@gizzemasllan
|
Selam :) Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Bir önceki bölüme gelen satır arası yorumlarınız için çok teşekkür ederim <3 Emin olun, beni bundan daha fazla motive eden hiçbir şey yok :) Keyifli okumalar.♡ Instagram: gizzemasllan . . . 21. BÖLÜM "YETERSİZLİK HİSSİ" Dünyanın en berbat hissi nedir? Ben, bu sorunun cevabını insandan insana değiştiğine inanıyorum. Bazılarına göre kırgınlık, bazılarına göre özlem, bazılarına göre korku, bazılarına göre hüzün, bazılarına göre de çok başka bir duygudur. Bana göre ise kendimi kötü hissettiğim her an hangi duygu yüzünden kötü hissediyorsam benim için o an dünyanın en berbat hissi odur ve ben şimdi dünyanın en berbat hissi hayal kırıklığıymış gibi hissediyorum. Sanki başka hiçbir duygu kötü değilmiş de bir tek bu duygu kötüymüş, bu duyguyu en çok ben hissediyormuşum, herkes mutluymuş da bir tek ben acı çekiyormuşum gibi hissediyordum. Bu hisleri ise kaldıramıyor, altında eziliyordum. Canım, çok yanıyordu. En kötüsü ise bunu yanımdakilere belli edemiyor, her şey yolundaymış gibi davranmak zorunda kalıyordum. Gözlerim masadakilerin üzerinde gezindi. Babam, Doğan ve Erdem hâlâ Pars ve onun ilişkisi hakkında konuşuyorlardı. Bu artık beni çok rahatsız etmeye, daha kötü hissetmeme neden oluyordu ama onlar bundan bihaber aynı konuyu konuşmaya devam ediyorlardı. "Eee kimmiş bu kız, biz tanıyor muyuz?" Bunu soran babamdı, sesi o kadar mutlu çıkıyordu ki bu mutluluğa şaşırmadan edemedim. Pars'ın hayatında bir kadın olmasına neden bu kadar sevindi anlamış değilim. "İsmi Ayşin," dedi Doğan, gözlerim onu bulurken kadının ismini duymak bile kıskançlık duygusunu iliklerime kadar hissetmeme neden oldu. "Yalnız kadın çok iyi," diye araya girdi Erdem, bakışlarımı ona çevirdim. "Nasıl iyi?" diye sordu babam, merak ettiğim o soruyu dile getirmiş oldu. "Kadın çok donanımlı." Erdem'in söylediği bu şeye göz devirdim. Ne bu, araba mıydı? Donanımlıymış! "Abim eğitim için İngiltere'ye gittiğinde tanışmışlar," diye devam etti Erdem, başımı önüme eğdim ve yemeğimle oynadım. Kendimi çok kötü hissediyordum, dudaklarından dökülen her cümle canımı biraz daha yakıyordu. Kendimi sıktım, tüm duygularımı bastırmaya çalıştım. Hiçbir şekilde anlamamaları gerekiyordu. Çünkü anlarlarsa hiçbir şekilde açıklayamazdım. Ne diyeceğim ki zaten, ne diyebilirim ki? Hiçbir şey. "Meğerse kadın abimin eğitim için gittiği yerde çalışıyormuş," diye ilave etti Erdem. "Kadın da her türlü şey var," diye araya girdi Doğan ve ekledi. "İstihbaratın göz bebeğiymiş." "Bize de Vedat anlattı tabii." Erdem'in söylediği bu şey beni düşündürdü. Vedat, Bilge'nin eşi olan Vedat mıydı acaba? "Zaten abimin bize bunları anlatması mümkün değil." Hepsi, Erdem'in söylediği bu şeye gülerlerken ben sessiz kalmaya devam ettim. Gülmek bir yana dursun, hüngür hüngür ağlamak istiyordum. "Kadın 3 üniversite bitirmiş Agah abi," dedi Doğan. "Yurt dışındaki bayağı köklü üniversiteler hem de," diye ekledi, o an kendime engel olamadım ve gözlerim doldu, kendimi düşündüm. Ben, lise mezunuydum. Hatta liseyi bile zar zor bitirmiştim. Bu gerçek Doğan'ın sözleri yüzünden bir tokat misali yüzüme çarparken mideme ağrı girdi, kirpiklerim ıslandı ve bu yüzden başımı yerden bir an bile olsun kaldıramadım. Hiç kimse bu hâlimi görsün istemedim. "Vay be!" dedi babam. "Dediğiniz kadar varmış," diye ekledi ve arkasına yaslandı. "Böyle genç yaşta bu başarılar kolay değil." "Öyle gerçekten," diye onayladı Erdem babamı. "Abim de tam olarak bu yüzden hayran kadına," dedi Doğan ve ben bir kez daha berbat hissettim. Bu his de o kadınla Pars'ı düşünmeme neden oldu, şu an ikisinin yan yana olduğu gerçeğiyle yüzleştim ve canım daha da yandı. Masada dönen bu muhabbete daha fazla dayanamayacağımı anlayınca gitmek istedim. Bu yüzden de kendimi toparladım ve ayağa kalktım, ancak o an beni fark edip bana bakabildiler. "Midem kötü," dedim, sesimin düzgün çıktığından emin olup devam ettim. "Yiyemeyeceğim, biraz dinlensem iyi olacak. Size afiyet olsun," deyip yanlarından ayrıldım. Onlara arkamı döndüğüm an engel olduğum gözyaşlarım akmaya başladı. Bu yüzden daha hızlı adımlar atıp üst kata çıktım, odama girdiğim an gözyaşlarım hızlandı. İçli içli ve bir o kadar da sessiz bir şekilde ağlamaya başlarken bu hâlde birine yakalanmak istemeyip kapıyı kilitledim ve gidip yatağımın kenarına oturdum. Gözyaşlarımın ardı arkası kesilmezken üzüntüden midem bulanmaya başladı. Bu bulantıyla baş etmeye çalışsam da başarılı olamadım ve kendimi odadaki banyoya zor atıp klozetin yanına oturdum, midemdeki her şeyi çıkardım. Kusmak, daha çok ağlamama neden olurken ağlamaya devam etmek de bulantımı arttırıyordu. Bu yüzden bir kez daha kustum, midemi rahatlattım. Bunları yaparken hâlâ ağlamaya devam ettiğim için öfkeme yenik düşüp klozete sinirle vurdum ve diz çöktüğüm yere oturup içimden geldiği gibi ağlamaya başladım. Ağlarken Pars'ı düşünmekten de kendimi alamadım. Şu an o kadının yanında olduğunu bilmek canımı çok yakarken salonda o kadına hayran dediklerini hatırladım ve gözyaşlarına boğuldum. Onlara hak vermiyor değildim ya da abartıyorlar diye düşünüp kendimi rahatlatamıyordum. Bahsettikleri gibi bir kadına hayran olunabilirdi. Pars da böyle bir adamdı. Hayatı boyunca hep çalışmış, kendini geliştirmiş, sıfırdan başladığı hayatını en tepelere taşımış biriydi. Ona, öyle bir kadın yakışırdı. O, öyle bir kadını severdi. Benim gibi birini değil. Hem zaten hayatında öyle bir kadın varken gözü beni görmezdi bile. Ben onun için bir hiçim ve bunu en başından beri çok iyi biliyordum. Zaten biliyor olduğum için canım bu denli çok yanmıyor mu? Her ne kadar kendime engel olmak istesem de bu düşünceler beni daha çok ağlattı ve hayatımda ilk defa yetersizlik hissi gelip içime oturdu. İşte şimdi, benim için dünya bu histen ibaretti. Dünyadaki en berbat his, buydu. Ağlamaya devam ederken zorlukla ayağa kalktım ve aynadaki aksime baktım. Eskisi gibi değildim sanki, eskiden kendimi çok güzel hissederdim. Şimdi öyle hissetmiyorum, sanki dünyadaki en çirkin kadın benmişim gibi hissediyorum. Dudaklarımda buruk bir tebessüm oluştu. Acaba o kadın güzel miydi? İçimden geçirdiğim bu sorunun cevabını kendime vermem kolay oldu. Tabii ki güzel olacaktı. Gözlerim yeniden doldu, kendime daha fazla bakmak istemeyip banyodan çıktım. Üzerimdekiler beni sıkmaya başlayınca kurtuldum ve pijamalarımı giyip ışıkları kapattım, yatağa girdim. Bunu yapmak bir gece önce olanları hatırlamama neden olurken korkum, gün yüzüne çıktı. Odama giren adam yine gelirse diye düşünmeden edemedim. Odanın kapısını kilitlemiş olmama bile güvenemedim. Fakat buna rağmen elimden bir şey gelmedi ve pikenin altına girdim, korkumu yaşamaya devam ettim. Bir yandan da zihnim, hâlâ Pars ile meşguldü ve ben onu düşündükçe ağlamaya, ağladıkça kendimi kötü hissetmeye devam ediyordum. Zaman bu şekilde geçip gitti. Uyumadan epey bir zaman geçirdim bir başıma ve sessizce. Bu sessizliği ise bahçeden gelen araba sesleri bozdu, Erdem ve Doğan'ın gittiğini anladım. Evdeki kalabalığın azalmış olması beni biraz daha korkuturken telefonum çalmaya başladı. Uzanıp telefonu aldığımda Pars'ın aradığını gördüm. Sadece ismini görmek bile gözlerimin dolmasına neden olurken dolan gözlerimden yaşların bir bir akması da çok uzun sürmedi. Belki de dün geceki adam hakkında bir şey öğrenmiştir diye içimden geçirip açmak istedim. Fakat onunla konuşmak şu an hiç iyi gelmeyeceğinden açamadım ve telefon kendi kendine çalmaya devam etti. Arama kendiliğinden meşgule düşünce telefonu yatağın içine bıraktım, sessiz sessiz ağlamaya devam ettim. Fakat çok geçmeden, sadece birkaç dakika sonra, telefon yeniden çalmaya başladı ve arayan yine Pars'tan başkası değildi. Onunla konuşursam ağlayacağımı, ağlarsam rezil olacağımı çok iyi bildiğim hâlde ya çok önemli bir şey söyleyecekse diye düşündüm, bunun daha önemli olduğuna karar verdim ve dayanamayıp aramasına yanıt verdim. Telefonu kulağıma götürüp "Efendim," dediğimde sesim düzgün çıktı ve bu beni fazlasıyla memnun etti. Pars sesimi duyar duymaz "Niye açmadın?" diye sordu. "Müsait değildim," diyebildim ben de bir tek ve ondan cevap alamayınca "Neden aradın ki?" diye sordum ve bunu sorarken hiç istemediğim bir şey oldu, sesim titredi. Bu yüzden kendime kızarken çok düşük bir ihtimal olsa da Pars'ın bunu fark etmemiş olmasını umut ettim. "Ne oldu sana?" diye sordu bir anda, sesinde küçücük de olsa bir endişe vardı ve endişeyle sorduğu bu soru daha çok ağlamak istememe neden oldu. Bunu yapmak istemediğim için de dudaklarımı birbirine bastırdım ve bu yüzden ona cevap veremedim. "Ayliz," dedi Pars, sesindeki o endişe artmış mıydı yoksa bana mı öyle geliyordu? "Cevap versene Ayliz, n'oldu?" diye sormaya devam etti. Kendimi biraz olsun zorlayıp "Yok bir şey," dedim, sesim yine çatallandı. "Sana öyle geliyor," diye de ekledim. "Ağlıyor musun sen?" diye sordu. "Hayır," dedim anında. "Niye ağlayayım?" Bunu sorarken bile sesim titredi, engel olamıyordum ki buna. Bu yüzden daha fazla konuşmaya devam etmek istemedim. "Sonra konuşalım Pars," dedim ve cevap vermesini beklemeden telefonu kapattım. Eşzamanlı olarak da bir kez daha gözyaşlarına boğuldum. O sırada odanın kapısına birkaç defa vuruldu. "Ayliz," diye seslendi babam, ağlama sesimi duymasın diye elimi ağzıma bastırdım. "İyi misin?" diye sordu gitmek yerine. Gözlerimi sımsıkı kapatıp derin bir nefes aldım, bu şekilde biraz olsun kendimi toparlayıp ona cevap verdim. "İyiyim, uyuyacağım," dedim, sesim gerçekten çok iyi çıktı. Babam da bu yüzden ısrarcı olmadı, kapının önünden ayrıldı. Bunu duyduğum ve yavaş yavaş uzaklaşan ayak seslerinden anlamak zor olmadı. Babamın gittiğinden emin olunca pikeyi bir kez daha üzerime çektim, başımdan aşırdım ve iyice altına girdim. Yaptığım tek şey yine ağlamak olurken gözyaşları içinde ne ara uykuya daldığımı bile anlayamadım. Ta ki sabah şiddetli bir baş ağrısıyla uyanana kadar. Baş ağrısına ek olarak da ağlamaktan artık gözlerim de acımaya başlamıştı. On dakika kadar önce uyanmış olmama rağmen hâlâ ayağa kalkmamıştım, kalkmak da istemiyordum. Bu yüzden yatakta dönüp durmaya devam ederken bahçeden gelen araba sesini duydum. Babam bu saatte bir yere gitmez diye içimden geçirdim, birinin geldiğinden emin oldum. Kimin geldiğini merak edip ayağa kalktım ve pencereye yaklaşıp bahçeye baktım, Pars'ın arabasını gördüm. Acaba o kadın yanında mi diye düşünmekten kendimi alamazken arabadan inen bir tek Pars oldu. Kollarımı göğsümün altında toplayıp onu izlemeye koyuldum. Bu saatte niye geldi ki acaba? Kötü bir şey olmamıştır umarım diye içimden geçirirken Pars bir anda başını kaldırdı ve göz göze geldik. Yeşilleri, kalbime bir ok misali saplanırken gözlerine bakmak bile çok zor geldi ve bakamadım daha fazla ona, kaçırdım gözlerimi. Ardından da pencerenin önünden çekildim ve derin bir iç geçirdim. Belki de odama gelen adam hakkında bir şeyler bulmuştur diye içimden geçirdim. Eğer gerçekten onun için geldiyse ben aşağıya inmesem bile o buraya gelecekti. Bu yüzden kendimi toparlasam iyi olacaktı. Aldığım bu kararla banyoya girdim. Elimi yüzümü iyice yıkadıktan sonra gözlerimin çok fazla şiş olduğunu fark ettim. Sadece bununla kalsa iyiydi, aynı zamanda gözlerimin içi kıpkırmızı da olmuşlardı. Ne yaparsam yapayım hemen geçmeyeceklerini bildiğim için üzerinde durmamaya karar verdim ve banyodan çıkıp odaya geçtim. Muhtemelen tüm gün evden hiç çıkmayacağım için çok fazla özen göstermeye gerek duymadım. Bu yüzden de yaptığım tek şey pijamalarımı çıkarmak ve siyah eşofmanlarımı giymek oldu. Dağınık saçlarımı da sımsıkı topladım, at kuyruğu yaptım ve bu şekilde kendimi çok daha iyi hissettim. Onun karşısına çıkmaya hazır olduğuma kanaat getirmiş olsam da odadan çıkmadım, çıkmak istemedim. Eğer başka bir şey için gelmişse buraya gelmeyecek, babamla konuşup gidecekti. Ben de onu görmek zorunda kalmayacaktım ve bu, fazlasıyla işime gelirdi. Aynanın karşısından uzaklaştım, yatağıma gidip içine girdim ve sırtımı arkaya yasladım. Ardından da ayaklarımı karnıma çektim ve beklemeye koyuldum. Beklerken zihnim beni rahat bırakmamış, onu ve o kadını düşünmeye devam etmiştim. Dün gece birlikte mi kalmışlardı acaba? Bu soru mideme ağrıların girmesine neden olurken kendime bir cevap veremedim. Bu soruya cevap veremeyince bu kez de kendime acaba gerçekten sevgililer midir diye sordum ve sıkıntıya ofladım. Belki de aralarında bir şey yoktur henüz, Doğan ve Erdem yanlış anlamıştır olanları, olamaz mı? Böyle düşünüp kendimi rahatlatmaya çalışsam da başarılı olamadım. Çünkü öyle olmuş olsa bile ne değişirdi ki? Sonuçta yakınlardı, birlikte olmaya devam ettikçe daha da yakın olacaklardı. Bunu artık kabullenmem gerekiyordu, kendimi kandırarak kendime eziyet etmeye gerek yoktu ki, bu bana acı vermek dışında hiçbir işe yaramazdı. "İyi ki de uzaklaşmışım o evden," diye mırıldandım ve başımı dizlerimin üzerine koydum. Yoksa dün gece onları bir arada görmek zorunda kalacak, daha da çok acı çekecektim. Daha birkaç gün önce o evden ayrılmak için yaptığım şey yüzünden kendime kızıyor, pişmanlık duyuyordum ama şimdi o duygulardan eser kalmamıştı ve iyi ki diyorum, iyi ki uzaklaşmışım o evden. Her şeyi duymak bilmek canımı bu denli yakarken görmek, beni mahvederdi. Başımı dizlerimden kaldırdım, kapıya doğru baktım. Acaba buraya gelecek miydi? Ben de inemem ki yanına, inmek istemiyorum. Eğer konuşacağı bir şey varsa o gelsin istiyorum, fakat gelmesi de küçük bir ihtimal gibiydi. Bir kez daha sıkıntıyla ofladım. O an içimde çok başka bir his yer edindi, yalnızlık. Bugün anlıyorum ki, ben gerçekten çok yalnızım. Kendimi kötü hissediyorum, sanki birine anlatsam geçecek gibi de hissediyorum ama anlatacak hiç kimsem yoktu. Tek bir arkadaşım bile yok. Olanlarla da konuşacak, kendimi anlatacak kadar yakın değilim. Hiçbir zaman da hiç kimseyle öyle olmamıştım. Büyürken her ne kadar anlaşamıyor olsak da, birbirimizi sevmiyor gibi görünsek de onlarla büyümüştüm. En çok da Doğan ve Erdem ile, özellikle de Doğan ile. Tüm hayatım onlarla geçmiş, bir arkadaşa ihtiyaç duymamıştım. Fakat zamanla onlar hayatlarını kurmuş, kendilerine bir yol çizmiş, uzaklaşmıştık. Ben ise kendime herhangi bir yol çizememiş, olduğum yerde bir başıma kalmıştım. Düşüncelerim yüzünden doldu gözlerim, boğazım düğüm düğüm oldu. Tam o sırada yeniden araba sesi duydum ve telaşla ayağa kalktım, pencereye gidip dışarıya baktım. Gördüğüm kişi Pars'tan başkası değildi. Gözümden akan bir damla yaşı silerken Pars'ın arabası bahçeden uzaklaştı, evden çıktı ve evin önünden de uzaklaştı. Yanıma gelmemiş ve gitmişti, belki de ben inmeyince umursamamıştı. Zaten niye umursasın ki? Hem şimdi düşünüyorum da o geceki adamla ilgili bir konu olsaydı bile gelmezdi ki buraya. Arar ve haber ederdi, bir de kalkıp benim için buraya mı gelecekti? Muhtemelen gerçekten sadece babam için gelmişti. En başından benim için geldiğini düşünmem saçmalıktı. Düşüncelerim yine kendimi kötü hissetmeme neden olurken artık açlıktan midem de bulanmaya başlamıştı. Bu yüzden her ne kadar bir şey yemek istemiyor olsam da gidip yemeye karar verdim. Zaten kendimi bu kadar kötü hissediyorken bir de açlıktan düşüp bayılmak istemiyorum. Aldığım bu kararla yeniden ayağa kalktım ve odadan çıktım. Salona indiğimde babamı salonda gördüm. Seslerden dolayı başını elindeki dosyadan kaldırdı ve bana baktı, beni görünce gülümsedi. "Günaydın kızım." "Günaydın baba," dedim ve gidip hazır olan masaya oturdum. "Miden nasıl oldu?" diye sordu, dün masadan kalkarken söylediğim yalanı hatırlayınca bu soruya anlam verebildim. "Daha iyi," dedim, başka bir şey söylemeye gerek duymadan tabağıma bir şeyler aldım ve az az yemeye başladım. O an aklıma yine Pars geldi ve onu sormamın sorun olmayacağını düşünüp yeniden babama baktım. "Pars'ı giderken gördüm," diye konuya girdim, gözleri yeniden beni buldu. "N'için gelmişti?" "Öylesine," dedi babam anında ve "Ben de neden geldiğini anlayamadım," diye devam etti, sözleri dikkatimi çekince tamamen ona odaklandım. "Bir şey de söylemedi zaten," dediğinde kaşlarımı çattım. "Geldiğinde keyfi yerindeydi, giderken ne oldu bilmiyorum ama canı sıkılmıştı." Meraklandım, neden canı sıkılmış olabilirdi ki? Belki de kötü bir haber almıştır, bu yüzden kalkıp gitmiştir. Başka ne olacak ki? "Bu arada seni de sordu." Babamın söylediği şeyi duyduğum an düşünmek için yere çevirdiğim gözlerim hızla yeniden onu buldu. "Beni mi sordu?" diye sordum biraz telaşlı, biraz da heyecanlı bir şekilde. "Evet," dedi. "Nerede falan diye sordu." Kaşlarımı yeniden çattım. Geldiğinde zaten nerede olduğumu görmemiş miydi? Görmüştü, göz göze gelmiştik hatta. Nerede olduğumu çok iyi biliyordu yani. Bildiği hâlde neden sormuş ki diye düşünmeden edemezken babam "Ben de odasında dedim," dedi, bu olanlarla bir anlam veremeyip sessiz kalmaya devam ederken "Sonra da işte oturdu oturdu, bir anda kalkıp gitti. Biraz tuhaftı yani," diye tamamladı konuşmasını. Pars'ın bu yaptığı en az babama geldiği kadar bana da tuhaf gelirken belki de gerçekten o adamla ilgili bir şey bulmuştu diye içimden geçirdim. Belki de gerçekten benim için gelmişti ve babama anlatamamış, ben inmeyince de canı sıkılıp gitmişti. Böyle olabilir miydi? Fakat böyle olsaydı arardı illa beni değil mi? Hadi aramadı diyelim, mesaj atıp aşağıya gel yine diyebilirdi. Pars, bunu düşünemeyecek bir adam değildi ki. Düşündükçe aklımın karıştığını fark edince bu konunun üzerinde çok fazla durmamaya karar verdim ve önüme dönüp bir şeyler yemeye devam ettim. "Bu arada," diyen babamı duyunca ise yeniden başımı kaldırıp ona baktım. "Unutmadan söyleyeyim; bu akşam buraya gelecekler," dediği an öylece kaldım, tek kelime edemedim. Buraya mı gelecek? Hayır, ben bunun için hazır değilim ki. Nasıl geleyim onunla bir araya? Ben onu gördükçe ağlayasım geliyor, gereksiz bir duygu yoğunluğu yaşıyorum. Bu hislerden kurtulana kadar onunla karşı karşıya gelmemem gerekiyordu. "Arkadaşı da gelecek." Babamın söylediği son şeyi duyduğum an kalakaldım. Arkadaşı mı? Dün bahsettikleri o kadın mı? Ne yani bir de alıp utanmadan onu buraya mı getirecekti? Bu düşünce beni sinirlendirdi. "Neden, başka gidecek yer mi yokmuş?" diye çıkıştım fazlasıyla öfkeli bir tavırla, babamın kaşları çatıldı. "Niye sinirlendin bu kadar?" "Sinirlenmedim," dedim durumu toparlamak için. "Misafir sevmiyorum ben," diye ekledim, hâlâ öfkeliydim ve bunu bastıramadığım için hâlâ belli etmeye devam ediyordum. Bu yüzden de aynı sinirli tavırla "Neden geliyorlarmış?" diye sordum. "Tanışmak için," dedi babam benim aksime sakince ve bu cevap beni daha da sinirlendirdi. Bir de babamla tanıştırıyordu kadını, hem de benim bu evde olduğumu bile bile. "Doydum ben," dedim sadece birkaç lokma yediğim hâlde ve ayağa kalktım. "Odamdayım," diye de ekledim, odama çıktım ve odaya girer girmez bir kez daha kapıyı kilitledim. Öfkeyle gidip masama oturdum, öfkem her geçen saniye biraz daha artarken sinirle masaya vurdum. Nasıl olur da o kadını buraya getirir? Boğazım düğüm düğüm oldu, gözlerim doldu ve ağlamak istedim ama bunu yapmadım, yapmayacağım da. Onun için daha fazla ağlamayacağım. Hak etmiyor ki bunu... Böyle düşündüğüm hâlde kirpiklerim ıslandı, fakat hemen sildim ıslak kirpiklerimi ve kendimi toparladım. Ardından da aklımı biraz olsun dağıtmak için bir şeyler çizmeye karar verdim, kağıdı kalemi çıkardım ve oyalanmadan çizmeye başladım. Aklım Pars'ta, gözlerim elimdeki kalemdeyken ne çizdiğimin farkında bile olmadan çizdim ve epey bir vakit geçirdim. Artık kağıda bakmaktan gözlerim ağrımaya başladığından ve canım gerçekten çok sıkıldığında ise çizmeyi bırakıp masadan kalktım ve bu kez de rastgele bir müzik açıp dinlemeye başladım. Tek amacım aklımı biraz dağıtmaktı ama bu konuda başarılı olamadım, o kadını düşünüp durmaya devam ettim. Bu akşam burada olacaktı, onu benim yanımda övüp duracaklardı. O yokken bile o kadar şey söylediler, o varken kimbilir neler söyleyeceklerdi? Ben, buna katlanamam ki. Bu düşünce beni sinirlendirirken gözlerimi kapattım ve elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalıştım. Biraz olsun sakinleşip gözlerimi açtığımda gördüğüm ilk şey aynadaki yansımam oldu ve o an bir kez daha hiç güzel hissetmediğimin farkına vardım. Bir de akşam sırf bu yüzden kendimi kötü hissetmek istemeyip toparlanmaya karar verdim. Aldığım bu kararla hızla ayağa kalkıp banyoya girdim ve güzel bir duş aldım. Duştan sonra saçlarımı kurulayıp kendim için sade, ev için uygun ama bir o kadar da güzel olduğunu düşündüğüm ve ruh hâlimi çok iyi yansıtan siyah bir elbise seçtim. Elbiseyi giyip yeterli bir makyaj yaptıktan sonra aynadaki yansımama uzun uzun baktım. Az öncekinden çok daha iyi hissediyordum kendimi. Fakat bir an için acaba abartı oldu mu diye düşünmeden edemedim ama değiştirmek de içimden gelmedi, umarım olmamıştır diye umut edip pek de üzerinde durmadım. Yapacak bir şey kalmadığında gerginliğimden dolayı odada volta atmaya başladım. Bu akşam benim için güzel geçmeyecekti, bundan eminim ama bunu hiçbirinin bilmemesi gerekiyordu. Bu akşamı elimden geldiği kadar iyi yönetmen lazımdı. Yoksa üzülen ve rezil olan yine ben olacaktım. Bu düşünceler arasında epey bir vakit geçirdim, akşamı ettim. Fakat bir türlü yerimde duramadım, odanın ortasında volta atıp durmaya devam ettim. Ta ki bahçeden gelen araba sesini duyana kadar. Telaşla pencereye gidecekken topuklu ayakkabım yüzünden bileğim burkuldu, düşecek gibi oldum ve yataktan tutunup dengemi sağladım, ayakta kalmayı başardım. "Bir bu eksikti!" diye söylendim, ayağımın üzerine basmaya çalıştım. Acımadığından ve bir sorun olmadığından emin olduktan sonra pencereye gittim, dışarıya baktım ama onları kaçırmıştım, çoktan eve girmişlerdi. Bu durum merakımın daha da artmasına neden olurken hemen aşağıya inmek istemedim, odada oyalandım. Fakat sadece 15 dakika dayanabildim, daha fazla bekleyemedim ve odadan çıkıp salona indim. Herkes buradaydı, salonda oturuyorlardı ve henüz beni fark etmemişlerdi. Bu yüzden gönül rahatlığıyla kadına dikkatle baktım. Zayıf biriydi, oturduğu hâlde boyunun uzun olduğunu anlamak kolay olmuştu. Ten rengi beyazdı ve şu an üzerinde aşırı sade bir gömlek ve sıradan bir pantolon vardı. Dikkatle yüzüne baktım, doğruyu söylemem gerekirse çok güzel bir kadındı. Fakat beklediğim gibi süslenip püslenip gelmemiş, fazla sıradan bir şekilde gelmişti. Durup ona bakarken yakalanmak istemediğim için yanlarına doğru yürüdüm, hepsi beni fark ettiler. Pars'la göz teması kurmamaya çalışırken yüzüme yalandan bir gülümseme yerleştirdim. "Hoş geldiniz," dedim elimden geldiği kadar samimi olmaya çalışarak. Herkes yarım ağız "Hoş bulduk," derken babam ayağa kalktı. "Ayşin'le tanıştırayım seni," dedi, o sırada kadın da ayağa kalktı. Benim gibi o da gülümsüyordu. "Memnun oldum," dedim elimi uzatırken ve "Ayliz," diye kendimi tanıttım. "Ben de çok memnun oldum," dedi ve elimi sıktı, babam zaten ismini söylediği için bir kez daha söylemeye gerek duymamıştı sanırım. "Ayliz benim kızım," dedi babam, o sırada elimi çekmiştim. "Pars'ın da kardeşi sayılır." B abamın kurduğu bu cümle sinirimi bozarken gözümün ucuyla Pars'a baktım, gerildiğini fark ettim. Gerginliğinin yanı sıra biraz da sinirli gibiydi, babamın söylediği şey yüzünden mi sinirlenmişti acaba? Ben daha bunu düşünürken babam devam etti. "Ayşin de Pars'ın yakın arkadaşı." Babamın sözlerine yalandan tebessüm ederken yakın arkadaşı demesine takılmıştım. Aralarında bir şey olsaydı ve bunu açıklamış olsalardı kız arkadaşı falan demez miydi? Bu soru zihnimi meşgul ederken gidip az önce babamın oturduğu koltuğa oturdum. Babam da yanıma otururken Ayşin de yeniden yerine oturmuştu. O an gözümün ucuyla bir kez daha Pars'a baktım, dikkatle bana baktığını gördüm. Dümdüz baktım gözlerinin içine, en ufak bir duygu belirtisi bile göstermedim. Bu yüzden de kaşları çatıldı, umursamayıp gözlerimi ondan çektim. Fakat onun hâlâ bana baktığından ve bakışlarının çok dikkatli olduğundan emindim, buna da bir anlam veremiyordum. Ne diye şimdi gözlerini üzerime dikmişti ki? Ona bakmamak için kendimle büyük bir savaşa girerken salondakiler çoktan koyu bir sohbete dalmışlardı bile ve ben elimden geldiği kadar bu sohbetin dışında kalmaya çalıştım. Zaten sohbet de sohbet olsa, kadın resmen oturmuş otobiyografisini anlatıyor, bizimkiler de onu övüp duruyorlardı. Bu da benim sinirimi bozuyordu, fakat bunu belli bile edemiyor ve sanki konuşulan şeyden çok memnunmuş gibi davranmak zorunda kalıyordum. Sohbet sıkıcı bir şekilde uzayıp giderken buna son veren babamın "Hadi yemeğe oturalım," demesi oldu ve fark ettirmeden rahat bir nefes aldım. Babamın bu cümlesiyle herkes ayaklandı, yemek masasına gittik ve oturduk. Salondayken Ayşin ve Pars farklı yerlerde otururlarken şimdi yan yana oturuyorlardı. Bu bile beni rahatsız etmişti, fakat en iyi ben biliyorum ki bundan rahatsız olmaya hakkım yoktu. Çünkü onlar için bir önemim yoktu. Bu yüzden daha fazla bakmadım o tarafa, gözlerimi önüme çevirdim. Yemekler servis edilip de herkes bir şeyler yemeye başladığında ben de kendimi zorladım, bir şeyler yedim. O sırada aynı konuşmalar yeniden başlamıştı ve sanki konuşacak bir şey yokmuş gibi masada bir tek Ayşin'in muhabbeti dönüyordu. Onun eğitimi, onun başarılıları, onun hayatı, onun ailesi derken başka hiçbir şey konuşmuyorlardı ve onlar bunlardan bahsettikçe ben, kendimi onunla kıyaslayıp mutsuz hissediyordum. Mutsuz hissettikçe de ağlamak istiyor ama bunu yapamıyor, yapamadıkça daha da kötü hissediyordum. Aynı şey konuşulmaya devam ederken ben de yemeğimle oynamaya devam ettim. Konu ilerledikçe ben de kendimi onunla kıyaslamaya devam ettim ve bir süre sonra fark ettim ki kendimi ona denk görmüyordum. Bu his kalbimin orta yerindeki yerini alırken bu his doğrultusunda Pars'ın bu kadına hayran olmasına hak vermeye de başlamıştım. Çünkü bana göre o da başarılı biriydi ve hayatında böyle bir kadın isterdi. Vardı da zaten ve o kadın hayatında var iken beni görmemesi çok da normal değil miydi? Bu duygular arasında sürüklenirken bir anda hiç istemediğim bir şey oldu ve Ayşin'in gözleri beni buldu, tebessüm ederek konuştu. "Eee Ayliz sen neler yapıyorsun?" diye sordu, bu soru beni büyük bir boşluğa düşürürken hayatımda ilk kez birine cevap vermekten çekindim, ne diyeceğimi bilemedim. Bu yüzden masanın üzerindeki elimi dizime koydum, dizimi sıktım ve gerginliğimi üzerimden atmaya çalıştım. Fakat bu konuda pek de başarılı olamadım. "Onun bugünlerde başı belada," diye araya girdi Doğan, gözlerim ağır ağır onu buldu. Benimle birlikte diğer herkes de ona bakarken "Bu yüzden bugünlerde pek fazla evden çıkmıyor," diye ekledi ve ben, benim adıma cevap vermesinden hiç hoşlanmadım. Fakat bir yandan da cevap vermekten kurtulduğum için memnun oldum. "Başı mı belada, sorun ne?" diye sordu Ayşin ama bu soru benden çok, diğerlerine sorulmuş gibiydi. Bu yüzden sessiz kalmaya devam ettim. "Ben sana sonra anlatırım," dedi Pars ve konunun fazla uzamasına izin vermeden kapatmış oldu. Kimse de uzatma girişiminde bulunmadı, başka şeylerden konuşmaya devam ettiler. Üzerimde olan ilginin dağılmasından fazlasıyla memnun oldum. "Söyleyeceğim tek şey; ben sadece hayatımı boşa harcamadım." Ayşin'in söylediği şey dikkatimi çekince ona kulak verdim, devam etti. "Hep çalıştım, bir başarıya ulaşabilmek adına çok uğraştım," dedi, dudaklarında buruk bir ifade oluştu ve devam etti. "Şimdi bulunduğum yerde olmamın tek nedeni kendi hırsım aslında, başka hiçbir şey değil. Ben de bilirdim hayatımı boş boş geçirip bir asalak gibi yaşamayı ama yapmadım." Sözleri kalbime saplandı sanki ve boğazım düğüm düğüm oldu. Bunları bana söylemediğini çok iyi bildiğim hâlde sanki bana söylüyormuş gibi hissettim ve sanki şu an herkes de böyle düşünüyormuş gibiydi. Bu hisler mideme bir kez daha ağrı girmesine neden olurken daha fazla dayanamadım ve "Müsaadenizle," dedim, ayağa kalktım. "Midem iyi değil, siz devam edin, kusura bakmayın," deyip yanlarından ayrıldım. Arkamdan bir şey söylediler mi ya da bana seslendiler mi bilmiyorum, duymadım ve duymayı da beklemedim, odama çıktım. Odaya girer girmez kendime daha fazla engel olamadım, gözyaşlarım akmaya başladı. Sadece birkaç ay öncesine kadar ağlamaktan nefret ederdim ve gülmeye aşıktım. Fakat şimdi bir an bile olsun gülmek içimden gelmiyor, hayatım ağlayarak geçiyordu. Çünkü artık hayatımda gülünecek hiçbir şey yoktu. Elbisemi çıkardım, pijamalarımı giydim ve yatağa girdim. Tüm bunları yaparken olduğu gibi yine ağlıyordum. O an fark ettim ki ben eskiden gerçekten çok daha mutluymuşum. Eski dediysem en fazla birkaç ay öncesinden bahsediyorum. Şimdi ise mutsuzum, hem de çok mutsuzum. Böyle düşünmek aklıma Tan'ın gelmesine neden oldu. Ona aşık değildim, bunun zaten her zaman farkındaydım ama ben son yaşananlardan önce her şeye rağmen onun yanında mutluydum. Çünkü onun yanında hiçbir zaman yetersiz hissetmedim kendimi. Fakat Pars'ın ve aşağıdaki diğerlerinin yanında hep yetersizlik hissi çöküyor içime. Bu his çok ağır geliyor bana, kaldıramayacağım kadar ağır geliyor hem de. Sırtımı arkaya yaslamışken dizlerimi karnıma çektim ve başımı da dizlerimin üzerine koyup yeniden sessiz sessiz ağlamaya başladım. Keşke Amerika'da yaşanan şeyler yaşanmamış olsaydı. Keşke bana öyle bir şey yapmamış olsaydı da onunla bu duruma gelmeseydik. Çünkü kendime bile söylemekten korkuyor olsam da şu an onun yanında olmayı ya da o burada yanımda olsun isterdim. Onunla vakit geçirmeyi, konuşmayı isterdim. Eksiklik, yetersizlik hissetmeden konuşmak iyi gelirdi belki... Bunu, bu evdeki hiç kimseyle yapamıyorum ki... Gözyaşlarım hızlanırken acaba ona haksızlık mı yaptım diye düşünmeden duramadım. Amerika'da yaptığı şeyden önce belki de haksız olan bendim. O yaptığı kabul edebileceğim bir şey değildi ama öncesini de düşünmek lazımdı. Ben onu hiç dinlemedim ki, belki de doğru söylüyordu, belki de aldatmamıştı beni ve o kadın bir anda öpmüştür kendini. Bundan emin olamam ki, çünkü onu gerçekten dinlemedim ve bir hiçmiş gibi çabucak çıkardım hayatımdan. Pars yüzünden demişti, o zamanlarda inkar etmiştim ama sanırım tam olarak o yüzdendi. Bunu kabul etmeliydim ve ben bunu kabul ettikçe ona biraz daha hak veriyordum. Gözyaşlarımın ardı arkası kesilmezken bu düşünceler yüzünden daha da çok ağladım. O haksız ya da ben haksızım, bilmiyorum. Bildiğim tek şey; onun yanındayken hissettiğim duyguları özlemiş olmam. Fakat Amerika'da olan şeyi de asla yok sayamazdım, bu yüzden bu konudaki her şey çoktan bitmişti ama buna rağmen şu an bunları düşünmeye devam ediyordum ve sırf bu yüzden bile aşağıdakileri affetmeyeceğim. Çünkü onlar beni bu düşünmeye itecek kadar yalnız bıraktılar, kötü hissettirdiler. Ağlamamın arasında hıçkırdım, tam o sırada koridordan gelen ayak seslerini duydum ve sesimi biraz daha bastırdım. Telaşla gözyaşlarımı silme çabası içine girerken bir yandan da hâlâ gelmeye devam eden ayak seslerine kulak verdim. Odanın önünde biri vardı ama bir yere gittiği yoktu. Ses bir uzaklaşıp bir yakınlaşıyordu. Sanki biri koridorda volta atıyor gibiydi. Önce sabırla bekledim, biri odaya girecek zannettim ama odanın önündeki her kimse içeriye girmedi ve tahminim doğrultusunda volta atmaya devam etti ya da belki odalara girip çıkıyordu, bilmiyorum. Fakat ayak sesi bir an bile olsun durmuyordu. Bu durum beni korkuttu, o gece gelen adamı düşündüm. Aşağıda o kadar kişi olmasına rağmen ya yine böyle bir şey oluyorsa diye içimden geçirmeden edemedim. Bu korkuyla daha fazla duramadım, ayağa kalktım. Sessiz adımlarla kapıya gittim ve kapıya yaklaştıkça korkum biraz daha arttı. Kapının yanına ulaştığımda ses, bıçak gibi kesildi. Bu beni korkutsa da aşağıdaki kalabalığa güvendim ve cesaret edip kapıyı yavaşça açtım. Korkarak koridora bir adım attığımda hiç görmeyi beklemediğim biriyle gözlerim temas etti, olduğum yere çivilenmiş gibi kalakaldım. Pars da sanki bir an beni görünce şaşırır gibi oldu ama yüz ifadesini hemen toparladı. Bir saattir odanın önünde dönüp duran o muydu diye içimden geçirip "Ne yapıyorsun burada?" diye sordum. "Lavaboya çıktım," dedi anında, ne diye dönüp duruyorsun o zaman diye soracakken elinde ışığı yanan telefonu fark ettim. Muhtemelen onunla ilgileniyordu diye içimden geçirdim ve kendimi iyi hissetmediğim için sorup da uzatmak istemedim. "Anladım," dedim sadece, daha fazla konuşmak istemedim. Bu yüzden de tek kelime etmeden yeniden odama yöneldim. Fakat daha odadan içeriye tek bir adım bile atamamışken Pars'ın eli, bileğimi kavradı ve gitmeme engel oldu. Bu yaptığı afallamama ve durmama neden olurken kalbim, göğüs kafesimi parçalayacakmış gibi hızla atmaya başladı. Sanki şu an parmaklarının bir mengene misali kavradığı bileğim ateşler içinde yanıyor gibiydi ve ben o sıcaklığı kalbimin orta yerinde hissediyordum. Bir yandan da sadece küçücük bir dokunuşuyla bu hâle geldiğim için kendime kızıyor, içten içe bunun doğru olmadığı konusunda kendimi uyarıyordum ve sırf bu yüzden bile psikolojik olarak iyi bir durumda olmadığımın farkına kolaylıkla varabiliyordum. Bu durum canımı sıkarken düşüncelerimden sıyrıldım ve o düşüncelerin yapmama engel olduğu şeyi yapıp ağır hareketlere Pars'a döndüm. Döner dönmez gözlerim yeşilleriyle temas etti, gözlerine bakacak cesareti kendimde bulamayıp bakışlarımı hâlâ tutuyor olduğu bileğime çevirdim. "Neden gözlerin kızarık senin?" diye sordu saatlerdir hatta son birkaç gündür onun yüzünden ağladığımı bilmeden. Bu soru boğazımda koca bir yumrunun oluşmasına neden olurken yutkundum ve bundan kurtulmaya çalıştım. Aynı zamanda az önce cesaret edemediğim şeyi yapmak zorunda kalıp gözlerine baktım. "Ağladın mı sen?" diye sordu ilk sorusuna cevap vermemi beklemeden. "Hayır," dedim sadece ve anında bu tek kelimelik cevabın onun için yeterince tatmin edici bir cevap olmadığını fark edip "Uykusuzum sadece," diye ekledim, kısa bir açıklama yapmış oldum. Pars, söylediğim bu yalana inanmadı. İnanmadığını da saklamaya hiç gerek duymadı. "Doğru söyle bana," dedi, keşke doğrular ona söyleyebileceğim şeyler olsaydı. "Neden ağladın?" diye sordu ısrarla ve onun bu ısrarı ağlama isteğimi körükledi, kendimi yeniden berbat hissetmeye başladım. "Ağlamadım!" diye çıkıştım duygularımı bastırmak ve saklamak adına, hemen ardından da hâlâ tutuyor olduğu bileğimi ondan kurtardım. "Sen benimle niye ilgileniyorsun ki?" diye sordum, Pars cevap veremezken de "Boş ver beni, arkadaşın seni bekliyor aşağıda, çok bekletme," dedim, bu sözlerim yüzünden kaşları çatılırken gerisin geri döndüm ve odaya yöneldim. Tam odaya girmişken söylediği şeyi duydum. "Yarın avukat gelecek." Duraksadım, ne odaya girebildim ne de dönüp ona bakabildim. "Mahkeme için gerekli olan birkaç şeye imza atacaksın," diye ekledi, Tan olayından bahsettiğini anlamak zor olmazken buna bir anlam veremedim ve yeniden ona döndüm. "Anlamadım," dedim açıkça. "Yarın diyorum avukat gelecek, birkaç bir şeye imza atman gerekiyor. O piçin ceza alması için." İçimdeki anlamsızlık giderek büyüdü. "Bu ne şimdi?" diye sordum ve devam ettim. "Hani ben ölü olarak görünüyordum? Hani kimseyi şikâyet edemezdim ve onun başka suçlardan ceza almasını sağlayacaktın?" Merakla sordum bunları ve bir an önce cevap verip beni bu bilinmezlikten kurtarsın istedim. "İşler değişti," dedi, merakım daha da arttı. Ne demekti şimdi bu diye içimden geçirirken sormaya devam etti. "Buraya nasıl döndün zannediyorsun?" Bu sorusuna karşılık ne ona ne de kendime cevap veremedim, sessizliği tercih ettim. "Babana ölü numarasının elimizde patladığını, adamların senin yaşadığını ve benim yanımda saklandığını öğrendiklerini söyledim. Bu sayede benim yanımda kalmanın hiçbir anlamı kalmadı baban için ve buraya dönmene izin verdi." Sözleri karşısında büyük bir şaşkınlık yaşarken ne diyeceğimi bilemedim. Sırf onu tehdit ettim diye günlerce kurdukları planı mı bozmuştu? Bu, kendimi nedensiz yere çok kötü hissetmeme neden olurken sessizliğimi korumaya devam ettim, o ise konuşmaya... "Tabii doğal olarak sen ortaya çıkınca da adamlar yaşadığını gerçekten öğrenip yeniden peşine düştüler." "Odama kadar gelen adam da onlardan biriydi o zaman," dedim, başıma gelen şeyin yaptıklarımdan kaynaklanmasını öğrenmek kendimi suçlu hissetmeme neden olmuştu belki ama asla pişman değildim. Olanlardan sonra onunla kalmaya devam etmektense bu şekilde yaşamaya razıydım. Böyle canım daha az yanardı, kimse onun kadar canımı yakamazdı. "O kadarını bilmiyorum, araştıracağım," dedi. bu sefer sessiz kalmayı tercih ettim. "Her neyse, haberin olsun diye söyleyeyim dedim, avukat gelince şaşırma," derken o imzayı atacağımdan çok emin gibiydi. Bunu fark ederken aşağıdan Ayşin'in kahkaha sesi geldi. O sesi duymak; Pars'a olan öfkemi, kırgınlığımı öyle bir arttı ki onun da benim gibi canı yansın istedim. Canı yanmasa da canı sıkılabilirdi en azından. Bu düşünceyle yeniden gözlerimi ona çevirdiğimde "Baban da zaten evde olur, yardımcı olur sana," dedi, dümdüz bir ifadeyle baktım gözlerine. Bu ifadem de onun şüpheyle bana bakmasına neden oldu, sanki bir şeyler yapacağımı anlamış gibiydi. İşte şimdi tam sırasıydı. "İmzalamayacağım," dedim bir anda, afalladı. Bu durum çok uzun sürmezken şaşkınlığı hızla öfkeye döndü, yeşil gözleri öfkeyle yandı. "Ceza almasını istemiyorum," diye de ekledim, o an beliren âdemelmasını fark etmemek için kör olmak gerekirdi ve o âdemelması kavisli bir hareketle önce aşağıya daha sonra da yeniden yukarıya doğru hareket etti, yutkunduğunu anladım. Buna rağmen durmadım ve devam ettim. "Hatta en başından şikâyet ettiğim için bile pişman oldum." Bu cümlemle öfkesi arttı, bunu belli etmekten de geri durmadı. "Bu yüzden boşuna gelmesin avukat, hatta eğer yaşıyor olduğum ortaya çıktığı için eski şikâyetim geçerli sayılıyorsa onu da geri çekeceğim," deyip konuşmamı tamamladım. Pars, büyük bir öfkenin esiri olurken onu bu öfkesiyle baş başa bıraktım ve başka hiçbir şey söylemeye gerek duymadan odama girdim, kapıyı kapattım. Eşzamanlı olarak gözümden bir damla yaş aktı, hızla onu sildim. Hani demiştim ya kendimi kötü hissettiğim her an hangi duygu yüzünden kötü hissediyorsam benim için o an dünyanın en berbat hissi odur diye? İşte şimdi onun yüzünden kendimi çok yetersiz ve kırgın hissediyordum. Tam da bu yüzden ona da çaresizliği hissettirmek istemiştim, onun için de dünyanın en berbat hissi bu olsun istemiştim. Çünkü onun yüzünden benim dünyam bu iki histen ibaret gibiydi ve sanırım çok uzun sürre de böyle hissetmeye ve ona da çaresizliği hissettirmeye devam edecektim. Bölüm Sonu! Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum♡ Bu bölüm tamamen Ayliz'in iç dünyasına yönelik oldu ve bu bölümü yazmak o kadar ağırdı ki, sanki Ayliz'in hissettiği her duyguyu ben hissediyor gibiydim :( Sizce Pars ve Ayşin arasında bir şeyler var mı? Ayliz son yaptığı şeyde haklı mıydı? Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle, hoşça kalın ♡ Duyuru ve alıntılar için; Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan Sizi Çok Seviyorum! |
0% |