@gizzemasllan
|
Selam :) Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Şimdi herkese keyifli okumalar.♡ Instagram: gizzemasllan . . . 20. BÖLÜM "İNANDIRMA ÇABALARI" Başımdaki şiddetli ağrı beni bir türlü uyutmazken homurdanıp durdum. Başımı yastığın altına sokup bu ağrıyla baş etmeye çalışırken başarılı olamadım, öfkeyle yatağa vurdum ve doğruldum. "Bu ne böyle ya!" diye söylendim, elimi yüzüme bastırıp gözlerimi ovaladım ve kendime gelmeye çalıştım. "Bu ağrı nereden çıktı ya!" Söylenmeye devam ederken sağıma soluma bakındım. Yeniden uyansam mı acaba diye düşünürken bir anda dün gece olanlar aklıma geldi, birinin bana saldırdığını hatırladım ve korkuyla ayağa kalkıp bir kez daha etrafıma bakındım. Tuhaf hiçbir şey yoktu, dün gece nasıl uyuduysam şu an hâlâ her şey öyleydi. Bir an için aklım karıştı, kaşlarımı çattım. Rüya görmüş olabilir miydim? Zihnimi biraz zorladım, rüya falan değildi, bu odaya biri gelmiş ve bana saldırmıştı. Bundan eminim, rüya falan görmemiştim. Koşarak odadan çıktım, salona indiğimde babamı kahvaltısını yaparken gördüm. "Baba!" dedim, gözleri beni buldu. Telaşlı hâlimi fark ettiği an o da telaşlandı, ayağa kalktı ve endişeyle yanıma geldi. "Ne oldu kızım?" diye sordu karşımda durduğunda, korkudan konuşamazken o, biraz daha endişelendi. "Bembeyaz olmuşsun Ayliz, ne oldu kızım?" Kendimi toparlamaya çalıştım, konuşmak istedim ama korkudan dilim tutulmuş gibi tek kelime edemedim. "Ayliz, korkuyorum kızım," deyip kollarımı tuttu, yutkunup boğazımdaki yumrudan kurtulduktan sonra sonunda konuşabildim. "Dün gece," deyip sustum, babam merakla bana bakarken "Çok kötü bir şey oldu," dedim, korkudan kalbim hızlanmış, elim ayağım boşalmıştı ve ayakta durmakta zorlanıyordum. "Ne oldu dün gece kızım? Düzgünce anlatsana!" Sabrı taşmış gibiydi. "Baba dün gece odama biri geldi," dedim, afalladı. "Karanlıkta gördüm, önce sen sandım. Hatta sensin diye seslendim ama cevap vermedi. Sonra başka biri olduğunu fark ettim, bağırıp yardım etmek istedim ama saldırdı bana, engel oldu bağırmama. Önce elini ağzıma bastırdı, vurmaya çalıştım ona. Sonra da ağzıma bir şey bastırdı, bayılttı beni. En son hiçbir şey olmayacağını söylediğini duydum. Ardından kendimden geçmişim, ne oldu hatırlamıyorum. Uyandığımda sabah olmuştu," dedim ve sustum, bir şeyler söylemesini bekledim ama tepkisiz kaldı karşımda. Bu tepkisizliği beni şaşırttı. "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum, işte o an hiç beklemediğim bir şey oldu, babam gülmeye başladı. Gülmesi beni biraz daha şaşırtırken konuştu. "Baba neden gülüyorsun ya!" Sesim, sitem edercesine çıktı. "Sen de niye uğraşıyorsun benimle sabah sabah?" diye sordu gülmeye devam ederken. Şaka yaptığımı düşündüğünü fark edince şaşkınlığım daha da arttı. Nasıl olur da böyle bir konuda şaka yaptığımı düşünür inanamıyorum. Anlattıklarımı ciddiye almıyordu resmen. "Şaka yapmıyorum," dedim onun aksine gayet ciddi bir tavırla. "Yemin ederim dün gece biri geldi odama, anlattığım her şey doğru," dedim. "Adam bayılttı beni, yardım isteyemedim," derken bana inanmasını umut ediyordum. Fakat şu an karşımda durmuş, inanmadığına dair bakışlar atıyordu. Hâlâ kendisiyle uğraştığımı düşünüyor gibiydi. Kendimi ona nasıl inandıracağımı bilemezken konuştum. "Baba n'olur inan, yemin ederim doğruyu söylüyorum," derken sesim çok kötü çıkmıştı. "Rüya görmüşsündür," dedi kendinden emin bir şekilde, ne yaparsam yapayım aksine inanmayacak gibiydi şu an. "Rüya falan değildi!" diye kızdım, sesimin yüksek çıkmasına engel olamamıştım. "Gerçekten biri geldi yanıma! Hissettim ya, rüya değildi!" diye kızmaya devam ettim. "Tamam," dedi bir anda. "Madem biri geldi odana, saldırdı sana, hatta bayılttı diyelim, ne yaptı peki sonra?" diye sordu, bu soruyu beklemediğim için afalladım ve gözlerimi kaçırdım. Sahi ne olmuş olabilirdi? Herhangi bir yaram yoktu, zarar görmemiştim. Adam bana bir şey yapmamıştı yani ama bu, yanıma geldiği gerçeğini değiştirmiyor ki, gelmişti işte biri. "Elbet bir amacı vardır," dedim. "Ne yani bir şey yapmadı, zarar görmedim diye birinin gelmiş olmasını yok mu sayacağız baba?" diye sordum artık bana inanmasını, ciddiye alıp bir şeyler yapmasını beklerken. "Ayliz," Devam etmesine izin vermedim. "Baba, ne olur inan bana ya!" derken sesim yine kötü çıkmıştı. "Görmezden gelme bunu n'olur," derken artık resmen yalvarıyordum. Babam, bana doğru bir adım attı, yüzünü avuçlarımın arasına aldı. "Ayliz, ben tüm gece evdeydim kızım," dedi. "Gece yarısına kadar uyanıktım," diye devam etti, hâlâ inanmıyordu bana. "Bir şey olsa duyardım kızım, olmadı hiçbir şey," dedi. "Güzel kızım," dedi sakince. "Sen gerçekten rüya görmüşsün, hatta kabus görmüş ve çok korkmuşsun. Küçükken de böyleydin zaten, kabus görür, korkar ve gördüğün şeyin gerçek olduğuna inanırdın," dedi. Hiçbir şey diyemedim sözleri karşısında, tek kelime bile edemedim. Kendimi nasıl inandıracağımı bilemedim, oysa gördüğüm şeyin rüya olmadığından emindim. "Hadi masaya gel, otur bir şeyler ye, kendine gel," dedi, ne oturmak ne de bir şey yemek istemedim. Bu durumda oturup rahat rahat yemek yiyecek hâlim yoktu. "Yemeyeceğim!" dedim, merdivenlere yöneldim ve üst kata çıktım. "Ayliz," diye seslendi arkamdan. "Kızım ilaç içeceksin! Gel bir şeyler ye, hadi!" diye seslendi ama durmadım ve üst kata çıktım, odama girdim. Odaya girer girmez volta atmaya başladım, babamın kendinden emin hâli beni bile şüpheye düşürmüştü. Acaba gerçekten kabus görmüş olabilir miydi? Fakat kabus olamayacak kadar da gerçekçiydi her şey. Değildi işte kabus, gerçekti. Eminim bundan, düşünmeye bile gerek yoktu. Volta atmaya devam ederken bunu kimin yapabileceğini düşünmeye başladım. Aklıma bir tek peşimdeki adamlar geldi. Fakat onlar olsaydılar zarar vermezler miydi bana? Öldürmek için peşimde olan adamlar odama kadar gelmiş olsaydılar zarar verirlerdi, hiçbir şey yapmadan gitmiş olmaları çok saçma olurdu. "Bu işin altından tek başıma kalmayacağım," diye mırıldandım kendi kendime. Böyle olmayacak, bir an önce bir şeyler yapmalıyım diye düşünürken volta atmaya devam ettim. Babama bir şekilde kendimi inandırmam gerekiyordu, fakat aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Keşke kamera kaydı falan olsaydı da bir şey yapmama gerek kalmadan inandırsaydım kendimi diye düşünürken aklıma Pars geldi. Onu hatırlamamla ona olan öfkemin gün yüzüne çıkması bir oldu ama şu an bu öfkenin hiç sırası değildi. Bu durum çok daha önemliydi, gururumu bir kenara bırakıp ona ulaşmalı ve her şeyi anlatmalıydım. Bu işin şakası yoktu. Aldığım kararla telefonumu buldum ve hemen Pars'ı aradım. Umarım bana inanır, aradığım için pişman olmam diye içimden geçirirken telefon uzun uzun çaldı ama açılmadı. Ya duymuyordu ya da duyuyordu ama o da öfkeli olduğu için açmıyordu. Bu yüzden mesaj atmaya karar verdim, kendiliğinden meşgule düştü arama ve telefonu kulağımdan indirip hemen mesaj yazdım. "Acil konuşmamız lazım, çok önemli." Yazıp gönderdim ve sabırla mesajımı görmesini, cevap yazmasını ya da aramasını beklemeye başladım. Sabırla neredeyse bir saate yakın da bekledim ama ne mesajımı görüp cevap verdi ne de aramama yanıt verdi ve sinirlerimi bozdu. "Görüldü bile atmıyor ya!" diye söylendim, sürekli telefonu elinde olan biriydi. Mesajımı ya da aramamı görmemiş olmasının mümkünatı yoktu. "Çok önemli dedim yine umursamadı ya!" diye söylenip bir kez daha aradım ama telefon yine uzun uzun çaldı, açılmadı ve kendiliğinden meşgule düştü. Fakat pes etmedim, bir kez daha aradım ama yine farklı bir şey olmadı, telefon açılmadı. Sinirlenip yatağın kenarına tekme attım ve bu bileğimi acıttı, acıyla inleyip tek ayağımın üzerinde zıpladım. O sırada evi aramaya karar verdim ama numarayı bilmiyordum, fakat babamdan öğrenebilirdim. Bunu düşünürken çoktan odadan çıkmış, salona inmiş ve babamın yanına ulaşmıştım bile. "Bana Pars'ın evinin numarasını verebilir misin?" diye sorup doğrudan konuya girdim. "Orada bir şey unuttum, benim için saklamalarını isteyeceğim. Sonra bir ara biri gidip alır," dedim, babam hiç şüphe etmedi ve telefonunu çıkardı. Yanına gidip numarayı kendi telefonuma yazdım, koşarak yeniden üst kata çıkıp odama girdim ve aldığım numarayı aradım. Telefon bu kez birkaç çalıştan sonra açıldı. "Alo?" diyen kadını hemen sesinden tanıdım. "Merhaba, ben Ayliz," dedim. "Merhaba Ayliz Hanım," dedi kadın anında. "Pars evde mi?" diye sordum. "Hayır efendim, evde değil," dedi. "Dün gece de gelmedi zaten," diye ekledi. Kaşlarım çatıldı anında, gece evinde değil miymiş? Neredeydi acaba diye içimden kendime sormuş olsam da kadına sormadım bunu. "Peki tamam, teşekkür ederim," dedim ve "İyi günler," deyip telefonu kapattım. Ardından da sabırla bir kez daha Pars'ı aradım ama beyefendinin bu kez de telefonu kapalıydı. Bu durum sinirlerimi biraz daha bozdu ve düşünmeye koyuldum. Aklıma tek bir şey geldi, ona bir tek kardeşleri aracılığıyla ulaşabilirdim. "Doğru ya, kesin onlar biliyordur!" dedim ve düşünmeye devam ettim. Erdem'in nerede olduğunu bulmam pek mümkün değildi ama Doğan'ı bulmak kolay olacaktı. Fakat bunun için önce evden çıkmam gerekiyordu. Bir saniye bile olsun oyalanmadan pijamalarımdan kurtuldum. Hemen ardından da dolabımdan rastgele bir pantolonla kazak alıp giydim, ayağıma da spor ayakkabılarımı geçirdim. Spor ayakkabılarla dışarıya çıktığım nadir anlardan birindeydim, genelde topuklu tercih ederdim. Aynanın karşısına geçip saçlarımı açtım, taradım ve açık bırakmaya karar verdim. Saçımla işim bittikten sonra montumu giydim. Çantamı ve telefonumu aldım, odadan çıktım. Babam evden çıkmama hayatta izin vermezdi ama kaçabilirdim. Daha önce yapmadığım bir şey değildi sonuçta. Başıma gelen de gelmişti zaten, daha kötüsü olmazdı. Salona indiğimde babamı göremedim, onun olmadığından emin olduktan sonra bahçe kapısını kullanıp bahçeye çıktım. Güvenliklere doğru baktım, hepsinin ön tarafta olduğundan ve beni görmediklerinden emin olup koşarak arka bahçeye geçtim. Burada da kimseler olmadığından emin olduktan sonra evden her kaçmamda kullandığım engin duvara gidip altında durdum. Derin bir nefes aldıktan sonra kendimi hazırladım ve duvara doğru zıpladım. Birkaç zıplamadan sonra sonunda duvarın üst kısmından tutundum, kendimi yukarıya çektim ve duvarın üstüne çıktım. Ardından da kendimi diğer tarafa bıraktım, evden çıkmış oldum. Kaçmayacağımdan o kadar emindiler ki hiçbir önlem almamışlardı, bu da benim işimi kolaylaştırmıştı. Zaten dün geceki olay olmamış olsaydı eğer gerçekten de kaçmaya hiç niyetim yoktu ki. Babam bana inanmayarak beni buna mecbur bırakmıştı. Toz olan ellerimi temizledikten sonra koşarak uzaklaştım evden ve siteden çıktım. Caddeye ulaşıp uzun uğraşlar sonucu bir taksi buldum ve binip Doğan'ın çalıştığı karakolun adresini verdim. Taksici arabayı çalıştırırken de başımı cama yasladım, yolları izlerken düşüncelere daldım. Kardeşi sayesinde Pars'ı bulacak ve yanına gideceğim ama içten içe bundan da korkuyorum. Ya Pars da babam gibi bana inanmazsa, ya kendimi inandırma çabalarım boşa gider ve o da kabus gördüğümü düşünüp işin peşini bırakırsa, o zaman ne olacaktı? Tek başıma ne yapabilirdim? Sanırım hiçbir şey yapamazdım. Bu korkuyla yaşamaya devam ederdim ve başıma daha kötü bir şey gelene kadar onlar da hiçbir şey yapmazlardı. Daha kötüsü de başıma geldikten sonra iş içten çoktan geçmiş olurdu. Bu düşünceler bana iç çektirirken zaman geçti, yol bitti ve karakola ulaştık. Ücreti hemen ödeyip arabadan indim. İçeriye girsem mi ya da birine sorsam mı diye düşünmeme kalmadan onu karakolun girişinde gördüm, koşarak yanına gittim. Beni gördüğünde şaşırdı, o da bana doğru geldi. "Ayliz," dedi yanımda durur durmaz ve "Bir şey mi oldu, neden buradasın?" diye sordum. "Pars'la konuşmam gereken bir şey var ama bir türlü ulaşamadım ona, sen yerini biliyorsundur diye geldim," dedim, ona bir şey anlatmak istemedim. "Kötü bir şey mi oldu?" "Yok," dedim. "Sadece konuşmamız lazım, aradım ama duymadı herhalde, açmadı. Evi de aradım, evde de değilmiş. Sen nerede olduğunu biliyor musun?" "Bugünlerde çalışmıyor diye biliyorum, evde de değilse tek bir yerdedir," dedi. "Neresi?" diye sordum heyecanla. "Hani şu seni önünde yakaladığımız bir bar vardı, sonra da abim geldi yanımıza, hatırlıyor musun?" diye sordu, hemen başımı salladım. "Evet," dedim. "Oradadır işte muhtemelen, değilse de valla ben de bilmiyorum, abime belli olmaz. Dünyanın bir ucundan bile çıkabilir," dedi, son söylediği şey beni güldürürken başımı salladım. "Tamamdır, hadi sonra görüşürüz, çok sağ ol," dedim ve koşarak yanından ayrıldım, başka bir taksi bulup bindim ve bu kez de o bara doğru yola çıktım. Yaklaşık yarım saat sonra o barın önüne ulaştık. Bu taksinin ücretini de ödeyip hemen arabadan indim. Taksi uzaklaşırken Pars'ın içinde olduğunu düşündüğüm bara değil de hemen yanındaki diğer bara, Tan'a ait olana, bakıp iç geçirdim. Ancak buraya gelince Tan aklıma gelebilmişti. Acaba şu an ne hâldeydi? Neyse canım, bana ne? Şu an önemli olan bu değildi, şu an önemli olan benim meselemdi. Koşar adımlarla Pars'ın olduğu bara gittim, kapıdaki iki adam beni karşılarken içeriye girmek istedim ama engel oldular. "Giremezsiniz," dedi biri ve önümde durdu. "Pars için geldim, önemli bir şey konuşmam lazım," dedim, adam önümde durmaya devam etti. "Sizi içeriye alamam, uzaklaşın lütfen," dedi, zaten canım burnumda olduğundan sinirlendim ve daha fazla vakit kaybetmek istemedim. "Pars!" diye bağırdım avazım çıktığı kadar, adamlar şaşkınca kalırlarken "Pars!" diye bir kez daha bağırdım. "Hanımefendi bağırıp durmayın, uzaklaşın," dedi adam ama umursamadım. "Pars!" diye bağırmaya devam ettim ve sonunda başarılı oldum, Pars'ı gördüm. Barın içinden buraya bakarken onu bulmuş olmaktan dolayı rahat bir nefes aldım. Orada durmak yerine bana doğru geldi, iki adamın arasından geçip bardan çıktı ve karşımda durdu. "Ne bağırıp duruyorsun?" diye sordu ve "Hem ne işin var senin burada?" diye sorarken sinirlenmiş gibiydi. "O kadar aradım, niye açmadın?" diye sordum ben de sinirle, hesap sorduğum için kaşlarını çattı. "İşim vardı," dedi sadece, bilerek açmadığını o an anlarken elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalıştım. "Keyfimden aramadım!" dedim ve "Dün gece çok kötü bir şey oldu," diye ekledim, kaşlarını çattı. "Ne oldu?" diye sordu, meraklanmış, hatta biraz da endişelenmiş gibiydi. "Uyumak için odama geçmiştim," diye konuya girdim ve dün gece olanı biteni olduğu gibi anlattım. Anlattıklarım karşısında Pars'ın bakışları sertleşip de olanları anlamaya çalışırken "Sabah uyanır uyanmaz her şeyi babama anlattım ama inanmadı bana," dedim hayal kırıklığıyla ve Pars da babam gibi tepkisiz kaldı. "Pars, yemin ederim doğru söylüyorum," derken sesim titredi. "Dün gece geldi o adam, saldırdı bana ve bayılttı. Sonra ne oldu bilmiyorum ama böyle oldu, yalan söylemiyorum," dedim, derin bir nefes aldı ve gözlerimin içine bakarak konuştu. "Sen benimle dalga geçmeye mi geldin?" diye sordu o da, şaşkınca kaldım karşısında. O da inanmadı bana, güvenmedi. "Dalga geçmiyorum," derken bana inanacağına dair bir inancım kalmamış ve gözlerim dolmuştu. Kimse bana inanmıyordu, hem de böyle bir konuda ve beni yalnız bırakıyorlardı. "Yemin ederim doğruyu söylüyorum," dedim bir kez daha ve Pars tüm bu sözlerimi duymamazlıktan geldi. "Bir daha tek başına dışarıya çıkma," dedi ve "O zaman hayali bir adamdan daha korkutucu şeyler gelir başına," diye ekledi, sözleri karşısında şaşkınca kalırken yanındaki adama baktı. "Evine götürün," dedi, yüzüme bile bakmadan yeniden bara yöneldi, hayal kırıklığıyla baktım arkasından. Fakat bu kadar çabuk pes edemezdim, başka şansım yoktu. Evime, odama kadar giren bir adam varken rahat olamazdım. Son kozumu da oynamam gerekiyordu. "Hani siz benim ailemdiniz?" diye sorarken sesim titredi, bu yalandan olan bir şey değildi. Gerçek hislerim sesime yansımıştı ve bu Pars'ın durması için yeterli oldu. Fakat şu an sadece durmuştu, yeniden bana dönmemişti. "Hani ne olursa olsun beni suçlamaz, bana inanırdınız?" Bunu sorarken sesim biraz daha kötü çıkmıştı. Fakat bu onun bana dönmesi için yeterli olmamıştı. "Sen söyledin bunları bana," dedim, boğazım düğüm düğüm olmuştu. "Ve ben düne rağmen buraya geldim," diye ekledim. "Sen şimdi arkanı mı dönüyorsun bana?" Bu soru dudaklarımdan o kadar büyük bir çaresizlikle döküldü ki yalan olduğunu düşünemezdi, ki zaten yalan da değildi. Çaresizdim. Bu son kozumun işe yarayacağını düşündüğüm hâlde dönüp bakmadı bana, çaresizliğimle baş başa bıraktı beni ve olduğu yerde durmaya devam etti. O an canım öyle bir yandı ki gözlerim doldu. "Peki," dedim. "Öyle olsun," deyip her şeyi kabullendim ve ben de ona arkamı döndüm. Ne yapacaktım şimdi tek başıma? Nasıl koruyacaktım kendimi? Nasıl devam edecektim korkmadan? Biri yatak odama kadar girmişken kendimi nasıl koruyabilirdim ben? Elimden hiçbir şey gelmez ki benim. Dolan gözlerimden bir damla yaş akarken hemen sildim o gözyaşını. Ne olursa olsun güçlü olmalı, bir başıma da olsa bir şeyler yapmalıyım diye düşünürken Pars'ın sesini duydum. "İçeriye gel," dedi, bu tek cümle yeniden ona dönmeme neden olurken hâlâ bana arkasının dönük olduğunu fark ettim. "Doğru düzgün anlat şunu," dedi ve bir şeyler söylememe fırsat vermeden bara girdi, gözden kayboldu. Eğer normal bir zamanda olsaydık ne peşinden girer ne de yüzüne bakardım, buradan arkama bile bakmadan çekip giderdim ama şu an bunu yapamazdım. Böyle bir şansım, lüksüm yoktu. Korkuyorum ve onların önce bana inanmalarına, sonra da yardım etmelerine ihtiyacım var. Bu yüzden öfkemi de gururumu da bir kenara bıraktım ve ben de peşinden bara girdim. Bara girdiğimde ve geniş alana ulaştığımda içeriğin boş olduğunu, bizden başka hiç kimse olmadığını gördüm. Pars bir masanın yanına gitti, sandalyeyi çekip oturdu ve arkasına yaslandı. Ben de hemen yanına ulaştım, karşısına oturdum. O benim aksime çok rahattı, ben ise gerginlikten ölmek üzereydim. Fakat bu gerginliğimin dün gece olanlarla bir ilgisi yoktu şu an, onun beni öpmüş olmasıyla ilgisi vardı. Bunu düşünmek biraz daha gerilmeme neden olurken acaba onun da aklına geliyor mudur diye düşünmekten kendimi alamadım. Ta ki Pars bu sessizlikten sıkılıp konuşana kadar. "Anlat," dedi sadece ve kollarını göğsünün altında topladı, gözlerini gözlerime dikip konuşmamı bekledi. Derin bir nefes aldıktan sonra dün geceden başlayıp bu sabah babamla olan şeye kadar her şeyi bir bir eksiksiz bir şekilde bir kez daha anlattım ona. Sonuna kadar dikkatle dinledi beni, araya girmedi, herhangi bir tepki vermedi. Konuşmamı tamamlayıp sustuğumda ise dudaklarını araladı, nefesini bıraktı. Konuşacak diye bekledim ama sessiz kaldı, düşünür gibi bir hâli vardı. Sabırla bekledim bir şey söylemesini ve aradan birkaç dakika geçti. Bu kadar ne düşünüyor diye içimden de olsa söylenmeye başlarken sonunda dudaklarını araladı ve ağzından bir şeyler çıkabildi. "Emin misin?" İlk sorduğu bu oldu, kaşlarımı çattım. O kadar düşündükten sonra bu muydu yani, bunu mu söyleyecekti? "Eminim tabii ki," dedim, bir an bile olsun tereddüt etmedim bunu söylerken. Çünkü benim tereddüt etmem demek, onun da tereddüt etmesi demekti ve şu an bu, istediğim son şey bile değildi. "Babanın da söylediği gibi kabus görmüş olamaz mısın?" diye sordu, hemen itiraz ettim. "Hayır, kabus falan değildi Pars. Ya ben koskoca insanım, kabusla gerçeği ayırt edemez miyim? Yaşadığım şey gerçekti, şu an burada karşı karşıya oturup konuşuyor olmamız kadar gerçekti!" dedim, fakat buna rağmen gözlerindeki şüphe hâlâ varlığını koruyordu. Bu yüzden devam ettim konuşmaya. "Pars," dedim sakince. "N'olur inan bana," derken sesim yine çok kötü çıktı. "Babam inanmadı zaten, bari sen inan," derken sesim titredi, ağlayacak gibi oldum ama tabii ki yapmadım bunu. O esnada Pars, hiçbir şey söylemedi ve sessiz kalmaya devam etti. "Emin olmasaydım kalkıp da buraya kadar gelmezdim," dedim, artık inanmalıydı bana. Bu kadar dil dökmüş olmam yetmiyor muydu? "Tamam," dedi sakince, anlamsızca baktım yüzüne. "Ne tamam?" diye sordum, iç geçirdi. "Araştıracağım," dedi ve sonunda duymam gerekeni duymuş olup rahat bir nefes aldım. Eğer onun ağzından bir söz çıkarsa yapardı, ona bu konuda hiç kimseye güvenmediğim kadar çok güveniyorum. Fakat hâlâ korkularım da vardı. Ya o araştırıp da bir şeyler bulana kadar o adam yine gelirse? Bu düşünceyle sıkıntıyla ofladım. Her şey onun evinden ayrıldıktan sonra yaşanmaya başlamıştı. Sanırım ben gerçekten de onun evinde kalırken güvendeymişim de haberim yokmuş bundan ama yaşanılanlardan sonra da orada kalmaya devam edemezdim ki. "Pars," deyip başımı kaldırdım ve yeşillerine baktım. "Ya sen bir şeyler bulana kadar o adam yine gelirse?" diye sordum. "Korkma," dedi güven verici bir ses tonuyla. "Bir şey olmayacak, ben kapıya birilerini daha göndereceğim," dedi. "Babam asla kabul etmez," dedim kendimden emin bir şekilde. "Çünkü söylediklerime inanmıyor, ek bir güvenliğe gerek görmeyecektir," diye ekledim, Pars arkasına yaslanıp gözlerimin içine baktı ve kendinden emin durdu karşımda. "Ben senin orada kalman için bile ikna ettim babanı," dedi ve "Bunu da kabul ettiririm merak etme," diye ekledi. Babamın üzerinde çok büyük etkisi olan biriydi. Bunu kendisi de çok iyi biliyordu ve bazen bunu kullanmaktan çekinmiyordu. Fakat neyse ki bu zamana kadar hep iyi yönde kullanmıştı bu etkiyi. Başımı hafifçe önüme eğdiğimde az önceki sözlerinin altında yatan imanın ağırlığı üzerime çöktü, kendimi kötü hissettim bir an için. Fakat sonra hemen kendimi bu histen kurtardım. Çünkü bu konuda her açıdan haklı olan bendim. Gururumu kırmıştı benim, hayal kırıklığına uğratmıştı beni. Orada kalmaya, onunla yaşamaya devam edemezdim ki. Bu düşünceler arasındayken Pars'ın benden bir şeyler duymayı beklediğini fark edip "Sen de haklısın," dedim ve merakla "Sahi babamı nasıl ikna ettin?" diye sordum. Dün gece bizim evin bahçesinde aramızda geçen konuşmadan ve daha öncesinde yüzüme bile bakmıyor oluşundan sonra şimdi burada, oturup konuşuyor olmak bile beni içten içe mutlu ediyordu. Fakat bir yandan da bu mutluluk kendime olan kızgınlığımı gün yüzüne çıkarıp kendime daha çok öfkelenmeme neden oluyordu. "Orası bana kalsın," dedi Pars, bu cevap hiç hoşuma gitmezken Pars ayağa kalktı. "Hadi eve," dedi ve "İşim gücüm var benim," diye ekledi. "Kapıdaki adamlar bıraksın seni," deyip yanımdan uzaklaştı, daha fazla dayanamadım ve o soruyu sordum. "Bana kızgın mısın?" diye sorup ayağa kalktım, durduğunu gördüm. Ağır adımlarla yanına gittim, önüne geçtim ve karşısında durdum, gözlerinin içine baktım. "Seni tehdit ettiğim için," diye de açıkladım sorumu, Pars sessiz kaldı. O an bu soruyu sorduğum için anında pişman oldum, kendime kızdım. Ne diye sormuştum ki şimdi bunu? İlk andan beri haklı olanın kendim olduğunu düşünürken şimdi niye böyle bir soru sormuştum? Kızgın olmasının umurumda olmaması gerekiyordu ama umurumdaydı işte. Olmuyor, yapamıyorum. Ben ondan uzak olup onun bana kızgın olmasına dayanamıyorum. Daha önce de söylediğim gibi o benim zayıf noktamdı ve ne zaman karşı karşıya gelsek o zayıflık kendini belli ediyor, kendime kızacağım bir şeyi yapmama neden oluyordu. Fakat bu kızgınlığa rağmen bile her seferinde aynı şeyi yapıyorum. Kendimi ondan kurtaramıyor, boş veremiyorum. Bu da canımı yakıyor, hem de çok yakıyor. Pars karşımda susmaya devam ederken "Cevap vermeyecek misin?" diye sordum. Kabaran göğsünden aldığı derin nefesi fark ederken ellerini arkasında birleştirdi, karşımda dimdik durdu ve gözlerimin içine baktı. "Neden kızayım sana?" diye sordu ve "Kurtuldum işte senden," diye ekledi, bu cümleyle kalbim o kadar acıdı ki bu acıyı kelimelere sığdıramazdım. Bu yüzden tek kelime edemedim karşısında. O da zaten başka bir şey demedi ve yanımdan geçip gitti. Daha önce bu bara zorla geldiğimde zorla tutulduğum o odaya girip kapıyı kapattığında bir başıma kaldım. Peşinden gidemedim, olduğum yerde kaldım ve gözlerim doldu. Dolan gözlerimden de bir damla yaş akarken hızla sildim o yaşı, bunu hak etmiyordum ben. Suçlu olan benmişim gibi davranmaya hakkı yoktu. Gözyaşlarımın ardı arkası kesilmedi. Bu yüzden de kendime kızıp hemen sildim o gözyaşlarını ve daha fazla burada durmak istemeyip çıkışa yürüdüm, bardan çıktım. Çıkar çıkmaz da hemen bir adam yanıma geldi. "Sizi ben bırakacağım," dedi, itiraz etmeye gerek duymayıp başımı salladım ve onun gösterdiği arabaya bindim, birlikte eve doğru yola çıktık. Tüm yol boyunca dün geceki adamı ve Pars'ı düşündüm. Şu an en büyük sorunum o adam olduğu hâlde aklım sürekli Pars'a gidip durdu ve hep kendime sen haklısın deyip durdum ben de. Zaten elimden kendime bunu söylemekten başka bir şey gelmiyordu ki. Eve ulaştığımda beni getiren adama teşekkür edip arabadan indim, güvenliklerin arasından geçip bahçeye girdim. Bahçeden de geçip eve girdiğimde beni karşılayan fazlasıyla öfkeli olan babam oldu. Bana inanmadığı için ben de ona öfkeliydim. Fakat bunu belli edip de onun beni kabus gördüğüme inandırmasıyla uğraşmak da istemedim. "Neredesin sen Ayliz?" diye kızdı, cevap verecekken de kendisi devam edip engel oldu. "Benim bir şey olacak diye aklım çıkıyorken sen evden nasıl kaçarsın Ayliz? Nasıl bu kadar sorumsuz olabilirsin? Daha geçen gün," Devam etmesine izin vermeden araya girdim. "Bir yere gittiğim yok, Pars'ın yanındaydım. Korkma yani, sana göre en güvenli yerdeydim," dedim, şaşırdı. "Pars'ın mı?" diye sordu, başımı salladım. "Evet, söylemem gereken bir şey vardı, telefonu açmadı ve yanına gittim. Sana söylesem hayatta izin vermezdin, ben de habersiz çıktım. Sonra da beni onun yanındaki adamlardan biri eve getirdi, istersen arayıp sorabilirsin," dedim ve hesap vermeye devam etmek istemeyip yanından ayrıldım, odama çıktım. Odaya girip kendimi yatağa bıraktığımda dün gece gözlerimin önünde canlandı ve korku, içimi sardı. Bu korku yüzünden kendimi çok kötü hissederken gözlerimi sımsıkı kapatıp olanları unutmaya çalıştım. Fakat bu konuda bir türlü başarılı olamadım, her seferinde aynı şeyi hatırlayıp durdum. En sonunda da pes edip yataktan çıktım, dağınık dolabıma gittim ve sırf bir şey düşünmeyeyim diye dolabımı düzenlemeye koyuldum. Dolabımla işim bittikten sonra çekmecelerimi ve masamı da düzenledim. Artık odada düzenleyecek hiçbir şey kalmadığında saate bakıp 2 saatin geçmiş olduğunu gördüm ve hemen telefonu elime aldım. Bence 2 saat Pars için yeterli bir süreydi, yani umarım öyledir de bu iş daha fazla uzamaz diye içimden geçirirken Pars'ı aradım. "İnşallah açarsın," diye mırıldandım, tam o sırada da telefon açıldı ve Pars'ın sesini duydum. "Söyle," dediği an göz devirdim, daha düzgün bir şekilde açamaz mıydı şu telefonu? "Bir şeyler bulabildin mi?" diye sorup doğrudan konuya girdim ve iç geçirdiğini duydum. "Ayliz," dedi, sesi sabır dilercesine çıkmıştı. "Daha 2 saat oldu," dediğinde bir şey bulamadığını da anlamış oldum. "Bulamadın yani," dedim sıkıntıyla, bir kez daha aldığı nefesin sesini duydum. "Bulamadım," dedi. "Hı," dedim uzata uzata ve "Peki ne zaman bulursun?" diye sordum, cevap vermesini bekledim. Fakat cevap vermedi, ses de gelmedi. "Kapattın mı?" diye sorup telefonu kulağımdan çektim ve ekrana baktım, hâlâ açık olduğunu görüp telefonu yeniden kulağıma yaklaştırdım. "Cevap versene ya!" diye çıkıştım. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun Ayliz?" diye sorduğunda ses tonundan ne denli sinirli olduğunu anladım. Bunlar neden sürekli kendileriyle dalga geçtiğimi düşünüp beni ciddiye almıyorlar ki? Ben öyle biri miyim bunların gözünde? "Hayır ya, ne dalga geçmesi?" diye çıkıştım ve "Merak ediyorum sadece," diye ilave ettim. "Merak etmiyorsun," dedi Pars kendinden emin bir şekilde ve "Korkuyorsun," diye ekledi, itiraz edemedim. Çünkü haklıydı, meraktan ziyade korkuyordum. Aynı şey bir daha yaşanacak diye aklım çıkıyordu. "Bugünkü gibi evden çıkmadığın sürece bir şey olmaz," dediğinde sinirlendim ve göz devirdim. Olanları bir bir anlatmıştım, dinlememiş miydi bu beni? "Yalnız adam yatak odama kadar girdi!" dedim, cevap alamayınca bana hak verdiğini anladım ve bu durumda bile dudaklarım yana kıvrıldı. "Böyle susar kalırsın işte!" diyerek de anın tadını çıkardım, dudaklarım yana kıvrıldı. Ben daha bu keyfi yaşarken söylediği şeyi duydum. "Kapatıyorum Ayliz," dedi, telaşla engel olmaya çalıştım ona. "Hayır, kapatma. Bak bir şey daha söyleyeceğim sana!" dedim ama o bunu duymadı ve telefon kapandı. "Manyak ya! İki kelime daha edemiyor!" diye sinirlenip yatağa vurdum ve eşzamanlı olarak yine ayağım acıdı. Acıyla inleyip tek ayağım üzerinde zıplarken bir yandan da söylenmeye devam ediyordum. "2 saat neyine yetmiyor ki senin! Birkaç saat işini gücünü bırakıp sadece bununla ilgilensen olmuyor mu? Korkuyoruz işte burada!" diye söylenip ayağımın acısı geçtiği için odada volta atmaya, vakit geçirmeye çalışmaya devam ettim. Fakat birkaç dakika sonra böyle volta atmakla falan olmayacağını anladım, zaman geçirmek için masama oturdum ve resim çizmeye başladım. Bir şeyler çizerken her zaman olduğu gibi yine zamanın nasıl geçtiğini bilmedim. Ta ki önümdeki kağıda bakmaktan gözüm yorulup da başımı kaldırıp saatte bakana kadar. Saati görünce afalladım, 3 saat mi olmuştu ben bu masaya oturalı? Bir yandan zamanın hızlı geçmiş olmasına şaşırırken bir yandan da Pars'ı düşündüm. Aradan koskoca 3 saat geçmişti, adamı bulamamış olsa bile adam hakkında bir şeyler bulmuştur şimdiye kadar diye düşünüp telefonumu aldım ve hemen aradım onu. Bir taraftan da ayağa kalkıp volta atmaya başlamıştım. Ta ki Pars'ın sesini duyana kadar. "Ne var Ayliz?" diye açtı telefonu, bezmiş gibiydi. Sanki 50 defa aramışım gibi davranıyordu, şunun şurasında 2 defacık aramıştım. "Buldun mu bir şeyler?" diye sorarken kendimi vereceği tepkiye de olumsuz bir cevaba da hazırlamıştım. Fakat Pars cevap vermemiş ve sessiz kalmıştı. "Hey!" dedim. "Cevap versene ya! Buldun mu bulmadın mı?" diye sordum merakla. "Bulamadım Ayliz," dediğinde sesi beklediğimden çok daha sakin çıkmıştı. "Sen söylesene bana bir, bulsam ne olacak?" diye de sordu, bu sefer cevap veremeyen ben oldum. "Söylesene, bulsam ne yapacaksın Ayliz?" İşte şimdi sesi kızgın çıktı. "Bu kadar acele ne işin var bu adamla?" diye sorduğunda da daha da kızgındı sesi, dudaklarımı ısırdım. Ta ki üste çıkmaya karar verene kadar. "Aaa!" diye çıkıştım ben de. "Ne bağırıyorsun ya?" diye ben de kızdım onun gibi. "Deli misin sen?" "Deliyim!" dedi bir anda, yüksek çıkan sesi yüzünden irkildim. "Sen delirttin beni!" diye de eklediğinde dudaklarım yana kıvrıldı. Ben delirtmişim! Kendisi zaten hep deliydi, şimdi beni bahane ediyordu. "Tamam tamam kızma," dedim az öncekinin aksine sakince. "Bir şey olursa ben haber ederim sana," dedi, sesi hâlâ kızgındı. "İşim var şimdi, müsait değilim!" diye de ekledikten sonra da "Arayıp durma, bak gerçekten telefonu kapatamıyorum ve müsait değilim!" deyip telefonu resmen yüzüme kapattı. "Manyak ya! Yüzüme kapattı resmen!" diye söylenirken onunla yaşadıklarımız aklıma geldi. Dün geceki adam yüzünden bu konu sanki kapanmış gibiydi ama aslında sadece şimdilik geri planda kalmıştı. Benim için o konu asla kapanmayacaktı, onu her gördüğümde bunu düşünecektim. Sadece şimdilik geri planda kalmasına izin veriyordum, çünkü Pars'ın yardımına ihtiyacım vardı. Gururum yüzünden aptallık edip tehlike içinde yaşamaya devam edemezdim. Bu düşünceler artık beni bunaltmaya başladığında bahçeye çıkıp biraz hava almak istedim. Bu yüzden odadan çıkıp salona indim, henüz daha merdivenlerden inerken eve giren Doğan ve Erdem'i gördüm. Salondan çıkan babam da onları karşıladı. "Hoş geldiniz çocuklar," dedi babam ve cevap vermelerini beklemeden "Ateş nerede, neden gelmedi?" diye sordu. "Onun biraz işleri vardı, bu defalık affetsinler beni dedi," diye babama cevap veren Doğan olurken buraya neden geldiklerini düşünüyordum. "Ayliz de burada," dedi babam ve gözlerini bana çevirip "Bu aslanlar yemeğe geldi, sana söyleyecektim ama bir türlü odandan çıkmadın," dedi, kalan birkaç merdiveni inip yanlarına gittim. "Hoş geldiniz," dedim gözlerim ikisinin arasında gidip gelirken. "Pars'ı da aradım yemek için," dedi babam, heyecanla gözlerimi ona çevirdim. Pars da gelecek diye düşünürken "İşi vardı herhalde, açmadı telefonu," diye eklediğinde heyecanım yok oldu, canım sıkıldı. Bu arada da anlamış oldum ki telefonu açmaması bana özel bir durum değilmiş. "Onun da işleri var," diye araya girdi Erdem, Pars'ın bu kadar önemli ne işi olduğunu fazlasıyla merak edip soramazken bunu benim yerime soran babam oldu. "Ne işiymiş böyle?" diye sordu, merakla verecekleri cevabı bekledim. "Yurt dışından arkadaşı geldi," dedim Erdem, beklediğim cevap böyle bir şey olmadığından şaşırdım. Demek sürekli işim var derken arkadaşından bahsediyormuş, onunla ilgileniyor olabilirdi. "Sen onun arkadaş dediğine bakma Agah abi," dedi Doğan ve güldü, ne ima ettiğini anlamaya çalışırken de "Sevgilisi geldi onun yurtdışından," dediği an damarlarımda akan kan soğudu, buz kestim. "Hani şu her ay iş bahanesiyle yurt dışına çıkıp yanına gittiği kadın yok mu? O geldi işte," diye devam etti Doğan, kendimi o an öyle kötü hissettim ki, canım öyle bir yandı ki nefesim kesildi sanki bu acıyla. O sırada Doğan bakışlarını Erdem'e çevirip gülerek ekledi. "Abim artık kadın gidene kadar görünmez yine ortalarda, kayıplara karışır," deyip keyifle gülmeye devam etti. O an istediğim tek şey Erdem'in Doğan'ın saçmaladığını, öyle bir şey olmadığını söylemesi oldu ama Erdem'in yaptığı tek şey de muzipçe gülümsemek oldu. İnkar etmemesi beni, Doğan'ın söylediklerinden emin kılarken aldığım her nefes canımı yakıyordu. Babam, Doğan gibi gülerken Doğan; "İnsan aşık olunca değişir derlerdi, inşallah öyledir de abim kadının yanında iki günde melek gibi bir adam olur," deyip daha çok güldü. Ağzından çıkan her cümle hissettiğim acıyı katlıyor, her kelimesi kalbimi biraz daha kırıyordu. Doğan, Erdem ve babam bu konuda konuşup gülmeye, ayak üstü keyifle sohbet etmeye devam ederlerken kendimi onlardan soyutladım. Bir yandan da bir şeyler anlamasınlar diye tüm duygularımı bastırdım. Bastırdığım o duygular içimde bir fırtına yaratıp canımı yakarlarken boğazım düğümlendi, göğsüm sıkıştı. Kırılan hayallerim sanki ruhuma batıyordu. Belki de o kadın sanmıştı beni, o sanarak öpmüştü ve şimdi de o kadın yanındaydı. Ben ise burada onun bana hissettirdiği şeylerin acısını çekiyor, derin mutsuzluklara sürükleniyordum. Bu saatten sonra her şeyi unutsam onun bana böyle hissettirdiğini asla unutmayacaktım. Bölüm Sonu! Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum♡ Sizce Doğan'ın söyledikleri doğru muydu? Ayliz bundan sonra neler yapacak dersiniz? Hadi şu yorum ve oy işini halledin, yeni bölümde buluşalım yeniden :) O zamana kadar kendinize çok iyi bakın.♡ Duyuru ve alıntılar için; Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan gizzemasllan Sizi Çok Seviyorum! |
0% |