@gizzemasllan
|
Selam :) Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ gizzemasllan Instagram: gizzemasllan . . . 15. BÖLÜM "KALBİ SARAN HİSLER" Yarı baygın yarı uyanık bir hâldeyken başımda şiddetli bir ağrı vardı ve tam ağrının olduğu yerde aynı zamanda aynı yerde ıslaklık da hissediyordum. Aynı ıslaklık alnımda ve boynumda da vardı ve canım çok yanıyordu. "Ölmedi değil mi?" Birinin bunu sorduğunu duydum, sesi kulaklarıma uğultu gibi geliyor olsa da anlayabildim. "Ölmedi ölmedi, o kadar da değil. O şerefsiz bu hâlde kızı görse yeter, birazdan gelir zaten." Bu, beni bu hâle getiren adamın sesiydi. "Öfkesinden açacak kapıyı, o zaman aynı şeyi ona da yaşatmazsam benden şerefsizi yok bu dünyada." O kendince intikam yeminleri ederken gözlerimin önü karardı. Ayık kalmak için kendimle savaşırken onlar konuşmaya devam ettiler. "O piç bize yaptığı, burada tuttuğu her saniyenin cezasını çekecek! Şu kapıyı bir açsın, yeter bana!" Onlardan duyduğum son şey bu oldu, konuşmaya devam ettiler ama ben anlayamadım. Çünkü zihnim artık onları anlayamayacak kadar bulanıklaşmıştı. Gözlerimi açık tutmak için kendimi zorladım. Ardından gücümü topladım ve dirseklerimin üzerine kalktım. O an adamların bir şey söylediğini duydum ama onları anlamak için kendimi zorlamayıp yerde süründüm. Onlardan biraz olsun uzaklaşmam lazımdı, yeniden beni yanlarına çekmelerine izin veremezdim. Sesleri uğultu gibi kulaklarıma gelirken sürünmeye devam ettim. Fakat çok fazla uzağa gidemeden güçsüz düştüm ve dirseklerim boşluğa denk gelmiş gibi oldu. Bu yüzden vücudum yeniden yerle bir olurken başımı yere çarptım ve yeniden gözlerim kapandı. Kendimi toparlayıp kalkmak istedim ama bu kez bu konuda başarılı olamadım ve en sonunda pes edip Pars'ın beni burada bulmasını bekledim. Gözlerimin bulanık görmesi kendimi daha kötü hissetmeme neden olurken sımsıkı kapattım ama buna rağmen ayık kalmak için çaba sarf etmeye devam ettim. Ya Pars beni burada bulamazsa diye düşündüm. Kaybolduğumu fark edip yine kaçtım zannederse? Buraya gelmek aklının ucundan bile geçmez ki. Bunları düşünmek canımı sıkarken kapalı gözlerimden birer damla yaş aktı. "Gelir," diye mırıldandım kendi kendime ve kendimi zorlayıp başıma dokundum. Gelecekti, gelmek zorundaydı. Beni bulamazsa yapacağı ilk şey kameralara bakmak olacaktı. Odasına girdiğimi gördükten sonra buraya indiğimi anlamayacak bir adam değildi Pars, anında anlardı. Hem belki burada bile kamera vardır, belki görmüştür çoktan birileri beni ve yanıma geliyorlardır. Az öncekinin aksine umutlandım, beni burada bulabileceklerine inandırdım kendimi. O an başımdaki ağrı da dönme de daha fazla arttı. Gözlerimi bile açamazken başıma dokunduğum elimi daha fazla havada tutmaya gücüm yetmedi, elim düştü ama buna rağmen bilincim hâlâ yerindeydi. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama canım o kadar çok yandı ki sanki geçen her bir dakika bir saate tekabül ediyor gibiydi. Bu yüzden de sanki günlerdir buradaymışım gibi hissediyordum ve adamların iğrenç sesleri hâlâ kulaklarıma geliyordu. "Kız hareket etmiyor, kan kaybından öldü mü lan yoksa?" diye sordu biri. "Bu kadar kandan bir şey olmaz, daha gebermedi. Nefes alıyor, görüyorum ben." dedi bir başkası da, keşke gücüm yetse de ayağa kalkıp şunlara bir şey yapabilsem diye içimden geçirirken bir başka adamın gülme sesini duydum. "Bu şerefsiz nerede kaldı? Gelmesi lazımdı şimdiye kadar." Bir adam bunu sorarken gözümden bir damla daha yaş aktı ve soğuk zemine düştü. Adamın söylediklerine bakılırsa Pars günün bu saatlerinde buraya geliyordu, şimdi ise yoktu. Belki de yukarıda beni arıyordur. Anlayamıyorum, idrak edemiyorum ama çok zaman geçmiş olabilir mi? Belki de saatler geçmiş gibi gelmemiştir bana ve gerçekten saatler geçmiştir. Bunları düşünmek hem canımı sıkarken hem de ayık kalmama yardımcı oluyordu ama daha fazla da dayanamayacak gibiydim. Biraz daha böyle devam edersem kendimden geçecek gibi hissediyorum. Bundan da çok korkuyorum, çünkü ayık kalmam gerektiğini biliyorum. Öyle olmuyor muydu yoksa? Başımıza darbe aldığınız zaman ayık kalmak zorunda değil miydik? Kendimi bir kez daha zorlayıp elimi kaldırdım ve alnıma dokundum. Aynı ıslaklığı elimde hissederken bunun kan olduğunu anlamak zor olmadı ve kana dokunmuş olmak beni daha çok korkuttu. Aynı zamanda canım da yandı ve "Ah!" diye inledim sesimin çıktığı kadar. "Ayıldı bak, geldi kendine," dedi bir adam. "Acıdım yine de, diğerlerinin aksine yardım etmeye çalışmıştı kız." dedi bir başkası. "Acıma, bir bok olmaz bunlara. Kurtulmamız lazım buradan, elimize geçen her fırsatı değerlendirmeliyiz. Anahtarlar burada olsaydı, bu salaktan onu bile alırdım ben. O zaman başına bunların bin katı gelirdi." dedi bana bunu yapan adam ve güldü. "Daha ne yapacaktın?" diye sordu az önce hâlime üzülen adam. "Ne mi yapacaktın? Baksana kıza, zayıf kuru bir şey ama yine de taş gibi," dedi ve iğrenç bir şekilde güldü, ima ettiği şey midemi bulandırırken buradan bir an önce gitmek istedim. Eşzamanlı olarak da bir hareketlilik hissettim. Birden fazla kişinin ayak seslerini duydum, anladığım kadarıyla koşuyorlardı. "Hazırlanın, geldiler!" dedi az önce iğrenç şeyler düşünen adam ve ekledi. "Ne yapacağınızı sakın unutmayın, kapılar açıldığı an başlıyoruz." O konuşmaya devam ederken Pars'ın gelmiş olması dışında hiçbir şey umurumda değildi. Şu an istediğim tek şey yanıma gelmesi ve beni buradan götürmesiydi. "Gelsinler bakalım," dedi bir başka adam, o sırada ayak sesleri daha da yaklaştı. Gözlerimi zorlukla araladığımda bu tarafa doğru gelen birkaç karartı gördüm. Bulanık gözlerim yüzünden onların kim olduğunu anlayamazken çok geçmeden yaklaşan karartılardan birinin Pars'a ait olduğunu anladım ve gözlerim yeniden doldu. "Ayliz!" dediğini duydum Pars'ın, dolu gözlerimden birkaç damla yaş akarken yanıma diz çöktü. Yüz üstü düşmüş olduğumdan beni çevirdi ve sırt üstü uzanmamı sağladı. Dizlerinin üzerinde uzanırken bir eliyle beni sımsıkı tuttu, diğer eliyle yüzüme dokundu. Alnımdan akan kan artık yüzüme gelmişti ve sanırım onun da elleri kan olmuştu. "Kim yaptı lan bunu?" diye bağırdı bir anda, o kadar yüksek çıktı ki sesi her şeyi kısık kısık duyan ben onu net bir şekilde duyabildim. Arkadan birileri cevap verdi, bunu da duydum ama kim, ne dedi anlayamadım. Anlamak da istemedim, çok üşümeye ve canım çok yanmaya başlamıştı. Bu yüzden daha fazla burada kalmak istemedim. "Pars," dedim zorlukla, gözleri hızla yeniden beni buldu. "Ayliz," dedi, yeniden yüzüme dokunurken elinin sıcaklığıyla ısındı sanki vücudum. "Çıkar," dedim heceleyerek. "Beni buradan." Zorlukla döküldü bu cümle dudaklarımdan ve gözlerimden birkaç damla daha yaş aktı. O an arkada bir şeyler oluyordu, bir hareketlilik vardı ve birileri bağırıyordu ama neler olduğunu artık idrak edemiyordum. "Hiçbir şey yapmayın bu piçlere! Hepsinin cezasını bir bir ben vereceğim!" dedi Pars ve yeniden bana odaklandı, kucakladığı gibi ayağa kalktı. Elim boşluğa düşerken başım da omzuna düştü ve gözlerimi yeniden kapattım. Başım omzundayken burnum boynuna temas ediyordu. Kokusu ciğerlerimi doldururken kendimi güvende hissettim. Artık hiç kimse bana bir şey yapamazdı, kimse zarar veremezdi. Artık korkmama gerek yoktu, korkmuyordum da. Tüm korkularım geçti onun kokusuyla. Vücudumu sardığı kolları güven vermeye devam etti bana ve ayık kalmak için zorlamadım kendimi, uykuya daldım. Sırtımın yumuşak bir yatakla buluştuğunu hissettim. Ardından Pars'ın bağırarak bir şeyler söylediğini duydum, yine ne dediğini anlayamadım. Çok geçmeden ellerini yüzümde hissettim, o olduğunu hemen anladım. Çünkü bir tek onun elleri bu kadar sıcak oluyordu, bir tek onun elleri beni bu denli heyecanlandırırdı. Başka hiç kimse bu durumdayken kalbimin bu denli hızlı atmasına neden olamazdı. Yüzümdeki ıslaklık hissinden yumuşak bir şey sayesinde kurtuldum. Ardından da Pars'ın ellerini saçlarımda hissettim. Çok geçmeden beni hafifçe yan çevirmiş, başımın arka kısmına dokunuyordu. Kanayan yere baktığını anlarken gözlerimi açmak, onunla konuşmak istedim ama yapamadım bunu. Gücüm bu kadarına yetmezken uyku ve uyanıklık arasında gidip geliyor, sadece onu hissediyordum. "Ayliz," diye fısıldadığını duydum. "Ayliz," dedi bir kez daha, sesindeki endişe kalbimde öyle büyük bir duygunun yer edinmesine neden oldu ki artık istese de yok edemezdi bu duyguyu. Ben, ben zaten yok etmek istemem ki. Bir kez daha ismimi söyledikten sonra karnımın üzerindeki elimi tuttu. Bir kez daha kendimi güvende hissettim. Hiç bırakmasın istedim elimi, hiç uzaklaşmasın benden. Hep tutsun elimi ve ben hep böyle hissedeyim istedim. Bu yüzden tuttum parmaklarının uçlarından, gitmesin diye gücümün yettiği kadar sıkıca tuttum. "Ayliz, güzelim duyuyor musun beni?" İşte dudaklarından dökülen bu cümleyle kalbimi kocaman bir his sardı. Sanki tüm acılarım dindi, her şey geçti ve kalbim sadece o hisse sahip oldu. Bu his, içimin sıcacık olmasına neden olurken midemde bir şeylerin hareketlenmesine neden oluyordu. Güzelim... Sesi kulaklarımda yankılanırken parmaklarının ucunu tutmaya devam ettim. O an Pars'ın yeniden yüzüme dokunduğunu, yanağımı okşadığını hissettim. "Hiçbir şey olmayacak, korkma." dedi, onun sesiyle rahatlarken gözlerimi bu kez bile isteye açmadım, yanımdan ayrılmasın istedim. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama bir başkasının elini hissettim yüzümde. Ardından soğukluk esir aldı vücudumu ama o soğukluk acımı da dindirdi. Hâlâ Pars'ın parmaklarını tuttuğumun farkındayken rahatlayan vücudum bu kez hiçbir şey hissetmeyeceği kadar derin bir uykuya daldı. Zihnim uykudan ayıldığında bu kez gözlerimi açabilmiştim ve ancak o an başımda şiddetli bir ağrı olduğunun farkına varabilmiştim. Bu ağrı yüzünden elim başıma gitti ama başıma değil de bez gibi bir şeye dokunduğumu hissettim. Bunun ne olduğunu anlamaya çalışırken yüzümü buruşturdum. O sırada kendi odamda değil, Pars'ın odasında olduğumu fark ettim. "Ayliz." Pars'ın sesiyle gözlerimi ona çevirdim, yatağın yanına bir sandalye çekmiş ve hemen yanımda oturuyordu. Uyandığımı fark ettiği an ayağa kalktı, yatağın kenarına oturdu. "iyi misin?" Cevap vermek istediğimde boğazımın çok kuruduğunu ve bu yüzden acıdığını hissettim. Bundan dolayı sadece başımı sallayarak sessiz bir cevap verdim ona ve sadece "Su," diyebildim. Komodine uzandı, bir bardak su aldı. Doğrulmak istedim, o da bunu fark edince yardımcı oldu bana. Onun yardımıyla doğruldum, uzattığı suyu aldım ve suyu alırken yaralı elini fark ettim. O an aşağıdaki adamların başına ne geldiğini tahmin etmek zor olmadı. Onları hatırlayınca olanları da hatırladım, biri nefesimi kesiyormuş gibi hissettim. Bu histen ve boğazımdaki kuruluktan birkaç yudum suyla kurtuldum. Pars bardağı yeniden elimden aldığında da dolu gözlerimi fark etmesin diye başımı önüme eğdim. "Özür dilerim," dedim, birinden özür dilediğim nadir anlardan birindeydim. "Böyle olsun istemedim," diye ekledim, yüzüne bakamayacak kadar mahcup hissediyordum kendimi. "Merak ettim sadece, indim aşağıya. Orada birileri olduğunu, öyle bir yer olduğunu bilsem inmezdim ki. Ev sonuçta burası, ne bileyim öyle bir yer olduğunu. Görünce korktum, geri dönmek istedim ama..." dedim, akan gözyaşlarımı sildim. "Ama ne?" Sordu, başımı kaldırıp gözlerine baktım. Bu kez ağladığımı ondan saklamaya gerek duymadım. "Su istedi benden, vermek istemedim ama çok yalvardı. Hatta başta yardım istedi, kabul etmedim ve gitmek istedim ama su isteyince..." dedim, ağlarken hıçkırdım. "Üzüldüm, vermek istedim. Sonra..." Yine devam edemedim. "Yanına yaklaştın, derdinin su olmadığını öğrenmiş oldun," dedi, dudaklarımı birbirine bastırıp ağlamama engel olmaya çalışırken başımı salladım. O sırada Pars nefesini sıkıntıyla dışarıya verdi, bezmiş gibi bir hâli vardı. Tabii ki olur, benim yüzümden başımıza gelmeyen şey kalmamıştı ki. "Gerçekten böyle olsun istemedim, bilerek falan yapmadım yani," dedim, yeniden gözlerime baktı. "Biliyorum inanmazsın bana ama valla bilerek yapmadım." Tepkisiz kaldı. "Daha önce sana inat olsun diye çok şey yaptım ama bu onlardan biri değil, onları oradan çıkarmaya çalışmadım," deyip kendimi inandırmaya çalıştım ama karşımda tepkisiz durmaya devam etti. "İnanmıyorsun." dedim, gözyaşlarımı sildim. "Belki de daha fazlasını düşünüyorsun, bana inanmıyor..." Sözümü kesti. "Ayliz," dedi gayet sakin bir ses tonuyla. "Ben senin düşmanın değilim," diye ekledi. "Sen de benim düşmanım değilsin." Hiçbir şey diyemedim, bu kez sessiz kalan ben oldum. "Anlattıklarının doğru olduğuna inanıyorum." Buruk bir tebessüm peydah oldu dudaklarımda. "Daha fazlasını da düşünmüyorum. Sen burada uyurken, bunları anlatmadan önce de böyle bir şey olduğunu az çok tahmin ediyordum." Gözlerimi kaçırdım, bakamadım ona. Kendimi çok kötü hissediyordum. "Sen niye böylesin?" diye sordu bir anda. "Nasıl?" diye sordum ben de ama başım hâlâ önümdeydi ve yüzüne bakamıyordum. "Niye herkesin sana güvenmediğini düşünüyorsun? Seni sevmediğimizi, hatta nefret ettiğimizi, küçük gördüğümüzü ya da ne bileyim önemsemediğimizi düşünüyorsun?" Üst üste sordu sorularını, verecek cevabım olmadığından sustum. "Sanki bir şey olduğunda hep seni suçlayacağımızı, sana inanmayacağımızı düşünüp öyle davranıyorsun." Bu kez konuşmak istedim ama izin vermedi buna. "Bu yüzden yalan söyledik babana, beni de işin içine kattın. Baban sana inanmayacak, uyuşturucuyu bile isteye kullandığını düşünecek ve seni yine hastaneye yatıracak zannettiğin için biz birlik olup babana yalan söyledik Ayliz." Sözlerinde haklı olduğundan tek kelime bile edemedim. "Biz düşman değiliz," diye yineledi, boğazım düğüm düğüm olurken yutkunup bundan kurtulmaya çalıştım ama başarılı olamadım. "Ben," dedim, sesim titredi. Kendimi biraz olsun toparladım ve başımı kaldırıp gözlerine baktım. "Ben sadece," diye devam ettim ama söyleyecek hiçbir şey bulamadım. "Bilmiyorum," dedim, hâlâ ıslak olan yanaklarımı kuruladım ve içimden geçen şeyi söyledim. "Ama böyle hissediyorum." "Böyle hissediyorsun," diye yineledi, başımı sallamakla yetindim. "Peki," dedi, ilk kez onu benimle konuşurken bu denli sakin görüyordum. Bundan cesaret aldım ben de ve gözlerinin içine bakmaya devam ettim. "Doktor başındaki sargının birkaç gün kalacağını söyledi," dedi, az önceki konuyu kapatmış oldu. "Bir şey olmadığını ama yine de uyandığın zaman bunu da takmamızı söyledi," deyip komodinin üzerinde duran boyunluğu aldı. "O çok rahatsız edici," dedim keyifsizce. "Tedbir," dedi ve biraz daha bana yaklaştı, bununla da yetinmeyip eğildi ve boyunluğu taktı. Bunu yaparken boynuma temas eden sıcacık elleri bir kez daha kalbimin aynı hisle dolmasına neden olurken saçlarımı boyunluğun içinden kurtardı ve ellerini geri çekti. "Çocukluk edip çıkarayım deme sakın!" diye uyardı, kaşlarımı çattım. "Bana çocuk demekten ne zaman vazgeçeceksin sen ya?" diye çıkıştım ama bu kez öyle sert bir tavrım yoktu. O da bunun farkındaydı. "Ne zaman çocukluk yapmaktan vazgeçersen," dedi ve ekledi. "Ancak bir çocuk biri arkasını döndüğü an başına bela açar, sen de tam olarak öylesin işte. İki dakika yalnız bırakmaya, arkamı dönmeye gelmiyorsun." "Her şey üst üste geldiği için böyle düşünüyorsun," dedim ve arkama yaslandım. "Yoksa benim gayet düzgün, sorunsuz bir hayatım vardı." Tek kaşını kaldırdı, inanmaz bir bakış attı. "İyi tamam, o kadar da sorunsuz bir hayatım yoktu belki ama bu kadar da değildi," dedim, yüz ifadesi yumuşadı. O an aklıma yeniden aşağısı geldi ve tam zamanı diye içimden geçirip konuyu açtım. "Hem sorunlu bir hayatı olan bir tek ben değilmişim anladığım kadarıyla," dedim imayla, Pars'ın yüzündeki o yumuşak ifade yerini eski ciddi hâline bırakırken devam ettim. "Evinin altında mahzen olan, ne idiği belirsiz insanları parmakların arkasına kapatan birileri varmış aramızda." Kaşlarını çattı. "O birileri o adamlara anladığım kadarıyla bayağı da işkence etmiş ve adamlar canavar gibi bir şey olmuş, savunmasız gördükleri ilk kişiye saldırdılar," dedim, hâlâ bir yorum yapmayıp sessiz kalmaya devam etti. "Acaba o birilerinin tüm bunlar hakkında söyleyecek bir şeyi yok mu?" diye sordum ve artık bana bir cevap vermesini, aşağıdaki durumu açıklamasını bekledim. Fakat Pars Bey karşımda susmaya, gözlerimin içine bakıp öylece durmaya devam etti. "Bir şey söylemeyecek misin?" Sormaya devam ettim, derin bir nefes aldı. "Bilmen gereken bir şey yok," dedi ve ayağa kalktı, görmediği bir anda göz devirdim. Dalga mı geçiyordu bu benimle? "Tamam, öyle olsun," dedim, afallamış olduğu her hâlinden belliydi. Çünkü şu an ısrarla adamların kim olduğunu, evin altında neden öyle bir yer olduğunu sormamı bekliyordu ama yapmayacağım. Çünkü şu an ben bunu yaptıkça o ısrarla söylememeye devam edecekti. "Anlatmak istemiyor olabilirsin ya da gerçekten anlatamayacağın bir durum olabilir," dedim, Pars'ın afallamış hâli şaşkınlığa dönerken devam ettim. "Ama yine de bana bir sorumun cevabını vermen gerekiyor, hiç değilse bu kadarını bilmeye hakkım var." Ellerini arkasında birleştirdi. "Neymiş o soru?" Meraklanmış olduğu her hâlinden belli oluyordu. Anında "Kimsin sen?" diye sordum, kaşlarını çattı. Oysa daha önce duymadığı bir soru değildi bu. "O adamlar da bu evin altında olanlar da umurumda degil ama..." deyip sustum, söyleyeceğim şeyi yanlış anlamasından korktum. Fakat buna rağmen devam ettim, o cümleyi tamamladım. "Sen umurumdasın," dedim, Pars'ın gözlerinde bir an için çok farklı bir duygu fark etsem de kendini çabucak toparlayıp duygularını sakladı. "Nasıl bir hayatın olduğunu merak ediyorum, bunu söylemeyecek kadar mı kötü bir hayatın var?" "Kötü hayat," diye yineledi, derin bir nefes aldı. Ardından da o nefesi sıkıntıyla dışarıya verdi ve gözlerime baktı. "Kötü bir şey yapmıyorum ben," dedi, o kadar netti ki bunu söylerken insanın içinde en ufak bir şüphe bile kalmıyordu. "Daha önce söylediğin gibi bir hayatım da yok Ayliz." Bu söylediğini anlayamadım, çünkü daha önce ne söylediğimi hatırlayamadım. "Mafya falan değilim," deyip kendisi hatırlattığında güldüm. "Onu anladım zaten," dedim anında. "Emniyet müdürüyle konuşup elini kolunu sallayarak karakoldan çıktığında anlamak zor olmadı," diye ekledim ve sordum. "Peki işin ne? Ne yapıyorsun yani sen? İş adamı olmadığın da belli." "Çok mu merak ediyorsun?" diye sordu, hızla başımı salladım. "Evet." Derin bir nefes aldı, merakla ona bakmaya devam ettim. Duyacağım şeye kendimi hazırlarken konuştu. "Polis sayılırım," dedi, şaşkınca kaldım karşısında. Ağzım yarı açık, göz bebeklerim iri iriydi. Ta ki benimle dalga geçtiğini fark edene kadar. O an şaşkınlığımı üzerimden atıp sıkıntıyla ofladım. "İyi tamam, söyleme. Dalga geçmene gerek yok," deyip arkama yaslandım. Boynum ve başım çok ağrırken Pars bana öyle düz bir ifadeyle bakıyordu ki şüphelenmeden edemedim. "Ciddi miydin?" Başını salladı. "Sen polis misin?" "Sayılırım dedim ya," dedi, anlamsızca baktım yüzüne. "Ne demek sayılırım ya? Ya polissindir ya da değilsindir. Polis misin değil misin?" Açıkça sordum, umarım o da benim gibi açık olur diye düşünürken "Kardeşin Doğan gibi," diyerek bir de örnek vermiş oldum. "Onun gibi değil," dedi ve devam etti. "Benim de işim suçlularla ama ben onlar gibi tutuklayıp karakola götürmem," dedi, anlamsızca ona bakmaya devam ederken de "Ben onları yakalar, konuşturur, istihbarat alır sonra da adalete teslim ederim," diye ekledi. "İstihbarat," dedim, söyledikleri hâlâ bana çok anlamsız gelirken devam etti. "Özel suçlar benim işim. Öyle düşündüğün gibi hırsızların, dolandırıcıların, katillerin peşlerinde gezmem. Daha büyükleriyle ilgilenirim." Şaşkınlığım daha da arttı, aklım da karışmıştı. "Yeterince açık bir cevap verdim bence, başka soru?" diye sordu, tabii ki soru vardı. "Özel suçlar derken peki? Nasıl suçlarla ilgileniyorsun?" Açıklamış olduğu hâlde sormaya devam etmiş olmamdan dolayı bezgince nefesini dışarıya verdi. "Bence yeterince şey öğrendin, şimdi hadi biraz dinlen. Benim işlerim var," dedi, aşağıya açılan o kapıya doğru yürüdü. "Daha bitmedi mi işlerin?" Durdu, bakışları beni bulurken gözlerimle elini gösterdim. "Bayağı yorulmuş gibisin zaten." Gözünün ucuyla yaralı eline baktı, saklama ihtiyacı hissetmedi. "Biraz daha yorulmam gerekiyormuş demek ki," dedi ve kapıyı açtı. Tam o sırada içimden geçirdiğim şeyi sordum ona. "Çok kızdın mı bana?" Duraksadı, bakışları yeniden beni buldu ama bir şeyler söylemek yerine sustu, sessiz kaldı. Ben de alt dudağımı ısırdım, sanki o kadar belayı başıma kendim açmamışım gibi masum masum baktım ona. Bu bakışlarımla çatık olan kaşları indi, yüz ifadesi yumuşadı. Gözlerindeki o öfke yerini farklı bir ifadeye bırakırken aldığı uzun nefesi fark ettim. Onu yumuşatmış olmak fazlasıyla hoşuma giderken aynı bakışları atmaya devam ettim. Yumuşayan bakışları sayesinde alacağım cevabı az çok anlarken bir anda "Kızdım," dedi, afalladım. Çünkü şu an yüz ifadesi pek de kızgın gibi değildi. "Ama geçti," diye ekledi, şirin şirin gülümsedim ona ama kızgınlığın nasıl bu kadar çabuk geçtiğini merak etmedim değil. Fakat bunu açıkça soramayacağım için fark ettirmeden itiraf ettirmem gerekiyordu. Bunun için de çok güzel bir fikrim vardı. "Tabii," dedim keyifle ve arkama yaslandım. "Kıyamadın bana değil mi?" diye sorarken elimden geldiğince tatlı görünmeye çalıştım. Bu sorum Pars'ın yüzündeki o yumuşak ifadenin anında yok olmasına neden olurken kaşlarını çattı. Bu bir an acaba yine onu kızdırdım mı diye düşünmeme neden olsa da bu düşünceden hemen kurtuldum. Çünkü şu an kızgın değildi, sadece öyle görünmeye çalışıyordu. Bunu fark etmek kolay olmuştu. "Ben mi sana kıyamayacağım?" diye sordu, başımı salladım. "Canına bile okurum," dediğinde kendime engel olamayıp güldüm. "He canım he," dedim alayla bir anda ve buna çok da takılmayıp gülmeye devam ettim. "İtiraf et işte, kıyamadın bana." Tek kaşını kaldırdı, bunu neden yaptığımı anlamaya çalışıyor gibiydi. Aslında tek bir nedeni vardı; öfkesinin nasıl bu kadar çabuk dindiğini anlamaya çalışıyordum. "İtiraf edeyim," dedi bir anda ve gözlerimin içine baktı. Hâlâ kapının kolunda olan elini indirdi ve ellerini arkasında birleştirdi. Kendinden emin bir şekilde dururken gözlerini gözlerimden bir saniye bile olsun çekmedi. Bu, gerilmeme ve heyecanlanmama neden olurken kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı. Bu neydi ki şimdi? Neden böyle bakıyordu? Sanki gerçekten bir şey itiraf edecek gibiydi? Ya da ben mi öyle olmasını istediğim için böyle yorumluyordum? Ben bunları düşünürken gözlerimin içine bakmaya devam etti. Bakışları o kadar anlamlı, o kadar derin geldi ki sanki şimdi o bakışlarda boğulacaktım. Bu his, kalbimde yer edinirken ve bununla baş etmeye çalışırken sonunda bir şeyler söyledi. "Aklı başına geleceği kadar gelmiş, daha ben ne yapayım buna diye düşünüp boş verdim." O kadar anlamlı bakıştan sonra duyduğum bu cümle şaşkınca kalmama neden olurken o bakışlar yok olmuş ve muzipce bakıyordu bana. Benimle dalga geçtiğini anladığım an yanımdaki yastığı aldım, tüm öfkemle ona fırlattım. "Pislik!" diye de kızdım, yastık ona ulaşana kadar bir adım sağa kaydığından değmemişti ve şu an fazlasıyla alaylı bir ifade vardı yüzünde. "Resmen dalga geçiyorsun ya!" diye kızmaya devam ettim ama umurunda bile olmadı. Beni kızdırmak fazlasıyla hoşuna gitmiş gibiydi, keyfi bayağı yerindeydi. Şimdi o görür o, ben onu nasıl kızdıracağımı çok iyi biliyorum. "Aman sana kalmadım zaten," dedim ve iç geçirdim. Gözleri bendeyken ve dikkatle bana bakıyorken oyunuma devam edip saçlarımın ucuna dokundum. Cilveli bir tavırla işaret parmağımla saçımla oynarken sanki bir şeyler hayal ediyormuş gibi davranıp "Ben zaten her şey yoluna girsin, buradan bir kurtulup hayatıma devam edebileyim işte o zaman beni bebekler gibi sevecek, saçımın her telini ayrı ayrı okşayacak, böyle beni pamuklara saracak bir adam alacağım hayatıma," dedim ve imayla baktım ona. "Seni alacak kadına da acıyorum valla. Kalk, otur, ye, iç, sus, git, gel! Ay valla söylerken bunaldım," dedim ve alayla güldüm. Şu an Pars'ın az önceki hâlinden eser yoktu. Yeşil gözleri öfkeyle yanıyordu, kaşlarını öyle bir çatmıştı ki alnı kırışmıştı artık. Onun bu hâli bu kez de benim keyfimi yerine getirirken sinirden esmer teninin kıpkırmızı yandığını fark ettim. Bu bile geri adım atmam için yeterli olmadı. "Ayliz," dedi, bana doğru bir adım atıp yatağa yaklaştı. "Beni delirtme istersen." Bu bir uyarı gibiydi ama benim umurumda olur mu? Tabii ki hayır. "Niye deliriyorsun ki?" diye sordum asıl derdinin başta söylediklerim olduğunu anlamamış gibi ve devam ettim. "Söylediğim gibi bir adam değil misin?" diye ekledim soruma. Oysa kendisi hakkında söylediğim şeylerin umurunda olmadığını, hatta belki de duymadığını anlayacak kadar tanıyordum onu. Şu an umurunda olan ve bu denli öfkeye kapılmasına neden olan tek şey; kendim hakkımda söylediklerimdi. Anlamıyor, hatta ona göre umursamıyor gibi görünmem onu daha da sinir etmiş olacak ki bir adım daha atıp oturuyor olduğum yatağa biraz daha yaklaştı. "Ben o pamuğu alır onun bir yerine sokarım." Göz bebeklerim büyüdü, öfkelendiğini bu kadar belli edip böyle bir şey söylemesini beklemediğimden ne diyeceğimi bilemezken karşımda öfkeyle durmaya devam etti. Kendimi biraz olsun toparlayıp "Terbiyesiz!" diye çıkıştım. "Hem sana ne oluyor ki? Sen bu abi işini fazla abarttın sanırım. Babam sen onun abisisin dedikçe gerçekten de abim olduğunu düşünmeye başlamış gibisin!" dedim, bu sözlerim onu biraz daha öfkelendirirken de devam etmek istedim ama engel oldu bana. "Abisini de diğer her şeyini de sikeyim!" dedi, ağzının bir anda bu denli bozulmuş olması beni bir kez daha bozguna uğratırken devam etti. "Ben kimsenin abisi falan değilim! Siktirtme şimdi abisini falan!" deyip ayaklarının dibindeki yastığa öfkeyle vurup odanın bir diğer ucuna gönderdi. "İki dakikada bozdun yine sinirimi! Yok abiymiş yok bebekmiş yok pamukmuş! Ben onların hepsini..." Muhtemelen yine küfür edecekken bir anda arkasında kalan kapı açıldı ve Bilge içeriye girdi ve susmak zorunda kaldı. O sırada ben bir şaşkınlık da burada yaşadım. Bilge mi? Onun burada ne işi vardı? Neden aşağıdan geliyordu ki? Bu sorular zihnimin içinde dönüp dururken Bilge'nin bakışları beni buldu. "Uyanmışsın," dedi sevinerek ve gülümsedi, sahte bir gülümseme değildi sanki bu. Gerçekten sevinmiş gibiydi ve samimi hissetmiştim. Bu kadın niye bana bu kadar samimi geliyor ki? "İyi misin?" diye sordu. "İyiyim, teşekkür ederim," dedim ben de elimden geldiği kadar samimi olmaya çalışarak ama içimde ona karşı olan öfkeye de engel olamıyordum. Pars'la onu düşündükçe bu öfkem daha da artıyordu. "Endişelendirdin bizi," dedi ve Pars'a baktı. "Doktor bir şey dedi mi? Kötü bir şey yoktur umarım." Benim de gözlerim hemen Pars'ı buldu, hâlâ fazlasıyla öfkeli gibiydi ve sanırım bunu Bilge de fark etmişti. "Biraz dinlenmesi gerekiyor, önemli bir şeyi yokmuş. Darbeyi sadece dışarıdan almış, kafasında küçük bir kırık var," diye açıkladı yine de Pars ve bana baktı. "İçerideki sorun uzun zamandır vardı zaten," dediginde yanımda duran bir diğer yastığı alıp ona attım. Yastık bu kez göğsüne çarpıp yere düşerken aniden yaptığım hareket yüzünden boynum ağrıdı. Ben boynumu tutup yüzümü buruştururken Bilge gülüyor, Pars'ın da yüzünde muzip bir ifade vardı. Az önceki öfkesi yok olmuştu, tabii Bilge'yi gördü ya! Onlara kızıp kollarımı göğsümün altında topladım. Bilge bunu fark edince kendini toparladı ama Pars'ın bunu yapmaya hiç de niyeti yok gibiydi. Bu yüzden daha da kızarken içten içe onların bu denli iyi anlaşıyor olması da sinirimi bozmuştu. Hem ayrıca kimdi bu kadın? Neden buradaydı, neden her şeyden haberi vardı ve neden aşağıya inebilmişti? Bunları düşünmek canımı daha da sıktı, bu kadar samimi olmaları çok sinir bozucuydu. "Neyse," dedi Pars ve Bilge'ye baktı. "Sen niye çıktın yukarıya? Bir şey mi oldu?" diye sordu, ben de merakla cevap beklerken Bilge gözünün ucuyla bana baktıktan sonra yeniden Pars'a döndü. "Aşağıda konuşalım mı bunu? Vedat bizi bekliyor." Kaşlarımı çattım, Vedat mı? O da kimdi? Ben ne kadar uyumuştum ki eve bu kadar kişi gelmişti? Gözümün ucuyla saate baktım, akşamın 5'i olduğunu gördüm. Aşağıya indiğimde saatin öğlen vakti olduğunu hatırlayınca epey bir zaman geçtiğinden emin oldum. Bunu düşünürken aklıma sabah Pars'la olan konuşmamız da gelmişti. "Tamam, geliyorum," dedi Pars, ikisi birden kapıya yöneldiklerinde telaşla konuştum. "Pars!" Durdular, ikisi de bana çevirdi bakışlarını ama ben bir tek Pars'a baktım. "Ne oldu?" Sordu, gözümün ucuyla Bilge'ye baktım. O varken konuşmak istemedim ve sanırım o da bunu fark etti. "Ben aşağıdayım, sen gelirsin arkamdan," dedi Bilge ve aşağıya inen kapıdan geçip gitti. Pars ve ben yalnız kaldığımızda da Pars birkaç adım atıp yanıma geldi ve başımda dikilip konuşmamı bekledi. "Ben şey," diye girdim konuya, Pars sessiz ve tepkisiz kalıp konuşmamı beklerken yalandan öksürüp kendimi biraz olsun toparladım ve devam ettim. "Bu sabah söylediğim şey için, yani anlayıp dinlemeden öyle bir konuyu açtığım için..." Devam etmeme izin vermedi. "Konuşmaya gerek yok," dedi, özür dilememe izin bile vermedi. "Bir daha anlayıp dinlemeden aklına her geleni söylemezsin, olur biter. Şimdi dinlen biraz, aşağıya inmem lazım," dedi ve tek bir şey söylememe bile fırsat vermeden aynı kapıdan o da geçip evden çıktı. Arkasından bakıp sıkıntıyla ofladım. "İnsan bir susar, özür diletir değil mi?" Söylendim, boynum çok ağrıyınca yatağa dümdüz bir şekilde uzanıp ağrılarımın biraz olsun dinmesini bekledim. Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım. Pars'ın kendisi hakkında anlattıklarını düşününce öğrendiğim şeyler beni şimdi bile şaşırttı. "Vay be!" diye mırıldandım kendi kendime. "Adam istihbaratçı çıktı," deyip güldüm. "Ben de adama mafya mısın diye sordum," deyip gülmeye devam ettim, gülünce boynum biraz daha acıdı. Elim boynuma giderken odadaki sessizlik ürkütücü dereceye çıkmıştı. Sahi neden kimseden ses çıkmıyor? Aşağıdan buraya kadar ses gelmiyor mu acaba? "Aman neyse, biraz başımı dinlerim işte," dedim, sessizliğin tadını çıkarmaya çalıştım. Bunu yaparken aklımda olan tek şey az önce Pars'ı kızdırdığım anlardı. Onunla uğraşmak hoşuma gidiyordu ama anlayamadığım bir şey vardı. Neden bu tarz şeyler onu kızdırıyordu? Babamın ona benim yüzümden uyguladığı baskı yüzünden koruma içgüdüsüyle mi böyle davranıyordu yoksa aklımdan bile geçirmeye, umut etmeye korktuğum başka bir nedenden dolayı mı? Bu sorunun cevabı benim için çok önemliydi ama sanırım uzun bir süre cevap alamayacaktım ve neden bilmiyorum ama hep ilk ihtimalin daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Gözlerimi kapattım, aklımı dağıtmaya çalıştım. Fakat bunu yapamadım ve aynı şeyi, özellikle de Bilge'yi düşünmeye devam ettim. Onu düşündükçe de kendimce onun da Pars'la aynı işi yaptığına, bu yüzden buraya çok sık geldiğine karar vermiştim. Yoksa hiç bu kadar yakın olurlar mıydı? Bilge istediği gibi aşağıya inip çıkabilir miydi? Daha önce geldiğinde de bu odada saatlerce zaman geçirmişlerdi, belki de onda da aşağıya inmişlerdir? Geçen gün gelip ağladığında olanların da başka bir açıklaması vardır, olamaz mı? Belki de birlikte değillerdir? Sıkıntıyla ofladım bir kez daha, düşünüp durdukça kendimce olanlara bir kılıf hazırlayıp resmen kendimi kandırıyordum. Hiçbir şey bilmeden kendimi bunlara inandırmam doğru değil diye düşünürken ayak sesleri duydum. Yukarıya geldiklerini anlarken gözlerimi kapattım. Çok geçmeden kapı sesi geldi, odaya geçtiler. İki kişi olduğunu, ikisinin de geldiğini hissederken sessiz olmaya çalıştıklarını anlamak zor olmadı. Numara yapmaya devam edecekken hapşıracak gibi oldum, rezil olmamak adına telaşla konuştum. "Uyumuyorum, bu kadar sessiz olmanıza gerek yok," deyip gözlerimi araladım. İkisinin de bana baktığını fark ederken bir anda hapşırdım. Neyse ki rezil olmamış, durumu toparlayabilmiştim. "Canım sıkıldı, gözlerimi dinlendiriyordum," diyerek bir de yalan söyledim. "İyi, sen dinlenmeye devam et o zaman. Biz salonda olacağız," dedi Pars, Bilge'yle birlikte kapıya yöneldiler yine. "Hayır hayır!" dedim telaşla. "Beni bırakmayın burada, çok canım sıkılıyor!" Annesinin peşinden ağlayan küçük bir çocuk gibi iki elimi de kaldırıp Pars'a uzattım. "Lütfen beni de indirin salona, çok canım sıkılıyor burada!" Kaşlarını kaldırdı. "Olmaz, dinlen burada," dedi, biz konuşurken Bilge'nin telefonu çalmış ve odadan çıkmıştı. "Valla hiçbir şeye karışmam, sesim çıkmaz, bir köşede otururum sadece. Bırakma beni bu odada bir başıma," dedim ama onu ikna edemediğimi fark edince "Bir yudum su içecek olsam isteyecek kimse yok burada, ne yapayım ben de aşağıdaki adamlar gibi birini su diye kandırıp döveyim mi?" diye sordum ve bu durumda bile kendimle alay edip gülmeye başladım. Son günlerde çok fazla ağlamış olsam da her şeye rağmen en çok gülmeyi seviyordum. "Kendin kadar safını bulursan kandırırsın," deyip laf çarptı bana, kızdım ama bunu hiç belli etmeden masum masum ona bakmaya devam ettim. O da daha fazla dayanmadı ve yanıma geldi. "Tamam kalk hadi, kalk," dedi, kocaman gülümsedim. Yardımcı olup ayağa kaldırdı beni. "Yürüyebilecek misin?" diye sordu düşecekmişim gibi kolumdan sıkı sıkı tutarken. "Sorun ayaklarımda değil Pars, yürürüm tabii ki," dedim kendimden emin bir şekilde ve tek bir adım atıp durdum. Salona inen Bilge'yi düşündüm, Pars'ın beni kucağına alıp salona indirdiğini varsayıp keyiflendim. Fakat hemen ardından da ya gerçekten birliktelerse ve araya giren kötü kadın olursam diye düşünüp moralimi bozdum, yapmak istediğim şeyden vazgeçtim. "Ne oldu? Yürüyemiyor musun?" diye sordu, kendimi toparladım. "Yürürüm," dedim. "Başım döndü de bir an için, ondan oldu," deyip yürümeye devam ettim ama buna izin vermedi. "Gel o zaman," dedi ve hiç beklemediğim bir anda, tabii beni de pek sarsmadan kucağına aldı beni. "Yürürüm dedim ya, niye aldın kucağına?" diye sordum, aniden yaşadığım şey yüzünden korkuyla konuşmuş olduğumdan sesim biraz yüksek çıkmıştı. "Alasım geldi," dedi, söylediği şeye bir anlam vermeye çalışırken çoktan odadan çıkmıştık. Uzatmak yerine düşmemek için ona tutundum, merdivenleri inip de salona ulaştığımızda burası hiç beklemediğim bir durumdaydı. Çünkü sadece Bilge yoktu. Genç bir çocuk ve genç bir kız da vardı. İkisi de farklı koltuklarda oturmuş, kendi hâllerindeydiler. Kimdi şimdi bunlar? Bu bunlar eksikti diye içimden geçirirken Pars beni üçlü koltuğa bırakıp uzanmamı sağladı, o sırada herkes bize bakıyordu. Pars geri çekildiğinde salondaki genç çocuğa ve kıza baktım. Gözlerim ikisi arasında gezinirken Bilge'nin "Siz tanışmadınız," dediğini duydum, ardından da kızı göstererek "Hazal, kız kardeşim," diye tanıştırdı kızı. O an kızla göz göze geldik, fark ettiğim küçünseyici bakışları yüzünden rahatsız olmamak mümkün değildi ve sinirlerimi bozmuştu. "Memnun oldum," dedim yine de. "Hı," dedi memnuniyetsiz bir tavırla ve göz devirip bakışlarını önüne çevirdi. Kaşlarımı çattım, bu ne biçim tavırdı böyle? Tanışmıyorduk bile, niye benden nefret eder gibi davranmıştı? Bunu düşünürken gözlerim de onun üzerinde gezindi. Siyah mini bir etek, aynı renk bir büstiyer giymişti. Topuklu ayakkabıların topuğu bayağı uzun, beyaz tenli, açık kahve saçları vardı ve benim yaşlarımdaydı. Güzel bir kızdı ama tavırları pek de güzel değildi. Hem Bilge'nin kardeşinin burada ne işi var ki? Niye gelmiş yani? "Gökmen," dedi Bilge genç çocuğu gösterirken, o da bizim yaşlarımızdaydı. Kumral, hoş görünümlü biriydi. "Eşim Vedat'ın erkek kardeşi." Şaşkınca kaldım karşısında, ne demişti o? Eşim mi? "Sen evli misin?" diye sorarken çok büyük bir tepki vermiştim. "Evet," dedi Bilge, eline baktım ama parmağında yüzük falan yoktu. Hem zaten olsa daha önce mutlaka fark ederdim. "Yukarıda Vedat bekliyor diyerek yanına indiğiniz Vedat o Vedat mı?" diye sordum, o sırada başka bir ses geldi kulaklarıma. "İlk defa biri tek bir cümle de 3 defa ismimi kullandı." Başımı çevirdim, salona gelen adama baktım. Pars gibi uzun boylu, iri yapılı bir adamdı. Yanıma geldi ve elini uzattı. "Anladın sanırım ama olsun, Vedat ben," dedi, elini tuttum. "Çok memnun oldum," dedim büyük bir keyifle, gerçekten de öyleydi. İlk defa biriyle tanıştığıma bu kadar memnun olmuştum ve bunun adamın kendisiyle hiçbir ilgisi yoktu. Bilge'nin kocası olmasıyla ilgiliydi. "Ben de," dedi ve elini çekti, Bilge'nin yanına giderken Gökmen'e baktım. "Ben evli olduklarını duyunca biraz şaşırdım, tanışıyorduk en son. Ayliz ben, tanıştığıma memnun oldum," dedim gayet kibar bir şekilde. "Gökmen," dedi Bilge onu tanıtmış olduğu hâlde ve ekledi. "Ben de çok memnun oldum Ayliz." Tebessüm ettim, gözümün ucuyla Hazal'a baktım. Sanki dünyanın en saçma şeyini yapıyormuşuz gibi bakıyordu bize. Bir an ben bile yanlış bir şey mi yaptık diye düşündüm, insanlar böyle tanışmaz mıydı normalde? Pars ayaklarımın ucuna oturduğunda Hazal gözlerini ona çevirdi. Anında yüzündeki o küçümseyici, sinsi ifade yok oldu ve tatlı tatlı gülümsedi. Fark ettiğim bu şeyle kaşlarımı çattım, öfkeyle kıza bakarken aynı şekilde Pars'ı izlemeye devam ettim. İşte şimdi anlamıştım salona geldiğimden beri bana karşı tavır almış olmasının nedenini. Çünkü beni salona Pars kucağında indirmişti, o da muhtemelen bundan rahatsız olmuştu. Bir bu eksikti! "Bilge'si biter, Hazal'ı başlar. Allah'ım sen bana sabır ver!" Ağzımın içinden mırıldandım, eşzamanlı olarak Pars'ın gözleri beni buldu. O an bunu Pars'a söylememde bir sakınca olmadığına karar verdim. "Bir şey mi dedin?" diye sordu, başımı salladım. "Dedim," dedim anında inkar etmek yerine, çünkü onunla konuşmak istedim ama burada herkesin içinde olmazdı. "Benim bir kalkmam lazım, yardım etsene," dedim ve elimi uzattım, kaşlarını çattı. "Sebep? Kalkıp ne yapacaksın? Otur işte oturduğun yerde." Gözlerimi kapattım, sıkıntıyla ofladım. Gözlerimi yeniden açtığımda hâlâ bana baktığını gördüm. "Herhalde bir işim olmasa oturacağım zaten Pars," dedim sanki özel bir şey söylüyormuş gibi fısıldayarak ve daha sessiz bir ses tonuyla "Lavaboya gitmem gerek," dedim, yeniden elimi uzattım. Bu kez itiraz etmeden tuttu elimi ve kalkmama yardımcı oldu. Hazal'ın bakışlarını üzerimizde hissederken Pars'ın yardımıyla yürüdüm, salondan ayrılınca ise durup ondan uzaklaştım. "İyiyim ben, iyiyim," dedim, boynumda küçük bir sızı vardı ama ayakta durmam için engel değildi bu. Hem boyunluk sayesinde sorun çıkmıyordu. "Hadi o zaman," dedi, dilimi damağıma çarpıtarak cıkladım. "Yok, gitmeyeceğim lavaboya. Söylemem gereken bir şey var da bu yüzden geldim buraya." Kaşlarını çattı, ellerini arkasında birleştirdi. "Neymiş o?" "Niye ailecek buradalar?" diye sordum, ilk merak ettiğim şey buydu çünkü. "Bugün burada kalacaklar, böyle olması gerekiyordu," dedi, bilmediğim bir şey olduğunu anlarken sormaya devam etmedim. Çünkü daha da önemli bir mevzu vardı. "Aslında sana başka bir şey söyleyeceğim," dedim, uzunca nefesini dışarıya verdi. "Ayliz, derdin neyse söyle hadi," dedi sıkılmış bir tavırla. "Peki," dedim ve kendimden emin bir şekilde devam ettim. "İster inan ister inanma ama Bilge'nin kız kardeşi sana yürüyor." Arkasında birleştirmiş olduğu ellerini serbest bıraktı, kızacak gibi dururken anında "Sakın kızma, ben gördüğümü söylüyorum sana! O kız resmen..." Sözümü kesti. "Ayliz yeter!" diye çıkıştı. "Bunun için mi getirdin beni buraya? Ben de bir şey var sandım!" dedi, konuşmak istedim ama devam edip engel oldu. "Bu konuyu bir daha sakın açma! Konuyu açmanı geçtim eğer böyle bir şey ima edecek en ufak bir şey söylersen..." deyip sustu, birkaç saniye düşündükten hemen sonra "Babana her şeyi anlatırım," dedi, göz bebeklerim büyüdü. "Ne?" Sesim çok yüksek çıktı. "Bağırma, ayrıca ben çok ciddiyim. Eğer bu konuyu açar, herkesi zor durumda bırakacak bir şey söylersen ben de babana her şeyi anlatırım." Elimden geldiği kadar öfkeyle baktım gözlerinin içine. "Sen beni tehdit mi ediyorsun?" diye sordum, başını salladı. "Ben seni tehdit ediyorum," dedi hiç tereddüt etmeden, zorlukla gülümsedim. "İşe yarıyor," dediğimde keyiflenir gibi oldu. "İyi, o ağzını sıkı tut o zaman," diye uyardı ve ayrıldı yanımdan. "Gıcık!" deyip peşinden gittim ve yeniden salondaki yerime oturdum, ayaklarımı da koltuğa doğru uzattım. "Aşağıya neden indin?" Bu soru Bilge'den geldi. Pars hiçbir şey anlatmamış mıydı acaba? "Yanlışlıkla, öyle bir yer olduğunu bilmiyordum," dedim, Hazal araya girdi. "Çocuk gibi yaramazlık yaparken gitmiş işte." O benimle alay mı etti? Kaşlarımı çattım, gözlerimi ağır ağır ona çevirdim. Tam karşılığını verecekken ayağımın ucunda oturan Pars tarafından ayağım dürtüldü, gözlerimi ona çevirdim. Az önce söylediklerini hatırlayıp ellerimi yumruk yaptım ve söylemek istediğim her şeyi yutup öfkeyle önüme döndüm. O sırada Bilge, Hazal'ı uyarıyordu. "Şaka yaptım abla ya," dedi Hazal ve Pars'a baktı. "Yani Pars gibi birinin evinde yaşarken bence girilen her odaya dikkat etmek gerekir," dedi cilveli bir tavırla, kumandayı kafasına fırlatmamak için kendimi zor tuttum. "Allah'ım sen bana sabır ver, ben bugünlük başka hiçbir şey istemiyorum," diye fısıldadım ağzımın içinden. "Niye?" diye sordu Gökmen Hazal'a bakarak ve ekledi. "Canavar mı çıkar odalardan?" diye o da onunla alay edince dudaklarım yana kıvrıldı, hoşuma gitti. Çünkü Hazal bozulmuştu ve benim ağzımı bile açmama gerek kalmamıştı. "Sen sussana ya!" diye çıkıştı Hazal Gökmen'e karşı, sessizliğimi korumaya devam ettim. Sanırım bu ikisi iyi anlaşamıyordu ve beni bu kızdan kurtaracak şey tam olarak bu olacaktı. "Yine didişmeye başlamayın," diye uyardı Vedat, Gökmen arkasına yaslandı. "Uğraşacak hâlim yok zaten," dedi, o an gözleri beni buldu. Dudaklarında küçük bir tebessüm belirirken ben de ona tebessümü ettim. Gözlerimi önüme çevirdiğimde de Pars'ı gördüm ama onun beni görecek hâli yoktu, çünkü öfkeyle ve çok büyük bir dikkatle Gökmen'e bakıyordu. Neredeyse herkes birbirinin varlığından rahatsızdı şu an. Sanırım bu gece çok eğlenecektim ve eğer benim de Ayliz ise hem Pars'ın istediğini yapacak, ağzımı bile açmayacak hem bu kızın yarın sabah buradan arkasına bile bakmadan gitmesini saklayacak hem de Pars'ı kıvrandıracaktım. Bölüm Sonu! Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum ♡ Şu an yine bölüm kısa dediğinizi duyar gibiyim bu arada ama kısa değil, toplam 6 bin kelime. Artık yapacağınız yorumları tahmin ettiğim için açıklamamı da önceden yapıyoruz ahahahahajhaha Bu sefer yeni bölümü çabuk atmaya çalışacağım ama, söz vermeyeyim ama deneyeceğim ashahahahahahahha hatta siz bölümü okurken ben yazmaya gidiyorum, çünkü yeni bölümde yazmayı düşündüğüm bir sahneyi kelimelere dökmek için çok heyecanlıyım, sizin de hemen okumanızı istiyorum :) Bir Hazal eksikti dediğinizi duyar gibiyim jsjsjjsja Bilge'nin evli olmasına şaşırdınız mı? Pars'ın mesleğini öğrendik sonunda jsjsjjsjs böyle bir şey bekliyor muydunuz? Ayliz dediğini yapabilecek mi sizce? Gökmen ve Hazal'dan nasıl bir enerji aldınız? Sizce onları görmeye devam edecek miyiz? Duyuru ve alıntılar için; Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan Sizi Çok Seviyorum! |
0% |