Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13.BÖLÜM "KALPTEKİ SIZI"

@gizzemasllan

Selam :)

Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.♡

gizzemasllan Instagram: gizzemasllan

.

.

.

13. BÖLÜM "KALPTEKİ SIZI"

Kalbime bir ateş düşmüş gibi yanıyordu canım. O kadar yanıyordu ki hissettiğim en acı duygu bu diyebilirdim. Pars'ın gözlerinin içine hayal kırıklığıyla bakıyordum. Arkamızda kalan rehabilitasyon merkezi beni korkutuyordu. Korktuğumu belli etmekten de hiç çekinmiyordum. Pars, benim aksime fazlasıyla düz bir ifadeyle gözlerime bakarken birkaç adım geri gittim.

"Ayliz saçmalama," dedi o da bana doğru bir adım atarken. "Buraya seni..." Sözünü kestim.

"Burada kalmam, bana bir kez daha bunu yapamazsın!" Bağırdım, kaşlarını çattı.

"Bir kez daha." Yüzümde alaylı bir ifade oluştu.

"Daha önce de her şeye sebep olan, babamın beni buraya kapatmasını isteyen sendin!" Bakışları anlamsızlaştı, kendi kulaklarımla duymamış olsaydım belki de zamanında onu yanlış anlamış olabilirim diye geçirdim içimden ama yanlış anlaşılma falan yoktu, bizzat duymuştum babamdan bunu yapmasını istediğini. Şimdi de kendi kolumdan tutup buraya getirmişti beni.

Fakat unuttuğu bir şey vardı; bu kez karşısında 17 yaşında bir kız çocuğu yoktu.

"Bu kez buna izin vermeyeceğim," dedim, bir adım daha geri gittim. "Buraya asla dönmem, ölürüm yine de dönmem," dedim ve hiç beklemediği bir anda arkamı döndüm, koşmaya başladım.

"Ayliz!" Bağırdı, duymamış gibi koşmaya devam ettim. Hatta daha hızlı koştum, tüm gücümle, nefesim kesilecek kadar çok koştum.

"Ayliz dur!" Bağırmaya devam etti, yolun sonundan sağa döndüm ve daha hızlı koşmaya çalıştım. Koşarken birkaç kişiye çarptım, özür dilemek için bile durmayıp koşmaya devam ettim.

"Ayliz!" Pars bir kez daha bağırdı, bu yolun sonuna da ulaştığımda caddeye gelmiştim. Karşıya geçmem gerekince bir an bile düşünmedim, kendimi yola attım ama eş zamanlı olarak Pars kolumdan tuttu, beni geriye doğru savurdu ve kaldırımında durduğumuz okulun duvarına çarptım.

"Ne yapıyorsun sen geri zekalı? Ölmek mi istiyorsun?" Avazı çıktığı kadar bağırdı, buna rağmen durmayıp koşmak istedim ama kolumdan tutup engel oldu bana.

"Bırak, bırak dedim sana!" deyip kolumu çekmeye çalıştım. "Yemin ederim bağırıp seni rezil ederim, tutuklatırım! Bırak şimdi beni!" Söylediklerim onu daha da sinirlendirirdi.

"Sen hiç akıllanmayacak mısın?" Kızdı, hâlâ kaçmak için fırsat kollarken kolumdan sıkı sıkı tutuyordu. "Sen aklını mı kaybettin yoksa beni delirtmek mi istiyorsun?"

"Asıl sen aklını kaybetmişsin! Beni buraya getirerek..." Sözümü kesti.

"Seni bırakmak için getirmedim!" Bağırdı, irkildim. Az önce koştuğum için nefes nefese kalmıştım, bu yüzden hızlı hızlı nefes alıp verirken devam etti.

"Muayene olacaksın, doktor görecek seni ve eve döneceğiz!" deyip yaklaştı. "Dün gece ne hâlde olduğunu hatırlamıyor musun sen? Keyfimden mi getirdim seni buraya? Aynı şeyler olmasın diye getirdim!" Bağırmaya devam etti, etraftaki insanlar durmuş ve bize bakıyorlardı.

"Nereden bileyim beni kandırmadığını? Beni içeriye soktuktan sonra burada kalacaksın demeyeceğini nereden bileyim?" Ben de bağırarak sordum.

"Sana yalan söylemeye ihtiyacım yok, bunu yapacak olsaydım zaten kolundan tutup zorla da olsa götürürdüm!" Haklıydı, bunu yapabilecek biriydi. Sinirden gözlerim doldu, gözlerim dolduğu için daha da sinirlendim.

"Yeniden eve döneceğimize dair söz ver," dedim, gözlerini kapattı ve sabır dilercesine derin bir nefes aldı. Gözlerini yeniden açtığında az öncekinden daha sakin olduğunu fark ettim.

"Söz, eve döneceğiz. Burada kalmayacaksın," dedi ve ben bunu dediği hâlde şüpheyle baktım yüzüne. Korkuyorum, orada kalmak benim için ölmekten farksızdı ve ona inanarak hata yapıyorsam diye düşünmeden edemiyorum.

"Ayliz hadi," diye ısrarcı oldu, buna rağmen şüpheyle bakmaya devam ettim yüzüne.

"Ben iyiyim, gitmesek olmaz mı?" diye sordum, oradan içeriye tek bir adım atmak bile istemiyordum.

"Olmaz, gideceğiz ve iyi misin değil misin doktordan öğreneceğiz." İçimdeki korku bu cümleye alevlendi.

"İyi değil derse ne olacak peki? Bırakacak mısın beni orada?" Sordum, kaşlarını çattı.

"Sen niye bu kadar korkuyorsun?"

"Korkmuyorum, sevmiyorum sadece orayı," dedim, emin değilmiş gibi baktı yüzüme.

"Sadece sevmediğin için böyle davrandığını düşünmüyorum, bilmediğim bir şey mi var?" Başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hayır, hiçbir şey yok! Sadece sevmiyorum, orayı da doktorları da çalışanları da diğer hastaları da sevmiyorum! Hatta hepsinden nefret ediyorum ve gitmek istemiyorum!" Sesim bu kez yüksek çıktı, oysa orada sevdiğim biri vardı. Bunu inkar edemezdim ama yine de gitmek istemiyorum işte.

"Bizim oradaki kimseyle işimiz yok zaten, gireceğiz muayene olacaksın ve bitecek!"

"Hâlâ soruma cevap vermedin," dedim anında. "Doktor iyi olmadığımı söylerse ne olacak?" diyerek sorumu yineledim. Fakat buna cevap veremedi, sustu karşımda. Gözümden bir damla yaş akıp yanağımdan süzülürken konuştum.

"Bırakacaksın beni orada değil mi? Cevap bile veremiyorsun!"

"Saçmalıyorsun artık, bırakmak falan yok! Hem niye ağlıyorsun sen, bunun için ağlanır mı?" Sesi başta çok sinirli çıkarken sona doğru yumuşadı. Söylediklerine karşılık hiçbir şey söylemezken bir adım daha atıp yaklaştı bana.

"Tamam ağlama!" dedi emir verircesine. "Bırakmak falan yok, söz veriyorum. Sadece muayene olacaksın ve çıkacağız!" deyince ıslak yanaklarımı kuruladım, sessiz kalmaya devam ettim. O an hiç beklemediğim bir şey oldu ve yüzümü avuçlarının arasına aldı.

"Ağlama, yeter. Hiçbir şey olmayacak." Sesi o kadar sakin çıktı ki ben de sakinleştim. "Söz veriyorum," dedi bir kez daha, bir kez daha ona güvendim ve başımı salladım.

"Tamam," dedim, yüz hatları gevşerken içimden gelen şeyi yaptım ve ona sarıldım. Hem de sımsıkı ve hiç bırakmayacakmış gibi.

Kaskatı kesilen vücudundan bunu beklemediğini anlarken ellerini belimde hissedip tebessüm ettim. Kokusu ciğerlerimi doldururken gözlerimi sımsıkı kapattım. Başım göğsündeyken hızlı hızlı nefes almaya devam ediyordum.

Ne kadar öyle durduk bilmiyorum ama ayrılmak istemedim ondan. Burada, bu şekilde kalmak istedim. Ta ki Bilge aklıma gelene kadar. Bugün olanlar, gördüklerim bir kez daha canımı yaktı, kalbim acıdı. Onun da Pars'a sarılmış olduğunu hatırladığımda onun kolları bana çok yabancı geldi.

"Sen ne sulu göz oldun böyle?" diye sorduğunda bunu bahane edip ayrıldım ondan.

"Sulu göz falan değilim ben!" Çıkıştım, bir anda değişen ruh hâlim onu afallatırken devam ettim. "Sen de her ağlayana sarılma o zaman!" Bunu derken kastettiğim Bilge'den başkası değildi.

"Sen bana sarıldın," dedi sanki ben kendimden bahsediyormuşum gibi.

"Olabilir ama sen de sarıldın," deyip üste çıkmaya çalıştım.

"Tamam, ben sana hiçbir şey demiyorum! Şimdi düş önüme doktorun yanına gidiyoruz!" Bu söz kalbimdeki korkuyu gün yüzüne çıkardı ama gitmekten başka şansım olmadığını da biliyordum. Bu yüzden tek kelime bile etmeden yürüdüm, uzaklaştım Pars'ın yanından. Hemen arkamdan geldiğini ayak seslerinden anlarken çok geçmeden yanıma ulaştı.

"Zaten ne diye kaçtıysan! Manyak mısın kızım sen, ne diye koşturuyorsun sokaklarda!" Daha hızlı yürüdüm, bana ayak uydurmak zorunda kaldı.

"Sana ne? Gelmeseydin peşimden, sana gel diyen mi oldu?" diye sordum ben de, ağzının içinden söylenmeye başladığını duydum ama hiç umursamadım.

Yaklaşık 5 dakika kadar sonra nefret ettiğim o rehabilitasyon merkezinin önüne yeniden dönmüştük. İçeriye girmeyi hiç istemiyor olsam da el mecbur girdim. Pars hemen yanımdayken bahçede ilerledik, binaya da girdik. Koridorda ilerlerken ellerimin titrediğini fark ettim. Ellerimi montumun cebime koydum ve Pars'tan sakladım. Burası bana iyi gelen bir yer değildi. Fiziksel olarak iyileşmemi sağlamıştı ama ruhsal olarak hiçbir zaman iyi gelmemişti.

Şimdi de en korktuğum şey buydu işte; bir kez daha beni iyileştirmeye çalışırlarken ruhumu öldürmeleri.

"Ayliz." Duyduğum sesle duraksadım, arkama döndüm ve iyileşmeme yardımcı olan doktorumu gördüm, istemsizce tebessüm ettim. Burada sevdiğim bir o vardı işte.

Bize doğru yürürken bir bana bir de Pars'a baktı, o sırada yanımıza ulaştı. Pars'a yönelik hiçbir şey demezken benimle ilgilendi.

"Seni görmeyi beklemiyordum," dedi ve iç geçirdi. "Burada gördüğüme de sevindiğimi söyleyemeyeceğim." Neden böyle dediğini anlamak zor olmadı. Çünkü buraya daha önce uyuşturucu bağımlılığı yüzünden gelmiş olan birinin bir daha neden geleceğini az çok tahmin ediyordur.

"Asistanın haber vermemiş olabilir ama geleceğimiz sabah haber verildi," diye araya girdi Pars, Enver Bey ancak o an onu fark etti.

"Genelde randevularım birkaç dakika önceden haber verilir, hastalar odama girmeden önce ama randevu almanıza bile gerek yoktu aslında. Ayliz'e ayıracak vaktim her zaman var." Bu cümleyle Pars'ın yüz ifade bir anda değişti, sinirlenir gibi oldu. Yeşilleri bir anlığına beni bulduktan sonra yeniden Enver Bey'e baktı.

"Anlayamadım," dedi adama doğru bir adım atarken.

"Neyi anlayamadınız?" diye sordu Enver Bey.

"Hastalarınla olan ilişkini," dediğinde Enver Bey muzipce gülümsedi.

"Ayliz benim için bir hastadan ötedir, arkadaşım gibidir. Onunla burada çok zaman geçirdik," dedi, Pars ona bir şey söyleyecek gibi olduğunda hemen araya girdim.

"Bir an önce başlayalım mı?" diye sordum, ikisinin de bakışları beni buldu. Bir acelem yoktu ama bu saçma gerginliğin devam etmesini istememiştim.

"Tabii, odama geçelim lütfen. Önce neler olduğunu anlamam gerekiyor," dedi Enver Bey ve yolu gösterdi, önden dercesine baktı yüzüme. O sırada gözümün ucuyla Pars'a baktım, adamı öldürecek gibi bakıyordu. Hem beni buraya kendisi getiriyor hem de böyle davranıyordu. Manyak mı bu adam?

"Gidelim tabii," dedim ve ikisini de arkamda bırakıp önden yürüdüm. Ayak seslerinden arkamdan geldiklerini anlarken yerini bildiğim odaya gittim. Girmeden önce durdum, onları bekledim. Yanıma geldiklerinde üçümüz de odanın önünde duruyorduk. İlk Enver Bey'in girmesini beklerken Pars'a döndü.

"Siz burada bekleyebilirsiniz." Pars'ın gözlerindeki öfke giderek artarken de devam etti. "Yalnız konuşmamız daha doğru olacak," deyip odaya girdi. Gözümün ucuyla Pars'a baktım. Hâlâ Enver Bey'e karşı aynı bakışları attığını fark ederken odaya geçtim, kapıyı kapatmadan önce beni buraya getiren sen oldun dercesine gözlerinin içine bakıp kapıyı suratına kapattım ve onu dışarıda bıraktım.

Masanına doğru yürüdü, masanın arkasına geçip yerine oturdu. Genç bir adamdı, bildiğim kadarıyla henüz 28 yaşındaydı. Sanırım Pars'la aynı yaştaydı. Kendine bakan, hoş görünümlü bir adamdı. Uzun boylu, kumral saçları vardı. Ne çok iri ne de çok sıska biriydi.

"Otur lütfen," deyip masasının önündeki koltuklardan birini gösterdi. Küçük adımlar atarak gösterdiği yere oturdum. Parmaklarımla oynayıp gergin olduğumu belli etmemeye çalışırken gözlerimin içine baktı.

"Seni burada görmekten memnun olduğumu söylemeyeceğim. Babanla birlikte buradan giderken umarım bir daha burada karşılaşmayız demiştim sana ama şimdi yine buradasın, karşımda oturuyorsun ve ben bunun sebebini merak ediyorum." Derin bir nefes aldım, dudaklarını birbirine bastırdım ve başımı önüme eğdim.

"Seni dinliyorum," dediğinde yutkundum, kendimi toparladım ve gözlerimi ona çevirdim.

"Tahmin ettiğiniz gibi bir şey yok, kendi isteğimle burada değilim." Arkasına yaslandı.

"Senin gibi çok kişiyi tanıdım Ayliz, hiçbiri kendi istekleriyle karşımda oturmuyorlardı. Eşleri, anneleri ya da babalarının zoruyla gelmişlerdi. Çünkü yaptıklarının doğru bir şey olduğuna, tedaviye ihtiyaçları olmadığına inanıyorlardı. Tıpkı sen 17 yaşında karşımda otururken olduğu gibi. Seninle bunları atlattığımızı düşünüyordum."

"Beni yanlış anladınız," dedim, çökük omuzlarım yüzünden kendime kızıp dimdik durdum. Ben, utanılacak hiçbir şey yapmamıştım. Olanlar benim suçum değildi. "Bu sefer gerçekten istemediğim, hak etmediğim için buradayım."

"Peki, seni anlamam için daha açık olur musun?"

"Erkek arkadaşım zorla uyuşturucu verdi, bu yüzden buradayım." Şaşkınca kaldı karşımda, ilk şaşkınlığı attığı an kaşlarını çattı.

"Dışarıdaki adam mı yoksa?" Başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hayır, o bana yardım ediyor." Anladım dercesine başını salladı. "Erkek arkadaşım başka biriydi."

"Peki, sonrasında ne oldu?"

"Bir şekilde kurtuldum elinden, bir kereden bir şey olmaz dedim ama oluyormuş. Birkaç gündür kendimi pek iyi hissetmiyorum. Sürekli terliyorum, nefesim kesiliyor, kalbim çok hızlı çarpıyor ve sinirli davranıyorum."

"Bunun ne demek olduğunu biliyorsun sen Ayliz, vücudun yeniden istiyor demek."

"Asla kullanmam," dedim kendimden emin bir şekilde. "Bu yüzden buradayım zaten, bana yardım etmeniz için."

"Buna çok sevindim," derken dudakları yana kıvrıldı. "Buraya gelmen bile çok bir şey Ayliz. Her şeyi kabullenmen, karşımda oturman ve yardım istemen belki de yeniden başlayacağımız o yolun yarısı." Gözlerimi kaçırdım, yeniden başlamak mı? İşte en çok korktuğum şey buydu. Hem zaten buraya kendi isteğimle gelmemiştim ki, Pars zorla getirmişti.

"Yeniden başlamak istemiyorum," dedim, bakışlarımı yeniden ona çevirdim. "Tedavi de istemiyorum, burada olmak da istemiyorum. Ben sadece her şey çok çabuk bitsin istiyorum."

"Biliyorum, tavırlarından belli zaten ama sen de biliyorsun ki burada bazı şeyler o kadar da çabuk bitmiyor." Başımı salladım.

"Biliyorum."

"O zaman," deyip ayağa kalktı. "İlk olarak bir kan ve idrar testi yapalım. Öncelikle ne durumdasın onu öğrenelim. Daha sonrasında ne yapacağımıza karar veririz." Ben de ayağa kalktım, sedyeyi gösterdi.

"Kan örneğini burada ben alayım, idrar örneği de laboratuvara bırakırsın." Yine sadece başımı salladım ve gidip sedyeye oturdum, kolumu açtım. O da yanıma geldi, kan aldı. Canım hiç acımadı, kolaylıkla aldı kanı. Asistanını çağırıp örneği laboratuvara gönderdi. O giderken bir hemşire içeriye girdi.

"Hemşire Hanım Ayliz Hanım'a yardımcı olun lütfen," dedi, bana baktı. "Sonuçlar çıktığında tekrar görüşürüz."

"Görüşmek üzere," dedim ve hemşireyle birlikte odadan ayrıldım, Pars hemen yanıma gekdi.

"Ne oldu?"

"Kan ve idrar örneği istedi, ne olacağını sonuçlar çıktıktan sonra konuşuruz dedi." Gözlerinin kenarı kısıldı.

"Bu kadar zaman içeride bunu mu konuştunuz?"

"Evet." dedim, yüzünde şüpheli bir ifade oluştu. "Ne bakıyorsun bana öyle ya? Bunu konuştuk işte, neler olduğunu anlattım, o da bene neler yapacağımızı."

"İyi," dedi sadece, konu uzamadı ve hemşireyle beraber odanın önünden hep birlikte uzaklaştık.

İdrar örneği de verip sonuçların bir saatte çıkacağını öğrendikten sonra bahçeye çıktık. Banklardan birine oturduk ve beklemeye başladık. Konuşmaya hiç niyetim olmadığından sessiz kaldım ama bu kez Pars benim aksime sessiz kalamadı, konuştu.

"Kim bu doktor, daha önceden tanıyor muydun?"

"Daha önceki doktorum işte," dedim, bezgince nefesini dışarıya verdi.

"Daha da öncesinden bahsediyorum."

"Nereden tanıtacağım ben adamı Pars? Burada tanıştık işte, 1 yıla yakın da zaman geçirdik," deyip önüme döndüm ve ellerimi göğsümün altında birleştirdim. "Tabii sen o zamanlar yurt dışında olduğun için bilmezsin," diyerek laf çarpmayı da ihmal etmedim, hiçbir şey diyemezken de devam ettim.

"Sevdiğin kadının peşinden gitmiştin değil mi?" Sordum ve tabii ki cevap vermedi, sadece bir anlığına bakmakla yetindi. "Sahi kim o kadın? Tanıyor muyum?"

"Çok mu merak ettin?" diye sordu, başımı salladım.

"Evet, çok merak ettim. En çok da peşinden bile gittiğin hâlde neden yanında değil şu an, niye hayatında değil onu merak ediyorum." Gözlerini önüne çevirdi.

"Etme," dedi sadece.

"Niye anlatmaktan kaçıyorsun?" diye sorarak üzerine gittim.

"Bir şeyden kaçtığım yok Ayliz ama oturup burada seninle hayatımı konuşacak da değilim," deyip ayağa kalktı.

"Rahatsız edici değil mi?" diye sordum, bakışları beni bulurken gözlerinin en içine baktım. "Sen benim hayatımın her yerindesin ama," deyip ben de ayağa kalktım. "Daha çok küçüktüm hayatıma girdiğinde."

"Bundan rahatsız olduğunu mu dile getirmeye çalışıyorsun?"

"Getirmek isteseydim getirirdim," dedim kendimden emin bir şekilde.

"Sorun ne o zaman? Niye şimdi bunu konuşuyoruz?" Tam ona cevap verecekken telefonu çaldı, cebinden çıkardığı telefonun ekranına baktım ama kimin aradığını göremedim. O da tabii ki bir şey söylemedi ve yanımdan uzaklaştı, aramaya yanıt verdi. Yeniden yerime oturdum, ayağımı gergince sallamaya başladım.

"Oturup benimle bunu konuşacak hâli yokmuş! Ağzımdan çıkan her kelimeye bile karışıyor ama sıra kendine gelince burnundan kıl aldırmıyor!" Kendi kendime söylenip sakinleşmeye çalıştım.

Pars dakikalar sonra yeniden yanıma döndüğünde aramızda hiç konuşma geçmedi. Konuyu yeniden ne kendisi açtı ne de ben ve bu şekilde bir saati geçirdik. Biraz da fazla bekledik, zaman dolunca hastaneye girdik. Doğrudan doktorun odasına gittik, bir süre de orada bekledik. İçerideki hasta hemşireyle birlikte çıkıp odadan ayrıldığında Enver Bey'in asistanı bizi içeriye aldı, bu kez Pars'ın girmesine engel olmadılar.

Odaya girip masanın önündeki koltuklara karşılıklı oturduk. Pars dimdik oturmuş çatık kaşlarının altında öfkeyle yanan yeşil gözlerini adamın üzerine dikmişti. Enver Bey ise bu bakışların farkında değildi ve elindeki tahlil sonuçlarını inceliyordu. Biz de sessizce oturmuş, onun konuşmasını bekliyorduk.

"Kanındaki uyuşturucu oranı seni yeniden bağımlılığa sürükleyecek kadar yüksek değil," dedi Enver Bey gözlerimin içine bakarak. "Yeniden buraya gelmene, tedavi olmana neden olacak bir durumda değilsin ama bu demek değil ki her şey böyle devam edecek." Kurduğu cümleler beni rahatlatırken son cümle keyfimi kaçırdı.

"Buraya ilk geldiğinde, seni ilk gördüğümde ve ilk konuştuğumuzda sana bir şey söylemiştim. Her şey senin zihninden ibaret, önce orada her şeyi bitirmelisin ki vücudun iyileşsin demiştim." Bu sözleri daha dün söylemiş gibi hatırlıyordum.

"Minik bir miktar bile risklidir Ayliz, yeniden o bataklığa çeker seni. Eğer kendini kontrol edemez, zihninde bir kez daha her şeyi bitiremezsen vücudun onu istemeye devam edecek." Ne onun ne Pars'ın gözlerine bakamadım, başımı önüme eğdim.

"Sana bir ilaç vereceğim ama bu ilaç sadece bu süreçte kendini daha iyi hissetmeni sağlayacak, uyuşturucu kullanmak istemene engel olmayacak. Bunu ancak sen yapabilirsin, zihninde bu konuya bir son vererek. Beni anlıyorsun değil mi?" Başımı salladım sadece, konuşmak istemedim.

"Peki o zaman ilacını yazayım ben," dedi, bilgisayarına odakland. O an Pars'la göz göze geldik. Odaya girerken olduğu gibi öfkeli ya da rahatsız görünmüyordu.

Enver Bey'in yanından ayrılıp hastaneden çıktığımızda ikimiz de sessizdik. Arabaya bindiğimizde Pars "İlaçlarını alıp öyle geçelim eve," dedi, doktorun söyledikleri hakkında bir yorum yapmamak da ısrarcı gibiydi. Benim de işime geldi.

"Olur," dedim sadece, o tam arabayı çalıştırırken de "Gitmeden önce bir yerlerde yemek yiyelim mi?" diye sordum, gözleri beni buldu. "Çok acıktım, sabah doğru düzgün bir şey yiyemedim," deyip açık oldum, birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra önüne döndü ve gaza bastı.

"Uğrarız bir yere," dedi sadece ve eczaneye gittik. Eczaneye ulaştığımızda arabadan inip ilacı alan o oldu. Geri döndüğünde de bilmediğim bir yere doğru gittik, yaklaşık 15 dakika sonra bir restoranın önündeydik. İçeriye girdik, cam kenarında bir yere oturduk ve hemen garson yanımıza geldi, menüleri verdi. Alıp bir göz attım, onlarca güzel yemek vardı ama hiçbirini yemek istemeyip birkaç dakika sonra yeniden yanımıza gelen garsondan makarna istedim. Pars da kendi siparişini verdi, garson yanımızdan ayrıldı.

"O kadar acıktım dedin, makarna mı yiyeceksin?"

"Hı hı," dedim anında. "Çok seviyorum makarnayı, sen sevmediğin için evde yapmıyorlar," dedim sitem edercesine ve masadaki sudan bir yudum içtim. Pars bir şey demezken elimi yüzüme koydum ve dışarıyı izledim.

Bir an için insanların aceleci tavırları, bir yere yetişirircesine koşturmalarını görünce kendimi çok tuhaf hissettim. Sanki herkes bir şeyler yapıyormuş da benim hayatım bomboşmuş gibi geldi. Bu histen kendimi çok çabuk kurtardım, Pars'a döndüm ve hiç merak etmediğim hâlde sırf aklım dağılsın diye sordum.

"Neden iki ismin var?" Bu sorumla restoranın içinde gezinen bakışları beni buldu. "Ve hangi ismini daha çok seviyorsun?"

"Nereden çıktı şimdi bu?"

Omuz silkerek "Merak ettim," dedim, konuşacak gibi olduğunda da "Merak etme falan diyeceksen hiç cevap verme daha iyi," deyip baştan uyardım onu, terslenmeye tahammülüm kalmamıştı çünkü.

"Bilmiyorum," dedi, arkasına yaslandı. "Küçükken koymuşlar işte," diye ilave etti.

"Hiç sormadın mı?" Bu sorudan rahatsız olduğunu anladım. Bu yüzden içten içe ben de rahatsız olurken cevap verdi.

"Soracağım kadar çok yaşamadılar." Bu cevap kalbime hüznün çökmesine neden olurken sorduğum için pişman olmuştum bile.

"Anladım," dedim uzatmak yerine. Oysa sormaya devam etmeyi çok istedim ama onu daha fazla rahatsız etmek istemedim.

Aramızda sessizlik oluşurken garson geldi. Pars'ın da benim de yemeklerimizi ve içeceklerimizi bırakıp yanımızdan ayrıldı. Büyük bir iştahla makarnamı yemeye başladım. En sevdiğim yemek olabilirdi ve uzun zamandır yemiyordum. Bu yüzden doyasıya yedim. Yerken de bir anlığına gözlerim Pars'ı buldu, bakışlarını fark edince yanaklarım dolu dolu ona baktım. Bakışları değişmezken lokmamı tuttum, yağlı dudaklarımı sildikten sonra konuştum.

"Bir şey mi oldu? Neden bana öyle bakıyorsun?" diye sordum.

"Yok bir şey, devam et sen," dedi, kendisi devam etti. Bir an acaba yemek yerken çok mu kötü bir manzara sergiledim diye düşündüm. Ta ki dudağının sağ kısmının hafifçe yana kıvrıldığını fark edene kadar. Bunu görünce benim de dudaklarım yana kıvrıldı, aynı şekilde makarnamı yemeye devam ettim. O sırada arada bir bana baktığını fark edebiliyordum. Bu da hoşuma gidiyordu.

Telefonu çalınca benim de gözlerim onu buldu. Ekrana baktı ve önemli bir arama gelmiş olacak ki açtı. "Söyle," dedi açar açmaz, dikkatimi çekince dinledim onu. Fakat yüz ifadesine bakılırsa karşısındaki pek de hoşuna gidecek şeyler söylememişti.

"Tamam, halledeceğim ben," dedi ve sanırım karşısındakinin cevap vermesini beklemeden telefonu kapatıp masaya koydu. Aldığı derin nefesi fark edince bir sorun olduğundan emin oldum.

Dayanamayarak "Bir şey mi oldu?" diye sordum.

"Yok bir şey, ye hadi yemeğini sen," dedi ama kendisi devam etmedi, sanırım iştahı kaçmıştı. Onu böyle görmek benim de iştahımı kapattı.

"Bir şey olduğu çok belli, kötü bir haber mi aldın?"

"Almadım, hadi ye artık şu yemeğini ve gidelim." Sesi kızgın çıktı.

"Niye hemen kızıyorsun ya? Derdini sormak da kötülük oldu!" dedim, tabağımı ileriye doğru ittim. "Yemeyeceğim, iştahım kaçtı."

"Çocukluk yapma, ye hadi yemeğini."

"Çocukluk falan yapmıyorum! Yemeyeceğim, doydum!" Ben de kızdım.

"Kızım sen ne inatçı bir şeysin böyle! Delirtirsin insanı!" Göz devirdim, sanki buna kendisi neden olmuyormuş gibi davranıyordu.

"İnat ettiğim yok, doydum diyorum sana." Cevap vermedi, ben de başka bir şey demedim. Hesabı istedi, garson gelene kadar telefonu birkaç kez daha çaldı. Aramalara yanıt verdi, bir de sinirlenip küfür etti.

"Gerçekten hiçbir şey yokmuş," dedim dayanamayarak, gözünün ucuyla baktı bana. "Asıl inatçı sensin." Kaşlarını çattı, bakışları olabildiğince sertleşti. Bu hâlinin beni korkutacak zannediyordu herhalde.

"Çok mu merak ediyorsun ne olduğunu?" Ters bir tavırla sordu, ona neyini merak edeyim, beni ilgilendirmez diyecekken de konuşmamı beklemeyip devam etti.

"Senin o piç sevgilin başımıza yine bela açıyor." Bunu duymayı beklemiyordum.

"Birincisi; o artık benim sevgilim falan değil! İkincisi; ne yapmış yine, ne gibi bir bela açabilir senin başına?"

"Şu senin peşinde olup zarar vermek isteyen adamlar onun peşindelermiş. Herhalde öğrendiler aranızda bir şeyler olduğunu. O piç onlara yaşıyor derse her şeyi mahveder."

"Aramızda bir şeyler yok," dedim, takıldığım tek nokta buydu şu an. "Vardı ama şimdi yok."

"Vardı ama," dedi ve ekledi. "Yaşadığını da biliyor, senin bitmek bilmeyen inadın yüzünden!"

"Bu da mı benim suçum oldu?"

"Senin suçun tabii!" diye çıkıştı. "İlk günden beri Tan diye tutturup durmasaydın o piç de seni ölü bilecekti!" Konuşmak istedim ama devam edip engel oldu.

"Sonra ne oldu? Seni bu hâle getirdi işte, zorla uyuşturucu verdi! Sen buna rağmen korudun o şerefsizi, al bak başımıza iç açtı!" Hiçbir şey diyemedim, sert ve kırıcıydı sözleri ama yanlış değildi. Her şey tam olarak böyle olmuştu.

"Kalk hadi, gidiyoruzz" dedi ve bir türlü gelmeyen hesabı gidip kasada ödedi. Yanıma geldiğinde birlikte çıktık restorandan. Doğrudan arabaya yürürken ben de peşinden gittim. Tam arabasına binecekken konuştum.

"Tan'ın yanına gitmek istiyorum," dediğim an duraksadı, omurgası dikleşti.

"Gidip konuşayım, durumu anlatırım ve yanlış bir şey yapmaması konusunda uyarırım onu," dediğim an ağır ağır bana döndü, döner dönmez yüzündeki o öfke dolu ifadeyi gördüm.

"Bunun başka yolu yok. Gidip onu öldürecek ya da tutup bir yere kapatacak durumda olmadığına göre anlaşmalıyız onunla. Bunu ikiniz yapamayacağını için de gidip benim yapmam gerekiyor," dedim, bakışları değişmedi.

"Arabaya bin Ayliz," dedi ve söylediğim her şeyi yok sayıp kendisi bindi arabaya.

"Bir de bana inatçı diyor, sinir herif!" Kendi kendime söylenirken gidip ben de arabaya bindim. Biner binmez de "Başka şansımızın olmadığını sen de biliyorsun," dedim.

"Başka bir seçenek hep vardır," deyip gözlerimin içine baktı. "Bu konu da burada kapandı, bir daha da açılmasın," dedi uyarıcı bir tavırla ve önüne dönüp arabayı çalıştırdı, restoranın önünden uzaklaştık.

"İyi, sen bilirsin. Ne hâlin varsa gör o zaman," deyip ellerimi göğsümün altında birleştirdim ve başımı cama yaslayıp dışarıyı izledim. Yine eve döndüğümüzü düşününce canım sıkıldı. O evle ya da Pars'la bir sorunum yoktu ama çok canım sıkılıyordu. Bu yüzden gitmek istemiyorum ama başka şansım olmadığından da sesimi çıkarmıyorum.

Yolları izledim uzun uzun, düşüncelere daldım. Aklıma onlarca şey geldi ama ben Tan'da takılıp kaldım her seferinde. Pars'ın canını sıkacak bir şeyler yapmasından korktum. Çünkü o bir şey yaptığında mahcup olan ben oluyordum. Bunları düşünürken araba durdu ama marinaya gelmemiştik. Camdan uzaklaşıp etrafa bakındım, yol kenarında durmuştuk.

"Neden buraya geldik?" diye sordum, Pars gözleriyle kendi tarafındaki camı gösterdi.

"Buraya gelmek istemiyor mudun?" Gösterdiği yere bakıp kuaförün önünde durduğumuzu gördüm. Evde ona söylediklerimi hatırlayınca neden burada olduğumuzu da anladım. Benim bile unutmuş olduğum şeyi unutmamış olması hoşuma gitti, tebessüm ettim.

"Unutmuştum ben."

"Ben unutmadım, çünkü eve gidersek bana unutturdun diye sabah kadar başımda söylenip dururdun," dedi, tebessümüm yok olurken kaşlarımı çattım.

"Ya iyi bir şey yapıyorsun, sonra öyle bir şey söylüyorsun ki yine sinirlendiriyorsun beni!" Kızdım, pek de umursamadı ve saate bakıp gözlerini yeniden bana çevirdi.

"Sadece 1 saatin var Ayliz, 1 saat beklerim. Sonra artık ne hâldeysen eve öyle dönmek zorunda kalırsın. Bu yüzden vakit kaybetme ve hadi, git şuraya." Göz devirdim, hiçbir şey demeden arabadan indim ve koşar adımlarla kuaföre girdim. Bir saatte hallolacak bir iş miydi bu? Neyse, ben bir şekilde uzatırdım bu süreyi.

Kuaför alelacele girdim, yanıma bir kadın geldi. Ona çok acelem olduğunu söyledim, kimse olmadığından hemen aynanın karşısına oturttu beni. Bir an iyi yapabilir mi diye tereddüt ettim ama sanırım başka şansım yoktu. Keşke kendi kuaförüme gidebilseydim ama maalesef ki gördüğü ilk kuaförün önünde durmuştu Pars Bey ve çok iyi biliyorum ki itiraz etmek gibi bir lüksüm yoktu.

"Aynı renk mi?" diye sordu kadın, cevap vermek yerine aynadaki aksime baktım. Saçlarım çok uzun ve gri renkteydi. Bu rengi seviyorum, hoşuma da gidiyor ama biraz sıkılmaya başlamıştım. Fakat şimdi aniden de değişiklik yapmaktan korkuyordum.

"Çocuk gibisin."

"Gri kafa."

Pars'ın sesi kulaklarımda yankılanırken aynadan kuaföre bakarak "Hayır, aynı renk değil," dedim ve büyük bir cesaretle "Daha doğal, koyu bir renk istiyorum," diye ilave ettim. "Koyu kahve olabilir, tabii bir de kesim yapılacak. Bir 10 santim kısalmasını istiyorum."

"Peki, işimiz kolay o zaman," dedi kadın ve yanındaki kıza bir şeyler söyledi. Umarım aniden bu kadar koyu bir renge geçtiğim için pişman olmazdım.

Pars'ın vermiş olduğu bir saatin sadece kırk beş dakikasında saçlarımda var olan boya akıtılmış ve yeniden boyanmıştı. Fakat bir de bu boyama işinin bekleme süresi vardı. Kalan 15 dakika bu bekleme süresi için yeterli olmayınca endişelendim ama Pars sorun edip de yanıma gelmedi. Bu beni rahatlatırken bir yarım saat daha bekledik, sonunda saçlarım yıkandı. Yıkandıktan sonra da kesildi, kurulandı ve fön çekildi. Kuaförün işi bittiğinde çoktan iki saat geçmişti bile ve şu an umurumda olan bu değildi, aynada gördüğüm hâlimdi.

Saçlarım artık koyu kahve tonlarındaydı ve kalçama kadar uzanmıyor, bel boşluğumda bitiyordu. Ellerim saçlarımda gezindi, kendimi çok tuhaf hissettim. Neredeyse bir buçuk yıldır hep aynı kişiyi görüyordum aynada ve şimdi sanki bambaşka biri olmuştum. Beğenmiştim de, hoşuma gitmişti.

"Beğendiniz mi?"

"Evet," dedim hiç tereddüt etmeden. "Çok beğendim, ellerinize sağlık." Söylediklerim kadının hoşuna gitti. "Borcum ne kadar?"

"800 lira." Başımı salladım, evden çıkmadan önce buraya gelmeyi düşündüğüm için aldığım kartımı çıkardım ve kasaya gittik. Kadın kartı aldı, post cihazına okutup şifremi istedi. Şifreyi girdim ve bekledim.

"Hata veriyor," dedi ve bir daha denedi, bir kez daha girdim şifreyi ama kadın yine "Maalesef yine hata veriyor, kartınız da bir sorun var." Tam bir daha deneyelim diyecekken babamın kartlarımı kapattırmış olabileceği aklıma geldi, bunu yapmış olabilir miydi? İçten içe sinirlenirken kadına baktım.

"Kapıda arkadaşım bekliyor, sorunu halledip hemen geliyorum," dedim, kadın şüpheyle yüzüme bakarken kendimi çok kötü hissettim. Buna rağmen kuaförden çıkıp Pars'ın arabasına gittim.

Aşağıya inmiş, arabaya yaslanmış ve telefonuyla ilgileniyordu. Biraz daha yanına yaklaştım, beni fark etmesini bekledim. Gözünün ucuyla alttan alttan ayaklarıma baktığında fark ettiğini anladım. Sonra usul usul gözleri üzerimde gezindi ve yüzümü buldu. Yüzüme doğru geldiğinde gözleri saçlarıma bakıyordu. Şaşırmış olduğu besbelliydi. Bunu da belli etmekten hiç çekinmiyordu.

"Ne oldu sana böyle?" diye sordu, elim saçlarıma gitti.

"Saçlarımı boyattım işte," dedim, telefonunu cebine koyarken yaslandığı arabadan uzaklaştı. Yüzündeki şaşkın ifade hâlâ varlığını koruyordu. "Ne bakıyorsun öyle ya? Kötü mü olmuş?" Sorarken sesim çok kötü çıkarken sonunda kendini toparladı.

"Nasıl olduysa olmuş, ben sana bir saat denedim mi? Kaç saat oldu daha yeni çıkıyorsun!" Yine kızdı.

"Bekledin sen de, hiç sesini çıkarmadın," dedim, konuşacak gibi oldu ama devam edip engel oldum ona. "Ya tamam, bitti işte ama çok büyük bir sorunum var."

"Ne oldu?" diye sordu az önceki konuyu uzatmak yerine, elimdeki kartı gösterdim.

"Babam kartlarımı kapatmış! Bu kadar da olmaz ki ama ya! Hem beni insanlıktan uzakta bir yerde kalmaya, hiçbir şey yapmamaya zorla hem de ceza verir gibi kartlarımı kapat! Kadına rezil oldum," diye söylendim, Pars'ın yüzünde tuhaf bir ifade oluştu. Buna bir anlam vermeye çalışırken konuştu.

"Ceza olsun diye yapmamıştır o, kapanmamıştır hem kartların. Bankada sorun vardır muhtemelen," dedi ve elini cebine attı, cüzdanını çıkardı. Bunun için küçük bir utanç hissettim ama sonra bunu yok saydım. Neden utanayım ki? Beni buna mecbur bırakan onlar olmuştu.

Cüzdanından çıkardığı kartı uzattı. "Buradan öde, işini de hallet gel hadi artık," dedi, başımı salladım ve ayrıldım yanından. Koşar adımlarla yeniden kuaföre döndüm, kadının yüzündeki o şüpheli ifade yok olmuştu. Yanına gidip ücreti ödedim. Kadına da teşekkür edip yeniden ayrıldım, yeniden Pars'ın yanına döndüm. Hâlâ aynı yerde durmuş, beni bekliyordu.

"Hallettim işimi," dedim, kartını uzattım. Kartını alıp ceketinin iç cebine koyarken canının sıkkın olduğu her hâlinden belliydi. Muhtemelen hâlâ Tan olayını düşünüyordu.

"Hâlâ aynı fikirdeyim," dedim, arabaya binecekken bakışları yeniden beni buldu. "Tan konusunda," diyerek daha açık oldum, yumuşak bakışları anında yok olurken gözlerini öfkeyle esir aldı.

"Konu kapandı, bir daha da açılmasın dedim Ayliz! O adamın yanına falan gitmek yok, bu kadarını halledemeyecek bir adam değilim," deyip arabayı gösterdi, tam arabaya binecekken aklıma gelen basit fikirle sinsice gülümsedim ve uygulamaktan hiç çekinmedim.

"Sen beni kıskanıyor musun?" dediğim an eli arabanın kapısında kaldı. Ne bana döndü ne de bir şey söyledi. "Hareketlerin artık bunu düşünmeme neden oluyor." Usulca döndü bana, hâlâ aynı şekilde öfkeyle bakıyordu ama küçük bir şaşkınlık da vardı gözlerinde.

"Ne dedin?" diye sordu sanki söylediğim şeyi duymamış ve anlamamış gibi.

"Diyorum ki; sen beni kıskanıyor musun?"

"Neyini kıskanayım ben senin? Nereden çıktı bu saçmalık?"

"Hareketlerinden," dedim anında. "Yoksa neden böyle davranasın ki? İlk günden beri Tan'la görüşmemi yasaklayan sensin, konuşmama bile engel oldun. Tamam, dediğin gibi kötü bir adam çıktı ama ismi geçtiğinde bile öfkeden deliriyorsun. Bunun tek nedeninin yaptıkları olduğunu düşünmüyorum, o bir şeyler yapmadan önce de böyleydim. Hadi onu geçtim, bugün doktora onu öldürecek gibi davranıyordun. Adam hiçbir şey yapmamıştı bile, sadece arkadaşıymışım gibi samimi davranmıştı bana ve bu bile seni rahatsız etti. Doktoru bile kıskandın sen ya."

"Ayliz saçmalama, bin hadi şu arabaya." Alayla güldüm.

"İşine gelmediği zaman zaten Ayliz saçmalıyor oluyor değil mi?" diye sordum ve diğer tarafa doğru yürüdüm. Pars hiçbir şey demezken arabaya bindim, peşimden de hemen kendisi bindi.

"Böyle saçma sapan şeyler düşünme bir daha," dedim, onu alaya alırcasına başımı salladım.

"Olur," dedim bir de, kaşlarını çattı.

"İyi lan, tamam gidelim o piçin yanına," dedi, gülmemek için kendimi çok zor tuttum. Her zaman tutan bir taktikti bu, bir şeyleri inkar etmek için istediğin şeyi yaptırmak. Yine tutmuştu işte.

"Hiç gerek yok, hadi eve dönelim," dediğimde arabayı çalıştırdı ve yola çıktık. Fakat gittiğimiz taraf marinaya doğru değil, başka bir yere gidiyordu. Alttan alttan gülerken dakikalar sonra Tan'ın barına gelmiştik.

"Al, geldik! Ne yapacaksın çok merak ediyorum," dediğinde ona döndüm.

"Senin yapamayacağın şeyi yapacağım, gidip onunla düzgünce konuşacağım. Eğer yanlış bir şey yaparsa polise gidip bana yaptıklarını anlatıp kendisini şikayet edeceğimi söyleyeceğim. O da bundan korkacak, hiçbir şey yapamayacak! Bunu sen yapamazsın çünkü, karşısına geçtiğin an yapacağın ilk şey ona kafa atmak olur!" dedim, bir şey demesine fırsat vermeden arabadan indim. Kendisi de peşimden indi, yanıma geldi.

"Sen sakın içeriye gelme, o da seni görünce inat eder ve yapacağı varsa da yapmaz," dedim, hâlâ hiçbir şey demezken ayrıldım yanından ve ilerideki bara gittim. Hava artık yavaş yavaş kararmaya başlamış olduğundan buralar da kalabalıktı ve tek tek içeriye giriyorlardı.

Omzumun üstünden arkamda kalan Pars'a baktım, orada durduğundan emin olup kapıdaki güvenliklerin yanına gittim ve hiç sorun olmadan içeriye girdim. İçerisi dışarıdan da daha kalabalıktı ve müzik son sesti. Daha akşamın ilk saatlerinde böyleyken gece yarısını düşünemiyordum. Neyse ki yabancı olduğum yerler değildi, özellikle de burası.

Barın içinde ilerledim, her yeri görebileceğim bir noktada durdum ve etrafa bakındım. Tan muhtemelen arkadaki odasındadır ama ben yine de belki buralardadır diye bakındım etrafa. İyi ki de bakınmışım, çünkü arkada değil ve buradaydı. Yanında da bir kadın vardı. Biraz dikkatle bakınca kadının o gün öptüğü kadın olduğunu fark ettim, içten içe öfkenirken bunun çok saçma olduğuna, ne yaptığının beni ilgilendirmediğine karar verip bu öfkeden kurtuldum ve gayet sakin bir şekilde yanına doğru ilerledim.

Pars'ın bir yerlerden beni izlediğine, olanları gördüğüne yemin edebilirdim. Muhtemelen kendisini göremeyeceğim bir yerde durmuştu. Ne de olsa kıskanmıyor ya, onu kanıtlayacak beyefendi! Hatta şu an kendi içinde bile beni kıskanmadığına dair kendini ikna etmeye çalıştığına adım kadar emindim.

Bu düşünceler arasında Tan'ın olduğu ve kendisinden başka 5 kişinin daha olduğu masaya yaklaştım. Tam o an Tan, kadını öptü ve olduğum yerde kaldım. Bir an için bu görüntü kendimi çok tuhaf hissetmeme neden oldu. Sonra yine hızlıca yanlarına gittim, hâlâ beni fark etmeyip aynı şeyi yapmaya devam ederlerken alay dolu bir ifadeyle baktım yüzüne.

Beni fark ettiği ilk an kızdan ayrıldı, şaşkınca baktı yüzüme. Bu şaşkınlığı üzerimden attığında da ayağa kalktı. Yüzünde alaylı bir ifade vardı. Gözleri saçlarımda gezindi ve yüzündeki o ifade daha da arttı.

"Depresyona girip saçlarınla mı uğraştın?" diye sordu, dudaklarım yana kıvrıldı.

"Buna değecek bir adam olduğunu düşünmüyorum," dedim ve gözümün ucuyla az önceki kıza bakıp yeniden ona çevirdim bakışlarımı. "İftira atmışlardı değil mi sana? Sen aldatmamıştın beni."

"O zaman öyleydi," dedi ve ekledi. "Fakat şimdi bir önemi yok, aldatmış da sayılmıyorum seni. Ne de olsa ayrıldık, bitti değil mi? Hem de benim değil, senin ihanetinle. O adamla yaşamaya başladın, bana arkanı döndün."

"Sen böyle bilmeye devam edebilirsin, ne düşündüğün artık çok da umurumda değil," dedim, bozulur gibi oldu.

"Ne işin var o zaman burada? Herhalde hâlimi hattımı sormak için gelmemişsindir."

"Konuşmamız gereken bir şey var," dedim, o sırada az önceki kadın ayağa kalktı ve Tan'ın elini tuttu.

"Sen kimsin ya? Gece gece keyfimizi kaçırmaya mı geldin?" Göz devirdim, Tan kızın beline dokundu.

"Sen yerine geç, ben hallederim yok bir şey," dedi ve bana baktı. "Sen de siktir git buradan, senin gibi biriyle konuşacak hiçbir şeyim yok." Kaşlarımı çattım.

"Düzgün konuş benimle!" dedim, yanındaki kız araya girdi.

"Duymadın mı dediğini? Hadi defol," deyip Tan'a döndü. "Tan attır şunu dışarıya." Daha fazla dayanamadım, dönüp masadaki iki içkiyi aldım ve birini Tan'ın diğerini da kadının üzerine döktüm.

"Şimdi oldu," dedim, ellerimi de birbirine vurdum. Kız çığlık atıp sanki kendini yakmışım gibi davranırken Tan sessizdi, olanlar onu memnun ediyor gibiydi.

"Ne yapıyorsun lan sen?" diye sordu ve bana doğru bir adım attı.

"Ne hâlin varsa gör! Kiminle nerede ve ne yaptığın beni artık hiç ilgilendirmiyor ama..." dememle kolumdan tutması bir oldu.

"Gel benimle!" dedi ve arkaya doğru çekiştirdi.

"Bırak kolumu, bıraksana lan!" Bağırdım, bağırırken onun odasına girdik. Odanın önünde beni kolumdan içeriye doğru itti, kapıyı çarparak kapattı ve kilitledi. Aklıma Amerika'da olanlar gelirken korku içimi sardı ama bundan hemen kendimi kurtardım. Bu kez Pars vardı, şu an bile geliyordur muhtemelen buraya. Beni yalnız bırakacak hâli yoktu ya.

"Derdin ne lan senin! O şerefsiz yüzünden ayrılmadın mı sen benden? Amerika'ya kadar ayağına çağırıp tekmeyi basmadın mı? Gururumla oynamadın mı? Şimdi ne istiyorsun lan benden?" Bağırarak sordu, sorarken de bana doğru yürüdü. Korkuyor gibi görünmedim, aksine kendimden emin göründüm.

"Yaptım, yaptım çünkü hak ettin! Sonrasında bana yaptığını da unutmadım! Nefret ediyorum artık senden!"

"Burada ne işin var lan o zaman?" Avazı çıktığı kadar bağırdı.

"Bağırıp durma be karşımda! Bak en başından beri neler olduğunu çok iyi biliyorsun, neden bunları yaşadığımızdan haberin var! Başımın belada olduğunu biliyorsun," dedim, beni öldürmek isteyen o adamlardan bahsettim.

"Eee ne olmuş yani?"

"O adamlar buraya, senin yanına..." Devam edemedim, çünkü bütün gürültüyü bir silah sesi bastırdı. Çok yakından gelen bu ses yüzünden korkuyla çığlık atıp elimi kulaklarıma bastırdım, biri bulunduğumuz odanın kapısının yerinden çıkaracakmış gibi açtı ve kapı duvara çarptı.

Bunun Pars olduğunu görürken elindeki silahı fark ettim. Göz bebeklerim büyüdü, kapının kilidini silahla mı açmıştı? Şaşkınca ona bakarken öfkeli gözleri Tan'ın üzerindeydi.

Silahını beline koyarken "Seni benim elimden kim alacak lan şimdi?" diye sordu, Tan'a doğru yürüdü. Yan yana geldikleri ilk an da birbirlerine girdiler, Tan sert bir yumruk yemiş oldu. Bu yumrukla da yere devrildi ve Pars üzerine oturup aynı yumrukları art arda yüzüne geçirmeye başladı. Öfkeden gözü dönmüştü.

"Pars, Pars dur ne yapıyorsun?" Bağırdım, Tan'ın üzerinden onu kaldırmaya çalıştım ama pek de başarılı olamadım.

"Öldüreceksin adamı, katil mi olmak istiyorsun?" Bağırmaya devam ettim, tüm gücümle de onu kaldırmaya çalıştım ama olmadı.

O sırada çalışanlar ve güvenlikler geldi, olaya dahil olup Tan'ı kurtardılar. Pars onlardan birkaç tanesine de vurdu, bu şekilde kavga devam ederken odadan ayrıldık. Daha doğrusu onu zorla çıkardılar, ben de peşlerinden çıktım. Çıkmadan önce Tan'ı yerde kanlar içinde yatarken görmüştüm.

Bardan atıldığımızda Pars yeniden içeriye girmek istedi ama önünde durup engel oldum ona.

"Ya sen ne yapıyorsun?" deyip geriye doğru ittirdim. "Eşkıya mısın sen? O kadar insanın içinde silah sıkmak ne demek?" Avazım çıktığı kadar bağırdım, onu iterek kapının önünden biraz daha uzaklaştırdım.

"Sen hâlâ onu mu koruyorsun Ayliz!" Öyle bir bağırdı ki irkildim.

"Kimseyi koruduğum yok benim! Ona ne olduğu umurumda bile değil ama senin ne yaptığın umurumda! Ya sen ne zannediyorsun kendini, sen böyle bir adam mısın?"

"Böyle bir adamım lan! Tam da böyle bir adamım!"

"Belli oluyor!" dedim, ikimiz de sustuk bir an için ve sessizlik oldu. Öfkeyle elimi alnıma vurdum.

"Sakinleşmişti, hiçbir şey yapmıyordu, tam doğru düzgün konuşup halledecektim ama sen her şeyi mahvettin!"

"Odanın kapısını kilitleyerek mi konuşacaktı seninle? Lan senin hâlâ aklın başına gelmedi mi?"

"Bana bağırıp durma! Buraya gelirken olay çıkacağını biliyorduk! Doğru düzgün davranmayacaktı ama sakinleşip dinleyecekti en sonunda beni! Öyle de oldu ama sen her şeyi mahvettin! Şimdi git, ne hâlin varsa gör! Nasıl hallediyorsan hallet!"

"Bin şu arabaya!" deyip arabasını gösterdi, yanından geçerken bilerek sertçe omzuna çarptım. Bu yüzden sarsılırken gidip arabaya bindim. Birkaç dakika sonra kendisi de bindi, arabanın kapısını öyle bir çarptı ki araba sallandı. Çok geçmeden de çalıştırdı ve son gaz uzaklaştık barın olduğu sokaktan.

İkimiz de tek kelime etmedik tüm yol boyunca. O bana öfkeli ben de ona öfkeliydim. Bu yüzden sessizdik zaten. Yolda bir ara Pars'ın telefonu çaldı ama açmadı. Yaklaşık yarım saat sonra marinadaydık ve sonunda eve dönüyorduk. Araba durunca aşağıya indim, çarparak kapattım kapıyı. Pars da indiğinde farklı bir şey yapmazken gemiye doğru yürüdüm.

Beni durduran şey duyduğum polis arabalarının siren sesleri oldu. Marinanın girişine doğru baktığımda polis arabasını gördüm. Az çok ne olduğunu anlarken sıkıntıyla ofladım. Gözümün ucuyla Pars'a baktım, ellerini arkasında birleştirmiş, polis arabasına doğru bakıyordu. Büyük birkaç adımda yanına ulaştım.

"Beğendin mi yaptığın şeyi? Al işte başına bela aldın!" Yeşilleri beni buldu, tek kelime etmedi. O sırada polis arabası durdu, içinden iki memur indi ve yanımıza geldi.

"Pars Atakan Karahan," dedi iki memurdan biri, Pars uzunca bir nefes aldı.

"Benim," dedi.

"Hakkınızda şikayet var, bizimle karakola kadar gelip ifade vermeniz gerekiyor." Gözlerimi kapattım, sıkıntıyla ofladım. Sanırım bizim için gece çok uzun olacaktı.

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum♡

Bir sonraki bölümü yazmaya başladım bile, bu kez sizi fazla bekletmeyeceğim :)

Sizce yeni bölümde neler olacak?

Ayliz'in sevmediğiniz gri saçları değişti artık :)

Alıntılar ve duyurular için;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%