Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10.BÖLÜM "KIRMIZI IŞIKLAR"

@gizzemasllan

Selam yıldızlarım :)

Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Bu bölüme gelecek olan yorumlarınız bekliyorum.♡

Bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.♡

.

.

.

10. BÖLÜM "KIRMIZI IŞIKLAR"

İnsan neden hata yapardı? Öfkesinden, hırsından, nefretinden mi? Hangi duygu hata yapmaya iter bizi? Bilmiyorum ama hayatım boyunca hep hata yaptım ben. Bazen yanlış bir karar aldım, bazen yanlış bir söz söyledim, bazen yanlış bir adım attım, yanlış yerlerde oldum, yanlış insanlar tanıdım, yanlış kişiler sevdim. Ben, hep hata yaptım. Doğrularım oldu elbette ama hatalarım daha fazlaydı. Fakat dönüp geçmişe baktığımda o hataların hep yalnız olduğunu görüyorum. Girip yanlış olduğunu öğrendiğim bir yola bir daha girmemişim. Yanlış olduğunu söyledikten sonra anladığım bir sözü bir daha söylememişim. Bu hatalardan ders çıkarmak mıydı yoksa aynı hatayı bir kez daha yapmaktan korkmak mıydı bilmiyorum ama yaptığım hatayı bir daha hiç yapmamıştım. Fakat şimdi geçmişte yaptığım bir hataya yeniden düşüyordum. Bilerek ve isteyerek değildi, zorlaydı. Sevgisinin yanlış olduğunu çok geç farkına vardığım bir adam tarafından hata yapmaya zorlanıyordum ve bir daha kullanmamaya yemin ettiğim uyuşturucu şimdi damarlarımda geziniyordu.

"Ayliz." Duyduğum bu ses öfkemi gün yüzüne çıkartırken bağırıp çağırmak, ona vurmak ve bu yaptığı yüzünden hesap sormak istedim ama yapamadım. Bunu yapamadığım gibi gözlerimi bile açamadım. Tüm bedenim uyuşuktu, zihnimi uyuşuk gibi hissetmesem de bir şeyleri algılamakta zorlanıyordum. "Sevgilim." Tan'ın sesi bir kez daha kulaklarıma gelirken kendimi zorlayıp gözlerimi araladım ve onu gördüm. "Uyandın." Onun bunu söylemesiyle gözlerimin yeniden kapanması bir oldu. "Korkma, birazdan daha iyi hissedeceksin." dedi sanki bu durumda olmam kendinin suçu değilmiş gibi ve sinirlerimi bozdu. Fakat bunun için bile hiçbir şey yapamadım. O sırada ellerini yüzümde hissettim. Buna engel olmayı istedim ama elimden hiçbir şey gelmedi.

"Dok..." dedim, nefes alamıyor gibi hissettim. Kendimi biraz toparladıktan hemen sonra "Dokunma!" dedim tek bir nefeste ve söylemek istediğim şeyi söylemiş oldum.

"Ah Ayliz." dedi Tan ve dokunma demiş olmama rağmen dokunmaya devam etti. Parmakları yüzümde gezindi, saçlarımla oynadı ve sinirlerimi altüst etti. "Bana çok sinirlisin biliyorum ama her şey düzeldiğinde bu sinirin de geçecek. Söz veriyorum sana her şeyi yoluna koyacağım." Gözlerimi bir kez daha zorlukla araladım ve öfkeyle gözlerinin içine baktım.

"Senden..." dedim, kurumuş olan boğazım canımı yaktı ama buna rağmen devam ettim. "Nefret ediyorum." Güldü.

"Bu, mümkün bile değil sevgilim. Sadece korkuyorsun şimdi ama geçecek. Bu korkun geçtiğinde, o babanla o piçin etkisinden kurtulduğunda, onlara bağlı yaşamak zorunda kalmadığını anladığında beni sevdiğini ve benimle olmak istediğini fark edeceksin. Güven bana." Göz devirdim, tek kelime bile etmeden gözlerimi kapattım. Güven banaymış! Bana zorla uyuşturucu verdi ve güven bana diyor! Aman ne güzel! "Geleceğim birazdan yeniden yanına." dedi ve sanırım gitti, o giderken uykunun içine çekildiğimi hissettim. Buna da engel olamadım ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.

Aradan ne kadar zaman geçti, neler oldu bilmiyorum ama gözlerimi açtığımda güneş batmak üzereydi. Tan'la aramızda geçen konuşmanın günün hangi saatinde olduğunu bilmediğimden geçen zamanı hesap etmek de çok zordu ama kendimi o andan çok daha iyi hissediyordum. Vücudum artık uyuşuk değildi, daha doğrusu eskisi kadar uyuşuk değildi ve sanırım artık bir şeyler yapmam gerekiyordu. Fakat ben daha bunu düşünürken odanın kapısı açıldı, eş zamanlı olarak hemen gözlerimi yeniden kapattım. Duyduğum ayak seslerinden yanıma geldiğini anladım, çok geçmeden de bir kez daha saçlarımda ellerini hissettim ama uyanmış olduğuma dair hiçbir şey yapmadım. Zaten yanımda çok durmadı, yeniden odadan çıktığını duydum. Bu da fazlasıyla işime gelirken çıktığından emin olduktan hemen sonra gözlerimi araladım ve saate bakıp 7 olduğunu gördüm.

Uyuşuk olmadığı hâlde hâlâ uyuşuk hissettiğim kollarımı zorlukla hareket ettirip yataktan destek aldım ve doğruldum. Daha sonrasında da kendimi zorladım, ayağa kalktım. Eş zamanlı olarak dizlerimin bağı çözülüyormuş gibi hissettim, düşecek gibi oldum ama komodinden destek alıp böyle bir şey yaşanmasına engel oldum. Olduğum yerde birkaç saniye durdum, kendime gelmeye çalıştım. Kendimi daha iyi hissedince yürüdüm, etrafa iyice bakındım ve telefonumu aradım ama yoktu. Usulca pencereye doğru yürüdüm, pencereyi açtım. Yatak odasındaydım ve buranın penceresi arkaya bakıyordu. Fakat bu, yapacağım şeye engel değildi.

Boğazımda tuhaf bir his vardı. Çok kurumuş olduğundan sanki sesim hiç çıkmayacak gibiydi. Buna rağmen bağırmak, yardım istemek istedim. Bunun için de derin bir nefes aldım. Tam "Yard..." diye bağırmışken birinin elini ağzımda hissettim. Dudaklarıma baskı uygulayan ellere vurdum, bağırmaya ve elinden kurtulmaya çalıştım ama gücüm buna yetmedi. Bunu yaparken açmış olduğum pencerenin kapandığını fark ettim. Bacağına vurdum, bu onu kendimden uzaklaştırmak için yeterli olurken bir kez daha bağırmak istedim ama yine buna engel oldu ve bu kez elini ağzıma bastırıp sırtımı duvara yasladı. Eş zamanlı olarak karnımda bir baskı hissettim, gözümün ucuyla oraya baktığımda silah gördüm.

"Sakın bağırma!" diye tısladı dişlerinin arasından.

"Ne yapacaksın öldürecek misin beni?" Alay edercesine sordum, dudakları yana kıvrıldı.

"Bunu yapmayacağımı en iyi senin bilmen gerekiyor sevgilim. Ben, sana zarar verecek hiçbir şey yapmam." Sinirlendim ve sinirle güldüm.

"Bu, bana zarar vermiyor olan hâlin mi? Ayrılmak istedim diye bana bunları yaşatıyorsun." Başını olumsuz anlamda salladım.

"Hayır, ayrılmak istedin diye değil. Hem sen benden ayrılmak istemezsin ki, senin aklını karıştırdılar. Her şey o piçin oyunuydu ve sen onun oyununa düştün. Bu yüzden sana kızmıyorum, kırılmadım da. Ben sadece kendine gelmeni istiyorum ve bunun için elimden geleni yapıyorum. Her zaman da yapmaya devam edeceğim."

"Kimse aklımı karıştırmadı!" diye kızdım ve öfkeyle devam ettim. "Ben, senin başka bir kadını öptüğünü gördüm. Ona yakın olduğunu, onu öptükten sonra onu alıp gittiğini gördüm ve bitirmek istedim. Şimdi anlıyorum ki gerçekten de bitmesi gerekiyormuş. Senin gibi birini hayatıma almam hataymış ama o kadar güzel iyi rolü yapıyordun ki kandım." dedim, öfkesi arttı.

"Ben seni aldatmadım. İt gibi seviyorum seni, yapmam bunu! Seni kaybedeceğim diye aklım çıkıyor, asla yapmam bunu! O kadın sarhoştu, beni öptü. Ben de hemen ittim onu ama orada bırakamadım, evine bıraktım. Fakat o piç sana yalan söyledi kesin, o kadınla aramda bir şeyler olduğunu ima etti ve aklını karıştırdı." Bir kez daha sinirle güldüm.

"Yaptığın her şeyi Pars'a yüklemekten vazgeç! O bana..." Sözümü kesti.

"Baban seni onun yanına gönderdi ve o günden sonra benden uzaklaşmaya başladın. Onun yanında yaşamaya devam ettikçe de bana karşı olan tavırların değişti. Buna rağmen yanında olmaya devam ettim. O herifin evinde yaşıyorken bile ben sana güvendim. Aklımın ucundan hiçbir şey geçmedi ama sen bana neler olduğunu bile sormadan bana arkanı döndün! Ben bunu hak etmedim! Duyuyor musun beni? Ben, bunu hak etmedim!"

"Pars benim çocukluk..." Sözümü kesti.

"Çocukluk aşkın." dedi, öylece kalakaldım karşısında. Oysa sadece arkadaşım diyecektim. "Sen çocukken ona aşıktın. Hatta çocuk bile sayılmazsın, sadece 5 sene önceydi." dedi, şaşkınlığım daha da arttı. Bundan ona hiçbir zaman bahsetmedim. Nasıl bahsedebilirdim ki zaten? Fakat o bana tarih bile verebiliyordu. Bunun şaşkınlığını yaşamaya devam ederken o da devam etti konuşmaya. "Sormayacak mısın nereden bildiğimi?" diye sordu, o sırada çoktan silahı uzaklaştırmıştı benden ama onun hâlâ kendisinde oluşunun korkusu bir şeyler yapmama engel oluyordu.

"Nereden biliyorsun?" İstediğini yapıp sordum, gözlerimin içine bakarak cevapladı.

"Sen anlattın Ayliz." dedi, sesindeki hüznü fark ettim."Geçen seneydi Ayliz, sarhoş oldun ve bana onu anlattın. Gözlerimin içine bakarak onu çok sevdiğini söyledin. Ben, umutla bir gün beni de seversin diye bekledim ama olmadı ve şimdi benden gitmek istiyorsun. Buna asla izin vermeyeceğim!" Bunu yapmış olamazdım, yapmamışımdır değil mi? Yapmadıysam bu kadar şeyi nereden biliyordu? "Sen sarhoş oldun ve bana sevdiğin adamı anlattın. Onu çok sevdiğini söyledin Ayliz." Söyledikleri karşısında hiçbir şey diyemedim ve susup kaldım. Şu an ne o umrumdaydı ne de bu hâlde olmak. Tek düşündüğüm şey sarhoş olup ona anlattıklarım. Hem de sadece bir sene önce. Oysa ben onu içimde yıllar önce bitirdiğimi düşünüyordum. Fakat sarhoş olup bir başkasına anlatmıştım. Bu düşünceler mideme bir yumruk yemişim gibi hissetmemi sağladı. Hâlâ bunun gerçek olduğuna inanmak istemiyordum.

"O günü hatırlamıyorsun değil mi?" diye sordu, sadece başımı olumsuz anlamda sallamakla yetindim. Ne sarhoş olduğum o günü hatırlıyorum ne de o gün ona anlattıklarımı. "İnsanlar sarhoşken kendine bile itiraf edemedikleri şeyleri itiraf ederler Ayliz ve sen bana başka bir adamı sevdiğini itiraf ettin."

"Onu sevmiyorum." dedim, gerçek olan bu iken onun söylediklerini kabul etmem mümkün bile değildi. "O sadece beraber büyüdüğüm biri, bir arkadaş gibi. Daha fazlası değil, olamaz. Ben, onu sevmiyorum." Kendimi savundum, yalan değildi söylediklerim. Hissettiklerim de gerçek düşüncelerim de tam olarak buydu.

"Ben de öyle zannediyordum, onu değil artık beni seviyorsun zannediyordum ama böyle olmadığını yakın zamanda öğrenmek zorunda kaldım, sayende." dedi, konuşmak için dudaklarımı araladım ama bunu fark edip engel oldu. "Şşt sakın inkar etmeye kalkma." Hiçbir şey diyemedim, aklı yerinde değildi. Hem bana beni seviyorsun, biliyorum diyordu hem de Pars'ın sevdiğimi bildiğini söylüyordu. Aklı yerinde olmadığı gibi kendisi de iyi değildi ve silahı vardı. Ters bir şeyler yapmak, söylemek şu an için doğru olmazdı.

"Oturmak istiyorum." dedim, ayakta durmak zor geliyordu. "Başım dönüyor." dediğimde elimi tuttu, buna bile engel olamazken beni yatağın kenarına oturtmasına izin verdim. Ardından da yanımdan uzaklaştı ve gidip odadaki tekli koltuğa oturdu. İnsan ne hissettiğini ne düşündüğünü bilmez miydi? Bilirdi elbette ve ben de biliyordum. Ben, Pars'a aşık değilim ve onu sevmiyorum. Daha doğrusu aşk açısından sevmiyorum, bir arkadaş olarak çok seviyorum. Fakat böyle hissederken ve düşünürken neden tam aksini anlatmışım ona? Bunu neden yapmışım? Kendimi anlamıyorum, hissettiklerimi de anlamıyorum. Aklım da kalbim de çok karışık.

"Onu düşünüyorsun." Bu cümleyle başımı kaldırdım, Tan'a baktım.

"Hayır." İşte bu yalandı.

"Gözlerin öyle söylemiyor." Sinirlendim.

"Onu düşünüyorsam ne olmuş? Buna da mı engel olacaksın?" diye sordum, daha fazla kendimi tutamamış ve onu terslemiş oldum. Hatta bununla yetinmeyip öfkeyle de devam ettim. "Sen demiyor musun seviyorsun diye? İnsan sevdiğini düşünmez mi?" Bu sözlerim çok kızdırdı onu ve bunu fark edebildim.

"Kabul ediyorsun yani?"

"Az önceye kadar etmiyordum ama söylediklerin şu an bunu sorgulamama neden oluyor." İşte bu doğruydu, az önceye kadar bunu ısrarla reddediyordum ama söyledikleri aklımı karıştırmıştı ve ya her şey gerçekten de bitmediyse diye sorgulamadan edemiyordum.

"Beni kızdırmaya mı çalışıyorsun?" diye sordu, başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hayır, neden böyle bir şey yapayım ki? Hem de belinde silahın varken. Sadece doğruları söylüyorum, buna sen sebep oldun ve eğer bu seni kızdırıyorsa benim suçum değil." Ellerini yumruk yaptığını fark ederken oturmaya devam ettim. Ta ki yanıma gelip de kolumdan tutup beni kaldırana kadar. "Ne yapıyorsun? Bırak!" dedi ama bırakmadı ve birlikte salona gittik.

"Burada otur, gözümün önünde." dedi ve geçip karşıma oturdu. "Eğer o herifin evinde kalmaya başlamasaydın bunların hiçbiri böyle olmayacaktı biliyorsun değil mi? Biz böyle olmak zorunda olmayacaktın." Aynı şeyi söylemesi beni kızdırdı.

"Niye sürekli aynı şeyi söyleyip duruyorsun?" Kızdım, sinirle koltuğa vurdu.

"Çünkü haklıyım ve doğruyu söylüyorum!" diye çıkıştı, ardından da devam etti. "Tüm bu saçma olaylar sen onun yanında kalmaya başladıktan sonra başladı. Eğer onunla bu kadar yakın olmasaydın hiçbir zaman ona karşı olan hislerini anlamayacaktın ve o zaman benim de senin beni seveceğine dair olan umutlarım devam edecekti ama sen bunu yapamadın, ona karşı koyamadın." Göz devirdim, o adada Pars'ın evinde kalırken aramızda hiçbir şey olmamıştı. Hiçbir zaman da olmayacaktı çünkü ben buna asla izin vermezdim. Fakat o bunun tam aksiymiş gibi davranıyordu. Beni aldatan kendisi değilmiş de ben kendine aldatmışım gibi bir izlenim veriyordu. "Haklı olduğumu sen de biliyorsun." dedi ve arkasına yaslandı.

"Bu işin sonu nereye varacak?" diye sordum, anlamsız bakışlar atarken de devam ettim. "Beni burada ne zamana kadar tutmayı düşünüyorsun? Sonsuza kadar mı? Babamların bana ulaşmaya çalışacağı hiç mi aklına gelmiyor?" Sormaya devam ettim ama ondan cevap alamadım. "Bu saate kadar aramış olmaları gerekiyordu hatta."

"Baban da o piç de aradı ama o telefon hiçbir zaman açılmayacak." Söylediği şey beni güldürdü.

"Son bir hakkın kalmış desene." dediğimde tek kaşı kalktı. "O telefon bir kere daha çalarsa ve ben o telefona cevap vermezsem muhtemelen ikisi de soluğu burada alacaklar. Buraya gelmek için uçağa binmeden önce de konuştukları son kişi bu bahçedeki adamlardan biri olacak. Kısacası daha buraya gelmeden beni senin elinden kurtaracaklar." dedim, o an gözlerinde küçük de olsa bir korku hissettim. Bu da fazlasıyla işime geldi.

"Doğruları konuşalım." dedi, hafifçe bana doğru eğildi ve gözlerimin içine bakarak devam etti. "Sen haklısın, o telefon açılmadığı sürece yaşanacaklar tam da senin söylediğin gibi olacak ve ben çok iyi biliyorum ki tek başıma onlara karşı koyamam. O adamın peşindeki adamlara benim gücüm yetmez. Bu da demek oluyor ki seni burada zorla tuttuğumu öğrenirlerse ve yakalanırsam o adamın yapacağı ilk şey beni öldürmek olacak." Bu kadar açık sözlü olmasını beklemezken son söylediği şey mideme bir yumruk yemişim gibi hissetmeme neden oldu.

"Fakat benim o kadar kolay ölmeye niyetim yok." Kaşlarımı çattım, ne söylemek istediğini anlamaya çalışırken devam etti. "Onun ya da adamlarından birilerinin bu eve girmeye çalıştıklarını fark ettiğim an seni öldürürüm." Buz kestim karşısında. "Sonra da kendimi. Ne benden sonra onunla mutlu olmana izin veririm ne de o adamın beni öldürmesine. İkimiz için de güzel bir son olur." Bu sözler onun ne denli kendini kaybettiğini anlamama neden olurken korkmadan edemedim. Fakat o karşımda korkudan çok uzak bir ifadeyle bana bakıyordu. Az önceki korkusu benim korkumu hissettikten sonra yok olmuş gibiydi.

"Şimdi bu yüzden balkona çıkacak ve bahçedeki adamları buradan göndereceksin. Sonra da hiç kimse gelmeden buradan gideceğiz." dedi, korkuyor olduğum hâlde başımı olumsuz anlamda salladım.

"Asla." Yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Karar vermek gibi bir şansın yok Ayliz, bunu yapmak zorundasın.

"Ben hiçbir şeyi yapmak zorunda değilim." dedim kendimden emin bir şekilde ve dizlerimi karnıma çektim, dizlerime sarıldım. Hâlâ başım dönüyor ve gözlerim ağrıyordu.

"Sinirlendiriyorsun beni." Başımı kaldırdım, yüzüne baktım.

"Sinirlen, umurumda bile değilsin." dedim, öfkesi artarken elindeki silahın varlığını hatırlatmak ister gibiydi. Ölüm tehditi ettiği yetmezmiş gibi bunu sürekli hatırlatacak bir şeyler yapıyordu.

"Senden korkmuyorum!" Yalan söyledim, silahı orta sehpanın üzerine bırakıp yanıma geldi ve oturdu.

"Söylediklerim ve yaptıklarım yüzünden bana kızgınsın biliyorum ama..." deyip dokunmaya çalıştı, eline vurdum.

"Dokunma bana! Uzak dur benden!" dedim, biraz yana kaydım ve ondan uzaklaşan ben oldum.

"Ayliz beni anlamak istemiyorsun ama ben çok ciddiyim." dedi, dönüp yüzüne bile bakmadım. Az önceki sözlerinden sonra şu an için düşündüğüm tek şey bahçedeki adamlara bir şekilde ulaşmaktı. Aslında bağırsam bile sesimi duyarlar ama elinde silah varken bunu yapamazdım, öfkeyle bana zarar verebilirdi. "Ya isteyerek gelirsin benimle ya da zorla ama iki şekilde de sonuç olarak benimle geleceksin ve biz kimse gelmeden buradan gideceğiz. Bahçedeki adamları da bir şekilde atlatacağız." dedi ve gözlerimin içine bakarak devam etti.

"Ne yapacaklarını çok iyi bildiğim hâlde ne Pars umurumda ne de baban. Onlar sana iyi gelmiyorlar, hayatının geldiği şu hâle bir bak! Senin bu hâlde olmaman gerekiyor ve ben nasıl devam etmen gerektiğini çok iyi biliyorum." dedi ve engel olma çabama rağmen elimi tuttu. Korkunç bir şekilde gülümseyip ekledi.

"Bu yüzden bir şekilde bu evden çıkacağız ve sen, benimle evleneceksin." İşte bu cümleyle yapacakları umurumda bile olmadı ve kahkaha attım.

"Evlenmek öyle mi?" diye sordum, gülüyor olmam onu biraz daha kızdırdı. "Düğünümüzü nerede yapacağız peki? Beyaz Sarayda mı?" Gülerken bir yandan da bunu sordum ve bir anda öfkeyle ayağa kalkmasına neden oldum.

"Dalga geçme benimle!" Bağırdı, buna rağmen güldüm. "Gülüp durma karşımda!" Bağırmaya devam etti, sırf bunu yapsın diye ben de artık komik gelmese de gülmeye devam ettim. Çünkü ne kadar çok bağırırsa adamların sesimizi duyması için şansım o kadar yüksek olurdu. "Lanet olsun gülme!" Sesi daha yüksek çıktı ve bir anda hiç beklemediğim bir şey oldu, orta sehpanın üzerindeki silahı aldığı gibi bana doğrulttu. Bu yüzden büyük bir çığlık attım, işe yaramayacağını bildiğim hâlde kollarımla kendimi korumaya çalıştım.

"Tamam tamam." dedi bir anda ve silahı bıraktı. "Özür dilerim seni korkutmak istemedim, aniden oldu." dedi, onun bu hâli beni silahtan daha çok korkuturken önümde diz çöktü. "Ben çok ciddiyim, seninle evlenmek istiyorum." deyip elimi tuttu ama ellerimi ondan kurtarmam bir oldu. "O zaman sen de seni ne kadar sevdiğimi göreceksin." dedi, bakışlarımı başka bir yöne çevirdim. Bu denli korkmaya başlamışken tek kelime bile etmek istemedim ama içimden bir ses de hiçbir şey yapmadan mı buradan kurtulmayı düşünüyorsun diyordu. "Ayliz." dedi Tan, muhtemelen aynı şeyleri söylemeye de devam etti ama dinlemedim onu ve ne yapmam gerektigini düşündüm. Çok geçmeden de aklıma tutma ihtimali çok küçük olan bir şey geldi ve bakışlarımı ona çevirdim.

"Ölmek istemiyorum." dedim, Tan afalladı. "Söylediklerimde ciddiydim, eğer bir aramaya daha yanıt vermezsem buraya gelecekler ve onlar gelirse neler olacağını söyledin." dedim, dikkatle dinliyordu beni. "Onların buraya gelmesini istemiyorum bu yüzden. İzin ver, Pars'la konuşayım." Bakışları sertleşti, öfkeyle kavruldu o bakışlar.

"Olmaz!" deyip yanımdan kalktı.

"İzin vermezsen her şey senin söylediğin gibi ilerleyecek. Söz veriyorum Pars'a yanlış hiçbir şey söylemeyeceğim. Hatta her şeyin yolunda olduğunu, senin de yanımda olduğunu ve burada olduğum için çok mutlu olduğumu söyleyeceğim. Eğer söylemezsem ya da kötü şeyler olduğunu söylersem o zaman öldürürsün beni." Hiçbir şey demedi. "Yemin ederim yanlış hiçbir şey olmayacak. Ben sadece her şey daha kötü olmasın, buraya gelmesinler istiyorum."

"Neden? Gelmeleri işine gelmez mi?"

"Gelmez!" dedim hiç düşünmeden ve devam ettim. "Onlar geldiği zaman beni öldüreceğini söylüyorsun!" Cevap vermedi, veremedi ve sadece baktı bana. "Tek bir şans ver bana, yanlış bir şey olmayacak." dedim, aldığı derin nefesi fark ederken kabul etmesini umut ettim.

"Tamam." dediği an içim umutla doldu. Fakat bunu ona hiç belli etmedim. "Arayacaksın ve her şeyin yolunda olduğunu söyleyeceksin." dedi, anladım dercesine başımı salladım. Cebinden telefonumu çıkardığında heyecanlanmış olduğumu hiç belli etmedim. Tan telefonu bana uzattı, ağır hareketlerle aldım elinden ama bırakmadı. "Sakın, sakın yanlış tek kelime bile söyleme. Bir şeyler ima etmeye çalışma!" dedi, başımı salladım ve ancak o an bıraktı telefonu. Ekrana baktığımda babamdan ve Pars'tan birer cevapsız arama olduğunu gördüm. Tek bir şansım vardı, ikisinden birini seçmek zorundaydım ve ben babama kendimden daha çok güveniyor olsam da bu kez onu değil de hiç tereddüt etmeden Pars'ı aradım. Tan hemen yanımda otururken arama tuşuna basmamla eş zamanlı olarak hoparlöre verdi sesi. Bu umurumda bile olmazken sonunda Pars'ın sesini duydum.

"Niye açmadın sen az önce telefonu?" diye sordu açar açmaz. Tan gözlerimin içine bakarken sesimin düzgün çıkmasına dikkat ederek konuştum.

"Uyuyordum." dedim, sesim tahmin ettiğimden çok daha güzel çıktı.

"Bu saatte mi?" diye sordu, şu an korkumu bir kenara bırakmalı ve normal Ayliz gibi davranmalıydım.

"Bu saate Pars? Oradan bile her şeye karışıyorsun ya inanamıyorum sana!" dedim, normal Ayliz tam olarak bu cevabı verirdi çünkü.

"Tamam, söylenip durma. Savcım aramış, ulaşamayınca merak etmiş benden aramamı istedi. Keyfimden aramadım yani." dedi, bu işin aslının böyle olmadığından adım kadar emindim. Muhtemelen babam aramıştı, ulaşamadığını falan söylemişti ve beni kendi isteğiyle aramıştı, babam istediği için değil.

"Başka bir şey düşünmedim zaten." dedim, yalan söylemiş oldum. Tan'la göz göze gelince de konuya girmem gerektiğini anladım.

"Ben de aramaları görünce arayıp her şeyin yolunda olduğunu söylemek istedim. Sıkıntı yok, her şey yolunda. Hani sana Tan da gelecek demiştim ya, o da geldi ve benimle birlikte şu an." dedim, sesim çok rahat ve çok iyi çıktı.

"Tan mı? Onun orada ne işi var? Sen ondan..." Ne söyleyeceğini bildiğimden ve Tan'ın bunu duyması hiç işime gelmeyeceğinden sözünü kestim.

"Onun burada ne işi olduğu seni hiç ilgilendirmez." Normal bir durumda olsak bile bu cümleyi kurmazdım ama o cümleye devam etmemesi için de söyleyecek başka bir şey bulamadım. Çünkü eğer ondan ayrılmıştın derse istediğim konuya giremeyecektim. Zaten ondan ayrılmış olduğumu çok iyi biliyordu, bahçedeki adamlar muhtemelen yetiştirmişlerdir. Benim de istediğim şey tam olarak buydu zaten. Aklında soru işaretleri bırakmak.

"İyi, bir şey demedik. Ne yaparsan yap!" dedi ters bir tavırla, buna kızmadım. Ben gidip ona seni ilgilendirmez dersem o da bunu derdi. "Babanı da ara, merak eder. Hadi..." Yine sözünü kestim, yoksa o hadiden sonra telefon yüzüme kapanacaktı.

"Tamam, ararım babamı. Bu arada tavsiyelerine uyuyorum." dedim, konuya girmiş oldum.

"Ne tavsiyesi?" diye sordu, zihnim bir an için geçmişe gitti. Geçmişte onunla aramızda geçen bir konuşmayı hatırladım ve konuştum.

"Kırmızı ışıklar." dedim, Tan kaşlarını çatarken hemen devam ettim. "Hani bana demiştin ya buraya gelirken oraya kadar gidiyorsun kırmızı ışıkların yansıdığı kırmızı köprüye de gitmen gerekiyor diye? Bugün Tan'la oraya gideriz. Rehberlik tavsiyelerine uyuyorum senin." dedim, bir şeyler anlamasını umut ettim.

"Kırmızı ışık, köprü?" dedi, muhtemelen bunları ne zaman dediğini sorgularken pot kırmasın diye devam ettim.

"Evet, bugün oraya gideceğiz. Kırmızı ışıkların yansıdığı kırmızı köprüye. New York'tayız ama bize engel olan hiçbir şey yok. San Francisco'ya geçebiliriz diye düşünüyorum. Ne de olsa kırmızı ışıkların yansıdığı o köprüyü görmeyi çok istiyoruz. Tan'a anlattım, o da çok merak ediyor." Sesimi bilerek çok heyecanlı ve çok iyi çıkardım. Sesimden anlamasına gerek yoktu, söylediklerimden bir şeyler çıkarsa benim için yeterliydi.

"İyi, gidin nereye gidiyorsanız." dedi, öylece kalakaldım. Bir şeyler anlamamış mıydı? Neden bu kadar rahattı sesi? Boğazım düğümlendi, sonucun böyle olmasını beklemiyordum. "İşim var benim, kapatıyorum." dedi ve telefonu yüzüme kapattı.

"Bu kadarını beklemiyordum." dedi, gözlerim ağır ağır onu buldu. "Bir şeyler yaparsın zannettim ama hiçbir şey yapmadın." Az önceki korkum yerini büyük bir öfkeye bırakmıştı.

"Birlikte gezmeye gideceğiz bile dedim!" deyip ayağa kalktım. "Şimdi gidip bir bardak su içeceğim. Bu kadarına da engel olacak değilsin herhalde!" dedim, cevap vermezken mutfağa gidip dolaptan bir şişe su aldım. Raftan aldığım bardağı doldurup içerken Tan salondan beni izliyordu. Mutfakla salon iç içe olduğundan beni rahatlıkla görebilirken ona arkamı döndüm ve suyumu öyle içtim. Her şey yarım saat içinde belli olacaktı. Pars, yarım saat içinde gelemezdi ama oradan bir şeyler yapabilir, adamları harekete geçirebilirdi. Tabii saçmaladığımı düşünüp de boş vermezse.

"Salona gel." diye seslendi, bana emir veriyor olması sinirimi bozuyordu. Eğer delinin teki ve belinde silahı olmasaydı o emri ona yedirirdim ama şimdi bunu yapamıyorum. Oysa Pars'a karşı çok da güzel yapıyordum. Çünkü onun bana zarar vermeyeceğini çok iyi biliyordum. Elimdeki bardağı sinirle tezgâhın üzerine vurarak koyduktan sonra salona döndüm ve gidip koltuğa oturdum. "Şimdi seninle bu evden sessizce çıkacak ve gideceğiz." Başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hayır, kendinde değilsin ve senden korkuyorum. Senden bu kadar korkarken hiçbir yere gelmem seninle!" Ayağa kalktı.

"Böyle bir seçeneğin yok! Şimdi birlikte gideceğiz buradan! Pars'ı da bunun için aradın zaten!"

"Hayır, bunun için aramadım. Sadece buraya gelmesini istemediğim için aradım. Ortalık daha da karışmasın diye. Çünkü her ne içtiysen onun etkisinden çıktığında yaptığın şeylerin saçmalık olduğunu sen de anlayacaksın!" dedim ve bir kez daha dizlerimi karnıma kadar çekip oturmaya devam ettim. Sırf onun yüzünü görmemek için de başımı dizlerimin üzerine koydum. Onun ne hâlde olduğu da neler yaptığı da umurumda olmadı.

Çok uzun zaman başımı hiç kaldırmadım dizlerimden. Gözlerimi de hiç açmadım ve bekledim ama bekledikçe umudum azaldı. Çünkü Pars bir şeyden şüphe etmiş, tehlikede olduğumu anlamış olsaydı eğer çoktan bir şeyler yapmış olurdu ama yapmamıştı ve ben hâlâ aynı durumdaydım. Fakat hiç ağlamadım, gözümden tek bir damla yaşın bile akmasına izin vermedim. Bunun bir faydası yoktu çünkü. Hiçbir zaman da olmayacaktı.

"Hiçbir şey yemedin bugün." dedi Tan, ona bakmadım ama ayağa kalktığını anladım. "Bir şeyler hazırlayayım senin için." derken de mutfağa gittiğini anladım ama yine dönüp bakmadım ona. Ne zannediyordu çok merak ediyorum. Sonsuza kadar burada kalacağımızı mı? Hem de kapıda Pars'ın adamları varken. Doğru ya şu an en doğru fırsattı bir şeyler yapmak için. Gözümün ucuyla kapıya baktım, eğer salak değilse kilitlemiştir o kapıyı. Yani kaçmam mümkün değildi ama bir sekilde haber vermem gerekiyor diye içimden geçirirken hiç beklemediğim bir şey oldu ve gözlerim bir çift yeşil gözle temas etti. Pars'tı bu, gelmişti. Hem de sadece birkaç saate. Kocaman gülümsedim, içim umutla doldu. İnanamıyorum ama resmen gelmişti. Kırmızı ışık işe yaramıştı. Buna sevinirken aklıma çok başka bir şey takıldı. Türkiye'den buraya özel jetle gelmiş olsa bile bu kadar çabuk gelemezdi, bu işte başka bir şey vardı.

Ben daha bunları düşünürken gözleriyle yatak odasını gösterdi. Bahçe kapısının sağında duruyordu, mutfaktan salon görünse de ters açı olduğundan Tan'ın onu görmesi mümkün değildi. Bunun mümkün olmadığından kendi içimde emin olurken Pars sinirlendi ve yine aynı yeri gösterdi. Yatak odasına gitmemi istediğini anlayınca diğer her şeyi sorgulamayı bırakıp ayağa kalktım ve eş zamanlı olarak Tan'la göz göze geldim. "Ne oldu?" Şüpheli bir tavırla sordu, Pars'a güvenip ona iki çift laf söylemek istedim ama bunun için erken olduğuna karar verip sakin kaldım.

"Tuvalete gireceğim." dedim, tek kaşını kaldırdı. "Neden öyle bakıyorsun tuvalete de mi girmeyeyim? İstersen sen de gel!" dedim alay edercesine, ağzının içinden bir şeyler söyledi ve önüne döndü. Fakat dikkatinin ben de olduğundan emindim. Bu yüzden Pars'ın istediğini yapıp yatak odasına gitmedim, onun karşısında olan tuvalete girdim. Kapıyı kilitlemeyi ve kapıdan olabildiğince uzaklaşmayı da ihmal etmedim. Gidip klozetin üzerine oturdum, başımı ellerimin arasına aldım.

"N'olur bitsin artık n'olur." Ben daha bunu söylerken büyük bir gürültü koptu. Fakat silah sesi değildi, kırılma sesiydi bu. Sanırım kapı kırılmıştı. Gözlerimi sımsıkı kapattım, sakin kalmaya çalıştım. Duyduğum birkaç el silah sesiyle korkum arttı, hiç kimseye hatta Tan'a bile bir şey olmamış olmasını ve korkutmak için ateş edilmiş olmasını diledim. Korkudan ellerim titremeye, kalbim ağzımda atmaya başlarken gözlerimi bir saniye bile olsun açmadım. Dışarıdaki kargaşanın büyüdüğünü seslerden anlarken kendime daha fazla engel olamadım ve gözümden bir damla yaş aktı. Fakat o yaşı hızla sildim, ağlamamak konusunda kararlıyken lavabonun kapısı zorlandı. İrkildim, korkuyla kapıya bakarken kapıya birkaç defa vuruldu.

"Ayliz benim." Pars'ın sesini duyduğum an ayağa kalktım, koşar adımlarla kapıya gittim ve açtım. Kapı açılır açılmaz yaptığım ilk şey Pars'ın boynuna atılmak ve ona sımsıkı sarılmak oldu. O da bana sımsıkı sarıldı, elleri saçlarımda gezindi. O an ağlamak da istedim, onun gelmiş olmasının verdiği güven hissi güçlü durmak için ördüğüm duvarları yıktı ve kendimi savunmasız hissettim. İçim çıkana kadar ağlamak, ona sımsıkı sarılmak istedim ama tüm bu arzularımı bastırıp geri çekildim ve gözlerimin içine baktım.

"Anladın değil mi?" diye sordum, gözlerinin kenarı kısıldı. "Kırmızı ışıkları." dediğimde başını salladı.

"Anladım." dedi, derin bir iç geçirdi ve ekledi. "Kırmızı ışıkları." Dudaklarımda tebessüm olurken zihnim beni bir kez daha geçmişe götürdü.

"Olmaz dedim Ayliz! Olmaz!" diye bağırdı Pars, fakat bu umurumda olmadı ve omuz silktim.

"Sadece bil diye söyledim, bana engel ol diye değil!" dedim, gitmek için bir hamle yaptım ama bileğimden yakaladı ve gitmeme engel oldu.

"Hiçbir yere gidemezsin!" dedi, öfkelendim ve kolumu kurtardım ondan.

"Sen bana engel olamazsın! O salaklar dalga geçtiler benimle, bunun hesabını verecekler!" Kaşlarını çattı.

"Çocuk çocuk şeylere uğraşma!" dedi, daha da sinirlendim.

"13 yasındayım ben zaten!" diye haykırdım, ellerini cebine koydu.

"O da doğru." dedi ve elini cebinden yeniden çıkardı, işaret parmağını doğrulttu bana ve yüzümün önünde salladı. "Ama yine de bu yaptığın çok yanlış!" Omuz silktim.

"Yanlışsa yanlış! Resmen beni okulun ortasında düşürdü ve alay ettiler. Gidip tek tek hepsinden hesap soracağım!" dedim, zaten çoktan yanlarına gelmiştim. Bunu bana yapanlar ilerideki bankta oturuyorlardı. Eğer ona tesadüfen yakalanmamış olsaydım çoktan işimi halletmiş olacaktım ama yakalanmış ve olanları anlatmak zorunda kalmıştım. O da kendince buna engel olmaya çalışıyordu ama mümkün değildi bu, çoktan kafama koymuştum bunu. "Sen de buna engel olmayacaksın!" dedim, gözümün ucuyla ileriye doğru baktım ve üç çocuktan geriye sadece birinin kaldığını görüp öfkeyle ona döndüm.

"Gitmişler senin yüzünden! Neyse bana bir tanesi de yeter!" dedim, yine gitmek istedim ama yine engel oldu bana.

"Tamam, sen dur. Ben gidip ağzını yüzünü dağıtırım." Göz devirdim.

"Bu benim hesabım, senin değil!" dedim, dişlerini sıktı.

"Karşında senin kadar bir çocuk yok! Herif 18 yaşından büyük duruyor. Canını biraz daha mı yaksın?"

"Hiçbir şey yapamaz, seni de az dövmedim." dedim, elini yüzüne bastırıp gözlerini ovaladı. Elini çektiğinde tahammülünün kalmadığını anladım.

"Git Ayliz! Ne hâlin varsa gör! Belki o zaman izin verdiğimiz için bize saldırabiliyor olduğunu anlarsın." Göz devirdim.

"Köpek miyim ben ya? Saldırmakmış!" dedim, önüme döndüm ve o çocuğa doğru yürüdüm. Fakat bir an için endişe edince durmadan edemedim. Ya yolunda gitmeyen bir şey olursa? Bunu düşünmek yeniden ona dönmeme neden oldu. Ellerini arkasında birleştirmiş hadi gitsene dercesine bakıyordu.

"Hani Doğan'la bir oyun oynardık kırmızı ışık diye?" dedim, anlamsız bakışlar attı. "Gözlerimizi kapatırdık, tehlikeli bir anda kırmızı ışık derdik ve bizi bulmasını beklerdik." Bakışlarındaki anlamsızlık yok olmadı. "Hatırla diye söyledim." dedim ve dalga geçecek gibi hissedip önüme döndüm, yoluma devam ettim. O çocuğun yanına gittim, karşısında durduğumda bakışları beni buldu.

"Ooo savcının şımarık kızı da gelmiş, nasıl düşürdük ama bugün seni." dedi ve gülmeye başladı.

"Ben şimdi gösteririm sana gülmeyi." dedim, ona doğru yürüdüm. Ayağa kalkıp birkaç adım geri gitti.

"Siktir git başımdan, benim başımı belaya sokma!"

"Senin başın artık zaten belada!" dedim, yanına yaklaştığım an bir tane vurdum yüzüne. Küfür etti, ben de ona bana güldüğü gibi güldüm. Fakat tam da o an hiç beklemediğim bir şey oldu, çocuğun elindeki bıçağı gördüm. Ağzımın içinden küfür edip birkaç adım geri giderken burnuna doğru vurmuş olduğumdan burnu kanıyordu. Kötü bir şey olacağını hissedip gözümün ucuyla Pars'a baktım. Hâlâ tehlikeli bir şey olduğunu anlamamış gibi çok rahattı.

"Kırmızı ışık." dedim, karşımdaki çocuk kaşlarını çattı. Burnundan akan kanı temizlemişti.

"Ne diyorsun sen?" diye sordu, Pars'a doğru baktım.

"Kırmızı ışık!" Avazım çıktığı kadar bağırdım, ellerini göğsünün altında birleştirmiş ve ağaca yaslanmış olan Pars hareketlendi. "Kırmızı ışık!" Bir kez daha bağırdım, çocuk anlamsızca bakmaya devam ederken Pars koşarak bana doğru geldi.

"Ne saçmalıyorsun lan sen?" Çocuk sormaya devam etti ama bir daha sormak için fırsatı olmadan Pars yanımıza ulaştı.

"Bıçağı var, dikkat et!" diye bağırdım, gelir gelmez eline vurdu ve bıçağı düşürdü. Ardından da çocuğun yüzüne vurdu, yere düşürdü. Sonra da üstüne oturdu, yüzüne vurmaya devam etti. Kargaşada bıçağı yeniden almasın diye ben aldım yere düşen bıçağı ve o an fark ettiğim şeyle şaşkınca kaldım.

"Ee bu oyuncak." dedim, o sırada çocuk bağırdı.

"Dursana lan! Dur!" Telaşla yanlarına gittim.

"Pars dur! Pars, bıçak oyuncak!" O an durdu Pars ve ağır ağır bana döndü. Bir bana bir de bıçağa baktı. Sonra gözleri yeniden beni buldu ve öyle bir baktı ki seninle sonra görüşeceğiz der gibiydi. Bu bakışlar dudaklarımı ısırmama neden olurken varlığını unuttuğumuz çocuk kendini kurtarmak için Pars'a yumruk attı ve o yumruk Pars'ın benim yüzümden aldığı darbelerden sadece biriydi. Çünkü o günden önce de o günden sonra da benim yüzümden çoğu kez yara almıştı.

Hatırladığım bu anı gözlerimin dolmasına neden olurken "Denemekten başka şansım yoktu." dedim, omuz silktim. "Hatırlarsın umuduyla kullandım."

"Hatırladım." dedi bir kez daha ve yüzümdeki buruk tebessüm daha da arttı. O an Tan'ın sesi geldi, dayak yiyor gibiydi.

"Lütfen onu bırak, gitsin." dememle Pars'ın kaşlarını çatması bir oldu.

"Bırakayım gitsin?" Sorguladı, başımı salladım.

"Evet, uyuşturucu kullanmış ve bu yüzden böyle. Ona hak vermiyorum ya da anlamaya çalışmıyorum ama zarar gelsin de istemiyorum. Bir daha yanıma yaklaşamaz zaten, bırak." Bakışları biraz daha sertleşti.

"Hâlâ onu mu koruyorsun?" Dişlerini sıkarak sordu.

"Hayır, umurumda bile değil ama o da kendinde değil. Ayrıca olay biraz daha büyüsün istemiyorum, babamın da haberi olmasın lütfen ve kapansın bu mevzu." Bunları onu sakinleştirmek için söyledim ama tam aksine yeşilleri öfkeyle yanıyordu şu an.

"Alacağın bir şey varsa al, gidiyoruz." dedi, yanımdan uzaklaştı. Az önce ona sarılırken şimdi ters davranması moralimi bozarken Tan'ın sözleri aklıma geldi.

"Geçen seneydi Ayliz, sarhoş oldun ve bana onu anlattın. Gözlerimin içine bakarak onu çok sevdiğini söyledin. Ben, umutla bir gün beni de seversin diye bekledim ama olmadı ve şimdi benden gitmek istiyorsun. Buna asla izin vermeyeceğim!"

Gözlerim doldu, gözlerimin dolmasından ve ağlamaktan nefret eden ben bunu ne de çok yaşar olmuştum böyle? Gözlerimi ovaladım, dolu gözlerimden kurtuldum. Kendimi daha iyi hissedince salona geçtim. Tan'ı yerden kaldırdıklarını gördüm. Silahını elinden almışlar, yüzünü de biraz dağıtmışlardı. Bakışlarımız kesişince kızgın olduğunu görmeyi bekledim ama gördüğüm tek şey alaylı gözleri oldu. "Sen kazandın." dedi sanki kendisiyle bir savaşa girmişiz gibi ve yanıma gelmek istedi ama adamlar engel oldu ona.

"Bırakın lütfen." dediğimde kollarını bıraktılar, yanıma geldi.

"Senin yüzünden bu hâle geldik, sakince bitebilirdi her şey." dediğimde bana doğru eğildi, adamlara güvendim ve hiç korkmadım. Zaten onun da yaptığı tek şey eğilip kulağıma fısıldamak oldu.

"Beni anlaman çok uzun sürmeyecek Ayliz. Çok az kaldı, sen de beni anlayacaksın. O seni hiçbir zaman sevmediğinde, hayatına başka birileri girip çıkmaya başladığında ve benim gibi umutsuzca onu sevmeye devam ettikçe beni anlayacaksın." dedi, geri çekildi ve gözlerime baktı. "Pars Atakan hiçbir zaman seni sevmeyecek, çünkü babana minnet duyuyor ve seni bir hata olarak görüyor. Hep de böyle görmeye devam edecek." Bu sözleri kalbime bir bıçak saplıyormuş gibi hissettirdi. Buna rağmen karşısında ifadesiz dururken de adamlar tarafından uzaklaştırıldı. Daha sonrasında başına ne geldi, neler oldu bilmiyorum çünkü orada durmadım, onun hakkında hiçbir şey sormadım ve hiçbir şey almadan o evden çıktım.

"Nereye gideceğiz?" diye sordum Pars'ın yüzüne bakmadım. Çünkü onun yüzüne baktıkça Tan'ın sözleri yankılanıyordu kulaklarımda.

"Türkiye'ye, benim eve." Aldığım bu cevapla afalladım.

"Ama babam..." Sözümü kesti.

"Halledeceğim, arabaya bin." Başımı salladım, sorgulamak istemedim. Çünkü burada bir dakika bile durmayı istemiyordum. Gidip onun istediğini yaptım ve arabaya bindim. Yaklaşık on beş dakika sonra gelip o da bindi ve biz hiç konuşmadan havaalanına ulaştık. Orada Pars'a ait özel bie jete bindiğimizde sessizliği bozdum.

"Buraya bu kadar çabuk gelmeyi nasıl başardın?" Sorduktan sonra merakla baktım yüzüne ama o bana gözünün ucuyla bile bakmadı.

"Buradaydım zaten." diyerek cevap verdi yine de ve bu cevapla beni şaşırttı. Daha ona neden burada olduğunu soracakken de bunu anlamış olacak ki sormama gerek kalmadan cevapladı. "İşlerim vardı, senin için değildi." dedi, ne yapsa kendim için yapacağımı düşündüğümü zannediyordu herhalde. Ne söylese senin için değildi demeyi ihmal etmiyordu. "Başka bir şehirdeydim hatta, bu yüzden geç geldim." diyerek de başka bir şey için gelmiş olduğunu kanıtladı bana, sessiz kaldım. "O şerefsiz sana bir şey yaptı mı?" Bunu sorarken sonunda bana dönmüştü. Yaptı demek istedim, bana uyuşturucu verdi ve hâlâ onun etkilerini hissediyorum diye her şeyi ona anlatmak istedim ama yapamadım bunu.

"Hayır, tehdit etti sadece." dedim ve önüme dönüp ellerimi göğsümün altında birleştirdim. Başımı da cama yasladım, dışarıyı izledim. Zaten aramızda başka bir konuşma geçmedi. Jet havalandı, Türkiye'ye doğru yola çıktık. Saatler sonra Türkiye'deydik, birkaç saat sonra da onun adadaki evinde.

"Kaldığın odaya çık, dinlen. Sonra konuşacağız." dedi, fakat dediğini yapmak istemedim.

"Babam..." Sözümü kesti.

"Bir şeyden haberi yok, bir süre de olmayacak ama bunu konuşacağız. Şimdi odana çık ve dinlen. Başka işlerim var benim" dedi, bunu yüzüme bile bakmadan söylemesi ona tek kelime etmeden yanından uzaklaşmama ve eve girmeme neden oldu. Girer girmez de üst kata çıkmak istedim ama yapamadım, salonda durdum. Bir salona bir de arkama baktım, kimsenin olmadığından emin olduktan sonra ilerideki kocaman vitrine gittim ve içinde duran şaraplardan rastgele birini aldım. Sonra da hiç kimseye görünmeden üçüncü kata çıktım, kaldığım odaya girdim. Hiçbir değişiklik olmayan odadaki yatağın ortasına oturdum, şarabı açtım ve uzun zaman sonra alkol almaya başladım.

Hani demiştim ya istemediğim ve asla yapmayacağım bir hataya seviyorum zannettiğim bir adam tarafından zorlandım diye? Evet, onun zorlamasıyla bir kez daha uyuşturucu kullanmıştım ama şimdi bu yaptığım bile isteye kendimi içine attığım hatalardan biriydi ve bu benim için sadece bir başlangıçtı. Bu başlangıcın hayatımı ne denli büyük bir bataklığa sürükleyeceğini bilmiyordum.

Bölüm Sonu!

Selammmmm :) nasılsınız, neler yapıyorsunuz?

Aşka Sürgün için yazdığım uzun bölümlerden bir tanesi oldu bu bölüm :)

Sizce Tan'a ne olacak? Pars Ayliz'in istediğini yapıp onu bırakır mı?

Ayliz hatalarının başlangıcıydı derken sizce neyden bahsetti?

Yazarken en çok sevdiğim sahne kırmızı ışıklar meselesiydi <3

Peki ya sizin bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz.

Yeni bölümde görüşmek üzere:) iyi bakın kendinize güzellerim ♡

Duyuru ve alıntılar için de sosyal medya hesaplarımı bırakıyorum, oradan da takip edebilirsiniz beni.

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

ÇOK SEVİYORUM SİZİ.♡

Loading...
0%