Yeni Üyelik
20.
Bölüm

19.BÖLÜM "KIRGINLIKLA ÖRÜLEN DUVARLAR"

@gizzemasllan

Selam :)

Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.♡

Instagram: gizzemasllan

.

.

.

19. BÖLÜM "KIRGINLIKLA ÖRÜLEN DUVARLAR"

İnsanlar arasında bazı duvarlar vardır ve bu duvarlar bazen öyle duygularla örülür ki yıkılması mümkün bile değildir. Zaten çoğu insanın da tek sorunu budur. O insanlar için en ufak bir duygu bir tuğla niteliğindedir. Her bir duyguda yeni bir tuğla koyarız ve o tuğlalar bir gün kocaman, aşılması çok zor bir duvar olur.

Bizimki de işte artık böyle bir şeydi. Yaşadığımız son şeyler aramızda öyle duvarlar örmemize neden oldu ki artık ne Pars yıkabilirdi o duvarı ne de ben. Kırgınlıklarımızla ördüğümüz bu duvar, artık aramızdaki en büyük engellerden biriydi.

"Ayliz?" Babamın sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp kendime geldim ve gözlerimi ona çevirdim, fakat tek kelime etmedim. Çünkü söyleyecek hiçbir şeyim yoktu. Pars'ın böyle yapmaması gerekiyordu. Benimle birlikte eve girmeli, beni neden buraya bıraktığını gerçekleri anlatmadan babama anlatmalı, burada kalmam için onu ikna etmeli ve öyle gitmeliydi. Evdeyken böyle anlaşmıştık, fakat şimdi yoktu burada, gitmişti ve ben ne yapacağımı bilmiyorum. Burada oluşumu, Pars'ın beni buraya bırakmış olmasını babama nasıl açıklayabilirim ki?

"Ne yaptın yine Ayliz?" diye sordu babam bir anda, hemen kendimi savunmaya geçtim.

"Hiçbir şey yapmadım ben," dedim, babam pek de inanmış gibi durmazken devam ettim. "Bu sefer gerçekten hiçbir suçum yok," diye ekledim, içimden de 'Tabii Pars'ı tehdit etmiş olmamı saymazsak' diye geçirmeyi ihmal etmedim.

"Neden kovuldun o zaman?" diye sordu, bir an için bu soru komik geldi ama ciddi hâlimden ödün vermedim. Ona ne cevap vereceğimi de bilemedim, ne diyecektim şimdi ben? Gerçekleri anlatacak hâlim yoktu ya!

"Cevap?" diye sordu babam ısrarla, derin bir nefes aldım.

"Bilmiyorum," diyebildim bir tek, gerçeği söyleyemedim.

"Ne demek bilmiyorum?" diye sordu kızgın bir tavırla.

"Gerçekten bilmiyorum," dedim ben de ısrarla ve el mecbur yalan söylemeye karar verdim. Yoksa bu durumdan kendimi kurtaramayacaktım. "Bir anda geldi ve hazırlan, gidiyorsun dedi," dedim, babam kaşlarını çattı. "Ben de ne olduğunu anlamadım."

"Bir şey yapmadığından emin misin?" diye sordu, sıkıntıyla ofladım. Kendimi inandırmam çok da kolay olmayacak gibiydi ama bunu yapmaktan başka da şansım yoktu.

"Baba yapmadım işte ya!" diye kızdım bu yüzden, oysa kızgın değildim. "Ne olduysa getirdi işte beni buraya, ben de anlamadım," dedim, babam birkaç saniye düşündükten sonra iç geçirdi.

"Aslında sen de haklısın," dedi, neden bir anda böyle dediğini anlayamazken "Bir şey yapmış olsaydın zaten Pars'ın sana vereceği tepki bu olmazdı," diye ekledi, merakla dinledim onu. "Karşılık verecek bir şey yapardı." Afalladım, meğerse Pars'ı gerçekten tanıyormuş diye içimden geçirirken babam "Muhtemelen başka bir şey olmuştur," dedi, gözlerimi kaçırdım.

Aklıma olanlar geldi, Pars'ın beni öptüğü o anı hatırladım. Dudaklarımda gereksiz ama bir o kadar da içten bir tebessüm oluştu. Fakat bu durum onun beni başka biriyle karıştırdığını hatırlayana kadar sürdü. Bu gerçekle yüzleştiğim an tebessümüm yüzümde soldu ve mideme bir ağrı girdi, kendimi kötü hissettim. Bana bunu yapmaya, böyle hissettirmeye hakkı yoktu.

"Ne düşünüyorsun?" Babamın sorusuyla gözlerim onu buldu.

"Hiç," dedim. "Olanları," diye ekledim, babamın bir kez daha kaşları çatıldı. "Ben de ne olduğunu anlayamadım ya hani? Şaşkınım bu yüzden," derken bir şeyler anlamamasını umut ediyordum.

Babam bana karşılık hiçbir şey söylemezken ayağa kalktı ve "Ben bir Pars'ı arayayım, olanları öğrenirim," dedi, kalbim heyecanla atmaya başladı. Ya benim söylediklerimden farklı bir şey söylerse diye düşünmeden edemedim. O sırada babam telefonunu çıkardı, bir şeyler yaptı ve kulağına götürdü. Merakla ona bakarken uzun süre bekledi sessizce, telefon açılmamış olacak ki bir süre sonra kulağından indirdi.

"Açmıyor," dedi, heyecanım da korkum da yok oldu. "Hiç normal değil olanlar, bir şeyler dönüyor," diye mırıldandı kendi kendine, dudaklarımı ısırdım ve sessiz kaldım. Evet, bir şeyler dönüyordu ama onun bu konuda doğru tahmin yapması pek de mümkün değildi. Çünkü Pars'ın beni öpmesi, benim bununla onu tehdit etmiş olmam ne onun ne de bir başkasının aklının ucundan dahi geçmezdi.

Bu düşünceler arasındayken zihnimi meşgul eden bir soru daha vardı, ben yanlış bir şey yapmış olabilir miyim? Bu yaptığım doğru değildir belki de ama yapacak başka bir şeyim yoktu ki. Orada kalmaya, onunla olmaya devam edemezdim. Bunu gururuma yediremezdim, zaten kendimi bu denli kötü hissediyorken orada kalmak daha da kötü hissetmeme neden olacaktı ve ben artık buna dayanamıyorum. Burada olmam, orada olmamdan çok daha iyiydi benim için.

Düşüncelerim bana derin bir iç çektirirken babamla göz göze geldim. Gözlerinin kenarı kısılmış, yüzünde şüpheli bir ifade vardı. Hareketlerimin onu şüphelendirdiği belliydi. Bu yüzden gerilirken beni bu durumdan kurtaran telefonuna gelen mesaj oldu. O mesaj sayesinde dikkati dağıldı, telefonunu çıkardı ve ona odaklandı, ben de rahat bir nefes aldım. Bir yandan da merakla ona bakmaya devam ettim, mesaj Pars'tan gelmiş olabilir miydi?

Babam dikkatle mesajı okudu, ben de aynı dikkatle ona bakarken sonunda gözleri beni buldu ve "Pars atmış," dedi, heyecanım yeniden gün yüzüne çıktı.

"Ne yazmış?" diye sordum fazla büyük bir merakla.

"Çok işi olduğunu, konuşmak için akşam uğrayacağını söylemiş," dedi, anladım dercesine başımı sallayıp sessiz kaldım. Demek ki akşam onunla karşı karşıya gelmek zorunda kalacaktım, oysa kendimi buna pek de hazır hissetmiyordum.

"Her neyse, ne oldu bilmiyorum ama akşam öğreniriz artık. Benim de çok işim var, çıkmam lazım," dedi. "Sen sakın evden çıkma, olur mu?"

"Merak etme, bir yere gitmeyeceğim," dedim, başını salladı. O başka bir şey demeyip giderken ben de odama çıktım, yatağıma gittim ve kendimi yatağa bıraktım.

"Burayı çok özlemişim," diye mırıldandım ve o an bir kez daha Pars aklıma geldi. Onun aklıma gelmesiyle doğruldum ve dün geceyi düşündüm. Bu düşünce elimin istemsizce dudaklarıma gitmesine neden oldu. Şu an dokunduğum dudaklarıma dün gece onun dudaklarının temas etmiş olduğunu hatırladıkça kendimi çok tuhaf hissediyordum. Şimdi yine o hisle baş etmeye çalışırken cüzdanında gördüğüm o fotoğrafı hatırladım ve anında doldu gözlerim.

Ben, o kadının yerinde olmayı isterdim.

Bu düşünce gözümden bir damla yaşın akmasına neden olurken hızla sildim o gözyaşını. Onu değil, beni düşünerek beni öpmesini isterdim. Fakat o, o kadını düşünerek öptü beni. O zannetti, o olduğumu düşündüğü için öptü ve canımı yaktı, hem de çok yaktı ve ben bu acıyla baş edemiyorum.

Sessizce aktı gözyaşlarım ve aynı sessizlikle ağladım. Bir yandan da onun benim canımı yakabiliyor olmasına kızıyordum. Böyle olmamalıydı, buna izin vermemeliydim ama ona karşı olan duygularımın gün yüzüne çıkmasıyla onun bana bunu yapmasına izin vermiş, yine zayıf davranmıştım.

Onu sevmemeliydim, kendime bunu yapmamalıydım. Yıllar önce kalbime gömdüğüm, yok saydığım duyguları yok saymaya devam etmeliydim ama yapamadım. Başka birini böyle seven bir adamın kalbimde yeri olmamalıydı ama vardı ve orası artık çok acıyordu. Kendimden başka suçlayacak hiç kimse de yoktu, tüm bunları kendime yapan ben olmuştum.

Gözyaşlarım hızlandı, yanaklarım ıslandı ve gözyaşlarına boğuldum. Yatağa uzandım, cenin pozisyonuna geldim. Birine sarılma ihtiyacı hissedip yastığıma sarıldım. Şu an onun için ağladığıma bile inanamıyorum ama gerçek buydu, onun için ağlıyordum. Bizim için mümkün olmayan şeyler hissediyordum, hatta bu olanlar sonra imkansız olan şeylerdi bu hisler ve ben bu hislerin altında eziliyorum.

Bu yüzden de daha çok ağlarken açlıktan midem bulanmaya başladı. Midem bulandıkça da kusma hissi ortaya çıktı. Bu hisle baş edemeyip ayağa kalktım, koşarak banyoya gittim ve kendimi klozete zor attım, midemde ne varsa çıkardım. Biraz kusup rahatladıktan sonra elimi yüzümü yıkadım. Soğuk su kendimi daha iyi hissetmemi sağlarken havluyu alıp kurulandım ve odaya döndüm yeniden, yatağa girdim.

Daha fazla ağlamak istemedim, çünkü bu bana iyi gelmiyordu. Ben hep gülmeyi sevdim ve ne olursa olsun hep güldüm, yine gülmeliyim bu yüzden. Fakat bu kez gülmek içimden gelmiyordu, en ufak bir mutluluk bile hissetmiyordum çünkü.

Yatağa uzandım, pikeyi üzerime çektim. Yapacak bir şeyim olmadığından öylece boş boş baktım etrafa ve her ne kadar düşünmek istemesem de sadece olanları düşündüm. Ağlamak istemesem de ağladım arada bir. Sonra kendime engel oldum, buna değmeyeceğini falan düşünüp kendimi teselli etmeye çalıştım ve bir şekilde vakit geçirdim.

Hava karardı, akşam oldu ama yataktan hiç çıkmadım. Mutsuzluk üzerime çöktü ve beni o yatağa bağladı sanki. Ta ki babamın sesini duyana kadar. Sesini duyup eve geldiğini anlayınca yataktan çıktım. Pars'la konuşmuş mu, Pars gelecek mi diye merak edip bunları öğrenmek için salona indim.

"Hoş geldin," dedim yanına giderken.

"Hoş buldum kızım," dedi, sinirli olmadığını anladım. Pars'la konuşmuş, bir şeyler öğrenmiş ya da bugün yalan söylemiş olduğumu anlamış olsaydı bu kadar sakin olmazdı herhalde değil mi?

"Masa hazırmış, çok acıkmıştım," dedi ve hemen masaya gitti, yerine oturdu. Ben de masadaki yerimi aldığımda o çoktan bir şeyler yemeye başlamıştı bile. Fakat benim midem almıyordu, yemek kokusu bile midemin bulanması için yeterli oluyordu. Buna rağmen kendimi zorladım, bir şeyler yedim. O sırada merak ettiğim tek şey hâlâ Pars'tı ve daha fazla dayanamadım, sormaktan da hiç çekinmedim.

"Pars'la konuştun mu?" Bu sorumla gözleri beni buldu, ağzındaki lokmasını yuttuktan sonra konuştu.

"Hayır," dedi. "Mesaj attıktan sonra aramadı bir daha, buraya gelmedi mi?" diye sordu.

"Hayır, gelmedi," dedim.

"Gelir o zaman birazdan, geleceğim demişti çünkü," dedi ve yemeğine devam etti. Ben ise yiyormuş gibi yapmaya devam ettim. Bir an önce Pars'ın gelmesini istiyordum, gelmeli ve bir şeyler yapmalı, bu gergin durumdan kurtulmalıydım.

"Senin burada olmandan endişeliyim," dedi babam yemeğinden başını kaldırıp bana bakarken. "Hâlâ tehlike geçmedi, sen de biliyorsun."

"Baba," dedim gayet yumuşak ve sakin bir ses tonuyla. "Bu kadar endişe etme lütfen," diye ekledim ama bu hiç de fayda etmemiş gibiydi. "Burası bir savcının evi, buraya girmek o kadar kolay mı?" diye sorup onu sakinleştirmeye çalıştım.

"Evden çıkmadığım sürece bana burada hiçbir şey olmaz. Söz veriyorum evden de çıkmayacağım, endişelenme sen," dedim, elime dokundu ve birkaç defa usul usul vurdu. Sözlerim karşısında da sessiz kaldı, elini geri çekip yemeğine devam etti. Sözlerim çok fazla etkili olmadı belki ama yine de biraz olsun sakinleşmiş gibiydi.

Ben de onun gibi yemeğime devam etmek istedim ama yine kendimi zorladığım hâlde hiçbir şey yiyemedim. Karnım açtı, bunu hissediyorum ama midem hiçbir şey almıyordu. Lokman ağzımda büyüyor, kendimi kusacak gibi hissediyordum. Bu yüzden kendimi zorlamayı bıraktım, sadece yiyormuş gibi göründüm. Zaten o sırada kapı çaldı, çalışan kadın tarafından kapı açıldı ve Pars içeriye girdi.

Onu gördüğüm an kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı, dizlerimin titrediğini hissettim. İyi ki oturuyorum diye içimden geçirirken onunla göz göze gelmeyi, bana bakmasını bekledim ama yeşilleri bir an bile olsun beni bulmadı, gözlerimiz temas etmedi.

Kalbim öyle acıdı ki bu yüzden ağlama isteğim körüklendi. Bu kadar mı kızgındı bana? Oysa benim bir suçum yoktu ki, her şey onun yüzünden olmuştu. Ben bile onun yüzünden bu hâldeyim, böyle kötü hissediyorum kendimi. Kızgın olması gereken ben değil miydim? Onun kızgın olmaya hakkı yoktu ki.

"Sonunda geldin," dedi babam ve ayağa kalktı, o esnada Pars hâlâ bana bakmıyordu. Sanki burada değilmişim, yokmuşum gibiydi. Böyle hissetmeme neden oluyordu. Buna dayanamadım, konuşmak istedim ve araya girdim.

"Beni buraya bırakıp arkana bile bakmadan gittin," dedim, babamın bile gözleri beni buldu ama Pars sanki sözlerimi duymamış gibi dönüp bakmadı yüzüme. Bu yüzden bozuldum ama elimden geldiğince bunu belli etmemeye çalışıp devam ettim.

"Bu kadar mı sıkıldın benden?" diye sordum sırf bana cevap versin diye ama yine ondan cevap alamadım. Hatta değil cevap almak dönüp yüzüme bile bakmadı ve ciddi anlamda sinirlerimi bozdu.

"Bir açıklama bile yapmadın," diye ekledim, yine sessiz kalmayı tercih etti. Beni yok sayması, duymaması canımı yaktı. Bu hisse alışıktım ama bu kez hak etmiyordum bunu. Hak ettiğimi düşünmüyorum. Canımı yakan o olmuştu, ben de onun canını yakmak isteyip bunları yaptım ama şimdi haklı olan kendisiymiş gibi davranıyordu.

Dolan gözlerim sinirlerimi bozarken babam "Sahi neden böyle bir şey yaptın?" diye sordu, ben de merakla ona baktım. Ne cevap vereceğini merak ettim.

"Bahçede konuşalım," dedi ve bu hiç işime gelmedi, çünkü ne söyleyeceğini babamdan bile daha çok merak ediyordum.

"Olur, gel hadi o zaman," dedi babam ve bahçe kapısına yürüdü, evden çıktı. O yokken hiç değilse Pars'ın bana bir şey söylemesini bekledim ama yapmadı bunu, bakmadı bile bana ve o da bahçe kapısına doğru yürüdü. Fakat buna dayanamadım, hızlıca yürüdüm ve önüne geçtim, durdum.

Pars, yanımdan geçip gitmek yerine olduğu yerde durdu ve ellerini arkasında birleştirdi. Dümdüz bir ifadeyle baktı gözlerimin içine. Gözlerinde en ufak bir duygu belirtisi bile yoktu. Önce biraz durdum, onun bir şeyler sormasını ya da söylemesini bekledim ama beklediğim şeyleri yapmadı, karşımda durmaya devam etti. Ben de daha fazla dayanamadım, konuştum.

"Babam beni neden buraya getirdiğini bilmiyor, söylemedim," dedim, yine sessiz kaldı ve öfkemi gün yüzüne çıkardı ama yine de belli etmedim bunu. "Sen de buna uygun davran," diye ekledim, artık buna bir şey söyler hiç değilse diye bekledim ama yine söylemedi.

Dayanamayıp "Bir şey söylesene ya!" diye kızdım, gözlerimin içine bakıyordu hâlâ. Bu kez sanki bir şey söyleyecek gibiydi. Bu yüzden sustum ve o konuşsun diye bekledim. Fakat yaptığı tek şey uzun uzun gözlerimin içine baktıktan sonra hiçbir şey söylemeden yanımdan geçmek ve gitmek oldu. Ben de arkasından öylece bakakaldım.

"Konuşmuyor bir de ya!" diye kızdım, sinirle ayaklarımı yere vurdum. "Ben haklıyım bir kere, kendi yaptığın şeyi ne çabuk unuttun? Pardon, hiç hatırlamıyordun değil mi?" Sanki beni duyuyormuş gibi söylenmeye devam ettim ama bir yandan da acaba tehdit etmek gerçekten de fazla mı oldu diye düşünmeden edemedim.

Düşünürken de bir anda "Fazla falan değil!" diye çıkıştım kendi düşünceme karşı. Çünkü o beni bunu yapmaya mecbur bırakmıştı, gururumu kırmıştı. Sadece gururumu da değil, kalbimi de kırmıştı ve bu canımı çok yakıyordu.

"Yaptıklarının arkasında dur Ayliz, biraz güçlü ol," diye mırıldandım ve gidip perdenin arkasından onlara doğru baktım.

Bahçedeki koltuklara oturmuş, konuşuyorlardı. Pars bir şey anlatıyor, babam da dinliyordu. Ne anlattığını delicesine merak ettim. Tüm bu olanları nasıl bir yalanla kapatıyor olabilirdi ki? Ben daha bunu düşünürken Pars sigara yaktı bir tane. Canı sıkkındı, bunu uzaktan bile anlayabiliyordum. Bu yüzden kendimi biraz daha kötü hissederken konuşmalarının bitmesini ve kalkıp yanıma gelmelerini epey bir bekledim. Fakat bir türlü kalkıp da yanıma gelmediler, ben de daha fazla dayanamadım ve bahçeye çıkıp onlara doğru gittim.

Yanlarına gitmek yerine biraz uzakta durup "Konuşmanız bittiyse geleyim mi?" diye sordum, Pars yüzüme bakmayıp tek kelime etmezken soruma cevap veren babam oldu.

"Gel kızım," dedi, yanlarına gittim ve babamın yanına oturdum. Ben oturur oturmaz Pars konuştu.

"Ben de gideyim artık," dedi, şaşkınca kaldım. Bu, benden mi rahatsız oluyordu? Yoksa benden kaçıyor muydu? Pek de anlamış değilim.

"Olur mu hiç öyle şey?" diye sordu babam. "Daha yeni geldin, otur biraz daha. Bir kahve içelim," diye ekledi.

"İşlerim var, sonra içeriz kahveyi," dedi Pars ve kalkacak gibi oldu ama babam engel oldu ona.

"Otur dedim otur, yok senin bir işin," dedi sitem eder gibi ve Pars daha fazla gideceğim demedi, kalmaya karar vermiş olacak ki arkasına yaslandı.

"Öyle olsun," dedi, o sırada babam arkasına döndü ve ilerideki çalışana baktı ve bize kahve getirmesini söyledi. Tüm bunlar olurken Pars'tan gözlerimi bir saniye bile olsun çekmedim, onun bana bakmasını bekledim. O ise gözünün ucuyla bile bakmıyordu bana.

"Ayliz," diyen babama baktım. "Pars'la dönmene gerek yok artık," dedi, tek kaşımı kaldırdım. Bu kadar çabuk kabul etmesine neden olacak ne söylemişti Pars çok merak ediyorum.

Yalandan şaşırmış gibi yaparak "Neden?" diye sordum.

"Boş ver sen o kadarını," dedi babam, nedenini açıklamadı. Gözlerimi Pars'a çevirdim, onun bir şeyler söylemesini bekledim ama yine beklentilerim boşa çıktı.

"Nerede kalacağım peki?" diye sordum sanki Pars'ın babamı burada kalmamı ikna etmiş olduğunu bilmiyormuş gibi.

"Şimdilik burada," diyerek cevap veren yine babam oldu. Oysa ben sorularımın cevabını Pars'tan bekliyordum. Onun artık benimle konuşmasını isteyip hiç değilse babam varken konuşur diye içimden geçirip ona bakarak konuştum.

"Desene kurtuldun benden," dedim ve onun benimle ilgilenmesini, bir şeyler söylemesini bekledim. Fakat bu kez de yaptığı tek şey gözünün ucuyla sert bir bakış atmak oldu.

"Tabii ben de senden," diye ekledim, yine ondan bir şey duyamadım. Bu artık kalbimi kırmaya, kendimi çok kötü hissetmeme neden olurken boğazım düğüm düğüm oldu. Onlar yaşadığım bu hislerden bihaberken babam araya girdi.

"Kızım sanki sen de Pars sana o evde işkence ediyormuş gibi davranıyorsun," dedi sitem edercesine, iç geçirdim.

"Şaka yapıyorum sadece," dedim.

"Sen adamı yaraladın," dedi babam. "Sesi bile çıkmadı," diye ekledi, o anlar bir kez daha aklıma gelirken pişmanlık duygusu gün yüzüne çıktı.

"Bilerek yapmadım," dedim, Pars'a baktım ve onun konuşmaya dahil olmasını bekledim ama yine yapmadı bunu. Umurunda bile değildim sanki.

Yıllar önceki o katı, umursamaz adam dönmüş gibiydi. Duygularımı ilk öğrendiğinde de bana böyle davranmış, sonra da Türkiye'den bile gitmişti. İçimdeki ses yine aynı şeylerin yaşandığını, yine gideceğini söylüyordu.

Ben daha bunları düşünürken çalışan kadın geldi ve hepimizin kahvelerini verdi, ardından da yanımızdan uzaklaştı. Babam da Pars da kahvelerini içmeye başlarken ben sadece bir yudum aldı, uzanıp sehpaya bıraktım.

"Gerçekten anlatmayacak mısınız?" diye sordum, ikisinin de gözleri beni buldu. "Daha bugün burada olmandan korkuyorum diyordun baba, nasıl ikna oldun burada kalmama?" Merakla sormaya devam ettim, çünkü Pars'ın babamı nasıl ikna ettiğini bilmeyi istiyordum. Küçük bir yalandan rahatsız olan adam, babama nasıl bir yalan söylemiş olabilirdi?

"Niye merak ettin bu kadar?" diye sordu babam, omuz silktim.

"Ettim işte," dedim, gözlerimi Pars'a çevirdim. Bana değil de babama bakıyordu. "Babam söylemiyor," dediğimde gözleri beni buldu. "Sen de mi söylemeyeceksin?" Sordum, uzanıp kahvesini aldı ve bir yudum içti. Ben onun bir açıklama yapmasını beklerken o sanki kendisine hiçbir şey sormamışım da beni duymamış gibi gözlerini babama çevirdi.

"Bugünkü dava ne oldu?" diye sordu ve yine yok saydı beni.

"O dava biraz karışık," dedi babam ve "Şubat ayına kaldı," diye ekledi. Onlar iş konuşmaya başlarlarken arkama yaslandım, kollarımı göğsümün altında topladım ve sabırlı olmaya çalıştım.

Onunla konuşmak aslında bu kadar da önemli değildi ama onun beni yok sayması sinirimi bozuyordu. Haklı olan ben olduğum hâlde kendisiymiş gibi davranması öfkelendiriyordu beni. Şu an onun benimle konuşmak için bir çabaya girmesi gerekirken bunu yapan ben oluyordum. Canımı sıkan en büyük şey de buydu zaten.

"Şubat ayına kadar hallederim ben," dedi Pars. "Kurtaramaz kendini, merak etme sen," diye devam etti. Şu an ne hakkında konuştukları umurumda bile değildi. Umurumda olan tek şey bu konunun beni ilgilendirmediği ve Pars'ın yüzüme bile bakmıyor oluşuydu. Sanırım bunun için de iyi bir fikrim vardı.

"Ne olduğunu anlatıyorsunuz ama tehlike ortadan kalkmış gibi," dedim, bir kez daha ikisinin de gözleri beni buldu. Arkama yaslandım ve gerçeğin bu olmadığını çok iyi bildiğim hâlde bilmiyormuş gibi konuşmaya devam ettim.

"Burada kaldığıma göre tehlike yok demektir, tehlike olmadığına göre de evden tek başıma çıkıp normal hayatıma devam edebilirim, değil mi?" diye sordum, oysa alacağım cevabı çok iyi biliyordum.

"Yok öyle bir şey," dedi babam telaşla. "Biz sana tehlike geçti demedik, artık burada kalmanda sorun yok dedik. Güvende olmak için bir süre daha dikkatli olmamız gerekiyor Ayliz," dedi babam, bunu yapmayacağımı düşünüyor gibiydi. Fakat benim bu konuyu açma amacım bile Pars'ın bir şeyler söylemesini sağlamaktı ama yine başarılı olamamıştım, yine hiçbir şey söylememişti. Oysa tam aksinin olacağını düşünmüştüm.

"Kahvemi de içtim," dedi Pars ve bir anda ayağa kalktı. "Gerçekten işim var, gideyim artık ben." Derin bir nefes aldım, ardından da sıkıntıyla ofladım. Kendimi çok kötü hissedip yanlış yaptığımı düşünmeye başlamıştım artık. Belki de onun da isteği budur, bana böyle hissettirmek... Bilmiyorum, aklım artık hiçbir şeyi almıyor.

"Madem bu kadar işin var, sen bilirsin," dedi babam ve o da ayağa kalktı, istemsizce ben de kalktım. Pars babama elini uzattı.

"Davanın detaylarını yarın konuşuruz," dedi.

Babam da onun elini tutup sıkarken "Dosyaları hazırlarım yarına," dedi ve elleri ayrıldı. Pars onu onaylarken babamın telefonu çaldı, babam telefonunu çıkardı cebinden. Ardından da başını kaldırıp Pars'a bakarak "Bunu açmam lazım, görüşürüz yarın," dedi ve yanımızdan ayrıldı, biz bize kalmış olduk. Fakat o yine beni yok saydı, görmezden geldi ve yokmuşum gibi yanımdan geçti, kapıya doğru yürüdü.

Bu kez buna izin vermek istemedim. Tıpkı salonda yaptığım gibi hızlıca yürüdüm, önüne geçip durdum ve onun da durmasını sağladım. Bir kez daha ellerini arkasında birleştirdi, ayaklarını omuz hizasında açarken yeşillerini üzerime dikti ve bir şeyler söylememi bekledi.

"Bana teşekkür etmelisin," dedim, sessiz kaldı. "Seni kendimden kurtardım," diye ekledim, yine konuşmadı.

"Boşuna kızıyorsun bana," diye devam ettim konuşmama. "Ne güzel bitti işte her şey, sen de benim senin yanında olmamdan memnun değildin ki," deyip ben de sustum, yine ondan bir şey duyamayınca daha da konuşmak istemedim. Beninle konuşmamaya yemin etmiş gibiydi, boşuna zorlamaya gerek yoktu.

Onunla konuşma konusunda pes ettim, dudaklarından titrek bir nefes bıraktım. Fakat susmuş olmama rağmen gitmedi bu kez, karşımda durmaya ve gözlerimin içine bakmaya devam etti. Bunu yapmasını konuşacak olmasına bağlarken omuzları dikleşti, omurgası doğruldu ve dudaklarını araladı. Sanki ilk kez konuşacak gibi heyecanlandığım için kendime kızarken sonunda ondan bir şey duyabildim.

"Bitti." Dudaklarından dökülen ilk kelime bu oldu, fakat bu tek kelimenin öyle derin bir anlamı olduğunu hissettim ki bu his kalbimin ortasına oturdu, nefes almama engel oldu sanki.

"Aslında iyi ki dün gece öyle bir şey yapmışım," diye devam etti, gözlerimi bir saniye olsun gözlerinden çekmedim. Gözlerimin dolmasına izin vermedim. Canımın yandığını anlamaması için elimden geleni yaptım. Yüz ifademi sabit tutmak için kendimi öyle kastım ki nefes alamadım.

"Yoksa nasıl kurtulacaktım senden?" diye sordu, bu kez sessiz kalan ben oldum. "Değil mi?" diye sormaya devam ettiğinde kendimi toparladım, elimden geldiğince rahat görünmeye çalıştım.

"Ben de bundan bahsediyorum işte," dedim, sesimin düzgün çıkmış olmasından memnun oldum. "Sarhoşken hata yaptın ama doğru bir şeye sebep oldu," diye ekledim buna itiraz etmesini delicesine isterken.

Fakat o "Öyle oldu," dedi, kendimi kötü hissediyor olsam da dün geceden bahsetmeye devam etmek istedim. Çünkü onun bu konuda bir şeyler söylemesini istiyordum. Ne söyleyeceğinin aslında pek bir önemi yoktu. Hataydı diyebilirdi, hatırlamıyorum diyebilirdi, kendimde değildim diyebilirdi, önemsiz bir şey diyebilirdi... Kötü de olsa bir şey duymak istiyordum, bu yüzden bu konunun üzerine gitmeye devam ettim.

"Ben de bunu kullandım," dedim, tek kaşını kaldırdı. "Sıkıldığım için yaptım," diye ekledim. "O evde çok canım sıkılıyordu, normal bir zamanda olsaydı asla böyle bir şeyi kabul etmezdiniz. Hatta bana bunun mümkün olmadığını bile söylerdiniz. Bu yüzden kullandım, hiç değilse o evde kalmamın çok da önemli olmadığını anladım. Bak canın istediğinde burada kalmam da mümkün oluyormuş," dedim ve iç geçirdim, devam ettim konuşmaya.

"Yoksa beni öptün diye falan kaçmadım," deyip durumu önemsizleştiren ben oldum. O ise sadece sustu ve dikkatle dinledi beni. "Benim için de çok önemsizdi," deyip rahat görünmek için güldüm.

"İlk öpücüğüm falan değildi," deyip konuşmamı tamamlamış oldum, fakat son söylediğim şeyden pek de memnun olmadı ve öfkelendi. Bunu belli etmekten de geri durmadı. Sonunda ufacık da olsa bir duygu hissetmiş olmaktan memnun oldum, bu öfke olsa bile...

Pars'ın gözlerindeki öfke giderek arttığında bu memnuniyet yavaşça kayboldu, konuya yanlış yerden girdiğimi fark ettim. Ben bunu fark ederken onun gözlerinde öyle bir ifade oluştu ki bir şey söyleyeceğini ve söyleyeceği şeyin canımı yakacağını anladım. Kendimi biraz daha üzülmeye hazırladım bu yüzden.

"Öptüğüm ilk kadın değilsin," dedi, kalbime bir ok saplandı sanki. Boğazım düğüm düğüm oldu, göğsüme bir şeyin oturduğunu hissettim. Ağlayamamak çok zor gelirken "Son da olmayacaksın," diye ekledi ve canımı o kadar yaktı ki ağlamak bile fayda etmeyecek gibiydi.

Yaşadığım bu hisse rağmen dimdik durdum karşısında, en ufak bir duygu belirtisi bile göstermedim. O ise bana yaşattığı bu acıdan bihaber yanımdan geçti ve gitti. Ona doğru döndüm, gözlerim dolu dolu baktım arkasından ve dolu gözlerimden bir damla yaş aktı, yanağımdan süzüldü.

Babamın bu hâlimi görmesini istemeyip Pars evden çıkıp giderken ben de hemen bahçe kapısına yöneldim. Babam ileride telefonla konuşurken eve girdim, koşarak üst kata çıktım ve odama geçtim. Işıkları açma gereği duymadan yatağıma geçtim, pikenin altına girdim ve ağlamak istemediğim hâlde sessizce ağlamaya başladım.

Ağlamama bu kez engel olmadım, olmak istemedim ve içimden geldiği gibi ağladım. Ağlarken zaman geçti, gece yarısı oldu. Ağlamaktan artık gözlerim şişti, boğazım acıdı. Buna rağmen durmadı gözyaşlarım, ben de dursun diye hiçbir şey yapmadım ve ağlayarak uyuyakaldım.

Yarı uyur yarı uyanık bir hâldeyken duyduğum ayak sesleriyle tam anlamıyla kendime geldim, gözlerimi araladım. İleride bir karartı gördüm, odada biri vardı. Gözlerimi ovaladım kendime gelmek için.

"Baba," dedim uykulu uykulu ve "Sen misin?" diye sordum, oda karanlık olduğu için o olup olmadığını kendim anlayamadım. O sırada ayak sesleri gelmeye devam etti, o karartı yaklaştı.

"Baba," dedim bir kez daha ve ses vermesini bekledim ama ses vermedi, biraz daha yaklaştı. İçimi korku sararken babam olsaydı ses vermiş olurdu diye içimden geçirdim, korkum daha da arttı.

Doğrulamaya çalışırken karartı durdu, pencereden sızan ay ışığı yüzüne yansıdı ve hiç tanımadığım birini gördüm. Göz bebeklerim büyüdü, korkudan nutkum tutuldu. İlk şoku üzerimden attığımda çığlık atmak istedim. Fakat daha bunu yapamadan bir anda yanıma yaklaştı, elini ağzıma bastırdı.

Çırpınıp elinden kurtulmaya çalıştım, yüzüne ulaşıp tırnaklarını yüzüne geçirmeye çalıştığımda bir anda üzerime oturup hareket etmeme engel oldu. Bir eli hâlâ ağzımdayken diğer eliyle ellerimi tutup yüzüne dokunmama engel oldu. Ağzımdaki eline rağmen bağırmaya çalıştım, küçük birkaç ses çıkarabildim sadece.

Ağırlığını biraz daha üzerime verdi, hareket etmeme tamamen engel oldu ve nereden çıkardığını fark etmediğim bir bez parçasını ağzıma bastırdı. Bu yüzden ona daha çok vurmaya, tüm gücümle elinden kurtulmaya çalıştım ama başarılı olamadım. Buna rağmen pes etmeyip bunun için çabalamaya devam ettim. Ta ki başım dönene kadar.

Başım dönmeye başladığında gözlerimin önü de karardı ve güçsüz düştüm. Buna rağmen ona vurmaya çalışırken elini ağzımdan usulca çekti ama bu kez de benim bağıracak, ona bir şey yapacak gücüm kalmamıştı.

"Şşt," dedi hâlâ karnımın üzerinde oturan adam. "Hiçbir şey olmayacak," diye ekledi, zaten duyduğum son şey de bu oldu. Gücümü tamamen kaybettim, gözlerim kapandı, karanlıkta kaldım ve bilincimi kaybettim.

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum ♡

Sonda gelen adam kim olabilir?

Sizce Ayliz'e bir şey olacak mı dersiniz?

Pars böyle davranmakta hakkı mı?

Siz Pars'ı mı haklı buluyorsunuz yoksa Ayliz'i mi?

Duyuru ve alıntılar için;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%