzgünce konuşalım artık." "Sen o şansını beni buraya zorla getirerek kaybettin." Sabır dilercesine derin bir nefes aldı. O an başka şansım olmadığının farkındaydım. Adam karşımda dururken kaçabilecek değildim. "Sabrımı zorluyorsun artık," deyince tekrar koltuğa oturdum. Zaten biraz mantıklı düşününce elimden başka bir şey de gelmezdi. "Tamam oturdum. Hadi konuş, dinliyorum seni," deyince sustu, konuşmak istediği hâlde konuşmadı ve sinirlerimi bozdu. "Hadi konuşsana! Niye sustun?" "Bana yardım edeceksin," diyerek doğrudan konuya girdi. Ben bu adama nasıl yardım edebilirdim ki? "Ne yardımı?" "Bana babanı getireceksin!" deyince alayla güldüm. "Yok ya başka?" dedim alay ederek, kaşlarını çattı. "Ben çok ciddiyim." "Sen beni salak mı zannediyorsun? Senin gibi bir adama yardım edeceğim, bir de babamı vereceğim sana öyle mi? Komikmiş." "Çok doğru anlamışsın, tam da öyle yapacaksın!" "Sen kendi işini kendin yapamıyor musun? Babamı buraya getirmek için beni, beni buraya getirmek için Damla'yı kullandın. Damla'yı getirebilmek için birini kullandın mı gerçekten çok merak ediyorum!" Yüz ifadesine bakılırsa sözlerim yüzünden bozulmuştu. "Senin o baban benden korktuğu için Türkiye'ye bile gelemiyor! Her seferinde de başka bir ülkeye gidiyor ve ben onun peşinden koşmaktan bıktım artık. Bu yüzden onu bana sen getireceksin." "Şimdi de babamın senin yüzünden mi buraya gelmediğini söylüyorsun? Gerçekten tam bir yalancısın!" Gözlerimin içine baktı. "Çok yakın bir zamanda çok büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaksın. Çünkü o çok güvendiğin babanın tanıdığın gibi biri olmadığını anlayacaksın. Sana en çok da bu yüzden üzülüyorum." Sinirle güldüm. "Ben senin üzüleceğin biri değilim!" dedim, tepki vermezken bu konuda tartışmaya devam etmek yerine sordum. "Babamdan ne istiyorsun? Onunla derdin ne?" "Ben sadece adalet istiyorum," dedi, şaşırdım. Duymayı beklediğim cevap bu değildi çünkü. "Ne adaleti?" "Bilmen gereken tek şey babanın yaptığı her şeyin cezasını çekeceği." "Gerçekten saçmalıyorsun," dedim artık bu durumun onun da farkına varmasını isterken. "Sana son kez söylüyorum, benimle iş birliği yapıp babanı bana verecek misin vermeyecek misin?" Dimdik durdum karşısında. "Asla, asla böyle bir şey yapmam!" "O şerefsiz buraya gelmeden sen gidemezsin ama, bu yüzden bence iyi düşün derim." Bu adam beni ne zannediyordu? Kendim için babamı kullanacağımı mı? Eğer öyleyse çok beklerdi. "Kendimi kurtarmak için babamı yakacağımı düşünüyorsan yanılıyorsun. Böyle bir şey bekliyorsan da boşuna bekliyorsun." Söylediklerimin onu rahatsız etmesi, ne bileyim istediği olmadı diye sinirlenmesi falan gerekirken hiç de öyle olmadı. Aksine karşımda gayet rahat bir şekilde durmaya devam etti. "Sen bilirsin, o zaman ben de kendi yöntemlerimle devam ederim," diyerek ayağa kalktı. Hemen bende peşinden kalkarak kolunu tuttum. Önce yüzüme sonra tuttuğum koluna bakınca elimi çekerek konuştum. "Hiçbir şey anlatmadan gidemezsin." "Emin misin?" diye sordu, ben cevap veremeyince de dudakları hafifçe yana kıvrıldı. "Bence değilsin," diyerek yanımdan geçti ve odadan çıktı. Koşarak peşinden gitsem de kapıyı açamamış ve tekrar içeriye girmek zorunda kalmıştım. Yeniden odanın içine yürüyerek etrafa bakındım. Sadece az önce oturduğum koltuk ve bir sandalye vardı. Başka da hiçbir şey yoktu. Olduğum yerden korkuyorum hem de çok korkuyorum. Aynı zamanda bu adamların kim olduğunu babamdan ne istediklerini, bunun için neden beni kaçırdıklarını çok merak ediyorum ama daha çok merak ettiğim bir şey vardı; babam gerçekten bu adamlara bir şey yapmış olabilir miydi? Eğer yaptıysa neden yapmıştı ve ne yapmıştı? Bunları düşündükçe delirecek gibi oluyorum ama şu an bunun pek de bir önemi yoktu. Önemli olan bir an önce buradan kurtulmamdı. Kurtulduktan sonra zaten ne olup bittiğini babamdan elbet öğrenirdim. Aldığım karar doğrultusunda buradan nasıl kaçabileceğimi düşünmeye başladım ama aklıma hiçbir şey gelmedi. Çünkü buraya gelirken yüzüm kapalıydı ve hiçbir şey görememiştim. Odadaki pencereye doğru yürüdüm. Hiç merdiven çıkmadığım için ilk katta olduğuma emindim. Pencereye yaklaşınca dışarıya baktım. Bahçe göründü ama kapı falan yoktu. Sanırım bu pencere evin arka bahçesine bakıyordu. Yine de şansımı deneyebilirdim, belki başarır ve kaçardım. Bu düşüncelerle pencereyi açmaya çalıştım ama maalesef olmadı. Ya sıkışmıştı ya da bu pencere açılmıyordu ve bunu bildikleri için beni bu odaya getirmişlerdi. Çaresizce koltuğa oturarak beklemeye başladım. O adamın tekrar içeriye girerek benimle konuşacağına emindim. Şimdilik beni öldürmeyeceklerini biliyordum çünkü babama ulaşabilmek için bana ihtiyaçları vardı. Koltuğa uzandım uykum vardı ama uyumayacaktım. Damla'ya çok sinirliydim. Ne kadar korkmuş olursa olsun olanları bize anlatabilirdi ve bir çözüm yolu bulabilirdik. O ise hiç düşünmeden beni bu adamların eline bırakmıştı. Umarım pişman olur ve olanları polise anlatırdı yoksa amcamlar az önceki adamın da dediği gibi kaçtığımı düşüneceklerdi. Bunları düşünmek zaten bozuk olan sinirimi biraz daha bozarken tek başıma çok uzun süre o adamın tekrar odaya gelmesini bekledim. Fakat değil o adam dışarıdan en ufak bir ses bile gelmiyordu ve artık gerçekten sıkılmaya başlamıştım. Bir an önce buradan kurtulmak ve evime gitmek istiyordum. Düşüncelerimden kapının açılma sesiyle ayrıldım. Hemen ayağa kalktım ve gelenlere baktım. Gelenlerden birisi konuştuğum adam, yani Cihangir'di. Diğeri de beni buraya getiren adam olmalıydı. Çünkü odaya girerken Cihangir'e "Tamamdır abi," derken duyduğum sesi tıpkı o adamın sesine benziyordu. Ben daha bunu düşünürken Cihangir'in gözleri beni buldu. "Bağla şunu Fırat!" dediği an göz bebeklerim büyüdü. "Ne demek bağla?" dedim ondan uzaklaşırken. "Sana kendi yöntemlerimle halledeceğimi söylemiştim." Korku, bir sarmaşık misali içimi sararken Fırat araya girdi. "Emredersin abi," deyip bana doğru geldi. "Uzak dur benden!" Avazım çıktığı kadar bağırdım ve geri geri yürüdüm ama Fırat da üzerime yürümeye devam etti. Sırtım duvara değince gidecek yerimin kalmadığının farkına vardım. Fırat, beni yakalayarak Cihangir'in dediğini yaptı ve ellerimi bağlayıp kolumu tuttu. Elinden kurtulmaya çalışırken Cihangir'in sesini duydum. "Oturt şimdi." "Ne yapacaksınız bana?" Sordum, ikisi de cevap vermedi ve Fırat yine Cihangir istediğini yapıp beni zorla sandalyeye oturttu. Korkum giderek artarken artık bunu belli etmekten geri duramıyordum. "Size soruyorum! Ne yapacaksınız bana?" Bağırdım, o sırada odaya bir başka adam daha girdi. Cihangir alay edercesine gözlerime baktıktan sonra Fırat'a çevirdi bakışlarını. "Başlayın!" deyip gitti ve koltuğa oturdu. Ardından da arkasına yaslandı, erkeksi bir tavırla ayak ayak üstüne attı. "Neye başlayacaklar, N'oluyor?" diyerek hepsine tek tek baktım ama hiçbirinden cevap alamadım. Cevap alamadığım gibi hiçbir şey de anlamadım. Fakat anlamak için çaba sarf etmeye devam ederken bir anda Fırat silahını çıkardı ve bana doğrulttu. Korkuyla kendimi geri çektim. "Yapmayın!" Bağırdım ama kimsenin umurunda olmadım, hepsi sessiz kaldı. "Beni öldürürseniz babama ulaşamazsınız." dedim ama yine kimseden bir karşılık alamadım. "Ben size hiçbir şey yapmadım!" Bağırmaya devam ettim, eş zamanlı olarak sinirlerim boşaldı ve ağlamaya başladım. Oysa karşısına geçip kendimden emin bir şekilde konuşurken ne olursa olsun beni öldürmez diye düşünüyordum. Fakat şimdi tam aksi bu durumda ve gözyaşları içindeydim. Sanırım artık yolun sonuna gelmiştim. "Şimdi!" diyen Cihangir'in sesiyle daha çok ağlamaya başladım. Korkudan gözlerimi sımsıkı kapattım. Ağlamam giderek şiddetlenirken bu korkuya daha fazla dayanamadım. "Tamam vurmayın, yemin ederim ne isterseniz yapacağım!" Bağırdım, buna bir son vermelerini bekledim. Bu yüzden Cihangir'den yeni bir emir beklerken duyduğum tek şey silah sesi oldu. Korkudan avazım çıktığı kadar bağırdım. Vuruldum diye düşünürken aynı zamanda vurulmuş olsaydım şu an bunun farkında bile olmazdım diye geçirdim içimden. Korkudan gözyaşlarım bile durdu. O an çok büyük bir sessizlik olduğunun farkına vardım. Bu da neydi böyle? Niye kimsenin sesi çıkmıyordu? Usulca gözlerimi açtım, herkesin durmuş ve sadece beni izliyor olduklarını gördüm. Peki ya o patlayan silah neydi öyle? Ben daha bunu düşünürken tam karşı duvarda bir delik gördüm, bana değil de duvara sıkmış olduklarını anladım. Böyle bir şeyi neden yaptıklarını, bana bu korkuyu neden yaşattıklarını anlamaya çalışırken Cihangir'le göz göze geldim. Eş zamanlı olarak ayağa kalktı ve yanıma geldi. "Sen o şansını çoktan kaybettin," dedi korkudan bağırarak söylediğim en son şeye yönelik ve odada bulunan üçüncü adama döndü. "Çekebildin mi?" "Evet abi," diyerek adam elindeki telefonu uzattı. Cihangir o telefonu aldı ve bir şeyler yaptı. Bir süre sonra telefondan gelen seslerden anladığım kadarıyla biraz önce olanları videoya çekmişlerdi. "Çözün şunu," diye emir veren Cihangir'i duyan Fırat yanıma geldi ve ellerimi çözdü. "Siz çıkın şimdi!" Bu emirle Fırat'la diğer adam odadan çıktılar. Cihangir de beni kolumdan tutarak ayağa kaldırdı ve koltuğa doğru itti. Daha sonraysa sandalyeyi alarak karşıma oturdu. Yine başa döndük diye düşünürken hâlâ az önceki olanların şokunu yaşıyordum. "Şimdi bunu babana göndereceğim, eminim kızını kurtarmak için en kısa zamanda kendi ayaklarıyla bana gelecektir." Derin bir nefes aldım, kendimi toparladım ve karşısında susmak yerine cevap verdim ona. "O video sizin hiçbir işinize yaramaz ama benim yarar," deyip sırf onu sinirlendirmek için güldüm. "Ne demek bu?" diye sordu. "Gerçekten o videoyu babama gönderdiğinde sana gelecek mi zannediyorsun?" "Babanın seni kurtarmayacağını mı söylüyorsun? Hem hani sen babana güveniyordun?" "Ben babama güveniyorum hem de çok güveniyorum. Hangi sebepten onu arıyor olursan ol umurumda bile değil. Beni kurtarmaya gelecektir ama bunu sizin istediğiniz gibi size gelerek değil kendi istediği şekilde yapacaktır." "Böyle bir şeye izin vereceğimi mi düşünüyorsun gerçekten?" diye sordu, sanki dünyanın en saçma şeyini söylemişim gibi davranıyordu. "Emin ol, senden izin alamayacaktır," dedim kendimden emin bir şekilde. Çünkü babama güveniyor ve onun söylediğinin aksine babamı çok iyi tanıyordum. "Beni tanımıyorsun, neler yapabileceğime dair en ufak bir fikrin bile yok." "Babama gücün yetmiyor ama o yüzden onun yerine şu an ben buradayım." Söylediğim şey onu güldürdü. Komik bir şey varmış gibi gerçekten karşıma geçti ve güldü. "Niye gülüyorsun?" "Senin için üzüldüm, babanı gözünde gerçekten çok büyütmüşsün. Eğer onun gerçekten nasıl bir insan olduğunu bilseydin değil böyle şeyler söylemek baba demeye utanırdın." "Anlat o zaman! Eğer gerçekten benim babam senin de dediğin gibi kötü biriyse benim de bilmeye hakkım var değil mi? Anlat ben de bileyim, belki o zaman sana yardım etmek bile isterim." Böyle bir şey mümkün olmadığı hâlde sırf onu konuşturmak için söyledim bunu. "Anlatsam bile inanmayacaksın!" "Ona ben karar veririm," dedim anında ve susturdum onu. Birkaç dakika bekledim, belki konuşur dedim ama ağzını açıp da tek kelime bile etmedi. "Bak işte bana anlatabileceğin hiçbir şey yok! O yüzden böyle susuyorsun. Benim babam, Engin Başaran, kötü biri değil! Olmadı, olmayacak da!" "Sana anlatabileceğim çok şey var Cemre ama..." Sözünü kestim. "Anlat o zaman ya! Anlat da bileyim! Ne istiyorsun ondan, neden onu sana getirmemi istiyorsun?" Bağırarak sordum ve fark ettiğim kadarıyla onu da sinirlendirdim. "Önce hak ettiği cezayı çekecek sonra da öldüreceğim onu," dedi bir anda ve karşısında bozguna uğradım. Bunun ağzından çıkanı kulağı duyuyor muydu? "Öldüreceksin demek!" "Evet." "Ve bunun için benden yardım istiyorsun bir de bunu kabul edeceğimi düşünüyorsun öyle mi?" "Sürekli aynı şeyleri konuşuyoruz farkında mısın?" "Farkındayım, çünkü sen sürekli aynı şeyleri söyleyip duruyorsun!" "Sen sürekli aynı şeylerden bahsediyor olmayasın?" "Bana mantıklı bir cevap verene kadar sormaya devam edeceğim. Babamı neden öldürmek istiyorsunm" Bir anda öfkeyle ayağa kalktı. "Çünkü kardeşimin hayatını mahvetti ve ben onu öldürmeden durmayacağım!" Bağırmasıyla irkildim ama sinirle bir anda söylediği şeylerden bir şey anlamamıştım. Ne saçmalıyordu bu? "Kardeşin mi?" "Evet, kardeşim! Senin o şerefsiz baban benim kardeşimin hayatını mahvetti duydun mu? Mahvetti!" Ayağa kalktım ve karşısında durdum. "Yalan söylüyorsun ne yapmış olabilir benim babam senin kardeşine?" Yine bağırmasını beklerken derin bir nefes aldı, sanırım sakinleşmeye çalışıyordu ama ben konuşmaya devam ettim. "Senin o kardeşim dediğin kişi de eminim senin gibi yalancının tekidir. Ne de olsa sonuçta senin gibi birinin kardeşi." Kolumdan tutarak beni kendine yaklaştırdı. "Bırak kolumu!" desem de bırakmamış ve daha çok sıkmıştı. "Kardeşim hakkında düzgün konuş! Sana zarar vermek istemiyorum ama eğer bir kere daha onun hakkında kötü bir şey söylersen sana yemin ediyorum bunu hiç çekinmeden yaparım," diyerek kolumu bıraktı ve kapıya doğru yürüdü. "Yalan söylüyorsunuz!" diyerek arkasından bağırdım ama kapıyı büyük bir gürültüyle çarparak kilitledi. Bende peşinden hemen koltuğa oturdum. Yalan söylüyordu, benim babam kimseye kötü bir şey yapacak biri değildi. Ona asla ama asla inanmayacağım. Bana ne yapacak olursa olsun babamı da bu adama asla vermeyeceğim ve onun da bulmasına engel olmak için elimden gelen her şeyi yapacağım. Bu da kendime verdiğim en büyük sözlerden biriydi. *** Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum. Beni Instagram'dan ve Twitter'dan takip etmeyi unutmayın ♡ Yeni bir bölümde görüşmek üzere kendinize çok iyi bakın.♡ Instagram: gizzemasslan Twitter: gizzemasslan Sizi Çok Seviyorum ♡ |
0% |