Yeni Üyelik
24.
Bölüm

23.BÖLÜM "BİRİ OLMAK"

@gizzemasllan

Selam :)

Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.♡

Instagram: gizzemasllan

.

.

.

23. BÖLÜM "BİRİ OLMAK"

Hayatım, kendim hakkımda çok önemli kararlar alıp sonra onları uygulamamakla geçmişti. Başıma herhangi kötü bir şeyin geldiği günün gecesinde, başımı yastığa koyduğumda hep hayatımı düzene sokma, kendim için bir şeyler yapma kararı alırdım. Fakat sonra sabah uyanınca değil o kararları uygulamak, çoğunu hatırlamazdım bile ama şimdi çok farklıydı.

Şimdi, gerçekten bir şeyleri değiştirmem gerektiğini biliyordum. İçimdeki tüm kötü hislerden arınmalı, işte bu da benim hayatım diyebileceğim güzel bir hayatım olmalıydı.

Ben, artık biri olmalıydım.

Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım ve biraz olsun iyi hissetmeye çalıştım. Odadayken Pars'ın telefonu çalmış, her ne olduysa çok acil bir işi çıktığını söylemiş ve gitmek zorunda kalmıştı. Giderken de bir şey olursa ilk kendisini aramamı üst üste tembih etmişti. Buna rağmen hâlâ aklının burada olduğunu çok iyi biliyordum.

O gittikten sonra bir başıma odada durmak yerine yeniden salona inmiş, koltuğa oturmuş ve kendim için neler yapabileceğimi düşünüyordum.

"Acaba okula mı başlasam?" diye sordum bir anda kendime ve hemen ardından sıkıntıyla ofladım.

Bu, iyi bir başlangıç olabilirdi ama ben bunu yapmayı istemiyorum ki. Onları mutlu edeceğim diye kendimi mutsuz etmek istemiyorum. Onların da benim de mutlu olacağım, hayatım boyunca hiç sıkılmadan yürüyeceğim bir yola girmek istiyorum.

"Başka bir şey yapmalıyım," diye mırıldandım ve başımı koltuğun arkasına koydum, salonun tavanını izlerken o başka şeyin ne olabileceğini düşünmeye koyuldum. Çok geçmeden aklıma çok basit, hatta belki de sıradan olan ama işe yarayabilecek güzel bir şey geldi.

"Tabii ya," diye mırıldandım ve dudaklarım yana kıvrıldı. Çalışacaktım, daha doğrusu deneyecektim. Daha önce hiç çalışmamıştım ama yapabilirdim, sonuçta ne kadar zor olabilirdi ki?

Bunu hemen babamla konuşmaya karar verip telaşla telefonumu çıkardım, işi olup olmamasını önemsemedim bile ve onu aramak istedim. Muhtemelen bunu duyduğunda çok şaşıracak diye içimden geçirdim, bu da nedensiz yere hoşuma gitti ve kendi kendime gülümsemeye başladım.

Arayıp telefonu heyecanla kulağıma götürdüğümde telefonunun kapalı olduğunu fark ettim. Bu, heyecanımın biraz sönmesine neden olurken sıkıntıyla ofladım. Nereye gitmişti bu adam? Neden telefonu kapalıydı? Bunları düşünürken elbet eve gelecek diye içimden geçirip arkama yaslandım ve ne iş yapacağımı düşünmeye başladım.

Uzun uzun düşünmeme rağmen aklıma becerebileceğim bir iş gelmemesi sinirimi bozarken bir kez daha ofladım. Hiçbir işte tecrübem yoktu, tecrübeyi geçtim benim herhangi bir işe dair bilgim de yoktu.

Bu durumda kim beni işe alır ki?

Bu düşünce moralimi bozunca kendime kızdım. Hemen moralimi bozmaya gerek yoktu. Elbet benim de yapacağım bir şeyler var diye içimden geçirirken kapının açılma sesini duydum, hemen o tarafa baktım. Eve giren babamı gördüğüm an heyecanlandım, hemen kalkıp yanına gittim.

"Neredeydin?" Endişeyle sordum, Pars her ne kadar kötü bir şey yok dese de bir şey oldu diye endişelenmiştim.

"Acil bir işim vardı, erken çıkmak zorunda kaldım," diye açıkladı ve koluma dokundu. "Önemli bir şey değil, endişelenme." Tebessüm ettim ve gergince karşısında durmaya devam ettim. Bu gerginliğimi fark etmiş olacak ki kaşlarını çattı.

"Bir şey mi söyleyeceksin?" diye sordu derdimi anlamış gibi, hemen başımı salladım.

"Evet, seninle konuşmam gereken önemli bir şey var," derken kalbim, heyecandan küt küt atıyordu. Tepkisini çok merak ediyordum. Umarım olumsuz şeyler söylemezdi, çünkü olumsuz herhangi bir şey hevesimi kıracak gibi hissediyordum.

"Gel bakalım," dedi ve salona doğru yürüdü, ben de hemen peşinden gittim. Karşılıklı oturduğumuzda gözlerimin içine baktı. "Seni dinliyorum."

Hiç eveleyip gevelemeden, nedenlerimi ve hislerimi açıklamaya gerek duymadan "Ben çalışmak istiyorum," dedim, eşzamanlı olarak babam karşımda esaslı bir şaşkınlık yaşadı.

"Ne yapmak istiyorsun?" diye sordu, inanmak ister gibiydi.

"Çalışmak istiyorum," diye yineledim.

Şaşkınlığı daha da artarken gayet rahat bir tavırla arkama yaslandım.

"Bu nereden çıktı şimdi aniden?" Derin bir nefes aldım.

Asıl nedenimi ona açıklayamazdım, mümkün bile değildi hatta.

"Aniden çıkmadı," dedim bu yüzden ve devam ettim. "Uzun süredir düşünüyorum." Tek kaşını kaldırdı anında ve dikkatle baktı bana. Mantıklı bir neden sunmamış olmamdan dolayı hâlâ açıklama beklerken mecburen devam ettim konuşmaya.

"Ben çok sıkılıyorum," dedim, tepkisiz kalırken de devam ettim. "Hiç arkadaşım yok artık, bir anda bu ev dışında hayatım kalmadı. Yeni bir şeyler yapmak istiyorum bu yüzden," diye açıkladım kendimi, oysa tüm bunlar doğru değildi.

Ben aslında hayatımdan gayet memnundum ama içimde yeşeren kötü hislerden kurtulmak istiyordum ve o hisler o kadın hayatımıza girdikten sonra baş göstermeye başlamıştı. İşte bu yüzden küçük de olsa bir şeyi başarmak istiyordum. Bir şey başaramasam bile bir işe yaramak istiyordum.

O kadın gibi herhangi biri karşıma geçip da bana sorduğunda 'Ben de bunu yaptım," diyebileceğim bir şey olsun istiyordum.

Küçük ya da büyük, hiç fark etmezdi.

Ben tüm bunları düşünürken babam dikkatle yüzüme bakıyor ve sessizliğini koruyordu. Onun bu sessizliği modumu düşürdüğünden daha fazla dayanamadım ve "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum, aldığı derin nefesi fark ettim.

"Bir anda senden böyle bir şey duymayı beklemiyordum, ne söyleyeceğimi bilemedim." İstemsizce tebessüm ettim. "Ama olmaz," diye eklediği an ise tebessümüm yüzümde soldu.

"Neden?" Çaresizce dökülmüştü bu soru dudaklarımdan ve tam bana cevap verecek gibiyken devam etmesine izin vermeyip kendi cevabımı kendim verdim.

"Aslında nedenini biliyorum," dedim büyük bir hayal kırıklığıyla. "Bana güvenmiyorsun." Sanki çok basit bir cümleymiş gibi çıkmıştı bu cümle ağzımdan.

Oysa canımı çok yakmış, içimi acıtmıştı. Fakat tüm bu hisleri belli edecek herhangi bir şey yapamadım ve hepsini bastırmak zorunda kaldım.

"Bir şeyler yapabileceğime inanmıyorsun değil mi?" diye sordum ve sorarken delicesine onun bunu inkar edecek şeyler söylemesini diledim ama sessiz kaldı. Bu yüzden hafifçe başımı önüme eğdim, içimden geçenleri söyledim.

"Doğrusu ben de bundan pek emin değilim." Çok cılız çıkmıştı sesim, hayal kırıklığım bastırmıştı çünkü sesimi. "Sadece denemek istiyorum," deyip cesaret ettim ve başımı kaldırıp gözlerine baktım.

Bu, ağlamak istememe neden olurken elimden geldiği kadar kendime engel olup devam ettim.

"Bu evde böyle boş boş yaşamak istemiyorum, ben de bir şeyler yapmak istiyorum," deyip sustum, daha fazla söyleyecek bir şeyim yoktu, hatta gücüm de yoktu. Biraz daha devam edersem ağlamaya başlayacaktım ve bu, şu an için yapmak istediğim son şey bile değildi.

"Güvenmek ya da inanmamak değil kızım," dedi gözlerimin içine bakarak. "Çalışmanı, kendi ayaklarının üstünde durmanı, yeni ve düzgün arkadaşlar edinmeni ben de çok isterim. Kendin için bir şeyler yapman beni çok mutlu eder, hatta düşünmenden dolayı bile çok mutlu oldum."

"Peki neden o zaman?" diye sordum anında. "Neden olmaz?"

"Şimdilik olmaz," dedi o da anında ve ekledi. "Sen de neler olduğunu biliyorsun." İşte bu cümle her şeyi açıklamış oldu, kendimi tutamayıp yanaklarımı şişire şişire ofladım.

"Biliyorum sıkıldın ama bize biraz daha zaman ver, söz veriyorum en kısa zamanda her şeyi yoluna sokacağım ve sen de istediğin her şeyi yapabileceksin ama şimdi olmaz kızım," dedi, sözleri karşısında hiçbir şey diyemedim ve sessiz kaldım.

Başımı önüme eğerken canım epey bir sıkılmıştı, fakat buna rağmen üzerine gidemedim, yapmak istiyorum diye ısrar edemedim. Aslında normalde olsaydık bunu çoktan yapmaya başlardım ama bu kez yapamadım. Mızmızlanan küçük bir çocuk gibi görünmek istemedim. Çünkü bu konudan da, bu konu karşısında verdiğim tepkilerden de Pars'ın haberinin olacağını çok iyi biliyordum. Bu yüzden bu konu beni mutsuz ediyor olsa da sesimi çıkarmadım.

"Tamam," dedim istemeye istemeye ve ekledim. "Sen nasıl istersen öyle olsun." Aldığı bu cevap babamı epeyce şaşırttı, bu konunun uzayacağını düşündüğü ve her şeyi bu kadar çabuk kabul etmemi beklemediği her hâlinden belliydi. Daha önce yaşadığımız şeyleri düşünürsek aslında adam biraz da haklıydı şaşırmakta. Fakat artık bundan sonra hep böyleydi, onların istediği gibi biri olacaktım.

İşe yarayan, olgun davranan ve şımarıklık yapmayan biri...

Belki böyle biri olmayı sevmeyeceğim ama olsun o zaman daha çok yanımda olabilirlerdi ve bu, beni mutlu etmek için yeterliydi. Hem yanımda olurlarsa eğer Tan'ı yaptığı o kadar şeye rağmen özleyecek kadar yalnız hissetmezdim kendimi.

Bir yandan bunları düşünürken bir yandan hissettiğim mutsuzluğu belli etmemeye çalıştım. Bu yüzden yeniden baktım babamın gözlerinin içine ve tebessüm ederek devam ettim konuşmaya.

"Bir an için unuttum her şeyi ama haklısın, güvende olmam daha önemli şimdi." Sözlerim karşısında daha da şaşırırken ayağa kalktım. "Odamdayım o zaman." Başını salladı, sessiz kaldı. Ben de zaten bir şey söylemesini beklemedim ve odaya çıktım.

Odama girdiğimde gidip yatağımın kenarına oturdum. Oturur oturmaz elimdeki yanık dikkatimi çekti. Artık acımadığı için ancak görünce yandığını hatırlamıştım ve hatırladığım tek şey bu değildi, Pars'ın benimle ilgilendiğini de hatırladım ve gülümsedim.

Gülümsemeye ve Pars'ın benimle ilgilenmiş olduğunu düşünmeye devam ederken başka bir şeyler yapmalıyım diye geçirdim içimden. Babam biraz zaman istemişti her şey için ama ben biraz daha zaman kaybetmek istemiyordum. Bir an önce onlara kendimi kanıtlayacak bir şeyler yapmak istiyordum.

Hem de bu evden hiç çıkmadan, kendimi tehlikeye atmadan ve onları hiç kızdırmadan.

Böyle bir şey bulamayacak olma ihtimalimle yüzleşmek canımı sıkarken kendimi geriye bıraktım ve yatağa uzanıp tavanı seyretmeye koyuldum.

Bu hayatta benim de yapabileceğim bir şey yok muydu? Kendimize bir yol çizmek kadar mı zordu? Yoksa benim sınırlarım mı engel oluyordu bana? Bu soruların cevabını bilmiyorum ama sanki benim için her şeyin çözülmesi de bu soruların cevabına bağlı gibiydi.

Çalan telefonum düşüncelerimden sıyrılmama neden olurken telefonumu çıkardım ve ekrana baktım. Pars'ın aradığını gördüğüm an kalbim heyecandan hızla atmaya başladı, telaşla doğruldum. Ellerim tir tir titrerken hemen açmak istemeyip biraz bekledim. Telefon birkaç kez çaldıktan sonra ise derin bir nefes alıp sonunda aramasına yanıt verebildim.

"Efendim?" Sesim, tahmin ettiğimden çok daha düzgün çıkınca rahat bir nefes aldım.

"Neredesin?" Sesini duymak bile heyecanıma heyecan kattı, yine de elimden geldiğince bunu bastırmaya çalışıp cevap verdim ona.

"Evdeyim," dedim ve derin bir nefes alıp ekledim. "Zaten evden çıktığım mı var?" Sesimin sitem edercesine çıkmasına engel olamamıştım. "Sen niye aradın, bir şey mi söyleyeceksin?" diye sordum merakla, onun beni nedensiz yere aramış olması pek de mümkün değildi çünkü.

"Ben şey için aradım," dedi ve sustu, ne için aradığını söylemedi.

"Ne için?" diye sordum ben de merakla.

"Elin," dedi bir anda, gözlerim istemsizce elime gitti. "Elin için," diye açıkladı ve sordu. "Nasıl oldu?"

"Daha iyi," dedim ve gözlerim hâlâ elimdeyken ekledim. "Krem iyi geldi sanırım, hiçbir şey hissetmiyorum," dedikten sonra bir kez daha derin bir nefes aldım ve ilave ettim. "Teşekkür ederim." Bunu söyledikten sonra gözlerimi kapadım.

Sanırım artık birilerine teşekkür etmeye ve özür dilemeye alışsam iyi olacaktı. Ne de olsa olgun bir birey böyle olurdu. Fakat yakınlarıma karşı bu tarz şeyleri söylemeye pek alışık değildim ben.

"Ben sana beceremezsin demiştim." Söylediği şeyi duyduğum an düşüncelerim dağıldı, kaşlarımı çattım.

Fakat sakin kalmakta da kararlıydım.

"Allah aşkına bunun için mi aradın? Ben demiştim demek için?"

"Bunun için aradım," dedi, bir kez daha kaşlarımı çattım. "Evdeyken söyleyememiştim, içimde kalmış," diye ekledi bir de dalga geçercesine ve ben buna kızmak yerine güldüm.

"İyi, söyledin rahatladın mı bari?" diye sordum gülerken.

"Rahatladım," demesi beni daha çok güldürdü.

"Başka bir şey?" diye sordum bu kez de.

"Yok başka bir şey," dediğinde telefonu yüzüne kapatmak için kulağımdan indirdim. Fakat bunu yapamadım, duraksadım. Ne de olsa bundan sonra düzgün davranmaya karar vermiştim değil mi?

Bunu hatırlayınca telefonu yeniden kulağıma yaklaştırdım.

"Kapatıyorum o zaman," dedim ve kendi hâlime sessizce güldüm. Ona karşı böyle davranmak pek de benlik bir şey değilmiş ama bundan sonra böyle olmak zorundaydım.

"Kapat." Verdiği bu tek kelimelik cevap sinirimi bozdu, göz devirdim. Neyse ki bunu görmesi mümkün bile değildi.

"Görüşürüz," dedim onun az önceki kaba hâlinin aksine fazlasıyla sevecen bir tavırla ve anında bu durumu yadırgadım.

Tamam, ilk defa birine görüşürüz demiyordum, yadırgadığım kısım da bu değildi zaten, ilk defa onunla bir konuşmamızın güzel bitiyor olmasıydı.

Pars'ın "Görüşürüz," dediğini duyduğumda onun da sesindeki tuhaflığı fark ettim. Muhtemelen benim fark ettiğim şeyi o da fark etmişti ve o da bunu yadırgıyordu. İkimizin de düştüğü bu hâl komik gelince gülmek istedim ama kendime engel oldum, onunla dalga geçtiğimi düşünsün istemedim. Aynı zamanda bu durumu da daha fazla uzatmak istemedim ve başka bir şey söylemeye gerek duymayıp sonunda telefonu kapattım.

"Ay bu ne gergin bir şeymiş ya!" diye söylenip kendimi yeniden geriye bıraktım, yatağıma uzandım. Az önceki halim yüzünden kendi kendime gülmeye devam ederken bir yandan da düşünmeye devam ettim.

Bir süre daha düşünmek ve hiçbir şey bulamamak aklıma çok başka bir şeyi getirmişti. Aslında bir şeyleri yapma işini daha sonraya bırakabilirdim. Şimdilik sadece biraz olsun değiştiğimi görmeleri yetebilirdi. Fakat bunun için de hepsini bir araya getirmem gerekiyordu ve sanırım bunun için tek bir yol vardı.

Aniden aldığım kararla ayağa kalkıp telaşla odadan çıktım ve salona inip babamın yanına gittim, yanına oturdum ve oturur oturmaz "Akşama bizimkileri çağırsana, hep beraber yemek yeriz," dedim, babamın bakışları beni buldu.

"Parsları mı?" diye sordu, başımı salladım.

"Evet, yalnız yemeyelim istedim." Tek kaşını kaldırdı. "Gelsinler beraber yiyelim işte."

"Hayırdır?" diye sordu babam imalı bir tavırla ve şüpheyle devam etti. "Sen yine yoksa bir şeyler mi çeviriyorsun?"

"Hayır!" dedim anında, hızla kendimi savunmaya geçtim ve devam ettim. "Yemin ediyorum bir şey çevirmiyorum, sadece onlarla biraz daha yakın olmak istiyorum," diye açıkladım kendimi, babam inanmaz bakışlar atarken de "Daha doğrusu yakın olmaktan da ziyade tek başıma canım çok sıkılıyor, gelsinler işte beraber vakit geçirelim," deyip daha inandırıcı bir açıklama yaptım.

"Daha dün geldiler ama yemekten yarım kalktın." Bunu sitem edercesine söylemişti.

"Midem kötüydü," deyip istemsizce karnıma dokundum. "Gerçekten iki gündür çok kötü midem. Dün de kendimi iyi hissetmeyince odaya çıktım, çıkar çıkmaz da uyumuşum zaten." Bunları anlatırken dün gece Pars'ın benimle ilgilendiği o anları hatırladım, onunla sarıldığımız o anı düşündüm.

Bu düşünceler mutlu olmam için yeterli olurken içim sıcacık oldu.

"Tamam, birazdan ararım. Eğer başka işleri yoksa gelirler zaten," dedi, işimi şansa bırakmak istemedim.

"İşimiz var derlerse eğer sen yine de biraz ısrar et."

Babam bu hâlime güldü, bir yandan da başını salladı.

"Tamam ederim," deyince ben de tebessüm ettim.

"Akşam için ben de bir şeyler yapacağım," dedim, babam anlamsızca bakarken de "Yemeklerden bahsediyorum," diye ekledim ve devam ettim. "Salata falan yaparım." Bu sözlerim yine babamı şaşırtırken başka hiçbir şey demeyip ayağa kalktım.

"Hatta ben şimdiden denemeye başlayayım, ancak yetişir," deyip kendi söylediğim şeye kendim güldüm ve mutfağa gittim.

Mutfağa girdiğimde telefondan saate bakıp 3 olduğumu gördüm. Her gün yemek için gelen kadın 2 saat içinde gelecekti muhtemelen. Fakat o gelene kadar ben bir şeyler yapabilirdim.

Yani umarım, inşallah yapabilirdim.

Elime yüzüme bulaştırmazsam eğer.

Acaba ne yapsam diye düşünürken kendimi çok da zorlamamaya karar verip pilav ve salata yapmakta karar kıldım. Ana yemeği de kadın yapardı. Sonuçta ilk defa mutfağa giriyordum, her şeyi benim yapacak hâlim yoktu ya!

Aldığım kararla internetten bir tarif açtım. Tarife göz gezdirdiğimde biraz zorlanacak gibi hissettim ama yine de geri adım atmaya hiç niyetim yoktu. Bu yüzden bir an önce işe koyulsam iyi olacaktı.

Malzemelerin yerlerini bilmediğim için hepsini bir araya getirmek biraz zamanımı aldı ama neyse ki başardım ve hızla pilavı yapmak için uğraşmaya başladım. İlk denemem başarısız oldu çünkü yağı biraz fazla kızdırdığımdan şehriyeleri yakmıştım.

Bu yüzden kendime kızdım, bu şekilde devam edemeyeceğim için pilavı en baştan yapmaya karar verip baştan başladım. Kırk dakikanın sonunda zorlukla da olsa tarife uygun bir pilav yapmayı başardım. Sanki bunun da rengi normal bir pilava göre biraz koyu olmuştu ama yapabileceğimin en iyisi buydu. Tekrar baştan yapacak hâlim yoktu.

Pilavı kendimce hallettiğime karar verip bu kez de salata yapmaya koyuldum. Salatayı yapmak, pilav yapmaktan daha kolay gelirken yemekler için her gün gelen kadın geldi. Bugün neden erken geldiğini düşünürken kesinlikle müdahale etmemesi konusunda onu uyarıp salatanın da hepsini ben yaptım.

İşim bittiğinde ve pilavla salata hazır olduğunda kendimi çok büyük bir şey başarmış gibi hissediyordum. Çünkü daha sabah çay bile demleyememişken bunları yapmış olmak benim için büyük bir adım gibiydi.

Mutfağa girmeme alışık olmayan kadın geldiği ilk andan beri bana anlamsız bakışlar atarken gözlerimi ona çevirdim. Göz göze geldiğimizde yüz ifadesini hemen toparladı.

"Akşama misafir gelecek, pilav ve salatayı ben yaptım, ana yemeği de siz yapın," dedim, kadın başını salladı. Ana yemeği yapmayı aklımın ucundan dahi geçirmemiştim çünkü herkesi doyuracak bir yemek yapabileceğimi hiç zannetmiyordum.

Henüz kendime o kadar da güvenim yoktu.

Kadın beni onaylarken mutfaktan ayrıldım, hızla odama çıktım. Odaya girdiğimde de kendimi hemen duşa attım, hızlıca duş aldım. Duştan sonra ise saçlarımı düzleştirdim. Hemen ardından sade bir makyaj yaptım ve sonrasında kendim için bir elbise seçtim, giydim.

Tamamen hazır olduktan sonra aynadaki aksime bakarken düşündüğüm tek şey uzun zaman sonra kendimi güzel hissediyor oluşumdu. Bu his tebessüm etmeme neden olurken gözlerim bir anda masama takıldı. Üzerindeki resimleri görünce istemsizce o tarafa doğru yürüdüm ve kağıtları aldım elime, sanki ben çizmemişim gibi incelemeye başladım.

İşte o an aklıma bir şey geldi, ben neden yapabileceğim bir şeyi uzakta arıyordum ki? Belki büyük bir şey değildi ama benim de yapabileceğim bir şey vardı; resim çizmek...

Yüzümde anlamsız bir gülümseme oluşurken içim bir anda kıpır kıpır olmuştu. Bu zamana kadar hiç kimseye bundan bahsetmemiş olsam da ben sürekli bir şeyler çizen ve bunda başarılı olduğunu düşünen biriydim.

Şimdi, belki de aradığım şey ellerimde duruyordu.

Gülümsemem giderek büyürken onlara bundan bahsedebilirim diye geçirdim içimden. Hem neden bahsedemeyeyim ki? Ayıp bir şey yapmıyorum ya!

Aldığım bu karar içimde var olan sıkıntının bir nebze olsun azalmasına neden olurken bahçeye duran arabanın sesini duydum. Birinin geldiğinden emin olurken kimin geldiğine bakmaya bile gerek duymadan resimleri masanın üzerine bıraktım ve odadan çıktım, salona indim.

Son merdivenlerdeyken eve giren Pars'la karşılaştım. Onu görmek istemsizce arkasına doğru bakmama, bir başkası var mı diye kontrol etmeme neden oldu. Fakat kimseyi göremedim ve yalnız geldiğinden emin oldum. Bu, keyfimi biraz daha yerine getirirken gözlerimi yeniden Pars'a çevirdim, sıcacık tebessüm ettim.

"Hoş geldin," dedim elimden geldiğince samimi ve sıcak bir tavırla.

"Hoş buldum," dediğinde gözlerim bir kez daha istemsizce kapıya doğru gitti ve hemen yeniden ona çevirdim, emin olmak için sordum.

"Başka kimse gelmedi mi?" Merakla sorduğum bu soru karşısında sessiz kaldığında "Dün burada olan arkadaşın mesela," diye kimden bahsettiğimi de açıkça belirtmiş oldum.

"Gelecek, baban onu da çağırmış," diye açıkladı, kaşlarımı çattım.

"Neden birlikte gelmediniz?"

"Birlikte değildik çünkü," diye yanıtladı anında, bu cevap fazlasıyla hoşuma giderken bunu belli etmemeye çalışarak devam ettim sormaya.

"Öyle mi? Ayrı düştünüz demek, neden acaba?" Anında çattı kaşlarını ve gözlerinin kenarı kısıldı. Neden böyle baktığını anlamaya çalışırken bakışlarını şüphe esir aldı.

"Sen bir şey mi ima etmek istiyorsun?" diye sordu, umursamaz bir tavırla omuz silktim.

"Yo, ne ima edeceğim?"

"O zaman bir şey sormak istiyorsun," dedi ve cevap vermemi bile beklemeden devam etti. "Ne soracaksan sor, kıvranıp durma karşımda." Hızla kendimi savunmaya geçtim.

"Ne soracağım ya?" dedim ve devam ettim. "Sormak istesem sorarım zaten, senden korkacak değilim ya," deyip yine omuz silktim. "Kadını görmeyince merak ettim sadece," diye de ekledim, daha da açıklamaya devam etmek istemedim.

Yeterince saçma bir şekilde uzamıştı bu konu zaten ve bizim aramızda ne zaman bir konu uzasa sonu hep kavgayla bitiyordu. Bu kez onunla kavga etmek, isteyeceğim son şey bile değildi.

"Her neyse, gelecekmiş zaten," deyip kapattım konuyu, o sırada Pars gözünün ucuyla elime baktı ve yeşilleri yeniden gözlerimi buldu.

Göz kırparak "Elin nasıl oldu?" diye sordu, sorarken de salona doğru yürüdü. Ben de hemen peşinden yürüdüm.

"Önemli bir şey yoktu zaten, krem sürünce de tamamen geçti," dedim, oturduğu koltuğun karşısındaki koltuğa oturdum.

"İnat etmeseydin böyle olmayacaktı zaten," deyip arkasına yaslandı. "Bence sen başına bela açmaktan zevk alıyorsun."

Bir kaza yüzünden bu kadar dalga geçecek şekilde söyleniyor olması beni kızdırırken olabildiğince sinirli bir tavırla baktım gözlerinin içine ve tam ona onun gibi karşılık verecekken sakin kalmam gerektiğini hatırladım, bunu yapmaktan vazgeçtim. Derin bir nefes alıp sakinliğimi koruduktan sonra gayet olgun bir tavırla cevap verdim.

"Başıma bela açmaktan zevk almıyorum," dedim, Pars sanki her an ona laf çarpacakmışım gibi hazırda beklerken cümlemi tamamladım. "Sadece küçük bir aksilik yaşadım." Bir an şaşırır gibi olsa da bu duygusunu hemen gizledi. Fakat bir an için bile onu bu denli şaşkınlığa uğratmış olduğumu görmüştüm sonuçta ve bu da fazlasıyla hoşuma gitmişti. Bu yüzden devam ettim.

"Ayrıca mutfak konusunda bir bilgim olmasa da yeteneğim var. Mesela akşam için pilav ve salatayı ben yaptım, sabah yaşadığım şey küçük bir aksilikti sadece." Beni sonuna kadar dinledikten sonra gözlerini kısıp şüpheyle baktı yüzüme.

"Sen iyi misin?" Bu soru beni güldürecek gibi oldu ama kendime engel oldum.

"İyiyim, neden sordun?"

"Ne bileyim böyle bir tuhafsın." Bunu söylerken yüzünde oluşan o anlamsız ifade çok komikti.

"Nasıl tuhaf?" diye sordum.

Onunla uğraşmak hoşuma gidiyordu çünkü.

"Tuhaf işte," dedi ve gözleri anlamsızca üzerimde gezindikten sonra ekledi. "Başka birisi gibisin." Hafifçe tebessüm ettim, tabii kendisiyle en ufak bir sözlü tartışmada kavgaya gireceğimi bildiği için böyle düşünmesi çok normaldi.

"Bir sakinlik gelmiş sana." Kısacık da olsa güldüm bu söylediği şeye, o sırada Pars sıkıntıyla oflayıp koltuğa biraz daha yerleşti.

"Seninle uğraşmaktan zevk alamadım şu an." Bu cümleyle kahkahalarla gülmek istesem de elimden geldiğince tepkisiz kaldım.

"Daha önce zevk aldığın için uğraşıyordun demek benimle?" diye sorup dikkatle baktım gözlerinin içine.

"Zevk almasam niye uğraşayım?" Kollarımı göğsümün altında toplarken arkama yaslandım.

"Ben hiç zevk almıyordum yalnız."

"O da senin sorunun." Anında verdiği bu cevap beni şaşırttı ve ilk şaşkınlığı üzerimden attığım an güldüm.

"Bunları öğrendiğim iyi oldu Pars Atakan, bundan sonra buna göre davranacağım." İmayla kaldırdı tek kaşını.

"Hadi bakalım," derken bunu yapabileceğime hiç inancı yok gibiydi. Oysa benim bunu çoktan yapmaya başlamıştım bile.

"Savcı nerede bu arada?" diye sordu gözleri etrafta gezinirken, babama ismiyle hitap etmek ya da abi demek yerine neden savcı diyordu pek anlamış değilim.

Bunu düşünürken "Odasında herhalde," deyip cevap verdim. "İner birazdan." O hafifçe başını sallayarak beni onaylarken yukarıdaki resimleri düşündüm.

Acaba bundan ona bahsetse miydim? Kimse yokken belki daha cesur olur, kendime daha çok güvenebilirdim. Sanırım şimdi tam zamanıydı, sanki şimdi yapmazsam bir daha hiç yapamayacak gibi hissediyordum.

Bu his bir anda "Sana bir şey söyleyeceğim," dememe neden olurken yeşilleri yeniden beni buldu.

Umarım bir anda böyle bir şeyi söylediğim için 'Şimdi bu ne alaka, niye bana bunu söylüyorsun ya da ne yapayım?' tarzı bir tepki verip de tüm özgüvenimi altüst etmezdi.

"Söyle bakalım," derken tamamen bana odaklanmış ve fark ettiğim kadarıyla merakla konuşmamı bekliyordu. Umarım düşündüğüm gibi bir tepki vermez diye içimden geçirip tam konuşacakken bana engel olan şey çalan telefonu oldu.

Bu, sinirlerimi bozarken Pars telefonunu çıkardı ve her kim arıyorsa yanımda konuşmak istememiş olacak ki ayağa kalkıp bahçeye çıktı.

Üzerime derin bir hüzün çökerken bir yandan elimdeki güzel fırsatı değerlendiremediğim için kendime kızıyor bir yandan da elbet yeni bir fırsat daha geçecek elime diye kendimi teselli ediyordum.

"N'aber gri kafa?" Birinin bunu dediğini duyduğum an hızla kapıya doğru döndüm, eve giren Doğan'ı gördüm.

Hitap şekli yüzünden kızgın bir tavırla ona bakarken "Artık gri değilim," dedim sanki o bunu görmüyormuş gibi.

Alaylı bir tavırla "Tüh be unutmuşum," deyip salona geldi ve az önce Pars'ın oturduğu yere -tam karşıma- oturdu.

"Daha doğrusu valla benim sana Ayliz demek hiç içimden gelmiyor," dedi ve güldü. "Başka bir şey bulmalıyım," deyip yalandan düşünür gibi yaptıktan sonra gözlerimin içine baktı.

"Siyah kafa da olmuyor ki hiç." Bunu ciddiye alıp ona kızmak yerine güldüm.

"Gülme, bu ciddi bir konu," dediğinde arkamdaki yastığı ona attım. Fakat boynum yüzünden sert bir atış olmadı bu ve yastık onun ayaklarının dibine yere düştü. Eşzamanlı olarak Doğan hızla yere eğildi, yastığı aldı ve bu kez de o bana attı. Yastık, yüzüme çarptı.

Sanki canım çok acımış gibi çığlık attım. Boynumda küçük bir sızı belirirken bunu çok da umursamadan yüzüme çarpan yastığı bir kez daha ona attım.

"Salak!" diye de bağırdım aynı zamanda, yüksek sesle gülmeye başladı. "Bak bir de gülüyor ya!" diye kızdım.

"Ne yapayım, ağlayayım mı?" diye sordu gülmesinin arasında.

"Sen polissin polis, biraz ciddi ol!"

"Mesai saatlerinin dışındayız," deyip bir de kendini savundu. O sırada Erdem girdi eve.

"Sesiniz bahçeye kadar geliyor, didişip durmayın!" diye uyarırken yanımıza geldi.

"Abim bahçede, sesinizi duyarsa ikinizin de canına okur." O bizi uyarmaya devam ederken zihnim bir anda beni geçmişe götürdü.

Biz küçükken de hep böyleydi. Hep böyle Doğan'la saçma sapan sebeplerden dolayı kavga ederdik, sonra Pars gelirdi ve ikimizi de haşlardı.

Hatırladıklarım sessizce gülmemek neden olurken Doğan "Büyüdük biz artık," dedi, Erdem salondaki diğer koltuğa otururken cevap verdi Doğan'a.

"Sadece bedenen," dedi alayla, Doğan'la birbirimize baktık.

Göz göze geldiğimizde Doğan "Laf soktu bize," dedi, başımı salladım.

"Fark ettim," dedim, gayet ciddi bir şekilde konuşurken Doğan bir anda yeniden yerden yastığı aldı ve attı.

Bir kez daha çığlık attım, aynı yastığı Doğan'a attım ve bu kez ben de yüzüne denk getirebildim.

Bu yüzden kahkaha atarken "Hay senin elinin ayarına!" diye söylendi, daha çok gülmeye başladım. O sırada yeniden yere düşen yastığa eğildi, fakat o yastığı almasına fırsat vermeden hızla yanımdaki bir diğer yastığı fırlattım ona ve kahkaha attım bir kez daha.

Ben, kahkahalarla gülmeye devam ederken kendini toparlayan Doğan attığım iki yastığı da aldı, ikisini de bana doğru attı. Bunu birkaç saniye önceden fark ettiğimden kollarımla kendimi korumaya geçtim, yastıklar art arda kollarıma çarpıp yere düştüler.

Onun yastık atma girişimi bu kez başarısız olduğundan daha çok gülmeye başladım. Ta ki bahçe kapısının sesini duyana kadar. O sesi duyduğum an hızla kendimi toparladım, kapıya doğru baktım ve kapının orada dikilen Pars'ı gördüm.

Tabii bu esnada Doğan da kendini toparlamıştı.

Pars, gözlerini Doğan ve benim aramda gezdirdikten sonra yerdeki yastıklara baktı. Bunu fark ettiğim an hızla yerden yastıkları aldım, alırken de "Bunlar da düşmüş yere," deyip oturduğum koltuğa bıraktım yastıkları ve kendimce durumu toparlamaya çalıştım.

Pars karşımda pek de buna inanmış gibi durmazken "Valla bir şey yapmıyorduk," dedim.

"Niye çığlık attın?" diye sordu gayet ciddi bir tavırla gözlerimin içine bakarken.

"Sevinçten," diye araya girdi Doğan, gözlerim hemen onu buldu. "Ben gelince sevinip çığlık attı," diye açıkladı durumu, bir kez daha kahkaha atmamak için kendimi çok zor tuttum.

O sırada Pars'ın gözleri beni buldu, hızla yüz ifademi toparladım.

"İki defa mı?" diye sordu, buna ne cevap vereceğimi bilemeyip sessiz kalırken yine Doğan araya girdi.

"Erdem de geldi ya," dedi, Pars ona baktı. "Önce ben sonra o girdi, ikimize de bir çığlık düşüyor işte," deyip saçma sapan bir açıklama yaptı.

Kendime engel olamayıp güldüm, hem de sesli...

Kendi sesim kulaklarıma geldiği ilk an ise hızla kendimi toparladım, dudaklarımı birbirine bastırdım. Fakat çoktan Pars'ın gözleri beni bulmuştu bile.

Yine ne söyleyecek diye beklerken "Saçlarını düzelt," dedi, hızla telefonu cebimden çıkarıp ekrandan kendime baktım ve saçlarımın darmadağın olduğunu gördüm. Tam o sırada o Ayşin'in eve girdiğini fark ettim ve elimden geldiğince hızla düzelttim saçlarımı, o esnada Ayşin'de salona ulaşmıştı.

Ayşin, gelir gelmez hepsinin ilgi odağı olurken ve hoş geldin muhabbeti dönerken burada ev sahibi olmama rağmen sessizliğimi korudum. Hoş geldin demek pek de içimden gelmedi, zaten diğerleri derken benim dememiş olduğumu kimse fark etmedi bile.

Onlar henüz daha selamlaşma kısmındayken babam da geldi salona. Onun da ilk selam verdiği Ayşin oldu. Sonra da koltuklara geçip oturdular ve sohbet başlamış oldu.

Ben de bir köşede oturup onları dinlemeye koyuldum.

"O adamın serbest bırakılması çok saçmaydı," dedi Doğan, hiç tanımadığım, hatta ismini bile duymadığım bir adam hakkında konuşuyorlardı.

Babam, Doğan'a kanuni bir dille adamın neden serbest bırakıldığını açıklarken yavaştan sıkılmaya başlamıştım. Fakat bu kez kaçacak bir yerim yoktu, öyle bir şansım da yoktu.

Ne de olsa bir araya gelmeyi isteyen ben olmuştum.

"Agâh Bey haklı, sonuçta yasalar ne diyorsa o," dedi Ayşin, bu kadının her sözü, her hareketi sinirimi bozuyor diye içimden geçirirken Pars'a baktım ve konuyla da salondaki hiç kimseyle de ilgilenmediğini, ilgisinin telefonda olduğunu fark ettim.

"Aynen öyle, yasalar ne diyorsa o," diye onayladı babam, bu konuda hiçbir bilgim olmadığı hâlde bana mantıklı gelen şeyi söylemek istedim. Belki biraz da sohbete dahil olmak, kendimi fark ettirmek de istemiş olabilirdim.

"Ama bence..." Devam edemedim, Ayşin araya girdi.

"O adam bir gün yeniden karşımıza çıkacak gibi ama, şimdi kurtuldu ama bir gün elbet deliller olacak. O zaman hiçbir şekilde kurtaramayacak kendini." Sözümü kesip kurmuştu bu cümleyi ve bunu hiç kimse fark etmemişti.

Bu yüzden sinirlensem de elimden geldiğince sakin kaldım ve farklı bir konu açmak istedim. Zaten iş hakkında konuşmalarından sıkılmıştım.

"Sen Amerika'da..." diye Ayşin'e bakarak konuya girdim ama yine fark edilmedim ya da umursanmadım ve bu kez de Erdem tarafından sözüm kesildi.

"Kimden bahsediyorsunuz pek anlamadım ama bir dahaki seferin olacağını hiç sanmıyorum, bahsettiğiniz kadar tehlikeli biriyse bundan sonra daha dikkatli olacaktır," dedi, Doğan ona hak verirken boğazım düğüm düğüm oldu. Bu denli görmezden gelinmek canımı sıkarken gözümün ucuyla Pars'a baktım.

Dikkati hâlâ telefonundaydı. Beni geçtim, diğerlerini bile dinlemiyor, görmüyordu. Acil bir işi olacak ki birine telaşla mesaj yazıyordu.

Onu izlerken çalışan kadın yanımıza geldi, masanın hazır olduğunu söyledi. O sırada Pars telefonu cebine koydu, herkes gibi o da ayaklandı. Ben de peşlerinden kalktım ve yemek masasına gittik, yerleştik.

Heyecanla "Pilavı ve salatayı ben yaptım," dedim.

Herkes sessiz kalırken Ayşin "Ellerine sağlık," dedi, yalandan da olsa tebessüm ettim. O önüne döndüğünde de tebessümüm hemen silindi ve dikkatle herkesi izlemeye başladım.

Yemeklerini yemeye başladıklarında pilavdan da birer kaşık almışlardı. Fakat ikinci kaşığı neredeyse hiçbiri almadı ve ana yemeğe devam ettiler. O an anladım pilavın güzel olmadığını ve bunu sormaktan hiç çekinmedim.

"Güzel olmamış mı?" Herkesin bakışları beni buldu. Erkekler sessiz kalırken konuşan yine Ayşin oldu.

"Biraz daha denemelisin." Bu cümle bozulmam için yeterli olurken elimden geldiğince bunu belli etmemeye çalıştım. Fakat sinirlendim de, hem de fazlasıyla.

Belki bunu masadan bir başkası söylemiş olsaydı bu kadar sinirlenmezdim ama onun söylemesi pilav tenceresini kafasına geçirmek isteyecek kadar sinirlendirdi beni.

Buna rağmen ağzımı açıp da tek kelime etmedim, sessiz kaldım.

"Bence de," diye Doğan Ayşin'i onayladığında üzerime hüzün çöktü. Her ne kadar bunu da belli etmemeye çalışsam da sanırım çok da başarılı olamadım ve gözlerimi babama çevirdim.

Kendisine baktığımı fark ettiğinde gülümsedi bana, ben de ona gülümsedim ve bakışlarımı Pars'a çevirdim. O an göz göze geldiğimizde onun da bana baktığını fark ettim. Fakat üzerime çöken hüzün yüzünden ben ona bakamadım, bunu fark etsin istemedim ve gözlerimi önüme çevirip sanki yemek yiyormuş gibi göründüm.

Bunu yaparken alttan alttan masanın ortasında duran ve kimsenin el sürmediği salata kasesine bakmaktan kendimi alamadım. Pilavdan sonra onu denemeye tenezzül bile etmemiş olmaları ağlamak istememe neden olsa da kendime engel olmayı başarıp tabii ki böyle bir şey yapmadım.

Ağlamak istediğim hâlde ağlayamadığım için kızardığını bildiğim gözlerim yüzünden başımı bir an bile olsun önümden kaldıramadım. Ta ki ara sıra baktığım salata kasesine birinin uzandığını fark edene kadar. Bunu fark etmemle birlikte başımı kaldırmam ve kaseye uzanan elin sahibine bakmam bir oldu.

İşte o an gördüğüm kişi Pars'tan başkası değildi.

O bana bakmazken, hatta sanırım kendisine baktığımı bile fark etmezken tabağına baktım ve diğerlerinin aksine tüm pilavı yediğini gördüm. Bununla yetinmemiş, yanına çektiği salatayı da bayağı sevmiş gibi zevkle yiyordu.

Bu yaptığı gözlerimin dolmasına neden olurken başımı yeniden önüme çevirdim ve sessizliğimi korumaya devam ettim.

Herkes yemeğini yediğinde ve salona döndüğümüzde yine iş konuşmaya, sıkıcı şeylerden bahsetmeye başlamışlardı bile. Bu sohbete dahil olmak hiç içimden gelmezken bir yandan da aklım resim konusundaydı.

Hepsi burada bir aradayken onlara bundan bahsetmek istiyordum. Hatta onlara çizimlerimi göstermek, bakın ben bunu yapıyorum demek istiyordum ve bunun için de fırsat kolluyordum ama o fırsat elime geçmiyor, Ayşin hakkında konuşuyorlardı.

Bu durum bir yandan bozulmama neden olurken bir yandan da beni sinirlendiriyordu. Benim anlayamadığım ne vardı bu kadında? Tamam başarılı olabilirdi, bir şeyler başarmış olabilirdi ama sürekli bunları konuşmak, bunlardan bahsetmek zorunda mıydı? Bu artık fazla itici bir tavır olmaya başlamıştı.

"Öyle işte," dedi Ayşin ben bunları düşünürken ve arkasına yaslandı. "Bu şekilde zaman geçip gidiyor," diye ekledi, her ne konuşuyorlarsa sanırım konu da onun bu tavrıyla kapanmış oldu.

İşte şimdi tam sırasıydı.

"Benim de size söylemek istediğim bir şey var," dedim, hepsinin gözleri beni buldu ve sonunda dikkatlerini çekmiş oldum. Bu, biraz gerilmeme neden olurken söyleyeceğim şeyden emin olduğum için geri adım atmaya hiç niyetim yoktu.

"Ben..." diye konuya girdim ama yine devam edemedim, bu kez de bana engel olan şey Erdem'in çalan telefonu oldu. Erdem telefonunu çıkardıktan sonra ayağa kalktı, bahçeye çıktı. O giderken Pars'a baktım. Ayşin konuşurken yaptığı gibi yine telefonuyla ilgileniyordu.

"Ben de bir lavaboya gideyim," dedi Doğan ve ayağa kalktı, o da gitti. O giderken eve bir güvenlik girdi, babam da ayaklandı ve gidip salonun bir köşesinde güvenlikle konuştu.

"Sen bir şey söyleyecektin," dedi Pars o sırada, gözlerim onu buldu. Eşzamanlı olarak sonunda Ayşin'in de gözleri yeniden beni buldu.

"Yok bir şey," dedim, bütün hevesim kaçtığından hiçbir şey söylemek istemedim. "Önemli bir şey değildi," derken Pars dikkatle ve büyük bir şüpheyle bakıyordu bana. Ben ise ona daha fazla bakamadım, başımı önüme çevirdim.

Çok geçmeden bir bir yeniden salona döndüler ve ben hepsi toplandığında yeniden konuya girmek yerine bir umut onların sormalarını bekledim. Fakat umut ettiğim şey olmadı, hiçbiri hiçbir şey sormadı. Hatta belki bir şey söylemek istediğim akıllarına bile gelmedi.

Beni görmüyor, duymuyor, umursamıyor ve benimle ilgilenmiyorlardı.

O an çok daha iyi anladım ki benim, onların hayatında bir yerim yoktu ve ne yaparsam yapayım hiçbir zaman da olmayacaktı.

Salondaki sohbet giderek koyulaşırken sessizce ayağa kalktım. Bunu bile hiçbiri fark etmedi, nereye diye sormadılar. Benim, yanlarındaki varlığımdan bihaberdiler.

Birkaç saniye ayakta öylece durmama rağmen fark edilmedim ve sessizce ayrıldım salondan, mutfağa gittim. Ocağın üstünde, tencerenin içinde duran pilavı gördüm. Bir anlık öfkeyle o pilavı aldım, mutfaktaki bahçe kapısını kullanarak bahçeye çıktım ve hepsini kedilerin yiyebileceği bir yere döktüm.

Sinirle yeniden mutfağa girip tencereyi bıraktıktan sonra da dolaptaki salatanın hepsini çöpe döktüm. Ardından da öfkeyle, fakat öfkemden de büyük bir hüzünle mutfaktan çıkıp salona baktım.

Gözlerim salonu bulur bulmaz Pars'la göz göze geldim. Bu, bir kez daha gözlerimin dolmasına neden olurken bu kez bunu o da fark etti ve kaşlarını çattı. Daha fazla beni böyle görmesini istemediğim için ona arkamı döndüm, üst kata çıktım.

Odama girdiğimde ilk işim kapıyı kilitlemek oldu. Ardından da onlara göstermek istediğim o resimlerin yanına gittim, elime aldım. Dolu gözlerimden birkaç damla gözyaşı süzülürken çok geçmeden sessizce ağlamaya başladım.

Umurlarında değildim ve onlarla olmaya çalıştıkça aralarından biraz daha dışlanıyor gibi hissediyordum. Bu his beni daha da çok ağlatırken banyoya gittim, klozetin önünde durdum. Sonra da hayal kırıklığıyla elimdeki resimleri yırttım, klozete attım ve sifonu çektim.

Bunu yaparken gözyaşlarım hızlandı, zaten çok geçmeden de gözyaşlarına boğuldum.

Ben onlardan biri değildim, onların istediği gibi biri de değildim ve ben onlar gibi olmadıkça hayatlarından dışlanıyordum.

Bu düşünceyle daha çok ağlamaya başladım, ağlarken dizlerim beni daha fazla taşımadı ve yere çöküp gözyaşlarına boğuldum.

En başından beri biri olmak diyorlardı, fakat ben biri olmak ne demek bilmiyorum ki. Ayliz'im ben, biri olmadan da Ayliz olmaya devam edebilirim ama onlar beni görmüyorlar, duymuyorlar ve ben biri olmak için, Ayliz olmaktan vazgeçiyorum.

Oysa ben Ayliz olmayı seviyordum.

Niye nefret ettirdiler ki?

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum ♡

Bu bölümü yazmak benim için o kadar zordu ki anlatamam... Ayliz'in içindeki o çaresizliği anlatmak, anlatmaya çalışmak çok zordu.

Bu bölümde aslında birçoğunuzun Ayliz'de kendini bulacağını hissediyorum. Görmezden gelinmek, anlaşılmamak, çabalamasına rağmen fark edilmemek ve olduğun gibi sevilmemek...

Sanırım Ayliz'in hisleri bu bölüm beni biraz fazla etkiledi :(

Bölümde en sevdiğiniz sahne ve en çok hissederek okuduğunuz sahne hangisi oldu?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.♡

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, sevgiyle kalın.♡

Duyuru ve alıntılar için;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%