@gizzemasllan
|
Selam yıldızlarım :) Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ . . . 12. BÖLÜM "KEŞKELER VE GERÇEKLER" Bazı yanlış anlaşılmalar vardır ki anlayanın kalbine bir kor misali şüpheyi düşürürdü. Gerçeği öğrense de, mantıklı bir açıklama yapılsa da, zamanı geldiğinde o şüpheden kurtulsa da kalbine düşen korun izi hep baki kalırdı. Babamın gözlerinde de şimdi tam olarak böyle bir bakış vardı. Benden çok güvendiği Pars'a bile aynı bakışları atıyordu. Yapılacak herhangi bir açıklama sadece bu durumu kurtaracak, hep bu anı düşünmeye ve içindeki şüphenin canlı kalmasına neden olacak gibiydi. "Baba," dedim, babamın Pars'ta olan bakışları bir an bile olsun beni bulmadı. Pars'ın gözlerinin içine bakıyor ve ondan bir şeyler duymayı bekliyor gibiydi. Gözlerimi Pars'a çevirdim, o da babama bakıyordu. Bir şeyler söylemesini beklerken hareket eden adem elmasından yutkunduğunu fark ettim. Durumun onu da rahatsız ettiği besbelliydi. Sanırım benim bir şeyler yapmam gerekiyordu. "Baba," dedim bir kez ve babamın karşısında durdum. "Senin burada ne işin var Ayliz? Sen Amerika'ya gitmedin mi, şimdi neden buradasın? Az önce gördüğüm hâliniz neydi öyle?" Son cümlede sesi biraz yüksek çıkarken Pars araya girdi. "Salonda konuşalım savcım." Babam hemen gözlerini ona çevirdi. "Anlatacağım neler olduğunu," dedi ve bir şeyler söylememizi beklemeden yanımızdan geçti, odadan çıkıp gitti. Onu tanımasam kaçıyor derdim, öylesine hızlı davrandı. O çıkarken gözlerim yeniden babamı buldu. "Biliyorum çok yanlış anladın ama..." Devam etmeme izin vermedi. "Yanlış anlamadım," dedi kendinden emin bir şekilde. "Yanlış anlamış olsaydım az önce gördüğüm şeyden sonra bu kadar sakin olmazdım." Biraz düşününce ona hak verdim. "Şimdi sen de gel aşağıya, doğrusunu anlatın," dedi ve odadan çıkıp gitti. Arkasından bakarken sıkıntıyla ofladım. Zaten az sorunumuz varmış gibi şimdi bir de bu çıkmıştı. Peşlerinden odadan çıkmadan önce rastgele bir eşofman alıp giydim. Salona indiğimde babamı burada gördüm ama Pars yoktu. Ciddi ciddi kaçtı mı acaba diye düşünürken duyduğum ayak sesleriyle arkama baktım ve geldiğini gördüm. Sanki korkmuş da ondan medet umuyormuş gibi görünmemek için gidip babamın karşısına oturdum. Ardımdan gelip tekli koltuğa oturduğunda babam sordu. "Sana daha dün Ayliz'in yanındaki adamlarla konuştun mu diye sordum. Sen de bana uğradığını, her şeyin yolunda olduğunu söyledin," dedi, gözümün ucuyla Pars'a baktım. Hâlâ sessizdi, hiçbir şey demiyordu. "Şimdi ise yanına geliyorum, kızımı burada görüyorum. Hem de sizi aynı odada, aynı..." Pars devam etmesine izin vermedi. "Göründüğü gibi bir şey yok," dedi anında ve devam etti. "Ben Amerika'daydım biliyorsun, sadece adamlarla konuşmayı doğru bulmadım. Dönmeden önce Ayliz'in yanına da uğradım, hasta olduğunu gördüm," dedi, babamın bakışları hemen beni bulurken ne diyeceğimi bilemedim ama kendimi çok kötü hissettim. Babama yalan söylüyordu, o böyle bir şeyi asla yapmazdı ve şimdi benim yüzümden yapıyordu. Kötü hissetmemin tek sebebi de buydu zaten, başka hiçbir şey değil. "Neyin vardı?" diye sordu babam, ne diyeceğimi bilemedim karşısında. Pars'ın anlatacaklarını bilmediğimden yanlış bir şey söylemekten korktum. "Basit bir nezle," dedi Pars, o sırada eline baktım. Yumruk yapmıştı, parmak boğumları bembeyaz olmuştu ve fark ettiğim kadarıyla tırnakları avucunu yaralıyordu. Öfkeliydi ama bana olmadığını biliyorum, öfkesi kendineydi, babama yalan söylediğindendi. "Sonra?" diye sordu babam, babamın yüzüne bakmadan, göz teması kurmadan devam etti. "Sonra aldım, geldim işte. İyi değildi orada, sana da bugün anlatacaktım burada olduğunu," dedi hızlıca ve konuyu kapatmaya çalıştı. "Gece de kötü olunca doktor geldi, yanındaydım. Uyuyakalmışım ben de orada, başka bir şey yok," dedi ve odadaki durumu da açıklamış oldu. Sonuncusu yalan değildi, gerçek buydu. Gerçekten doktor gelmişti, hayal meyal hatırlıyordum bunu. Onun yanımda kalmasını isteyen de ben olmuştum, o da uyumuştu işte yanımda. "Hepsi bu mu, bu kadar mı?" diye sordu babam, Pars gözünün ucuyla bana baktı. Anladığım kadarıyla her şeyi olduğu gibi anlatmayı istiyordu ama yapmaması için yalvararak baktım ona. Gözlerini kapatıp başını önüne çevirdi, sıkıntıyla nefesini dışarıya verirken konuştu. "Bu kadar." İlk defa sesinin bu denli kötü çıktığına şahit oluyordum. "Tamam," dedi babam, afalladım. Vereceği tepki bu muydu yani? "Başka bir şey söylemeyecek misin?" Sordum, bakışları beni buldu. "Hayır," dedi, "Sen iyi misin şimdi?" Başımı salladım sadece. "Güzel, madem her şey yolunda olan olmuş bir kere," dedi, hâlâ bu kadar sakin olmasına bir anlam veremezken ekledi. "Geri dönecek misin, burada mısın?" Yine Pars'a baktım, buna karar verecek olan oydu. Çünkü burası onun eviydi. Kalmamı istemezse kalamaz, güvende olmak için gitmek zorunda kalırdım. "Kimse bir yere gitmiyor," dedi ve kararını vermiş oldu o da. "Ayliz burada kalacak," diye ilave edip gözlerimin içine baktı. "Biz konuştuk onunla, eskisi gibi davranmak yok, aklı başına geldi." Bunun bir uyarı olduğunu anlamak zor olmadı. "Öyle," dedim ve başımı önüme eğdim. "İyi, peki," dedi babam, ayağa kalktı. "Ama bundan sonra bir şey yapacak olursanız hiç değilse önceden haber verin. Sonra yaşanmaması gereken şeyler yaşanıyor," dedi, ben yine başımı sallarken de Pars'a bakarak "Konuşmak için gelmiştim, iki dakika benimle bahçeye gel," dedi, çıkıp gitti. O giderken Pars ayağa kalktı, hızla yanına gittim. "Teşekkür ederim," dedim, küçücük de olsa tebessüm ettim. "Hiçbir şey anlatmadığın için teşekkür ederim." Bakışları dümdüzdü, en ufak bir duygu belirtisi bile yoktu. Kalbimde derin bir sızı oluşurken konuştu. "Bu sondu." Söylediği şeyi anlamaya çalışırken devam etti. "Bir daha yapmam Ayliz, senin için bile olsa yalan söylemem." Boğazımda bir yumru oluşurken başımı salladım. "Bir daha buna neden olacak bir şey yapma," dedi ve gitti, gözlerimin dolması kendime kızmama neden oldu. Ağlamayı sevmiyorum, gözlerimin dolmasından ise nefret ediyorum ama onun karşısında bu tepkileri vermekten de kendimi alamıyorum. "Bitti Ayliz," dedim, derin bir nefes aldım. Benim için önemli olan bu konuydu, Amerika'da olanları babamın bilmemesiydi ve bunu da atlatmıştım. Bundan sonra onun benim için yalan söylemesine neden olacak hiçbir şey yaşanmayacaktı. Bunun olmaması için elimden gelen her şeyi yapacaktım. Burada durmak yerine yanlarına gitmek istedim ama zaten benim duymamı isteseler burada konuşurlardı. Muhtemelen yanlarına gitsem bile konuyu kapatacaklardı. Fakat hiç değilse uzaktan bakayım dedim, terasa açılan kapıya doğru yürüdüm ve bahçede değiller de terasta olduklarını gördüm. Aralık kapının sağında kalan perdenin arkasında durdum, dışarıya kulak verdim. "Neler oldu bilmiyorum." Bu, babamın sesiydi. "Ama seni çok iyi tanıyorum Pars, kızımı ne kadar iyi tanıyorsam seni de o kadar iyi tanıyorum. Elimde büyüdün, oğlum gibisin. Hatta gibisi fazla, oğlumsun sen benim ve bir baba evladını tanır." Babamın bunları neden söylediğini anlamaya çalışırken devam etti. "İçerde yalan söylediğini anladım." Gözlerim büyüdü, kalbim hızla çarpmaya başladı. "Savcım..." dedi Pars ama babam devam etmesine izin vermedi. "Önce beni dinle," diyerek onu susturdu ve devam etti. "Neden söyledin, neyi saklamak istedin bilmiyorum ve sormayacağım da. Çünkü sana güveniyorum oğlum, kendimden bile çok güveniyorum. Eğer karşıma geçip de kendini zorlaya zorlaya yalan söylediysen vardır bir sebebin." Kalbim hâlâ delicesine çarparken düşünmeden edemedim. Acaba bana da bu kadar güveniyor mudur? Hiç sanmıyorum. "Anlatmak gerekseydi, anlatırdın zaten." "Eyvallah," dedi Pars sadece, ses tonundan bile hâlâ bu durumdan rahatsız olduğunu anlayabiliyordum. "Bu konuyu burada kapatalım, uzamasın. Sadece fark ettiğimi bilmeni istedim ve artık biliyorsun da. Başka bir şey konuşmak için gelmiştim ama şimdi pek de sırası değil artık. Müsait olduğunda sen gel yanıma, konuşalım," dedi, konu kapanmış olduğundan kapının arkasından çekildim ve geçip üçlü koltuğa oturdum. Başımı önüme eğerken gözümden akan bir damla yaşı sildim. Kendimi çok kötü hissediyorum. Hem fiziksel hem de ruhsal olarak. Nefes alamıyor gibi hissedince elim boğazıma gitti. Derin derin nefes aldım ama aldığım nefesi hissedemiyordum sanki ve hâlâ kalbim hızlı çarpıyordu. Bu da rahatsız edici bir şeydi. Boğazındaki elimi çekerken elimin titrediğini fark ettim. Uyuşturucu etkisinde değildim artık ama vücudum hâlâ kendine gelmemişti. Pars salona girdiğinde ilk baktığı ben oldum. Gözlerini kısıp bir şeyler anlamaya çalışırken gözlerimi çektim ondan. Kendimi ona karşı mahcup hissediyorum. Bunu anlamasını da istemiyorum. Bu his içimde gizli kalsın istiyorum. Çünkü bu mahcubiyeti kullanmasından da o bunu kullanırken ona izin vermekten de korkuyorum. "Ne oldu?" diye sordu, parmaklarımla oynarken her şey yolundaymış gibi davrandım. "Ne, ne oldu?" Ben de sordum, anlamamazlıktan gelmek en iyisiydi. "Tuhaf davranıyorsun yine." Dayanamayıp gözlerimi ona çevirdim. "Oturuyorum sadece, insan otururken en fazla ne kadar tuhaf davranabilir?" Üste çıkmaya çalıştım. "Laf ebeliği yapma," dedi, ileriye doğru baktı. "Kahvaltıyı hazırlayın," diye seslendi, o sırada 5 adam girdi içeriye. Ne olduğunu anlamaya çalışırken Pars'ın karşısında durdular. "Pars Bey bizi çağırmışsınız," dedi içlerinden biri. "Nasıl iş yapıyorsunuz lan siz?" diye bağırdı Pars bir anda, ben bile irkildim. "Bir hatamız mı oldu Pars Bey?" Bir başka adam sordu bunu. "Ben size her şeyden haberim olacak demedim mi? Niye eve girip çıkanlardan haberim olmuyor benim? Niye haber vermiyorsunuz?" Bağırdı, sanırım babamın aniden gelmiş olmasından bahsediyordu. "Pars Bey, Agâh Bey sürekli buraya geldiği için ve Ayliz Hanım'ın..." Pars adamın devam etmesine izin vermedi. "Kim olduğu umurumda bile değil." Yine bağırdı. "İsterse kardeşlerim gelmiş olsun, haber vereceksiniz. Bu eve biri bir adım atmadan önce haberim olacak, attıktan sonra değil!" Bağırmaya devam etti, ne diye bu kadar kızıyordu ki? "Bundan sonra daha dikkatli oluruz, özür dileriz," dedi adamlardan biri. "İşinizin başına dönün, bir daha hata yaparsanız kovulursunuz." Adamlar hiçbir şey söylemeden arka arkaya çıkıp giderlerken ayağa kalktım. "Neden bu kadar kızdın ki? Sonuçta gelen babam." dedim, yeşilleri beni buldu. "Kardeşlerim bile olsa dedim," dedi bana da kızgın bir tavırla. "İyi be! Bana niye kızıyorsun ki?" diye söylenip uzaklaştım yanından. Soğuk soğuk terlemeye başlayınca uzunca bir nefes aldım, kendime gelmeye çalıştım. "Ben biraz hava alacağım," dedim, bir şeyler demesini beklemeden terasa çıktım. Kenara gidip ellerimi mermerin üzerine koydum, gözlerimi kapattım ve derin derin nefes alıp iyi hissetmeye çalıştım. Elimin altındaki soğuk mermer üşümeme neden olurken kendi yüzüme dokundum ve tenimin çok sıcak olduğunu fark ettim. Titreyen elimi yeniden mermere koydum ve iyi hissetmek için uğraşmaya devam ettim. O sırada salondan Pars'ın sesi geliyordu, muhtemelen telefonla konuşuyordu. Kulaklarımı ona tıkayıp hava almaya devam ettim. Aradan ne kadar zaman geçti, içeride neler oldu bilmiyorum ama olduğum yerden hiç ayrılmadım. Ta ki terasa çalışan kadınlardan biri çıkıp yanıma gelene kadar. "Ayliz Hanım, kahvaltı hazır." Başımı salladım sadece, kadın başka bir şey demeyip yanımdan ayrılırken ben de peşinden gittim, salona girdim. Belki bir şeyler yersem kendime gelirim diye düşünüp geçip masaya oturdum. Pars çoktan oturmuş, iştahsızca bir şeyler yiyordu. Masaya göz gezdirip yiyebileceğim şeylerden biraz aldım. Peynirin ucundan da biraz koparıp yedim ve lokmam ağzımda büyüdü, midem bulandı. Pars'ın gözlerinin üzerimde olduğunu fark ederken kendimi sıkıp o lokmayı zorlukla da olsa yuttum ve su içtim. Neden şimdi böyle oldu anlamıyorum. Niye bu kadar kötü hissediyorum, onu da anlamıyorum. "Midem bulandı biraz," dedim, elimdeki suyu masaya bırakıp ayağa kalktım. "Biraz dinleneceğim," deyip merdivenlere yöneldim. "Salonda dinlen." Duraksadım. "Gözümün önünde ol." "Burada uyuyamam, çok ses var. Odamda olacağım," deyip engel olmasına izin vermeden yukarıya çıktım. En üst kata çıkınca doğrudan pencerelere gittim. Perdeleri kapatıp odanın kararmasını sağladım, ardından da yatağa girdim ve pikeyi üzerime çektim. Her şey bir yana başımda rahatsız edici bir ağrı vardı. Karanlık ve sessizlik iyi gelecek gibiydi. Bu yüzden tüm gün yataktan çıkmaya hiç niyetim yoktu. Gözlerimi kapattığımda aklıma ilk gelen Tan oldu, Amerika'da olanları düşündüm. Hâlâ onun böyle bir şey yapmış olmasını aklım almıyordu. Tamam, çok düzgün bir adam olmamıştı hiçbir zaman ama böyle biri de değildi o. Uyuşturucuyu çoktan bırakmıştı ama o gece yine kullanmıştı. Nasıl böyle bir şey yapar inanamıyorum. Tüm bunlardan önce barın önünde olanlar da vardı tabii ki. Başka biri vardı yanında, başka bir kadın. Açıklamıştı durumu ama inanmamıştım ona. Nasıl inanayım ki şu saatten sonra? Mutsuzum, çünkü hiçbir şeyin böyle olmasını istememiştim. Bitiren ben olmuştum ama yine de böyle bitmemeliydi. Her şey daha doğru, daha düzgün bitmeliydi. Bu noktada olmak beni mutlu etmiyordu. Çünkü her şeye rağmen ben onunla çok uzun zaman geçirmiştim. Güzel anılarımız da vardı. Tamam, öyle aşık falan değildim ama yine de... Düşünemedim bile ve ofladım. Oflarken aklım Pars'a gitti. Tan'ın onun hakkında bana söylediklerini hatırladım. Sarhoş olduğumda Pars'ı sevdiğimi söylediğimi söylemişti. Yapmış olabilir miydim böyle bir şey? Seviyor muydum onu? Hayır, sevsem anlamam mı hiç? Ya anlamıyorsam, işte o zaman inşallah hiçbir zaman da anlamam. Çünkü olmayacağını biliyorum. Ben bir şeyler hissediyorum diye o da hissedecek değil ya. O hiçbir zaman beni sevmez ki, sevemez. Acı çekerim, kalbim kırılır. Odanın kapısının açılma sesini duydum, gözlerimi kapattım. Sert adım seslerinden gelenin Pars olduğunu anlarken pikenin altından çıkmadım. Ayak sesleri giderek yaklaştığında kalbim daha hızlı atmaya başladı. "Telefonunu unutmuşsun," dedi, komodinin üzerine koyduğunu çıkan sesten anladım. "Baban ararsa diye getirdim, çıkacağım evden," diye açıkladı da. "Tamam," dedim hâlâ pikenin altındayken, uyumadığımı çok iyi biliyordu ne de olsa. Cevap verdim, çıkar şimdi diye içimden geçirdim ama ayak sesi falan duymadım, hâlâ odadaydı. Çıksa artık diye düşünürken sonunda duydum sert adım seslerini ve çıktığını anladım. Çok geçmeden kapının açılıp kapanma sesini duydum, gittiğinden emin oldum. Tuttuğum nefesimi bırakırken gözlerimi kapattım. Aynı düşünceler arasında savrulurken zaman nasıl geçti, hangi ara uykuya daldım bilmiyorum ama kan ter içinde uyandığımda çoktan hava kararmış, hatta gece yarısı olmuştu bile. Ne yani kahvaltı saatinde uyuyup gece yarısı mı uyanmıştım? Bu durum beni ürküttü, zaten hâlâ kendimi kötü hissediyordum. Soğuk havada bile terliyor, nefes alamıyordum. Her şeyin yeniden kanıma giren uyuşturucu yüzünden olduğunu çok iyi biliyordum ve bunun böyle devam etmeyeceğinden emindim. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp ayağa kalktım. Bir an başım döner gibi oldu ama kendimi toparlayıp odadan çıkabildim. Ev her zamanki gibi sessizdi. Acaba ben uyurken Pars yanıma gelmiş miydi? En son evden çıkacaktı, belki de geri dönmemişti bile. Bunları düşünürken salona indim, kimseler olmadığını gördüm. Saate baktım, gece 1'di. Terasa çıktım, soğuk hava yüzüme çarpınca bir nebze olsun kendime geldim. Bir süre durdum soğukta, terli olduğum için normalden fazla üşürken başımı kaldırıp Pars'ın odasına doğru baktım. Işıkları yanıyordu, evdeydi yani. Acaba uyanık mı diye düşünürken kapalı perdenin arkasında gölgesi göründü. O gölge pencerenin önünden geçip giderken uyanık olduğundan emin oldum ve bir an bile tereddüt etmeden yeniden eve girdim, ikinci kata çıkıp onun odasına gittim. Oda kapısı öyle sıradan bir kapı değildi, kocaman ikili bir kapıydı. "Sanki padişah odası," diye söylendim kendi kendime ve elimi kapının koluna attım. Fakat bunun doğru olmadığını düşünüp elimi çektim ve kapıya birkaç defa vurup bekledim. Fakat içeriden ses gelmedi, duşa girmiş olabilir miydi? Bir kez daha şansımı denedim, kapıya yeniden vurdum. Çok geçmeden içeride yürüdüğünü duydum, geldiğini anladım. Gel demek varken ne diye kendisi geliyor ki? Bunu sorgularken önümdeki kocaman kapı açıldı ve Pars karşımda belirdi. Üstünde hiçbir şey yoktu, altında da siyah eşofmanı vardı. Gözlerim, onun üzerinde gezinmek için beni zorlasa da gözlerine bakmaya devam ettim, bu teması kesmedim. Beni gördüğüne de hiç şaşırmış gibi değildi. Zaten kocaman evde bir ikimiz vardık, başka kimi görmeyi bekleyebilirdi ki? "Ne oldu?" diye sordu, alt dudağımı ısırdım. Meraklı gözleri üzerimdeyken benden bir cevap bekliyordu. "Yardımına ihtiyacım var," dedim, yüz ifadesi sertleşirken omurgası dikleşti. Gözlerim bir anlığına vücuduna kaydı ama kendimi çabuk toparlayıp yüzüne baktım. "Ne yardımı gece gece?" "İyi hissetmiyorum." Kaşlarını çattı. "Daha bir saat önce ateşin falan yoktu, iyiydin," dedi, bana doğru bir adım attı ve elini alnıma koydu. Dışarıda soğuktan buz kesen yüzüm onun elinin sıcaklığıyla ısınırken midem kasıldı, kalbimin sesini duydum. Bir saat önce yanımdaydı demek, ilgilenmişti benimle. Odama gelmiş, kontrol etmişti. Midem kelebeklendi, dudaklarım hafifçe yana kıvrıldı. "Duymadım hiç yanıma geldiğini," dedim, bedeninin kasıldığını fark ederken elini çekti yüzümden. Boşluğa düşüyor gibi hissettim. Sanki ısınan vücudum yeniden buz kesti. "Ben gelmedim," dedi, bir adım geri gitti. "Mutfaktaki kadınlardan biri baktı." Bahsettiği zaman dilimi gece 11-12 arasına denk geliyordu. Fakat o kadınlar işi 9'da bırakıyor ve şehre dönüyorlardı. Söylediği şey doğru değildi, yanıma gelen kendisiydi. Bunu fark etmemiş gibi yapmak istedim. "Anladım," dedim, yalandan öksürüp boğazını temizledi. "Ateşin falan da yok, neyin var?" Sordu, omuz silktim. "Bilmiyorum, iyi hissetmiyorum," dedim, dudaklarını araladı ve nefesini bıraktı. "Ayliz bak gece gece benimle uğraşmak için geldiysen hiç sırası değil. Yorgunum, uyuyacağım." İnanmadı bana ama bunun için gelmemiştim ki ben. Onu inandırmak adına bir adım attım, elini tuttum ve kalbimin üzerine koydum. Kalbimin üzerinde, elimin altında kalan elinden ne kadar kendini kastığını anlarken yeşillerine baktım. "Baksana, nasıl atıyor kalbim? Çok hızlı, nefesimi kesiyor sanki. Sürekli terliyorum, hava soğuk ama ben kan ter içinde uyanıyorum. Seninle uğraşmak için gelmedim, gerçekten iyi hissetmiyorum," dedim, gözlerindeki o yumuşak ifadeyi fark ettim. Eli hâlâ kalbimin üzerindeyken elini bir an bile olsun çekmedi. "Evde yanına gideceğim başka kimse yok, bende senin yanına geldim işte." Bir anda elini çekti kalbimin üzerinden ve onun elini tutan elim boşluğa düştü. Bu ani hareket yüzünden afallarken yanına düşen elini yumruk yapıp açtı, parmaklarını hareket ettirdi. Ne yaptığını anlamaya çalışırken de bunları benden saklamak istercesine ellerini arkasında birleştirdi. Bu sayede kol kasları daha da belirginleşti. "Gece gece yine başıma bela oldun!" diye kızdı bir anda, ne yapmıştım ki şimdi ben? "Nereden alıp getirdim ki ben seni buraya!" Ortada hiçbir şey yokken kızmaya devam etti, ben de sinirlendim. "Sana bir şey anlatan da kabahat, kendi başımın çaresine bakarım," dedim, arkamı döndüm ve merdivenlere doğru yürüdüm. "Tamam, dur," diye seslendi arkamdan ama hiç buna niyetim yoktu. "İstemez!" Sesim yüksek çıktı, durduk yere bağırıyor sonra da dur diyordu. Keşke hiç gelmeseydim diye içimden geçirirken merdivenlere ulaştım. İlk basamağa adımımı attım ama henüz daha ikinciye çıkamadan bileğimden tuttu, yakaladı beni. "Dur dedim değil mi?" diye sordu az öncekinin aksine sakince. "Ne duracağım ya? Çocuk gibi azarlamaya devam et diye mi?" "Kalbin hızlı atmıyor mu?" diye sordu, eli hâlâ bileğimdeydi. "Nefesin kesilmiyor mu?" Sormaya devam etti, ses tonu yüzünden yumuşarken ekledi. "Durman için bunlar yeterli değil mi?" Öyle bir sordu ki sanki başka bir şey ima etmeye çalışıyordu. "Hasta olduğum için," dedim, gözleri kısıldı. "Hepsi hasta olduğum için, başka bir nedeni yok." "Başka bir nedeni var demedim," dedi, doğru dememişti ama ima etmişti. Fakat bunu da inkar edeceği için hiçbir şey demedim. "Hastaneye mi gideceğiz?" diye sorup konuyu değiştirdim. "Gerek yok, nedenini ikimiz de biliyoruz." Gözlerimi kaçırdım, bu konuyu konuşmak beni rahatsız ediyordu. Her şeyi bildiği hâlde onunla bile konuşmak istemiyordum. "Ne yapacağız?" Hâlâ bileğimi bırakmamıştı, kaçmamdan mı korkuyordu bu? "Gel benimle," dedi, sonunda bıraktı bileğimi ve önden yürüdü. Odasına giderken durmak yerine peşinden gittim. Büyük kapıdan geçtiğinde ben de hemen arkasındaydım ve o kapıdan geçer geçmez beklemediğim bir şeyle karşılaştım. O kapı yatak odasına açılmıyordu ki. Koridora açılmıştı ve Pars o koridorda ilerliyordu. Adımlarımı hızlandırdım, yanına ulaştım. Önce kapısı açık olduğu için içini görebildiğim bir çalışma odasının önünden, daha sonra bilgisayarlarla dolu olan bir odanın önünden geçtik. En sonunda da yatak odasına ulaştık. Oysa ben o büyük kapının arkasında tek bir oda var zannediyordum. Aklıma bir an için Bilge geldi. O kapının ardında 24 saatte yakın zaman geçirmişlerdi. Belki düşündüğüm şeyler doğrudur, aralarında bir şeyler vardır ama şimdi burayı böyle görmek kendime ya yoksa diye sormama neden oluyordu. Belki de sadece birlikte çalışmışlardır? Bunları düşünürken bir yandan da odayı inceledim. Genel olarak koyu renklerin hâkim olduğu bir odaydı. Sağ tarafta ortalı bir şekilde duran geniş bir yatak, iki tarafında iki çekmece vardı. Tam karşıda ise kocaman camdan bir duvar vardı. İstemsizce ayaklarım o tarafa gitti. Duvarın ardı terastı ve doğrudan denize bakıyordu oda. "Burası çok güzel," dedim, manzarayı izlemeye devam ettim. Hayatımda gördüğüm en güzel manzaralı odaydı. "Öyle," dedi Pars bir tek ve berjerin üzerinde duran tişörtünü alıp giydikten sonra yatağın yanındaki çekmeceyi açtı. Manzaradan gözlerimi çekip ona baktım. O çekmeceden küçük bir ilaç kutusu çıkardı, kapağını açtıktan sonra da eline aktardı. 2-3 tane düşen ilacın biri elinde kalırken diğerlerini yeniden kutuya koydu. Kutunun da kapağını kapattı, yeniden çekmeceye bıraktı. "Ne ilacı o?" Sordum, cevap alamazken çıkarmış olduğu küçük hapı biraz zorlanmış olsa da ikiye böldü ve yanıma geldi. "Al, yut şunu." Kaşlarımı çattım. "Ne bu?" "İyi gelecek, iç." Tereddüt ederek aldım ilacı. "Tamam iyi gelecek onu anladım da ne ilacı bu?" Israrla sormaya devam ettim. "Korkma, zehirlemeyeceğim seni." Göz devirdim, böyle düşündüğümü düşünmesin diye ilacı ağzıma attım ve çekmenin üzerinde duran suyu aldım, su yardımıyla içtim. Ne olduğunu bile bilmiyordum. Fakat ona güveniyorum, bana zarar verecek ya da kötü gelecek bir şey vermezdi. "Yuttum," dedim, bardağı yerine bıraktım ve ona odaklandım. "Bu kadar mı? Geçecek mi kendimi kötü hissetmem?" "Muhtemelen," dedi sadece, sessiz kaldım. Buraya gelirken gerçekten amacım ondan yardım istemekti ama beklediğim yardım bir ilaç almak, kısaca halletmek değildi ki. Farklı şeyler düşünmüştüm, benimle ilgilenmesi gibi. Bunu da niye bekliyorsam zaten! "Gideyim o zaman." Burada durmamın bir anlamı yoktu, o da uyuyacaktı zaten. Gözlerinin içi kıpkırmızı olmuştu ve uykulu olduğu her hâlinden belliydi. Daha fazla rahatsız etmek istemedim. "Olmaz, geç otur bir yere," dedi ve kendisi yatağa gitti. "Gözümün önünde ol," deyip yatağa bıraktı kendini. "Ben biraz uyuyacağım." "Sen biraz uyuyacaksın ama ben gözünün önünde olayım öyle mi? Bu söylediğin sence mantıklı mı?" Bunu sorarken çoktan gidip odadaki berjere oturmuştum bile. Odadan çıkıp da ne yapacaktım ki zaten? "Bir şey olursa duyarım," deyip gözlerini kapattı. "Ne olursa?" diye sordum anında. "Bir şey olur mu ki?" Sormaya devam ettim ama cevap vermedi. "Pars?" Yine cevap alamadım, sıkıntıyla ofladım ve arkama yaslandım. Uyumadığını çok iyi biliyordum ama işine gelmediği için cevap vermiyordu. "Amerika'dan döndükten sonra Tan hakkında..." Sözümü kesti. "Uyuyacağım dedim, şerefsizin biri hakkında konuşmaya hiç niyetim yok." Göz devirdim, o uyumak için çabalarken ayağa kalktım ve sessiz adımlarla sol tarafta kalan iki kapıdan birine doğru yürüdüm. Birinin önünde durdum, Pars hiçbir şey demezken kapıyı usulca açtım, içine doğru bakıp giyinme odası olduğunu gördüm. İlgimi çekmeyince kapıyı yeniden kapatıp diğerine doğru yürüdüm. Tam kapıyı açacakken Pars'ın sesini duydum. "O kapıyı bırak ve geç otur." Hemen ona baktım, gözleri kapalıydı. "Nasıl gördün sen beni ya?" Sordum, cevap alamadım. "Bir şeye de cevap versen ölürsün değil mi?" İşte bu soruma beni onaylayan mırıltılar çıkararak cevap verdi. "Cevap vermez vermez, verdiği zaman da böyle bir soruya verir," dedim ve tamamen ona döndüm. "Ne var o odada, neden girmemi istemiyorsun?" Merakla sordum, şeytan diyor; boş ver şunu, hızla gir odaya ve ne olduğunu gör ama yapamadım. Yaparsam Pars şeytanın ta kendisi olurdu çünkü. "Sessiz ol," dedi, bir an refleksle elimi kaldırdım ve ona vurmak istedim ama son anda kendime engel oldum, yapmadım bunu. Elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalışıp gidip yeniden berjere oturdum. Ellerimi de göğsümün altında birleştirdim, arkama yaslandım. O an iyi hissettiğimi fark ettim. Kalbim tüm gün olduğunun aksine hızlı çarpmıyor, düzgün nefes alabiliyordum. "Verdiğin ilaç iyi geldi sanki," dediğimde tek gözünü açtı. "Daha iyi hissediyorum, nasıl bu kadar çabuk etki etti onu da anlamadım ama iyi geldi," deyip arkama yaslandım, aslında bu hız beni biraz korkutmuyor değildi. Ne vermişti bu adam bana? Kendimi çok rahat hissediyordum. Üzerimdeki o ölü ruh kaybolmuş gibiydi. "Pars," diye seslendim, yine cevap alamadım ama tabii ki susmadım da. "Her ne verdin bilmiyorum ama yeniden doğmuş gibiyim. Zaten ölüydüm sizin yüzünüzden," dedim ve kendi kendime güldüm, oysa bu kez yaptığım espri kendime bile komik gelmemişti. "Eğer biraz daha susmazsan kalkıp ağzını bağlayacağım, sonra yine suç benim olacak." "Aman ya! Seninle de hiç konuşulmuyor!" dediğim an doğruldu, aniden olunca irkildim ve dudağımı ısırdım. Yapmazdı değil mi? Gözleri bir anlığına dudaklarıma kaysa da gözlerimi bulması çok uzun sürmedi. Dişlerini sıkarak "Saat 2 olmak üzere!" dedi ve devam etti. "Sabahın 6'sında uyanacağım. Sus bu yüzden, sus ve sessizce otur orada." Dudaklarımı birbirine bastırdım, başımı salladım. Buna rağmen gözlerini üzerime dikip bakmaya devam etti. "Tamam ya konuşmayacağım, uyu sen." Kendini geriye bıraktı, gözlerini yeniden kapattı. "Bir şey olursa seslen yine de." Dudaklarım yana kıvrıldı. "Peki," dedim sadece ve sordum. "Işığı kapatayım mı?" "Sus, yeter," dedi yine, göz devirdim ve iç geçirip arkama yaslandım. Acaba çıksa mıydım dışarıya? Ne yapacağım ki ben burada? Uykum falan da yok ama çıkmak da istemiyorum. Normalde buna asla izin vermeyeceği hâlde o bile kalmamı istemişti. Korkuyorum, ya ilacın yan etkisi olursa? En iyisi burada kalmaktı. Bunları düşünürken sessizleşmiştim, odaya ürkütücü bir sessizlik hâkim olmuştu. Bu şekilde devam etmeye niyetliyken odaya girmeden önce önünden geçtiğimiz o bilgisayarlarla dolu odayı hatırladım. Neden öyle bir oda vardı bu evde? O kadar bilgisayar ne işe yarıyordu? Sahi Pars'ın işi neydi? Böyle, çok ağır abi takılan ve mafya babası tipi olan bir adamdı ama öyle olsaydı babam onu bu kadar sever miydi? Hiç sanmıyorum. Bu düşünceler arasındayken gözlerimi Pars'a çevirdim ve gözlerinin açık olduğunu, bana baktığını gördüm. Onu beni izlerken yakalamış olmak ne yapacağımı şaşırmama neden olurken o hiç de telaşa düşmüş gibi değildi. Dayanamayıp "Neden öyle bakıyorsun?" diye sordum. "Sustun bir anda." Güldüm. "Bir şey oldu sandım." Sesli güldüm bu kez de. "Elli defa sus diyorsun, susunca da şaşırıyorsun." "Alışık olmadığımdandır." "Laf çarpmasan olmuyor mu?" Sesim sitem eder gibiyken dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Olmuyor," diye cevapladı bir de. "Sen sabah erken kalkmayacak mısın? Uyusana hadi, sonra sabah senin yüzünden uyuyamadım diye söylenip duracaksın," dedim sırf sabah böyle bir olay yaşamamak için ve gözlerimi ondan çekip başka şeylerle ilgileniyor gibi davrandım. O sırada doğruldu, bunu fark edebildim. Hem uyuyacağım diyor hem de buna müsaade etmişken uyumuyor ve benimle uğraşıyordu. Doğrusu; benim de hoşuma gitmiyor değildi. Çünkü onunla konuşmak güzeldi, iyi hissettiriyordu. "Niye sordun o piçi gece gece?" Bir anda gelen soruyla usulca gözlerimi ona çevirdim. "Sen hâlâ orada mısın?" "Soruma soruyla karşılık verme." "Sen de bana emir verme," dedim sert bir tavırla, benden daha da sert bakarken sıkıntıyla ofladım ve cevap verdim. "Merak ettim." Sanki çok yumuşak bakışları varmış gibi biraz daha sertleşti bakışları. "Hâlâ mı?" Bu soruyla beni yanlış anladığını fark ettim. "O anlamda değil, sadece o günden sonra neler oldu merak ediyorum. Sana ya da bana ulaşmak için bir şeyler yaptı mı hiç?" "Yapmasını mı isterdin?" Sinirlendim, neyiyle dinliyordu bu beni? "Neden her söylediğimi yanlış anlıyorsun?" "Yanlış anlamıyorum, soruyorum," dedi, karşılık olarak bir şey söylemek istemedim. "Yapmadı," deyip sonunda soruma cevap verdi. "Hiçbir şey," diye ilave etti. "Hiçbir şey." Yineledim. "Hayal kırıklığına mı uğradın?" Sıkıntıyla ofladım, ciddi anlamda beni yanlış anlamak için büyük bir çaba sarf ediyordu. "Evet," dedim sırf onu kızdırmak için. "Çok büyük hayal kırıklığına uğradım, oysa peşimden ayrılmaz diye düşünüyordum. Affetmeye niyetim vardı çünkü," dedim, öyle bir şey yoktu tabii ki ama madem ısrarla beni yanlış anlıyor, bunu da anlasın da biraz siniri bozulsun. Hep benimki mi bozulacak? "Affetmeye niyeti varmış!" diye söylendi, kendini yeniden geriye bıraktı ve uzandı. Ağzının içinden bir şeyler söyledi, söylenmeye devam etti ama ne dediğini bir türlü anlayamadım. Anlamak için de çok uğraşmadım, bana laf çarpıyor olduğu çok belliydi çünkü. "Söylenme de uyu hadi, iyi geceler," dedim, bir kez daha arkama yaslandım. "Şu saatten sonra nasıl iyi geçecekse artık," deyip alttan alttan güldüm. Pars söylediğim şeyi duymadı ya da duydu ve uğraşmak istemedi, bilmiyorum ama hiçbir şey demedi ve odaya yine sessizlik hâkim oldu. Bu kez bu sessizlik bozulmadı. Ne o konuştu ne de ben, fark ettiğim kadarıyla da uykuya dalmıştı bile. Bundan emin olmak için ayağa kalktım, sessiz adımlarla yanına gittim. Yatağın tam ortasında yatıyordu. Bu yüzden yatağa yaklaşmaktan hiç çekinmedim. Eğer yatağa oturursam bunu hisseder diye düşünüp yere çöktüm ve dikkatle yüzüne baktım. Önce iki dakikaya yakın bekledim, uyuyor olduğundan emin olduktan sonra içimden gelen şeyi yapıp gülümsedim ve yüzünü izledim. Öfkeli yüz ifadesi yüzünden her zaman kırışık ve gergin olan yüz hatları yumuşamıştı. Sakalları biraz daha uzamıştı, tıpkı saçları gibi. Eskiden böyle değildi, uzatmazdı hiç ama şimdi de kesmiyordu. Fakat sürekli toparlıyor, çirkin görünmesine engel oluyordu. Eskiden dediğim zaman 5 yıl öncesine ait olduğundan aslında değişmiş olması çok da normaldi. Bunların yanı sıra kemikli yüz hatları vardı. Onu izlerken iç geçirdim, tebessüm ettim. Uyanırsa bu durumu açıklayamazdım, zaten kendime de neden bunu yaptığımı açıklayamıyordum. Yapmak istiyor ve yapıyordum. Bunları düşünürken gözlerim kapandı, uyumak istemedim ama uykum da geldi. Burada, onu izlerken uyumak istemediğimden kalkıp yeniden koltuğa döndüm. İlacın etkisinden korktuğum için odadan çıkamıyordum, onun yanında yatamayacağım için de tek seçeneğim üzerinde oturduğum tekli koltuktu. Bir gece idare ederim diye içimden geçirip başımı kenara koydum ve gözlerimi kapattım. Tüm gün hiç ayılmadan uyumuş olduğum hâlde içtiğim ilaç etki etmiş olacak ki kolaylıkla uykuya dalabildim. Uykumun arasında sıcacık bir his kapladı içimi. Vücudum gevşedi, rahat ettim. Üzerime ağır bir şey bırakıldı, o ağırlık sıcaklık da verdi bana. Uyku, bu sayede daha huzurlu gelmeye başlarken yüzümde gezinen bir el olduğunun farkındaydım. Bu farkındalık kalbimin yumuşacık olmasına neden olurken uyurken bile tebessüm ettim ve huzurla yeniden uykuya daldım. Gözlerime değen gün ışığı yüzünden uykumdan ayıldığımda saat kaçtı bilmiyorum ama dünün aksine gayet normal uyanmıştım. Ne terleme vardı ne de başka bir şey. İyi de hissediyordum. Bu yüzden sinirlerim de yatışmıştı. Kocaman gülümseyip yatağın içinde gerildim. Ta ki bulunduğum odanın ve odadaki yatağın üzerinde olduğumu fark edene kadar. Gözlerim yuvalarından çıkacakmış gibi irileşti, doğruldum. Koltukta uyumuştum en son ama şimdi odadayım ve Pars yoktu, yalnızdım. Gece uyumuş olduğum koltukta dün gece Pars'ın üzerinde olan eşofmanları gördüm. Üzerini değiştirip odadan çıkmıştı sanırım. Hızla ayağa kalktım. Beni de buraya kendisi yatırmış olmalıydı. Uyandırmak yerine neden bunu yapmıştı ki? Dün gece sabah 6'da uyanacağını söylediğini anımsayınca belki de erken olduğu için uyandırmamıştır diye içimden geçirip ben de ayağa kalktım. Erken uyandığında ve şu an odada olmadığına göre evde de değildi. Hemen odasından çıkmak istesem de aklıma gelen fikirle bunu yapmamaya karar verdim. Gözlerim istemsizce etrafta gezindi, kamera aradı ama görünürde bir şey yoktu. Fakat sonuçta Pars Atakan'dı bu, her şeyi yapmış olabilirdi. Yine de risk almaya karar verdim ve doğrudan dün girmeme izin vermediği odaya yürüdüm. Hiç düşünmeden kapının kolunu indirdim ama açamadım. Biraz zorlayınca da kilitli olduğunu anladım. "Şuna bak ya! Kilitlemiş resmen!" diye söylendim, söylenirken de güldüm. "Tabii adam tanıyor beni," dedim, odaya giremeyince burada yapacak bir işim de kalmamıştı. Bu yüzden çıktım odadan, koridordan ilerlerken diğer odaların da kilitli olup olmadığını kontrol etmeyi ihmal etmedim. Tabii ki de hepsi kilitliydi. Tüm odaları evden ayıran o kocaman kapıdan geçtikten sonra merdivenlere yönelip kendi odama çıktım ve doğrudan banyoya gittim. Duş almak istemeyip elimi yüzümü yıkadım, aynada kendime baktım. Saçlarımın parlaklığı yok olmuştu. Boyası akmaya başladığından griler tuhaf bir renk almıştı ve dipleri doğal renginde çıkmaya başlamıştı. Bir an önce onlara ilgilenmeli, saçlarımı bakıma almalıydım ama şimdi değildi. Kötü görüntü beni rahatsız ettiğinden topladım saçlarımı ve odadan çıktım, salona indim. Kimseler olmadığını görürken masaya doğru baktım, kahvaltı hazır değildi. Oysa her sabah aynı saatte hazır olurdu. "Ayliz Hanım?" diyerek yanıma geldi çalışan kadın. "Pars Bey bahçede, hava güzel olunca kahvaltıyı bahçeye istedi." "Pars evde mi?" Şaşkınca sordum, kadın başını sallarken de hiç oyalanmadan bahçeye çıktım ve masaya doğru yürüdüm. "Günaydın," diyerek kendimi fark ettirdim, yerime oturdum. Gözünün ucuyla bana baktı, sessiz kaldı. O an yaptığım tek şey afallamış bir tavırla ona bakmaktı. Çünkü karşımda dün geceden farklı bir adam duruyordu. Uzayan sakallarını kesmişti, kirli sakalları vardı artık. Saçlarının alt kısmını iyice kısaltmış, üstleri ise biraz toparlatmıştı. Bu şekilde yüz hatları daha belirgin olmuştu ve ondan bana doğru mest edici bir tıraş losyonu kokusu geliyordu. "Hayırdır ne bakıyorsun öyle?" diye sordu çayından bir yudum içerken. "Yok bir şey," dedim ve hızla önüme döndüm, ne diye baktıysam o kadar. "Ne oldu yine tersinden mi kalktın?" Onu terslediğimi düşünmüştü. Neyse, beğendiğimi fark etmiş olmasından iyidir. "Hayır, gayet iyiyim," dedim yine de. "O zaman beni sevmediğini bu kadar belli etme, öldürecek gibi bakıyorsun," dedi, tabağıma bir şeyler alırken dalgınlıkla o cümle döküldü dudaklarımdan. "Onu da nereden çıkardın? Seviyorum ben seni," dedim, Pars'ın hareketleri duruldu. Tıpkı onun gibi ben de durdum, kal gelmiş gibi hareket edemedim ve gözlerimi usulca ona çevirdim. Şaşırmış olduğu her hâlinden belliyken kurduğum cümle kulaklarımda yankılanıyordu. Nasıl böyle bir şey söylemiştim ona? Hemen toparlamam gerekiyordu durumu. "Hiçbir zaman nefret etmedim senden," dedim, toparlıyor muyum yoksa daha da batırıyor muyum emin değildim. "Neden nefret edeyim ki? Nefret edecek bir sebebim yoktu." Sessiz kaldı, devam ettim. "Tabii ama şey gibi düşün sana olan sevgimi," dedim, meraklı bakışları üzerimdeydi. Onun bu bakışları yüzünden ben de fazlasıyla ciddi olup "Kardeşcesine, başka bir şey yok." Bakışları hiç değişmedi. "Yani seviyorum ama pek de haz etmiyorum, kardeşler arasında olur ya hani?" Daha açıklayıcı oldum ama yine bakışları değişmedi. Ben de konuşmaya devam etmem gerektiğini hissettim. Zaten batırmıştım, fazlası olmazdı. "Hani vardır ya kardeşime böbreğimi veririm ama gömleğimi vermem tarzı bir sevgi? İşte benim sana olan sevgim de öyle bir şey," dediğimde ne diyorsun dercesine baktı yüzüme ve çok geçmeden sözlerime karşılık hiç beklemediğim o kelime döküldü dudaklarından. "Geri zekalı," demesiyle omzuna bir tane vurmam bir oldu. "Düzgün konuş benimle!" Kızdım, gözünün ucuyla vurduğum omzuna baktı. "Geri zekalı ne ya? İnsan gibi konuşamayacak mıyım seninle?" Kızmaya devam ettim, pek umurunda olmazken elimdeki çatalı bıraktım. "İştah falan bırakmadın, yemiyorum bir şey!" dedim, kalktım ama gidemedim, bileğimden tuttu ve beni yeniden yerime oturttu. "Otur şuraya, bir şeyler ye." Emir vermesi sinirimi bozdu. "O kadar ilaç içtin, ölmek mi istiyorsun? Midene doğru düzgün bir şeyler girsin." İçten içe ona hak verdim ama öyle hemen de geri adım atamadım. "Hadi," dedi, hâlâ eli bileğimdeyken elimi kurtardım ondan ve bir dilim peynir yedim. Gitmeyeceğimden emin olmuş olacak ki o da devam etti kahvaltıya. "Bugün saat 1 gibi hazır ol, şehre gideceğiz." Bunu duymayı beklemiyordum. "Neden?" "İşimiz var," dedi sadece. "Bizim seninle ne işimiz olabilir? Kötü bir şey mi oldu yoksa?" Sordum, daha önce babamın kaçırılmış olduğu aklıma gelince telaşlandım. "Babam iyi mi?" "İyi," dedi sadece. "Bak sakın bana yalan söyleme! Eğer babama bir şey oldu ve bana söyleyemiyorsan..." Sözümü kesti. "Baban iyi Ayliz, kötü bir şey de olmadı. Küçük bir işimiz var, gidip onu halledip döneceğiz. Başka bir şey yok, ne işimiz olduğunu da gittiğimiz zaman görürsün." "İyi tamam," dedim, uzatmak istemedim. "Gideriz," diye ilave ettim ve konu kapandı. Kahvaltıdan sonra hava soğuduğu için eve girdik. Pars bilgisayarını alıp her zamanki gibi onunla uğraşmaya başladı. Artık ne yapıyorsa! Ben de geçip koltuklardan birine oturdum. Dün geceki ilaç gerçekten iyi gelmişti. Şu an vücudumda uyuşturucunun herhangi bir etkisi kalmamış gibiydi ve bu beni mutlu ediyordu. Çünkü bir kez daha kurtulmuştum. Tan, beni yeniden o bataklığa çekmeye çalışmış olsa da başaramamıştı. Duyduğum sesle kapıya doğru döndüm, eve giren bir adamı gördüm. "Pars Bey, Bilge Hanım geldi," dedi, içimi büyük bir sıkıntı kapladı. Ne işi vardı şimdi? Neden gelmişti? Bu durum canımı sıkarken Pars sessiz kaldı, başını salladı sadece. Adam bir cevap almış olacak ki salondan ayrıldı, çok geçmeden Bilge geldi. İçeriye girdiği an fark ettiğim şey dolu gözleri oldu. Neyi vardı? Niye ağlayacak gibiydi? Hem bu durumda buraya niye gelmiş olabilir ki? "Pars." Sesi titredi bu ismi söylerken, Pars onu fark edip ayağa kalktı ve yanına gitti. "Hayırdır, ne oldu? Ne bu hâlin?" Sesi endişeli mi çıkmıştı yoksa bana mı öyle gelmişti? "Konuşmamız lazım," dedi Bilge. "Tamam, anlat hadi ne oldu?" Kaşlarımı çattım, ciddi ciddi endişeleniyordu onun için. Bu durum beni neden böyle rahatsız etti anlayamazken tıpkı dün geceki gibi nefes alamadığımı hissettim. O sırada Bilge gözünün ucuyla bana bakıp yeniden Pars'a döndü. "Yalnız konuşalım." Kaşlarımı biraz daha çattım, yalnız konuşalım mı? Benim duymamı istemeyeceği bir şey söyleyecekti yani? Bu durum beni biraz daha rahatsız ederken Pars'la göz göze geldim. Ne yapacağını fazlasıyla merak ederken Bilge'ye baktı. "Bahçeye çıkalım," dedi, Bilge onu başıyla onaylayıp evden çıkarken Pars'ın bakışları yeniden beni buldu. Sanki bir şeyler söylememi bekliyordu, ne bekliyorsa! Ne hâli varsa görsün, bir de bir şey mi diyeceğim ona? Hiçbir şey demeden önüme döndüm, umurumda değilmiş gibi davrandım. Oysa umurumdaydı, hem de çok. Pars'la özel olarak ne konuşabilirdi ki? Delicesine bunu merak ederken Pars'ın evden çıktığını fark ettim ve hızla ayağa kalktım, bahçeyi görebileceğim bir odaya gittim. Odaya girer girmez de koşarak pencereye gittim, tül perdenin arkasından olanları izledim. Pars ve Bilge karşılıklı durmuşlardı. Bilge sessizdi ama Pars bir şeyler söylüyordu ona. Muhtemelen ne olduğunu soruyordu. Keşke onları duyabilseydim diye içimden geçirirken Bilge'nin gözyaşları akmaya başladı. İçten içe onu bu denli üzen şeyin ne olduğunu merak ederken bir şeyler söyledi. Her ne anlatıyorsa onu daha çok üzdü ve daha çok ağladı. Pars ise hiçbir şey yapmadan durdu, dinledi onu. Bilge konuşurken elini kalbinin üzerine koydu, gözyaşları yoğunlaşırken konuşmaya devam etti. İçimden bir ses işime gelmeyecek şeyler söylüyor diye. Hareketleri, tavırları sanki bir şey itiraf ediyor gibiydi. Duygusal bir şey... Bunu düşünmek nefesimi keserken Pars'a yaklaştı. Aralarındaki çok az mesafe vardı. Yakınlıkları içimde bir şeylerin ezilmesine neden oldu sanki. Mideme ağrı girdi. Bu hislerle baş etmeye çalışırken Bilge Pars'a biraz daha yaklaştı, Pars hiç de geri çekilecek gibi durmuyordu. Fakat daha fazla sessiz de kalmadı, sonunda bir şeyler söyledi. Yüz ifadesine bakılırsa duyduğu şeyler onu şaşırtmış gibiydi. Sanki gerçekten de Bilge bir şeyler itiraf etmişti ve o şeyin ne olduğunu tahmin etmemek için aptal olmak gerekirdi. Fakat önemli olan onun ne yaptığı değildi benim için. Pars'ın ne yapacağıydı. Neden önemli olduğunu kendime bile itiraf edemeyecek kadar korkak olsam da önemliydi işte. Hem de çok. "Kendine gel Ayliz, ne önemlisi ya! Önemli falan değil!" deyip kendimi teskin ettim. Tam başarılı olacak ve sakinleşecek gibi olurken Bilge Pars'a sarıldı ve öylece kalakaldım. Üzerime hüzün çökerken omuzlarım da çöktü. İçimdeki o ezilme hissi arttı. Sanki biri kalbimi eziyordu şu an. Pars'ın elini Bilge'nin beline koyduğunu görünce daha fazla tahammül edemedim, izlemek istemedim ve geri çekildim. Odadaki yatağın kenarına oturdum. Başımı hafifçe önüme eğdim. Elim kalbimin üzerine gitti. Neden bu kadar acıyordu? Niye kaybetmiş gibi hissediyordum? "Aptal!" diye kendime kızıp yumruk yaptığım elimle dizime vurdum. "Aptalsın Ayliz!" Kızmaya devam ederken ıslak kirpiklerimi kuruladım. Bir de oturup ağlamayacaktım. Bu hâlde olmam, böyle hissetmem bile yanlıştı. Fakat buna rağmen hislerime engel olamıyordum. Dolu gözlerimle ayağa kalktım, ellerimi gözlerime bastırıp kendimi toparladım. Sonra da hızla çıktım o odadan ve salona gittim. Bahçeye çıkıp çıkmamak konusunda kararsız kaldım. En sonunda da dayanamadım ve çıktım bahçeye. Çoktan ayrılmışlardı ve Pars sakin sakin bir şeyler söylüyordu Bilge'ye. Bilge'de hayran gözlerle dinliyordu onu. Ne olmuştu şimdi? Birlikteler miydi artık? Bunu düşünmek bile mideme yumruk yemişim gibi hissetmeme neden olurken az önce ağlayan Bilge gülümsedi. Reddedilmiş olsaydı böyle gülümser miydi? Bunu düşünürken Pars gözünün ucuyla bir anlığına da olsa buraya baktı. Gözlerini yeniden Bilge'ye çevirmesi çok uzun sürmedi. Onlar konuşmaya devam ederken uzaktan izledim sadece. Sinir bozucu bir şekilde konuşmaya devam ettiler. Sonra da geçip bahçe koltuklarına oturdular. Bilge bayağı sakinleşmiş gibiydi. Burada durmak istemeyip yeniden eve girdim, durup bir de izleyecek hâlim yoktu. Salona geçip gidip koltuğa oturdum. Yaklaşık beş dakika kadar sonra bahçeden Pars'ın sesi geldi, mutfaktaki kadınlardan birini çağırdı. Kadın da çıktı hemen ve yanlarına gitti. Aradan geçen iki dakikanın ardından yeniden döndü eve, mutfağa yöneldi. "Ne istediler?" Merakla sordum, kadın durdu. "Kahve istediler, size de yapmamı ister misiniz?" Başımı olumsuz anlamda salladım, kadın aldığı cevapla giderken ellerimi göğsümün altında birleştirip arkama yaslandım. Bir de oturup kahve içeceklerdi, acaba aralarında gerçekten bir şey başlamış olabilir miydi? O kadın ciddi bir şekilde bir şeyler itiraf ediyor gibi görünmüştü. Sonra da Pars'a sarılmış, o da ona karşılık vermişti. O sarılmadan sonra rahatlamış, konuşmuş ve kahve içeceklerdi. Pars olumsuz bir tepki vermiş olsaydı her şey böyle ilerler miydi? Kadın gülümsemişti, olumsuz bir şey olsa gülümser miydi? Dönüp dolaşıp aynı şeyleri düşündüğümü fark edince kendime kızdım. Yanlarına gitmemek için kendimle büyük bir savaşa girerken zaman akıp gitti. Kadın, elinde bir tepsiyle mutfaktan çıktı ve kapıya yöneldi. Çıktıktan birkaç dakika sonra da boş tepsiyle girdi içeriye ve mutfağa gitti. İçimdeki ses yanlarına gitmemi söyledi, hiç değilse ne olduğunu öğrenirsin dedi bana ama yapamadım, gidemedim. Nasıl gideyim ki? Abisinin peşinden ayrılmayan küçük bir kız çocuğu gibi diplerinde bitemem ya! Bu beni küçük düşürür sadece. Düşündüklerim keyfimi kaçırırken ne konuştuklarını, neler olduğunu, aralarında bir şey var mı yok mu diye düşünmekten kendimi alamadım. Bunu düşünüp durdum, düşündükçe sinirlerim bozuldu ve bir şekilde vakit geçirdim. Geçirdiğim bir saatin ardından eve giren Pars'ı gördüm. Hiç görmemiş gibi yaptım, o beni fark etmeden hemen önüme döndüm ve saçlarımla ilgilenmeye başladım. Çok geçmeden önümden geçti, gidip tekli koltuğa oturdu. Şu an bir şeyler söylememi, merakla çok şey sormamı beklediği belliydi. Fakat bunu yapmaya hiç niyetim yoktu. Çünkü gerçekten de bu beni küçük düşürürdü ya da bana öyle geliyordu, bilmiyorum ama sormayacağım. Ona bakmamak için büyük bir çaba sarf edip at kuyruğu yapmış olduğum saçlarımın ucuyla oynamaya devam ettim. Fakat bu yaptığım da doğru değildi. Şu an sanki ona trip atıyormuşum gibiydi. Böyle düşünmesi isteyeceğim en son şey bile değildi. Bu yüzden yüz ifademi toparladım ve ona baktım. Sabah olduğunun aksine keyfi gayet yerindeydi, sanki mutlu gibiydi. Olanlar onu mutlu etmişti, bunu düşünmek bile canımı sıktı. "Her nereye gideceğiz bilmiyorum ama benim kuaföre uğramam gerekiyor." Gözleri beni buldu, farklı bir konu açmış olmamdan dolayı şaşkın gibiydi ama bunu saklamaya çalıştığı da her hâlinden belliydi. "Baksana saçlarımın hâline berbat görünüyorlar." Öyle bir baktı ki sanki kuaföre değil de savaşa gideceğim diyordum. "Ne bakıyorsun öyle ya, kuaföre de mi gidemeyeceğim? Ne yapacaklar orada düzleştiriciyle işkence mi edecekler bana?" Alay edercesine söyledim bunu ve sonra da güldüm, oysa gülmek şu an istediğim son şey bile değildi. "Vakit olursa gidersin," dedi düz bir ifadeyle, oysa Bilge'yle konuşurken ne kadar da yumuşaktı bakışları. Bunun siniri bile bir tek banaydı. "Niye olmasın ki? Nereye gideceğiz bu kadar önemli hem?" Yine cevap vermedi. "Ya edeceğin iki kelime laf! Onu bile etmiyorsun!" Kızdım, Bilge'ye gelince uzun uzun konuşmasını biliyordu ama. Bir an için her şeyi artık o kadına bağladığımı fark edip kendime kızdım. Aptal gibi davranmaya başlamıştım. Ona karşı ne yaptığından bana ne ki? Beni neden ilgilendiriyor? "Bilmen gerekseydi söylerdim." Göz devirdim, görmesini falan hiç umursamadan taklidini yaptım. Bunu yaparken anlamsız bakışlar attı bana. "Ne yapıyorsun öyle?" diye sordu bir de, cevap vermedim ve kendi konumu konuşmaya devam ettim. "Ya hem bana diyorsun beraber gideceğiz hem de bilmen gerekseydi söylerdim diyorsun! Madem bilmem gerekmiyor, gelmem niye gerekiyor? Sen nereye götüreceksin beni ya? Niye saklıyorsun?" Üst üste sordum, gözlerini kapattı ve sıkıntıyla ofladı. "Ayliz yeter." "Ayliz yetermiş! Başkasına gelince..." dedim ve sustum, ne diyorum ben öyle? Ağzımdan kaçıracaktım az kalsın. Pars gözlerini kısmış, şüpheli ve bir o kadar da meraklı bakışlar atarken hızla toparladım konuyu. "Bir kere de insan gibi davran bana! Sonra hep saldıran ben oluyorum, haklı olan da sen. Bir kere de dön, kendi yaptıklarına bak," dedim ve ayağa kalktım. "İnsan yerine bile koymuyorsun beni." Söylediklerim karşısında tepkisizdi. "Sus Ayliz! Yeter Ayliz! Çocuk musun Ayliz? Sen karışma Ayliz! Kalk Ayliz, otur Ayliz, uyu Ayliz!" dedim ve sinirle ekledim. "Bence sana yeter artık, keşke yanında kalmaya ihtiyacım olmasaydı! Emin ol ben de sana meraklı değilim, benim de sana tahammülüm kalmadı." Sessiz ve tepkisiz kalmaya devam etti. "Keşke..." dedim ve sustum, söylemek istediğim şeyi yuttum. Sonra da tek kelime etmeden ayrıldım yanından. "Keşke ne?" diye sordu arkamdan, merdivenlerin başında durmak zorunda kaldım. "Söyle içinde kalmasın, keşke ne?" Gözlerimi sımsıkı kapattım. Keşke böyle şeyler hissetmeseydim... "Keşke," dedim bir kez daha ve ona döndüm. "Biraz düzgün davransan bana." Saçma sapan bir şey söyledim, önüme döndüm ve odama çıktım. Odaya girer girmez sırtımı kapıya yasladım, elimi kalbimin üzerine koydum. "Salak Ayliz!" deyip öfkeyle kapıya vurdum, böyle şeyler düşünmemem gerekiyor ama artık başka hiçbir şey düşünemeyecek kadar çok düşünüyorum onu ve hızlı çarpan kalbimi. Aptal gibi kendimi ona kaptırıyorum. Hiç olmayacak bir yola giriyorum. Saate baktım, 12 olduğunu gördüm. 1 saat sonra çıkacaktık. Hâlâ nereye gittiğimizi bilmiyorum ama hazırlanmam gerekiyordu. Hem sıcak bir duş iyi gelirdi, kendime gelirdim. Aldığım kararla banyoya girdim, kıyafetlerimden kurtulup hızlıca duş aldım. Duştan sonra saçlarımı kuruladım, fön çektim. Odaya dönüp dolabımın karşısında durdum. Gözlerim kıyafetlerimin arasında gezinirken gözüme çarpan siyah mini eteğimi alıp giydim. Üzerine beyaz gömleğimi giydikten hemen sonra da etekle aynı boyda biten örgü kazağımı giydim. Üzerimde sadece kazak varmış gibi görünürken çizmelerimi de giyip makyaj yaptım, saate baktım ve 1'i geçtiğini gördüm. Vaz mı geçmişti bu? Neden hâlâ hazır değil misin diye gelmiyordu? Odadan çıktım, telefonumu almaya gerek duymadım. Zaten ne birini arayabiliyordum ne de biri beni, çok da gerek yoktu. Merdivenleri indim, salona ulaştım ve Pars'ı hâlâ aynı yerinde otururken gördüm. "Gitmeyecek miyiz?" Bakışları beni buldu, gözleri bir tur üzerimde gezindi ve gözlerimi buldu sonunda. "O kadar şeyden sonra gitmemek için her şeyi yaparsın sanıyordum." "Yapmadım ama," dedim düz bir ifadeyle ve soruma cevap beklemeden bahçeye çıktım. Peşimden geleceğini çok iyi biliyordum. Bildiğim ve beklediğim gibi de oldu, çok geçmeden peşimden çıkıp yanıma geldi. Hiçbir şey demedi, evden ayrıldık ve gemiye bindik. Yaklaşık 20 dakika sonra İstanbul'daydık. Gemiden indik, marinadan ayrıldık ve bizi bekleyen arabaya bindik. Adam arabayı Pars'a bırakıp giderken arabada yalnızdık. Hiç sormadım nereye gideceğiz diye, zaten söylemiyordu. Bu yüzden gidince görürüm diye düşündüm ama gittiğimizde ve gördüğümde hiç de memnun olmadım. O "Geldik," deyip arabadan inerken ben oturmaya ve önünde durduğumuz rehabilitasyon merkezine bakmaya devam ettim. Kalbim bu kez farklı hisler yüzünden değil, korku yüzünden çarparken Pars oturduğum tarafın kapısını açtı. "İn hadi," dedi, başımı olumsuz anlamda salladım. "İstemiyorum." "Ayliz, in hadi," dedi, boğazım düğüm düğüm olurken indim arabadan. Pars hemen yanımdayken geriye doğru birkaç adım atıp uzaklaştım ondan. Bu yaptığımla kaşları çatıldı, bana yaklaşmak istedi ama izin vermedim. "Gelme yanıma!" Sesim yüksek çıktı. "Neden getirdin beni buraya?" Kızarak sordum, cevap verecek gibi oldu ama izin vermedim. "Söz vermiştin bana." Sesim titredi. "Gitmeyeceksin demiştin ama kendi ellerinle getirdin," deyip bir adım daha geri attım. Gözümün ucuyla rehabilitasyon merkezine bir kez daha baktım. Uyuşturucuyu kendi isteğimle kullanırken buraya zorla yatırmışlardı ve şimdi yine buradaydım. Hem de hiçbir suçum yokken. "Ayliz, önce dinle beni..." Devam etmesine izin vermedim. "İstemiyorum dinlemek falan! Gitmek istiyorum, kalmam burada! Bu kez olmaz, bunu yapmanıza izin vermem!" Bağırdım, geriye doğru yürümeye devam ettim. Ben geri adım attıkça o da bana doğru geldi. "Sakin ol." "Sakin falan olmuyorum!" Yine bağırdım. "Söz verdin bana! Sarıldın, saçlarımı okşadın, gitmeyeceksin dedin!" Gözyaşlarım akmaya başladı. "Ama getirdin yine de beni buraya!" dedim hayal kırıklığıyla. Ona güvenmiştim ve bir kez daha hayal kırıklığıyla bakıyordum gözlerine. Keşke böyle şeyler hissetmeseydim demiştim saatler önce içimden de olsa. Şimdi ise keşke güvenmeseydim diyorum. Güvendim ve yine kırıldı kalbim. Keşkeler önemsiz iken gerçekler kaldı bana ve benim gerçeğim önünde durduğum rehabilitasyon merkezinden başka hiçbir şey değildi. Bölüm Sonu! Uzun bir aradan sonra yeniden merhaba :) Size bir gün yeniden onları yazacağıma dair söz vermiştim ve şimdi aylar geçmiş olsa da buradayım. Söz veriyorum bir daha da gitmek yok♡ Bilge ve Pars arasında bir şeyler başladı mı sizce? Pars Ayliz'i rehabilitasyon merkezine yatıracak mı dersiniz? Bu bölümden sonra Ayliz'in Pars'a karşı hislerinin olduğunu ve artık kendisinin de bunun farkında olduğunu anlamış olduk. Peki ya Pars Ayliz'e karşı bir şeyler hissediyor mu? Yoksa Bilge'yi hayatına aldı mı dersiniz? Bölüm yorumlarınızı bekliyorum ♡ Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu? Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz. Yeni bölümde görüşmek üzere:) iyi bakın kendinize♡ Duyuru ve alıntılar için sosyal medya hesaplarımdan takip edebilirsiniz beni. Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan ÇOK SEVİLİYORSUNUZ.♡
|
0% |