Yeni Üyelik
19.
Bölüm

18.BÖLÜM "DÖNÜŞÜ OLMAYAN YOLLAR"

@gizzemasllan

Selam :)

Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.♡

Instagram: gizzemasllan

.

.

.

18. BÖLÜM "DÖNÜŞÜ OLMAYAN YOLLAR"

Hayatta girdiğimiz bazı yolların geri dönüşü yoktur. Geri dönmek istenilir elbet, çaba da sarf edilir bunun için ama bir anlamı yoktur. Çünkü girdiğimiz her yol bize kendinden izler bırakır. Kalbimizde, ruhumuzda bulunan bu izler hep bizimle olurlar, geri dönmeyi başarsak bile o izler bizimle olduğu sürece bu dönüşün bir anlamı olmaz.

Çünkü zaten geri dönmeyi girdiğimiz yol yüzünden değil, bize bıraktığı izler yüzünden isteriz ve bu izler bizimle olduğu sürece hep olduğumuz yerde kalmaya mecburuzdur.

Şimdi de böyle bir anın içindeyim. Pars, sarhoşluğunun etkisiyle bir karar aldı. O kararla bir yola girdi ve öptü beni. Dudaklarımda, kalbimde, ruhumda izler bıraktı bana. Bu izler kısacık zamanda öyle bir yer edindi ki içimde hiçbir zaman geçmeyeceklerdi. Hiçbir zaman unutturmayacaklardı bu anı bana. O, belki kendine geldiğinde pişman olacaktı ama artık bu andan geri dönüş yoktu. O da ben de bunun farkındaydık.

Uzun uzun öptü beni. Öpüşü hem çok yumuşak hem çok derindi. Dudaklarım onun dudakları arasında kaybolmuşken, benliğimin kaybolduğu yeri bilemeyecek kadar kaybetmiştim kendimi ve kalbim o kadar hızlı atıyordu ki sanki birazdan duracak, nefesimi kesecek gibiydi. Oysa nefesimin Pars'ın dudakları tarafından kesileli çok oluyordu ve ben her nefes almak istediğimde onun sıcacık nefesini içime çekiyordum. Bu his, belki de dünyadaki diğer her histen baskın gelebilecek güçteydi.

Ona karşılık verdiğim söylenemezdi, yaptığım tek şey bir put misali durmaktı. Fakat onun dudakları rahat durmuyor, dudaklarımı kendine hapsediyordu. Her geçen saniye biraz daha sertleşen öpüşü beni kendimden biraz daha alırken yüzümde olan elleri yanağımı okşuyordu ve beni sonsuz bir hissin içine sürüklüyordu.

Bu his güzeldi, hep yaşamak isteyeceğim kadar güzel.

Gözlerimi aralayıp ona baktığımda gözlerinin kapalı olduğunu gördüm. Geri çekilmeye niyeti yokmuş gibiydi. İçimdeki ses it onu, kurtar kendini dese de ilk defa bu denli heyecanlı ve iyi hisseden kalbim bunu yapmama engel oldu. Bir kez daha kapattım gözlerimi ve düşündüğüm tek şey yeniden dudakları oldu.

Dudaklarının arasından dilini hissettiğimde mideme bir yumruk yemiş gibiydim. Nereye koyacağımı bilemediğim ellerimi dizlerine koyduğumda ve dilinin varlığını biraz daha hissettiğimde istemsizce sıktım dizlerini. Bunu hissetmiş olacak ki beni öperken bile kıvrıldı dudakları yana.

Genel olarak benden çok uzak bir duygu olan utanç, kalbimde yer edindiğinde ellerimi uzaklaştırdım dizlerinden. Boşta kalan ellerimi nereye koyacağımı bilemezken bir nefes daha aldım dudaklarından ve Pars ancak o an geri çekildi, dakikalardır kendine hapsettiği dudaklarımı serbest bıraktı.

Geri çekildi belki ama dudaklarım hâlâ alev alev yanıyordu, tıpkı kalbimin yandığı gibi. Yanağımdaki elini çekmedi, parmakları hâlâ usul usul yanağımda gezinirken temas ettiği her nokta bende yangınlar bırakıyordu ve o bunun farkında bile değilken yanağıma dokunmaya, kalbimi de vücudumu da alev alev yakmaya devam ediyordu.

Gözlerimi araladım, yeşilleriyle kesişti bakışlarım. Söyleyecek bir şeyim olmadığından, olsa bile gücüm yetmeyecek olduğundan sustum ve gözlerinin içine baktım. Onun da yaptığı farklı hiçbir şey yoktu. Fakat olması gerekiyordu, susmamalı ve konuşmalıydı benimle. Yaptığı şeyi açıklamalıydı, içine düşürdüğü boşluktan beni çekip almalıydı. Cevapsız sorularla beni yalnız bırakmamalı, cevaplarımı vermeliydi.

Aldığım nefesler yüzünden inip kalkan göğsüm onun göğsüne temas edecek kadar yakındık. Geri çekilmeye ne onun ne de benim niyetim vardı. Hâlâ birleşik olan gözlerimizin de birbirlerinden ayrılmaya niyetleri yoktu. Tam da bu yüzden hâlâ ikimiz de sessizdik ve hâlâ birbirimizin gözlerinin içine bakıyorduk.

Fakat bu sessizliğin giderek artması ve onun hiçbir şey yapmadan karşımda durması rahatsız edici olmaya başlamıştı. Bu yüzden ben konuşmak istedim, dudaklarımı araladım. Gözleri bir anlığına dudaklarıma kaydı, ademelması aşağıya doğru hareketlendi.

Aralamış olduğum dudaklarımı yeniden birbirine bastırdım, konuşmaya cesaret edemedim. Oysa konuşmam gerekiyordu, ben bu değildim ki. Fakat o beni benden almıştı ve olmadığım bir kişi gibi hissediyordum.

Masum, korkak ve bir o kadar da çekingen...

Bu düşünceler beni konuşmak için zorlarken "Küçük Hanım derdim sana," dedi Pars bir anda ve beni konuşmaktan kurtarmış oldu. Fakat kurduğu bu cümleye anlam veremedim, Küçük Hanım mı? Bana mı dermiş bunu? Bana hiç böyle dememişti ki, o bana hep 'Çocuk' diye hitap ederdi. Bu da nereden çıkmıştı şimdi?

Düşüncelerim giderek yoğunlaşıp zihnimdeki düşünceler büyürken "Çok severdin sana böyle söylememi," diye ekledi ama anlamsızlığıma son veremedi. Düşündüm, çok düşündüm hatta ama onun bana böyle hitap ettiğini hatırlamadım, çünkü etmemişti.

Düşünürken zihnim bir gerçekle yüzleşti ve o gerçek soğuk su misali yüzüme çarptı. Buz kestim karşısında, kaskatı kesildim. Cüzdanında gördüğüm o fotoğrafı hatırladım, bunu ona söylemiş olabilir miydi?

Bu düşünceyle anında doldu gözlerim. "İsmini söylediğimde kızıp Küçük Hanım dememi isterdin," dedi, boğazım düğümlendi. Göğsüme öyle bir acı oturdu ki nefes alamadım. Beni, onunla karıştırıyordu. O olduğumu zannediyordu, hatta belki de başkası ama Ayliz değildim şu an ona göre. Bana bakarken bir başkasını görüyordu, beni öperken bir başkasını öpmüştü.

Susmuştu şu an ve hâlâ gözlerimin içine bakıyordu. "Ayliz'im ben," dedim çaresizce, tepkisiz bir şekilde karşımda durdu. Yaşadığım çaresizliği her uzvumda hissedip acıyı iliklerime kadar hissederken "Bunu asla unutmayacağım Pars Atakan," dedim ağlamamak için kendimle savaşırken.

Titreyen sesimle "Yemin ederim unutmayacağım ve seni asla affetmeyeceğim," dedim, kirpiklerim ıslandı o an. Yanında bir saniye daha durmak istemeyip ayağa kalktım. Öfkeyle, hatta daha çok hayal kırıklığıyla yeşillerine baktım, uzaklaştım yanından.

"Nereye?" Arkamdan seslendi, şu an bile bir başkasını düşündüğüne yemin edebilirdim. "Dursana, nereye?" Seslenmeye devam etti, umurumda olmadı ve üst kata çıktım.

Üçüncü kata ulaştığımda bu katı diğer katlardan ayıran kapıyı kilitledim. Kendimi tutmaya devam edip duygularıma hâkim oldum. Kendimi odaya atıp yatağa girdiğimde bunu daha fazla yapamadım ve ağlamaya başladım.

Beni öpmesine izin vermemeliydim, yapmamalıydım bunu. Nasıl yaptım, nasıl izin verdim buna? Gözyaşlarım hızlandı, iç çeke çeke ağladım. Bir başkasını düşünmüş, bir başkası zannetmiş ve beni öpmüştü. Sarhoş olması bir bahane değildi, yapmıştı bunu ve ben de aptal gibi buna izin vermiştim. Hatta gibisi fazla aptalım ben ve nefret ediyorum kendimden. Ona karşı olan zayıflığımdan ise daha çok nefret ediyorum.

"Nefret ediyorum," dedim ve öfkeyle yatağa vurdum. Ağlarken hıçkırdım, burnumu çektim ve ağlamaya devam ettim. Bu duruma düşmemeliydim, bana bunu yaşatmamalıydı.

"Asla affetmeyeceğim seni!" dedim sanki buradaymış gibi ve yatağa uzandım, pikenin altına girdim. Affetmek bir yana dursun, yüzüne bile bakmayacağım bundan sonra.

"Kalbimi kırdığını hiç unutmayacağım," deyip kendi kendime konuşmaya, kendimce kararlar almaya devam ettim.

Canım yanıyordu, o kadar çok yanıyordu ki bunu bastırmak için öfkeye çevirmeye çalışıyordum. Başarılı da oluyordum, hissettiğim her duygu yavaş yavaş öfkeye dönüşüyordu. Bu yanlış mı değil mi sorgulamadım bile.

Düşündükçe ağlamaya, ağladıkça öfkelenmeye devam ederken gece yarısını ettim. O aşağıda ne hâlde, ne yapıyor, bir şeylerin farkına vardı mı bilmiyorum. Doğrusu bilmek de istemiyorum, sadece bu da değil, ben artık ona dair hiçbir şey bilmek istemiyorum. Bir şeylerin farkına varacak olması umurumda bile değil. Hani demiştim ya bazı şeylerin geri dönüşü yoktur diye? Yaşadığımız bu şeyin geri dönüşü yoktu, kalbime açtığı yara hep benimle kalacak, hep canımı yakacak ve hep öfke duymama neden olacaktı.

Ağlamaya devam ederken ne ara uyuyakaldım bilmiyorum ama gözlerimi açıp kendime geldiğimde çoktan sabah olmuştu. Hatta sabah değil, öğlen olmuştu. Saat 11'di ve ben hâlâ yataktayım, çıkmak da istemiyorum. Saatlerce yatağın içinde kalmak, ağlamaya devam etmek ve tıpkı gece olduğu gibi ağlarken yeniden uykuya dalmak istiyorum. Çünkü uyurken canım yanmıyor ama uyanıkken kalbim acı içinde kavruluyordu.

Parmaklarım istemsizce dudaklarıma gitti ve dün gece beni öptüğü o anı bir kez daha hatırladım. Hatırlamak da bir kez daha gözlerimin dolmasına neden olurken ağlama isteğim körüklendi ve bundan hiç memnun olmadım. Ağlamaktan, gözlerimin dolmasından nefret ediyorum. Çünkü ben bu değilim, ben üzülse de gülen biriydim ama şimdi bunu yapamayacak kadar çok yanıyor canım.

Boğazıma bir yumru otururken kendime bunu yapmak istemedim ve doğruldum, yataktan çıkıp banyoya gittim. Kıyafetlerimden kurtulup kendimi suyun altına attım ve rahatlamaya çalıştım. Sıcak su gevşememe yardımcı olurken dakikalarca kaldım altında ve burada bile engel olamadığım gözyaşlarım suya karışıp yok oldular.

Duştan sonra rastgele bir şeyler giydim üzerime ve hasta olmak istemediğimden saçlarımı kuruladım. O andan sonra da odada yapacak bir şey kalmadı ama odadan çıkmak da istemedim, onu görmek bana iyi gelmeyecekti. Bunu geçtim, onun ağlamaktan şişmiş olan gözlerimi görmesi ve beni bu hâle getirmiş olmasını anlaması da hoşuma gitmeyecekti.

Tüm bunlar doğrultusunda aşağıya inmemeye karar verdim. Oysa karnım çok açtı, hatta guruldamaya başlamıştı ama buna dayanabilirdim. Elbet evden giderdi, o gittiğinde gidip bir şeyler yerdim. Birkaç gün yüz yüze gelmek istemiyorum, hiç değilse biraz olsun toparlanana kadar ondan uzak durmalıydım.

Asık bir suratla yatağın kenarına oturdum, tam karşıda kalan aynadaki yansımama baktım ve gördüğüm kişi beni hiç de memnun etmedi. Kendimi toparlamam lazımdı ama bunun için bile iyi hissetmiyorum kendimi. Bu yüzden iyi hissettirecek bir şeyler yapmalıydım ve bunun için aklıma tek bir şey geldi, yeniden ayağa kalktım.

Lazım olan şeylerin günlerdir kaldığım bu odada olmadığını çok iyi bildiğimden odadan çıktım. Fakat bu kattan ayrılmaya niyetim yoktu. Bu yüzden bu kattaki odalara girdim, bakabileceğim her yere baktım ve sonunda kağıt ve kalem buldum. Kağıtları da kalemi de aldım, odaya döndüm. Yüzüm bir an bile olsun gülmezken elimdekileri masaya bıraktım.

Masa, pencerenin hemen yanında olduğundan gözüm bir an için bahçeye takıldı ve bahçedeki masada oturan Pars'ı gördüm. Onu görmek zaten bozuk olan moralimi biraz daha bozdu, gözlerim doldu ve içim sızladı. Her ne kadar bundan memnun olmasam da bir kez daha ıslandı kirpiklerim ve bir damla yaş süzüldü yanağımdan, hızla sildim o yaşı.

Acaba dün geceye dair bir şey hatırlıyor mudur diye düşünmeden edemedim. Belki de unutmuştur her şeyi. Fakat unutmuş olsaydı çoktan odaya ya kendisi gelmiş ya da çalışanlardan birini göndermiş ve ne yaptığımı kontrol etmiş olurdu ama yapmamıştı bunu. Bu da her şeyi hatırlıyor ve o da benden uzak duruyor diye düşünmeme neden oluyordu. Belki de yanılıyorumdur, bilmiyorum.

Gözümden bir damla daha yaş akarken "Benim değil, onun suçuydu," dedim. Gidip bir şeyler öğrenmesi gereken ben değildim, oydu. Bir şeyler hatırlıyorsa gelmeli ve durumu düzeltmeliydi. Bunu yapsa bile benim için değişen bir şey olmayacaktı, canım yanmaya devam edecekti ama olsun, yine de gelmeliydi. Beni belirsizlik içinde bırakması canımı biraz daha yakıyordu. O zaten benim hep canımı yakıyordu.

Düşüncelerim beni derin bir hüznün içine sürüklerken ona daha fazla bakmak istemedim, pencereden uzaklaştım ve masaya oturdum.

Kalemi elime aldığımda ve temiz bir kağıdı önüme çektiğimde bir an için ne çizsem diye düşündüm. Fakat aklıma hiçbir şey gelmedi, ben de kendimi rahat bırakıp sadece duygularımı dışa vuracak bir şeyler çizmek istedim. Bunu yapmak iyi gelecekti, bir şeyler çizmek zaten bana hep iyi gelirdi.

Kimse bunu bilmiyordu, kimse bilsin istememiştim çünkü. Resimlerimi gördüklerinde şaka amaçlı bile olsa dalga geçecek olmaları üzerdi beni, vazgeçirirdi resim çizmekten. Bu yüzden hep sakladım, saklamaya da devam edeceğim. Kimsenin bilmesine gerek yoktu ki zaten.

Dün gece olanlar zihnimin içinde gezinirken, kalbim acıyla yanıp gözlerim ağlamamak için kendimi zorladığımdan sızlarlarken içimden geldiği gibi çizmeye devam ettim. Zihnim ne çizdiğimin farkında değildi. Elim hareket ediyor, zihnim sadece dün geceyi düşünüyordu. Tam da bu yüzden ancak dakikalar sonra elim durduğunda kendime geldim, çizdiğim resmin o an farkına vardım ve şoke oldum.

Onu çizmiştim, sadece onu da değil kendimi de çizmiştim. Dudaklarımız birleştik, eli yanağımdaydı. Sanki dün geceyi üçüncü bir kişi gözüyle izliyor gibiydim şu an.

İlk şaşkınlığım üzerimden çekildiğinde çizdiğim resimdeki Pars'a bakarak "Aptal!" dedim ve öfkeme rağmen çizmiş olduğum resme uzun uzun bakmaya devam ettim. Gözlerim bir an saate takıldığında çoktan saatler geçtiğini ve saatin 2 buçuk olduğunu gördüm. Gözlerim yeniden resmi buldu, iç çekerek baktım.

Hüznüm ve acım öfkeye dönüştü bir kez daha ve öfkeyle bakmaya devam ettim resme. Çok geçmeden de dayanamadım, kağıdı buruşturup bir top hâline getirdim ve sinirle fırlattım. Kağıt kapıya doğru giderken "Geri zekalı! Asla affetmeyeceğim seni!" dedim sessizce, tam o anda hiç beklemediğim bir şey oldu ve odanın kapısı açıldı.

Ara kapının kilitli olduğunu, buna rağmen gelebilecek tek bir kişi olduğunu düşünürken Pars göründü, düşüncelerimi doğruladı. Onu gördüğüm an öfkeyle ayağa kalktım. Sanki sadece birkaç saat önce gelmeli ve bir şeyleri düzeltmeye çalışmalı diye düşünen ben değilmişim gibi ne yüzle geliyor diye geçirdim içimden. Belki de özür dilmek için gelmiştir, belki de cesaretini ancak şimdi toplamıştır, olamaz mı? Tabii hatırlıyorsa, hatırlamaması da bir ihtimaldi.

Onunla karşı karşıya durmuş, sessizce birbirimize bakarken gözlerini benden çekti ve yere çevirdi. Bir şeye dikkatle baktığını fark ederken ben de baktığı yere baktım ve gördüğüm şeyle göz bebeklerim büyüdü, az önceki resim tam Pars'ın ayaklarının dibinde duruyordu. Gözlerim hızla yüzünü buldu, kaşlarını çattığını gördüm. Kalbim yaşadığım telaş ve heyecanla hızla çarpmaya başlarken ne yapacağımı bilemedim, soğuk kanlı kalmaya çalıştım.

Pars eğildi, buruşturmuş olduğum kağıdı aldı yerden. Kalbim daha da hızlı çarpmaya başladı, buna rağmen elimden geldiği kadar rahat göründüm. O kağıtta çizili olan şeyi görmesi isteyeceğim en son şey bile değildi. Eğer görürse dün geceden sonra bende çok büyük bir etki bıraktığını düşünecekti. Yanlış bir düşünce olmazdı, zaten korkum da tam olarak bu yüzdendi. Bu yüzden o kağıtta ne olduğunu asla görmemeliydi.

Yeşilleri beni bulduğunda çok rahat göründüm, gözlerimin içine bakarak "Bu ne böyle?" diye sordu, buruşuk kağıdı açmamıştı.

"Kağıt işte," dedim, önemsiz bir şeymiş gibi davrandım. Kağıdı hemen elinden almalıydım ama bunu yapmam dikkatini çeker ve ne yapıp edip kağıdı yeniden elimden alır, ne olduğuna bakardı. Bu yüzden dikkatini çekmeyecek bir şekilde almalıydım o kağıdı elinden. Şimdilik en doğru yol bu gibiydi ve doğru olduğunu düşündüğüm bu yol doğrultusunda kağıdı ondan almak için hiçbir şey yapmadım.

Başarılı da oldum, o da kağıdı çok önemsemedi ve dikkatini bana verdi. Fakat buruşuk, küçük bir top gibi olan kağıt hâlâ elindeydi.

"Ne yapıyorsun sen odada?" diye sordu bir anda, gözlerimi kağıttan çekip gözlerine baktım. O an zihnim bir an için bu durumdan soyutladı ve geriye kalan tek şey ona karşı olan öfkem oldu. Hakkı varmış gibi bir de karşıma geçmiş, ne yaptığımı soruyordu.

Böyle düşünüp daha da öfkelenirken her şeyi unutmuş olma ihtimaliyle yüzleştim. Bir dakika sahiden bu neden şu an bu kadar rahattı ki? Ciddi ciddi her şeyi unutmuş olabilir miydi? Bu şüphe zihnimi meşgul ederken "Ayliz," deyip beni kendime getirdi.

"İnmek istemedim," dedim doğrudan ve omuz silktim. "İnmek için herhangi bir nedenim yoktu," diye ekledim, hâlâ onun bir şey hatırlayıp hatırlamadığını düşünürken ve zihnimi bununla meşgul etmeye devam ederken derin bir iç çektim. Bunu öğrenmem gerekiyordu, fakat doğrudan hatırlıyor musun diye de soramazdım ki. Sanırım en doğru yol bu konuda onu test etmekti ama bunu nasıl yapacağıma dair en ufak bir fikrim bile yoktu.

"Bir şey yedin mi sen?" diye sordu ve düşüncelerimden sıyrılmama neden oldu.

Elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalışarak "Yemek istemiyorum," dedim, oysa açlıktan ölmek üzereydim. "Kahvaltı yapmayı sevmiyorum zaten," diye de ekledim ve kaşlarını çatmasına neden oldum.

"Olmaz öyle şey," dedi sert bir tavırla. "O kadar ilaç içeceksin, aç karnına mı içeceksin?" diye sordu, sessiz kaldım. Bu gerçekten hiçbir şey hatırlamıyor gibiydi, hatırlasa böyle davranmaz ki. O bile bu kadar rahat olamazdı, olur muydu yoksa? Hiç bilmiyorum.

Karnım aç olduğu hâlde sırf onun istediğini yapmamak için "Olur mu olmaz mı buna ben karar verebilirim," dedim, anında Pars'ın gözlerinin kenarı kısıldı. Bir şey olduğundan şüphe etmiş gibiydi, etmeliydi de. Amacım tam olarak buydu, çünkü unutması hiç de işime gelmiyordu.

Yaptığı şeyi hatırlamalıydı, dün gece yaşanan şey sadece benim gerçeğim olmamalıydı, onun da gerçeği olmalıydı. O da düşünmeli, onun da zihnini meşgul etmeliydi. Yaşadığımız şey benim suçum değilken, sonucuna bir tek benim katlanmam haksızlıktı ve ben bu haksızlığa gerçekten gelemiyorum.

"İlaç içeceksin dedim, in aşağıya ve yemek ye," dedi sert ve bir o kadar da ters bir tavırla, sinirlerim bozuldu.

"Yemeğime de mi karışacaksın?" diye çıkıştım, bakışları biraz daha sertleşti.

"Ne oldu sana yine?" O da kızdı. "Ne bu afra tafra, geceden sabaha ne değişti?" Bu cümleyle afalladım, gece derken olanlardan bahsetmiyordur değil mi? Yok canım dün gece aramızın iyi olduğu andan bahsediyordur.

"Sen her şeyi bilmek zorunda mısın?" diye sordum ben de onun gibi ters bir tavırla. "Ne olduysa oldu, sana ne? Burnunu her şeye sokma," dedim, amacım onu kızdırmaktı. Ben ona kızgınken onun bu denli rahat olması sinirimi bozuyordu çünkü ve o da kızsın istedim.

"Düzgün konuş benimle," dedi dişlerini sıkarak ve öfkeli olduğunu açıkça belli ederek. Dün geceden sonra ne öfkesi umurumdaydı ne de hissettiği başka bir duygu, korkmuyorum artık ondan. Aksine hoşuma gidiyor, dedim ya bilerek kızdırıyorum onu diye.

Az önce kurmuş olduğu cümleden sonra sırf onu biraz daha kızdırmak için sinirle güldüm ve "Bunu yapmak gibi bir zorunluluğumun olduğunu hiç sanmıyorum," dedim. Bir kez daha çattı kaşlarını, zaten hiç inmiyordu ki o kaşları.

"Hatta benim seninle konuşmak gibi bir zorunluluğum yok," dedim, tepkisiz kaldı karşımda. Neler olduğunu anlamaya çalıştığı yüzünde oluşan ifadeden belli oluyordu.

O karşımda böyle durmaya devam ederken gözlerim elindeki kağıdı buldu, artık onu almam gerekiyordu ve sanırım şimdi tam zamanıydı, bir daha elime böyle bir fırsat geçmezdi. Bu yüzden ondan uzak durmak istediğim hâlde yaklaştım yanına, gözlerini bir saniye bile olsun benden çekmiyordu ve hâlâ neler olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi.

Bir adım ilerisinde durdum, gözlerinin içine baktım ve hiç beklemediği bir anda kağıdı öfkeyle elinden çekip aldım. Ardından da bunu yadırgamasın, bir şey sakladığımı düşünmesin diye "Eşyalarıma da dokunma," dedim ve fazla öfkeli bir ses tonuyla "Çöpüme bile," diye ekledim.

Bir yanım kağıdı almış olduğum için rahatlarken diğer yanım onun hâlâ tepkisiz kalıyor olmasından dolayı daha da öfkeleniyordum. Elimi kaldırmak, ona bir tane vurmak ve içimi rahatlatmak istediğim hâlde yapmadım bunu. Onu daha fazla görmek de istemedim, bu evde bana ait başka bir yer olmadığı için de şu an gitmesi gereken oydu.

"Şimdi çık odamdan," dedim. "Yalnız kalmak istiyorum," diye ekledim ve bir an önce arkasına bile bakmadan çıkıp gitmesini bekledim ama bunu yapmak yerine karşımda durmaya devam etti. "Çık dedim sana ya, duymadın mı?" Bu sorumla ellerini arkasında birleştirdi, dimdik durdu karşımda.

"Delireceğim sonunda!" diye söylendim kendi kendime. "Çıksana!" Sesim bu kez yüksek çıktı. Buna rağmen hiçbir şey yapmadı, hesaba almadı ve öfkeden delirtti beni karşısında. Bu öfkeme rağmen gayet sakin kalmayı başarırken derin bir nefes aldı, gözlerinin kenarı bir kez daha kısıldı. Karşımda kendimden emin bir şekilde dururken sinirlerim biraz daha bozuldu.

Bir kere daha ona çıkması gerektiğini söyleyecekken "Çıkacağım," dedi. "Ama seninle birlikte," dediği an ne yapacağımı anında anladım.

"Sakın," dedim bir adım geri giderken. "Sakın bir şey yapmaya kalkma!" diye uyardım onu, gözlerinde alaylı bir ifade oluştu. "Sakın," diye yineledim ama umurunda olmadım. Ona aklından geçirdiği şeyi yaparsa neler olacağını söyleyip onu uyaracakken bana doğru bir adım attı ve engel olmama bile fırsat vermeden kolumun altına girdi. Bir anda tepetaklak oldum, kendimi onun omzunda buldum. Bunu beklediğim hâlde çığlık attım.

"İndir hemen beni!" Avazım çıktığı kadar bağırdım. "İndir dedim sana!" Bağırmaya devam ettim ama umurunda bile olmadım, harekete geçti. Telaşla elimdeki kağıdı odanın diğer ucuna attım, ondan kurtuldum. Zaten o sırada odadan çıkmıştık.

"Manyak mısın lan sen? İndirsene beni!" diye bağırdım bu kez de ve duraksamasına neden oldum.

"Lan mı?" diye sordu, tepetaklak olduğum için yüzünü değil de sırtını ve kalçasını görüyordum ama buna rağmen şaşkın olduğunu anladım. Çünkü sesi epey bir şaşkın çıkmıştı.

"Ne o?" diye sordum ben de alay ederek. "Bir de sana karşı kibar mı olacaktım?" diye sordum, tabii ki ondan cevap alamadım ve üç katı da sırtında indim, salona ulaştık.

Merdivenlerden kurtulup düşme korkusunu atlattıktan hemen sonra sırtına vurmaya başladım. Tüm gücümle, canı acır mı diye hiç umursamadan yumruklarımı sırtına geçirdim. Muhtemelen o bunu beni sırtına yaptığım için yaptığımı düşünürken ben dün gecenin hırsını aldım, vurmaya devam ettim.

"Yaralıyım ben!" dedim vururken de. "Hâlâ boynum acıyor benim, senin şu yaptığına bak! İndirsene beni!" derken hırsla sırtına vurmaya devam ediyordum.

Sözlerim işe yaramalı ve çoktan beni yere indirmiş olmalıyken yapmadı ve yürümeye devam etti. Koltukların yanında durduğunda son bir kez ona vurup üzerindeki kazağı çekiştirdim.

"Düşüreyim de gör sen!" dedim, bunu yapmak için de elimden geleni yaptım ama başaramadım. O sırada o da beni sırtından indirmeye çalışıyor ama kendisine tutunduğum için o da başarılı olamıyordu.

"Bırak, indireceğim!" dedi, inat edip bırakmadım ve dengesini kaybedip düşsün diye elimden geleni yaptım.

"Ayliz bıraksana!" Kızmaya devam etti ama umurumda olmadı ve onu düşürmeye çalışmaya devam ettim. Sonunda başardım da, dengesini kaybetti. Fakat bunun sonucunda hiç olmaması gereken bir şey oldu ve bir anda beni koltuğa doğru attı. Bu yüzden boynum acırken bir de üzerime kendisi düştü, ağırlığıyla ezildim.

"Ah!" diye bağırdım ve tüm gücümle omzuna vurdum. "Öldürdün beni öldürdün, canım çıktı altında!" diye bağırdım, ağırlığını üzerimden aldı ama kendisi kalkmadı, gözlerimin içine baktı. Aldığı nefesi dudaklarımda hissederken kalbim, hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu. Buna rağmen öfkemi bastıramadım.

"Manyak mısın sen? Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye çıkıştı, öfkeyle gözlerinin içine baktım.

Onun bakışlarındaki öfke söndü usulca ve bu gereksiz yere bana da yansıdı, sakinleştim. Hiç olmamamız gereken bir pozisyonda ikimiz de sessiz kalırken şampuanın ve tıraş losyonun kokusunu doldurdu ciğerlerimi. Bu kokuyla mest olurken gözlerimi yeşillerinden çekemedim. Ta ki başka bir kadının varlığını hatırlayıp onu düşünürken beni öpecek kadar birine aşık olduğu gerçeğiyle yüzleşene kadar. O an tüm öfkem yeniden gün yüzüne çıktı.

"Kalk üzerimden!" diye çıkıştım, onun da kendine gelmesini sağladım ve alayla "Dizi mi çekiyoruz burada? Öpecek misin beni?" diye sordum, işte bu onu denemek için attığım ilk adımdı. Gerçekten hatırlıyor mu yoksa hatırlamıyormuş gibi numara mı yapıyor anlamam gerekiyordu.

Yüz ifadesi bir an bile değişmezken sessiz kaldı ve kalktı üzerimden, ilk denemem boşa düşmüş oldu. Ne tek kelime etti ne de yüz ifadesinden bir şeyler anlayabildim. Eğer bir şeyler hatırlıyorsa tebrik etmek lazımdı, çok güzel rol yapıyordu.

Onun ardından ben de ayağa kalkıp karşısında durdum ve "Niye indirdin beni aşağıya? Ne istiyorsun benden?" diye sordum, gözleriyle ilerideki masayı gösterdi. O tarafa baktım ve günün bu saatinde olmamıza rağmen hazır olan masayı gördüm.

"Bir şeyler ye," dedi. "İlaç içeceksin."

Uzatmak istemedim, uzatsam da inat edeceğini ve sonucun aynı şey olacağını çok iyi biliyordum. Bu yüzden tek kelime bile etmeden masaya gittim ama oturmadım. Hesaplayamadığım ama en fazla 3 dakika geçmiştir diye tahmin ettiğim bir zaman diliminde ayakta bir şeyler yedim. Hem biraz olsun midemdeki açlığı bastırdım, hem onun istediğiniz yapmış oldum, hem de tam anlamıyla geri adım atmamış oldum ve yaptığım her şeyi dikkatle izleyen Pars'ın yanına yeniden döndüm.

"Yedim, oldu mu?" diye sordum, cevap alamayınca da "Hadi ver ilacımı da," diye ekledim ters bir tavırla ve elimi uzattım. "Çocuk gibiyim ya zaten, bu şekilde bakıma ihtiyacım var benim," deyip kendimce laf da çarpmış oldum.

Bu yaptığımla tek kaşını kaldırdı, sanki gerçekten de bir şeyler olduğundan emin olmuş gibiydi. Bunu düzeltmek için bir şey yapmadım, aksine ne olduğunu sorsun diye bekledim. Açıkça söyleyemiyordum ne olduğunu ama söylemek de istiyorum. Belki üzerime gelirse bunu da yapar, söylerdim.

"İmalardan nefret ederim," dedi. "Ne söyleyeceksen açıkça söyle, çocuk," dedi, o son kelime kulaklarıma geldiği an öfkeden delirdim ve sinirle gülmeye başladım.

Çocuk öyle mi? Çocuk!

Sinirli gülüşüme engel olurken öfkem baş edemeyeceğim kadar büyüdü ve "Çocuk öyle mi?" diye sordum kendime sorduğum gibi. Aynı zamanda kendime engel olamayıp bir kez daha sinirle güldüm.

"İnanamıyorum sana," dedim gülerken ve yüzüme düşen saçlarımı geriye attım. "Gerçekten inanamıyorum Pars," diye ekleyip sakinleşmeye çalıştım ama bu kez bu konuda başarılı olamadım.

O sessiz kalırken daha fazla dayanamadım ve gözlerimi ona çevirdim, gözlerinin içine baktım. Hâlâ aynı rahatlıkla ve biraz da anlamsızlıkla bana bakarken bunun daha fazla devam etmesine izin veremezdim. Hatırlıyor ya da hatırlamıyor olması artık hiç umurumda değildi, bilmesi gerekiyordu.

"Çocuk dediğin kadını dün gece tam burada öptün," dedim, içimdeki zehri atmış oldum ve artık o zehir onun damarlarındaydı, onu zehirliyordu.

Şu an karşımda yaşadığı şeye şaşkınlık diyemezdim. Bu kelime onun şu an bana gösterdiği hâlini açıklamak için basit kalırdı ve bu umurumda bile değildi. Umurumda olan tek şey hatırlıyorsa eğer açıkça söylediğim için artık görmezden gelemeyecek olmasıydı ya da hatırlamıyorsa da biliyordu artık en azından.

"Ne düşündün bilmiyorum," dedim. "Beni öperken aklından ne geçti onu da bilmiyorum," diye ekledim. "Ama öptün beni, hem de dakikalarca," dedim ve bir kez daha rahat bir nefes aldım. Omuzlarımdan tonlarca yük kalkmış gibi hissediyordum ve artık onun da bir şeyler söylemesini bekliyordum ama konuşmadı, tek kelime bile etmedi.

"Belki de hatırlamıyorsundur ama gerçek bu," dedim, hala tepkisizdi ve hâlâ fazla donuk bir şekilde bakıyordu bana. "Ve gerçek bu iken bari çocuk demeye devam etme bana, çok komik oluyor çünkü," dedim, içimdeki zehri akıtmaya devam ettim. Onun konuşmaması sinirimi bozduğunda planlarımın arasında olmayan bir cümle döküldü dudaklarımdan.

"Artık burada kalmak istemiyorum," dedim ve "Babama götür beni," diye ekledim. Kurduğum bu son iki cümleye karşı kayıtsız kalamadı ve sonunda yüzündeki o dönük ifadeden kurtuldu, kaşlarını çattı. Bakışları olabildiğince sertleşirken buradan gitme isteğimi ona kabul ettirmek için bir şeyler geldi aklıma. O benim canımı bu kadar yakmışken bunu yapmaktan çekinmemeye karar verdim.

Ona doğru bir adım attım, aramızdaki mesafeyi biraz daha kapattım ve gözlerimin içine baktım. Bunu yapacağım için kendimi çok acımasız hissederken kalbimdeki ateş bir kez daha yaktı canımı ve bir an bile tereddüt etmeden kurdum o cümleyi.

"Eğer bunu yapmazsan, beni babama götürüp bir daha buraya dönmemem ve orada kalmam konusunda onu ikna etmezsen olanları babama anlatmak zorunda kalırım," dedim, bu cümlem onu öyle bir yerden vurdu ki tıpkı benim kalbimde açtığı yara gibi bu vurgunun izi de hep onun kalbinde baki kalacak, hiç geçmeyecekti.

"Sen," dedi biraz şaşırmış biraz kızmış bir tavırla. "Beni tehdit mi ediyorsun?"

"Evet, ediyorum," dedim. "Tıpkı senin gibi," diye ekledim kendimden emin bir şekilde ve bundan hiç pişman olmamayı diledim. Çünkü yaptığım bu şeyin geri dönüşü yoktu, çok iyi biliyorum.

"Burada kalmak istemiyorum ben," dedim. "Dün geceden sonra istesem de kalmam zaten." Muhtemelen o şu an beni öptüğü için kızgın olduğumu düşünüyordu, oysa ben bir başkasını düşünerek beni öptüğü, bir başkasıyla karıştırdığı için öfkeliydim. Fakat bunu düzeltecek kadar aptal değilim.

"Bu yüzden babama götür beni. Ne olacağı umurumda bile değil, onun yanında kalmak istiyorum." Hâlâ kendimden emindim ve bunu ona belli etmekten hiç çekinmedim.

"Götürmek zorundasın," dedim hâlâ bir şey söylemiyor olduğu için. "Kolay olmayacak senin için, o adamlar peşimdeyken babam bunu kabul etmez gibi ama ettirmek zorundasın. Yoksa dün geceden ona bahsetmek zorunda kalacağım." Tehdit etmeye devam ettim, bu yolun artık gerçekten de geri dönüşü yoktu.

Belirginleşen ademelması aşağıya doğru hareket etti. Boynunda beliren damarlar öfkesinin ne denli şiddetli olduğunu anlamamı sağlarken sanki bunu hiç fark etmemiş gibi yaptım. O an kalbimde derin bir sızı hissettim. Çünkü şu an olmak istediğim durumda değilim.

Ona bunu yapmayı istemiyorum, bunu kendim için de yapmak istemiyorum ama yapmak zorundayım. Hissettiğim hayal kırıklığı beni öldürüyordu, onu görünce bu daha da artıyordu. Gözlerine bakmak, kokusunu solumak, karşısında durmak ağır geliyordu artık bana. Canım daha fazla yanmasın diye gitmeliyim ve gitmek için bunu yapmaktan başka çarem yok. O bunu şu an anlamayıp bana kızıyor olabilir ama olsun, ben sadece biraz olsun kendimi düşünüp iyi hissetmek istiyorum.

Hâlâ sessiz olduğundan daha fazla dayanamayıp "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum, bir kez daha aşağıya doğru hareket etti ademelması ve yeniden yerine yerleşti. Ardından dudaklarını küçük bir dil hareketiyle yaladı.

O dudakların dün gece dudaklarımda olduğunu hatırladım, midemde bir baskı hissettim. Tüm duygularım gün yüzüne çıkarken hepsini bastırmak için elimden geleni yaptım.

Hâlâ izliyor olduğum dudaklarını araladı ve "Sen," dedi, dikkatimi gözlerine verdim. "Şimdi gitmene izin vermezsem gidip beni babana mı şikayet edeceksin?" diye sordu, hiç tereddüt etmeden başımı salladım.

"Tereddüt bile etmem," dedim, oysa babamın karşısındayken bu kadar cesur olamayacağımı çok iyi biliyordum. Hem söylemezdim ki, söyleyemezdim. Bunu söylemem aralarının bozulması demek, bunu ne babama ne ee Pars'a yapamam. Fakat o yapacağımı düşünmeliydi, buradan ancak bu şekilde çıkabilirdim.

Sözlerim karşısında yüzünde öyle bir ifade oluştu ki korkmadan edemedim. Bir şey yapacak gibi duruyordu, sanki şu an düşündüğü çok başka bir şey varmış gibiydi ve bu düşünce beni korkutuyordu. Ne yapabilirdi ki? Ya sırf bu tehdidimi bastırmak, kozumu elimden almak için gidip babama her şeyi kendisi anlatırsa? Umarım böyle bir aptallık yapmazdı ama karşımdaki Pars'tı sonuçta. Aptal değildi belki ama deliydi, bunu yapabilirdi. Endişem giderek artarken sonunda yeniden konuşmaya başladı.

"Seni babana götüreceğim," dedi, kazanan ben oldum ama düşüncelerim yüzünden bundan dolayı memnun bile olamadım. "Yeniden buraya gelme diye de onu ikna edeceğim," diyerek de devam etti konuşmasına.

İçten içe mutsuzluğun en dibini yaşıyor olsam da bunu ona hiç yansıtmadım ve kazandığım için çok mutluymuş gibi davrandım. Bu yalancı mutluluk onu rahatsız etsin, öfkelensin istedim. Çünkü bana ne yaptığını asla unutmayacağım, onu asla affetmeyeceğim ve hissettiğim şeyleri hissetsin diye her şeyi yapacağım. Elimden pek bir şey gelmez belki ama olsun, yine de elimden geleni yapacağım.

"Ama bunu bu tehdidinden korktuğum için yapmayacağım," dedi, kaşlarımı çattım.

"Ne için yapacaksın peki?" diye sordum, ellerini arkasında birleştirdi bir kez daha ve dimdik durdu karşımda. Yüz ifadesindeki tüm duygular silinmiş, dümdüz ifadeyle bakıyordu gözlerimin içine.

"Bu tehdidi yapacak biri olduğun için yapacağım," dedi, söylediği cümleye bir anlam veremezken "Bu yüzden göndereceğim seni buradan," diye ekledi ama buna rağmen ona bir anlam veremedim.

"Anlamadın, farkındayım," dedi, hayal kırıklığım ona yansımış gibi "Anlayacak biri değilsin zaten," diye ekledi.

Son cümlesi yüzünden sinirlenirken "Alay mı ediyorsun benimle?" diye sordum ters bir tavırla. Onun da benden bir farkı yoktu, o da sinirliydi.

"Odana çık," dedi, konuşmak istedim ama izin vermedi. "Eşyalarını topla, götüreceğim seni," dedi ama dediğini yapmak yerine karşısında durmaya devam ettim. Bu kadar çabuk kabul etmiş olamazdı bunu, bir şeyler düşündüğünü zaten anlamıştım ama düşündüğü şeyi bu kadar çabuk uygulamasını beklememiştim. Kendimi bir oyunun içine düşüyor gibi hissediyorum.

"Bak eğer bir şey yapmaya çalışırsam..." diye girdim cümleye ama devam edemedim.

"Odana çık!" diye bağırdı bir anda, irkildim ve bir adım geri gittim. "Eşyalarını topla!" diye bağırmaya devam etti, korkumu üzerimden attığım an yeniden yaklaştım ona.

"Ne bağırıyorsun ya?" diye kızdım ve bu onu daha da kızdırdı. Gözlerinden alev çıkıyordu sanki, burnundan soluyordu karşımda. Onu ilk defa böyle sinirli gördüğümü düşünürken bana doğru bir adım atmasıyla burada daha fazla kalmak istemedim ve uzaklaştım ondan.

Başka hiçbir şey demeden yanından ayrıldım, üçüncü kattaki odama çıktım. Odaya girince bir anlığına duraksadım. Her şey nasıl oldu da böyle gelişti? Benim böyle bir şey yapmaya hiç niyetim yoktu ki. Fakat yapmıştım işte, bir anda olmuştu her şey. O an için doğru gelmişti bu bana ama şimdi emin olamıyorum. Ya yanlış yapıyorsam? Ya girdiğim bu yol yanlışsa? Artık geri dönüşü yoktu ki, geri dönüşü olmayan bir yoldayım ve yanlış da olsa doğru da olsa artık yürümek zorundayım o yolu. Ne de olsa girmiştim bir kere.

Zihnim bunlarla meşgulken eşyalarımı topladım. Zaten çok bir şeyim yoktu, doğru düzgün katlayıp koymak yerine rastgele valize attığım için her şeyi toplamak sadece 10 dakikamı almıştı ve boynum ağrıyor olduğu için kendim indirmek yerine valizleri odanın ortasına bıraktım, odadan çıkıp salona indim.

Pars'ı beni beklerken bulduğumda geçip karşısında durdum, bir şey söylemesini bekledim ama sessiz kaldı. Yaptığı tek şey öfkeyle gözlerimin içine bakmak olurken onun konuşmasını bekleyemedim.

"Valizlerimi hazırladım ama ağır oldukları için indiremedim," dedim, birkaç saniye boş boş yüzüme baktıktan sonra yine tek kelime etmedi ve yanımdan geçip gitti. Arkasından bakarken evden çıkmıştı.

Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Kendimi yeniden çok kötü hissetmeye başlamıştım ve bu sefer sanki bir daha hiç iyi hissetmeyecek gibiydim. Gözlerim bu düşüncelerle yeniden dolup kirpiklerim ıslanırken gözyaşlarımın akmasına izin vermedim ve hâlâ doğru mu yapıyorum yoksa yanlış mı diye düşünürken evden ayrıldım ben de.

Dışarıya çıktığımda Pars'ın bahçede bir adamla konuştuğunu gördüm, merdivenleri indim ve ben de yanlarına gittim. Adama valizleri söylemiş olacak ki adam yanından ayrıldı, benim yanıma geldi ama hiçbir şey söylemeden geçip giderek eve girdi. O sırada Pars'ın gözleri beni buldu. Bir şeyler söylesin, hiç değilse tek kelime etsin diye bekledim.

Fakat o sadece "Düş peşime," dedi ve bahçe kapısına doğru yürüdü. Göz devirdim, ben de peşine takıldım ve birlikte evden ayrıldık. Sadece birkaç metre ötesi denizdi, kıyıda da her zamanki tekne duruyordu.

Tekneye birlikte bindik, üzerime hiçbir şey almadığım ve kışın ortasında olduğumuz için biraz düşündüm ama içeriye geçtiğimizde üşümem geçti, beklemeye koyulduk. Çok geçmeden az önceki adam valizleri getirdi, ön tarafa geçti ve kaptana seslendi. Ardından tekne hareket etti.

Yaklaşık yarım saat sonra marinaya ulaştık, yol boyunca hiç konuşmadık. Ben arada sırada ona baktım ama o bana hiç bakmadı, yokmuşum gibi davrandı. Marinaya ulaşınca indik tekneden ve bizi bekleyen arabaya bindik, eve doğru yola çıktık. Tüm yol boyunca yine hiç konuşmadık, arabanın içinde çıt çıkmadı ve 1 saat kadar sonra evdeydik.

Araba kapının önüne durunca içimdeki tüm hüzün gün yüzüne çıktı. Böyle olmamalıydı, bu hâle gelmemeliydik ve bu durum canımı çok yakıyordu. Her şey onun suçuydu, onun yüzünden olmuştu her şey. Onun hatası bizi bu hâle getirmişti.

Camını indirdi, başını hafifçe dışarıya uzatıp bizim kapının önünde duran güvenliklere bakarak "Bagajda valizler var, alın onları," dedi, iki güvenlik hemen harekete geçip valizleri indirirlerken gözlerini bana çevirdi.

Dümdüz bir ifade ve ses tonuyla "İn," dedi ve başını önüne çevirdi. Gözlerim doldu yine, kirpiklerim ıslandı ve o bunu fark etmedi. Çünkü yüzüme bile bakmıyordu. Daha fazla duramadım, tereddüt ettiğimi, pişman olduğumu düşünsün istemedim ve indim arabadan.

Ben iner inmez uzaklaşmamı bile beklemeden gaza bastı, kendisi uzaklaştı evin önünden. Artık göremeyeceği için tutmadım kendimi ve sağ gözümden bir damla yaş aktı, yanağımdan süzüldü. Hemen sildim onu, devamının gelmesine de engel oldum.

Onunla artık yollarımız ayrıldı, bir daha da birleşmeyeceğini en iyi ben biliyorum. Çünkü ne o bana karşı bir adım atardı artık ne de ben.

O atmazdı, çünkü başkasını seviyordu.

Ben atmazdım, çünkü kalbim kırılmıştı.

En başta demiştim ya hani bazı yolların geri dönüşü yoktur diye? İşte bu yolun geri dönüşü gerçekten de yok olmuş, bir öpücük her şeyi bitirmişti.

Bölüm Sonu!


Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum ♡

Sizce Pars hatırlamıyor mu hatırlamıyormuş gibi mi davranıyor?

Ayliz yaptıklarında haklı mıydı?

Pars'ı tehdit etmesi doğru mu oldu sizce?

Duyuru ve alıntılar için;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%