Yeni Üyelik
23.
Bölüm

22.BÖLÜM "YALNIZLIK HİSSİ"

@gizzemasllan

Selam :)

Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.♡

Instagram: gizzemasllan

.

.

.

22. BÖLÜM "YALNIZLIK HİSSİ"

Yalnızlık, bazen canımızı o kadar acıtır ki ağlamak bile geçirmez bu acıyı. Şimdi o anlardan birindeydim. Kendimi o kadar çok yalnız hissediyorum ki ve canım bu yüzden o kadar çok yanıyor ki böyle hissetmeme neden olan herkesin de canının yanmasını istiyorum.

Sanki bir başkasının da benimle birlikte canı yanarsa acım azalacak gibiydi. Fakat öyle olmamıştı işte, azalmamıştı içimdeki acı ya da kurduğum birkaç cümle Pars'ın canını yakmamıştı.

Şimdi düşünüyorum da cümlelerim neden onun canını yaksın ki? Beni seviyor, bana karşı bir şeyler hissediyor, kıskanıyor olsaydı belki o zaman bu şekilde onun canını yakabilirdim. Fakat şimdi durum farklıydı, bana karşı hissettiği tek duygu koruma duygusuydu. Bu yüzden de yapabildiğim tek şey onu öfkelendirmek olmuştu. Bu da benim için yeterli olmuyordu.

Çünkü hissettiğim bu acının karşılığı öfke değildi, olamazdı.

Oturduğum yatağın kenarından kalktım, pencereye gittim ve dışarıya baktım. Pars'la konuşmamızın üzerinden çok fazla geçmemişti, belki 3 belki 5 dakika olmuştu. Fakat hâlâ bahçeye inmemişti, görünürlerde yoktu.

Neredeydi acaba?

Bunu düşünürken derin bir iç geçirdim. Yalnızlık, yetersizlik hissi içime çökmüştü ve bu hisler bana ağır geliyordu. Çünkü daha önce hissettiğim duygular değildi bunlar.

Ben, ilk defa böyle hissediyorum ve bu hisle nasıl başa çıkabileceğimi bilmiyorum.

Bir şeyler yapmam gerekiyormuş gibi hissediyorum, sanki bu hislerden beni kurtaracak bir şeyler var gibiydi. Fakat ben onların da ne olduğunu bilmiyorum ve bu bilinmezlik içinde acı çekerek oradan oraya savrulup duruyorum.

Dolu gözlerimle bahçedekileri izlemeye devam ettim. Ne ara çıkmışlardı bilmiyorum ama hepsi bahçedeydiler ve kahve içiyorlardı. Fakat Pars hâlâ yanlarında değildi, sahiden neredeydi bu adam? Konuşmamızdan sonra öfkeli de olsa çoktan bahçeye çıkmış, onların yanındaki yerini almış olması gerekiyordu. Çünkü onun yeri, onların yanıydı.

Benim ise orada bir yerim yoktu, kendimi onların dışında hissediyordum.

Onların yanında bana ait bir yer yok gibiydi. Fakat bir yandan da gerçeğin bu olmadığını biliyorum ama böyle hissediyorum, böyle hissediyor olmak benim suçum muydu? Yoksa bana böyle hissettiren onlar mı suçluydu? İşte bu sorunun cevabını bile veremiyorum kendime.

Kollarımı göğsümün altında birleştirdim, başımı cama yasladım ve uzaktan gülüp eğlenerek sohbet etmelerini izledim. O an aklıma bir kez daha Pars'a söylediklerim geldi. Bir an için acaba imzalamayacağım derken hata mı yaptım diye düşünmeden edemedim. Fakat hata da olsa içimden bunu yapmak geliyordu ve hata olması bile umurumda değildi. Zaten bu zamana kadar çok hata yapmıştım, bu da onlardan biri olurdu işte.

Ha bir eksik ha bir fazla, ne fark eder ki?

Dolu gözlerimden bir damla yaş aktı ve bu beni kızdırdı. Çünkü duygusallıktan artık nefret etmeye başlamıştım. Akan gözyaşımı silerken Pars'ın bahçeye çıktığını gördüm, sonunda çıkabildi diye içimden geçirirken yanlarına doğru yürüdü ve gidip tek boş yer olan Ayşin'in yanına oturdu. Hakkım varmış gibi yine bundan rahatsız olurken tırnaklarımı koluma batırdım, o geceyi düşündüm.

Beni öpmüş olduğunu hatırladım, kalbim şimdi bile bu yüzden hızlandı. Sanırım hayatım boyunca o anı asla unutmayacağım. Fakat unutamayacağım tek şey bu değildi, beni bir başkası zannedip öpmüş olduğunu da unutmayacağım. Bu gerçek, şimdi bile canımı yakarken bir anda kaşlarım çatıldı ve şu ana kadar öfkeden fark edemediğim bir şeyi fark ettim.

Ben, Pars'ın cüzdanında bir kadının fotoğrafını görmüştüm ve o kadın, bu kadın değildi.

Bu durum aklımı karıştırdı. Bu kadına hayrandı, bu kadını seviyordu. Peki o zaman cüzdanında fotoğrafı olan o kadın kimdi? Bir başkası daha mı var yani hayatında? Allah aşkına bu adam kaç kişiye âşıktı?

"Saçmalama Ayliz!" dedim kendi kendime ve düşündüğüm şeylerin çok saçma olduğuna inandırdım kendime. Fakat bir yandan da düşünmeye devam ettim. Hadi diyelim ki bu kadınla arasında bir şey yok ve cüzdanında fotoğrafı olan o kadını seviyor, peki o zaman bununla niye bu kadar yakın?

"Allah'ım aklımı kaçıracağım şimdi!" diye söylendikten sonra sıkıntıyla ofladım. Aslında pek de karışık bir durum değildi. Açıkça belli oluyordu. Ya bu kadın Pars için duygusal anlamda bir şey ifade etmiyor, farklı bir şey ifade ediyordu ya da fotoğrafını gördüğüm kadın çok başka biri çıkacaktı.

Tüm bu soruların ve düşüncelerin bir karşılığının olmaması gitgide beni yormaya başlarken iç geçirdim ve tam o anda Pars bir anda gözlerini bu tarafa çevirdi, göz göze geldik. O an kalbim o kadar hızlı atmaya başladı ki nefes alamadım sanki. Tüm vücudumu sıcak bastı, soğuk soğuk terledim. Sadece göz göze gelmiş olduğumuz için böyle hissediyor olmak beni memnun etmezken gözlerimi ondan bir an bile olsun çekemedim, gözlerinin içine bakmaya devam ettim.

Aramızda ne olursa olsun, ne kadar uzak olursak olalım ve o nasıl hissederse hissetsin ben, ona karşı olan duygularımı görmezden gelip de yok sayamıyorum. Olmuyor, yapamıyorum. Bazen yapıyor gibi oluyorum ama sonra onu görünce, ona bakınca hissettiğim her duygu yeniden gün yüzüne çıkıyor ve ben ona kırgın olduğum hâlde o duyguların esiri oluyorum.

İşte bu yüzden en çok da tüm bunlara rağmen hâlâ onun için atan kalbime kırgınım.

Pars, tıpkı benim gibi gözlerini çekemeyip gözlerimin içine bakmaya devam ederken ben bunu yapamadım, daha fazla bakamadım ona ve bakışlarımı kaçırdım. Hemen ardından da geri çekildim ve gidip yeniden yatağımın kenarına oturdum.

Bir an için ne yapacağımı bilemedim, kendimi boşlukta hissettim ve iç geçirdim. O an acaba Pars kendisine söylediklerimi babama anlatır mı diye sordum kendime. Bu soruyla da dudaklarımda buruk bir tebessüm oluştu.

Tabii ki söyleyecekti, o babamdan hiçbir şeyi saklamaz ki.

Babamın tepkisi beni korkutuyor olsa da geri adım atmaya hiç niyetim yoktu ve zaten şu an bunu düşünmeye devam edecek hâlim de yoktu. Çünkü artık bunları düşünmek beni yormaya başlamıştı.

Kendimi geriye bıraktım, ayaklarım hâlâ yere temas ederken sırt üstü uzandım yatağa ve tavana baktım. İçine düştüğüm bu sonsuz duygular yüzünden içimden uyumak dışında hiçbir şey gelmezken yine o kadının masada söylediklerini hatırladım. Sanki asalak derken bile bana demiş gibi hissetmiştim ve bu sinirlerimi bozuyordu. Böyle hissetmekten nefret ediyordum.

Gözlerimi kapattım, biraz huzurlu hissetmeye çalıştım. Fakat tam o an odanın kapısı büyük bir gürültüyle açıldı, korkuyla yeniden açtım gözlerimi ve odaya giren Pars'ı gördüm. Şaşkınca ona bakarken doğruldum, ayağa kalktım. O da geldi ve tam karşımda durup odaya giriş tarzından da çok belli olan öfkesiyle gözlerimin içine baktı.

"N'oluyor böyle?" diye sordum, ellerini arkasında birleştirdi.

"Şikâyetini geri çekmek yok," dedi, afalladım. "Yarın o imzayı da atacaksın," diye ekledi, ne diyeceğimi bilemeyip şaşkınca ona baktım. Ben ona bunları söylediğimde sessiz kalmış, odaya girdiğimde de çekip gitmişti aşağıya ama şimdi bunları söylemek için geri dönmüştü. O arada ne değişmiş olabilirdi ki? "Atmak zorundasın," dediğinde de cümlesini tamamlamış oldu.

"Böyle bir zorunluluğum yok," dedim onun aksine sakince ve o daha da sinirlendi. Artık yavaş yavaş bu sinirinden korkmaya başlarken "Zorla hiçbir şey yapmam ben," diye ekledim.

"Yapacaksın," dedi kendinden emin bir şekilde.

Ben de dişlerimi sıkarak "Yapmayacağım!" dedim.

"Yapacaksın," diye yineledi.

"Yapmayacağım," dedim öfkeyle.

"Yapacaksın." Bir kez daha aynı şeyi söyledi, daha fazla dayanamadım ve bağırdım.

"Yapmayacağım!" Sesim, beklediğimden daha yüksek çıkarken o bunu zerre umursamadı.

"Yapacaksın, yapmazsan seni buradan götürürüm," dedi, kaşlarımı çattım. "Hem de hemen bu gece," diye ekledi, bu beni tehdit mi ediyordu? "O istemediğin cehenneme dönmek zorunda kalırsın," derken onun da sesi yüksek çıktı, alayla güldüm.

"Öyle mi?" diye sordum, sessiz kaldı. "Olanları babamın öğrenmesini göze aldın yani?" Yüzünde öyle bir ifade oluştu ki korkmadan edemedim. Sanki bu konu için aklında bir şeyler var gibiydi.

"Göze almadım," dedi ve bana doğru bir adım attı, geri gitmek yerine dimdik karşısında dururken gözlerimin en içine baktı. "Ama emin ol, değecek bir şey olsaydı alırdım da," diye ekledi. Bir şey ima etmeye çalıştığını anlamak kaşlarımı çatmama neden olurken o imanın ne olduğunu anlayamadım. Bunu ona soracakken de konuşmama izin vermedi, kendisi devam etti.

"Babana söyleyecek olsan bile götürürüm seni," dedi, anlamsızca baktım ona.

"Hem göze almadım diyorsun hem de söyleyecek olsan bile diyorsun, hiçbir şey anlamıyorum," dedim, omurgası dikleşirken kendinden emin durdu karşımda.

"Tek bir kelimeme bakar," dedi, anlamsız bakışlar atmaya devam ederken de "Sadece hayır demem yeterli olur," diye ekledi, tam olarak ne söylemek istediğini anlamaya çalıştığımdan sessiz kalırken devam etti.

"Öyle bir şey olmadı dediğim an senin sözlerinin hiçbir önemi kalmaz," dedi, karşısında öylece kalakalırken ondan böyle bir şey duyduğuma inanamadım. "Dönmemek için uyduruyor derim," diye eklediğinde öfkeyle baktım gözlerinin içine.

"Sen beni tehdit mi ediyorsun?" Öfkeyle sordum bunu.

"Evet tehdit ediyorum," dedi tıpkı zamanında benim ona söylediğim gibi ve benim ona söylediğim tavırla. Hiçbir şey söyleyemedim, susup kaldım karşısında. Çünkü haklı olduğunu çok iyi biliyordum.

Böyle bir şey söylerse babam bana değil, ona inanırdı.

"Bunu en başından yapabilirdim," dedi, gözlerine bir an için buruk bir ifade çökerken "Yanımda kalmanı isteseydim," diye ekledi, bu tek cümleyle kalbimi paramparça ederken boğazım düğüm düğüm oldu, kendimi bir kez daha berbat hissettim.

"Sen," dedim zorlukla, sesimin titremesine engel olamadım. "Yalan söyleyecek bir adam değilsin," diye devam ettim ve "Sadece blöf yapıyorsun," diye tamamladım cümlemi.

"Senin gibi mi?" diye sordu bir anda, afalladım.

"Benim gibi?" Sorguladım, bir adım daha attı.

"Gözlerimin içine bakıp beni bu konuda tehdit ederken her şeyin blöf olduğunu çok iyi biliyordum Ayliz." Konuşmak istedim ama devam edip izin vermedi.

"Hiçbir şey yapmayacağından emindim ama sesimi çıkarmadım. Blöf yaptığını anladım ama anlamamazlıktan geldim, çünkü yanımda kalmanı ben de istemiyordum."

Dudaklarından dökülen her cümle zehirdi sanki ve o zehir şimdi benim damarlarımda akıyor, canımı alıyormuşcasına yakıyordu canımı.

Benden kurtulmak için onu tehdit etmiş olmamı bile kullanmış meğerse.

Sözleri karşısında sessiz kaldım. Çünkü söyleyecek hiçbir şeyim yoktu, kelimelerim tükenmişti sanki ve yine doldu gözlerim. Bu kez bunu ondan saklamadım, saklamaya gerek duymadım ve dolu gözlerimle baktım gözlerinin içine.

"Anlaştığımızı düşünüyorum," dedi, canımı yakan sözleri bitmiş olacak ki arkasını döndü ve kapıya doğru yürüdü. Daha fazla dayanamadım, çıkmasına izin vermeden konuştum.

"Neden?" Bu sorum durdurdu onu, ağır ağır bana döndü. Tamamen bana döndüğünde kirpiklerimde asılı duran bir damla yaş yanağımdan süzüldü. Pars'ın yeşilleri o yaşı takip etti, ağlamama anlam veremiyor olduğu çok belliydi.

"Ne, neden?" diye sorduğunda gözleri, gözlerimi bulmuş ve benden bir cevap bekliyordu. Ona cevap vermek için yutkundum ve boğazımda oluşan koca yumrudan kurtulmaya çalıştım. Bir an için söylesem mi söylemesem mi diye düşünmüş olsam da bunu yapmaya devam etmesini istemediğim için söylemeye karar verip konuştum.

"Neden sürekli kalbimi kırıyorsun?" diye sordum titreyen sesimle. Böyle bir soru beklemiyor olacak ki afalladı.

"Bunun için özel bir çaba sarf ediyorsun," dedim, sesim hâlâ titriyordu. "Bu kadar mı üzmek istiyorsun beni?" diye sormaya devam ettim ve buruk bir ifadeyle "Ben, bu kadar mı üzülmeyi hak ediyorum?" diye ekledim, bir şeyler söylesin diye bekledim ama sessiz kalınca içimdeki söylemek adına devam ettim konuşmaya.

"Yaptığın her şey canımı yakıyor." Tek kelime etmedi yine. "Yapmadığın her şey de canımı yakıyor." Bir damla daha gözyaşı süzüldü yanaklarımdan. "Sen benim canımı yakıyorsun Pars," dediğim an da zaten kendime daha fazla engel olamadım, gözyaşlarına boğuldum.

Bunları ona karşısında durup gözlerinin içine bakarak nasıl söylediğimi bilemezken bir yandan da söylediğim için pişman olacağımı çok iyi biliyordum. Fakat buna rağmen karşısında durup ağlamaya da konuşmaya da devam ettim.

"Ben, olanlara engel olamıyorum," dedim. "Canımı yakma diye senden kaçmam, uzak durmam, bunu yapmana engel olmam gerekirken bunu bile yapamıyorum." Gözyaşlarım daha da arttı. "Bu yüzden de her seferinde canım daha da çok yanıyor." Ağlamamın arasında hıçkırdım.

"Ben engel olamıyorum, sen yapma bu yüzden," dedim. "N'olur artık yapma," diye de ekledim ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ettim.

Bunu yaptığım için pişman olacağımı çok iyi biliyordum.

Ben ağlarken Pars, yumuşacık baktı gözlerimin içine. Az önceki adam yok olmuştu sanki, bambaşka bir adam duruyordu karşımda. Sıcacık bakışları vardı şu an ve bu bile canımı yaktı. Çünkü bu bakışlar sevgi değildi, merhamet bile değildi, acımaktı.

Şu an acıyordu bana ve haklıydı, acınacak hâldeydim.

Bu düşünce beni daha çok ağlatırken bir adım daha attı. Yanıma gelsin istemedim, bu yüzden daha fazla yaklaşmasına izin vermeden koşarak banyoya gittim, girdim ve kapıyı kilitledim. Sırtımı kapıya yaslamış ağlamaya devam ederken bir kez daha ağlamaktan midem bulandı ve klozete gittim, kustum.

O sırada kapıya vuruldu.

"Ayliz," diye seslendi, cevap vermedim ve peçete yardımıyla dudaklarımı sildim. Ayağa kalkacak gücü kendimde bulamayıp olduğum yere oturdum, ağlamaya devam ettim. Sırtımı banyo dolabına yaslamış, dizlerimi karnıma çekmiş, başımı da dizlerimin üzerine koymuş hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Pars da banyo kapısına vurup açmamı söylüyor ve ben açmak yerine şu an beni duyuyor diye daha çok ağlıyordum.

Aslında ağlamak için büyük bir nedenim olmadığının farkındaydım. Buna rağmen içimden ağlamak geliyor ve ben artık kendime hiçbir şekilde engel olamıyor, içimden geleni yapıyordum.

Gözyaşlarımın ardı arkası kesilmezken bir anda hiç beklemediğim bir şey oldu ve büyük bir gürültü koptu. Gözyaşları içinde korkuyla kapıya doğru baktığımda Pars'ın kapıyı kırıp banyoya girdiğini gördüm. Bunun şaşkınlığını yaşarken bile gözyaşlarım durmazken yanıma geldi ve diz çöktü. Beni bu şekilde görmesini istemedim, başımı eğdim ve yüzümü elimden geldiği kadar ondan saklayıp ağlamaya devam ettim.

Pars'ın parmakları tenime temas ettiğinde içim alev alev yandı sanki. Gözyaşlarım, parmaklarını ıslatırken başımı kaldırmamı ve kendisine bakmamı sağladı. Göz göze geldiğimiz ilk an onun hakkında düşündüğüm tek şey bana acıyor olduğu oldu ve ağlamam daha da şiddetlendi.

Ondan çok şey duymayı beklerken tek kelime bile etmedi ve sımsıkı sarıldı bana. Bu sarılmayla zaten az ağlıyormuşum gibi biraz daha ağladım, onu itmek istedim. İttim de hatta ama ayrılmadı benden, aksine biraz daha sıkı sarıldı.

En sonunda pes ettim, ona karşı koyamadım ve yapmamam gerektiğini çok iyi bildiğim hâlde ben de sarıldım ona, bu şekilde devam ettim ağlamaya.

Bir eli beni sarmaya devam ederken diğer eli saçlarımı buldu ve saçlarımı okşadı. Kollarının arasında, saçlarımı okşarken yüzümü göğsüne gömmüş hâlâ ağlıyordun ve sesim bu yüzden boğuk boğuk çıkıyordu. Fakat biraz olsun sakinleşmem çok uzun sürmedi ve onun hareketleriyle mayıştım, sıcacık hissettim.

Ta ki bunun doğru olmadığını fark edip de yeniden o kadını hatırlayana kadar.

Gözyaşlarım yeniden akmaya başlarken sürekli aynı şeyi düşünüp kendimi üzdüğüm için ağlarken bile kendime kızdım. Bunu kendime yaptığım için kendimi hiçbir zaman affetmeyeceğim ve bunu bildiğim hâlde aynı şeyi yapmaya, içimden geldiği gibi ağlamaya, devam ettim.

Pars, benden hiç ayrılmadı. Ben ağlamaya devam ettikçe o bana daha sıkı sarıldı ve daima saçlarımı okşadı. Bu sayede sakinleştim, ağlamam yavaşladı ve biraz olsun kendimi toplayabilmek adına birkaç defa üst üste derin nefes aldım, iç geçirdim. Bu, biraz daha sakinleşmeme neden olurken Pars usulca ayrıldı benden ve gözlerimin içine baktı.

O an bir şeyler sormasından, ne oluyor diye sorgulamasından korktum, çünkü sorularına verebilecek cevaplarım yoktu. Bu yüzden kaçırdım gözlerimi, bakamadım gözlerinin içine.

Düşündüğümün aksine hiçbir şey sormadı. Hatta tek kelime bile etmedi ve beni yavaşça kucağına aldı. Ona engel olmadım, içimden gelmedi. Hatta tamamen kucağına aldığında başımı omzuna koydum ve bunu yapmak kokusunu içime çekmeme neden oldu.

Kokusu beni öyle bir mest etti ki sanki bütün acılarım dindi o an.

Ağır adımlarla banyodan çıkardı beni, yatağıma götürdü ve yatırdı. Anında cenin pozisyonuna geldim, ayaklarımı karnıma çektim. O sırada üzerimi örttü, tüm bunlar bana iyi gelirken ne ara bu hâle, sadece onunla bu kadar iyi hissedecek hâle geldim ben bile bilmiyordum.

Yeterince ilgilendi, benim de ağlamam durdu, artık gider diye içimden geçirirken gitmek yerine yatağın yanına diz çöktü ve gözlerimin içine baktı. Bir şeyler söyleyecek gibi hissederken yine hiçbir şey söylemedi ve yüzüme dokundu, yanağımı okşadı.

Bu hem çok iyi hissettirirken hem de canımı çok yaktı, hiçbir şeyin yakmadığı kadar çok.

Yıllar önce ona hissettiğim şeyler yüzünden kaçıp gitmişti, arkasına bile bakmamıştı. Ben de ancak o gittikten sonra ondan kaçmaya başlamıştım. Önce yıllarca yalan bir öfkenin arkasına saklanmış, daha sonra öfkem yetmeyince yalan bir nefrete sığınmıştım.

Sanırım ben sadece hiçbir zaman onun benden kaçmasını kabullenememiştim.

Bu yüzden de o gitmedi, ben vazgeçtim yalanını kendime inandırmak için gidip hiç sevmediğim bir adamın yanında olmuş, onu sevmeye çalışmıştım. Fakat daha bu konuda başarılı olamamışken babamın zoruyla onun yanına gitmek zorunda kalmıştım. İşte o zaman ne yalan bir öfke ne nefret ne de sevgi kalmıştı.

Geriye bir tek o ve ona olan duygularım kalmıştı.

Kendime bile itiraf etmekte zorlanıyor olsam da ben onu seviyorum. Küçücük bir çocukken de seviyordum, şimdi de ve ben artık bastırmak zorunda olduğum bu sevginin altında eziliyorum. Çünkü bu duygularla yaşamayı bilmiyorum. Zaten öğrensem ne olacak ki? Hiçbirinin karşılığı yok, onun için bir anlamı da yok ve sanırım hiçbir zaman olmayacak.

Acıyla sızlayan gözlerimi kapattım, gözyaşlarımı akıttım. Sanırım ben hep böyle acı çekeceğim. Çünkü hiçbir zaman onun dikkatini çeken biri olmayacağım. Çok iyi biliyorum ki ben onun gözünde korumak zorunda olduğum bir çocuğum sadece, başka da hiçbir şey değil.

Oysa bilmiyordu ki beni en çok kendisinden koruması gerekiyordu, çünkü canımı en çok o yakıyordu.

"Ayliz," dedi bir anda ve sessizliği bozdu, gözyaşlarım hâlâ usul usul akmaya devam ederken gözlerimi araladım. Bir kez daha gözlerim yeşilleriyle temas etti ve onun konuşmasını beklemeden konuştum.

"Git," dedim, afallar gibi oldu. "Lütfen git," diye ekledim ve "Yalnız kalmak istiyorum," diye tamamladım cümlemi. Bakışlarından anladığım kadarıyla gitmek istemiyordu.

"Sen gitmezsen gelecekler, kimseyi görmek istemiyorum," dedim, konuşacak gibi olduğunda da bir kez daha "Lütfen git," deyip söyleyeceği her şeyi yutturdum ona. Fakat buna rağmen gitmedi, durup gözlerimin içine bakmaya devam etti. Beni yalnız bırakmak istemediğini anlarken gerçekten gitmesini istediğim için ona arkamı döndüm, pikenin altına girdim ve gitmesini bekledim.

Çok geçmeden beklediğim şey oldu, ayak sesleri duydum ve pes edip gittiğini anladım. Hâlâ gözyaşlarım sessiz sessiz akıp yastığımı ıslatırken pikenin altı daha da karanlık oldu, ışıkları kapattığını anladım. Hemen ardından da kapının açılma sesini duydum, sadece birkaç saniye sonra da aynı kapının kapandığını da duydum ve Pars'ın gittiğinden emin oldum.

Gözlerimi sıkı sıkı kapattım, ağlamak beni rahatlatıyordu ama sadece ağlayarak rahatlıyor olmamdan dolayı da rahatsızdım. Bu yüzden uyumak istedim, uyuyunca üzülmüyordum hiç değilse, üzülmeyince de canım yanmıyordu.

Bu düşünceler arasındayken ağlamaya devam edip ağlarken de uyku moduna geçtim. Fakat daha tam anlamıyla uyuyamadan, uyku ve uyanıklık arasında gidip gelirken birinin yüzüme dokunduğunu hissettim.

Sıcacık hissettiren bu dokunuş bana uzun zaman sonra huzur verirken zihnim biraz olsun ayıldı ve o geceyi hatırladım.

Hatırlamamla eşzamanlı olarak korkuyla iç çektim, doğrulmak istedim ama yanımdaki her kimse kalkmama engel oldu. Karanlıktan ve uyku sersemliğinden neler olduğunu anlayamazken "Şşt," dedi ve anında bunun Pars olduğunu anladım.

"Korkma, benim," diye ekledi güven verici bir ses tonuyla.

Onun güven ve huzur veren sesini duymak sakinleşmeme neden olurken başımı yeniden yastığa koydum. Neden yanımda olduğunu anlayamazken bunu soramadım, uykum daha ağır bastı ve gözlerimi yeniden kapattım.

Uykulu uykulu "Pars," dedim, sıcacık parmaklarını yanağımda hissettim ve içim yumuşacık oldu.

"Efendim," diye fısıldadı.

Dudaklarımda minicik bir tebessüm oluştu.

"Gitmemişsin," dedim.

Yüzüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

İç geçirip "Gidemedim," dedi.

O an kokusu bir kez daha burnumu doldurdu.

"Neden?" diye sordum, gözlerimi araladığımda gördüğüm ilk şey yine yeşilleri oldu.

İç çekti, uzun uzun baktı gözlerimin içine ve "Bazen gidilmiyor," dedi, nefesini bıraktı.

Dudaklarımda hissettiğim nefesi, kalbimin hızlanmasına neden olurken verdiği bu cevaba uykulu uykulu bir anlam veremedim.

"Pars," dedim bu yüzden bir kez daha.

"Hı." Verdiği bu tepki dudaklarımın yana kıvrılmasına neden olurken uykum çok ağır basmaya başladı ama buna rağmen konuşmaya devam ettim.

"Bu gece olanlar," dedim uykulu uykulu, yanağımı okşadı.

İçim sıcacık oldu yine, uzun zaman sonra ilk defa kendimi iyi hissettim.

"Düşünme bunları," dedi. "Uyu hadi," diye ekledi ama dediğini yapmak yerine konuşmaya devam ettim.

"Yarın sabah olanları unutamaz mısın?" Çaresizce sordum bu soruyu.

"Unutursam daha mı iyi hissedeceksin?" diye sordu o da.

"Hı hı," diye mırıldandım.

"Unuturum o zaman." Tebessüm ettim. "Hadi uyu artık," dedi yine ve "Buradayım ben," diye ekledi.

O an babam evdeyken nasıl burada diye düşünmeden edemedim. Fakat sonra bunun şu an için çok da önemli olmadığına karar verdim ve düşünmeyi boş verip bileğinden tuttum. Bu şekilde kendimi çok daha güvende hissedip uykuya dalmaya çalıştım.

Bu gece emin oldum ki ben artık bir tek onun yanında iyi hissediyordum.

****

Derin uykumdan ayılıp duvardaki saate baktığımda saat çoktan 9 olmuştu. Kendime gelmeye çalışırken gözlerim odanın içinde gezindi, kimseyi göremedim. Dün gece Pars'ın yanıma geldiğini hatırlayıp olanları düşündüm ve tebessüm ettim.

Beni o hâlde bırakıp gidememişti ve yanımda kalmıştı. Sonra ne zaman kalkıp gitti bilmiyordum ama şimdi odada yoktu. Hâlâ kendi kendime tebessüm ederken yüzümdeki o tebessümün solması çok uzun sürmedi ve sıkıntıya iç geçirdim.

Daha ne kadar bu şekilde devam edeceğim hayatıma? Ne kadar ağlayacağım? Ağlamak bir şeyler için çözüm olmuyor ki, aksine sanki her şeyi yolundan biraz daha çıkarıyordu. Bu yüzden hayatıma bu şekilde devam edemezdim, bir şekilde bazı şeyleri toparlamam ve yoluna koymam gerekiyordu.

Onu sevdiğimi kabul etmiştim, doğrusu buydu ne de olsa. Bu gerçeği inkar edemezdim, çünkü inkar etmek canımı yakıyordu. Fakat olmayacak bir şeye ağlayıp durmak yerine bir şeyler yapmam lazımdı.

Aldığım kararla ayağa kalktım, artık gerçekten toparlanmam gerekiyordu, üzerimdeki ölü toprağından kurtulmalıydım. Bu yüzden ilk iş banyoya gittim, elimi yüzümü yıkadım. Ardından da yeniden odaya dönüp dolabımın karşısına geçtim. Mini, siyah eteğimle aynı renk büstiyerimi aldım ve giydim. Daha sonra aynanın karşısına geçtim, saçlarımı taradım ve sade bir makyaj yaptım. Bu şekilde kendimi çok daha iyi hissedip salona indim.

Salona indiğimde babamı görmeyi beklerken gördüğüm kişi Pars oldu ve şaşırıp kaldım.

Onun burada ne işi vardı, niye burada kalmıştı? Hadi bunları geçtim, babam neredeydi ve Pars babama ne gibi bir bahane uydurup burada kalmıştı?

Ben bu düşünceler arasındayken koltukta uyuyan Pars'ın gözleri aralandı. Ne yanına gidebildim ne de onu görmemiş gibi yapıp geriye dönebildim. Bu yüzden olduğum yerde kalırken homurdandı, gözlerini ovaladı. Dikkatle ona bakarken tamamen kendine geldi ve hâlâ uzanırken etrafa bakındı.

İşte tam da o an beni gördü, göz göze geldik.

Ne o konuştu ne de ben, ikimiz de sessiz kaldık. Dün gece olanlardan sonra karşısında durup gözlerine bakmak bile benim için büyük bir cesaretken iç geçirdim. Dün gece bana söz vermişti, düne dair konuşmayacaktı. Bu yüzden kendimi biraz daha cesur hissedip konuştum.

"Günaydın," dedim.

Hareket eden âdemelmasından yutkunduğunu fark ederken konuştu.

"Günaydın," dedi.

Kendimi biraz daha cesur hissedip yanına gittim.

"Neden burada kaldın?" diye sordum, bu kadar basit bir soruya hemen cevap vermesi gerekirken sessiz kaldı. Ancak o an benim için kaldığını, şu an bunu dile getiremediğini anlayıp bunun için mutlu oldum ve ona yardımcı olmak isteyip bu soruyu hiç sormamış gibi başka bir şey sordum.

"Babam nerede?" Bu sorum onu rahatlattı, konunun değişmesinden memnun oldu.

"Gitti," dedi ve "Ben de bu yüzde burada kaldım zaten," diye ekledi.

"Nereye gitti?"

"Gece acil bir işi çıktı, bir şey yok korkma," dedi, başımı salladım. O sırada ayağa kalktı ve yanıma geldi, karşımda durup gözlerimin içine baktı.

"Sen iyi misin?" diye sordu endişeli bir ses tonuyla.

"İyiyim," dedim ve bunu ona inandırmak için tebessüm ettim. Buna rağmen emin olmak istercesine baktı gözlerimin içine. Tüm gece benimle ilgilenmiş ve benim için burada kalmış olmasından dolayı ben de onun için bir şeyler yapmak istedim ve aklıma tek bir şey geldi.

"Gideceksindir sen şimdi," dedim, konuşacak gibi oldu ama devam edip engel oldum ona. "Kahvaltı etmeden çıkma," dedim, yine konuşmak istedi ama yine engel oldum ona. Çünkü itiraz etmesinden korkuyordum.

"Hadi sen elini yüzünü yıka," dedim heyecanla ve büyük bir hevesle. "Kahvaltı benden," diye ekledim.

Şaşırdı ve bunu belli etmekten hiç çekinmedi.

"Sen mi?" diye sordu.

Aynı hevesle başımı salladım.

"Evet ben," dedim.

Yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Ayliz sen mutfakta bardağın yerini bile bilmezsin," dedi, kaşlarımı çattım.

Beni bu denli işe yaramaz biri olarak mı görüyordu gerçekten? Bunu düzeltmem lazımdı, beni böyle görmeye devam etmesine izin vermezdim.

"O kadar da değil," dedim, oysa doğru olan tam olarak buydu. Mutfağa girdiğimde ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim bile yoktu. Fakat sonuçta basit bir kahvaltıydı, hazırlardım herhalde.

"Bakma bana öyle," dedim hâlâ alayla bakıyor olduğu için ve "Hadi elini yüzünü yıka," diye ekleyip bu kez bir şeyler söylemesini beklemeden mutfağa geçtim.

"Hadi bakalım," diye mırıldandım ve derin bir iç çektim. "Sakın kendini rezil etme Ayliz," dedim ve kendimi hazır hissedip işe koyuldum.

İlk iş olarak çay demlemeye karar verdim. Bu yüzden de önce demliği buldum. Çayı bulmam biraz zor oldu ama en sonunda buldum ve göz kararı demliğe biraz attım. Ardından da altına su koydum, ocağı yakmam biraz zamanımı aldı ama en sonunda başardım ve yakıp demliği üzerine koydum.

"Kolaymış ya," dedim ve hâlime güldüm, bunun için sevindiğime inanmıyorum.

"Eee şimdi ne yapacağım?" diye sordum kendime, o an aklıma kahvaltı yapmayı sevmesem de yaptığım zamanlarda yemeyi en çok sevdiğim şeyin haşlanmış yumurta olduğu geldi ve yumurta haşlamaya karar verdim. Bir an için ne yapacağımı bilemedim. Fakat sonra hızlıca kendimi toparlayıp küçük bir tencere buldum, tencerenin içine de su koyup ocağın üzerine koydum ve içine iki yumurta attım.

"İşte bu be! Bunu da hallettim!" dedim ve bir kez de bunun için sevindiğim için kendime güldüm. Gülerken de dolaba gittim, domates çıkarıp yıkadım ve kesme tahtasını bulup domatesleri dilimlemeye çalıştım.

En son bunu yaparken Pars'a zarar verdiğimi hatırlayıp bir kez daha bunun için mahcup oldum. Fakat aklımı dağıtmak istemeyip bunu hemen zihnimden sildim ve yaptığım işe odaklandım.

Domatesi dilimlemeyi başardıktan sonra salatalık da dilimledim. O an gelen seslerden çayın kaynadığını anladım ve demlemek istedim. Bu yüzden bıçağı bıraktım, ocağa yaklaştım ve demliği tuttum. Kulpun sıcak olduğunu hissetsem de demlemeye çalıştım, tam o sırada su bir anda elime sıçradı.

Elim yanınca çığlık attım, demliği bıraktım. Sıcak su tezgaha döküldü, oradan da bacaklarıma sıçradı. Bu yüzden bir kez daha bağırdım, tezgahtan uzaklaştım.

Pars "Ayliz!" diye bağırarak mutfağa girdi, mutfak kapısında durdu ve bir bana bir de mahvettiğim tezgaha baktı.

Neler olduğunu anlayınca da telaşla yanıma geldi.

"Nasıl becerdin bunu?" diye sordu.

Gözlerim dolarken boğazım düğümlendi.

"Beceremedim," dedim ve ağlamaya başladım.

Bu kez canım yandığı için değil, içim acıdığı için ağladım.

Pars, bunun farkında olmadan "Sakin ol," dedi ve "Hastaneye gidelim, geçer," diye ekleyip beni sakinleştirmeye çalıştı.

Oysa benim derdim derimdeki birkaç yanık değil, kalbimin içinde yanan ateşti.

"İstemiyorum," dedim, birkaç adım geri gittim ve ondan uzaklaştım. Sonra da engel olmasına izin vermeden yanından ayrıldım, odama çıktım.

Odaya girdiğim an daha çok ağlamaya başladım.

Ne yaparsam yapayım hiçbir şey beceremiyorum ben. Bir çay demlemeyi bile beceremedim. Elimden ne gelirse yapıyorum ama buna rağmen hiçbir işe yaramıyorum bu hayatta.

Ağladığım için bir kez daha mideme ağrı girdi ve daha bu ağrı yüzünden daha çok ağlamaya başladım, o sırada gidip yatağın kenarına oturdum.

Başımı önüme eğmiş ağlamaya devam ederken birkaç dakika kadar sonra Pars odaya girdi. Onu görmek yüzümü ondan saklamak için başımı biraz daha öne eğmeme neden olurken bir yandan da konuştum.

"Niye geldin? Gitsene!" diye çıkıştım, kızıp gitmesi için bilerek yaptım bunu. Pars, tek kelime bile etmeden yanıma geldi. Benim gibi yatağın kenarına oturdu, dönüp ona bakmazken de elimi tuttu. Ancak o an elindeki kremi fark edebildim. Bunun yanık kremi olduğunu anlamak zor olmazken kremi elime sıktı ve tüy gibi dokunuşlarla kremi yanık yerin üzerine dağıttı.

Bu yaptığına engel olmadım, hatta hiç sesimi çıkarmadım ve o yanık elimle ilgilenirken sessiz sessiz ağlamaya devam ettim. Elimle işini bitirdiğinde ayağa kalktı, önüme oturdu ve kremi bacaklarımdaki yanıklara da sürdü.

O esnada sakinleştim, gözyaşlarım durdu. Canım yanıyordu ama şu an o benimle ilgilenirken bu umurumda bile değildi. Pars, bir süre sonra işini bitirdi ve başını kaldırdı, gözlerime baktı.

"Ayliz," dedi sakince, sakin olan ses tonu o kadar huzur veriyordu ki tüm kötü hisler yok oluyordu sanki. "Ağlamak sana hiç yakışmıyor." Cevap veremedim, bir şey söylemek içimden gelmedi ve gözlerimi kaçırdım. Pars o sırada ayağa kalktı, yeniden yanıma oturdu.

"Dün bana bir şey sordun," dedi, dünün konusu açıldığı için gerildim ve sessiz kalmaya devam ettim. Bir yandan da ne sormuştum diye düşünmeden edemedim. "Kalbini bilerek kırmıyorum," dedi, ancak o an ona sorduğum şeyi hatırlayabildim ve yine sessiz kalmaya devam ettim.

Çünkü böyle düşünmüyordum, aksine bile isteye yaptığına ve yapmaya devam edeceğine inanıyordum.

"Ben," dedi ve sustu, aldığı derin nefesi fark ettim. "Sana nasıl davranacağımı bilemiyorum." Bu cümleyle istemsizce gözlerim onu buldu, bakışlarımız kesişti ve Pars, gözlerini gözlerimden bir saniye bile olsun çekmeden konuşmaya devam etti.

"Aklım karışıyor," dediğinde bunun iyi bir şey mi kötü bir şey mi olduğunu anlayamadım ve daha fazla sessiz kalamadım.

"Bu iyi bir şey mi?" diye sordum.

Derin bir nefes aldı bir kez daha.

"Bunu bile bilmiyorum," dedi, iç geçirdi.

Anladım dercesine başımı salladım ve başımı önüme çevirdim.

"Ben de bilmiyorum," dedim ve dudaklarımın arasından titrek bir nefes bıraktım. "Hiçbir şey bilmiyorum," diye ekledim. Sonra da Pars'ın konuşmasını beklemeden devam ettim. "Ne senin hakkında ne de kendim hakkında, artık hiçbir şey bilmiyorum."

Bu sözler bile canımı yaktı, bu dünyadaki en zor şey meğerse insanın kendini tanımamasıymış. Hemen ardından da yalnızlık geliyormuş.

"Bunları sana niye anlatıyorsam," dedim, gözlerimin dolmasına bu kez engel oldum. "Boş versene," deyip ıslak kirpiklerimi sildim. Pars, sözlerim karşısında sessiz kalırken ben de daha fazla konuşmadım.

İçimdeki yalnızlık hissi, o yanımda olduğu hâlde devam edip mutsuz olmama neden olurken bakışlarımı usulca ona çevirdim ve o zaten bana bakıyor, gözlerini benden çekmiyor olduğundan göz göze geldik.

Her an ağlamaya hazır olan gözlerimi gördüğünde derin bir iç çekti. Ardından da sanki beni gülümsetmek istercesine dudaklarında buruk bir tebessüm oluştu. Onu böyle görmek ister istemez benim de küçücük de olsa tebessüm etmeme neden olurken birbirimize öylece bakakaldık.

Ben işte o an yalnız olmaktan vazgeçtim.

Çünkü o böyle yanımdayken, benimle ilgileniyorken yalnız olmak zorunda olmadığımı fark ettim ve üzerime çöken yalnızlık hissinden kurtulmaya karar verdim. Bunun için elimden ne geliyorsa yapacaktım, yapmaya hazırdım.

Fakat sadece yalnızlık duygusunu öldürmek değildi amacım, yetersizlik duygusunu da öldürecektim. Bu yüzden de her şeyden ve herkesten önce kendim için bir şeyler yapmam lazımdı.

Benim artık biri olmam gerekiyordu ve benim biri olma savaşım onun yeşil gözlerinin içine bakarken ve ona gülümserken başlamıştı.

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum♡

Bu bölümleri yazmak bana o kadar zor geliyor ki... Ayliz'in bu ruh hâline girmek hiç kolay olmuyor :(

Sizce bu durum ne kadar böyle devam edecek?

Ayliz hislerinde haklı mıydı?

Alıntı ve duyurular için;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%