@gizzemasllan
|
Selam :) Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Yorum ve oy sayısı ne kadar hızlı artarsa bölümü o kadar çabuk paylaşmaya çalışacağım :) Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ gizzemasllan Instagram: gizzemasllan . . . 17. BÖLÜM "10 SANİYE" Bu dünyadaki en ağır yük ne diye sorulsa hiç şüphesiz geçmiş derdim. Geçmiş, her zaman en ağır yüktür. Hele ki o geçmişten pişmanlık duyuyorsan daha da ağırdır. Çünkü pişmanlık duyulan geçmiş kalbi yorar, ruhu yorar ve insanın canını hiç istemediği kadar yakar. Benimkini de yakıyordu, bu yangın canımı çok acıtıyordu ve şu an o acı katlanamayacağım kadar çok artmıştı. Pars, telefonuna baktıkça da o acı katlanarak artıyordu. Fakat şu an hâlâ bir şey görmemiş gibiydi. Görmüş olsaydı bu kadar sakin olmazdı, olur muydu? Bilmiyorum, aklım çok karışık. Olduğum yerde durmaya, hiçbir şey yapmadan Pars'ın ne yapacağını beklemeye devam ederken aramızda çok büyük bir sessizlik vardı ve bu sessizliği bozan onun telefonu olmuştu. Kalbim, bu sesle daha da hızlı atmaya başladı. Ya arayan Tan ise? Ya gönderdiği şey her neyse ve onunla ilgili Pars'ı kızdıracak şeyler söylerse? Bu düşünce kalbimi korkuyla eşzamanlı olarak sararken Pars telefonu kulağına götürdü. "Söyle," dedi açar açmaz ve sustu, sanırım karşısındaki konuşuyordu. Yüz ifadesini dikkatle inceledim. Konuşan kişi Tan olmuş olsaydı asla bu kadar sakin olmazdı, sessiz asla olmazdı. Çoktan bağırıp çağırmaya, ona küfür etmeye başlamış olurdu. Bu yüzden rahatladım, telefonun diğer ucundaki kişi Tan değildi. Artık bundan eminim. "Tamam ben bir ara gelmeye çalışacağım." Şimdi tam anlamıyla emin olmuştum işte. Kesinlikle Tan değildi, fakat beklediğim şeyin yaşanması çok uzun sürmezdi. Telefonu kapatacak, Tan kendisine her ne attıysa görecek ve öfkelenecekti. Tam da bu yüzden böyle boş boş durmak yerine bir şeyler yapmalı, görmesine engel olmalıydım. Bunun için yapmam gereken tek şey telefonunu almaktı. Fakat Pars'tan telefon almak çok da kolay değildi. Telefonu kulağından indirdi, gözünün ucuyla bana baktıktan sonra mesaj aklına gelmiş olacak ki gözlerini yeniden telefona çevirdi. İşte tam da o an aklıma bir şey geldi, denemekten çekinmedim. Elimdeki telefonu yere attım usulca. Pars'ın duyacağı kadar yüksek bir ses çıktıktan sonra düşecekmiş de son anda komodine tutunmuş gibi yaptım. Durmayıp hızla aynı şeyi bir kez daha yaptığımda ismimi söylediğini duydum. Zaten çok geçmeden yanıma geldi, belimden ve kolumdan tutup kendisinden destek almamı sağladı. "İyi misin?" dediğinde koluna tutundum, elimden geldiği kadar kötüymüş davrandım. "Başım dönüyor." Yalan söyledim, sadece birkaç saniye sonra kendimi onun kucağında buldum. Çok geçmeden beni koltuğa bıraktı. "Uzan biraz," dedi, fakat şu an bunu yapamazdım. "Böyle iyi," dedim, gözlerimi ovaladım ve sanki kendime gelmeye çalışıyormuş gibi davrandım. Pars, yanımda otururken telefonunu ikimizin arasına bırakmıştı. "Ne oldu böyle birdenbire?" diye sordu, ona bakmamayı tercih ettim. Yüzüne bakarsam yalan söylediğimi anlayacağını düşündüm, anlardı da. "Bilmiyorum." Sesim fısıltı gibi çıktı, sanki gözlerim kapanıyormuş gibi davrandım. Onu yanımdan göndermeli, telefonunu almalı ve hızla işimi halletmeliydim. Fakat benim tanıdığım Pars git desem de bu hâlde beni bırakıp gitmezdi ki. Ne yapacağımı düşünürken aklıma bir anda bir şey geldi ve bunu da denemekten çekinmedim. "Su," dedim, elim hâlâ başımdaydı. "Su verir misin biraz?" diye sordum, şu an yanımdan kalkıp gitmeli ve su getirmeliydi. O ara zaten işimi hallederim diye düşünürken hesaba katmadığım bir şey oldu. "Buraya bir bardak su getirin," diye seslendi mutfağa ve bu benim hiç işime gelmedi. Kalkıp kendisi getirse olmuyor muydu yani? Duyduğum ayak sesleriyle kadınlardan birinin geldiğini anladım. Çok geçmeden kadın yanımıza ulaştı, Pars'a suyu verdi. Suyu alan Pars bana uzattı, aldım ve birkaç yudum içtim. Ardından suyu yeniden ona verdim. Gözümün ucuyla aramızda duran telefona baktım, bir şeyler yapmalı ve Pars'ı buradan göndermeliyim diye düşünürken eve giren bir adamı fark ettim. "Pars Bey, Agâh Bey geldi," dedi, gözlerimi hızla önüme çevirdim. Bir babam eksikti şimdi, çok zamansız gelmişti. Yalnız kalmam gerek diye düşündükçe içeri kalabalıklaşıyordu. Ben daha bunu düşünürken kapının önünde babam belirdi. Baktığı ilk kişi Pars, ardından da ben oldum. Beni görünce afalladı, bu duygu üzerinden çekildiği ilk an koşar adımlarla yanıma geldi. Pars, babamı izlerken fırsat bu fırsat deyip telefonu usulca arkama çektim. O sırada Pars yanımdan kalktı, onun yerini babam aldı. "Kızım," dedi babam, elimi tuttu. "İyi misin?" "Pek değil," dedim, yaptığım küçük numaradan sonra iyiyim diyecek hâlim yoktu ya. "Başı döndü biraz sadece," diyen Pars, babamı sakinleştirmeye çalışıyor gibiydi. Benim aklım ise arkamdaki telefondaydı. Aniden çalabilir ya da mesaj gelebilirdi. İşte o zaman Pars yeniden telefonu alırdı. Bu yüzden bir an önce salondaki kalabalıktan kurtulmam gerekiyordu. "Bugün hastaneye götüreceğim demiştim zaten sana sabah, doktor bekliyor," dedi Pars babama bakarak, ne yani babam biliyor muydu neler olduğunu? Söylemiş miydi? "Baba," dedim, babamın gözleri beni buldu. "Sen neler olduğunu biliyor musun?" "Tabii ki biliyorum," dedi. "Pars bana dün gece her şeyi anlattı, bu sabah da konuştuk. Hemen gelmek istedim yanına ama çok işim vardı." Gözlerimi Pars'a çevirdim, sessiz kaldım. "Nasıl oldu bu? Neden indin aşağıya?" diye sordu, el mecbur her şeyi anlatmak zorunda kaldım. Sonuna kadar beni sabırla dinledi, başıma bu işi açtığım için hiç de kızgın gibi durmazken cümlelerimi tamamladığımda Pars'a baktı. "Kimdi o adamlar?" Merakla sordu, bu sorunun cevabını ben de merak ediyordum ama şu an çok daha önemli bir işim vardı. Aklım, arkamdaki telefondayken gözlerim Pars'taydı. O da bana baktı, babamın sorusuna cevap vermedi. Ben olduğum için vermediğini anladım ve bu kez bundan memnun oldum. Çünkü benim gibi babam da durumun farkına varmıştı. "Hemen geleceğim kızım," dedi ve ayağa kalktı babam, Pars'ın yanına gitti. "Terasta konuşalım seninle," dedi, ikisi birlikte terasa çıktılar ve ben tam da istediğim gibi bir başıma kalmış oldum. "Sonunda!" deyip arkamdaki telefonu çıkardım. Şifresiz olması beni rahatlatırken hızla mesaj kısmına girdim, son mesajın yabancı bir numaraya ait olduğunu gördüm. "Pislik!" deyip açtım mesajı, ne gönderdiğini merak edip açtım videoyu ve teras kapısına baktım. Gelen giden olmadığından emin olup izledim. Tan'ın barıydı burası, onun o bardaki odasındaydık ve öpüşüyorduk. Öfkeyle ellerimi yumruk yaptım. Zaten daha ilerisi hiçbir zaman olmamıştı, bu yüzden öyle bir şey beklemiyordum ama ne Pars'ın ne de bir başkasının bunu görmesi bile beni rahatsız ederdi. "Geri zekalı! Ne zannediyorsun acaba? Ne geçecek ki bu videoyu görseler? Aptal!" Söylene söylene sildim videoyu, çöp kutusundan da silmeyi ihmal etmedim. Ardından da videoyu atan numarayı engelledim. Arka planda sayfaları kapattım, ekranı da kapattıktan sonra telefonu Pars'ın bıraktığı yere bırakıp rahat bir nefes aldım ve arkama yaslandım. Rahat nefes almıştım ama içimde büyük bir sıkıntı vardı. Ya Pars bir şey yaptığımı anlarsa? Yok canım nereden anlasın ki? Adamın aklına gelen mesaj hiç mi gelmeyecek? Pars'tan bahsediyoruz, tabii ki gelecek! O zaman bir şeyler döndüğünü anlayacak. Dudaklarımı ısırdım, sıkıntıyla ofladım. Umarım anlamaz diye içimden geçirirken Pars ve babam içeriye girdi. Hızla arkama yaslandım, dinleniyormuş gibi göründüm. Düşündüklerimi fark etmemeleri, özellikle de Pars'ın bir şey yaptığımı kesinlikle anlamaması gerekiyordu. "Ayliz," deyip yanıma geldi babam ve yanıma oturdu. "Efendim babacığım," dedim keyifle, iyi görünmem gerekiyordu. "Ağrın var mı?" diye sordu, tebessüm ettim. "Hayır, başımda hafif bir dönme var ama geçiyor gibi yavaş yavaş." Bunları söylerken Pars'la göz göze geldim. Yeşil gözlerinin kenarı kısılmış, dudakları düz bir çizgi hâlinde ifadesizdi ve dikkatle bana bakıyordu. Sanki bir şeylerden şüphe etmiş gibiydi. Bu kadar çabuk mu anladı yani? Yok ya bana öyle geliyordur, adam durmuş bakıyor sadece bana. "Bu arada bu saçlar da yakışmış," dedi babam, zorla da olsa gülümsedim. "Biraz değişiklik olsun diye yaptırdım," dedim, babam gülümserken başka bir şey demedim. Normalde bu konu hakkında onlarca soru sorup gerçekten yakıştığını defalarca kez duymadan rahat bırakmazdım onları ama üzerinde duramadım bu konunun. Pars'ın bir şeyleri fark edecek olması beni korkutuyordu çünkü. "Ayliz." Babamın sesiyle kendime geldim, o daha bir şey söyleyemeden Pars araya girdi. "Sen iyi misin?" Sorusuyla gözlerimi yeniden ona çevirdim. "İyiyim dedim ya," dedim çok rahat bir tavırla, sanırım ciddi ciddi şüphe etmişti. "Benim de dikkatimi çekti," dedi babam. "Sanki bir şey olmuş gibi." "Daha ne olsun?" dedim sırf konuyu değiştirmek için. "Baksanıza şu hâlime!" deyip arkama yaslandım. "Ayrıca gerçekten iyiyim ya, gelmeyin üzerime." "Sen böyle dediysen kesin vardır bir şey." Bunu diyen babamla kaşlarımı çattım. Bunlar beni bu kadar yakından tanımak zorundalar mıydı? "Valla yok bir şey ya, ne olacak? Oturuyorum işte," dedim, yüz ifadeleri değişmezken onları bu konudan uzaklaştıracak tek kişinin konusunu açtım. "Tan." Sihirli kelimeyi kullanmışım gibi ikisinin de kaşları çatıldı, ikisi de arkalarına yaslandılar ve ikisi de bezgince ofladılar. Bu hâllerine gülmemek için kendimi çok zor tutarken babam konuştu. "Yine mi o herifin konusu?" "Evet, çünkü ondan bahsetmeden sana anlatacaklarımı anlatamam," dedim, babam da Pars da meraklanırken derin bir nefes aldım. Amerika'da olanları anlatacaktım babama. Anlatmak zorundaydım, çünkü Tan'ı şikayet ettim ve artık ben istemesem de öğrenecek gerçekleri. Hiç değilse başka birinden öğrenmiş olmazdı. "Neymiş bana anlatacağın şeyler?" diye sordu babam, gözümün ucuyla Pars'a baktım. Ne yapacağımı anlamış gibiydi. Fakat engel olmuyor, anlatmayayım diye hiçbir şey yapmıyordu. Yapacağım şeyi doğru bulduğunu anlarken bundan güç aldım ve babama çevirdim bakışlarımı. "Ben, Tan'ı şikâyet ettim," dedim tek bir nefeste ve rahatladım. Devamını getirmek artık çok daha kolay olacaktı. Babam, herhangi bir tepki vermedi ve gözünün ucuyla Pars'a baktı sadece. Neden bu kadar tepkisiz anlayamazken devam ettim. "Her şey Amerika'ya gitmeden önce başladı. Ben, buradan kaçmıştım bir şekilde. Onun yanına gitmek istemiş ve onu başka biriyle görmüştüm. Yanına gitmek istedim ama Erdem ve Doğan bana engel olmuş, gidememiştim. Sonra işte Pars falan geldi, o sırada onu o kızı öperken gördüm," dedim, babam hâlâ tepkisizdi. Bu artık tuhaf gelmeye başlarken Amerika'ya gittiğimde onu çağırdığımı, ondan ayrıldığımı, ertesi gün eve gizlice girdiğini, girdiğinde yaptıklarını, Pars'ı aradığımı, onun beni kurtardığını anlattım. Babam sonuna kadar dikkatle dinledi beni ama ağzını açıp tek bir kelime ettim. Tek kelime etmesini geçtim, Amerika mevzusuna en ufacık bir şaşırma belirtisi bile göstermedi. "Bu yüzden de gittim, şikâyet ettim onu. Tabii ölü olarak göründüğümü unuttum o sinirle bunu yaparken ama Pars halletti her şeyi. Benim şikayetim yüzünden olmasa da başka bir şeyden ceza alacakmış, Pars öyle söyledi," dedim, babam sonunda konuşacak gibi olduğunda son sözümü de söylemek için izin vermedim konuşmasına. "Olanların hiçbirinde benim suçum yoktu. Sanırım tek suçum onu oraya kadar çağırıp gururunu kırmam oldu, bu yüzden saldırdı ama yine de yaptıklarını hak etmedim. Bunun için istediğin kadar kızabilirsin ama kızmanı da hak etmiyorum. Sana daha önce anlatmam gerekirdi ama anlatamadım, olmadı. Pars'ı da benimle birlikte yalan söylemeye zorladım," dedim. Babam hala tepkisiz kalırken "Pars'ın da olanlar da hiçbir suçu yok, o hep sana anlatmak istedi ama ben engel oldum," diye ekledim, babam arkasına yaslandı ve bir saattir konuşmak isteyen kendisi değilmiş gibi sessiz kaldı. Fakat ben bu sessizliğe dayanamadım. "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum, gözünün ucuyla baktı Pars'a ve yeniden bana döndü. "Ben bunların hepsini biliyordum kızım," dedi, şaşkınca kalakaldım karşısında. "Anlayamadım," dedim. "Biliyor muydun?" Başını salladı. "Biliyordum tabii," deyip Pars'ı gösterdi gözleriyle. "Anlattı her şeyi bana." Kaşlarımı çattım, gözlerim hemen Pars'ı buldu. Arkasına yaslanmış, gayet rahat bir tavırla oturuyordu karşımda. "Ne zaman anlattı?" diye sordum, bunun cevabı benim için çok önemliydi. "Tam bu salonda karşıma geçip de ikiniz de yalan söylediğiniz o günün akşamı," dedi, göz bebeklerim büyüdü. Ne yani ilk günden beri her şeyi biliyor muydu? "Her şeyi olduğu gibi bir bir anlattı o gün bana. Sana da anlattığını söyleyeceğini söyledi, ben de söylemesini istemedim. Söyleme, bakalım gelip kendi isteğiyle ne zaman anlatacak dedim. O da şimdi oldu işte." Anladım dercesine başımı salladım, gözlerimi yeniden Pars'a çevirdim. Anlattığı için kızmadım, ondan yalan söylemesini istemek hataydı zaten. Anlattığını babam istedi diye söylemedi diye de kızmadım ama sanki babam hiçbir şeyi bilmiyormuş gibi Hazal konusunda babana her şeyi anlatırım diye beni tehdit edip kandırdığı için kızdım, hem de çok. Çünkü beni resmen bildiğin salak yerine koymuştu. "Bakma bana öyle," dedi ve erkeksi bir tavırla ayak ayak üstüne attı. "Bilmesi gerekiyordu," dedi sanki ben anlatmış olmasına kızmışım gibi. "Bence de bilmesi gerekiyordu, bu yüzden anlattım zaten," dedim ve ekledim. "Ama sen babam her şeyi bildiği halde beni bununla tehdit ettin." Yüüzünde alaylı bir ifade oluştu. "O an için öyle olması gerekiyordu." Sinirlendim, bir de alay eder gibi cevap veriyordu bana. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" diye sordum, bu kez cevap vermedi. "Ne tehdidi?" Babam sordu, ona cevap verecekken Pars araya girdi. "Aramızda küçük bir mesele," dedi, babam uzatmak istememiş olacak ki sormaya devam etmezken Pars'tan gözlerimi bir saniye bile olsun çekmedim. Öldürücü ve bir o kadar da tehditkâr bakışlar attım. Fakat Pars'ın zerre kadar umurunda olmadım. Aynı şekilde bakmaya devam ederken bu konuyu şimdilik sonrasına bırakmaya karar verdim ve babama odaklandım. "Sen şimdi her şeyi en başından biliyor muydun?" Sordum, başını salladı. "Peki bir şey söylemeyecek misin olanlar hakkında?" "Hayır," dedi anında. "Sana ne söyleyebilirim kızım?" Sanki kızacak gibi kurmuştu bu cümleyi ama devamı hiç de öyle gelmedi. "O şerefsiz öyle şeyler yaptı diye ben sana niye kızayım, niye seni suçlu bulayım? Suçlu olan o şerefsiz!" Tebessüm ettim, babam devam etti. "Sen, hep seni anlamayacağımızı düşündün. Ne olursa seni suçlayacağımızı düşünüyorsun ama biz senin aileniz Ayliz." Gözlerimi yere çevirdim, hiçbir şey diyemedim. "Bir şeyler olduğunda senin karşında değil, yanında dururuz. Senin karşında olanların, karşısında dururuz." Aynı şeyleri daha birkaç gün önce Pars'tan da duymuştum. Bu yüzden gözlerim istemsizce onu buldu, bakışlarımız kesişti. "Bundan sonra bir şeyler olduğunda bu sözlerimi hatırlayarak bir şeyler yaparsın umarım." Mahcup bir şekilde başımı salladım. "Ayrıca bilmen gereken bir şey daha var." Bu cümleyle başımı kaldırdım, yüzüne baktım. "Biz seni zamanında o hastaneye kapattığımızda haklıydık. İyileşmen gerekiyordu, tedaviyi kabul etmiyordun, biz de mecbur kaldık. Bunun için hep kızdın bize ama sana yemin ederim bir an bile olsun bundan pişman olmadım. Ben, seni o bataklıktan kurtarmaya çalıştım, kurtardım da. İstediğin kadar kızabilirsin ama ben zamanında en doğru şeyi yaptım seni o hastaneye kapatarak. Hiç değilse kendini kurtardın, şimdi de sapasağlam karşımda duruyorsun," dedi, hiçbir şey söyleyemedim. "Şimdi ise isteyerek değil zorla kullandın o şeyi. Pars bana olanları anlatırken seni de anlattı," dedi, bakışlarım Pars'ı buldu. Bu kez bakmıyordu bana, dikkati çok başka bir yerdeydi ama kulağının bizde olduğu besbelliydi. "İsteyerek kullanmadığından, bundan sonra da kullanmayacağından eminim dedi. Seni yeniden hastaneye götüreceğimizden korktuğunu söyledi." Babam bunları anlatırken ben Pars'a bakmaya devam ettim. Bana güvenmiyor, beni anlamıyor diye düşünürken o babama benim hakkımda böyle şeyler söylemiş meğerse. "Hastanede kalman için seni zorlamayacağım Ayliz," dedi babam. "Böyle bir şey için, sana zorla bunu yapan adam yüzünden bunu asla yapmam zaten," diyen babama baktım yeniden ve dayanamadım, sarıldım ona. Boynumdaki boyunluk yüzünden pek sıkı sarılamamış olsam da sarıldım. "Seni çok seviyorum," dedim, ellerini belime koydu. "Ben de kızım, ben de seni çok seviyorum." Kocaman gülümsedim, daha da sıkı sarıldım. Daha doğrusu sarılmaya çalıştım. Babamın eli sırtımda bir aşağı bir yukarı gidip geliyor, sırtımı sıvazlıyor ve kendimi çok iyi hissetmemi sağlıyordu. Ta ki telefonu çalana kadar. Ayrıldı benden, telefonunu çıkardı ve ayağa kalktı. "Geliyorum hemen," dedi ve ayrıldı yanımızdan, o gittiğinde Pars'la yalnız kalmış olduk ve benim için asıl konuya geri dönme zamanı gelmişti. "Bunu nasıl yaparsın?" Gözleri beni buldu. Neyden bahsettiğimi çok iyi biliyor olduğundan sesini çıkarmadı hiç. "Resmen beni kandırdın, salak yerine koydun!" diye çıkıştım. "Estağfurullah," dedi bir de alay edercesine ve beni daha da sinirlendirdi. "Ya bir de dalga geçiyorsun resmen! Nasıl yaparsın bunu ya? O kız resmen ezikleyip küçük düşürdü beni ve ben senin yüzünden sesimi çıkarmadım!" Kızmaya devam ettim. "Ben sana kızın her dediğine sus demedim, ben sana onun bana karşı olan tavırlarıyla ilgili herhangi bir yorum, ima yapmayacaksın yoksa babana her şeyi anlatırım dedim. Olayı yanlış anlayan sen oldun." Sinirlerimi bu cümleleriyle biraz daha bozdu. "Ya resmen gözlerinle tehdit ettin sen beni!" "Ben öyle bir şey yapmadım, ben sana zaten açıkça neye susman gerektiğini söylemiştim, gözlerimle tehdit etmeme gerek yoktu." Öfkeyle ellerimi yumruk yaptım. "Madem öyle o kızın yaptığı her şeye susarken niye uyarmadın beni? Ben sana bu kadarına sus demedim diyebilirdin!" Sesim biraz yüksek çıkmıştı bu kez. "Olay çıkarman işime gelmezdi," dedi gayet rahat bir tavırla. Bu rahat tavrı beni sinirlendirirken yastığı aldım ve ona fırlattım. "Gıcık!" dedim, o an boynumda minik bir sizi belirdi, canım yandı. Yüzümü buruştururken yastık Pars'ın koluna çarpıp koltuğun arkasına doğru gitmişti. Bunun da umurunda olmaması beni delirtirken Hazal'a anlattıklarım aklıma geldi, içten içe güldüm. Alakasızdı şu an bu konu ama sanırım beni her kızdırdığında yaptığım bu şeyi hatırlayacaktım ve keyfim yerine gelecekti. Bunu düşünürken babam yeniden salona geldi. Bir Pars'a bir de bana baktıktan sonra "Bir şey mi oldu?" diye sordu. "Sıradan Ayliz işte," dedi, göz devirdim. "Sıradan Pars işte," dedim ben de. "Çocukken de böyleydiniz, şimdi de böylesiniz, 20 yıl sonra da böyle olacaksınız." Babamın sözleri beni güldürdü. "20 yıl sonra mı?" dedim ve gülmeye devam ettim. "20 yıl sonra benim bununla ne işim olsun? Muhtemelen yaşlı, huysuz, evli, çocuklu bir adım olur. Hatta belki torunu bile olur," diyerek abarttım ve güldüm, oysa bu sözler üzmüştü beni. Onun, başka biriyle böyle bir hayat kurma ihtimali, canımı yaktı. Fakat olacak olan şeyin bu olduğunu da çok iyi biliyordum. "Yaşlı, huysuzmuş," dedi Pars alayla, söylediğim şeyin içinde bir tek buna takılmıştı. Evli ve çocuklu olacağını kabul etmişti, tabii ki edecekti! Adam hayatının sonuna kadar bu ıssız adada tek başına yaşayıp gidecek hâli yoktu ya! "Kendi sanki 20 yıl sonra böyle kalmaya devam edecek," diye ekledi ve devam etti. "40 yaşına gelmiş olacaksın." Bir an düşündüm, sahi öyle oluyordu değil mi? Kendimi bir an için 40 yaşındaki Ayliz olarak düşündüm ve aklıma gelen şeyle güldüm. "Pars," dedim gülerken. "O zamanlar geldiğinde hâlâ bana çocuk dediğini düşünsene," deyip gülmeye devam ettim. Babam yanıma otururken bana eşlik edip güldü. Pars da komik olduğunu düşünmüş olacak ki yüzünde alaylı bir ifade oluştu. "Muhtemelen ben de evlenmiş olurum, hatta çocuğum olmuş olur ama bu yine de bana çocuk demeye devam eder," dedim, işte bu cümlemle yüzündeki o alaylı ifade soldu, kaşlarını çattı, bakışları olabildiğince sertleşti. Babam onun aksine hâlâ gülerken Pars'ın öfkesi daha da arttı. Şu an sadece ben olsaydım, yeter deyip konuyu kapatmış olurdu ama babama karşı bunu yapamıyordu. Bu yüzden keyfim yerine daha da geldi. Çünkü bu hâlde olmasının tek nedeni kıskançlıktı. Daha önce de düşündüğüm gibi, ciddi ciddi kıskanıyordu beni. Bana karşı bir şey hissediyor olması normal gelmiyordu. Çünkü o Pars'tı, bu zamana kadar beni çocuk olmaktan daha ileri görmemiş bir adamdı ve bir insan bir insanı kıskanıyorsa ona karşı bir şeyler de hissediyor olması gerekiyordu. Fakat o, hiçbir zaman bunu belli edecek bir şey yapmamıştı ki. Ben yapmıştım, zamanında bunu ona fazlasıyla belli etmiştim ve arkasına bile bakmadan gitmiş, 5 yıl sonra dönmüştü. O 5 yıl içinde çok şey değişmişti, daha doğrusu ben değiştiğini düşünmüştüm. Onu unuttum sanmıştım, Tan'ı hayatıma almıştım. Tan'la çok şey yaşamış, çok zaman geçirmiştim. Onu sevdiği düşünmüş, buna inanmıştım. Ta ki son olan olaylara kadar. Sevmiş olsaydım, bu kadar çabuk aklımdan çıkar mıydı? Çıkmıştı işte, herhangi bir özlem hissetmiyordum ona karşı. Fakat Pars, yıllar sonra dönmüş ve şimdi hayatımdaydı ve ben tıpkı yıllar önceki gibi hissediyordum. Az önce de dedim ya; sevmiş olsaydım aklımdan çıkmazdı, o da çıkmıyordu işte. Ne aklımdan uzak tutabiliyordum onu ne de hislerimden. Beni en çok üzen şey de bu zaten. Çünkü olmayacağını biliyorum, her şeyden önce babam buna asla izin vermezdi ki. Pars da babama karşı gelecek herhangi bir şey yapmazdı. Yalan bile söyleyemiyor, aynı gün içinde doğruları itiraf ediyordu. Böyle bir şeyi nasıl yapsın? Düşüncelerim canımı sıkarken başımı önüme eğdim ve sıkıntıyla ofladım. Keşke unutmuş olsaydım onu, keşke hiç sevmemiş olsaydım. O zaman onun yanında da diğer herkesin yanında olduğum gibi rahat, eğlenceli olabilirdim. Fakat onun yanında olmuyordu bu, o benim zayıf noktamdı. Bunu biliyorum, bundan eminim ve kabul ediyorum artık. Pars Atakan, benim zayıf noktamdı. Çok sevdiğim biri gelse, nasılsın diye sorsa, iyiyim deyip güler geçerdim. Fakat onda böyle olmuyordu, nasılsın diye sorsa bana ona sarılmak, ağlamak istiyordum. Bu, zayıflık değil de nedir ki? "Pars Bey, yemek hazır efendim," diyen kadının salona geldiğini yeni fark ediyordum. "Masayı kurun," dedi Pars, kadın salondan ayrıldı. "Ben gideceğim oğlum, işlerim var," dedi babam, Pars kaşlarını hayır anlamında kaldırdı. "Bir şey yemeden olmaz." Babam itiraz edemezken 10 dakika gibi bir sürede masa kuruldu, hep birlikte kalkıp bir şeyler yedik. Onlar etli bir yemek yerlerken, ben yine bana özel yapılmış yemekten yiyordum. "Bu tarz beslenme hiç doğru değilmiş," dedi babam, benden bahsettiğini anlayınca başımı kaldırıp ona baktım. "Vücudunun etteki vitaminlere de ihtiyacı varmış, daha geçen gün bir doktor anlatıyordu televizyonda. Bence şu vejetaryen olma mevzusunu bir daha düşün sen, bir de hasta olma." Dilimi damağıma çarpıtarak cıkladım. "Ben etteki vitaminleri sebzelerden de alabiliyorum baba, böyle olmaktan memnunum," dedim, Pars bizi dinliyordu ama bir yorum yapmamıştı. "Sen bilirsin," dedi ve yemeğe devam etti babam, sessiz bir yemeğin ardından masadan kalkıp salona geçtiğimizde babam hiç oturmadı. "Benim gitmem lazım artık, kaçıncı defa arıyorlar," dedi, Pars da ayağa kalktı. "Ayliz hadi sen de, hastaneye gideceğiz." Boynum acıyor olduğundan hiç buna itiraz etmedim ve ayağa kalktım. Onlar bahçeye çıkarlarken ben çalışan kadınlardan birinden odamdan kıyafet getirmesini rica ettim. Kadın getirmek için çıkarken bu kattaki odalardan birine girdim. Canım acıyor olduğundan inip çıkmak çok zor geliyordu. 5 dakika kadar sonra kadın kıyafetleri getirdi, zorlukla üzerimi değiştirdim. Ardından da evden çıktım, bahçede bizimkileri göremeyince dışarıya çıktım. Teknenin hazır olduğunu, Pars ve babamın da yanında olduklarını gördüm, ben de yanlarına gittim. Onların yardımıyla tekneye bindim, şehre gittik. Marinaya ulaşınca tekneden indik. Babam kendi arabasına binip işini halletmek için giderken biz, Pars'ın arabasına bindik. Yakınlardaki özel bir hastaneye gittik. Yaklaşık 2 saat sürdü hastanede işimiz. Röntgen çekildi, yeniden muayene oldum, doktor sonuçları kontrol etti ve büyük bir sorun olmadığını söyledi. Boynumda incinme olduğu için canımın yandığını, bir süre daha boyunluk kullanmaya devam etmem gerektiğini söyleyip ağrılarım için bir de merhem yazdı ve yanından ayrıldık. Arabaya bindiğimizde "Neyse ki büyük bir sorun yokmuş," dedim, Pars sessiz kalırken arabayı çalıştırdı. 10 dakika kadar sonra bir eczanenin önünde durdu, gidip ilaçlarımı alıp geri geldi. İlaçları bana verirken elindeki cüzdanı torpidoya bırakmıştı. O cüzdanın içindeki fotoğraf aklıma geldi, canım sıkıldı. Beni kıskandığını düşünüp bunu da bir şeyler hissetmesine bağlarken cüzdanında başka bir kadının fotoğrafını taşıyordu. O fotoğraftaki kadının annesi olmadığını biliyorum, kız kardeşi de yoktu zaten. Bu yüzden geriye sevdiği için peşinden yurt dışına gittiği o kadından başka hiçbir şey gelmiyordu. Hem zaten başka kim olabilirdi ki? Bu düşünceler arasındayken marinaya ne ara ulaştık anlayamadım. "Hadi in," diyen Pars'ın sesiyle fark ettim marinada olduğumuzu ve indim. İndiğimde de "Yardım lazım mı?" diye seslendi. "Hayır," dedim, ağır adımlarla yanına yürüdüm. Yanına ulaştığımda tekneye doğru yürümek yerine durdu ve dikkatle yüzüme baktı sadece. Bir şey mi var acaba yüzümde diye düşünürken sordu. "Hayırdır, ne oldu böyle birdenbire? Niye düştü yüzün?" Niyesini çok iyi biliyordum, o fotoğraf yüzündendi ama tabii ki bunu ona söyleyemezdim. Nasıl söyleyeyim ki? "Yok bir şey, yoruldum sadece biraz," deyip geçiştirdim onu. Neyse ki sorgulamadı ve birlikte tekneye bindik. Tüm yol boyunca ikimiz de tek kelime konuşmadık. Adaya ulaşınca inmeme yardımcı oldu, indim ve onu beklemeden eve doğru yürüdüm. Bahçedeyken yanıma ulaşmış, birlikte girmiştik içeriye. "Ben çok yoruldum, gidip biraz odamda dinleneceğim." Pars bir şey demeyip sadece başıyla beni onaylarken konuşmasını beklemeden çıktım üst kata. Üçüncü kata çıkıp da kaldığım odaya girdiğimde kendimi çok mutsuz hissediyordum. Geçip yatağın kenarına oturdum, başımı hafifçe önüme eğdim ve iç geçirdim. Ne diye şimdi canım bu kadar sıkıldı ki? Tüm bunları hissetmeye, düşünmeye bile hakkım yoktu. "Kendine gel Ayliz!" deyip ayakkabılarımı çıkardım, yatağa girdim ve uzandım. Pikeyi üzerime çektim, derin bir nefes aldım. Biraz uyuyup dinlensem iyi olacaktı. Hem ruhen hem de fiziken uyumak iyi gelecekti. Bu yüzden kapattım gözlerimi ve uyumaya çalıştım. Uyumaya çalışmış olsam da bir türlü uyku tutmadı. Pikenin altına bir girip bir çıktım, bir sağa döndüm bir sola döndüm ama gözüme uyku girmedi bir türlü. Fakat bu şekilde akşamı ettim, akşam olunca da iyi ki uyuyamadım dedim. Hiç değilse gece uyurum diye geçirdim içimden ve epey bir vakit geçmiş olduğundan salona inmek istedim. Hem bir şeyler yemeli ve ilaç içmeliydim. Yataktan çıktım, ayağa kalktım. Ayakkabıları boş verip terliklerimi giydim. Aynanın karşısına geçtim, boynumdaki ağrı hâlâ varlığını koruyordu. İlaçlarımı bir an önce alsam çok iyi olacaktı. Kollarımı zorlukla kaldırıp saçlarımı düzeltip odadan çıktım ve dikkatlice salona indim. İner inmez de üçlü koltukta oturan Pars'ı gördüm, önünde bir sehpa vardı ve üzerindekilere bakılırsa içiyordu. "İyi akşamlar," dedim sanki dışarıdan geliyormuş gibi ve salona geçtim, yanına oturdum. "Ayliz," dedi Pars yanına oturduğumu fark edince ama hiç dönüp bakmadı bana. "İçmeye kalkarsan hiç iyi şeyler olmaz," diyerek baştan uyardı beni. "Öyle bir niyetim yok zaten," dedim, gerçekten de yoktu niyetim. O kadar ilaç alırken içecek kadar da aptal değilim. Hem ben içmeyi de bırakacağım artık. Çünkü gerçekten düzgün, sorunsuz bir hayatım olsun istiyorum. Beni öldürmek isteyen o adamlardan kurtulduktan, bu evden ayrıldıktan sonra bambaşka bir hayatım olacak. Buna inanıyorum ve bunun için elimden gelen her şeyi yapacağım. Ben bunları düşünürken Pars, bir başına içmeye devam etti. Onu izlemiyor, ilgilenmiyor görünmek için başka yerlere bakmaya çalıştım ama olmadı, gözlerimin son durağı hep o oldu. Ben de bakmamak için kendimle savaşmaktan vazgeçip onu izledim. Düşünceli görünüyordu, canı sıkkındı. Bunu belli etmekten de çekinmiyordu. Doldurduğu bir kadeh içkiyi bir kerede içti, yeni bir tane doldurdu. Hızlı gittiği için uyarmak istedim ama hesaba almayacağı için yapmadım. Dur desem duracak hâli yoktu ya. Hem koskoca adamdı, neyin doğru neyin yanlış olduğunu çok iyi biliyordu. Bu yüzden sessiz kaldım, fakat hiç değilse derdini sorabilirdim değil mi? "İyi misin?" diye sordum terslememesini umut ederek, neyse ki yapmadı bunu da ve sadece evet anlamına gelen mırıltılar çıkardı. Canının sıkkın olduğundan emin oldum, ben odadayken bir şeyler olduğu çok belliydi. Ne olduğunu sorsam bile söylemeyecekti muhtemelen ama bu hâlini görmezden de gelemedim. "Canını sıkan bir şey var gibi," dedim, ne dönüp baktı bana ne de bir şey söyledi. "Konuşacağın son kişi bile olmadığımın farkındayım ama yine de sormak istiyorum; anlatmak ister misin?" Sonunda küçülen yeşil gözleri gözlerimi buldu ve sessizce baktı gözlerimin içine. "Anlatırım," dedi bir anda, şaşkınca kaldım karşısında. Ciddi miydi? Anlatacak mıydı? Bu heyecanlanmama, gereksiz yere kendimi mutlu hissetmeme neden olurken "Anlatacak bir şey yok ama," diye ekledi ve gözlerini yeniden önüne çevirdi. İçimdeki mutluluk yok oldu, keyfim kaçtı. Yine de uzatmak istemedim. "Peki," dedim. "Madem bir şey yok, öyle olsun." "Bir şey olmamasına üzülmüş gibisin." Histerik bir şekilde güldüm. "Niye üzüleyim?" diye sordum, hiçbir şey demedi. İkimiz de sessiz kalırken bir kadeh daha içti, kendisine yeni bir kadeh doldurdu. Sıkıntıyla ofladım, gözlerimi yeniden önüme çevirdim. Yanında kalsam mı gitsem mi diye düşünürken bugün olanları düşündüm. Yanından kalkıp gitmek yerine onunla konuşmak istedim, içimden geçenleri söyledim. "Pars," dedim, yeniden ona baktım. "Bugün sana biraz kızdım falan ama yine de iyi ki babama anlatmışsın." Gözleri yeniden beni buldu. "Sen anlattığında nasıl tepki verdi bilmiyorum ama tahmin etmek zor değil. Muhtemelen çok kızmıştır, sana bile. Sen sesini bile çıkarmadın bana karşı ama canına okuduğunu çok iyi bilecek kadar çok iyi tanıyorum onu," dedim, gözünün ucuyla bana baktığında dudağının bir tarafı hafifçe yana kıvrılmıştı. Bu bakışla anladım ki söylediğim şey gerçekti. "Benim yerime senin canına okumuş oldu." deyip tebessüm ettim. "Sıra bana gelene kadar da siniri geçmiş oldu ve sanırım olan sana oldu." Gözlerimin içine bakarken iç çekti ve içli içli "Olan hep bana olsun," dedi, kalbim sıcacık oldu. Bir insan bir cümleyle ne kadar mutlu olabilirse ben bu cümleyle o kadar mutlu oldum. "Teşekkür ederim," dedim. "Her şeyi kolaylaştırdığın için." "Her şeyi kolaylaştıramıyorum," dedi, gözlerini yeniden önüne çevirdi. "Bazı şeyler benim için bile çok zor." deyip içkisinden birkaç yudum aldı. "Hatta imkansız." Neyden bahsettiğini anlayamadım ama bir şeylerin onu zorladığı çok belliydi. Onun bu hâli yüzünden benim de canım sıkıldı, onun için üzüldüm. Sorunun ne olduğunu bile bilmeden keşke yardımcı olabilecek bir şeyler yapma şansım olsaydı diye geçirdim içimden. "Bir de derdim yok diyorsun," dedim, gözleri beni buldu. "Her ne derdin var bilmiyorum ama baksana ne hâle getirmiş o dert seni," dedim. "Beni bu hâle getiren dert değil," dedi, iç geçirdi ve yeşillerini bana çevirdi, bakışları derinleşmişti. "Başka bir şey." "Neymiş o başka şey?" Merakla sordum, cevap verecek gibi olup dudaklarını araladı, fakat tek kelime çıkmadı ağzından ve yeniden birbirine bastırdı dudaklarını. Aynı zamanda aşağıya doğru hareket eden ademelmasından yutkunduğunu fark ettim. Her ne söyleyecekse yuttu, gözlerini yeniden önüne çevirdi ve kadehinde kalan içkiyi bir kerede içti. "Söyleyemiyorsun," dedim. "Büyük bir şey olsa gerek," diye ekledim ve histerik bir şekilde güldüm. "Doğrusu büyük olmasına da gerek yok ki, sen genelde bir şey söylemezsin bana." "Ayliz," dedi, sözlerim etkili oldu ve belki de bir şey söyleyecek diye içimden geçirirken "Hazal'a ne söyledin?" diye sordu bir anda, şaşkınca kaldım. Bu hâlde olmasının nedeni bu olamazdı değil mi? Yok canım, o kadar da değildir herhalde değil mi? "Neden sordun ki şimdi bunu?" Kendisine yeni bir içki doldururken "Sormak istedim," dedi, Hazal'a söylediklerim aklıma gelince güldüm ve bunu ondan saklama ihtiyacı hissetmedim. "Ayliz, gülme," dedi uyarıcı bir şekilde, omuz silktim ve gülmeye devam etti. "Söyle hadi, ne anlattın kıza?" "Asla," dedim. "Bunu sana anlatacak kadar canıma susamadım." Tek kaşını kaldırdı. "O derece yani?" dedi, dudaklarımı birbirine bastırdım ve başımı salladım. Fakat bu cevabı vermesem çok daha iyi gibiydi, çünkü şu an daha da meraklanmış gibi bir hâli vardı. "Kızmayacağım, söyle hadi," dedi, bu konuda ona hiç güvenemedim ve kaşlarımı hayır anlamında kaldırdım. "Hiç boşuna kendini yorma, asla söylemem." Arkasına yaslandı, kadehi elindeyken elini dizinin üzerine koydu ve tek kaşını kaldırarak baktı bana. "Ayliz," dedi sakince. "Bilge'yi arayıp Hazal'a her şeyi anlattırmasını istemem, onun bunu yapması ve her şeyi bana da anlatması sadece yarım saat sürer. Ayrıca her şeyi öğrenen ben değil, onlar da olur." Dudaklarımı ısırdım, bunu yapabilecek biriydi. İnat ederse yapardı da. "Bu yüzden yorma beni," dedi kısık çıkan bir ses tonuyla ve "Anlat hadi," diye ekledi, düşündüm. Bilge'nin ve diğerlerinin öğrenmesi demek, doğrudan Hazal'ın öğrenmesi demekti. Hazal da öğrenirse inatla daha da yaklaşırdı Pars'a. Eğer ben anlatırsam hiç değilse bu oyun Hazal'a karşı gidebildiği yere kadar gider, ben de rahat ederdim. Bu yüzden anlatmaya karar verdim. "Tamam ya," dedim. "Sana da bir şey yapılmıyor ki her şeyi hemen anlatmak zorunda kalıyorum," dedim sıkıntıyla, Pars sessiz kalıp anlatmam için dikkatle bana bakarken arkama yaslandım. Vereceği tepkiye şimdiden kendimi hazırladım ve anlatmaya başladım. "Şimdi bu Hazal yanıma geldi ve bana seni sordu." "Neyimi sordu?" diye araya girdi, göz devirdim. "Sen de hiçbir şey anlamıyorsun ya, yaşını soracak hâli yok ya! Sevgilisi var mı yok mu diye sordu," dedim, tek kaşını kaldırdı. "Sen ne dedin?" İşte işin yalana sardığı nokta tam olarak burasıydı, bu yüzden ısırdım dudaklarımı ama sonra onun sarhoş olmasını, kızsa da elinden çabucak kurtulabileceğimi düşünüp bundan cesaret aldım ve Hazal'a uydurduğum yalanların hepsini eksiksiz bir şekilde anlattım ona. Sonuna kadar sabırla dinledi beni. Son cümlemi de kurup aşık olduğu kadının inat ederek evlendiği adamı, hapse düşürdükten sonra "Bu kadar işte, bunları söyledim," diyerek tamamladım cümlemi, rahat bir nefes aldım ve arkama yaslandım. Pars karşımda şaşkınca kalmıştı. Hatta buna şaşkınlık denmezdi, adam resmen bozguna uğramış, hatta donup kalmıştı karşımda. "İyi misin?" diye sordum, hâlâ bir tepki vermezken "Ay keşke yavaş yavaş anlatsaydım, bir kerede yüklenmeseydim. Çocuğu yetimhaneye verdiğin yerde bir ara vermemiz gerekiyordu," dedim ve hâlâ şaşkın olan Pars'ın hâline güldüm, gülünmeyecek gibi değildi ki zaten. Pars'ın şaşkınlığı üzerinden çekildikten sonra "Sen, gerçekten bunları anlattın mı?" diye sordu. "Biliyorum inanması zor ama anlattım," dedim, gülmeye devam etmek istedim ama zaten yeterince kızacağı için üzerine bir de bu eklenmesin isteyip kendime engel oldum. Pars, karşımda sessizce durup hiçbir şey demezken "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum, çoktan kızmaya başlamış olması gerekiyordu. Anlattıklarım karşısında bu kadar sakin kalması çok da normal değildi. Hele ki Pars için asla normal değildi. "Bunu neden yaptın?" diye sordu sakince, bu sakinlik beni ürkütüyordu. "Çünkü o kıza çok gıcık oldum," dedim, yüz ifadesi değişmedi. "Ayliz, neden yaptın?" Sorusunu yineledi. "Gıcık oldum dedim ya, biraz dalga geçmek istedim. Çok da güzel dalga geçtim, iyi ki de yaptım." "Ben sana bahaneni sormuyorum," dedi sanki ben ona bahane uydurmuşum gibi ve "Nedenini soruyorum," diye ekledi, gözlerimi kaçırdım. Çünkü seni kıskandım. "Çünkü beni tehdit ettin bir şey yapmayayım diye, ben de kızdım ve bile isteye yaptım," deyip güzel bir yalan uydurdum, Pars hâlâ aynı şekilde bana bakarken de "Zaten babama da bugün her şeyi bundan dolayı anlattım. Sen elbet bunu yaptığımı öğrenecek, gidip anlatacaktın. Ben de senden önce benden öğrensin istedim ama olmadı, yine senden öğrenmiş oldu," dedim, sanırım ikisini birbirine güzel bağlamış, yalanımı desteklemiştim. "Öfkeden yaptın yani?" dedi, başımı salladım. "Evet." Hayır, kıskançlıktan. "Öfkeden," diye yineledi, ben de yine başımı salladım. Dudağının bir kenarı hafifçe yana kıvrılırken sanki çok başka bir şey düşünüyor gibiydi. Bu yüzden dudaklarımı ısırdım, gözlerimi önüme çevirdim. O an aklıma bugünkü telefon olayı geldi. Her şeyi anlatmıştım, bir bu kalmıştı. Hazal olayına bile kızmayan ya da kızamayacak kadar sarhoş olan adam buna hiçbir şey demezdi. Şu an bunu benden öğrenmese bile elbet bir gün öğrenecekti. Çünkü elbet bir gün Tan'la karşı karşıya gelecek, gelmese bile Tan mutlaka ona ulaşacaktı. Bunu çok iyi biliyorum. "Pars," diye girdim konuya. Bu gece başımı yastığa rahat koymak, her şeyden arınmak istiyordum. "Benim sana bir şey daha söylemem gerekiyor." "Söyle bakalım," dedi, bu adam hep içse miydi acaba? Ne güzel olmuştu böyle. "Ben bugün bir şey yaptım." "N'aptın?" diye sordu anında ve içkisinden bir yudum daha aldı. O aldıkça benim midem yanıyor gibi hissediyordum. "Bugün bana bir mesaj geldi," dedim, kaşları çatıldı. "Tan'dan." Anında bakışları sertleşti, yeşilleri öfkeyle yanarken kaybolan sakinliği beni korkuttu. Dişlerini sıkarak "Telefonunu ver," dedi. "Telefon şu an odada, hem..." Daha cümlemi tamamlayamadan ayağa kalktı. Çok sarhoş olmuş olacak ki dengesi sarsılırken nereye gideceğini bildiğimden bileğini tutup engel oldum ona. "Sakin ol, tamamlayayım önce," Daha da sinirlendi. "Ayliz..." Bu kez ben onun devam etmesine izin vermedim. "Sildim mesajları," dedim, bakışları daha da sertleşti. "Niye? Ne yazdı da sildin?" Bunu sorarken yeniden yanıma oturmuştu. "Cevap versene Ayliz, ne yazmıştı?" "Orada olduğu için beni suçluyordu mesajlarda işte, saçmalıyordu. Bir de..." deyip sustum. "Bir de ne? Ne oldu?" "Sana bir mesaj attığını söylemişti," dememle eşzamanlı olarak cebinden kendi telefonunu çıkardı. "Bakma boşuna, onu da sildim." Gözleri ağır ağır beni buldu. "Sildin?" Yineledi, başımı salladım. "Evet," dedim. "Silmek zorundaydım, babam buradayken hallettim işte bir şekilde," diye ekledim ve başımı önüme eğdim. "Çünkü görmeni istemediğim bir şey göndermişti." "Görülecek bir şeydi yani?" dedi. "Video mu fotoğraf mı?" "Video," dedim. "Video göndermişti." "Ne vardı videoda?" İşte istemediğim o soru da gelmişti. Cevap veremedim, sessiz kaldım. "Ayliz!" dedi dişlerini sıkarak. "Ne vardı o videoda?" "O ve ben vardık işte, seni kızdırmak için atmış. Fazlası yok," deyip geçiştirmek istedim ama o tatmin olmadı. "O videoyu yeniden bulmam 5 dakikamı almaz Ayliz, madem bu kadar görmemi istemiyorsun, sen söyle," dedi, illa söyletecekti. Belki söylesem de bulup izleyecekti ama yine de bir ihtimal izlemez diye düşünüp söylemeye karar verdim. "Öpüşürken," dedim, bunu derken çok rahatsız oldum. "Kamera kaydından bulmuş işte, takıntılı manyak. Onu göndermiş." Boynundaki bütün damarlar belirginleşti. "Bu kadar mı?" Bu soru kızdırdı beni. "Daha ne olmasını bekliyorsun? Bu kadar!" dedim. "Samimiydik işte, öpüşürken..." Sözümü kesti. "Tamam, yetti sus!" deyip susturdu beni, ben de anlatmak istemediğimden sustum. Önüne döndü ve içkisini bir yudumda içti. Ardından bir kadeh daha doldurdu, onu da bir kerede içti. Kadehi sert bir şekilde indirirken "O piçin içeriden çıkmasına izin vermeyeceğim! Tek bir adım bile atamayacak dışarıya!" O kendi kendine söylenirken bir kadeh daha içmişti. "Bence yeterli bu kadar, içme daha fazla," dedim, fakat umurunda bile olmadı ve yeni doldurduğu kadehi de içti. "Şerefsiz!" dedi, bu ettiği en hafif hakaret oldu. Çünkü ağzından çıkan diğer kelimeler bayağı ağır oldu, hiç işitmediğim küfürleri işittim ondan. "Ben gideyim en iyisi, sen tek başına devam et," dedim, daha fazla yanında kalmak istemedim ve gitmek istedim. Bu yüzden de ayağa kalktım, fakat kalkmamla birlikte bileğimden tutması bir oldu ve ben daha ne olduğunu bile anlayamadan bir anda beni yeniden yanına oturttu. Fakat bu kez daha yakındık, nefesini yüzümde hissedeceğim kadar yakın. Yutkunduktan sonra "Bir şey mi oldu?" diye sordum dudaklarına değil de gözlerine bakmak için kendimi zorlarken ve cevap vermesini bekledim, fakat sessiz kaldı. Aynı zamanda benim yapmamak için kendimle savaştığım şeyi yaptı, dudaklarıma baktı. "Sen bence daha fazla devam etme," dedim. "Çok fena sarhoş olmuşsun," diye ekledim, hâlâ eli bileğimdeyken yeşilleri gözlerimi buldu ve ben irislerinde kendimi gördüm, o denli parlıyordu gözleri. "Sarhoş değilim," dedi. "Hatta daha önce hiç bu kadar ayık olmamıştım." diye ekledi, dudaklarımda alaylı bir gülümseme oluştu. "Hı hı," dedim alay ederek. "Belli oluyor ayık olduğun." Tek kaşını kaldırıp serseri bir bakış attı. "Sen, benimle dalga mı geçiyorsun?" Bu soruyu sorarken dili dolandı. "Evet, dalga geçiyorum." Gözleri, gözlerimden aşağıya indi ve bir kez daha dudaklarımı buldu. Nefesini hissettim dudaklarımda ve kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı. O an boğazım kupkuru oldu, kan akışım hızlandı sanki ve sıcacık oldu vücudum. Bu sıcaklığın en yoğunu yanaklarımdaydı ve yanaklarım ısınmış, muhtemelen beyaz tenim kızarmıştı. Bu hisler göğsüme oturdu, boğazımda bir yumru oluşturdu ve kalbimden taşıp göğüs kafesimden aktılar. Hislerim, içimden taştı ama ağzımdan tek bir kelime çıkmadı. Gözlerim konuştu, nefeslerim konuştu, atan kalbimin sesi konuştu belki ama dilim konuşmadı. Tek kelime çıkmadı ağzımdan, çıkamadı. Zor geldi konuşmak, öyle zor geldi ki dilim tutuldu sanki. 10 saniye geçirdik belki bu şekilde ama o 10 saniye 10 yıl gibi geldi bana. Ben ise bu 10 saniye içinde sanki bin kere öldüm, bin kere dirildim ve her ölüşümde kesilen nefesimi iliklerime kadar hissettim. Ben bu hisler içinde kıvranıp dururken Pars, gözlerimin içine bakmaya devam etti ve bir anda başını hafifçe sağa doğru eğdi, ardından yüzünü yüzüme yaklaştırıp dudaklarıyla dudaklarımı örtüledi, beni öptü. Ve nefesim bir kez daha kesildi, bir kez daha öldüm ve bir kez daha can buldum. Bu kez dudaklarında... 10 saniye geçirdik belki demiştim ya hani? Bu ölüşümde anladım ki bazı 10 saniyeler her şeyi değiştirirdi. Umutları, hayalleri, hayatları, düşünceleri... Bir 10 saniyenin gücü her şeyi değiştirmeye yetermiş meğerse. Bunu o beni öperken ve kalbim 10 saniye içinde binlerce duyguyu bana en derinden hissettirirken anladım. Bu anı asla unutmayacağım gibi bunu da asla unutmayacaktım. Bölüm Sonu!  Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum♡ Ay o nasıl sondu öyle! O 10 saniyede benim de kalbim 10 bin attı valla jsjsjsjsjjsjsjs Sizce bundan sonra neler olur? Pars sarhoş olduğu için mi öptü yoksa istediği için mi? Ayliz ne yapacak dersiniz? Ayliz'in her şeyi anlatmasını bekliyor muydunuz? O değilde bu bölümde çok tatlı geldiler bunlar benim gözüme. Pars'ın o imali imalı iltifatlarını yazarken gözümden kalp çıkıyordu ♡ Böyle dedim ama inşaallah o imaları fark etmişsinizdir hdjsjsjsjjs Alıntı ve duyurular için; Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan Sizi Çok Seviyorum! |
0% |