@gizzemasllan
|
Selam yıldızlarım :) Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Bu bölüme gelecek olan yorumlarınız bekliyorum.♡ Bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ . . . 11. BÖLÜM "YANIMDA KAL" Sesler kulaklarıma uğultu gibi gelirken başımı bir an bile olsun kaldırmak istemedim. Midemin bulandığını hissederken de dizlerimi karnıma çekip cenin pozisyonuna geldim ve yastığıma sıkı sıkı sarılıp bu hissi bastırmaya çalıştım. "Ayliz Hanım." Birinin bana seslendiğini duydum o uğultu arasından ve sanırım kapıya vuruldu. "Ayliz Hanım!" Bir kez daha ismimi duydum, kadın sanki bana seslenmiyordu da her ismimi söylediğinde başıma bir darbe vuruyor gibiydi. "Kahvaltı hazır." Yüzümü buruşturdum, başımın içinde filler tepiniyor, davullar çalıyor, hatta bando takımı ilerliyor gibiydi. "Ayliz Hanım!" dedi kadın bir kez daha ve daha fazla dayanamadım. "Yemeyeceğim!" Bağırdım, sesimin öfkeli çıkmasına engel olamadım ama ona böyle davranmak istememiştim de. Fakat işe yaramıştı da, kapıya vurmayı da seslenmeyi de bırakmıştı. Oluşan sessizliğe rağmen aynı şeyleri hissetmeye devam ederken başımı ellerimin arasına aldım, acıyla inledim. Mevsim kıştı, kasımın sonundaydık hatta ve hava bayağı soğuktu. Fakat buna rağmen kan ter içinde kalmıştım uyurken. Oysa oda o kadar sıcak bile değildi. Bu düşünceler arasında yeterince kötü hissetmiyormuşum gibi bir de kulaklarım çınlamaya başladı, ellerimi kulaklarıma bastırdım ve öfkeme hâkim olamayıp kendime vurdum. Eş zamanlı olarak doğruldum, ayaklarımı yataktan sarkıttım. Ayaklarımın üzerine bastığımda sanki dizlerim beni taşımayacak gibi hissettim ama buna rağmen durmaya devam ettim. Düşmeyeceğimden emin olup pencereye doğru birkaç adım attım. Pencerenin kolunu yakaladım, dengemi sağladım ve o kolu indirip pencereyi açtım. Anında soğuk hava yüzüme çarparken gözlerimi kapatıp derin derin nefesler aldım. Terli olduğumdan vücudum ürperdi ama buna rağmen soğuk havaya karşı durmaya devam ettim. Ta ki midem ağzıma gelene kadar. Koşarak ve fazlasıyla dengesiz bir şekilde banyoya gittim, kendimi klozetin başına attım ve midemdeki her şeyi kustum. Aynı şey birkaç defa daha yaşandıktan sonra sifonu çektim, klozetin kapağını kapatıp üstüne oturdum. Belim iki büklüm olurken ellerimi karnıma doladım. Dün gece alkol almıştım ama ilk kullanışım değildi, vücuduma ilk defa böyle bir etkisi oluyordu. "Bir şey yok." dedim kendi kendime ve her şeyin yolunda olduğuna inandırdım kendimi. Aynı zamanda kalktım, elimi yüzümü yıkadım. Başımdaki ağrı geçen her saniyede biraz daha artıyordu. Hemen bir şeyler yemeli ve ilaç almalıydım. Aldığım bu kararla banyodan çıktım. Terli olduğum için duş almak istedim ama bunu yapacak gücüm yoktu, önce kendimi iyi hissetmeliydim. Bu yüzden terli kıyafetlerimden kurtulup bir şortla tişört giymekle yetindim. Evden dışarıya çıkmaya niyetim yoktu. Evin içi de yeterince sıcaktı ve ben soğukta bile terliyordum. Bu yüzden ince şeyler giydim. Odadan çıkarken başım döndü, birkaç saniye durup kendime geldim. Merdivenlere doğru yürürken fark ettiğim şeyle duraksadım, ellerime baktım. Ellerim titriyordu resmen. Gözlerimi sımsıkı kapattım, iyi olduğumu düşünmeye çalıştım. Fakat düşündüğüm tek şey Tan'ın zorla verdiği uyuşturucu oldu. Doğru ya, her şey onun yüzünden oluyordu. Vücudum aynı şeyden istiyordu ama bunu yapmayacağım, kendime bu kötülüğü asla yapmayacağım. Canım yansa, ölecek gibi hissetsem yine de yapmam. Kimseye de anlatamam, çünkü korkuyorum. Zorla kullanmış olduğuma inanmayacak, isteyerek aldığımı düşünecek olmalarından korkuyorum ve onlar bunu düşünürlerse beni yine aynı hastaneye kapatırlar. Bu kadarına dayanamam, buna izin veremem. Bu kez her şey tek başıma halletmeli, bundan tek başıma kurtulmalıydım. Başka şansım yok. Aldığım bu kararla salona indim, en alt kata indiğimde kahvaltının hâlâ toplanmadığını gördüm. Ben o kadının yerinde olsaydım, biri bana öyle bağırmış olsaydı sanırım buradaki her şeyi kafasına geçirmiş olurdum. Yaptığım hatanın farkında olmak kendimi mahçup hissetmeme neden olurken ayak sesleri duydum, başımı çevirip ileriye doğru baktım ve kadının geldiğini gördüm. "Günaydın Ayliz Hanım." dedi gülümseyerek, içinden bana küfür ettiğine yemin edebilirdim. "Günaydın." dedim, masayı gösterdi. "Kahvaltı hazır, bir isteğiniz olursa seslenebilirsiniz bana." Başımı sallamakla yetindim, kadın arkasını dönüp yeniden giderken de dayanamayarak konuştum. "Bağırdığım için özür dilerim." dedim, kolay kolay özür dileyen biri hiçbir zaman olmamıştım ama hatalı olduğumda da bunu yapmaktan hiç çekinmezdim. Kadın bana döndü. "Önemli değil Ayliz Hanım." dedi ve gülümsemesindeki samimiyet gün yüzüne çıktı, ben de ona gülümserken sordum. "Pars hâlâ uyanmadı mı?" "Pars Bey dün sizi bıraktıktan sonra eve dönmedi, hâlâ da gelmedi." dedi, yüzümdeki gülümseme soldu. Neredeydi bu adam? "Son bir şeye daha sorabilir miyim?" Başını salladı. "Tabii." "Hep böyle miydi? Yani ben burada kaldığım çoğu gece evde olmuyor, benden önce de böyle miydi?" diye sordum, bu sorunun cevabı benim için çok önemliydi. Belki de ben varım diye, benden rahatsız olup yalnız kalmak istediği için gelmiyordur. Eğer böyle bir şey varsa bilmem lazımdı. "Ben yaklaşık beş yıldır burada çalışıyorum." diye konuya girdi kadın. "Fakat Pars Bey'in hayatı çoğu zaman böyleydi. Genelde işleri geceleri olur ve eve gelmezdi. Gündüzleri de yorgun olur ve uyurdu. Hatta bazen evden çıkıp bir hafta uğramadığı bile oldu. Bazen de birkaç hafta hiç çıkmazdı." Duyduklarım beni içten içe mutlu etti. Ne işi olduğuyla pek ilgilenmedim, bu evden benim yüzümden kaçmıyor olduğunu bilmek mutlu etti beni. "Peki." dedim, kadın başka bir şey sormayacağımdan emin olmuş olacak ki salondan ayrılırken gidip kahvaltı masasına oturdum. Fakat masadakilerin kokusunun burnuma gelmesiyle eş zamanlı olarak midem bir kez daha bulandı. Kendimi biraz geri çekip kendime gelmeye çalıştım ama mide bulantımdan kurtulamadım. Buna rağmen bir şeyler yemek zorunda olduğum için kendimi zorladım ve bir dilim salatalık yedim ama lokmam ağzımda büyüdü, yutamadım. Yutamadıkça midem daha da bulandı, bir bardak su yardımıyla yuttum o lokmayı. Su içmek daha çok midemi bulandırırken daha fazla kendimi zorlamak istemedim, midemin bir süre dinlenmesine karar verdim ve masadan kalktım. Salonda oturmak istemedim, bahçeye çıktım. Terasta bile duramadım, merdivenleri indim ve bahçe koltuklarına ulaştım. Hava çok soğuktu, vücudum şu an tir tir titriyordu ama soğuk iyi de geliyordu. Bu yüzden başımı arkaya yasladım, gökyüzüne baktım. Gözlerimi sımsıkı kapattım, derin derin nefesler aldım. Kalbim çok hızlı atıyordu. Herhangi bir şey hissetmiyordum, kalbimin hızlı atmasına neden olacak bir şey yoktu ortada ama kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Titreyen elim kalbimin üzerine gitti, tüm vücudum soğuktan kasıldı ve o an yeniden terlemeye başladığımı hissettim. "Bu soğukta ne yapıyorsun burada?" Pars'ın sesiyle hızla başımı çevirdim, birkaç metre uzakta olduğunu gördüm. Ellerini arkasında birleştirmiş, gözlerini üzerime dikmişti. Hızla ayağa kalktım, yanına gittim. "Neredeydin?" Tek kaşını kaldırdı, kendisinden hesap sorduğumu düşündü sanırım. "Ya da bana ne bundan?" diye sordum, yine tepkisiz kalırken sormam gereken şeyi sordum. "Babamla konuştun mu?" "Konuşmadım, başka işlerim vardı." Rahat bir nefes aldım, çünkü konuşmasını istemiyordum. Önce kendime gelmeli, babamın karşısına öyle çıkmalıydım, her şeyi öyle anlatmalıydım. Yoksa babamın karşısına çıktığım ilk an anlardı. Pars anlamazdı ama babam anlardı. "Anlatma lütfen." dedim, gözlerini kıstı. "Bir süre bilmesin." diye ekledim. "Olmaz Ayliz, bilmesi lazım." "Hayır, lütfen." dedim, gözlerindeki ifadesizlik bozulmazken devam ettim. "Sadece birkaç gün hiç değilse." "Neden?" diye sordu bir anda. "Ne olacak birkaç gün içinde?" "Hiçbir şey." "Hiçbir şey." diye yineledi, başımı salladım ve rahat görünmeye çalışarak açıkladım. "Sadece kendime gelmek istiyorum birkaç gün." dedim, bilerek sesimi kötü çıkardım. "Sen böyle şeyleri umursamazsın." Kendinden emin bir şekilde söyledi bunu. "Zerre kadar umurunda olmaz hatta, derdin ne senin?" diye sordu, cevap veremedim. Gözlerini biraz daha kıstı, şüpheli tavrı arttı. "Hem ne bu hâlin ne senin?" Sormaya devam etti, eli bir anda çenemi kavradı. Başımı bir sağa bir sola çevirdi, dikkatle baktı yüzüme. "Gözlerinin içi kıpkırmızı olmuş." diye ekledi, eline vurup yüzümü bırakmasını sağlayıp birkaç adım geri gittim ve uzaklaştım ondan. "Bir şey yok dediysem bir şey yoktur değil mi?" diye bağırdım bir anda, oysa bağırmayı istememiştim. "Her şeye karışıp durma!" diye de çıkıştım, bakışları sertleşti. "Bağırma." dedi benim aksime sakin bir tavırla. "Bağırtma o zaman!" diyerek bir kez daha bağırmış oldum ve bu onu kızdırdı. "Tek bir şey istedim senden ya tek bir şey!" Bağırmaya devam ettim. "Sadece bir kez istediğim şeyi yapsan olmuyor mu? Bir şey sormadan, şüphe etmeden tek bir kez istediğim şeyi yapamıyor musun?" Ellerini arkasında birleştirdi, şüpheli bir tavırla bana bakmaya devam etti. "Bakma bana şöyle!" dedim ama umurunda olmadı. "Gerçekten nefret ediyorum senden!" dedim, gitmek istedim ama eli bileğimi kavradı, buna izin vermedi. Beni yeniden yanına çektiğinde az öncekinden daha yakındık ama bu yakınlık onu çok da etkilemiş gibi değildi. "Bırak!" dedim, kolumu kurtarmaya çalıştım ama izin vermedi, gözleri yüzümde gezindi. "İçki mi içtin sen?" diye sordu, dudaklarımı birbirine bastırıp yutkundum ve verecek cevabım olmadığından inat edip susuyormuş gibi göründüm. "İçtin." dedi cevap vermemi beklemeden. Bir kez daha kolumu kurtarmaya çalıştım ama yine engel oldu bana. "Bırak, gideceğim!" dedim ama bırakmaya hiç de niyeti yoktu. "Seni beş dakika yalnız bırakamayacak mıyım?" diye çıkıştı. "Sen bana karışamazsın, istediğimi yaparım!" dedim, gözlerinin içine dik dik baktım. "Çocuk deyip duruyorsun bana ama çocuk değilim ben! 20 yaşındayım!" Uzun uzun baktı gözlerimin içine, fakat tek kelime etmeden kolumu bıraktı ve başını arkaya çevirdi. "Buraya bakın." diye seslendi, bir adam koşarak bu tarafa doğru gelirken endişeyle sordum. "Ne oldu?" dedim, bir adım geri gittim. "Neden çağırıyorsun adamı?" Sormaya devam ettim ama cevap vermedi. "Ne yapacaksın?" diye sorduğumda bana bir şey yapacağını düşünüp birkaç adım daha uzaklaştım. O sırada adam çoktan yanımıza gelmişti bile. "Buyrun Pars Bey." dedi adam, Pars gözünün ucuyla bana baktığında birkaç adım daha geri gittim. "Birkaç kişi daha al yanına, eve girin. Ne kadar içki varsa hepsini toplayın, tek bir tanesi bile kalmasın." dedi, göz devirdim. Bu muydu yani? Bunu mu yapacaktı? "Hemen." dedi adam ve uzaklaştı yanımızdan. "Bu muydu yani?" diye sordum, bakışları yeniden beni buldu. "Ceza mı veriyorsun bana kendince?" "Ceza?" diye sordu ve yüzünde alaylı bir ifade oluştu. "Ceza böyle olmaz Ayliz." dedi, çalan telefonunu cebinden çıkarırken ekledi. "Tedbir diyelim." dedi ve aramaya yanıt verdi. "Söyle." diye açtı telefonu ve uzaklaştı yanımdan. Burada durmak yerine peşinden yürüdüm. Fakat önüne geçmedim, arkasından yürüdüm. "İyi, hallettiyseniz sorun yok." dedi, merdivenleri çıktı. Ben de peşinden çıktım. "Bir şey olursa arayın beni." Bunu dediğinde salona girmiştik, telefon görüşmesi uzun sürmeyip kapattı ve bir ilerideki masaya bir de bana baktı. "Bir şey yemedin mi sen?" Geçip koltuğa oturdum. "Canım istemedi." dedim, ayakkabılarımı çıkardım ve ayaklarımın rahat etmesini sağladım. Koltuğa da iyice yerleşip kendimi iyi hissetmeye çalışırken rahatımı bozan onun şüpheli bakışları oldu. "Ne bakıyorsun bana öyle ya? Yanlış bir şey mi dedim?" "Sen de bir tuhaflık var." dedi anında. "Çıkar yakında kokusu." diye de ekledi ve cevap vermemi beklemeden merdivenlere yöneldi. "Asıl tuhaflık sende var!" diye seslendim arkasından, omzunun üstünden bakarken de devam ettim. "Sen bunun farkında bile değilsin! Asıl tuhaf sensin!" Dönüp tek kelime etmedi, karşılık vermedi ve gözden kayboldu. "Gıcık!" dedim, koltuğa uzandım ve ayaklarımı biraz havaya kaldırdım. Ne zaman midem bulansa bunu yapmak iyi geliyordu ama bu kez pek fayda etmeyecek gibi duruyordu. Yine de sabredip bir süre uzandım öyle ama tam da tahmin ettiğim gibi hiçbir faydası olmadı, ayağa kalktım. Salonun içinde bir sağa bir sola gidip volta atmaya başladım. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim ki ben. Ne uyuşturucu kullandığımda ne onu bırakmaya çalıştığımda böyle hissetmiştim. Kendimi hem çok hâlsiz hissediyordum hem de yerimde duramıyorum. Bir şeyler yapmak istiyorum, bir şeyler yapmam gerektiğinin farkındayım ama onun ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Sadece zihnimde bir ses vardı ve bana bir şeyler yap diyordu. Ellerimi kulaklarıma bastırdım. "Sus artık!" deyip başıma vurdum. O sırada eve giren üç adamı gördüm, içkiler için geldiklerini anlamış oldum. Bu umurumda bile olmazken yanlarında durmak istemedim, uzaklaştım. Üst kata mı çıksam yoksa yeniden bahçeye mi gitsem diye düşündüm. Fakat ikisini de yapmak içimden gelmedi ve günlerdir bu evde olduğum hâlde hiç inmediğim alt kata indim. Merdivenlerin sonuna ulaştığımda sağa ve sola giden iki yol olduğunu fark ettim. Sağ taraf karanlıktı ve bir uğultu sesi geliyordu. O tarafa kulak verdim ama bir şeyler duyamadım. Acaba ne var diye düşünürken gözlerimi sol tarafa çevirdim, bayağı aydınlıktı. Ben de o tarafa doğru yürüdüm, biraz yürüdükten sonra ulaştığım yer kocaman bir havuz oldu. "Bu evde böyle bir yer mi varmış ya?" diye mırıldandım kendi kendime ve havuza doğru yürüdüm. Yanında durduğumda çıplak ayağımı içine doğru uzatıp ayak parmaklarımla suyu kontrol ettim. Sıcak değildi ama çok soğuk da değildi. Üstümün ıslanmasını umursamayıp yere oturdum, ayaklarımı suya soktum. Su, dizlerime kadar gelirken bu hisle rahatladım. Sanırım ihtiyacım olan şey tam olarak buymuş, çünkü kendimi iyi hissetmeye başlamıştım. Aldığım nefesler düzelmiş, kalbim sakinleşmiş, terlemeyi bile bırakmıştım. "Sonunda." dedim kendi kendime ve daha fazlasını istedim. Bu yüzden ayağa kalktım, şortumu ve tişörtümü çıkardım. Sadece iç çamaşırlarımla kalırken bir saniye bile olsun tereddüt etmeden kendimi suya attım. Vücudum suya çarptığı an nefesim kesildi, suyun dibine batarken nefesimi düzenledim ve kollarımla bacaklarımı hareket ettirip yeniden yüzeye çıktım. Derin bir nefes aldım, bunun yeterli olduğunu düşünüp yeniden suya daldım ve diğer tarafa doğru yüzmeye başladım. Havuzun bir diğer ucuna ulaştığımda ve aldığım nefes yetersiz gelmeye başladığında havuzun kenarlarından tutunup kendimi yukarıya çektim, başımı dışarıya çıkardım. Başımı sağa sola sallayıp yüzüme yapışan saçlarımı arkaya attım ve derin bir nefes aldım. Tam o sırada çok uzaktan gelen bir çığlık sesi duydum, ürperdim. Hızla arkama baktım, doğru mu duydum yoksa zihnim bana oyun mu oynuyor? "Saçmalama Ayliz, ne çığlığı?" diye kendime kızdım ve korkum arttı. Gaipten sesler duymaya başlamıştım. Sadece bir kere kullanmış olmak beni bu şekilde etkilemiş olmamalıydı. Ben, bundan kurtulmuştum. Hiçbir şey yeniden başlamamalıydı. Gözlerim korkuyla dolarken ellerimi serbest bıraktım ve suyun içine daldım. Yüzmedim, durdum sadece öyle. Nefesimi tutabildiğim kadar durdum suda. Nasıl kurtulacağım bundan? Ne zaman geçecek? Yeniden başlamak istemiyorum, her şeyi yeniden yaşamak istemiyorum. Aslında anlatmak istiyorum ama bana inanmaz diye çok korkuyorum. Çünkü bana inanmazsa hayatım yine altüst olacak, yine mahvolacak. Bunu kaldıramam, bu kadarına dayanamam. Nefessizlik gözlerimin önünün kararmasına neden olurken suyun yüzüne çıktım, derin bir nefes aldım. Almaya da devam ederken yalnız olmadığımı hissettim, arkamı döndüm ve havuzun diğer ucunda duran Pars'ı gördüm. Çıkardığım kıyafetlerimin yanında duruyordu. "Neden sessiz sessiz geliyorsun?" diye çıkıştım sanki bir suç işlemiş gibi. "Sessiz değildim, suyun altında olduğundan duymadın." diye açıkladı, havuzun kenarından bu tarafa doğru yürüdü. Yanıma gelip başımda durdu ve gözlerini üzerime dikti. "Ne?" diye sordum, öyle bir bakıyordu ki sanki dünyanın en büyük suçunu işlemiştim. "Havuza girmek yasak mıydı?" Alay edercesine sordum bunu da. "Değildi." dedi ve yine gözlerini kıstı. "Ama bu soğukta henüz daha ısınmamış olan, bu yüzden de buz gibi olan suya girmek çok normal de değil." "O kadar soğuk değil." dedim, dudaklarıma baktığını fark ettim. Bu, gerilmeme neden olurken dudaklarımı birbirlerine bastırdım. Ne diye bakıyordu şimdi öyle? "O yüzden mi dudakların mosmor olmuş soğuktan." dedi, parmaklarım dudaklarıma gitti. Morarmış mıydı? "Ve titriyorsun." dediğinde kendini yokladım, titriyor muydum? Sanırım biraz ama önemli değildi bu benim için. Çünkü suya girmek gerçekten de iyi gelmişti. Sanki sabahtan beri içimde bir ateş yanıyormuş da artık sönmüş gibi ferah hissediyordum kendimi. "Suya girince alışıyorsun." dedim, üzerimde sadece iç çamaşırlarım olmasına rağmen tereddüt etmeden havuzun kenarından tutundum ve kendimi yukarıya çektim. Kenara çıktığımda kaymamak için kendimi çok zor tuttum. Bir an kayacak gibi olduğumda da Pars'ın koluna tutunup dengemi sağladım. Gözlerinin üzerimde olduğunu fark edince de muzip bir tavırla konuştum. "Ne bakıyorsun öyle? Hiç mi bikini giymiş kadın görmedin?" diye sordum, etrafa bakındım ve havlu aradım ama sanırım yoktu. "Ayliz." dedi, gözlerim yeniden onu buldu. "Hı." dedim ben de ve çok dikkatli bakıyor olduğundan gözlerimi bir daha ondan çekemedim, yeşilleri beni olduğumuz ana tutsak etti sanki ve o anda Tan'ın sesi yankılandı. "Sadece bir şey önceydi, sarhoş oldun ve bana onu çok sevdiğini anlattın." "O seni hiç sevmediğinde, hayatına başkaları girip çıkmaya başladığında sen de beni anlayacaksın." Tan'ın sözleri şimdi bile beni rahatsız ederken gözlerimi yeşillerinden çekemedim. "Ne olduğunu anlat bana." dedi Pars bir anda, afalladım. "Dün gece neden içtin?" diye sordu, geri gitmek istedim ama sadece bir adım arkamda havuz vardı ve bunu yaptığım an yeniden suya düşerdim. "Canım istedi." dedim sadece, oysa bunu neden yaptığımı ben bile hatırlamıyordum. "Canın istedi." Yineledi, başımı salladım. "Başka bir şey yok yani." dediğinde rahat görünmek için güldüm. "Tabii ki yok." dedim ve gülmeye devam ettim. "Ne zannediyorsun, derdim olduğu için mi içtim? Oradan bakınca bir sorunum varmış ya da bir şeyleri umursayacak gibi mi görünüyorum?" Neyse ki bunları derken sesim çok iyi çıktı da şüphe edecek bir şey olmadı. Bu, benim her zamanki taktiğimdi. Eğer bir sorun varsa ve kimse bilmesin istiyorsan her şeyle alay ediyormuş gibi görün, gül ve iyi olduğuna inanmalarını sağla. "Sudan çıkınca üşüdüm biraz, gidip kurulanayım." dedim, yanından uzaklaşacakken yine bileğimden tuttu ve yine buna engel oldu. "Yine ne oldu Pars? Bunu yapmandan gerçekten nefret ediyorum!" dedim öfkeli bir tavırla. "Eğer birkaç saniye içinde bana gerçekten ne olduğunu anlatmazsan kendim öğrenmek zorunda kalacağım." Kaşlarımı çattım. "Bir şey olmadı dedim ya! Ne olmasını bekliyorsun?" diye sordum, gitmek istedim ama izin vermedi. "Bırak kolumu! Üşüdüm diyorum sana, hasta olacağım!" dedim ama buna rağmen bırakmadı. "Bak ne düşünüyorsun, aklından ne geçiyor bilmiyorum ama hiçbir şey olmadı!" "Tamam, madem bir şey olmadı diyorsun bundan emin olacağız." dedi, anlamsız bakışlar atarken eli yüzümü buldu. Sıcacık eli soğuk tenimle temas ettiğinde tüm vücudumu sıcak bastı. Kalbim ağzımda atarken ıslaklık yüzünden yüzüme yapışan saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. O sırada tenime değen parmakları beni kendimden alırken gözlerimin içine bakmaya devam etti. Sanki gözleri dipsiz bir kuyuydu ve bana dokundukça ben o kuyuya çekiliyordum. Bunun yanlış olduğunu bile bile hem de. Bu yanlışlık, yüzüme bir tokat misali çarparken arkamdaki havuzu unuttum, geriye doğru bir adım attım. Ayağım anında boşluğa düşerken belimden kavradı, düşmeme engel oldu ve kendimi onun kollarının arasında buldum. Sıcacık elini çıplak belimde hissetmek mideme bir yumruk yemişim gibi hissetirirken bu darbeyle midemdeki kelebekler canlandı. Ellerim, kollarını sıkı sıkı tutarken gözlerim bir kez daha gözlerini buldu. "Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye sordum fısıltı gibi çıkan sesimle ve gözlerinde keyifli bir ifade gördüm. Bu hâlde olmam, beni bu hâle getirebilmiş olmak fazlasıyla hoşuna gidiyor gibiydi. "Hiçbir şey." dedi, sesi boğuk boğuk çıktı. Ses tonu bile kalbimin hızlanması için yeterli olurken parmakları bir kez daha yanağımı buldu. "Ben hiçbir şey yapmıyorum." diye ekledi, gözlerimin içine bakıyordu hâlâ beni deli etmek istercesine. "Pars." dedim, ismini söylemek istedim nedensizce ve tıpkı onun yaptığı gibi ben de onun yüzüne dokunmak, teninin sıcaklığını hissetmek istedim ama yapamadım. Yapmak için cesaret etmeye çalışırken onun eli saçlarımı buldu. Bu, bana iyi hissettirip tebessüm etmeme neden olurken gözlerimden gözlerini ayıramadım. Elleri saçlarımın ucundan dibine doğru hareket ederken ne yapmaya çalıştığını anlayamadım ama sorgulayamadım da. Onun dokunuşlarıyla mest olup onun sıcaklığıyla ısındım karşısında. Ta ki canımı yakana kadar. "Ah!" dedim, elim başıma doğru giderken belimi bıraktı ve benden olabildiğince uzaklaştı. "Ne yapıyorsun sen ya? Canımı yaktın!" diye kızdım, saçımı neden çektiğini anlamaya çalışırken elindeki uzun saç telime baktım. Ne yani tek bir tel koptuğu için mi canım yanmıştı? "Canımı yakmak hoşuna mı gidiyor?" diye kızdım, az önceki sakin hâlimden eser kalmazken cebinden minik bir poşet çıkardı. Hani olur ya polislerin kullandığı kilitli paketler, işte ondan. Bu da nereden çıktı diye düşünürken elindeki saç telimi o poşete koydu, şaşkınca kaldım. "Bu ne şimdi? Ne yapacaksın?" Sordum, paketi ceketinin iç cebine koydu. "Ya sen anlatırsın ya da ben öğrenirim dedim, ne olduğunu öğreneceğim." dedi, hâlâ anlamsız bakışlar atarken de bana doğru birkaç adım attı. "Kızarık gözlerin, sinirli hâlin, dengesiz tavırların ve son olarak o kolundaki morluk pek de hayra alamet değil bence. Bir sorun olmadığından emin olmam lazım." İşte bu cümleyle ne yapacağını anladım, uyuşturucu testi yaptıracaktı. Saç telinden yapılacak olan test geçmiş 90 güne yönelik oluyordu ve o da bunu çok iyi biliyordu. İşin kötü yanı o testin pozitif çıkmaması mümkün değildi. Bunu düşünürken bir yandan da mor olduğunu bile fark etmediğim kolumu saklamaya çalıştım ama zaten göreceğini görmüştü çoktan. "Saçmalıyorsun." dedim, ceketini tuttum ve elimi cebine atmaya çalıştım ama tabii ki de engel oldu bana. "Belki." dedi, yeniden uzaklaştı benden. "Ama hiç değilse saçmaladığımdan emin olurum." dedi ve uzaklaştı, merdivenlere doğru yürüdü. "Bana böyle davranmaya hakkın yok!" diye bağırdım arkasından. "O testi yaptırmaya da hakkın yok!" Bağırmaya devam ettim ama umurunda bile olmadı ve gözden kayboldu. O testten çıkacak olan pozitif sonucu gördüğü an babama gideceğini, bana asla inanmayacaklarını ve yine o hastaneye göndereceklerini çok iyi biliyordum. Bu yüzden duramadım yerimde, üzerimde kıyafetlerimin olmadığını da sırılsıklam olduğunu da unutup koşarak peşinden gittim. "Pars!" diye bağırdım sanki geri dönecekmiş gibi. Sesim yankılanırken koşmaya devam ettim. Ta ki ıslak ayağım yüzünden kayıp da kendimi yerde bulana kadar. "Ah!" diye bağırdım, kolumun üzerine düşmüş olduğumdan canım çok yanarken bileğimi de burktuğumu hissediyordum. Fakat şu an önemli olan bunlar değildi, önemli olan Pars'ın gidiyor oluşuydu. O gitmeden onu durdurmalıydım, yoksa her şey bir kez daha mahvolacaktı benim için. Kendimi zorlayıp yerden destek alarak kalktım. Kolum, burkulan ayak bileğimden daha çok acırken eskisi kadar hızlı olmasa da merdivenlere doğru ilerledim. Bunu yaparken canım acıdığından ayağımın üzerine basmadım, sekerek ilerledim. Merdivenleri büyük bir zorlukla çıktım, merdivenlerin başında birkaç saniye durdum. Fakat zaman kaybettiğimi anlayıp salona doğru yürüdüm. Salona ulaştığımda onu telefonuyla ilgilenirken gördüm. Bana arkası dönük olduğundan şu an görmüyordu beni. "Böyle olsun istemedim." dedim, sesimin ağlayacakmışım gibi çıkmasına engel olamadım. Oysa ağlamaktan nefret ederdim ben. Pars, ağır hareketlere bana döndüğünde yeşilleri bir kez üzerimde gezindi. "Yemin ederim böyle olsun istemedim, benim bir suçum yok ki." diye ekledim, anlamsız bakışlar atarken aksayarak yanına ulaştım, bunu neden yaptığımı anlayamamış gibi baktı. "Ben ondan ayrılmıştım, her şeyi bitirmiştim ama gizlice girmiş eve." Tek kaşı kalktı, gözlerimin içine bakıyordu. "Onu gördüğümde bağırmak istedim ama engel oldu. Ona vurup elinden kurtulmaya çalıştım ama gücüm yetmedi." Alnındaki damar belirginleşirken çenesindeki kas seğirmeye başlamıştı. "Fakat pes etmedim, kurtulmak için çok uğraştım ama bir anda..." deyip sustum, gözyaşlarım akmaya başladı. "Ne yaptı sana?" diye sordu, kolumu kaldırdım ve zaten görmüş olduğu, hatta benim bile onun sayesinde farkına varmış olduğum morluğu gösterdim. "Zorla yaptı." dedim, gözünün ucuyla koluma bakıp yeniden gözlerime çevirdi bakışlarını. "Yemin ederim istemedim, ben..." Devam edemedim, en nefret ettiğim şey oldu ve gözyaşlarına boğuldum. Ağlarken nefesim kesildi, ellerimi yüzüme bastırdım ve acıyan bileğimin üzerinde daha fazla duramadım, yere diz çöktüm. Ellerimi yüzümden bir saniye bile çekmeden ağlamaya devam ettim. "Benim..." dedim hıçkırdım. "Bir suçum yok." diye ekledim, daha şiddetli ağlamaya başladım. Ellerimde ellerini hissettiğimde onun da diz çöktüğünü anladım. Elimi yüzümden zorlukla ayırdı, başımı önüme eğdim. "Bakma yüzüme." dedim, ağlarken çirkin göründüğümü düşündüm ve bir kez daha ellerimi yüzüme bastırdım, ağlamaya devam ettim. "Ben oraya bir daha gitmek istemiyorum." dedim, hastaneden bahsettim. "Oradan nefret ediyorum, gitmek istemiyorum!" "Gitmeyeceksin." dedi, eli yeniden elimi bulduğunda öfkeyle vurdum eline. Aşağıda yaptığını unutmamıştım, bana dokunduğu zaman benim için iyi şeyler olmuyordu ve o istediğini yapıyordu bana. "Dokunma!" dedim, burnumu çektim. "Gitmeyeceksin dedim, ağlama artık." Gözyaşlarımı sildim, nasıl göründüğümü umursamadan başımı kaldırdım ve gözlerinin içine baktım. "Neden inanayım sana? Daha önce bunu bana yapan sen olmadın mı?" diye sordum, daha önce beni o hastaneye yatırmasını babama söyleyen kendisi olmuştu. O zamanlarda burada değildi, hiç görmemişti beni ama babamla olan telefon görüşmesini duymuştum, babama bunu söyleyen kendisi olmuştu. "Sana kötülük yapmadım ben, eğer o hastaneye yatmamış olsaydın o bataklıktan kurtulamamış olacaktın. İyileştin orada sen." Yüzümde histerik bir ifade oluştu. "İyileştim." dedim ve alaylı bir şekilde güldüm, gülerken gözyaşlarım süzüldü yanaklarımdan. "İyileştim." Yineledim, omzuna vurdum ve ittim onu. "Senin hiçbir şey bildiğin yok!" dedim, evet iyileşmiştim belki ama çok şey de kaybetmiştim. Bunu ne o ne de başkası anlayamazdı. "Neymiş o bilmediğim şey?" diye sordu hemen, gözlerimi çektim ondan. "Üşüdüm." dedim, yerden destek alıp kalkmaya çalıştım ama üzerine düştüğüm koluma yüklenince canım daha çok yandı, yüzümü buruşturdum. Buna rağmen kalkmaya çalışırken belimde ve bacaklarımda ellerini hissettim. "Hey!" dememe kalmadan kendimi onun kucağında buldum. Ellerinin tenime temas etmesi ve bu şekilde onunla bu pozisyonda olmak kalbimin hızlanmasına neden olurken gözlerim doldu. Ben, kendimi çok kötü hissediyorum. Üzerimdeki bu dengesizlik beni çok yoruyordu. "Babama söylemeyeceksin değil mi?" diye sordum, merdivenleri çıkarken gözünün ucuyla baktı kucağında olan bana. "Uslu olursan belki." dedi, dalga geçtiği için omzuna vurdum. "Dalga geçme benimle!" dedim, ıslak kirpiklerimi kuruladım. Ağlamaktan nefret ediyordum ben ama sulu göz olup çıkmıştım resmen. "Ağlama sen de." dedi, ikinci kata ulaşmıştık. "Ağlayınca hiç çekilmiyorsun, çirkin oluyorsun." dedi, bunu derken üçüncü katın merdivenlerindeydik. "Ağlamayınca güzelim yani." dedim ben de hemen. "Öyle bir şey söylemedim." "O anlama geldi ama." "Gelmesin." dedi hızla ve ekledi. "Güzel olsan söylerdim." Göz devirdim. "Çok üzüldüm." dedim, üçüncü kata ulaşmıştık artık. "Ayrıca sen söylemesen de olur, bu zamana kadar duyduklarım yeter bana." dedim, tek kaşını kaldırdı. "Allah Allah ne duymuşsun?" diye sordu. "Orası seni hiç ilgilendirmez." dedim ve ekledim. "Ama güzel olduğumu bilecek kadar çok duydum insanlardan." deyip acıyan kolumun omzuyla olan temasını kestim, bunu yapmak başımın omzuna yaklaşmasına neden olurken hiç düşünmeden başımı koydum omzuna. Bu onu birkaç saniye afalattı ama yürümeye devam etti, zaten birkaç adım sonra odamın önündeydik. Odaya girdik, yatağa doğru yürüdü. Beni yatağın kenarına bıraktığında karşısında bu şekilde durmak artık rahatsız edici olduğundan pikeyi aldım, omuzlarıma örttüm ve iki ucunu önümde birleştirip vücudumu kapattım. "Gerçekten üşüdüm." diye de yalan söyledim. Fakat pek de yalan sayılmazdı, çünkü titriyordum. "Bu havada soğuk havuza girersen üşürsün tabii!" diye çıkıştı. "Kızıp durma da dolaptan kıyafet ver." dedim, uyarıcı bir bakış attı. "Verir misin yani." diye düzelttim, dolaba yöneldi. Kapağını açtı ve rastgele bir şey çekip aldı, bunun siyah mini eteğim olduğunu gördüm. Eteği bir sağa bir sola çevirip inceledi. "Hayatında hiç mi mini etek görmedin?" diye sordum gülerek, sanki az önce aşağıda ağlayan ben değildim. Dedim ya; bu dengesizlik beni yoruyor diye. Pars hiçbir şey demeden eteği dolabın içine gelişigüzel attı ve başka bir şey çekip aldı. Bu kez da askılı, yeşil crobum vardı elinde. Crobun askılarından tutup tiksinircesine baktıktan sonra ağzının içinde bir şeyler söyledi, dolaba yeniden bıraktı ve başka bir şey aldı. Eline sırayla şortlarımdan biri, bir büstiyer, yeniden bir mini etek geldi. Sabırla onu izlerken gözlerini bana çevirdi. "Senin giyecek doğru düzgün bir şeyin yok mu?" diye sordu, kaşlarımı çattım. "Neden, onlar doğru dürüst değil mi?" diye sordum ben de ve az önce incelediği büstiyeri gösterdi. "Dinlenmek için yatağa giriyorsun ve bunu mu giyeceksin?" Göz devirdim. "Hayır, tabii ki. En altta tişörtlerim var, doğru düzgün bakmış olsan görürdün." dedim, söylediğim yere doğru baktı ve sonunda bir tişört çıkarabildi. "Sonunda." dedim, pike hâlâ üzerimdeyken kalktım ve alımdan elinden. "Ya dışarıya çık ya da arkanı dön." dediğimde hiç düşünmeden arkasını döndü. Aynadan beni görmediğinden emin oldum, pikeyi bıraktım. İç çamaşırlarımı da çıkardım. Onunla aynı odada şu an bu hâlde olmak gerilmeme neden olurken hemen tişörtü giydim, çekmeceden de bir şort alıp onu da giydim. Islak iç çamaşırlarımı banyoya götürmem gerekirken bileğim acıdığı için bunu yapamadım, daha sonra götürmek için boş çekmeceye koydum ve yatağa girdim, arkama yaslanıp pikeyi bacaklarımın üzerine örttüm. "Bakabilirsin." dedim, bana doğru döndü. Hâlâ neden buradaydı anlamıyorum. İtiraf istemiş, almıştı. Yardımcı olup beni buraya kadar da getirmişti. Çoktan gitmiş olması lazımdı. Çünkü benim tanıdığım Pars tam olarak böyle yapardı. Ben bunları düşünürken ve gitmesini beklerken beklediğim şeyin tam aksini yaptı, gelip yatağın kenarına oturdu. "Babana orada olmanın riskli olduğunu, seni buraya getirteceğimi söyleyeceğim." diye girdi konuya. "Birkaç gün sonra da getirdim, benimle kalıyor derim." diye devam etti. "Ne o piçten ne de yaptıklarından bahsetmeyeceğim." "Sanki tüm bunların karşılığında bir şey isteyecek gibi duruyorsun." Başını salladı. "Sorularıma doğru düzgün cevap vermeni istiyorum." dedi hemen. "Peki, sor." Saklayacak bir şeyim kalmamıştı ne de olsa. "Kaç defa yaptı?" diye sordu kolumdaki morluğa bakarken. "Sadece birini hatırlıyorum, kendimden geçmişim zaten. Uyurken başka yaptı mı bilmiyorum." "Vurdu mu sana?" Açıkça sordu, başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, silahla tehdit etti zaten. Bu yüzden hiçbir şey yapamadım." Boynundaki damarlar belirginleşti ve her ne soracaksa gerildi. Sessizce sorunun gelmesini bekledim, kendini hazır hissetmiş olacak ki sordu. "Başka bir şey yapmaya çalıştı mı?" Açık bir soru değildi bu ama ne sorduğunu anlamak çok kolay olmuştu. "Hatırladığım anlarda hayır." dedim, gerginliği daha da arttı. "Hatırladığın anlarda." diye yineledi, başımı salladım. "Bu kadar soru yetmiyor mu?" Bunu sorarken sesim kötü çıktı, bunları konuşmak beni rahatsız etmişti. "Tamam, başka soru yok." dedi, içten içe rahatladım. "Uyu hadi biraz, bir doktor çağıracağım ben." Gözlerim büyüdü. "Bana bir daha..." Sözümü kesti. "Bir şey olacağı yok ama yine de muayene olman lazım. Kaç kere kullandığını bilmiyorsun, eğer vücudun yeniden..." Ben de onun sözünü kestim. "Öyle bir şey olmayacak! Bir daha asla yapmam!" dedim ve arkama yaslandım. "Kim geliyorsa da gelsin, muayene de olurum ama emin ol bir daha aynı şey olmayacak!" dedim, daha fazla konuşmaya devam etmek istemediğim için tamamen yatağa uzandım, pikeyi başımdan aşırdım ve gözlerimi kapattım. O da zaten başka bir şey söylemedi de sormadı da ve kalktığını hissettim. Çok geçmeden de odanın kapısı açıldı ve kapandı. Gittiğinden emin olunca pikenin altından başımı çıkardım. Hatta pikeden tamamen kurtuldum, hâlâ terlemeye devam ederken üzerimi örtmek çok da mantıklı değildi. Sırt üstü uzanıp odanın tavanını izledim. İstediğim olmuştu sonunda. Her şeyi anlatmış, kendimi inandırmayı başarmış ve babamdan her şeyin gizli kalmasını sağlamıştım ama kendimi yine de iyi hissetmiyorum. Yorgunum, hâlsizim ve bunların hepsi bana öfke olarak yansıyordu. Öfkemi çıkaramayınca da ağlamak istiyordum. Kendim gibi değildim yani ve kendim gibi olmamak, olamamak beni mutsuz ediyordu. "Bu da geçecek." dedim, gözlerimi sımsıkı kapattım. En fazla birkaç gün sürecekti, hadi bir hafta diyelim biz ona ama bitecekti sonuçta. Yeniden kullanmadığım sürece birkaç günde atlatacaktım, bu da mümkün değildi. İstesem de kullanamazdım ki zaten. Çünkü bu adadan çıkamazdım ve ilk defa bundan fazlasıyla memnunum. "Geçecek." dedim bir kez daha ve esnedim. Bir de bu vardı tabii, uyku hâlinde olmak. Daha henüz yeni öğlen olmuşken sanki saatlerdir uyumuyormuş gibi uykum gelmiş ve kendimi zorlamayıp uykuya dalmıştım. Ne kadar uyudum bilmiyorum ama odada birilerinin varlığını hissettiğimde uykum ayıldı, seslere kulak verdim. Pars'ın sesini ve tanımadığım bir ses duydum. Bunun doktor olabileceğini düşünürken uykum ağır bastı, uyanmak istemedim ve yeniden uykuya dalmaya çalıştım. Bir süre konuştular başımda, sesleri yüzünden yeniden uykuya dalamazken birinin ellerini kolumda hissettim. Ne olduğunu anlayamazken canım yandı. "Ah!" deyip kolumu çekmeye çalıştım ama izin verilmedi. "Tamam, korkma." dedi biri, bu Pars'ın sesiydi. Onun varlığı bana güven verirken ellerini yüzümde hissettim. "Daha sonra konuşuruz, çıkabilirsiniz." dedi Pars, beni sakinleştirmek istercesine saçlarımı okşadı. Canımın yandığını bile hissetmedim onun sayesinde ve gözlerimi hiç açmadım. Elini yüzümden çektiğinde gideceğini anladım, elini tuttum. "Gitme." diye mırıldandım, gücüm yettiği kadar sıkı tuttum elimi. "Yanımda kal." diye ekledim, bu isteğimi karşılıksız bırakmazken yanıma oturduğunu hissettim. Elini bırakmadım, bırakmak istemedim. O da yeniden elini yüzüme koyup beni rahatlatmaya çalışırken yeniden uykuya daldım. Fakat uykumun arasında bile kolumdaki sızıyı hissedebiliyordum. Buna rağmen onun yanında olmak huzurlu hissetirdi ve bu an hiç bitmesin istedim. ***** Birinin öksürme sesini duyarken kalkıp ona yastık fırlatmamak için kendimi çok zor tutuyordum. Bu sinir bozucu ses kulaklarıma gelmeye devam ettiğinde öfkem gün yüzüne çıktı ve gözlerimi araladım. Nerede olduğumu, neler olduğunu hatırlamak birkaç saniyemi aldığında birinin elini belimde hissettim. Bununla da kalsa iyi bir de bana sıkı sıkı sarılmıştı. Fakat tek sorun bu da değildi, ben de ona sarılmıştım, başım da göğsündeydi şu an. Korku dolu bir ifadeyle başımı kaldırdım ve gördüğüm kişi Pars'tan başka biri değildi. O da uyuyordu, hatta derin bir uykudaydı ve hâlâ kollarıyla beni sımsıkı sarıyordu. Onu böyle görmek yüzümde anlamsız bir tebessüm oluştururken öksürme sesini yeniden duydum. Fakat sorun şuydu ki; öksüren ne Pars'tı ne de ben. Odada başka birinin olduğunu bu gerçekle anlarken korku dolu bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirdim ve gördüğüm kişi babamdan başkası değildi. Gözlerim iri iri olurken ağzım yarı açık kaldı. "Baba." dedim, karşımda durmuş dik dik bulunduğumuz hâle bakarken Pars'ı dirseğimle dürttüm. Çıkardığı ses uyandığını anlamam için yeterli olurken kolları gevşedi ve dudaklarından dökülen ilk cümle tam olarak şu oldu; "Biz hangi ara bu hâle geldik lan?" dedi, beni ittirip yataktan kalktı ve ancak o an babamın odada olduğunu fark etti. "Savcım." dedi, ilk defa onu bu denli telaşlı görürken ne yapacağımı bilemedim ve ben de yataktan çıktım. Zaten ancak o an üzerimde sadece tişört olduğunu, altımda görünmeyecek kadar kısa bir şort olduğunun ve ayağa kalkmanın hata olduğunun farkına vardım. Dudaklarımı ısırırke Pars'tan gözlerimi çekip babama çevirdim ve o an fark ettim ki şu an ne dersek diyelim gördüklerinden başka hiçbir şeye inanmayacakmış gibi bakıyordu bize, Pars'ın sözlerine bile... Bölüm Sonu! |
0% |