@gizzemasllan
|
Selam :) Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ gizzemasllan Instagram: gizzemasllan . . 16. BÖLÜM "KORKUTAN HİSLER" Gözlerim salondakiler arasında gezindi. Şu an öyle bir ortam vardı ki herkes gergin, herkes sinirli ve herkes her an birbirine çatacak da olay çıkacak gibiydi. Fakat buna rağmen hiç kimsenin sesi çıkmıyor, kimse birbiriyle göz teması kurmuyordu. Nedensiz yere de bu durum hoşuma gidiyordu. Neden burada kalmak zorundalar bilmiyorum ama yarın sabaha kadar burada kalacaklardı ve ben çok eğleneceğimizi düşünüyorum. Eğlenmek için biraz çaba sarf edecek de olabilirim tabii... "Pars," dedim ve sonunda sessizliği bozan ben oldum. Başka yer yokmuş gibi ayak ucumda oturan Pars'ın bakışları beni bulunca "O adamlara ne oldu?" diye sordum. Bu soruyla diğerlerinin da dikkatini çekmiş oldum ve hepsinin bakışları beni buldu. "Niye soruyorsun?" diye sorarken arkasına yaslandı. "Merak ediyorum," dedim ve kendimi gösterdim. "Şu hâlime baksana, adamlar beni ne hâle getirdiler. Merak edeyim hiç değilse değil mi?" "Yalnız bu sadece adamların suçu değil." Hazal'ın sesiyle sinirlerim tepeme çıkarken gözlerimi ona çevirdim. "Senin de suçun var, aşağıya inmeseydin başına da bunlar gelmezdi." Cevap vermek için dudaklarımı araladım, tam o anda Pars'la göz göze geldim. Ettiği tehdidi hatırlayıp sustum, fakat buna rağmen bir şey yapmam gerek diye düşünürken Gökmen araya girdi. "Yolda biri sana saldırırsa sakın birine şikayet edeyim deme o zaman sen," dedi ve alaylı bir ses tonuyla ekledi. "O da sadece onların suçu olmaz çünkü, senin de suçun vardır." "Ne saçmalıyorsun ya sen?" diye çıkıştı Hazal Gökmen'e bakarak. "Aynı şey mi?" "Bir farklılık var da ben mi göremiyorum?" diye sordu Gökmen, Bilge araya girdi. "Bu konuda Gökmen hakkı Hazal," dedi. "Hiç kimse birine hiçbir gerekçe yüzünden zarar veremez. Ayliz'in orada olması da buna dahil. Hem zaten o adamlar, onları haklı çıkaracağınız birileri değil." Ablası kendisiyle düzgünce konuşurken Hazal saçma sapan yüz ifadelerine bürünüyor, ablasını dinlerken sıkıldığını fazlasıyla belli ediyordu. Pars bana çocuk deyip duruyordu ama asıl çocuk bu kızdı. Neyse, böyle olması çok daha iyiydi. Pars bu kıza asla bakmazdı çünkü. İşte o zaman da kendisinin bakıyor olmasının da hiçbir önemi kalmıyordu. Duyduğum anlık gülme sesiyle Gökmen'e baktım, Hazal'ın tavırlarına gülmüştü sanırım ve ardından cebinden telefonunu çıkarıp telefonuyla ilgilenmeye başlamıştı. "Sen bana mı gülüyorsun oradan?" diye seslendi Hazal Gökmen'e doğru ama Gökmen onu umursamayıp telefonuyla ilgilenmeye devam etti. Gözlerimi onlardan çekip Pars'a baktım, o da Gökmen'e bakıyordu. Yüz ifadesine bakılırsa kalkıp birazdan Gökmen'e saldıracak gibiydi. Niye takmıştı çocuğa anlamıyorum. Hem sorduğum soru da araya kaynamıştı, bu da onun işine gelmiş gibiydi. Ben de uzatmak istemedim. Madem cevap vermiyor, vermesin. Zaten neler olduğunu tahmin etmek çok da zor değildi. "Ya tamam abla ya," dedi Hazal bir anda, Bilge'nin kendisine fazla öğüt vermiş olmasından sıkılmış gibiydi. "Hem siz onu bunu boş verin de neden bugün burada kalmak zorundayız bana onu söyleyin! Ya biz en son tatile diye çıktık evden, şu geldiğimiz yere bakın!" diye söylendi ve Pars'a döndü. "Lütfen alınma, bunun seninle bir ilgisi yok. Ben sadece bize bir açıklama yapmamış olmalarına kızıyorum Pars," dedi tatlı tatlı, yüzünün ortasına bir tane vurmamak için kendimi çok zor tuttum. Ne diye açıklama yapıyor ki? Yapmak zorunda mı? Gözümün ucuyla Pars'a baktım, Hazal'ın sözlerine karşı sessizliği tercih etmişti. "Hazal," dedi Vedat. "Yeter artık, söylenip durma. Kalmak zorundayız ve kalıyoruz, bir gün sabredeceksin." Vedat'ın sesi uyarıcı çıkmıştı. "Vedat abi ama..." dedi Hazal, Vedat devam etmesine izin vermedi. "Hazal, yeter dedim," dedi ve kızı susturdu, Bilge Vedat'a minnet dolu baktı. Sanırım Hazal'ın mızmız tavırları bugüne özel bir şey değildi. "Sen daha iyi misin Ayliz?" diye soran Bilge'nin bakışları beni buldu. "İyiyim," deyip tebessüm ettim. Aşağıda olanlar aklıma gelince korkudan ürperdim ama kendimi çabucak toparlamayı da başardım. "Doktor ağrın olursa diye ilaç vermişti sanırım, ağrın olursa söyle mutlaka." Başımı sallamakla yetindim. Bilge, onu tanıdığım ilk günden beri hep bana samimi gelmişti. Fakat ben içimde yeşeren duygular yüzünden kadını bir türlü sevememiştim ama şimdi ortada böyle bir şey olmadığından onu yavaş yavaş sevmeye başlamıştım. Fakat şimdi de aynı duyguları Hazal'a karşı hissediyordum. Elimden gelse ayağa kalkar saçını başını yolardım. Benim de içimden nasıl bir şey çıktı böyle! Düşündüğüm şeyler yüzünden alttan alttan gülerken Gökmen'le göz göze geldim, çocuk da kendisine gülümsüyorum zannetti ve kendisi de gülümsedi. Ben de hiç bozuntuya vermedim, o sırada bu kez de Pars'la göz göze geldim. Kaşlarını çatmıştı, bakışları olabildiğince sertti ve öfkeyle bakıyordu bana. Fakat ben bu bakışlar umursamadım, gözlerimi ondan çektim ve umurumda olmadığını belli edecek şekilde davranmaya devam ettim. O da bana daha fazla bakamadı zaten, çünkü telefonu çaldı. Cebinden telefonu çıkardı ve aramaya yanıt vermek için yanımızdan ayrıldı. "Eee Ayliz," dedi Hazal, gözlerim onu buldu. "Madem yapacak bir şey yok, konuşup tanışalım bari," deyip arkasına yaslandı ve ayak ayak üstüne attı. Bunun iyi niyetli bir konuşma girişimi olmadığını o an anlarken "Ne okuyorsun sen? Hangi üniversitedesin?" diye sordu, kendimi bir an için çok kötü hisettim. Ben, okumamıştım ki. Liseyi bile zar zor bitirmiş, sonra da bırakmıştım. Sevmemiştim okumayı, istememiştim de. Tamam, güzel bir şeydi. Hatta çok da önemli bir konuydu. Herkes okumalı, bir meslek sahibi olmalıydı ama ben hiçbir zaman buna ihtiyaç duymamıştım. Hâlâ da duymuyorum. Para kazanmak zorunda olacağım bir durumda olsaydım, bunu başka bir şekilde de yapabilirdim değil mi? "Cevap vermeyecek misin?" Hazal'ın sesiyle kendime geldim. "Okumuyorum ben," dedim, şaşırır gibi oldu. "Kazanamadın yani," dedi küçümseyici bir tavırla ve "Hazırlanıyor musun peki?" diye sordu. "Hayır," dedim anında. "İstemiyorum, belki ileride isterim ama şimdilik böyle bir düşüncem yok." "Boş boş yaşıyorsun yani?" dedi, tam ona cevap verecekken Pars salona geldi ve sustum. Susmak zorundaydım çünkü, yoksa bu manyak gider babama Tan olayını anlatırdı. Şu an babamın bunu öğrenmesine pek de hazır değilim. "Hazal!" diye araya girdi Bilge, kardeşine uyarıcı bir şekilde baktı. Vedat konuşulanları duymamış gibi davranırken Pars ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi. "Merak etme Hazal," dedi Gökmen ve gülerek ekledi. "Sen mezun olana kadar Ayliz'in okuma isteği gelir, okur ve sana da yetişir. Ne de olsa 3 yıldır 1. sınıftasın." Kendime engel olamadım ve güldüm, sessiz olmaya da çalıştım ama yine de herkes güldüğümü fark etti. Hazal bozulduğu için sesi çıkmazken Gökmen bana baktı ve göz kırptı. Onun bu hareketiyle yüzümdeki gülümseme büyüdü. "Gökmen," dedi Vedat uyarıcı bir ses tonuyla. "N'oldu abi, ne bakıyorsun bana öyle? Yanlış bir şey mi söyledim?" diye sordu Gökmen, Bilge araya girdi. "Yanlış bir şey söylemedi çocuk, haklı. Olanı söyledi sadece," deyip Gökmen'e destek çıktı, Hazal ablasının bile sinirlerini bozmuştu. "Abla ya sen bir de onu mu savunuyorsun?" Hazal çocuksu bir şekilde bunu söylerken Pars ayak ucuma oturdu yeniden. Öyle bir bakıyordu ki kendisi yokken bir şey yaptığımı düşündüğü çok belliydi. "İster inan ister inanma ama ben ağzımı bile açmadım," dedim sessizce, gözlerinin kenarı kısıldı. "Kendi aralarında tartıştılar." Söylediğim şeye hiç inanıyor gibi durmazken Hazal'ın ayağa kalktığını fark ettim. "Ben bahçeye çıkıyorum, hava alacağım!" dedi ve kimsenin bir şey söylemesini beklemeden gitti. Ardından da Gökmen kalktı. "Ben de sıkıldım, çıkıp bir hava alayım." dedi ve bana baktı. "Bunlar şimdi iş konuşacaklardır, sen de benimle gelmek ister misin?" diye sordu, bu sorudan çok memnun olup heyecanla kabul edecekken Pars araya girdi. "İstemez," dedi, benimle birlikte herkesin bakışları onu buldu. "İstemesin yani," diye düzeltti ve ekledi. "Bu hâlde ayağa kalkması doğru değil." "İyiyim ben," diye araya girdim. "Bunaldım zaten içeride, çıkacağım. Burada oturacağıma bahçede otururum," dedim, Pars sözlerime karşılık hiçbir şey diyemeyip sadece dümdüz bir ifadeyle bana bakarken Gökmen'e baktım. "Çıkalım." Tebessüm etti. "Yardım etmemi ister misin?" diye sordu, elimi uzattım ona. "Olur." Yanıma geldi ve uzattığım elimi tuttu. Sonra da kalkmama yardımcı oldu. Kalktığımda ise belimden tuttu, ayakta durmam için bana destek oldu. Gözümün ucuyla Pars'a baktım, gözleri Gökmen'in belimdeki elindeydi ve öfkeden boynundaki damarlar belirginleşmişti. Ben daha onun bu hâlini izlerken gözleri beni buldu ve bakışlarıyla öfkesini öyle bir hissettirdi ki vücudum ürperir gibi oldu ama bunu umursamadım. Amacım da zaten bu değil miydi? Beni tehdit ettiği için onu pişman etmek, olsun bakalım. Hem bu daha onun için başlangıç sayılırdı. Gözlerimi ondan çektikten hemen sonra Gökmen'in yardımıyla salondan ayrıldım, birlikte terasa çıktık. "Bahçeye inebilecek misin?" diye sordu Gökmen, önümüzdeki merdivenlere bakıp yüzümü buruşturdum. "Sanırım inemeyeceksin," dedi. "Gel o zaman, burada oturalım," deyip terastaki koltuğa yürümeme yardımcı oldu. Beni oturttuktan sonra kendisi de yanıma, koltuğun bir diğer ucuna oturdu. "İyi misin?" Endişeyle sordu bunu. "İyiyim, teşekkür ederim," dedim, arkama yaslandım ve rahat etmeye çalıştım. "Sen Hazal'a bakma, o her zaman böyle biriydi ve herkese karşı böyle. Biraz ukala yani." "Onu fark ettim," dedim keyifsizce. "Yanlış anlama ama sana böyle dışarıdan bakınca hiç de öyle her söylenene susacak bir kız gibi durmuyorsun. Fakat Hazal ne dediyse sustun, niye cevap vermiyorsun?" "Veremiyorum diyelim," dedim. "Verirsem başıma yeni bir sorun çıkacak çünkü." "Pek anlayamadım ama vardır elbet bir bildiği deyip uzatmıyorum," dediğinde güldüm, o da bana eşlik etti. "Biliyor musun seni daha önceden tanıyordum," dedi, şaşkınca kaldım. "Geçen seneydi sanırım, bir barda görmüştüm seni. Yanında bir adam vardı, onunla eğleniyordunuz." Bahsettiği adam Tan'dı galiba. "Bir şeyler olmuş ve bizim masada sizin hakkınızda konuşmuşlardı, oradan hatırlıyorum." "Ne konuştuğunuzu merak ettim doğrusu," dedim, omuz silkti. "Hatırlamıyorum," dedi, inanmaz bir bakış attım. "Gerçekten hatırlamıyorum, demek ki çok da önemli bir şey değilmiş." "Beni hatırlıyorsun ama." "Sen aklımda kalmışsın," dedi, dudaklarım yana kıvrıldı. "Öyle olsun," dedim uzatmak yerine, gerçekten de unutmuş olabilirdi sonuçta. Hem zaten ne konuştuklarının ne önemi vardı ki? Hiçbir zaman insanların benim hakkımdaki düşüncelerini önemseyen biri olmamıştım. "O bahsettiğin adam eski sevgilim, çok olmadı ayrılalı." "Üzüldüm sizin adınıza." Güldüm. "Hiç üzülme, ben çok mutluyum." Şaşkınca kaldı karşımda. "Nasıl biri olduğunu tahmin bile edemezsin. Biraz geç gördüm bunu ama gördüm ve bitti işte." "Sevindim o zaman," dedi bu kez de, cevap vermeyince sessizlik oldu ve ikimiz de sessizce oturduk. O sırada bahçeden Hazal'ın sesi geliyor, muhtemelen telefonla konuşuyordu. "Bir telefon görüşmesi 3 saat sürüyor en az." Gökmen ağzının içinden konuşurken tamamen ona döndüm. "Sen bu kızdan hoşlanıyor musun?" diye sordum bir anda, hızla gözleri beni buldu ve göz bebekleri büyüdü. "Ne?" "İnsan sevdiğiyle ancak bu kadar uğraşır," dedim, telaşla başını olumsuz anlamda salladı. "Hayır!" dedi net bir tavırla. "Yok öyle bir şey, olmasın da!" O kadar telaşlandı ki bu kadarını beklemiyordum. "Mümkün değil hatta. Ben ve Hazal öyle mi? Hiç güleceğim yoktu Ayliz." "Peki," dedim. "Öyle olsun, ben sadece gördüğüm şeyi söyledim." "Yanlış görmüşsün," dedi anında. "Lütfen bu konuyu da kimsenin yanında açma olur mu? Yanlış anlaşılmak istemiyorum, Hazal'ın diline düşmeyi hiç istemiyorum." "Olur mu öyle şey? Tabii ki açmam, ben sadece öylesine söylemiştim," dedim, tebessüm etti. Ben de ona gülümserken bir anda Pars yanımızda belirdi. "Ne yapıyorsunuz burada?" diye sordu ve geçip benim sağımda kalan tekli koltuğa oturdu. "Oturuyorduk," dedim, Gökmen de beni onaylarken Pars'ın yeşilleri benim ve onun arasında gidip geldi. Bu, beni gerçekten kıskanıyor olabilir miydi? Hareketleri artık bunu düşünmeme neden oluyordu. "Şimdi hepimiz de buraya çıktık, kendilerinden kaçıyoruz zannedecekler," dedim, Pars bana bir şey diyemeden Gökmen araya girdi. "Abi demiyor musun?" diye sordu, gözlerim onu buldu. "Anlayamadım?" dedim. "Buraya geldiğimizde sen uyuyordun, doktor falan gelmişti hatta. Abim olanları anlatırken bize Pars'ın kardeşi gibi demişti de senin için, ondan öyle bir tepki verdim," dedi, Pars araya girdi. "Kardeş mi?" diye sordu, Gökmen ona bakıp başını salladı. "Evet, abim öyle dedi," dedi ve Pars'ı biraz daha sinirlendirdi. "Biz beraber büyüdük sayılır Pars'la. Çoğu zaman aynı evin içinde, bir aradaydık. Abin sanırım o açıdan öyle bir şey söylemiştir." "Belki de," dedi Gökmen, çok da uzatmadı. "İki kardeşim var," dedi Pars. "Doğan ve Erdem, bir de kardeşim gibi gördüğüm Ateş var. Başka da kardeşim yok, kardeşim gibi gördüğüm kimse de yok." Bunu söylerken bana bakıyordu. "Umarım anlatabilmişimdir." "Anladık," dedim, Gökmen'e baktım. "Kendisi benden pek haz etmez de o yüzden böyle diyor," diye açıkladım. Oysa nedeninin bu olmadığını biliyordum, sadece Pars böyle düşündüğümü düşünsün istiyorum. "Ben bir abime bakayım," dedi ve Gökmen ayağa kalktı. "Gelirim yeniden," deyip yanımızdan kaçar gibi gitti, Pars'a çevirdim bakışlarımı. "Sen niye geldin ya? Çocuk senin yüzünden gitti!" Kaşlarını çattı. "Neden, çok mu güzeldi sohbetiniz?" "Çok güzeldi," dedim. "İnsan gibi konuşuyordu hiç değilse," diye ekledim, konuşacak gibi olduğunda da izin vermeyip devam ettim. "İki lafından biri sus, yeter, çocukluk yapma, kalk, otur, ye, iç değildi! Emir vermiyordu." deyip laf çarptım. "Ya da seni babana şikayet ederim diye tehdit etmiyordu!" "Ayliz, ben seni..." Sözünü kestim. "Sen beni tehdit ettin! Ya eline bir koz geçti, onu kullanıyorsun resmen! Ayrıca haklıyım ben, o kız resmen sana asılıyor!" Öfkeyle ayağa kalktı. "Başlama yine!" "İyi, demedim bir şey! Ne hâlin varsa gör, zaten beni niye ilgilendiriyorsa!" diye söylendim, Pars bir şey demeden giderken telaşla konuştum. "Hey! Dur orada, nereye gidiyorsun? Beni burada mı bırakacaksın?" diye sordum, durdu ve bana döndü. Yanıma gelmek yerine olduğu yerde durup bana bakmaya devam ederken "Ya da git sen ya, senden iyilik falan istemiyorum! Kendim kalkarım ben, hem şimdi Gökmen gelir o bana yardım..." Onun ismini duyduğu an yanıma geldi ve tek kelime etmeden, benim de etmeme fırsat vermeden bir anda kucaklayıp kaldırdı beni. "Başka birine gerek yok, ben hallederim." Dudaklarım yana kıvrıldı, bu ciddi ciddi beni kıskanıyordu. "Çok belli ediyorsun," dedim, yürürken gözünün ucuyla baktı bana. "Neyi?" "Boş ver," dedim, inkar edecekti çünkü, benim biliyor olmam yeterliydi. Salona girdik, Pars benden cevap beklemezken yeniden koltuğun üzerine bıraktı beni. Salonda kimsenin olmadığını fark ettim. "Nereye gitti herkes?" "Vedat ve Bilge aşağıya indiler," dedi sadece, Gökmen hakkında bir şey söylemedi. Zaten o içeriye girdiğinde benim yanımdaydı, adam nereden bilsin nerede olduğunu? "Sana bir şey itiraf edeyim mi?" dediğimde yanıma oturmuştu. "Et bakalım," dedi merakla bana bakarken. "Birkaç gündür seni Bilge'yle sevgili zannediyordum." Şaşkınca kaldı karşımda. "Aranızda bir şeyler olduğundan emindim hatta." Şaşkınlığı daha da artarken bunu gizlemeye de çalışıyordu. "Bunu sana tam olarak ne düşündürdü?" Sakince sordu bunu. "Geçen gün geldiğinde bahçede sizi sarılırken gördüm. Bilge ağladı, sana sarıldı. Sanki bir şey itiraf ediyormuş gibiydi, sen de ona sarılınca ben sandım ki birliktesiniz," deyip açıkladım, Pars bir şey demezken de "Burada kaldığım ilk zamanlarda da geldiğinde odaya geçtiniz ve kaç saat çıkmadınız, ben de..." Bu kez devam etmeme izin vermedi. "Tamam," dedi, rahatsız olmuş gibiydi. "Yok öyle bir şey, kadın evli gördüğün gibi. Sen de unut bunu, çıkar aklından." "Kadının evli olduğunu öğrenince olmadığını anladım zaten, unuttum say," dedim ve arkama yaslandım. "Ablamlar nerede?" diye sorarak içeriye girdi Hazal. Pars'ın cevap vermesini istemeyip "Aşağıya inmişler," dedim. "Onlar da saf saf dayak yemeseler bari," dedi alay ederek ve yanımızdan ayrıldı, gözlerimi Pars'a çevirdim. "Bak valla kendimi çok zor tutuyorum, yemin ederim ben bu kızı yollarım günün sonunda." Pars kaşlarını çattı. "Yolarım ne demek? Düzgün konuş," dedi, göz devirdim. "Kusura bakma ama karşımda böyle bir kız varken İstanbul hanımefendisi gibi konuşamayacağım. Şuna baksana ya! Her fırsatta laf çarpıyor resmen bana." "Boş ver," dedi, daha da sinirlendim. "Senin için boş ver demesi kolay! Ya kız resmen alay ediyor benimle alay!" Sözlerim Pars'ın umurunda olmadı ve yanımdan kalktı. "Ben de aşağıya iniyorum, sakın kızla kavga etmeye kalkma." "Yok, etmem merak etme. Hani edersem babama söylermişsin ya her şeyi, edemiyorum bu yüzden." "Abartma," dedi ve yanımdan uzaklaştı. "Abartmıyorum!" dedim, durdu ve bana baktı. "Zaten sabrımın sonuna geldim! Eğer bu kız biraz daha böyle devam ederse babam falan da umurumda olmaz, yemin ederim yapılması gerekeni yaparım!" Sessiz kaldı ve bu sinirimi bozdu. "Sen umursamıyorsun beni ama..." Dinlemedi bile beni ve yeniden arkasını dönüp gitti. "Resmen takmadı adam beni ya!" deyip daha yüksek bir ses tonuyla "Sen görürsün!" diye bağırdım ama dönüp bakmadı bile bana. "Görürsün görürsün diyorum ama yapacak bir şey var sanki! Kız resmen laf sokup sokup duruyor bana! Ben bu hallere düşecek kadın mıydım ya!" Kendi kendime konuşurken boynuma bir ağrı saplandı. "Ah!" deyip boynumu tuttum. "Bir bu eksikti ya!" deyip söylenmeye devam ettim. "Neyse, sakin ol Ayliz. Daha gece uzun, elbet eline bir fırsat geçecek." Kendi kendimi teskin ederken arka odalardan gelen Gökmen'i gördüm. Çocuk resmen Pars yüzünden arkasına bile bakmadan kaçıp gitmişti. "İçeriye geçmişsin," dedi, karşıma oturdu. "Benim de birini aramam gerekiyordu, o yüzden öyle kaçar gibi ayrıldım." Yalan söylediğini anlamak zor olmadı, resmen Pars'tan kaçmıştı. "Çok soğuk hava, bir de hasta olmayayım dedim." Anladım dercesine başını salladı. O esnada Hazal da salona gelmiş, oturacak o kadar yer varken gelip yanıma oturmuştu. Bunu doğal olarak garipsedim. "Daha iyisin değil mi?" diye sordu, başımı salladım. "İyiyim," dedim, bunun da altından bir şey çıkacak gibiydi. Neyse bekleyip göreceğiz zaten diye içimden geçirdim, zaten çok da beklememe gerek kalmadan ağzındaki baklayı çıkardı. "Ya ben sana bir şey sormak istiyorum da beni yanlış anlamandan korkuyorum." "Öyle mi? Yok, yanlış falan anlamam. Sor sen," dedim sırf ağzından laf almak için. "Ben şey," diye girdi konuya, o esnada Gökmen yanımızdan yeniden ayrılmıştı. Bunlar da bir yerde oturamıyor gibi sürekli kalkıp başka bir yere gidiyorlardı. "Pars'la ilgili bir şey soracaktım." Bu söz yüzüme bir tokat gibi çarparken usulca gözlerimi Hazal'a çevirdim. İnanmak istercesine "Kiminle ilgili?" diye sordum, çok utanma varmış gibi utanıyor gibi davrandı. Yersen! "Pars'la," diye yineledi, sakin kalmaya çalıştım. "Pars," dedim ben de ve derin bir nefes aldım. "Ne soracaksın Pars'la ilgili?" Yutkundu, kendini hazırladı. Ne soracak da bu kadar zorlanıyor diye içimden geçirirken sonunda konuşabildi. "Sevgilisi var mı?" Göz bebeklerim büyüdü bu soruyla, ardından da kaşlarımı çattım ve öfkeyle baktım gözlerine. "Ne oluyor ya?" dedi verdiğim tepkiden dolayı, hızla kendimi toparladım. İşte beklediğim o fırsat elime geçmişti. Dudaklarım yana kıvrıldı, Hazal hareketlerimi izlerken konuştum. "Sen Pars'tan mı hoşlandın?" diye sordum muzip bir tavırla ve sanki bunu hiç fark etmemiş gibi. "Yani... Iıı... Öyle demeyelim de... Ben sadece..." Bir türlü doğru düzgün cümle kuramadı, eveleyip geveleyip durdu. "Çekinme lütfen, ayıp bir şey değil ki," dedim samimi bir tavırla, eğer bu kız da biraz olsun akıl varsa bana yaptıklarından sonra böyle samimi olmayacağımı anlamış olması gerekiyordu. "Tamam o zaman, evet hoşlandım," dedi, yüzünün ortasına bir tane geçirmemek için kendimi çok zor tuttum ve düşündüğüm bu şeyin aksine samimi bir tavırla gülümsemeye devam ettim. "Hoşlandın demek," dedim, başını sallarken üzgün bir şekilde devam ettim. "Üzüldüm şimdi senin için." Anında kaşlarını çattı. "O ne demek şimdi ya? Neden üzüldün?" "Çok yanlış kişiden hoşlanmışsın, imkansız aşk bu." Anlamsız bakışlar attı, ona doğru eğildim ve sır veriyormuş gibi fısıldadım. "Pars'ın sevgilisi var." "Ne?" Sesi biraz yüksek çıktı. "Gerçekten mi?" Başımı salladım. "Gerçekten," dedim, Hazal'ın morali fazlasıyla bozulurken "Ama tabii iyi bir haberim de var sana," diye ekledim, heyecanlandı. "Araları mı bozuk? Ayrılacaklar mı?" Seviniyor olmasından bile iğrenirken dilimi damağıma çarpıtarak cıkladım. "Yok, iyi araları. Hatta bayağı iyi," dedim, morali yeniden bozuldu. "İyi haber ne o zaman?" "Pars sevmiyor kızı," dedim, Hazal bir kez daha heyecanlandı ama şaşırmış gibiydi de, daha çok şaşıracaktı. "Sevmiyorsa neden sevgilisi?" diye sordu hâliyle, üzgün bir tavırla baktım gözlerine. "Geçmişini unutup yaralarını sarmaya çalışıyor, kız da bunu biliyor ve birbirlerini idare edip devam ediyorlar işte ilişkilerine." dedim, meraklandığını hissettim. "Ne var ki geçmişinde? Niye unutmaya çalışıyor." İşte beklediğim o soru da gelmişti. "Ne yok diye sorsan daha iyi olurdu, neler yok ki?" Hazal daha da meraklandı. "Anlatsana biraz." Etrafa bakınıp kimseler olmadığından emin olduktan sonra yeniden ona döndüm. "Emin misin?" Sordum, başını salladı. "Eminim." "Yok ya," dedim. "Güvenmiyorum ben sana, sen şimdi gider herkese Ayliz bana bunları anlattı dersin," deyip önüme döndüm, küçük bir taktikti aslında bu. "Ya hiç olur mu öyle şey? Hem söylersem benim de onu sorduğum ortaya çıkar, öyle heveslisi gibi olmaz," dedi, kahkaha atmamak için kendimi çok zor tutuyordum. "Hadi Ayliz ya, anlat lütfen. Ne yaşamış geçmişte? Niye sevmediği bir kadınla birlikte şimdi?" Yeniden ona döndüm. "Hiç anlatasım yok ama madem bu kadar merak ediyorsun, anlatayım ben yine de. Fakat bak sakın bu konuları Pars'ın yanında açma, en hassas noktasıdır. Olacağınız varsa da olmazsınız sonra benden söylemesi," deyip küçük de bir tedbir aldım. "Yok yok asla açmam, kimse gelmeden anlat hadi sen," dedi, kıvama gelmiş gibiydi. "Pars yıllar önce bir kadını sevdi, hem de çok sevdi. Önce yıllarca platonik takıldı, sonra bir şekilde kadın da ona yüz verdi ve bir ilişkileri oldu. Fakat tam evlenmeye yakın..." deyip sustum, biraz heyecan yaratmak istedim. "Ne oldu evlenmeye yakın? Öldü mü yoksa kadın?" Dilimi damağıma çarpıtarak cıkladım ve eşzamanlı olarak kaşlarımı hayır anlamında kaldırdım. "Ölmedi, daha da kötüsü. Ölse daha iyiydi, ölmekten beter oldu," dedim, Hazal daha da meraklandı. "Bir başka kadın çıktı ortaya, meğerse Pars'ın bu kadından çocuğu varmış." Hazal'ın göz bebekleri büyüdü. "Ne? Pars'ın çocuğu mu var?" diye sordu. "Varmış, kabul etmiyor ama bizimki. Yavrucak öyle yetimhane köşelerinde büyüyüp gidiyor." Hazal daha da şaşırdı. "Eee hani annesi vardı? Annesine ne oldu çocuğun?" Sordu, yalandan gözlerimi doldurdum. "Öldü o," dedim. "Pars çocuğu kabul etmeyince kadın kahrından ölüp gitti, çocuk da kaldı öyle ortada." "Aaa öyle şey mi olurmuş?" "Hastaymış zaten önceden, bu olanlara da daha fazla dayanamadı pat diye gitti kadın." Hazal'ın korku dolu bakışları altında devam ettim. "Ya zaten sen onu boş ver, asıl mesele diğer kadın. Pars'ın sevdiği kadın," dedim. "Doğru, n'oldu ona?" "Ne olacağı mı var? Bunları öğrenince terk etti Pars'ı. Sonra da onun inadıyla gidip başka biriyle evlendi. Ay görsen evlendiği adamı, bildiğim kıro," dedim dedikodu yapıyor gibi. "Ay yazık olmuş ya." "Ya öyle oldu," dedim, artık kahkaha atmamak çok zor geliyordu ama yine de elimden geldiği kadar yapmamaya çalıştım. "Neyse, tabii Pars çok uğraştı kadınla barışmak için ama kadın gidip o adamla evlenince Pars da vazgeçti en sonunda. Sonra hayatına çok kişi girip çıktı, bakma böyle durduğuna çok çapkındır kendisi. En sonunda da buldu birini. Sevmiyor, hâlâ aklı o kadında ama ne yapsın o da bir şekilde devam ediyor işte hayatına." Hazal'ın gözleri doldu. "Yazık adama ya," dedi, kaşlarımı çattım ve hafifçe omzuna vurdum. "Kız ne yazığı saf mısın sen? Başkasından çocuk yaparken aklı neredeydi?" diye sordum. "Eee ama adam nereden bilsin ileride bu kadar aşık olacağını? "Ay sen gerçekten safsın," dedim, Hazal kaşlarını çatarken de "Aşıkken yapmış zaten bunu, aldatmış kadını. Tamam seviyor ama düşmüş işte bir hataya, şimdi de onun bedelini ödüyor. Biraz da hak ediyor yani, sen çok üzülme," dedim, şimdi bir de adama üzülüp daha çok yaklaşmaya çalışır falan, hiç gerek yoktu. "Aaa!" dedi Hazal fazla büyük bir tepki vererek. "Ben de sandım ki çocuk meselesi eskiden kalma," dedi, kaşlarımı hayır anlamında kaldırdım. "Yok, değil işte. Öyle olsun hallederlerdi belki ama kadın hâliyle affetmedi ihaneti." "Haklıymış ama kadın da salakmış da biraz. Pars'a kızıp da gidip başkasıyla evlenir mi insan? Hem de öyle kıro biriyle." "Öyleymiş, öfkeyle işte yapmış bir hata. Kocası cezaevine girince anlamıştır zaten hatasını," dedim, Hazal'ın şaşkınlıktan dolayı dudakları aralanırken göz bebekleri de büyüdü. "Kadının kocası cezaevine mi girdi?" deyince ben de şaşırmış gibi yaptım. "Ben sana onu anlatmadım mı?" diye sordum, kaşlarını hayır anlamında kaldırdı. "Anlatmadın," dedi ve heyecanla "Anlatsana ya." "Anlatayım," dedim. "Şimdi bu Pars kadın bu adamla evlenince bunların evlerini basıyor. Fakat çok bir şey yapamıyor, sadece bağırıp çağırıyor işte. Neyse sonra da elinden bir şey gelmeyeceğini anlıyor, boş veriyor. Fakat kadının kocası manyak, takıyor kafayı Pars'a. Daha çok geçmedi, karşı karşıya gelmişler, yaralamış Pars'ı. Pars da şikayetçi olunca aldılar işte adamı içeriye." "Pars geçenlerde gelmişti Vedat abimin yanına, yaralanmıştı. Bizimkiler çok sordu ama evde küçük bir kaza oldu dedi, başka bir şey söylemedi." Bir an için düşündüm, Pars'ı evde yanlışlıkla yaraladığım aklıma geldi. Bunun için bir kez daha mahcup olurken konuştum. "Evde kaza mı?" dedim ve güldüm. "Ne olabilir ki evde? Salağın biri domates doğrayacağım derken adamı doğrayacak hâli yok ya!" deyip zorla güldüm bu kez. Kendime de arada salak demiştim ama olsun, her yol mubahtır. "Kusura bakma ama sen de gerçekten safmışsın Hazal, olmadı tabii ki evde bir şey. O kadının kocası yaraladı," dedim ve arkama yaslandım. "Onun hayatı böyle işte, biraz karışık. İşte insan çapkın olunca böyle oluyor, kiminle ne olduğu belli değil. Yaşayıp gidiyor bir şekilde. Bak sana bir sır vereyim; eğer ben bu adamla büyümemiş falan olsaydım, böyle bir samimiyetimiz olmasaydı asla dönüp de yüzüne bakmazdım. Böyle bir adamla hayat mı geçer canım?" diye sordum, Hazal tepkisiz kalırken koluna dokundum. "Ay şimdi senin de yanında bunları söylemek hiç olmadı. Sen takma beni ya, ilaçlardan oluyor bunlar hep." deyip elimi çektim ondan. "Geçmiş olsun sana, ay pardon hayırlı olsun diyecektim. İnşallah olur bir şeyler, belki yaralarını sen sararsın, iyi gelirsiniz birbirinize. Belki aldatır seni arada ama mutlu olursunuz yine de. Bak diğeriyle nasıl mutlu, seninle de olur." Hazal hızla kendini geri çekti. "Ne aldatması ya? Ne sevgilisi! Olur mu hiç öyle şey?" deyip arkasına yaslandı, diğer tarafa döndüm, sessizce güldüm. Fakat çok uzatmadan kendimi toparlayıp yanaklarımı ısırdım, gülmeme engel oldum ve yeniden ona döndüm. "Olur ya öyle şeyler, hayat bu sonuçta," dedim, Hazal derin düşüncelere dalarken sessiz kaldım. Fakat o sessiz kalamadı ve yeniden bana baktı, bunu fark ettim ama fark etmemiş gibi yaptım. "Neden böyle biri peki?" diye sordu, gözlerim onu buldu, omuz silktim. "Hovarda," dedim. "Böyle olmayı seviyor demek ki," diye ekledim. "Ay bak sakın bunları bildiğini belli etme olur mu? Pars çok kızar ikimize de. Sonra neler olur hiç bilmiyorum, zaten ne yapacağı belli olmuyor," dedim, Hazal ayağa kalktı. "Yok canım, söylemem sen hiç merak etme. Ben bir hava alayım, çok ağır geldi bunlar bana," dedi ve arkasına bile bakmadan kaçarcasına çıkıp gitti. Eşzamanlı olarak gülmeye başladım, içimden geldiği gibi gülerken elimi kasılan karnımın üzerine koydum. "Bu hangi diziydi ya?" diye sordum kendi kendime ve gülmeye devam ettim. İzlediğim bütün dizilerdeki olayları karmalayıp Pars'a yeni bir hayat hikayesi yazmıştım resmen. Elim karnımın üzerinde kendi kendime gülerken "Ay bu salak gidip birine bir şey söylemese bari. Yemin ederim Pars'ın elinden beni kimse alamaz bu kez," diye mırıldandım, gülmeye devam ettim. "Hayırdır, delirdin mi? Ne gülüyorsun kendi kendine?" diyerek Pars salona geldi, boynumu hareket ettiremiyor olduğumdan sadece gözümün ucuyla ona baktım. Onu görünce daha çok gülesim geldi, güldüm de. "Hiç," dedim gülerken, Pars'ın gözlerinin kenarı kısıldı ve yüzünde şüpheli bir ifade oluştu. "Doğruyu söyle Ayliz, ne yaptın?" Hemen de anlamıştı, omuz silktim. "Hiçbir şey yapmadım ya, aklıma bir şey geldi de ona gülüyorum," dedim, Hazal'a anlatırken kendime salak dediğimi hatırladım ve daha çok gülesim geldi. Kendime de engel olamadım ve gülmeye devam ettim. Gülerken yanımda oturan Pars'ın kolundan tutmuş, hafifçe öne doğru eğilmiştim ve gülmeme engel olmaya çalışıyordum. "Sen yine bir şeyler karıştırmışsın." Bu cümleyle kendimi sakinleştirdim, elmacık kemiklerim gülmekten ağrırken arkama yaslandım. "Hiçbir şey yapmadım," dedim ısrarla. "Yakında çıkar kokusu," dedi, yine omuz silktim. O sırada Vedat ve Bilge de salona gelmişti. "Keyfin bayağı yerinde," dedi Bilge. "Öyle, güzel bir şey hatırladım da ondan." dedim, Pars araya girdi. "Neymiş o güzel şey?" "Geçmiş," dedim. "Geçmişe dair, boş ver," deyip gözlerimi önüme çevirdim ve yeniden gülmeye başlamamak için yanaklarımı ısırdım yeniden. "Ooo herkes yeniden toplanmış," diyerek Gökmen de salona geldi. "Valla kusura bakmayın ama artık daha fazla tutamayacağım kendimi. Ben çok acıktım, bir şeyler yiyelim artık," dedi ve etrafa bakınıp "Hazal nerede?" diye sordu, dayanamayıp atıldım. "O doydu," dedim, yeniden güldüm. "Hazmetmek için de yürüyüşe çıktı. Adanın etrafını 3-4 defa döndükten sonra gelir," deyip kendime engel olamadım ve gülmeye devam ettim. "Sen bir şey mi içtin biz yokken?" Pars sordu, gözlerimi ona çevirdim ve başımı hayır anlamında kaldırdım. "Yok, benim ki başka bir şeyden," deyip gülerken "İlaçlardan," dedim. "Kafa yapıyorlar herhalde," derken Bilge de gülmeye başladı. Çok geçmeden Gökmen ve Vedat da bize katılıp anlamsız bir şekilde gülmeye başlarlarken Pars istifini hiç bozmadı. Bir şeylerden şüphelendiği belliydi. Fakat umurumda değildi. Çünkü öğrenemezdi, hadi Hazal bir salaklık yaptı da öğrendi diyelim, o bile umurumda değildi şu an. Yanaklarımı ısırdım yeniden, kendime engel oldum. Daha fazla uzatırsam Pars bu işin peşini bırakmazdı. "Ee hadi, bir şeyler yiyelim artık. Valla ben de çok acıktım," dedim, o sırada salona çalışan kadınlardan biri geldi ve yemeğin hazır olduğunu, masayı da 10 dakika içinde hazırlayacaklarını söyledi. Kadın salondan ayrıldığında herkes sessizleşmişti. Az önceki gülme konusu herkes için kapanmıştı, Pars dışında. Çünkü o hâlâ bana şüpheyle bakıyor, bir şeyler anlamaya çalışıyordu. Ben de hiç bunu fark etmemiş gibi davranıyor, kendi kendime takılıyordum. "Doğruyu söyle, ne yaptın?" Dayanamayıp bunu sorduğunda gözlerimi ona çevirdim. "Ya ne yapacağım?" diye sordum. "Hiçbir şey yapmadım, korkma yemedim kızı," dedim imayla ve ekledim. "Çık bir sor istersen." Bunu kızgın bir tavırla söyledikten sonra da önüme döndüm. Fakat bu kızgın tavırlarım pek de umurunda olmadı gibi. Masa hazır olduğunda hep birlikte kalkıp masaya oturduk. Bilge de o esnada Hazal'a mesaj atıp içeriye çağırdığını söylemişti. Bu da beni alttan alttan güldürmüştü. Pars'a karşı nasıl davranacağını çok merak ediyorum. İnşallah ters tepip de daha yakın olmaya çalışmaz diye içimden geçirirken Hazal salona geldi. O sırada servis yapılmış, herkes yemeğe başlamıştı. "Sen vejetaryen misin?" Gökmen'in sorusuyla bakışlarım onu buldu, herkesin tabağında olan yemekten farklı olan yemeğime bakıyordu. "Evet," dedim sadece, Bilge araya girdi. "Ne zamandır?" diye sordu, gözlerimi ona çevirdim. "3 yıldır," dedim, anladım dercesine başını sallarken Hazal'a baktım. Başını önüne eğmiş, yemeğiyle oynuyordu. Bunu yaparken arada sırada alttan alttan Pars'a bakıyordu. Sanırım uydurduğum hikâye işe yaramıştı. Aynı zamanda çok da eğlenmiştim. Herkes yemeğine odaklanırken masanın altından birinin ayağıma vurduğunu hissettim, başımı kaldırdığımda bunun Pars olduğunu gördüm. Gözleriyle Hazal'ı gösterdi, göz kırparak ne oldu dercesine sordu. Ben de bilmiyorum anlamında omuz silktim ve bakışlarımı önüme çevirdim. "Hazal?" dedi Bilge kardeşine bakarak. "İyi misin sen?" "İyiyim abla," dedi Hazal ve kendini toparlamaya çalıştı, acaba Pars'ın uyduruk hikâyesini biraz abartmış olabilir miydim? Olabilirdim ama hepsini yemişti o da, yemeseydi. Bunu düşünürken Hazal gözünün ucuyla bana baktı, ardından da üzgün üzgün Pars'a baktı. Kahkaha atmamak için kendimi çok zor tutarken Pars'ın da ona bakmasıyla hızla gözlerini başka bir tarafa çevirdi. "Muhtemelen yine flörtlerinden biriyle kavga etmiştir, Hazal'ın başka ne derdi olsun?" dedi Gökmen yemeğini yerken, Hazal hızla ona baktı. "Ne saçmalıyorsun sen ya? Kimseyle görüştüğüm yok benim," dedi, gözünün ucuyla Pars'a baktı. Bunun gözü hâlâ Pars'ta olabilir miydi? Duruma bakılırsa öyleydi, hikâye işe yaramamış mıydı? "Bir yüzyıl boyunca da kimseyle görüşmeyi düşünmüyorum. Bugün anladım ki hiç kimse göründüğü gibi değilmiş!" İşte sonunda duymak istediğim şeyi de söylemişti. Hikâye işe yaramıştı, çünkü kurduğu bu cümlenin ucu Pars'a dokunuyordu. "Niye, ne oldu ki bugün?" Bunu soran Vedat oldu. "Yok bir şey Vedat abi," dedi Hazal ve suyundan bir yudum içtikten sonra da "Olamaz da zaten artık," diye ekledi, sanki Pars kendisine yüz vermiş de sonradan hayal kırıklığına uğramış gibi triplere girmişti. Neyse, böyle devam edip uzak dursun da gerisi hiç önemli değil. "Sende bir tuhaflık var ama neyse." Bunu söyleyen Bilge olurken alttan alttan güldüm, tam o esnada Pars'ın yeşilleriyle temas etti gözlerim. Sanırım artık hiçbir şekilde ona bir şey yapmadığıma inandıramazdım ama çok da önemli değildi. "Tuhaflık falan yok bende," dedi Hazal ve konu kapanmış oldu. Kapanan konunun ardından sessizce yemek yendi, yemeğin ardından da salona geçildi ve çay içtiler. Bu kısımda onlara eşlik etmedim. Zaten canım da çok sıkılmıştı, iş dışında bir şey konuşmamışlardı. Hazal ve Gökmen'in de benden bir farkı yoktu, onlar da sıkılmıştı ama kimse sesini çıkarmadı. Özellikle de Hazal, sessizce bir köşede düşünceli düşünceli oturdu ve ara sıra Pars'a bakıp durdu. Vakit biraz geçtiğinde Bilge ve Vedat nedenini anlamadığım bir şekilde bahçeye çıktılar. Gökmen onun için ayarlanan odaya geçti, geriye Pars, Hazal ve ben kaldık. Neler olacağını merak ederken Hazal da ayağa kalktı. "Ben de odaya geçeyim," dedi, yanımızdan uzaklaştı. Bu kadar sessiz olmasına şaşırırken çok da uzaklaşamadan durdu ve yeniden bize baktı. Daha doğrusu sadece Pars'a baktı. "Biliyor musun? Senden hiç beklemezdim!" diye çıkıştı, Pars şaşkınca kalırken de "Gerçekten bu hayatta hiç kimse göründüğü gibi değilmiş! Sen bile!" deyip arkasına bile bakmadan gitti. Alt dudağımı ısırırken Pars'ın gözleri usulca beni buldu. Ben de gözlerimi usulca başka bir tarafa çevirip başka şeylerle ilgileniyor gibi yaptım. Hatta karşıdaki camdan kapıya bakıp "Ne kadar güzel temizlenmiş, sanki cam yok gibi duruyor," dedim, o sırada hâlâ Pars'ın bana baktığının farkındaydım. "Ayliz," dedi sakince. "Hı," dedim hiçbir şey yokmuş gibi ve ona dönüp bakamadım. "Bana bak," dedi, el mecbur gözlerimi ona çevirdim. "Baktım." "Ne yaptın sen?" diye sordu anında. "Aaa ama yeter artık! Sabahtan beri ne yaptın diye sorup duruyorsun! Ben..." Sözünü kestim. "Ayliz!" Sesi biraz yüksek çıktı. "Salak yok senin karşında!" Bu kez daha da yüksek çıktı ve sinirlendim. "Ne yaptıysam yaptım!" dedim. "Bağırıp durma bana ayrıca, çocuk yok senin karşında!" deyip önüme döndüm, kollarımı göğsümün altında topladım. "Yaptığını kabul ediyorsun yani?" dedi, dudaklarım yana kıvrıldı. "Ediyorum, yaptım. Çok da güzel yaptım, hak etti o kız. Bak nasıl sus pus oldu, sesi bile çıkmıyor!" Tamamen bana döndü. "Ne yaptın?" Sakince sordu bunu. "Orası da bana kalsın," dedim, kaşlarını çattı. "Hiç bakma bana öyle, söylemem! İstersen git babama anlat her şeyi, umurumda değil," dedim, dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Yok, söylemeyeceğim." "Neden? Tehdit ettin o kadar beni. Ben de buna rağmen yaptım," dedim inat ederek. "Yakalanmadın ama," dedi. "Ne olduğunu bilmiyorum sonuçta," deyip işaret parmağını kaldırdı. "Yakalanmamaya da dikkat et, eğer ne yaptığını öğrenirsem o zaman olacaklardan korksan iyi olur." "Öğrenemezsin, sadece arada böyle laf sokar işte," dedim ve güldüm. "Neyse, boş ver şimdi onu. Hadi beni odaya çıkar, çok yoruldum. Gidip uyuyacağım biraz," deyip gelip beni kaldırması için kollarımı uzattım. İç geçirip ayağa kalktı, yanıma geldi ve elimden tutup ayağa kaldırdı beni. "Koluma girmen yeter, kendim..." Tamamlayamadım, çünkü yine kendimi onun kucağında buldum. "Ayaklarım da sorun yok ama yine de sen bilirsin, işime gelir," dedim, düşmemek için omuzlarına tutundum. "İki saat senin yürümeni bekleyemem," deyip merdivenlere doğru yürüdü ve üst kata çıktık. Odama ulaşınca aralık olan kapıyı ayağıyla açtı, içeriye girdik. Yatağın kenarına oturttu beni. "Bunu çıkarsam olur mu? Çok sıkılmaya başladım," deyip boyunluğu gösterdim. "Olmaz, doktor kalsın dedi. Yarın kontrol için gidene kadar kalacak." Sıkıntıya ofladım, bir de yarın kontrol çıkmıştı başıma. "İyi, tamam," dedim, terliklerimi çıkarıp ayaklarımı yatağa çektim. Pars gitmek yerine karşımda durmaya devam ederken aklıma gelen şeyi sordum. "Ona ne oldu?" diye sordum, kaşlarını çattı. "Kime?" diye sordu, cevap vermek yerine gözlerine bakmaya devam ettim ve çok geçmeden kimden bahsettiğimi anladı. "Tan'a" deyip kendi sorusuna kendi cevap vermiş oldu ama bu cevabı fazlasıyla büyük bir öfkeyle vermişti. "Şikayet eden sendin, şimdi niye merak ediyorsun?" "Sadece ne olduğunu öğrenmek istiyorum. Yaptığı şeyin cezasını çekmesini istiyorum, serbest kalıp kalmadığını bilmek istiyorum." Sözlerim onu biraz olsun sakinleştirdi. "Ceza alacak ama sana yaptıkları için değil, işlediği başka suçlar için. Olayda senin adının geçmesi doğru değil." Ölü olarak göründüğüm için böyle söylediğini anlamak kolay olurken baştaki sözlerine takılmıştım. "İşlediği başka suçlar derken? Ne yapmış ki?" Merakla sordum, çünkü gerçekten bilmiyordum. "Bilmiyor musun gerçekten?" diye sordu dümdüz bir ses tonuyla. "Nereden bilebilirim ki?" Tek kaşı kalktı. "Yıllardır yanında o adam senin." İma ettiğini düşündüğüm şey yüzünden kaşlarımı çattım. "Onun kötü tek bir şey yaptığını fark etseydim daha önceden çıkarırdım hayatımdan," dedim kendimden emin bir şekilde, çünkü bunu gerçekten yapardım. "O benim yanımdayken asla yanlış bir şey yapmadı, böyle bir şeye hiç şahit olmadım!" diye kızdım, böyle bir tepki beklemiyor olacak ki şaşırmış gibiydi. "Öyle olsun," dedi, inanmamış mıydı bu bana? "İnanmadın mı?" diye sordum tek kaşımı kaldırırken, sıkıntıyla iç geçirdi. "Bir şey demedim Ayliz," dedi, gözleriyle yatağı gösterdi. "Uzan hadi." Gözlerimi kısarak baktım ona, bakışlarında suçlayıcı bir ifade olmadığından emin olduktan sonra yatağa uzandım ve ayak ucumda kalan pikeyi gösterdim. "Üzerime örter misin? Uzanamıyorum," deyip Tan konusunu kapatmış oldum. Pars birkaç saniye tepkisiz kaldıktan sonra yanıma geldi, pikeyi aldı ve üzerime örttü. "Teşekkürler," dedim, geri çekildi. "Uyu hadi, dinlen biraz," deyip kapıya doğru yürüdü. "İyi geceler," dedim, durdu ve bana döndü. "Sana da," deyip çıktı odadan. Tan konusunun açılmış olması yine keyfini kaçırmıştı ama ne yapayım? Ben de neler olduğunu merak ediyorum, öğrenmek hakkım değil mi? Öğrenmek için de ona sormaktan başka şansım yoktu, vardı da ben mi bilmiyorum? Bu düşünceler arasında ne zaman uykuya daldım bilmiyorum ama gözlerimi açtığımda saat çoktan sabahın 11'i olmuştu bile. Muhtemelen çoktan uyanmış, kahvaltı etmişlerdir. Sanırım ben de biraz acıkmıştım. "Attılar beni üçüncü kata, ölsem sesimi duymayacaklar koskoca evin içinde!" deyip zorlukla kalktım yataktan. Boynumdaki ağrı biraz artmıştı. İşin kötüsü bu ağrı sırtıma vuruyordu ve canım daha çok yanıyordu. Kollarını zorlukla kaldırıp saçlarımı düzelttim. Üzerimi değiştirecek gücü kendimde bulamayıp ağır adımlarla odadan çıktım. Üç kat inecek olduğumu düşünüp sıkıntıyla ofladım. "Koskoca ev bari bir asansör falan olsaydı," diye mırıldandım kendi kendime ve merdivenleri indim dikkatli bir şekilde. Bir alt kata ulaştığımda duyduğum ayak sesleriyle birinin yukarıya geldiğini anladım, duraksadım. Çok geçmeden gelenin Pars olduğunu gördüm. "Uyanmışsın sonunda," dedi, karşımda durdu. "Ne oldu? Ne bu yüzünün hâli?" "Boynum acıyor," dedim. "Çok acıyor hatta." Yanıma geldi, boyunluğa dokunup bir şeyler yaptı. "İnat edip çıkarmadın değil mi uyurken?" "Valla çıkarmadım ama yine de acıyor, hatta sırtım bile ağrıyor," deyip başımın arka kısmına dokundum. "Burada da yanma var, yara yanıyor sanırım," deyip elimi çekecekken onun boyunluğa dokunduğu eline dokunmuş oldum. Elektrik çarpıyormuş gibi hissettim bir an için. Eşzamanlı olarak kalp atışım hızlandı. İçimdeki o sıcacık his kendini belli etti. Ne zaman teninin sıcaklığını hissetsem aynı sıcaklıkla ısınıyordu içim. Onun ben de böyle bir etki yaratmaması gerekiyordu ama hislerime engel olmak da elimde olan bir şey değildi. O ne zaman yaklaşsa kalbim, daha önce hiç atmadığı kadar hızlı atıyordu. Bunun doğru olmadığının, kendimi ona kaptırmamam gerektiğinin farkındayım ama engel olamıyorum ve korkuyorum, hem de çok korkuyorum. Bu hislerin büyümesinden, daha da artmasından korkuyorum. Çünkü sonu olmadığını biliyorum. Elim hâlâ Pars'ın elinin üzerindeyken göz göze geldik. Yeşilleri öyle parlıyordu ki kendi yansımamı görüyordum gözlerinde ve ben kendimi hep onun gözlerinde görmek istiyorum. Bu istek bile korktuğum şeyin başıma geleceğini, o hislerin daha da artacağını anlamama neden oluyordu. Bu yüzden daha da çok korkuyorum. İnsan hiç hislerinden bu denli korkar mıydı? Ben korkuyorum, hem de delicesine... Gözleri bir anlığına dudaklarımı buldu, sonra hızla çekti bakışlarını ve yeniden gözlerime baktı. O an yutkunduğunu fark ederken içimde beni korkutan bir his daha belirdi, heyecan... "İlaçların etkisi geçmiş, kahvaltını ettikten sonra ilaçlarını al geçer. Zaten öğleden sonra hastaneye gideceğiz," dedi Pars kendini toparladıktan sonra ve ellerini boynumdan omuzlarıma doğru indirdi. Ardından da uzaklaştırdı ellerini benden. Sanki boşluğa düştüm o an, ısınan vücudum buz kesti onun yokluğunda ve karşısında duramadım. Söylediği şeyi gözlerimi kapatıp açarak onayladım. "Peki, ineyim aşağıya," dedim, gitmek istedim ama kolumdan tuttu. Kolumu kavrayan parmakları üzerimdeki kazağın kumaşının üstünden tenime işledi sanki. "Yardım edeyim," dedi, bu sorudan çok uzak bir cümle olurken kendimi hazırladım, zaten çok geçmeden yeniden kollarının arasındaydım ve merdivenleri iniyorduk. Hareket ettikçe kokusu ciğerlerimi dolduruyordu. Tıraş losyonunun kokusu öyle bir mest ediyordu aklını başından alıyordu insanı. Aklı başından giderken nasıl hislerinden korkmaz ki zaten bir insan? "Diğerleri de uyandı mı?" diye sordum düşüncelerimden uzaklaşarak. O an Hazal'a anlattıklarımı hatırladım, yine gülesim geldi. "Gitti onlar," dedi, şaşırdım. "Gittiler mi?" "O kız durmadı, gidelim diye çok ısrar edince dayanamadı ve gittiler." Dudaklarım yana kıvrıldı, ismini söylememiş olması hoşuma gitmişti. "Artık kıza ne yaptıysan ya da ne söylediysen bir gece bile zor kaldı," dedi, o sırada salona ulaşmıştık. Hafifçe eğilip bir sır veriyormuş gibi kulağına fısıldadım. "Odalardaki canavarlarla karşılaşmıştır," dedim ve güldüm, Pars beni koltuğa bıraktı. Bu cümle Gökmen'e ait olduğundan hiç de hoşuna gitmiş gibi değildi. "Serserinin tekiydi o dünkü çocuk," dedi sinirli bir şekilde. "Çok ayıp," dedim. "İnsan hiç arkadaşının kardeşi hakkında böyle konuşur mu?" diye kızdım, sonra da bir an için çocuk azarlar gibi olduğumu fark ettim ama Pars buna takılmadı. "Kim olduğu çok da umurumda değil, doğruyu söylerim ben ve söyledim de. Serserinin teki o çocuk," dedi, küçük bir oyun oynamaya karar verdim. "Öyle mi diyorsun? Keşke numaramı vermeseydim," dedim, anında bakışları sertleşti. "Ne yaptın?" "Sohbet arasında evde canım sıkılıyor diye bahsetmiştim. O da arada konuşuruz deyip numaramı istedi, ben de verdim, yanlış mı yapmışım?" Başını hafifçe sağa çevirdi, boynunu kütürdetti. Dudaklarımı birbirine bastırdım, gülmeme engel oldum. Başta yanılıyorum zannetmiştim ama bu ciddi ciddi kıskanıyordu beni. "Ne yaparsan yap," dedi bir anda ve ayrıldı yanımdan. Arkasından sessizce gülerken bir şeyin üzerine oturduğumu hissettim. Hafifçe hareket edip o şeyi aldım ve cüzdan olduğunu gördüm. "Pars! Cüzdanını burada unutmuşsun!" Seslendim ama geriye dönmedi, ben de çok umursamayıp orta sehpaya doğru attım cüzdanı ama tutturamadım, yere düştü. Düşerken açıldı ve uzaktan gördüğüm şeyle kaşlarımı çattım. Kendimi zorlayıp uzandım, cüzdanı aldığım an daha yakından gördüğüm şeyle kalakaldım. Cüzdanında genç bir kızın resmi vardı. 22 ya da 23 yaşlarında olduğu çok belliydi. Annesinin fotoğrafını daha önce görmüştüm, bu annesi değildi. Aklıma başka bir kadın için yurt dışına gittiği geldi, boğazım düğüm düğüm olurken bu fotoğrafın o kadına ait olduğunu düşündüm. Başka kim olabilirdi ki zaten? "Hâlâ vazgeçememiş," dedim, içimde bir burukluk hissettim. Simsiyah saçları olan, beyaz tenli, bal rengi gözlere sahip olan kıza baktım. Çok güzeldi. "Aşık olduğu kadar varmış," diye mırıldandım ve cüzdanı kapattım, koltuğun diğer ucuna doğru attım. Gördüğümü bilmesini istemedim. Cüzdanı bıraktıktan sonra arkama yaslandım. Kadının yüzü gözlerimin önünden gitmezken kendimi çok kötü hissetmeye başlamıştım ve beni korkutan hislere bir yenisi daha eklenmişti, kıskançlık... Zaten uzun zamandır ona karşı hissettiğim bu duygu artık daha güçlüydü. Onunla savaşamayacağım kadar güçlü... Bunu bilmek beni biraz daha üzüyordu. Gözümün ucuyla masaya baktım, kahvaltının hazır olduğunu gördüm ama tüm iştahım kaçmış olduğundan yemek istemedim. Bu kadar mı seviyordu onu? Hâlâ mı vazgeçememişti? Peki niye birlikte olamıyorlardı? Görüşüyorlar mıdır acaba? "Düştüğüm duruma bak ya! Resmen acınacak hâldeyim," dedim, gözümün ucuyla bir kez daha cüzdana bakıp iç geçirdim. O sırada bir mesaj sesi duydum. Bir telefona üst üste birkaç mesaj geldi, ilerideki komodinin üzerinde duran telefonu gördüm bu sayede. Ayağa kalktım, gidip telefonu aldım. "Bu benim değil mi ya?" diye sordum, ekranı açtım ve benim olduğundan emin oldum. Yabancı numaradan gelen mesajın üzerine dokundum, yazanları okudum. 0542****: Aramızda geçen her şeye rağmen Amerika'dan döndükten sonra hayatından sessizce çıkmaya karar vermiştim. Kaşlarımı çattım, bu Tan'dı. Başka bir numaradan mesaj atıyordu bana. Fakat bu nasıl olur ki? Hani tutuklu yargılanacaktı? Bunları düşünürken diğer mesajı da okudum. 0542***: Ama sen benim aksime rahat durmadın. Yeniden karşıma çıktın, bana geldin ve sonra bu bile benim suçummuş gibi davrandın, o piç herifi üzerime saldın. Bunu derken Pars'tan bahsediyordu sanırım. 0542****: Sen, çok hata yaptın Ayliz. Yapmaman gerekenden çok hata yaptın. Rahat durman gerektiği hâlde durmadın ve şimdi sıra bende. Boğazımda bir yumru oluştu sanki ve nefes alamadım. Neyden bahsediyordu bu? Bir şey yapabilir miydi? Tabii ki yapamaz, nasıl ulaşsın bana burada? Mümkün bile değil. 0542***: Onunla mutlu olmana izin vermeyeceğim. Beni bırakıp o seçtiğin için, onu seçtikten sonra da bana bunları yaptığın için sana yemin ederim seni pişman edeceğim. 0542***: Seninle geçirdiğimiz o güzel günleri unutmuş olamazsın değil mi? Gözlerim dolarken son bir mesaj daha geldi ve tam o sırada Pars'ın salona girdiğini fark ettim. Ona bakmak yerine ekrana bakıp son gelen mesajı okudum. 0542***: Şimdi o anlardan birini sevgilinin de görmesinin vakti geldi Ayliz. Bunu da benim vedam olarak kabul edersin. Son cümleyi okumamla eşzamanlı olarak başka bir bildirim sesi yankılandı. Hızla gözlerim Pars'ı buldu. Beni izlerken telefonuna gelen bildirimi o da fark etmiş olacak ki telefonunu çıkardı. Gözlerim doldu, hiçbir şey yapamadan baktım sadece ona. Ne göreceğini bile bilmiyorken gelen mesajlardan göreceği şey yüzünden her şeyin daha da zorlaşacağını düşünüyordum. Gözümden bir damla yaş akıp yanağımdan süzülürken bizim için imkansız dediğim şeylerin artık daha da imkansız olacağından emindim ve artık beni korkutacak bir his daha vardı; pişmanlık... Geçmişimin pişmanlığı birazdan bir kez daha omuzlarıma yüklenecekti ve buna engel olmam mümkün bile değildi. Bölüm Sonu! Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum ♡ Sizce Tan, Pars'a ne göndermiş olabilir? Bundan sonra neler olacak dersiniz? Ayliz'in Hazal'a Pars'ı anlattığı sahneyi yazarken gülmekten gözlerimden yaş geliyordu artık nsnsnajjaja Duyuru ve alıntılar için; Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan Sizi Çok Seviyorum! |
0% |