@gizzemasllan
|
Selam :) Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ gizzemasllan Instagram: gizzemasllan . . . 14. BÖLÜM "GİZLİ MAHZEN" Sorunların şiddetle çözülmeyeceğini bir kez daha anlamıştım Pars sayesinde. Çünkü eğer çözülüyor olsaydı şu an birlikte bir karakolda olmazdık ve onu içeriye almış olmazlardı. "Geri zekalı Tan!" diye söylendim karakolun içinde bir sağa bir sola gidip volta atarken. Öfkeden de meraktan da delirmek üzereydim. Öfkem Tan'a karşıyken merakım bir tek Pars'a yönelikti. Bir şey olmazdı değil mi? Ya tutuklanırsa? Dudaklarımı ısırdım, ufaktan korkmaya başlamıştım. Bir avukata haber vermek lazımdı. Acaba babamı arayıp olanları anlatsa mıydım? Biraz kızardı ama yine de yardım ederdi. "Yok yok babam olmaz, biraz sakin olmalıyım bence," dedim kendi kendime ve volta atmaya devam ettim. "Her şey güzel olacak, hiçbir şey olmayacak. Ne yapacaklar bir kavga yüzünden hapse mi atacaklar?" Kendimle konuşmaya devam ettim, o an aklıma Pars'ın barın içinde silah sıkmış olduğu geldi ve duraksadım. Tamam her şey güzel olacak, bir kavgadan bir şey olmaz falan da peki ya silah? Silah sıkmış olduğundan başı çok büyük belada gibiydi. "Sanırım pek de kolay kurtulamayacak," diye mırıldandım kendi kendime ve daha fazla dayanamadım, bilgi almak için ilerideki polislerin yanına gittim. Bir masanın etrafında üç polis oturmuş, kağıt işlerine dalmışlardı. "Merhaba." Aralarından sadece biri başını kaldırıp bana baktı. "Arkadaşımı sorguya aldılar ama yarım saat olmasına rağmen bilgi veren olmadı." "Sorgusu bitince haber vereceklerdir hanımefendi," dedi adam ve işine devam etti, göz devirmemek için kendimi çok zor tuttum. "Küçücük bir kavgadan dolayı getirildi buraya, cinayetten değil. Bir sorgunun bu kadar uzaması normal mi?" Sordum ama bu kez ters bir tavırla ve adamın yeniden bana bakmasına neden oldum. "Hanımefendi mutlaka haber vereceklerdir size, şimdi lütfen beklemenizi istedikleri yere gidin." Açıkça kovdu beni, hem de tehditkâr bir şekilde. Bu da sinirlenmeme neden oldu ama elimden bir şey gelmedi. Öfkeyle ayrıldım yanlarından. Ne yapacağımı bilmezken bir de başka bir polisle işimi denemeye karar verdim, ilerideki başka bir memurun yanına gittim. "Merhaba," dedim bir kez daha, adamın gözleri beni buldu. "Buyurun," deyince tatlı tatlı tebessüm ettim. "Arkadaşımı sorgu için aldılar ama henüz hiç kimse çıkmadı, neler olduğunu merak ediyorum," dediğimde adam bir anlığına elindeki telefona bakıp yeniden bakışlarını bana çevirdi. "Arkadaşınızın ismi neydi?" "Pars Atakan Karahan." "Hatırladım o beyefendiyi, endişe etmeyin bir sorun yok. Kendisi şu anda emniyet müdürünün yanında, onunla görüşüyor. Sorguda bile değil, gelecektir birazdan," dedi ve ayrıldı yanımdan, söyledikleri içimi rahatlatırken bir yandan da meraka düşürdü. Koskoca emniyet müdürü mü ilgileniyordu basit bir bar kavgasıyla? Bu durum hiç de hayra alamet gibi durmuyor. "Bence ben en iyisi babamı arayayım," dedim kendi kendime ama telefonum yoktu, bir polisten rica etmeye karar verirken ileriden bana doğru gelen bir adamı gördüm. Pars'ın yanında çalışanlardan biri olduğunu anlarken yanıma gelmesini bekledim. Gelir gelmez "Ayliz Hanım," dedi ve karşımda durdu. "Pars Bey sizinle ilgilenmemi istedi. Sizin de hiç kimseye haber vermemenizi istedi, özellikle de babanıza." Şaşkınca kaldım adamın karşısında. "Bu adam ermiş mi ya? Nereden biliyor benim ne yapacağımı?" diye sordum, adam anlamsız bakışlar atarken de güldüm. "Yok bir şey yok, boş ver," dedim, adam dışarıyı gösterdi. "Gelin ben sizi dışarıya çıkarayım, biraz hava alın." Başımı olumsuz anlamda salladım. "Pars'ı bekleyeceğim ben," dedim, adam konuşacak gibi olduğunda da "Dışarısı da çok soğuk zaten, burada beklerim," dedim, gidip boş bulduğum bir yere oturdum. Adam bir şey diyemezken engel olmamış olmasından dolayı içim rahat etti. "O zaman ben bahçeye çıkıyorum, sizi sorun etmezler ama ben içeride kalmasam iyi olur," dedi, başımı sallamakla yetinirken de "Burada size de bir şey olmaz zaten, en güvenli yerlerden birindesiniz zaten," dedi, tebessüm ettim. Adam başka bir şey demeyip yanımdan ayrılırken de arkama yaslandım, ellerimi göğsümün altında birleştirdim. Gözümün ucuyla saate baktığımda gecenin 11'i olduğunu gördüm. Sıkıntıya ofladım ve karakolun içine bakındım. Bir grup sarhoş getirmişler, polislerin çoğu onlarla uğraşıyorlardı. O kadar karmaşıktı ki ortalık fazlasıyla bunalmıştım. "Bizim burada ne işimiz var ya?" diye söylendim, başımı önüme eğdim ve sıkıntıyla ofladım. Kalabalık giderek artarken sıkıntım da arttı ve en sonunda dayanamadım, kendimi karakoldan dışarıya attım. Temiz hava yüzüme çarpınca kendimi çok daha iyi hissettim. Gözlerimi açtığımda yanıma bir adam geldiğini gördüm, tipine bakılırsa hiç de Pars'ın çalışanlarından biri gibi durmuyordu. Normalde beni korkutacak bir durumun bu kez üzerimde hiçbir etkisi olmadı. Çünkü karakolun bahçesindeydik ve onlarca polis vardı. Burada birinin bana bir şey yapabileceğini hiç sanmıyorum. "Sen kimsin?" diye sordum, ellerimi montumun cebine koydum. "Tan'ın arkadaşıyım ben, o gönderdi beni," dedi, göz devirdim. Bir de haberci gönderiyordu, geri zekalı. "Ne istiyormuş?" diye sordum alay edici bir tavırla. "Onu kendisine sorarsın." Yüzümde alaylı bir ifade oluştu. "Allah Allah nasıl olacakmış o?" diye sorduğumda elindeki telefonu uzattı. "Seninle konuşmak istiyor, bence konuşmalısın. Yoksa pişman olan sen olacaksın." Kaşlarımı çatarak baktım elindeki telefona ve sırf merakımdan aldım o telefonu. Karşımdaki adam başka bir şey demeden yanımdan ayrılıp giderken telefon çalmaya başladı, anında açtım. "Ne istiyorsun sen daha benden?" diye sordum açar açmaz. "Sadece konuşmak," dedi anında. "Bu zamana kadar yapamadığımız tek şey bu oldu Ayliz, konuşamadık biz seninle. Şimdi sadece seninle oturup doğru düzgün en başından beri olanları konuşmak istiyorum." Alayla güldüm, bilerek bunu sesli yaptım ki duysun istedim. "Sen gerçekten artık bunun mümkün olduğunu mu düşünüyorsun?" diye sordum. "Düşünüyorum, hatta bu gece eskisinden de daha mümkün oldu bu. Çünkü bana gelmek zorundasın." Bu şekilde kendinden emin konuşması beni bir an için korkuya düşürdü. "Neden öyle bir zorunluğum olsun?" "Eğer gelmezsen şikayetimi geri çekmem ve üstüne bir de avukatım tarafından barın güvenlik kamerası kayıtlarını polise teslim ederim. O şerefsiz sadece darptan değil, silah sıktığı için de yargılanır." Sinirle güldüm, bu salak ne zannediyordu? Türk dizisi falan çektiğimizi mi? "Sen beni tehdit mi ediyorsun?" "Evet, ben seni tehdit ediyorum. Şimdi ya yanıma gelirsin ve benimle doğru düzgün konuşursun ya da ben avukatımı ararım." Göz devirdim. "Tamam lan, geliyorum. Sen neredesin bana onu söyle, hastanede misin?" "Hayır, evimdeyim. Adresi biliyorsun zaten," dedi, sesi az öncekinden çok daha keyifli çıkıyordu. "Biliyorum, bekle sen beni orada. Ben 1 saat içinde yanında olacağım," dedim, cevap vermesini beklemeden telefonu yüzüne kapattım. "Geri zekalı, sen görürsün şimdi," dedim ve alayla güldüm. "Arada salaklık yaptığım oluyor ama ben Savcı Agâh Karadağ'ın kızıyım, sana mı pabuç bırakacağım?" Kendi kendime konuşurken yeniden karakola girdim ve doğrudan az önce benimle ilgilenen polisin yanına gittim. "Merhaba," dedim yine, adam bana bezmiş bir tavırla baktı. "Hanımefendi az önce söylediğim gibi..." Sözünü kestim. "Buraya arkadaşımı sormak için gelmedim," dedim, adamın tek kaşı kalktı. "Ya ne için geldiniz?" "Şikayette bulunmak için. Siz mi alırsınız ifademi, yoksa başka biriyle görüşmem gerekiyor mu?" Adam şaşırmış gibiydi. "Tam olarak kimi, neden şikayet edeceğinizi öğrenebilir miyim?" "Tabii," dedim anında. "Eski erkek arkadaşımı şikayet edeceğim. Ondan ayrıldıktan sonra gizlice evime girip taciz etti beni ve uyuşturucu verdi." Adamın şaşkınlığı daha da artarken söylediklerim gerçek olduğundan hiç korkmadım. Ayrıca Amerika'daki o ev Pars'a aitti ve kamera kayıtlarının olduğunu da çok iyi biliyordum. Kolaylıkla ispat edebilirdim bunu. Sadece daha önce babam duymasın diye yapmak istememiştim ama şimdi hiç kimse umurumda değildi. "Ayrıca kendisi yaklaşık 15 dakika önce bir arkadaşıyla bana bu telefonu gönderdi," deyip elimdeki telefonu masaya bıraktım. "Sonrasında da bu telefondan beni aradı ve yanına çağırdı beni. Gitmezsem iyi şeyler olmayacağını söyleyip açıkça tehdit ettiğini dile getirdi. Şikayetçiyim bu adamdan, gereken yapılsın lütfen." Adam tüm söylediklerimi hayretler içinde dinledi. Sanırım birinden şikayetçi olacağımı söylediğimde beni pek de ciddiye almamıştı ama şimdi işin ciddi olduğunun farkına varmış gibiydi. "Bir şey yapmayacak mısınız?" diye sordum, adam ileriye doğru baktım. "Oğlum, bak bir buraya," dedi, hemen bir polis memuru yanımıza geldi. "Hanımefendiyi ilerideki odaya al ve yazılı ifadesini al. Daha sonra da ifade doğrultusunda gerekeni yapın." Keyifle dudaklarım yana kıvrılırken adam bana baktı. "Memur arkadaş sizinle ilgilenecek, buyurun ifadenizi verin," dedi, başımı salladım ve yanımdaki polisle birlikte bir odaya gittim. Odaya girip gösterilen yere oturdum, polis de bilgisayarın başına oturdu ve yazılı ifademi aldı. Ardından telefonu delil olarak alıp kamera kayıtlarını kendilerine ulaştırmamızı istedi. Bunu Pars'la konuşmam gerektiğinden şimdilik bir şey yapamazken de odaya başka iki polis çağrıldı, Tan'ı bulup ifade için buraya getirmeleri istendi. O iki polis odadan ayrılırken de ifademi alan polis konuştu. "Şahıs ifadesini verdikten sonra deliller doğrultusunda yarın sabah savcılığa sevk edilecektir. Bu yüzden bahsettiğiniz kamera kayıtlarını bir an önce bize teslim etmeniz gerekiyor," dedi, başımı salladım. "Tabii, hiç endişeniz olmasın. Yarın sabaha kadar teslim etmiş olacağım," dedim, umarım Pars'ı yarın sabaha kadar bırakmış olurlar diye içimden geçirirken ayağa kalktım. "Ben şimdi bu konuyla ilgileneceğim, çıkabilirim değil mi?" "Tabii," dedi sadece, tebessüm ettim ve odadan ayrıldım. "Umarım yanlış bir şey yapmamışımdır," diye mırıldandım, o sırada yine Pars'ın gönderdiği adam yanıma geldi. "Ayliz Hanım neredesiniz siz yarım saattir? Her yerde sizi arıyorum," dedi endişeli bir şekilde. "Lavaboya kadar gittim." Küçük bir yalan söyledim, adam sorduğuna mahcup olmuş gibi davrandı. "Anlıyorum," dedi ve ekledi. "Ben Pars Bey'in yanına giren bir polisle görüştüm, her şeyin yolunda olduğunu söyledi. Avukat falan çağıracaktım ama gerek yokmuş, bir saate bırakırlar dedi." Afalladım, bu kadar çabuk ve basit bir şekilde bu durumun çözüleceğini hiç düşünmemiştim doğrusu. Acaba adam korkmayayım, endişe etmeyeyim diye yalan söylüyor olabilir miydi? "Gerçekten bırakacaklar mı?" diye sordum emin olmak için. "Evet, bir saate hallolur her şey dediler. İsterseniz ben sizi adaya götüreyim, Pars Bey işi bittikten sonra gelir. Kapıda onu bekleyenler var zaten," dedi, başımı olumsuz anlamda salladım. "Olmaz, benim de burada kalmam gerekiyor. Hem zaten sadece bir saatmiş. Bir saat beklerim, ne olacak ki?" diye sordum ve gidip az önceki yerime yeniden oturdum. Adam bir şey demezken de beklemeye başladık. Çok geçmeden adam yine bahçeye çıktı, ben yine burada yalnız kaldım ve tek başıma yarım saat kadar zaman geçirdim. Geçirmeye de devam ederken iki polisin arasında bu tarafa doğru gelen Tan'ı gördüm. Kaşı ve dudağı patlamış, gözünün altı mor ve gözü şişti. Onu bu hâlde görmek dudaklarımın yana kıvrılmasına neden olurken ayağa kalktım. Yanıma ulaştıklarında Tan durdu, polisler de onunla birlikte durmuşlardı. "Bilerek yaptın bunu değil mi? Sırf o şerefsizi şikayet ettim diye yaptın!" dedi, karşısında keyifli bir şekilde dururken konuştum. "Bunun kimseyle alakası yok, karakola kadar gelmişken ben de işimi halledeyim dedim. Sonuçta söylediklerimin içinde hiçbir yalan yok, anlattığım her şeyi yaptın sen," dedim, konuşacak gibi olduğunda da devam edip engel oldum ona. "Yetmedi bir de suçlu olduğun hâlde üste çıkmaya çalıştın, ben de seni tuttuğum gibi aşağıya çektim. Şimdi hak ettiğin durumdasın," dedim, ellerimi cebime koydum. Tan öfkeden delirmek üzereydi. "Madem hakkımızı arıyoruz, ben de hakkımı aradım. Hiç kimsenin yaptıkları yanına kalmamalıydı değil mi?" diye sordum, öfkesi daha da arttı. "Seni bunu yaptığına pişman edeceğim Ayliz! Yemin ederim pişman edeceğim!" dedi, karşısında pis pis sırıtmaya devam edince de istediğim oldu, bana saldırır gibi oldu ve hemen polisler engel oldu ona. "Görüyorsunuz değil mi memur bey? Sizin yanınızda bile tehdit edip saldırıyor bana, şikayetçiyim ben bu adamdan!" dedim, Tan bir kez daha üzerime gelecek gibi olduğunda da polisler tarafından uzaklaştırıldı. Arkasından bakıp keyifle gülümsemeye devam ettim. Pars bu yaptığımı öğrendiğinde neler olacak gerçekten çok merak ediyorum. Ben daha bunu düşünürken yanımda bir polis memuru belirdi. "Ayliz Karadağ?" "Benim," dedim, yine mi ifade vereceğim diye düşünürken adam konuştu. "Gelin benimle lütfen," dedi, ilerledi. Hiç sorgulamadan peşinden gittim, koridorun diğer ucunda kalan bir odanın önünde durdu. "Buyurun, içeriye girin," dediğinde odanın kapısının üzerinde yazan yazıyı okuyup emniyet müdürünün odası olduğunu anladım. Kendime çeki düzen verdikten sonra odaya girdim. Odaya girerken Pars'ın oturduğu koltuktan kalktığını gördüm. Başını çevirip bana baktığında da yanına gittim ve hiç beklemediği bir şey yapıp sarıldım ona. Ellerimi beline dolarken başımı göğsüne koymuştum. "İyi misin?" diye sordum sarılırken de. "Ayliz ne yapıyorsun?" diye sordu o da, başımı kaldırdım ve çenesinin altından yüzüne baktım. "Sarılıyorum." "Burada mı?" Etrafa bakındım ve emniyet müdürünü, iki de polis memurunu gördüm. Üçü de bize bakarken usulca uzaklaştım Pars'tan. "Anlaşılan Ayliz Hanım sizin için endişelenmiş Pars Bey," dedi emniyet müdürü, afalladım. "Bey mi? Siz her sorguya aldığınız kişiye böyle mi hitap ediyorsunuz?" Sordum, Pars yalandan öksürüp araya girdi. "Sen biraz sus en iyisi," dedi ve emniyet müdürüne baktı. "Biz artık gidelim, size iyi görevler. Eğer bir sorun çıkarsa ararsınız beni." Şüpheyle baktım odanın içindekilere. Sanki burada bir şey dönüyordu ve ben anlamıyordum. Bunu düşünürken Pars'ın gözleri beni buldu. "Hadi Ayliz," dedi, buna rağmen olduğum yerde durmaya devam ederken odanın kapısına birkaç defa vuruldu ve içeriye bir polis memuru girdi. Emniyet müdürüne bakıp müsaade aldıktan sonra odadaki diğer polis memuruna çevirdi bakışlarını. "Başkomiserim Tan Ünsal getirildi, ifadesini bizzat almak istediğinizi söylemiştiniz," dedi memur, Pars'ın bakışları anında beni bulurken alt dudağımı ısırdım. Kaşlarını çattı, gözlerinin kenarı kısıldı ve sinirli bir ifadeyle baktı bana. "Geliyorum hemen," dedi başkomiser olduğunu öğrendiğim adam. "Bir dakika, bu Tan Ünsal sizin kavga ettiğiniz adam değil mi?" diye sordu emniyet müdürü Pars'a yönelik. Pars gözlerini benden ayırmadan "O sanırım," dedi. "Ne işi var burada? Neden ifade vermek için gelmiş?" diye sordu emniyet müdürü haberi getiren polise. Suç işlemiş küçük bir çocuk gibi mahcubiyetle işaret parmağımı kaldırdım. "Benim yüzümden," dediğim an herkesin bakışları anında beni buldu. "Ben şikayetçi oldum," diye ekledim. Pars'ın sinirli bakışları yerini şaşkınlığa bırakırken emniyet müdürü konuştu. "Siz mi? Neden böyle bir şey yaptınız? Daha doğrusu ne için şikâyet ettiniz?" diye sordu, burada suçlu olan ben olmadığım için üzerimdeki mahcubiyetten kurtuldum anında ve dimdik durdum. "Çünkü beni taciz edip zorla uyuşturucu verdi. Daha sonra da barda zorla bir odaya kapattı. Pars da beni kurtarmak için kavga etti zaten. Madem o bizden şikâyetçi ben de ondan şikâyetçiyim," dedim, müdür karşımda büyük bir şaşkınlık yaşarken polisin söylediği şeyi de duydum. "Telefon olayı da vardı," dedi, Pars'ın gözlerini bir kez daha öfke esir aldı. "Ne telefonu? Ben neden böyle bir şey bilmiyorum?" "Ben sana onu sonra anlatsam?" dedim ve odanın içine bakınıp ilave ettim. "Şimdi gitsek buradan," dedim ve bir tek onun duyabileceği bir ses tonuyla "Biraz sıkıldım," diye ekledim. "Sıkıldın," diye tekrar etti, başımı salladım. O an öfkeli hâli bir kez daha ortaya çıkarken emniyet müdürüne baktı. "10 dakika sonra döneceğim," dedi, sıkıntıyla derin bir nefes aldı ve bakışlarını bana çevirdi. "Halletmem gereken bir şey var." Öyle bir söyledi ki sanki bana kızacak gibiydi, tamam da bu kez neye kızdı ki? Yanlış bir şey yapmadım, Tan'ı şikâyet ettim işte, daha ne istiyor? "Bekliyoruz," dedi emniyet müdürü, Pars bir anda kolumu kavradı. "Sen gel benimle," deyip beni çekiştirerek odadan çıkardı. "Ya bir dur! Ne yaptım yine ya? Bu da mı olmadı, yine mi hata yaptım?" Ben kendi kendime söylenip dururken bir odaya girdik, etrafa bakındığımda bizden başka kimse olmadığını gördüm. Sahi biz nasıl böyle her yere girip çıkabiliyorduk? Bu ne biçim karakol böyle? "Sen beni delirtmek mi istiyorsun?" diye sordu, kaşlarımı çattım. "Yine nerede yanlış yaptığımı öğrenebilir miyim?" diye sordum ben de ve devam ettim. "Ya bu adam benim söylediğim her şeyi yapmadı mı, sen de bana ona bir şey yapmadık diye kızmadın mı? Ben de yaptım işte, şimdi sorun ne ben anlamıyorum ki!" Öfkesi daha da arttı. "Ayliz!" dedi dişlerini sıkarak ve bana doğru bir adım attı, alt dudağımı ısırdım. "Sen ne yaptığının farkında değil misin?" Resmen öfkeden delirmek üzereyken sordu bunu, dilimi damağıma çarpıtarak cıkladım. Aynı zamanda kaşlarımı da hayır anlamında kaldırdım. "Yok valla değilim," dedim, bu cevap onu daha da sinirlendirirken merakla "Ne yapmışım?" diye de sordum. Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. Onun bu hâlleri beni sinirlendirirken gözlerini açtı yeniden ve öfkeyle baktı gözlerimin içine. "Ayliz," dedi bir kez daha dişlerini sıkarak. "Sen kimseyi şikâyet edemezsin! Sen ölüsün, ölü! Buna rağmen gitmiş ifade vermişsin!" Anladığım şeyle şaşkınca kalakaldım, doğru ya bir de böyle bir şey vardı. "Ay ben onu unuttum," dedim ve dudaklarımı ısırdım. "Valla unuttum ya, yemin ederim bilerek yapmadım," diye açıkladım, dümdüz bir ifadeyle baktı yüzüme. "Ne olacak şimdi? Ne yapacağız?" diye sordum, arkasını döndü bana ve yanımdam uzaklaştı. Merakla ona bakarken ilerideki masaya gitti, ellerini masaya koyup başını önüne eğdi. Sabırla sakinleşmesini bekledim. Şu an sesimi çıkarıp da bir şeyler söylemenin hiç sırası değil, bırakayım kendine gelsin diye içimden geçirirken derin derin nefes almaya devam etti. "Şimdi kafamı duvara vuracağım!" diye söylendiğini duyduğumda gülesim geldi ama cesaret edemedim, kendime engel oldum. "Yemin ederim şimdi kafamı duvarlara vuracağım, delirttin beni!" O söylenmeye devam ederken ben sessiz kaldım, o sırada bir anda başını kaldırıp bana baktı. Göz göze geldiğimiz an ufaktan korkmaya da başlamıştım. "İnsanlık hâli," dedim fısıltı gibi çıkan sesimle. "Çıkmış işte aklımdan," diye de eklememle birlikte üzerime doğru yürümesi bir oldu. Korkuyla küçük bir çığlık atıp odanın bir diğer ucuna kaçtım. "Gelme üzerime ya! Unuttum işte Allah Allah!" diye çıkıştım. "Sen kolay mı zannediyorsun yaşarken ölmeye alışmayı? Aklıma gelmedi işte!" Kendimi savunmaya devam ettim, bu savunma sanki onu biraz sakinleştirir gibi oldu. "Bak valla korkuyorum ben senden he!" dedim, birkaç adım daha geriye gittim. "Sinirlenince çok manyak bir şey oluyorsun sen, uzak dur benden." Kaşlarını bir kez daha çattı, gözlerinin kenarı kısıldı ve tehditkâr bakışlar attı. "Bakma şöyle valla korkuyorum ya!" diye kızdığımda odanın kapısını gösterdi. "Düş peşime!" deyip kapıya doğru yürüdü, bunu yaparken bana arkasını döndüğü için rahat bir şekilde göz devirdim. Bu adam gerçekten manyak. "Hadi!" diye çıkıştığında onu daha fazla sinirlendirmemek adına hızla peşinden gittim, birlikte odadan çıktık ve emniyet müdürünün odasına yeniden döndük. Odaya girdiğimizde ben bir köşede durdum, onlar da benden olabildiğince uzağa gittiler ve uzun uzun bir şeyler konuştular. Pars'ın burada suçlu olarak bulunması gerekirken nasıl oluyor da böyle davranabiliyordu aklım gerçekten almıyordu. Fakat şu an çok daha önemli sorunlarımız varken soramıyordum bunu. "Sen hiç merak etme, ben halledeceğim her şeyi, haberleşiriz yine," dedi emniyet müdürü, Pars ona elini uzattı. "Eyvallah," dedi, adam da Pars'ın elini sıktı ve yanından uzaklaştı, yanıma geldi. "Hadi, gidiyoruz," dedi ve kapıyı gösterdi. Tek kelime etmeden kapıya doğru yürüdüm, birlikte odadan ayrıldık. Odanın önünde durduğumuzda ellerini arkasında birleştirdi ve gözlerimin içine baktı. Bir kez daha alt dudağımı ısırdım, ne diyeceğimi bilemedim. Bu yüzden de hiçbir şey demedim ve yoluma devam ettim, karakoldan çıktım. O da peşimden geldi. Karakoldan çıktığımızda bahçede durdum, o da benimle birlikte durduğunda daha fazla sessiz kalmaya dayanamadım. "Halloldu mu?" diye sorabildim bir tek. "Halloldu," dedi, rahat bir nefes aldım. "Şimdi onu da bırakırlar o zaman," dedim, dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Yaptığının cezasını çekecek," dedi ve ekledi. "Sadece şikâyet eden sen olmayacaksın," dediğinde anladım dercesine başımı salladım ve arabaya doğru yürümek istedim ama bileğimden tutup engel oldu buna. "Yok öyle kaçmak," dedi, durduğumdan emin olunca bileğimi bıraktı ve ellerini arkasında birleştirdi. "Ne olduğunu anlat," dediğinde derin bir nefes aldım ve hemen anlatmaya başladım. Bahçedeyken yanıma gelip telefon veren adamdan başlayıp Tan'la konuşmamızı ve sonrasında olanları eksiksiz bir şekilde anlattım. Konuşmanın sonunda bir kez daha bana kızmasına kendimi hazırladım ama bu kez beklediğim şey olmadı, sakin kaldı. "Bir şey demeyecek misin?" diye sordum deli gibi dememesini isterken. "Aferin," dedi, az önce içeride olanlardan sonra bu söylemesini beklediğim en son şey bile olmadığından fazlasıyla şaşırırken "Hiç değilse bu konuda salaklık edip yanına gitmemişsin," diye ekledi, kaşlarımı çattım. "Düzgün konuş benimle ya!" diye çıkıştım. "Barın önünde başka bir kadınla öpüştüğünde o öpmedi sonuçta, kadın onu öptü, ikisi çok farklı şey dediğinden beri ve Amerika'da ona bir şey yapmamamı istediğinden beri ben senden her türlü şeyi bekliyorum Ayliz. Hiç değilse bugün o günkü gibi bir salaklık yapmamışsın." "Sen hâlâ orada mısın Pars ya? O kadar şey yaşandı hâlâ mı unutmadın?" "Unutmam mı gerekiyordu?" diye sordu anında ve arabayı gösterdi. "Bin şimdi arabaya." Göz devirdim, konu uzamasın diye gidip arabaya bindim. Peşimden de hemen kendisi bindi. "Neden böyle oldu? Niye her şey bu kadar çabuk bitti? Her şeyi geçtim, bar kavgası yüzünden karakola getirilmiş bir adam emniyet müdürünün odasındaydı ve misafir gibi davranıyorlardı. Ya hadi bunu da geçtim, benim ölü olduğum hâlde ifade vermem bile bir sorun olmadı ya, adamla konuşup halettin. Nasıl yaptın bunları?" diye sordum ve o arabayı çalıştırırken de tamamen ona döndüm. "Sen kimsin Pars?" Gözleri beni buldu. "Ne demek o şimdi?" "Ne demek olduğunu bence gayet iyi anladın. Kimsin sen, neden sana öyle davrandılar içeride?" Açıkça sordum, soruma cevap vermek yerine gaza bastı ve karakolun önünden ulaştık. "Neden cevap vermiyorsun? Cevap veremeyeceğin kadar mı büyük bir şey?" Israrla sormaya devam ettim ama fark ettiğim kadarıyla bana cevap vermeye hiç niyeti yoktu. Sessizliğinin başka bir açıklaması da olamazdı zaten. Sinirle önüme döndüm, ellerimi göğsümün altında birleştirdim. O sırada gözlerim camdaki yansımamı buldu ve elim istemsizce saçlarımın ucuna gitti. Sanırım bu duruma alışmam biraz zaman alacak gibiydi. "Bu arada baban her şeyi öğrenecek artık," dediğinde yeniden bakışlarım onu buldu. "Biliyorum," dedim ve derin bir nefes aldım. "Ama olsun, öğrensin. Tan'ın ceza alacak olması yeterli olur benim için, babam konusunu bir şekilde hallederim. Hem zaten bunu göze alarak şikâyet ettim ben onu, pek fazla işe yaramadı ama yine de göze almıştım işte," dedim, Pars hiçbir şey demezken tamamen ona döndüm. "Biliyorum belki cevap vermeyeceksin ama yine de sormak istiyorum; şu beni öldürmek isteyen adamlar ne durumda? Ne zaman kapanacak bu konu?" "Niye soruyorsun?" "Çünkü bilmek istiyorum, hayatıma ne zaman tam anlamıyla devam edeceğimi bilmeye hakkım var," dediğimde gözünün ucuyla baktı bana. "Hayatın?" diye sorguladı ve bakışlarını yeniden yola çevirdi. "Akşamın ilk saatlerinden, sabaha kadar barda eğlendikten sonra sarhoş bir şekilde eve dönüp akşama kadar yattığın hayatından mı bahsediyorsun? O zamanlar mı özledin?" Yine laf çarptı ve sinirimi bozdu. "Ben artık öyle biri değilim," dedim, alaylı bir ifade oluştu yüzünde. "Her şey bitse bile hayatıma öyle devam etmeyi düşünmüyorum. Kendime düzgün bir hayat kuracağım," dedim kendimden emin bir şekilde, bunu yapmaktan da ziyade artık kendimi herkese kanıtlamak istiyordum. "Nasıl kuracaksın? Ne yapacaksın mesela?" diye sordu, alay ediyormuş hissine kapıldım. "Alay etme benimle!" diye çıkıştım, gözleri beni buldu. "Sordum sadece," dedi çok ciddi bir ifadeyle. "Bilmiyorum," dedim sorusuna yönelik. "Ama düzgün bir şekilde devam edeceğim, siz de göreceksiniz. Hepiniz beni küçük gördüğünüz için pişman olacaksınız!" "Şimdiden kaybettin bile, boşuna deneme," dedi, sinirlendim. "Ya sen nasıl..." Sözümü kesti. "Eğer gerçekten bir şey yapacaksan, bir şeyleri değiştirmek ve yoluna sokmak istiyorsan kendin için yapacaksın," dedi, araba biraz yavaşlamıştı ve bir bana bir de yola bakarak konuşuyordu. "Hiç kimse için değil," diye ekledi. "Çünkü bir başkası için yaptığın şeyden bir gün elbet sıkılır, yeniden eskiye dönersin ve o zaman yine başaramadı olursun ama kendin için yaparsan sonuna kadar gidersin," dedi, gözlerini yola çevirdi. "Kimseye kendini kanıtlamaya çalışma, kendine yapabileceklerini kanıtla, yeter. Görmek isteyen seni de yaptıklarını da her şekilde görecektir zaten," derken yeniden hızlanmıştı araba. "Bunlar sana alay etmek için ya da seni küçük gördüğüm için falan söylemiyorum. İyiliğin için söylüyorum. İster dinle ister dinleme." Söyledikleri karşısında sessiz kalmayı tercih ettim. Çünkü ilk kez birinin bana verdiği öğütler etki etti sanki. İlk kez birinin öğütleri kızdırmadı beni. Aksine ona hak verdim, ne anlatmak istediğini anladım. Bu da beni mutlu etti, hem de çok. "Ayrıca," diye konuya girdi Pars. "O adamlar konusunda şimdilik her şey yolunda. Yakında daha da yoluna girecek. Çok az kaldı yani, biraz daha sabret." İşte şimdi daha da mutluydum. Bu işin artık bitecek olması rahatlattı beni. "Sevindim," dedim söyledikleri karşısında, çünkü artık gerçekten bitmesini istiyorum. Pars'la ya da babamla ilgili bir sorunum yoktu artık ama yine de böyle devam etmek çok zor geliyordu. Ben, özgür olmaya alışığım. Böyle her gittiğim yere koruma gibi Pars'ın gelmesi, ona haber vermeden daha doğrusu izin almadan evden çıkamamam falan hiç bana göre bir şey değil. Bunalıyorum artık, dayanamıyorum, içim sıkılıyor. Yaşadığım şeyi daha başka nasıl anlatabilirim ki? Önce marinaya sonra adadaki eve ulaşıp da salona girdiğimizde yorgun bir şekilde kendimi salondaki koltuğa attım. İyice yayılıp arkama yaslanırken Pars da karşımdaki yerini almıştı. "Babam duymuş mudur olanları?" diye sordum, benim gibi arkasına yaslanıp gözlerini kapatırken konuştu. "Bilmiyorum," dedi ve biraz daha yerleşti koltuğa. "Yarın öğreniriz." Sessiz kaldım bu cevap karşısında. Babam olanları öğrendiğinde neler olacak bilmiyorum, Amerika'da olanlara nasıl tepki verecek onu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey; Tan'ın ceza alacak olmasına benden daha çok sevinecek olduğuydu. "Ben çok yorgunum, odaya çıkıp dinleneceğim," deyip ayaklandım ve merdivenlere doğru yürüdüm. "Hop!" dedi bir anda, durdum ve ona döndüm. Ceketinin iç cebinden bir ilaç kutusu çıkardı, bana doğru attı. Refleksle o kutuyu havada tuttum. "İlacını içtikten sonra uyu. Yemek yedin zaten, karnın aç değil." "Tamam, odada içerim," dedim, yeniden gitmek için merdivenlere yöneldim ama yine engel oldu. "Gözümün önünde," dedi, içten içe sinirlenirken elimden geldiği kadar sakin kalıp yeniden ona döndüm. "Odada içerim dedim, bana iyi gelecek bir şeyi inatla yapmayacak kadar aptal değilim herhalde." Erkeksi bir tavırla ayak ayak üstüne attı. "Sen yine de gözümün önünde iç." Göz devirdim. "Hiç mi güvenmiyorsun sen bana?" diye sordum, dilini damağına çarpıtarak cıklarken eşzamanlı olarak da kaşlarını hayır anlamında kaldırdı. "Hiç," demeyi de ihmal etmedi ve beni biraz daha kızdırdı. Fakat bunu hiç belli etmeden gidip masanın üzerinde duran sudan bir bardak aldım, ardından da kutudan bir ilaç çıkardım ve gözlerinin önünde içtim. "İlaç kutusunu da buraya bırak," dedi sanki ben odaya geçince içmeye devam edecekmişim gibi. İçimden söylenirken masaya vurarak bıraktım kutuyu, gözlerini yeniden kapattı ve başını oturduğu koltuğun arkasına koydu. "Şimdi istediğini yapabilirsin." Bir kez daha göz devirdim, içimdeki şeytan şu an çok şey yapmamı söylüyordu ama tabii ki onu dinlemedim. Fakat yine de onunla biraz uğraşabilirdim. "Bugün gerçekten ölüm konusunu unuttuğum için öyle bir şey yaptım, unutmamış olsaydım seni zor durumda bırakmazdım," dedim, bakışları yeniden beni buldu. "Böyle bir şeyi unutmak için büyük bir çaba sarf etmen lazım Ayliz," dedi imayla. "Basit bir şey olmadığının farkındasın," diye eklediğinde alttan alttan güldüm. O bunu fark ederken omuz silktim. "Ne yapayım?" diye sordum ve aklımdan geçen o espiriyi patlattım. "Ölesim yoksa demek ki," dedim ve kendi esprime kendim gülmeye başladım. Pars anında ayaklanır gibi olduğunda da çığlık attım, ardından da kahkahayı bastım ve koşarak üst kata çıktım. "O odadan sakın çıkayım deme!" diye seslendiğinde daha çok güldüm ve bir üst kata daha çıktım, gidip kaldığım odaya girdim. Kendi kendime gülmeye devam ederken aynanın karşısına geçtim, saçlarıma bakındım. Eskisinden daha güzel olmuştu belki ama yine de alışmam biraz zaman alacaktı sanırım. Bunu düşünürken dolabımdan pijamalarımı çıkardım ve üzerimi değiştirdim. Banyoya girip ellerimi yıkadım, makyajımı sildim. Bu şekilde uyumaya hazır olunca da doğrudan yatağa girdim, hiçbir şey düşünmemeye çalışıp gözlerimi kapattım ve yorucu bir günün ardından kolaylıkla uykuya daldım. ***** Hevessiz ve bir o kadar da keyifsiz indim merdivenleri ve salondaki masaya bakıp sıkıntıyla ofladım. Canım hiçbir şey yemek istemezken gidip salondaki koltuğa attım kendimi. Ardından da yüz üstü uzandım ve uzanıp kumandayı aldım, televizyonu açtım. Yine bir sabah programına denk gelip göz devirdim. "Bu ne ya? Bu ne biçim hayat böyle? Hiçbir eğlence kalmadı hayatımda!" Kendi kendime söylenip gözlerimi kapattım. Yüz üstü bir şekilde uzanmış, ayaklarımı sıkıntıdan koltuğa vururken Pars'ın sesini duydum. "Ne yapıyorsun sen öyle?" "Uzanıyorum." "Sebep?" "Yapacak başka bir şey yok çünkü," dedim ve başımı kaldırıp ona baktım. "Telefon yok, bilgisayar yok, dışarıya çıkmak yok, konuşacak kimse yok! Ben de uzanıyorum işte, çünkü başka bir şey yok!" dedim, yeniden başımı yastığa koydum ve ayaklarımı vurmaya devam ettim. "Kalk hadi kalk, bir şeyler ye." Dilimi damağıma çarpıtarak cıkladım. "İstemiyorum, sabahları bir şey yiyemiyorum ben. Yediğim zaman da midem bulanıyor, öğlen yerim." "Saat zaten 11," dedi, yeniden başımı kaldırdım. "Erken işte daha," dedim, döndüm ve sırt üstü uzandım. "Yapacak bir şey yok zaten. Ha 11'de uyanmışım ha sabah 6'da. Ne fark eder? İkisinde de bu evin içindeyim sonuçta," dedim, Pars daha fazla uzatmayıp geçti ve ilerideki tekli koltuğa oturdu. O çoktan kahvaltısını yapmış olsa gerek diye içimden geçirirken yine aklıma Bilge geldi. "Sen niye evdesin bugün? İşin gücün yok mu? Buluşacağın biri falan yok mu?" diye sordum. "Bir şey soracaksan açıkça sor, ima edip durma. Nefret ederim." "Sordum ya işte, bir yere gidecek misin diye?" deyip durumu toparlamaya çalıştım. Fakat Pars bundan pek de tatmin olmadı, üstüne bir de cevap vermeye tenezzül etmedi. Ben de çok umursamayıp önüme döndüm. Birkaç dakika sonra "Babanla konuştum sabah, yarın geleceğini söyledi," dedi. "İyi," dedim ben de sadece. "Annen..." demesiyle hızla gözlerim onu buldu. "Sakın!" dedim anında. "Sakın onun hakkında tek kelime bile etme! Hiçbir şey bilmek istemiyorum!" Konuşacak gibi olunca "Bana sakın buraya gelecek deme! Yemin ederim yine eskisi gibi burada kalmamak için elimden geleni yaparım!" "Abartma," dedi ters bir tavırla. "Kadın..." Hâlâ bana onun hakkında bir şeyler söylemek için çaba sarf edince sözünü kestim ve ağzıma gelen ilk şeyi söyledim. "Bu seni ilgilendirmez!" dedim. "Aileye çok meraklıysan kendi ailenin peşine düş!" Bu cümlemle gözleri öfkeyle yandı. "Seni de kardeşlerini de yarı yolda bırakan o kadını..." Devam etmeme izin vermedi. "Yeter!" Bağırırken ayağa kalktı. "Haddini bil!" Öyle öfkeli bir tavırla bağırdı ki bir adım geri gittim. "Bir daha sakın, sakın böyle bir şey söyleyeyim deme!" Sinirle güldüm. "Sen de aynısını yapıyorsun! Karşıma bile çıkardın onu sen! Daha az önce..." Yine devam etmeme izin vermedi ve öfkelenmeme neden oldu. "Yurt dışına gitti diyecektim!" dedi dişlerini sıkarak. "Sen görüşmek istemeyince gitti, bunu söyleyecektim." Bir an için ne diyeceğimi bilemedim, cümlenin sonunu dinlemediğimden pişman oldum ama bu çok da uzun sürmedi. "Yine kaçtı demek, hiç şaşırmadım," dedim, Pars bir şey demezken de "Söylemene hiç gerek yoktu, o kadın hakkında en ufak bir şey bile bilmek istemiyorum. Ölüyor olsa bile istemiyorum." Sessiz kalmaya devam etti. Bu sessizliğin söylediklerimi yine umursamadığı için mi yoksa az önceki sözlerimden dolayı mı olduğunu anlayamıyordum. Soramadım da, sormak biraz cesaret isterdi. Ben de buna cesaret edemedim, onun sessizliğine de tahammül edemedim ve ayrıldım yanından. "Geri zekalı Ayliz! Tutsana kızım iki dakika dilini!" diye söylendim kendi kendime ve merdivenlerin yanında durdum. Arkama dönüp salona doğru baktığımda Pars'ın terasa çıktığını gördüm. Merakıma yenik düşüp camdan duvara gittim ve terasa bakındım. İleride duruyordu, sigara yakmıştı ve onu içiyordu. İçimdeki pişmanlık hissi yeniden gün yüzüne çıktı, kendime kızgınlığım arttı. Ne diye anlayıp dinlemeden o konuyu açtım ki? Acaba gidip özür dilerse miydim? Yok canım o zaman daha da kızar, bir de terslerdi beni. "Salaksın Ayliz, gerçekten salak!" Kendime kızmaya devam ettim, özür dilemek pek fayda etmezdi ama gönlünü alabilirdim bence. Bunları düşünürken terasa çıktım. Fakat henüz daha ona doğru tek bir adım atmışken durdum, yanına gidemedim. Çünkü yanına gitsem de söyleyecek bir şeyim yoktu ki. Gönlünü almak istiyorum ama nasıl yapacağımı bilmiyorum ki bunu. Bu durum canımı sıkarken gözüne görünmek istemeyip yeniden salona döndüm. En iyisi odama çıkayım diye düşündüm. Merdivenlere doğru yürüdüm, üst kata çıktım. İkinci kata ulaştığımda üçüncü kata yöneldim ama çıkamadım yukarıya. Ayaklarım beni Pars'ın odasına doğru götürdü. O odanın önüne ulaştığımda kapının aralık olduğunu gördüm. Arkama bakıp kimsenin olmadığından emin olduktan sonra içeriye girdim. Koridora geçip kapıyı kapattım. Sağda ve solda kalan kapılara baktım. Tam karşıda da Pars'ın odasının kapısı vardı ve üç odanın da kapısı aralıktı. O tarafa doğru bir adım attım, tam o an içimden zaten adamı kızdırdın, biraz daha mı kızsın diye geçirdim içimden. Anında yapmak istediğim şeyden vazgeçtim, işler daha kötüye gitmeden yeniden arkamdaki kapıya yöneldim. Kapıyı açmaya çalıştım ama bir türlü açılmadı. "Ne oluyor ya?" Bir yandan söylenirken bir yandan zorla kapıyı açmaya çalıştım ama olmadı. "Ne oldu bu kapıya ya? Açılsana ya!" Söylenmeye devam ederken kapıyı zorladım ama bir türlü beceremedim, açılmadı. "Ayliz nerede?" Kapının ardından Pars'ın sesini duyunca gözlerim büyüdü. "Hay ben şansıma!" dedim sessizce ve elimi alnıma vurdum. "En son yukarıya çıkarken gördüm Pars Bey." Bu da çalışan kadınlardan birinin sesiydi. "İyi," dedi Pars. "Ben odamdayım, çalışacağım. Sen bana sert bir kahve getir," dedi, gözlerim büyüdü. Buraya geliyordu, artık kapı açılsa da çıkamazdım. En iyisi o girdikten sonra gizlice çıkmaktı. Sessiz adımlarla odalardan birine gittim. Daha önce girdiğim bilgisayar odasına girecekken ya burada çalışacaksa diye geçirdim içimden ve hemen diğer odaya yöneldim. Buranın da çalışma odası gibi bir yer olduğunu fark edip dudaklarımı ısırdım. Buraya da gelme ihtimali vardı. En iyisi yatak odası olacaktı. Yatak odasında çalışacak hâli yok ya. Odalardan birine girip çalışmaya başladığında ben de sessizce çıkar giderdim. Aldığım kararla telaşla yatak odasına girdim. Bir sağa bir sola bakındım. Her ihtimale karşı saklanmaya karar verdim ve odanın içindeki bir odaya yöneldim. Buranın banyo olduğunu fark edip yakalanırsam görünmek istediğim en son yer olduğuna karar verip kapısı kapalı olan diğer odaya attım kendimi. Kapıyı da hızla kapattım, sırtımı kapıya yasladım ve beklemeye başladım. Emin olmadan çıkmamam lazımdı. Odanın kapısının açılma sesini duydum. Dudaklarımı ısırdım, kalbim hızla atarken kulağımı kapıya yasladım ve içeriyi dinledim. "Tamam ben seni yarım saate kadar ararım, önce bir bakmam lazım." Pars'ın sesini duyarken telefonla konuştuğunu anladım. O sırada bulunduğum yerin çok soğuk olduğunu fark ettim. Sahi ben ne odasına girmiştim? Cebimden telefonumu çıkardım, feneri açtım ve odanın içine tutundum. O an gördüğüm şeyle bozguna uğradım, gözlerim yuvalarından çıkacakmış gibi irileşti. "Ne oluyor ya?" diye sorarken kendi sesimi bile zor duymuştum. Gözlerim fener ışığıyla aydınlattığım odanın içinde gezinmeye devam etti. Doğrusu buraya oda demeye de bin şahit lazımdı. Çünkü burası oda değildi, koridor gibi bir yerdi ve iki metre kadar ötede aşağıya doğru inen bir merdiven vardı. Bir o merdivene bir de arkamda kalan kapıya baktım. O an odanın içinden bir kapı sesi geldi, Pars'ın odadan çıktığını anladım. Fakat ben çıkamadım, o merdivenlere doğru yürüdüm ve korkarak da olsa aşağıya indim. Merdivenlerin sonunda beni uzun bir koridor karşıladı. İçten içe korkmaya devam ederken telefonun ışığını biraz ileriye tutup boş koridora bakındım. Yukarısı gibi bakımlı bir yer değildi. Her yer küf kokuyordu ve bu yüzden midem bulanmıştı. Aynı zamanda çok karanlık ve bir o kadar da soğuktu. "Burası ne böyle ya?" diye sordum kendi kendime ve yürümeye devam ettim. Tam o anda tüylerimi ürperten bir ses duydum. "Pars Atakan!" Korkuyla irkildim, birkaç adım geri gittim. "Pars Atakan!" diye bağırdı yine aynı ses. Tüm bedenim tir tir titrerken bir demire vurulma sesleri geldi. "Oradasın, o ışık sana ait! Buraya gel lan orospu çocuğu!" Adam öfkeyle bağırmaya devam etti. "Karahan!" diye bağırdı bir başka ses, ne yani tek kişi yok muydu? "Şerefsiz, piç herif! Ne duruyorsun orada, gelsene lan!" Ve bu da başka birine ait sesti, korkum daha da artarken mantıklı düşünmeye çalıştım. Bu adamlar kendileri buraya gelemiyorsa onlara engel olan bir şey var demektir. Bu da demek oluyor ki yanlarına gitsem de bana zarar veremezlerdi. Böyle düşünüp korksam da yürümeye devam ettim. "Gel lan gel, puşt!" Adamlar bağırmaya devam ederken koridorun sonuna ulaştım, oradan gidilecek tek yön olan sağa döndüm ve gördüğüm manzarayla bir kez daha bozguna uğradım. Burası mahzen gibiydi, küçük odalar vardı ve önleri demir parmaklıklarla kaplıydı. Sanki bir karakolun nezaretindeydim. Gördüğüm manzara beni şoka uğratırken tüm bedenim tir tir titriyordu. Burası neresiydi böyle? Pars ne yapıyordu burada? Ve artık o soru daha da önemliydi benim için; Pars kimdi? Kimdi ve evinde neden böyle bir yer vardı? Böyle bir yer olması bir kenara, o parmaklıkların ardına kapattığı adamlar kimdi? "Sen kimsin lan?" diye bağırdı bir ses, yürüdüm ve o demir parmaklıklarla kapalı olan odalara yaklaştım. Ayrı ayrı yerlerde olan dört adama baktım. Yüz ifademin fazlasıyla belli ettiği korkuyu saklamam mümkün değildi. "Sen nereden çıktın?" diye sordu bir başka adam, hepsinin yüzü gözü fazlasıyla dağılmıştı. Feci bir şekilde dayak yedikleri belliydi. Korku dolu gözlerimle hepsine baktıktan sonra burada olmamam gerektiğine karar vererek hızla arkamı döndüm, koşar adımlarla uzaklaşmak istedim. "Dur, dur orada!" Adam arkamdan bağırdı ama umurumda olmadı. "Yalvarırım dur!" deyince ayaklarım daha fazla ileriye gitmedi ve durdum. "Gitme, lütfen gitme," dedi aynı adam, korkuyla ona döndüm ve karanlıkta gözlerinin içine baktım. "Yardım et bize," dedi, başımı olumsuz anlamda salladım. Tek kelime bile etmedim, etmek istemedim. "Yalvarırım yardım et, bırakma burada bizi," dedi, yine başımı olumsuz anlamda salladım. Bunu yapacak kadar salak değildim. Konuşmak istemeyip yeniden arkamı döndüm onlara ve gitmek istedim ama "Bir yudum su," dedi bir başkası. Bu cümle daha fazla uzaklaşmama engel oldu. "Yalvarırım bir yudum su ver sadece." Kendimi çok tuhaf hissederken usulca bunu diyen ve berbat görünen adama baktım. "Başka hiçbir şey istemiyorum, sadece bir yudum su." Gidemedim, durup baktım sadece adama. "Üç gündür su vermiyor, yemek vermiyor bize. Yalvarırım sadece su ver, bak orada var. Yalvarırım sadece su." Arkama bile bakmadan kaçıp gitmek istedim ama yapamadım. "N'olur su ver bize." Aynı şeyi söylemeye devam ettiler, gözümün ucuyla adamlardan birinin gösterdiği yere baktım. Su vardı, orada duruyordu. İçimden bir ses bu doğru değil dese de su diye yalvarırlarken vicdanımın sesini susturamadım. "Gitme, lütfen gitme ve su ver." Daha fazla kayıtsız kalamadım, suyun olduğu yere gittim. Küçük şişelerden birini aldım, adamlardan birinin yanına gittim. "Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim," dedi adam, üst üste de aynı şeyi söylemeye devam etti. Aynı zamanda demir parmaklıkların arasından elini uzattı, çok fazla yaklaşmak istemeyip biraz uzakta durdum ve suyu uzattım. Adamın eli yetişmeyince mecbur kalıp bir adım daha attım. Ancak o an şişeye dokundu. Tuttuğundan emin olup bırakacakken bir anda eli bileğimi kavradı ve demir parmaklıklara doğru çekti beni. Avazım çıktığı kadar çığlık attım. Başım demir parmaklıklara çarparken adamın eli boğazımı kavradı. Gücümün yettiği kadar bağırmaya devam ettim. Aynı zamanda kaçmaya da çalıştım. Bunun için uğraşırken adama arkamı dönmüştüm, adam da demir parmaklıkların izin verdiği kadar boğazıma sarılmıştı. "Bırak, bırak beni!" Bağırdım, diğer adamlar komik bir şey varmış gibi gülüyorlardı. "Boynunu kır! Kır boynunu da bizi burada tutmak neymiş görsün Pars Atakan!" Korkudan gözyaşlarım akmaya başlarken bağırmaya ve adamın elinden kurtulamaya çalışmaya devam ettim. "Benim de istediğim tam olarak bu zaten!" dedi adam, daha sert bir şekilde kurtulmaya çalışırken ellerine tırnaklarımı geçirdim. O sırada adam beni sarsmaya başlamış, başımı sert bir şekilde parmaklıklara vurup canımı yakıyordu. "Bırak beni!" Bağırmaya devam ederken aynı şeyi daha sert yapmaya başladı. Elinden kurtulmak için gücüm yetmezken başımda hissettiğim ıslaklıkla başımın kanadığını anladım. Gözlerimin önü karardı, buna rağmen kurtulmaya çalışmaya devam ettim. Adam da bu yüzden daha sert davrandı ve sonunda başımı öyle sert bir şekilde parmaklıklara çarptı ki dengemi kaybettim. Adam aynı sertlikle beni ittiğinde de kendimi yerde buldum, başımı bir de yere çarptım. Başımdan akan kan alnıma, oradan da yüzüme doğru akarken gözlerimi açık tutamıyordum ve zihnimin bulandığını hissediyordum. "Şimdi gelsin de alsın kızın leşini buradan! Bizi buraya kapatınca hiçbir şey yapmayacağız zannediyor!" Adamın sözleri uğultu gibi kulağıma gelirken gözlerim usulca kapandı. Bilincimi kaybetmeden önce duyduğum son şey adamın attığı iğrenç kahkaha oldu. Bölüm Sonu! Selammm, nasılsınız, neler yapıyorsunuz? Sizce evin altından neden böyle bir yer çıktı? Bu adamlar kim dersiniz? Pars Ayliz'i orada bulabilecek mi sizce? Pars nasıl biri olabilir, mesleği hakkında tahmini olan var mı? Alıntılar ve duyurular için; Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan Sizi Çok Seviyorum! |
0% |