Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. BÖLÜM "İLK GÜN"

@gizzemasllan

Selamlar :)

Uzun süredir bekletiyordum bu hikâye için sizi ama artık buradayım, başlıyoruz ve gerçekten ben çok heyecanlıyım. Hikâyeye duyduğunuz ilgi için de teşekkür ediyor ve bölüme geçiyorum.♡

Başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. ♡

Bu hikâye için sectigim sembolleri bırakıyorum buraya, sizinkileri de bekliyorum.🖤🍷

Keyifli okumalar.♡

gizzemasllan Instagram: gizzemasllan

.

.

.

1. BÖLÜM "İLK GÜN"

Gözlerim kasvetli salonda gezindi. Çocukluğumdan beri tanıdığım adamın evine ilk defa geliyordum ve doğruyu söylemem gerekirse bu kadar zevkli olduğundan haberim yoktu. Pars hiçbir şey söylemeden yanımdan geçip giderken çalışanları valizlerimi üst kata çıkarıyorlardı. Dikkatimi onlardan çektim ve duvarlarda asılı olan tablolara baktım. Hepsi birbirinden güzel hepsi birbirinden özeldi. Tablolara bakınmaya devam ederken tanıdık bir eser gördüm, ona doğru yürüdüm.

Topuklu ayakkabılarımın parkede çıkardığı tok ses sarayı andıran evde duyulan tek şey olurken duvarda asılı olan tablodan bir metre kadar uzakta durdum, konuştum. "Ergin İnan - Akıl Üstünde Yüz Üstünde tablosu." Derken gözlerim tablonun üzerinde geziniyordu.

Yanımda bir karartı hissettiğimde onun da geldiğini anladım. Tam yanımda durmuş, ellerini cebine koymuş, duvarında asılı olan tablosuna bakıyordu. "İlgileniyor musun resimle?" Sordu, böyle bir itirafta bulunmak istemedim.

"Hayır, ilgi alanım değil." Bana döndüğünü hissettim ama dönüp ona bakmadım ve açıkladım. "Erkek arkadaşım ilgileniyor, o bakarken tesadüfen görmüştüm." Söylediğim yalan yanımdan uzaklaşmasına neden oldu.

"Şu uyuşturucu bağımlısı erkek arkadaşından mı bahsediyorsun?" Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım, sakin kalmaya çalıştım. Sakin kalmayı başardıktan hemen sonra ona döndüm.

"Birincisi; Tan uyuşturucu bağımlısı değil! İkincisi ise..." Sözümü kesti.

"Hayatını dinlemek istemiyorum." Dedi, üçlü koltuğun ortasına oturdu, arkasına yaslandı ve ilave etti. "Anlatma." Kaşlarımı çattım.

"Konuyu açan sendin."

"Erkek arkadaşından bahseden sen oldun."

"Bundan rahatsız mı oldun?" Diye sordum bu soruyla kazandığımı düşünerek, tek kaşını kaldırdı ve şüpheli bir şekilde baktı yüzüme.

"Bundan rahatsız olmamı mı isterdin?" Tabii ki altta kalmadım, yapıştırdım cevabı.

"Neden böyle bir şey isteyeyim?"

"Bilmem, onu sen söyleyeceksin." Göz devirdim.

"Üf Pars, başlama yine." Dedim ve diğer üçlü koltuğa da ben oturdum. "Zaten canım sıkkın, bir de seninle uğraşmak istemiyorum." Deyip göz ucuyla ona baktım, canımın neden sıkkın olduğunu sormasını bekledim ama adamın zerre umurunda olmadı. Telefonuyla ilgilenmeye başladı.

"Canımın neden sıkkın olduğunu sormayacak mısın?" Diye sorduğumda bile bakışları beni bulmadı. Yaptığı tek şey olduğu yerden kaşlarını hayır anlamında kaldırmak oldu. Umursamazlığı yüzünden göz devirdim, o sormamış olsa da cevap verdim.

"Çünkü buradayım ve burada olmaktan hiç memnun değilim!" İşte o an telefondaki gözleri beni buldu.

"Git o zaman." Bir kez daha göz devirdim. Bunu gördü, kaşlarını çattı ama hiçbir şey demedi.

"Dalga mı geçiyorsun?" Diye sordum, gayet ciddi bir ifadeyle başını salladı. Sinirle güldüm, önüme döndüm ve ellerimi göğsümün altında birleştirdim. Fakat sonra onunla oturmak istemeyip ayağa kalktım.

"Hangi odada kalacağım ben? Biraz dinlenmek istiyorum." Dedim, aklıma gelen şeyle kıkırdadım ve ilave ettim. "Babamla çok hareketli bir gün geçirdik de biraz yoruldum. Ben kaçtım o kovaladı, saklandım buldu filan. Dinlenecek vaktim olmadı." Söylediğim şeyin onu güldüreceğini düşündüm ama bu olmadı ve ayağa kalktı.

"Düş peşime!" Deyip merdivenlere yöneldi. Gözlerimi kapattım, omuzlarım çöktü, bir kez daha sıkıntıyla nefesimi sesli bir şekilde dışarıya verdim. Onu ayak sesleri merdivenlerden gelirken kendimi toparladım ve peşinden gittim.

"Çok soğuksun biliyorsun değil mi?" Cevap yok.

"İnsanı deli edecek bir sakinliğin var." Tepki yok.

"Aynı zamanda bir o kadar da sinir bozucusun." Yine tepki yok.

"Yarım saat içinde benim bile sinirimi bozdun!" Diye söylendim, umru olmadı. Konuşmayacağını anlayınca ben de sustum. Cevap vermediği sürece niye konuşayım ki? Ben o kadar sabırlı biri değilim.

İkinci kata ulaştığımızda durmak yerine üçüncü kata yöneldiğini fark edince kaşlarımı bir kez daha çattım. Ne yani beni çatı katına mı atmıştı bu adam? Eger böyle bir şeyi kabul edeceğimi düşünüyorsa yanılıyordu. Fakat şimdi bir şey dememek en iyisiydi. Bir çıkıp göreyim odayı, itiraz edilecek bir şey varsa o zaman ederim. Erken davranıp da iyi bir yerle karşılaşırsam rezil olmak istemiyorum. İsteyeceğim en son şey bu adama karşı rezil olmak.

Üçünü kata çıktığımızda tahmin ettiğim gibi çatı katı olmadığını fark ettim. Buranın da aşağıdaki katlardan hiçbir farkı yoktu. Koridorda durduk, herhangi bir odaya gitmedi. O durunca ben de durdum. Bana doğru döndü, ellerini arkasında birleştirdi, gözlerimin içine baktı ama hiçbir şey demedi.

"Duracak mıyız burada böyle? Oda yok mu?" Diye sordum, gözleriyle merdivenleri gösterdi. O tarafa döndüm. Bir kapı vardı, üçüncü katı diğer katlardan ayıran, merdivenin başında olan bir kapıydı.

"O kapıdan sonrası sana ait." Deyince afalladım, bulunduğum kata baktım. Beş oda vardı bu katta. İçlerinde neler var bilmiyorum ama beş oda vardı. Gözlerimi yeniden ona çevirdim.

"Bu katın hepsi mi?" Soruma baş hareketiyle cevap verdi, cevabın evet olduğunu anladım.

"Buna gerek yoktu." Dedim, koridora bir kez daha göz atıp ona döndüm. "Bir daire vermeni gerektirecek kadar uzun kalmayacağım burada." Dedim, cevap vermedi. Oysa şu an onun bana 'Buna ben karar veririm.' filan demesi gerekiyordu ama sesini çıkarmadı.

"Peki, bir şey demiyorum. Benim için de iyi oldu, seni görmemek için tek bir odaya tıkılıp kalmayacağım. Ayrı evlerde kalıyormuşuz gibi kendime ait dairem oldu." Dedim, hiç değilse buna bir tepki vermesini bekledim ama karşımda dikilip durdu, hiçbir şey demedi. Buna da daha fazla sabredemedim.

"Tamam, burası konusunda anlaştığımıza göre şimdi beni biraz yalnız bırakabilirsin, dinleneceğim." İşte bunu dediğim an bana doğru bir adım attı, irkildim. Bir saatir duran iri yarı bir adam size doğru da bir adım atsa siz de irkilirsiniz, hemen dalga geçmeyin benimle.

"Ses yapmak yok." Kurduğu ilk cümle bu olurken bana öyle bir bakıyordu ki korkmadan edemedim. Tabii bu korku biraz da hâlâ üstüme geliyor olmasından kaynaklıydı. Ne yapıyoruz burada? Romantik komedi mi çekiyoruz? Ne diye üstüme gelerek konuşuyor bu adam?

"Ses mi?" Diye sordum fısıltı gibi çıkan sesimle. Fakat sonra bunun için kendime kızdım. Ben niye bu adamın beni sindirmesine izin veriyorum ki? Karşımda duran Pars Atakan sonuçta. Babama bağlı, ona minnet dolu olan bir adam. Beraber büyüdüm onunla. Tamam çok fazla yıldızımız barışmadı ama küçükken aynı evde kalmış, aynı odada uyumuşluğumuz bile vardı. O zamanlarda da pek anlaşamasak da babam sayesinde yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Ta ki beş yıl önce o yurt dışına gidene kadar. O zamana kadar hiç ayrılmamıştık, o gidince aramıza bu kadar mesafe girmişti. Görüşmek, konuşmak için çaba sarf etmemiş ve bu duruma gelmiştik. Durum böyleyken ne yapacak bu adam bana? Ne yapabilir? Hiçbir şey. İşte tam da bu yüzden ondan korkmama hiç gerek yok. Bu tamamen saçmalık ve zayıflık olur.

"Ne düşünüyorsun sen öyle? Suratın şekilden şekile giriyor!" Diye kızdı.

"Düzgün konuş benimle, biraz kibar ol." Yine kaldırdı o tek kaşını. Bunu yapması demek bana uyarı veriyor olması demekti. Kendince yanlış bir cümle kurdun, toparla diyordu. Çok bekler!

"Ne bakıyorsun bana öyle? Eskiden de böyleydin. Kaba, sert, soğuk adamın tekiydin ama yine de çok değişmişsin. Mesela daha da ketumlaşmışsın." Bu cümlelerimin onu sinirlendirmesini bekledim ama olmadı, sinirlenmedi.

"Ben senin için aynı şeyi düşünmüyorum." Dedi, bana doğru bir adım daha attı, hafifçe eğildi, gözlerimin içine baktı.

"Sen hiç değişmemişsin." Cevap vermedim, iltifat etmeyeceği belliydi. Bu yüzden kendimi gelecek olan cümleye hazırladım. "Hâlâ tanıdığım çocuk gibisin. Yaşın büyümüş, görünüşün büyümüş ama sen büyümemişsin." Gözlerimi kapattım bir kez daha ve derin bir nefes aldım. Bu her zaman beni sakinleştirirdi ama bu kez fayda etmedi. Ben de içimden ona kadar saymaya başladım. Sanırım ancak bu kadar sakin kalabilirim diye düşünürken geldiğimden beri elimde tuttuğum, bir saniye bile olsun bırakmadığım telefonum elimden alındı, hızla gözlerimi açtım.

Pars'ın elindeki telefonuma baktım. Telefonu ceketinin iç cebine koyunca daha da sinirlendim. "Telefonumu ver." Dedim ama umurunda bile olmadı. "Bana diyorsun ama hâlâ sen çocukluk yapıyorsun! Şimdi hemen telefonumu ver yoksa senin için hiç iyi şeyler olmaz!"

"Ne yapacaksın? Vuracak mısın bana?" Diye sordu, merdivenlere doğru yürüdü.

"Çok ses yapma, çalışacağım." Deyip gitti, şaşkınca arkasından baktım.

"Telefonumu vermedin!" Dedim aynı şaşkınlıkla, omzunun üstünden bir bakış attı.

"Verecek olsam almazdım." Ellerimi yumruk yaptım, öfkemi bastırmaya çalıştım. Fakat olmadı, ayrıca bu işin peşini burada bırakmaya da niyetim yoktu. O kimki benim telefonuma el koyuyor? Hangi hakla?

Peşinden ben de merdivenleri indim. Geldiğimi seslerden anladı muhtemelen ama hiç istifini bozmadı. İkinci kata benden önce ulaştığında sağa döndü, odası olduğunu tahmin ettiğim yere yöneldi. Ben de pes etmedim ve peşinden odaya girdim, çalışma odası olduğunu gördüm.

"10 saniye içinde odayı terk etmezsen ben seni atacağım dışarıya!" Dedi ama hiç umurumda olmadı, yanına gittim ve karşısında durdum.

"Çıkmıyorum! Telefonumu ver!" Bunu dememle cebindeki telefonu çıkarması bir oldu. Bu kadar çabuk kabullenmesini beklemedim. Böyle olunca da ellerimi göğsümün altında topladım, kendimden emin durdum. Kazanmış olmanın verdiği gururu yaşarken telefonu bana vermesini bekledim. Fakat bir kez daha hiç beklemediğim bir şey oldu ve masanın altına doğru eğildi. Gelen sesle kasayı açtığını anladım.

"Ne yapıyorsun sen ya?" Dememe kalmadan telefonu kasaya koymuş, yeniden doğrulmuştu. Bakışları bir anlığına beni buldu. Öfkeli bakışlarımı gördüğünde gözlerini yeniden önüne çevirdi.

"Pars bak mecburen burada kalıyorum ve emin ol bundan ben de memnun değilim. Fakat mecburuz işte ve birbirimize bu süreyi zehir etmeyelim. Şimdi bu yüzden telefonumu ver, odaya çıkayım ve dinleneyim." Cevap vermedi. Sinir bozucu sessizliği devam ederken çekmeceyi açtı, başka bir telefon çıkardı. Dikkatle ona bakarken telefonu masanın üzerinden bana doğru attı.

"Bunu kullanacaksın." Şaşırdım, bu neydi şimdi?

"Sebep?"

"O kadarına karışma, bunu kullanacaksın dedim bunu kullanacaksın. Şimdi hadi çık odadan, çalışacağım. İşim gücüm var." Deyip koltuğuna oturdu, bilgisayarını açtı. Çık dediği hâlde durup ona bakarken konuştu.

"Seni atmamı istemiyorsan çık." Bir kez daha göz devirdim, önüme döndüm ve odadan çıktım.

"Sinir adam!" Söylene söylene üst kata çıktım. Neyse ki telefonumda şifre vardı da onu açması mümkün değildi. Buradan gidene kadar da bana verdiği işimi görürdü zaten.

Üçüncü kata çıktım. Odalardan birine yürürken gerisin geri döndüm ve üçüncü katı ayıran diğer kapıyı kapattım. Üzerindeki anahtarı görünce rahat bir nefes aldım. İstediğim zaman kafamı dinleyebileceğim hiç değilse. Kapıyı kilitledim. Anahtarı da aldım ve bulunduğum koridora baktım. Acaba hangisi yatak odasıydı?

En yakındaki odaya girdim. İçeriye bakındım ve buranın büyük bir banyo olduğunu gördüm, çıktım. Hemen onun yanındaki diğer odaya girdim. Burada da tam karşıda bir masa, masanın ardından bir kütüphane ve kütüphanede sadece birkaç kitap vardı. Kullanılmadığı çok belliydi ama buna rağmen temizdi. Kapıyı çektim, çıktım. Onun karşısında olan diğer odaya girdiğimde sonunda yatak odasını bulabilmiştim. Diğer iki odaya bakmaya gerek duymadan buraya girdim.

Küçük bir koridorun ardından geniş odaya ulaştım. Odanın sağ tarafında tam ortaya konulmuş bir yatak vardı. Sağında ve solunda birer komidin, sağdaki komodinin yanında makyaj masası, yatağın tam karşısındaki duvarda da büyük bir televizyon vardı. Gördüğüm manzara beni memnun etti. Burada bir hafta kalacaksam eğer yeterince vakit geçirecek şey vardı. Canım sıkılmazdı. Bir hafta dişimi sıkarım, babamın inadı da o zamana kadar geçer, rahat ederim.

Bunları düşünmek yerine odanın ortasına bıraktıkları valizlerime ilerledim. Üç valizin arasından içinden eşofmanlarımın olduğu valizi buldum. Üzerimdekilerden kurtulup eşofmanlarımı giydim ve yatağa girdim. Hemen ardından Pars'ın verdiği telefonu çıkardım. Muhtemelen babam olan biteni Pars'tan öğreneceği için onu aramak yerine doğrudan Tan'ın numarasını yazdım ve aradım. Daha doğrusu aramaya çalıştım. Çünkü telefon arama yapmadı. Şaşkınca baktım ekrana. Bu da neydi şimdi? Belki hatlarda bir sorun vardır diye düşünerek bir kez daha aradım aynı numarayı ama yine aynı şekilde arama yapamadım. Numara da mı sorun var diye düşünüp numarayı kontrol ettim ve Tan'ın numarası olduğundan emin oldum.

"Ne oluyor ya böyle?" Kendi kendime söylenerek bir de babamı aradım, fakat bu kez arama yapıldı. Şimdi konuşmak istemediğim için hızla sonlandırdım aramayı. Bir kez daha Tan'ı aradım ama beklediğim şey olmadı, arama yapılmadı. Yavaş yavaş bir şeylerden şüphelenmeye başlayıp rastgele bir numara girdim, onu aramaya çalıştım ama bu arama da yapılmadı. Hemen sinirlenmemek konusunda kararlı kalıp bizim evdeki ev telefonunu aradım, arama bu kez yapıldı. Birinin telefonu açmasını beklemeyip aramayı sonlandırdım. Anladığım kadarıyla sadece onun istediği yerleri arayabiliyordum. Telefonu değiştirme sebebi bu muydu yani?

Öfkeyle çıktım yataktan, Ben elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalıştıkça o beni sinirlendirmek için her şeyi yapıyordu. Hiç oyalanmadan bir alt kata indim ve kapıyı çalma gereği duymadan çalışma odasına daldım. Bakışları hemen beni bulurken elimdeki telefonu masaya attım.

"Bu ne?" Diye sordum, arkasına yaslandı ve erkeksi bir tavırla ayak ayak üstüne attı.

"Telefon." Bir de utanmadan benimle alay etti.

"Hiçbir yeri arayamıyorum bununla! Babamı ve bizim evi arayabildim sadece! Bu ne biçim telefon böyle?" Kızdım.

"Bu da bu biçim telefon." Alay etmeye devam etti. Yok yok bu adam gerçekten de sabrımı sınıyordu.

"Pars bak gerçekten kavga etmek de olay çıkarmak da istemiyorum. Şimdi bu yüzden benim telefonumu ver, ben de çıkayım buradan. Yoksa hiç istemediğin kadar başın ağrır." Tehdit ettim, bu onun yüz ifadesini hiç değiştirmedi. Adam resmen beni umursamıyordu.

"Ayliz çık odadan." Dedi sadece ve bilgisayarına döndü. Şimdi siz şöyle a dostlar haklı mıyım degil miyim? Nasıl yaşanır böyle bir adamla?

"Çıkmıyorum! Telefonumu ver hemen!" Dediğimde alay edercesine önüne doğru attığım telefonu işaret parmağıyla masanın üzerinden bana doğru sürükledi.

"Benim telefonumu, onu değil!" Dedim, o kadar öfkelenmiştim ki konuşurken artık dişlerimi sıkmaya başlamıştım.

"Ayliz çık!" Dedi, ellerimi masaya vurdum ve ona doğru eğildim.

"Pars Atakan hemen telefonumu ver yoksa senin için hiç iyi şeyler olmaz!" Bir kez daha tehditte bulundum.

"Ayliz saçmalama çık dışarıya!"

"Asıl sen saçmalama! Ne bu havalar böyle? Sanki beni kaçırmışsın gibi dışarıyla olan bütün iletişimimi kestin!"

"Öyle olması gerekiyordu." Diye cevap verdi bir de ve bir kez daha bilgisayarına döndü. Bir şeyler okudu, önündeki defterine not aldı.

"Tamam, ılımlı davranacağım." Dedim, göz ucuyla bana baktı, devam ettim. "Bu telefonu kullanacağım. Fakat hiç değilse sevgilimi de arayabileyim." Bakışları sertleşti, cevap vermeye tenezzül etmeyip defterine odaklandı.

"Sana bir şey söyledim!" Çıkıştım, sanki ben yokmuşum gibi davrandı. "Bilerek yapıyorsun! Sırf kavga çıkarmak için böyle davranıyorsun! Her zaman böyleydin zaten!" Söylenmeye devam ettim ama o da beni görmezden gelmeye devam etti.

Bu konuyu onunla halledemeyeceğimi anlayınca masanın üzerindeki telefonu aldım ve öfkeyle odadan çıktım, babamı aradım. Onu arayabiliyordum ne de olsa. Sabırla bekledim açmasını. Babamın telefonu açtığını anladığım ilk an onun konuşmasına fırsat vermeden konuştum.

"Baba sana bu adamın yanına gelmek istemiyorum demiştim!" Kızdım.

"Sakin ol Ayliz! N'oldu?"

"Pars telefonumu aldı baba! Bana da şu an konuştuğumuzu verdi ve bununla senin dışında hiç kimseyle konuşamıyorum! Buraya gelirken burada tutsak olacağımı söylememiştin bana!" Öfkeyle söyledim tüm bunları.

"Öyle olması gerekiyordur öyle yapmıştır." Babamdan aldığım cevapla donup kaldım, ciddi miydi?

"Baba dalga mı geçiyorsun benimle ya? Adam resmen dünyayla iletişimimi kesti! Lütfen hemen bunun için bir şey yap! Yoksa buna daha fazla dayanamayacağım!"

"Daha oraya ulaşmanın üzerinden bir saat geçti Ayliz." Sesi sabır dilercesine çıktı.

"Anla işte baba bir saate neler olduğunu! Şimdi hemen lütfen bir şeyler yap ve o adam telefonumu versin! Tan'ı bile arayamıyorum ya!"

"Ne güzel işte, unutursun." Dedi rahat rahat, daha çok sinirlendim.

"Baba!" Sesim uyarır gibi çıktı.

"Şimdi işim var Ayliz, yoğunum. Müsait olduğumda seni arayacağım, daha sonra konuşuruz." Dedi ve telefonu bir anda yüzüme kapattı, elimdeki telefona bakakaldım.

"Yok artık ya! Gerçekten yok artık! Bu kadar da olmaz ki!" Kendi kendime konuşurken önünde durduğum kapı açıldı, Pars çıktı.

"Beni babana şikayet etmen bittiyse dairene çık çocuk, çok gürültü yapıyorsun!" İşaret parmağımı kaldırdım, ona doğrulttum.

"Bana çocuk deyip durma!"

"Çocuk gibi davranma o zaman."

"Nasıl davranacağıma kendim karar verebilecek yaştayım ve emin ol davranışlarım seni hiç ilgilendirmez!" Kurduğum uzun cümleyle iç geçirdi.

"Konuşmam bittiyse uzaklaş. Yok ben burada dikilmeye devam edeceğim diyorsan da sesin çıkmasın." Deyip odaya yeniden girdi, kapıyı kapatmasına izin vermedim.

"Telefonumu ver ve konu kapansın."

"Konu çoktan kapandı." Dedi, kapıyı itti. Hızla ayağımı araya koydum, kapatmasına izin vermedim ve aralık kalan kısımdan ona baktım.

"Benim için kapanmadı."

"Bunda beni ilgilendiren bir şey görmüyorum." Kapıya vurdum sinirle, her şeye de bir cevabı vardı.

"Pars ver şu telefonu ya! Gerçekten ben de seninle uğraşmak istemiyorum ama izin vermiyorsun! Eğer seni rahat bırakmamı istiyorsan verirsin! Yoksa sana yemin ederim bu sessiz evi ayağa kaldırırım." Dediğimde kapının arasına soktuğum ayağıma bastı, bağırdım. Ayağımı çektim, hemen ardından kapı yüzüme kapandı ve kilitlendi.

Bastığı ayağıma baktım, parmaklarım acımıştı resmen ama bir anlığına acımıştı ve o bir anlık acı kapının kapanmasına neden oldu. Öfkeyle kapıya vurdum. Saatlerce kapıda durup aç desem de açmayacaktı. Bu yüzden kendimi boşuna yormadım.

Üst kata çıkmak yerine salona indim. Telefonu açtım ve internete girmeye çalıştım ama olmadı. Bunu nasıl yaptı bilmiyorum ama her şeyi düşünmüştü. Tan'a mesaj atmaya çalıştım. Fakat attığım mesaj iletilmedi. Öfkeyle koltuğa attım telefonu ve ayağa kalktım, etrafa bakındım. Aklıma gelen şeyle salondan ayrıldım. İlk katta biraz gezindikten sonra kocaman olan evde mutfağı sonunda bulabildim. Mutfakta çalışan iki kadın gördüm, dudaklarım yana kıvrıldı.

"Kolay gelsin." Dediğimde yemek yapan iki kadının da bakışları beni buldu.

"Teşekkürler." İkisinin de ağzından aynı anda bu kelime çıkarken başörtülü olan kadın konuştu.

"Bir şey mi istemiştiniz?" Ona döndüm, birkaç adımda yanına ulaştım, başımı salladım.

"Telefonunuzu kullanabilir miyim?" Diye sordum, tek amacım Tan'a ulaşmak ve neler olduğunu anlatmaktı. Aniden ortadan kaybolmama bir anlam veremeyip telaşlanacaktı yoksa.

"Telefon kullanmıyorum." Dedi kadın ve önüne döndü, şaşkınca kaldım. Telefon kullanmıyorum mu? Keşke başka bir bahane bulsaydı. Ona çok fazla takılmayıp diğer kadına döndüm.

"Şarjım yok." Deyip o da önüne döndü, kaşlarımı çattım.

"Şarja takalım, ihtiyacım var." Dedim, pes etmeye niyetim yoktu.

"Dakikam yok zaten, arama yapılmaz." Yüzüme bile bakmadan bunu söyledi. Pars'ın onları uyardığını anladım, öfkeyle mutfaktan ayrıldım. Ne yaparsan yapayım vermeyeceklerini bildiğim için boşuna dil dökmeye gerek yoktu.

Yeniden salona ulaştım, oradaki telefona göz ucuyla baktım ve sıkıntıyla ofladım. Şu anlık tek sorunum telefondu. Onu da halledersem burada olmak o kadar da sorun değildi ama halletmek biraz zor görünüyordu. Neyse yapacağım artık bir şeyler diye düşünürken karnımın acıktığını hisettim. Fakat mutfaktaki kadınlara da trip attım, şimdi gidip yemek isteyecek hâlim yoktu. Akşama kadar sabrederim artık.

Pars'ın bana verdiği telefonu aldım ve üçüncü kata çıktım, yatak odasına girdim. Yatağa attım kendimi ve geçirdiğim en berbat gün olan bu günü hiç düşünmeden uyumaya çalıştım. Çok fazla uykum olduğu için bu konuda çok da zorlanmamıştım.

Uyandığımda saat çoktan akşamın yedisi olmuştu bile. Açlığım daha da artmıştı tabii ki. İnsan uykusunda biraz daha acıkır mı? Ben acıktım işte. Odadaki banyoda elimi yüzümü yıkadıktan sonra bir alt kata indim. Koridora bir göz attım. Kimseyi göremedim, salona indim ve Pars'ın burada olduğunu gördüm. Ayaklarını orta sehpaya uzatmış, laptobu kucağına almış bir şeyler yapıyordu. Çalışanlar da salondaki masayı hazırlıyorlardı.

Salona gittim, Pars'ın karşısındaki koltuğa oturdum. Ayak ayak üstüne attım. Kollarımı göğsümün altında topladım ve gözlerimi Pars'a diktim, beni fark etmesini bekledim. Çok geçmeden gözünün ucuyla bana baktı. Bakışlarımı fark etti. Laptobun ekranını indirdi, ayaklarını da sehpadan indirdi. Laptobu sehpaya bıraktıktan sonra arkasına yaslandı, erkeksi bir tavırla ayak ayak üstüne attı.

"Sorun ne?" Diye sordu bir de utanmadan.

"Sorunun ne olduğunu bilmiyormuş gibi davranma!" Dedim, tepki vermedi. "Telefonuma el koydun resmen!" Derin bir nefes aldı, bakışlarını başka bir yere çevirdi.

"Öyle olması gerekiyordu." Yine aynı cevabı verdi. Şeytan diyor bırak şu sakinliği, kalk atla şunu üzerine, görsün gününü! Ne de olsa yapmadığım şey değil, küçükken çok dövdüm onu.

"Tamam öyle olması gerekiyordu, bunu anladım. Hiçbir şey de demiyorum. Fakat senin bana neden böyle olması gerektiğini açıklaman lazım!" Olabildiğim kadar ılımlı oldum.

"Öğrenmene gerek yok." Al işte, gel de bu adam karşısında sakin ol. Fakat olmam lazım işte.

"Buna da peki." Dedim ve ayağa kalktım, yanına gittim. Yanına oturdum, anlaşma yapmaktan başka şansım yoktu.

"Tamam kullanmıyorum telefonu, bu da benim için sorun değil. Fakat hiç değilse Tan'ı bir kez olsun aramam lazım, ver telefonunu arayayım. Ya da mesaj atayım, bir şekilde haber vereyim. Söz veriyorum bunu yaptıktan sonra telefon diye tutturmayacağım." Kaşlarını çattı.

"Tan kim?" Bilmiyormuş gibi sordu, oysa bildiğini çok iyi biliyordum.

"Sevgilim." Sabırla cevap verdim.

"Sevgilin." Yineledi, kolunu koltuğun arkasına atarken ekledi. "Olmaz." Dedi.

"Seninle anlaşamıyoruz, anlaşmak mümkün değil farkında mısın?"

"Çünkü anlaşmaya niyetim yok."

"Bana bu kadarını yapmaya hakkın yok."

"O hakkı babandan aldım."

"Babam, babam olduğu için hayatım hakkındaki her kararı almak zorunda değil ve ben onun istediğine göre yaşamak zorunda değilim." Bir kez daha uzun cümle kurmam bir kez daha sıkıntıyla oflamasına neden oldu.

"İyi." Demekle yetindi.

"Şimdi telefonunu verir misin? Sevgilimi arayacağım."

"Arayamazsın." Deyip ayağa kalktı. "Seviyorsa bekler, beklesin." Alay eder gibi bunu söyledi bir de.

"Resmen benimle dalga geçiyorsun Pars!" Diye çıkıştım.

"Kalk yemek ye hadi." Derken kendisi yemek masasına gidiyordu. Aç olduğum için inat etmeye hiç niyetim yoktu. Ayağa kalkıp peşinden gittim. O masanın başına tek başına otururken ben de sağ tarafına denk gelecek yere oturdum, masadaki yemeklere baktım.

Et sote, pirzola, tavuklu pilav vardı. Hepsi birbirlerinden alakasız yemeklerdi. "Ayliz Hanım ne sever bilemedik. Bu yüzden birçok çeşit yaptık." Yanımızda duran kadın açıklarken başımı kaldırdım, göz ucuyla kadına bakıp Pars'a döndüm.

"Ben bunların hiçbirini yemem." Dediğimde o da kadınlar da şaşırdılar. "Vejetaryanım ben." Diye ekledim. Pars masadaki yemeklere göz attıktan sonra bana döndü, sessiz kaldı.

"Yiyemem bunları." Diye ilave ettim. Pars'ın eli kirli sakalına gitti. Sakalını sıvazlarken merakla ona baktım. "Başka yiyecek bir şey yok mu?" Diye sordu kadına.

"Kahvaltılık var Pars bey ama onlar da hep salam, sosis filan." Sıkıntıyla ofladım, aç mı kaldım yani şimdi ben? Pars kadına hiçbir şey demeyip önüne döndü ve pirzolasını yemeye başladı.

"Sonuç?" Dedim, bana bakmadan konuştu.

"Ne sonucu?"

"Aç mı kalacağım ben? Hiçbir şey demeden yemeğe başladın da." Eliyle masadaki yemekleri gösterdi.

"Yemekler burada, yiyebilirsen afiyet olsun. Sen de duydun, yiyecek başka bir şey yok." Rahatlığı yüzünden kaşlarımı çattım.

"Dışarıdan..." Anında sözümü kesti.

"Adada olduğumuzu unutuyorsun." Doğru ya insanlıktan çok uzaktaydık şu an. Kadına döndüm.

"Makarna filan yok mu?" Başını olumsuz anlamda salladı.

"Hayır, Pars Bey makarna sevmediği için almıyoruz."

"Pilav yapmışsınız, tavuksuz bir şekilde yine yapamaz mısınız?"

"Son malzemelerle yaptık pilavı. Haftada bir market alışverişi yapılır ve alışveriş günü yarın. Birçok şey bitti." Elimi yüzüme bastırdım. Bu evdeki her şey beni delirtmeye yönelikti sanırım.

"Anlıyorum." Dedim yine de sabırla, çok sabırlı bir insan olduğumu söylemiş miydim? Sanırım söylememe de gerek yok, bunu şimdiye kadar anlamış olmanız gerekiyordu.

Önüme döndüm. Afiyetle yemeğini yiyen Pars'a baktım. Aç kalmış olmam umurunda bile değildi şu an. Her şeyin bir oyun olduğunu anlamayacak kadar aptal değilim. Vejetaryan olduğumu çok iyi biliyordu ve bu yemekler bu akşam bilerek yapıldı. Muhtemelen evde bana uygun yiyecek şeyler de vardı ama yokmuş gibi davranıyorlardı.

"Madem öyle ben kendim bir şeyler bulurum." Diyerek ayağa kalktım. Pars'ın gözleri beni bulurken öfkeyle mutfağa gittim. Mutfağa girdiğimde boş pirinç paketi filan gördüm. Muhtemelen bu da oyunun bir parçasıydı ve arasam da bir şey bulamayacaktım. Bu yüzden umursamadım ve doğrudan dolabı açtım, göz attım ve aradığım şeyi buldum.

Dolaptaki peynir kabını aldım. Raftan da bir tabak alıp tabağa biraz peynir koydum. Hemen ardından zeytin de aldım. Bitmek üzere olan zeytinin hepsini de başka bir tabağa koydum. Yumurtaya bakındım ama tabii ki yoktu. İki kadın da bana şaşkınca bakarken peynir ve zeytin tabağıyla salona döndüm, yerime oturdum. Bir dilim ekmek aldıktan hemen sonra peynir, zeytin ve ekmek yemeye başladım. Pars beni afallamış bir ifadeyle izlerken de hiç umursamadım. Tamam pek lezzetli bir yemek değildi, özellikle de akşam yemeği için ama hiç değilse aç kalmayacaktım.

Lokmamı yutarken başımı kaldırdım, Pars'a baktım ve samimiyetten uzak bir şekilde gülümsedim. "Sorun mu var? Neden öyle bakıyorsun?" Alay edercesine soran bendim bu kez. Kaybeden de o.

"Yok." Dedi ve önüne döndü, daha iştahsız bir şekilde yedi yemeğini. Ben Ayliz Karadağ, Pars Atakan ile baş etmesini çok iyi bilirim. Şimdi bir telefonum kaldı, onu da alırsam sorun bitecekti. Fakat bunun için biraz sabretmem gerekiyordu. Çünkü eğer telefonu istemezsem bunun beni sinir etmediğini düşünecek ve pes edecekti. Bu yüzden bekleyeceğim pes etmesini. Bakalım Pars Atakan'ın pes etme süresi ne kadar sürecek?

Peynirimi ve zeytinimi yedikten sonra salona döndüm. O kadar çok ekmek yemiştim ki bu gece bir daha acıkmam mümkün değildi. Salondaki üçlü koltuğa oturduğumda artık canım sıkılmaya başlamıştı. Evimde olsaydım şimdi dışarıya çıkardım. Muhtemelen evden kaçarak hem de. Buradan kaçsam nereye gidebilirim ki? Dört tarafı deniz olan bir adadayım.

Pars karşıma oturdu. Salona ilk geldiğimde olduğu pozisyona dönüp laptobuyla ilgilenirken aklıma gelen şeyle konuştum. "Hani meşhur bir soru vardır?" Dedim, bakışları beni buldu.

"Issız bir adaya düşsen yanına alacağın üç şey ne olur diye?" Söylediğim şey ilgisini çekmiş olacak ki meraklandı, devam ettim.

"Üzgünüm ama onlardan birisi sen değildin Pars ama bak buradayız." Deyip gülmeye başladım, o ise söylediğim şeyden hiç memnun olmayıp somurtmaya devam etti.

"Çok eğlencelisin gerçekten. İnsanın seninle sohbet ettikçe edesi geliyor."

"Gelmesin." Dedi anında ve gözleriyle televizyonu gösterdi.

"Televizyon izle, benimle uğraşma."

"Seninle uğraşan yok zaten. Biz buna sohbet etmek diyoruz. Burada kala kala insanlarla sohbet etmeyi unutmuşsun sen. Biraz insan ol." Kaşlarını çattı.

"İnsan olayım." Yineledi, başımı salladım.

"Evet, doğru düzgün konuşulmuyor bile seninle. Sonra da uyumsuz olan ben oluyorum."

"Sana uyumsuz diyen olmadı." Histerik bir şekilde güldüm.

"15 yıldır herkesin bana söylediği şey bu Pars. Uyumsuz, şımarık, kendini beğenmiş ve kibirli. Unuttun mu? Herkes benim hakkımda böyle söyler." Yüz ifadesi değişmedi.

"Bunun için bana sitem mi ediyorsun yani şimdi?"

"Sana sitem ettiğim yok. Sizinle büyüdüm ben, bizim hayatımızın çoğu yan yana geçti. Senin ve kardeşlerinin o kadar ağır abi tavırlarınız var ki benim güler yüzlü oluşum şımarıklık olarak algılandı. Hepimizi kardeş olarak görürlerdi. Ben evin küçük kızı, siz de benim abilerimdiniz herkes için. Sizin gibi olmadığım için de uyumsuz denildi bana."

"Abi?" Dedi, başımı salladım.

"Evet, öyle. Yani tamam kendi içimizde hiçbir zaman abi - kardeş olarak görünmedik ama diğer herkese göre öyleydik. Siz benim abim..." Sözümü kesti.

"Değilim." Dedi sert çıkan sesiyle ve devam etti. "İki kardeşim var benim sadece, sen benim kardeşim filan değilsin." Kaşlarımı çattım, bu ne sinirdi böyle? "Ben de senin abin değilim, saçma sapan konuşma karşımda." Öfkeyle ayağa kalktım.

"Seninle bir şey konuşmaya çalışan da hata! Somurtkan herif! Somurta somurta yalnız başına çürüyüp gideceksin bu evde!" Öfkeyle söyledim bunları ve merdivenlere doğru yürüdüm.

"Sabah saat altıda uyanık ol." Dediği an durdum, ona döndüm.

"Ne?" Başını bana çevirdi, omzunun üstünden bir bakış attı.

"Sabah altıda uyanık ol." Diye yineledi.

"Afedersin de neden karga bokunu yemeden uyanıyoruz?"

"Karga bizi ilgilendirmez, bu evde hayat saat altıda başlar. Kahvaltıya yetişmek istiyorsan uyanırsın. İstemiyorsan da keyfin bilir." Deyip önüne döndü. Arkasından yaklaşıp da boğazına sarılmamak için kendimi zor tutup söylene söylene odaya çıktım.

Onun taklidini yaparak "Karga bizi ilgilendirmez." dedikten hemen sonra ekledim. "Karga da sana bayılıyordu zaten!" Diyerek yatağa girdim. Göz ucuyla telefona baktım, sıkıntıyla ofladım. Tan'ı aramam lazım. Haber vermem gerekiyordu. Kim bilir şu an nasıl arıyordur beni ama telefonum o ruh hastasının elindeydi!

Yarın ilk işimin bu sorunu halletmek olacağını düşünürken benim için çok da kötü sayılmayacak ama yine de kötü olan o günü uyuyarak noktaladım.

Yarın bizim için yepyeni bir gün olacaktı.

Bölüm Sonu!

Selamlarrr nasılsınız? Neler yapıyorsunuz?

Çok keyif alarak yazdığım bir bölüm oldu, sanırım bu hikâyede her bölümü keyif alarak yazacağım. Böyle hissediyorum şimdilik. Umarım siz de okurken keyif almışsınızdır.

Bu arada medyada bölümün en başında bahsedilen tablo var :) öyle bir tablo gerçekten var yani.

Bu bölüm biraz karakterleri ve aralarındaki ilişkiyi tanıma bölümü oldu. Bence aralarında güzel bir enerji var ya, iyi bir çift olacak gibiler. Ne dersiniz?

Hadi bakalım siz de yorumlayın başkarakterleri;

Pars Atakan Karahan.

Ayliz Karadağ.

Sizce şu Tan mevzusu uzayacak mı dersiniz? Ayliz bir şekilde ulaşır mı ona?

Ayliz telefonunu alabilecek mi sizce?

Pars neden telefonuna el koydu dersiniz?

Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz :)

O zaman yeni bölümde görüşmek üzere diyelim, kendinize çok iyi bakın. Sevgiyle kalın.♡

Duyuru ve alıntılar için sosyal medya hesaplarım;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan


SEVİYORUM SİZİ.♡

 

Loading...
0%