Yeni Üyelik
25.
Bölüm

24.BÖLÜM "ANLAŞILMAMAK"

@gizzemasllan

Selam :)

Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.♡

Instagram: gizzemasllan

.

.

.

24. BÖLÜM "ANLAŞILMAMAK"

Çaresizlik hissini doğuran en büyük durum, anlaşılmamakmış meğerse. Bunu ancak hiç kimse tarafından anlaşılmadığımda, kimseye sesimi duyurup kendimi fark ettiremediğimde öğrenmiştim ve maalesef ki artık bu hissi bastırıp yok edebilecek kadar güçlü başka bir hissin varlığına inancım yoktu.

Sanki hayatım boyunca hep böyle hissedecektim ve bu bile hiç kimse tarafından anlaşılmayacak gibiydi.

Gözyaşlarım sessizce akmaya devam ederken dizlerimi biraz daha karnıma çektim, cenin pozisyonuna geldim. Artık hiçbir şey yapmaya hevesim yoktu.

Hiç kimse bana dokunmasın, hiç kimse yanıma gelmesin ve hep bu odada, bu yatağın üzerinde bir başıma yatayım istiyordum.

Ardı arkası kesilmeyen gözyaşlarım yüzünden üzerinde uzandığım çarşaf ıslanırken canım, daha önce hiç yanmadığı kadar çok yanıyordu ve kendimi daha önce hiç hissetmediğim kadar üzgün hissediyordum. Çünkü artık bundan sonra ne yaparsam yapayım onlardan olamayacağımı çok acı bir şekilde öğrenmiştim.

Onlar, hiçbir zaman benimle vakit geçirmekten mutlu olmayacak ve hep bu şekilde beni dışlamaya devam edeceklerdi. Bunun aksi olsun diye boşuna uğraşıyordum. Zaten ne kadar uğraşırsam uğraşayım fark edilmeyecektim.

Sanırım ben, bunun için geç kalmıştım ve bu geç kalmışlığın bedeli hep yalnız kalmakmış.

Bu düşünceler arasında kapının önünden gelen seslerle birinin geldiğini anladım. Telaşla ıslak olan kirpiklerimi ve yanaklarımı silip gözlerimi kapattım. Kimseyle konuşmak istemiyorum diye içimden geçirirken odanın kapısına birkaç defa vuruldu. Cevap vermedim ve uyuyormuş gibi yapmaya devam ettim. Her kim geldiyse odaya girecek, içeriye bakacak ve uyuyor olduğumu görüp sessizce gidecekti. Zaten şu an sadece yalnız kalmaya ihtiyacım vardı.

Odanın kapısına bir kez daha vurulduğunda kimin geldiğini fazlasıyla merak ettim. Fakat buna rağmen uyuyor numarası yapmaya devam ettim. Ta ki kapıya bir kez daha vuruluna kadar. O an daha fazla dayanamadım, seslendim.

"Uyuyacağım, rahatsız etmeyin." Bunu dememe rağmen odanın kapısı açıldı. Bu, beni sinirlendirirken elimden geldiği kadar sakin kaldım.

Kapıya sırtım dönük olduğu için hâlâ kimin geldiğini göremezken "Uyuyacağım demiştim," dedim ve yine buna rağmen birinin ayak seslerini duydum, yanıma geldiğini anladım.

Yüz ifademi olabildiğince sabit tutmaya çalışırken Pars, görüş açıma girdi. Çok geçmeden de yatağın hemen yanında durup başımda dikildi.

Gözlerimi usulca kaldırıp yüzüne baktım. "Neden geldin?" diye sordum ve neyse ki bunu sorarken sesim elimden geldiğince düzgün çıktı.

"Sen neden kaçtın?"

Ondan gelen bu soru bir anlığına afallamama neden olurken kendimi çok çabuk toparladım.

"Kaçmadım," dedim, içimden sadece bunu söylemek geldi ve Pars, aldığı bu cevapla kaşlarını çattı.

"Kaçmadın," diye tekrar etti söylediğim şeyi, başımı salladım.

Hiçbir şey demeden yanımdan ayrıldı, sanırım uğraşmaya değer görmeyip gidiyordu. Neyse, benim de istediğim tam olarak buydu zaten; yalnız kalmak.

Gözlerimi yeniden kapattım. Kapı sesi duymayı, gittiğinden emin olmayı beklerken bir şeyin sürüklenme sesini duydum ve ne olduğunu anlamayıp yeniden gözlerimi açtım. Pars'ın, bir sandalyeyi sürükleyerek yatağın kenarına çektiğini gördüğümde anlamsızca baktım ona.

Ne yapıyordu şimdi bu?

Soruma cevap veremezken o çoktan sandalyeye oturmuş, gözlerini üzerime dikmişti bile. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. İçten içe sabır dilerken sıkıntıyla ofladım ve doğruldum, arkama yaslandım. Dizlerimi de karnıma çektim.

"Ne söyleyeceksen söyle hadi," derken kendimi söyleyebileceği her şeye hazırlamıştım bile çoktan.

"Ben değil sen söyleyeceksin."

"Ne söyleyeceğim?" diye sordum anlamsızca.

"Bilmem, bilsem sana sormam zaten."

Dalga mı geçiyordu bu benimle?

"Ne duymayı bekliyorsun o zaman?"

"Niye bu hâldeysen onu."

Neyden bahsettiğini çok iyi anladığım hâlde işime geldiği için anlamamış gibi davrandım.

"Ne varmış hâlimde?" Bu sorum ona derin bir nefes aldırdı ve arkasına yaslandı, ardından da kollarını göğsünün altında topladı. Sorusunu yinelemeye gerek duymadan gözlerini üzerime dikip cevap bekledi. Çünkü sanırım neyden bahsettiğini anladığımı fark etmişti.

"Söyleyecek bir şey yok," deyip gözlerimi önüme çevirdim. "Midem ağrıyor." Ve yine aynı yalana sığındım. "Birkaç gündür," diye de ekleyip onu inandırmaya çalıştım. Gözümün ucuyla ona baktığımda ise pek de inanmış gibi durmuyordu. Bu yüzden konuşmaya devam etme ihtiyacı hissedip "O da hep size denk geliyor işte," dedim.

"Ayliz," dedi sakince, sesi çok yumuşak çıkıyordu. "Ben seni çok iyi tanıyorum," diye ekledi gözlerimin en içine bakarak. "Bir şey olduğu çok belli, anlat hadi ne olduğunu."

Bu cümleyi kurarken gözlerimin içine öyle bir bakıyordu ve bana öyle büyük güven veriyordu ki sanki anlatsam içimdeki tüm olumsuz duyguları yok edecekti. Sanki ona anlatsam geçecek, bana yardım edecekti. Fakat anlatmak istemedim ama o beni anlasın çok istedim.

Bu hayatta tek bir kişi bile olsa benim tek kelime etmeme gerek kalmadan gözlerimin içine baksın ve beni anlasın istedim ve o kişinin o olması benim için çok özel olurdu ama o beni anlamıyordu ya da ben çok şey istiyordum.

Bakamadım gözlerinin içine daha fazla ve bakışlarımı kaçırdım. Ardından da arkama yaslandım ve gözlerimi kapattım.

"Anlatacak bir şey yok," dedim, tüm düşüncelerime rağmen bunu söylemek çok ağır gelirken ağlamak istedim ve bunu o buradayken yapamayacağım için bir an önce gitsin isteyip yeniden yatağa uzandım. Hâlâ gözlerim kapalıydı.

"Midem ağrıyor, gerçekten başka bir şey yok," deyip pikeyi üzerime çektim. "Uyuyacağım, çık lütfen," deyip konuyu uzatmadan bir an önce çıkmasını diledim. Fakat sessizlikten anladığım kadarıyla o bunu yapmak yerine aynı yerde, aynı şekilde bana bakmaya devam etti.

Bu yüzden pikeyi biraz daha üzerime çektim. Elbet çıkıp gidecekti, sabaha kadar burada kalacak hâli yoktu ya! Hem zaten her şeyden önce babam aşağıdaydı, sırf onu şüphelendirmemek için bile olsun birazdan kalkıp gidecekti.

"Ayliz," dedi bir kez daha, bakmadım ona. Hatta gözlerimi açmadım bile. "Benim yüzümden mi böyle mutsuzsun?"

Bir anda gelen bu soruya hazırlıksız yakalanmak o yanımda olduğu hâlde doldurdu gözlerimi ve boğazım düğüm düğüm oldu.

Bu sorunun neden geldiğini anlamak zor olmadı. Beni öptüğü için bu hâlde olduğumu düşünmesini normal bile karşıladım hatta. Fakat böyle düşünmeye devam etsin istemedim ve gözlerimi araladım, benim için çok zor olsa da baktım gözlerinin içine.

"Senin yüzünden değil." Sesim çatallandı bunu derken ama çok fazla umursamadım. "Hiç kimse yüzünden değil hatta," deyip gözlerimi önüme çevirdim.

Yalan değildi bu söylediklerim. Gerçekten de bu hâlde olmam hiç kimse yüzünden değildi, kendi yetersizliğim, yalnızlığım yüzündendi.

Bu düşünceler beni daha çok üzerken onun kendini suçlamasını ve bu yüzden üzülmesini istemeyip doğruldum. Bu kez arkama yaslanmak yerine ayaklarımı yataktan sarkıttım. O da yatağa dönük oturduğundan dizlerimiz birbirine temas etti.

Bu, minik temas bile kalbimin hızlanmasına neden olurken Pars dikkatle gözlerimin içine bakıyordu ve ben, onun yeşillerinde kendimi görüyordum. Hep de görmek isteyecek kadar da çok seviyordum onu.

İşte kalbime ağır gelen şey de tam olarak buydu.

İnsan, olmayacak şeylere heves ettiğinde kalbindeki ağırlık dünyaya bedel oluyormuş meğerse. Benim kalbimdeki yük de bu yüzden dünyaya bedeldi işte.

"Kabul ediyorum," dedim çaresizce ve "Üzgünüm," diye ekledim, kaşlarını çattı. "Ve canım sıkkın ama bunun seninle ya da olan o şeyle bir ilgisi yok," deyip yine o öpüşme olayından bahsettim.

"Tamamen benimle ilgili bir şey, kendi sorunum yani ve kendim çözeceğim," deyip sustum, bir şey söylemesini bekledim ama tek kelime etmedi. Bu yüzden konuşmaya devam ettim.

"Siz de lütfen beni bir süre rahat bırakın," deyip artık gitmesini diledim. Ne de olsa cevabını almıştı ve sözlerimin yalan olmadığının o da farkındaydı.

Kalkıp gitmek yerine hafifçe bana doğru eğildi. Nefesini, tenimde hissetmek kalbimin hızlanmasına neden olurken içimde tuhaf bir şeyler oldu ve gözlerimi ondan çekemedim. Bu kadar yakın olması, aldığı her nefese şahit olmam bana hiç iyi gelmezken güven verici bir şekilde bakıyordu gözlerimin içine.

"Neymiş derdin?" diye sordu yumuşacık bir ses tonuyla. "Söyle bana, söyle ki yardım edeyim sana." Tek bir cümlesiyle altüst oldum ve doldu gözlerim.

Bu tek cümle ve bakışlarıyla sanki onun için çok değerliymiş gibi hissettim ama aslında böyle olmadığını biliyor olmak bu hisleri bastırıp canımı yaktı.

"Yardım edemezsin," dedim, tek kaşını kaldırdı. "Kimse yardım edemez bana, zaten bir çözümü var mı onu da bilmiyorum." Anlamsızca bakıyordu. "Eğer varsa da bende o çözüm, hiç kimse de değil." Derin bir nefes aldı, sessiz kalmaya devam etti.

"Bu yüzden lütfen üzerime gelmeyin, beni kendimle bırakın," dedim artık beni anlamasını umut ederken.

Pars, başını sallarken "Tamam," dedi, pes etmiş gibiydi. Zaten benim de istediğim buydu. "Madem öyle, sen nasıl istiyorsan öyle olsun." Sonunda bu cümleyi duymuş ve bundan fazlasıyla memnun olmuştum. Üzerime gelinmesi bile beni yeterince üzüyordu çünkü.

O başka bir şey demezken ayaklarımı yeniden yatağa çektim. O sırada "Böyle mi yatacaksın?" diye sordu, bunu sorarken üzerime baktığını fark edip ben de başımı eğip kendime baktım ve üzerimde hâlâ elbisemin olduğunu fark ettim.

Bunu nasıl daha önce fark etmediğimi anlayamazken hiç bozuntuya vermeyip "Değiştireceğim," dedim.

"Değiştir o zaman," dedi anında.

"Sen varken mi?"

Bu sorum yüzünde muzip bir ifadenin oluşmasına neden oldu.

"Ben çıktıktan sonrası da bir seçenek tabii ki."

İma ettiği şeyi anlamak zor olmazken bunu hiç belli etmedim.

"Çıkmayacak mısın?" diye sordum hatta.

"Çıkacağım," dedi ama karşımda oturmaya devam etti.

"Çıksana o zaman," dedim dayanamayarak.

Sanki hâlâ oturuyor olduğunu yeni fark etmiş gibi "Çıkayım," dedi ve normalden çok ağır hareketlerle ayağa kalktı, kapıya doğru yürüdü.

Dikkatle izledim onu, masamın yanından geçerken bir anda durdu ve yere eğildi. Ne olduğunu anlamaya çalışırken doğruldu. Elindeki birkaç kağıt parçasını ancak o zaman fark ettim.

O parçaların resimlere ait olduğunu hemen anladım ama bu kez telaşlanmadım. Birkaç parça kağıttan bir şey anlamaz ne de olsa diye düşünürken bakışları beni buldu, kağıtları gösterdi.

"Bunlar ne böyle?" diye sordu, omuz silktim.

"Hiçbir şey," dedim ve gayet rahat bir tavırla ekledim. "Çöp herhalde." Cevap vermedi, ilgilenmeye de gerek görmedi muhtemelen ve kağıtları masanın üzerine bırakıp yeniden bana baktı.

"Sen çöplerini böyle yere mi atıyorsun?" Neden bu konuyla bu kadar ilgilendi anlayamazken yine omuz silktim.

"Düşmüş işte." Bu cevabımla birkaç saniye boş boş baktı yüzüme, sonra da başka hiçbir şey demeden önüme döndü ve kapıya doğru birkaç adım attı.

Tam o sırada odanın kapısına birkaç kez vuruldu, biri gel dememi bile beklemeden odaya girdi. Girer girmez de bunun Doğan olduğunu fark ettim.

Doğan girdiği an Pars'la karşı karşıya geldi. Bu, gerilmeme neden olurken o Pars'ın burada oluşunu hiç yadırgamadan "Sen de mi buradaydın abi?" diye sordu ve cevap beklemeden gözlerini bana çevirdi.

"Sizi çağırıyorlar aşağıdan." Pars'ı anlardım ama beni çağırmalarına bir anlam veremedim.

"Neden?" diye sordum bu yüzden merakla.

"Sıkıldık evde oturmaktan, Agâh abi de Ayliz de evde sıkılıyor, onu da alıp birlikte çıkıp eğlenin dedi," diye açıkladı, Pars'ın da bakışları beni buldu. "Biz de çıkalım dedik," diye ekledi ve devam etti. "Çıkacaklar işte, sizi bekliyorlar." Doğan konuşurken sadece Pars'a baktım, onun da gözleri benim üzerimdeydi ve benim onlarla gitmeye hiç niyetim de isteğim de yoktu.

"Siz gidin, gelmeyeceğim," dedim, bunu derken Pars'ı ve aşağıdaki kadını düşündüm.

Onların birlikte çıkacaklarını, eğleneceklerini düşündüm. Sadece düşünmek bile kıskanmam için yeterli olurken tüm duygularımı bastırmayı bir kez daha başardım.

"Biz zaten senin için gidiyoruz," dedi Doğan, gözlerim yeniden onu buldu.

"Gelmek istemiyorum, gerçekten midem hiç iyi değil. Siz gidin, eğlenin," deyip yine aynı yalana sığındım. Fakat Pars artık bunun yalan olduğunu çok iyi biliyordu.

"İyi, sen bilirsin," dedi Doğan, neyse ki o da uzatmadı.

"Sen git aşağıdakilere geliyorlarmış de," diye araya girdi Pars, kaşlarımı çattım. Az önce söylediklerimi duymamış mıydı bu?

"Gitmeyeceğim," diye yineledim bu yüzden, gözleri bir an bile olsun beni bulmazken Doğan'a bakarak konuştu.

"Doğan, aşağıya in ve söylediklerimi söyle." Sıkıntıyla ofladım, bu adam bir gün gerçekten beni delirtecekti.

"Tamam abi," diyen Doğan arkasını döndü, tam odadan çıkacakken konuşup engel oldum ona.

"Ben gelmiyorum," dedim, durup bana baktı ama söylediğim şeyi hiç umursamadan muhtemelen Pars'ın söylediklerini söylemek için odadan çıktı ve salona gitti. O giderken gözlerimi Pars'a çevirdim. Onun da bakışları anında beni buldu.

"Benim adıma karar alıyorsun resmen! Gelmeyeceğim, istemiyorum dedim! Duymadın mı sen beni?" diye kızdım.

"Geleceksin," diye ısrar ettiğinde sinirlerime daha fazla hakim olamadım.

"Gelmeyeceğim," dedim ben de üstüne bastıra bastıra.

"Ben aşağıya iniyorum, sen de peşimden geleceksin," dedi kendinden emin bir tavırla ve daha da öfkelenmeme neden oldu.

Neyine bu kadar güvendiğini anlayamazken kapıya doğru yürüdü. Arkasından şaşkınca bakarken odadan çıkmadan önce durdu ve yeniden bana baktı.

"Gelmezsen ben gelirim, nasıl indireceğimi biliyorsun."

Tabii ki de çok iyi biliyordum, sırtına alarak indirecekti, başka ne olabilirdi ki zaten?

Ben bunu düşünürken o başka bir şey demeden odadan çıktı, kapıyı da çekip gözden kayboldu. Eşzamanlı olarak öfkeyle yatağa vurdum ve arkama yaslandım.

"Gitmeyeceğim işte!" diye inat edip yatağa uzandım ve gözlerimi kapattım.

"Uyuyacağım burada, gitmeyeceğim!" İnat etmeye devam ettim. Fakat bir yandan da çok iyi biliyordum ki ne kadar inat edersem edeyim o da söylediğini yapacak, yeniden gelecekti. Ne de olsa manyağın tekiydi.

Dudaklarımı ısırdım, öyle bir şey olursa aşağıda ne denli rezil olacağımı düşündüm. Diğerleri pek umurumda değildi ama o kadının var olduğu bir yerde rezil olmak isteyeceğim son şey bile değildi. Böyle düşününce bir an bile olsun düşünmeden doğruldum. İnmek zorunda olduğumun farkındaydım ama bir yandan da onun istediği şeyi yapmak istemiyordum. Beni bir şeye mecbur bırakmasından nefret ediyordum çünkü.

Aniden aklıma gelen sinsi fikirle dudaklarım yana kıvrıldı. Madem o beni sürekli böyle bir şeylere mecbur bırakıyordu, ben de bunun için onu pişman etmesini bilirdim.

Aldığım kararla hızla ayağa kalktım. "Gidelim bakalım," diye mırıldanıp aynanın karşısına geçtim ve kendime baktım. Böyle iyi göründüğüme karar verip üzerimi değiştirmek istemedim ama makyajımı tazeledim. Böyle kendimi daha iyi hissedip odadan çıktım ve salona indim.

Salona ulaştığımda herkesin ayaklanmış olduğunu fark ettim. O sırada indiğimi ilk fark eden Pars oldu, göz göze geldik. Anında yüzüne kazanmış olmanın verdiği memnuniyet yansırken dümdüz bir ifadeyle baktım gözlerine.

İkimiz de birbirimizden gözlerimizi çekemezken babam yanıma geldi, ancak o an bakışlarımı ondan çekip de babama bakabildim.

"Evde sıkılıyorum diyordun, hadi doya doya eğlenin bu gece," dedi, onlarla bir yere gitmeyi kabul etmem onu çok mutlu etmiş gibiydi. "Ben evde olacağım, Pars seni bırakır gece." Başımı sallamakla yetindim. Babam başka bir şey demezken yeniden Pars'la göz göze geldik, durmak yerine yanlarına gittim.

"Eee nereye gidiyoruz?" diye sordu Ayşin, Doğan yanıma geldi.

"Onu Ayliz söyleyecek," deyip güldü ve kolunu omzuma attı. "Bir zamanlar gecelerin kadını oydu, evden kaçıp kaçıp giderdi," deyince dirseğimle karnına vurdum.

"Bilmiyorum ben hiçbir yer, siz karar verin," deyip yeniden Pars'a baktım, sessizdi. Diğerleri ise kendi aralarında konuşuyorlardı. Bu yüzden ben de sessiz kalırken Pars onlara baktı.

"Adamakıllı bir yere gidin," dediğinde kaşlarımı çattım, kendisi gelmeyecek miydi?

"Sen gelmeyecek misin?" İçimden geçirdiğim şeyi soran Ayşin olurken Pars'a yaklaştı ve koluna girdi. "N'olur sen de gel," dedi ağzını yaya yaya, göz devirdim. Sinirlerim bozulurken onlara bakamadım, gözlerimi kaçırdım, onları görmek istemedim. Hatta burada durmak bile istemedim.

"Bahçede bekliyorum," deyip herhangi birinin bir şey söylemesini beklemeden bahçeye çıktım.

Çıkar çıkmaz başımı havaya kaldırdım, gökyüzüne bakıp derin bir nefes aldım.

"Sakin ol Ayliz, sakin," diye mırıldandım kendi kendime ve elimden geldiğince de sakin olmaya çalıştım.

Fakat başarılı olamayınca bir anda öfkeyle "Yok arkadaş sakin falan olamıyorum!" diye çıkıştım. "O kadını yolmak istiyorum!" diye söylenip ayağımı yere vurdum.

"Kimi?" diye sordu Doğan, hızla arkamı dönüp ona baktım. "Ne oldu kim sinirlendirdi seni? Kimi yolacaksın?" Bunu sorarken de güldü ve "Allah ona yardım etsin, senin eline düşmek zor," diye ekleyip alay etti.

"Yok bir şey." Konuyu kapatmaya çalıştım, o esnada diğerleri de çıktılar evden. Erdem doğrudan arabasına giderken Doğan da onun peşine takıldı. İstemsizce Pars'a baktım, arabasına gittiğini gördüm.

Ayşin de tabii ki peşindeydi.

Onlar giderken ben olduğum yerde kaldım, gözlerim iki araba arasında gidip geldi. Şimdi hangisine bineceğim diye düşünürken Pars durdu, bana döndü.

"Ne duruyorsun orada, gelsene," diye seslendi, onlarla olmak istemedim. Tüm yol boyunca onları izlemek zorunda kalmak sinirimi bozacaktı çünkü ama yine de onların peşinden gittim. Ben gidene kadar Ayşin ön koltuğa bindiğinden arkaya geçtim. Hemen ardımdan arabadaki yerini alan Pars arabayı çalıştırırken kemerimi takıp başımı cama yasladım.

Evin bahçesinden ayrıldığımızda Ayşin arkasını döndü, bana bakıp "Bir süre Pars'la birlikte yaşamışsın," dedi, gözümün ucuyla Pars'a bakıp yeniden kadına döndüm.

"Evet, öyle oldu," deyip geçiştirici bir cevap verdim.

"Neden?" diye sordu bir anda.

Tek kaşımı kaldırdım. "Ne, neden?"

"Neden kaldın yani?"

"Niye soruyorsun?" diye sordum imayla.

"Merak," dedi sadece.

"Etme," dedim bir an bile olsun tereddüt etmeden ve gözlerinin içine bakarak. Pars'ın, dikiz aynasından bana baktığını fark etsem de geri adım atmayıp "Benim hakkımda bir şey merak edilmesini sevmem," dedim, yeniden başımı cama yaslayıp yolları izledim.

"Anladım," dedi Ayşin bozulmuş bir tavırla ve önüne döndü.

Zaten yol boyunca başka hiçbir şey konuşmadık, hepimiz sessizliğimizi koruduk.

Dakikalar sonra bir eğlence mekanının önünde durmuştuk. Onları beklemeden arabadan indim, Doğan ve Erdem de yanıma gelirken birlikte içeriye girdik ve gidip bir yerlere oturduk. Bizden birkaç dakika sonra Pars ve Ayşin de geldi, yanımıza oturdular.

"Doğru düzgün bir yere gelin demiştim size," diye kızdı Pars oturur oturmaz.

"Doğru düzgün işte abi," dedi Doğan ve etrafa bakınıp "Biraz gürültülü sadece," diye ekledi, onlar kendi aralarında konuşurlarken ben etrafa bakındım. Böyle bir yerde olmak hiç yabancı olmadığım bir şey olduğu için hiç yabancılık çekmezken içkiler geldi.

İçmemek konusunda kararlı olduğumdan hiç oralı olmayıp arkama yaslandım, kollarımı da göğsümün altında topladım. Hepsi bir bir kadehleri alıp içmeye başlarlarken Ayşin'in gözleri yine beni buldu.

"Sen içmeyecek misin?"

"İlaç kullanıyorum," dedim, oturup da içmek istemememin gerçek nedenini ona anlatacak değildim. O, bununla pek ilgilenmeyip kendisi içmeye devam ederken Pars'a baktım.

Verdiğim cevaptan ve içmek istemememden gayet memnun olmuş gibiydi.

"Ben bir etrafa bakınayım," diye ayağa kalktı Doğan ve ortadan kayboldu, Erdem onun arkasından gülerken çok geçmeden o da bir bahane uydurup yanımızdan uzaklaştı.

"Eee biz senin için geldik ama sen hiç eğlenmiyorsun," diye yine bana laf verdi Ayşin, ne diye benimle iletişim kurmaya çalışıyordu ki bu kadın?

"Yoo eğleniyorum," dedim, bunu derken bile keyifsizdim. "Sen boş ver beni ya, keyfine bak," deyip yalandan gülümsedim ona.

O sırada Pars'ın telefonu çalmış olacak ki cebinden telefonu çıkardı, ardından da hiçbir açıklama yapmadan kalktı ve uzaklaştı yanımızdan. O çıkışa doğru giderken Ayşin'lenyalnız kalmıştım ve bundan hiç de memnun değildim.

"Sen beni hiç sevmedin galiba," dedi Ayşin ve oturduğu yerden kalktı, yanıma gelip oturdu.

"Nereden çıkardın bunu?" diye sordum hareketlerine bir anlam vermeye çalışırken.

"İnsan hissediyor," dedi, verecek bir cevap bulamayıp sessiz kaldım. "Aslında nedenini de anladım."

Kaşlarımı çattım, sessiz kalıp devam etmesini bekledim.

"Sanırım sen Pars'tan hoşlanıyorsun," dediği an şaşkınca kaldım, bu şaşkınlığı üzerimden attığım ilk an ise öfkeyle baktım gözlerinin içine.

"Yok öyle bir şey!" diye çıkıştım anında.

"Korkma canım ya, gidip söyleyecek değilim." Tavırları beni daha da sinirlendirirken devam etti. "Kız kızayız burada, hem boşuna inkâr etme bir şeyler hissettiğin çok belli." Bunu derken fazla samimiyetsiz bir tavırla samimi görünmeye çalışıyordu.

"Benden sır çıkmaz, hem ayrıca Pars benim arkadaşım sadece," deyip komik bir şey varmış gibi güldü. "Onunla aramızda hiçbir şey yok, olmasını da istemiyorum zaten," dedi ve içkisinden bir yudum aldı.

"Hem benim gönlüm başkasında, Pars da biliyor bunu." Sözleri beni şaşırtırken, bu şaşkınlık öfkemden daha baskın gelmişti.

Tabii bir yandan içten içe duyduklarım hoşuma giderken bir yanım da şüpheyle yanıp kavruluyordu.

"Benden sana zarar gelmez yani," dedi, şüphem daha da arttı. Bu işte bir şey vardı, bu kadının bu tavırları çok da normal değildi.

"Senin bana zarar verebileceğini düşünmedim zaten hiç," dedim dümdüz bir ses tonuyla. "İstesen de yapamazsın," dediğimde tek kaşını kaldırdı. "Sen de anlamışsındır zaten bunu," diye ekledim, Ayşin de benim gibi ciddileşirken bir anda güldüm.

Tıpkı onun gibi samimiyetsiz bir tavırla.

"Umarım sevdiğine kavuşursun. Fakat emin ol, Pars'a karşı hiçbir şey hissetmiyorum." Bunu derken bunun doğru olmadığını en iyi ben biliyordum ama gerçeği onun bilmesine hiç gerek yoktu. Sanki bilmemesi çok daha doğru olacak gibiydi ve benim bu kadına karşı dikkatli olmam gerekiyordu.

Ayşin, zorla gülümserken ben dümdüz bir ifadeyle baktım gözlerinin içine.

"Ben yanlış anlamışım o zaman."

Başımı salladım. "Evet, sen yanlış anlamışsın," dedim.

O sırada Pars yeniden yanımıza döndü.

Yakın olmamızı yadırgamış olacak ki "Ne yapıyorsunuz?" diye sordu, başımı kaldırıp yüzüne baktım.

"Sohbet ediyorduk," dedim, arkama yaslandım ve kendimden emin bir şekilde devam ettim. "Ayşin birini seviyormuş da ondan konuşuyorduk," diye eklediğim an Pars şaşkınca kaldı karşımda. Fakat şaşıran sadece o değildi, Ayşin'in de bozguna uğramış gibi bir hâli vardı.

"Neden bu kadar şaşırdınız?" diye sorup Ayşin'e baktım. "Pars biliyor demiştin," dediğimde tepkisiz kaldı. "Kimse yokken söylememde sakınca olmaz diye düşündüm," derken yaptığım şeyden fazlasıyla zevk alıyordum.

Gözlerimi Ayşin'den çekip Pars'a baktım. Pars ağır hareketlerle gidip yerine oturduğunda "Bilmiyordum," dedi, zaten bunu az çok tahmin ettiğim için hiç şaşırmadım ama şaşırmış gibi yapıp Ayşin'e baktım.

"Sen biliyor dedin diye söyledim ben, bak şimdi çok mahcup oldum," dedim, tabii yine samimiyetsiz bir tavırla ve o an Pars'ın şüpheyle bana baktığını fark ettim.

Bir şey yaptığımı anlamış gibiydi ama bu zerre kadar umurumda değildi.

Ayşin Pars'a bakarken "Tahmin ediyorsun diye düşünmüştüm," dedi kendini açıklamak adına ve arkasına yaslandı, gergince içkisinden bir yudum daha aldı, gözünün ucuyla bana baktı.

"Kusura bakma," dedim.

Yine gergin bir tavırla yutkunduktan sonra tebessüm etti.

"Sorun değil, gizlediğim bir şey değildi." Sanki şu an beni bir kaşık suda boğmak istiyor gibiydi ve bu fazlasıyla hoşuma gidiyordu. Hiç değilse artık karşısında saf biri olmadığını biliyordu.

Rahatlıkla kandırabileceği, kolay lokma olarak gördüğü biri değildim artık onun için.

"Sevindim," dedim ve gözlerimi ondan çektim, yine Pars'la göz göze geldim, hâlâ şüpheyle bakıyordu. Bu şüpheci bakışları çok umursamadım, gözlerimi ondan çekip keyifle dans edenleri izledim.

Bu yaptığımın karşılığını alacağımı çok iyi biliyordum. Bu kadın, bunu karşılıksız bırakmazdı. Gözlerinden bile sinsiliği okunuyordu ve elbet bana bir şey yapmaya çalışacaktı. Bundan sonra daha dikkatli olmalıyım diye içimden geçirirken Erdem yanımıza döndü.

Erdem'in yerine oturuşunu izlerken Pars'ın bakışları hâlâ üzerimdeydi. Artık bu bakış canımı sıkmaya başlarken yanlış bir şey mi yaptım acaba diye düşünmeden edemedim. Fakat çok geçmeden bu düşünceyi zihnimden hemen sildim, boş verdim ve yeniden etrafıma bakındım.

Zorla getirmişlerdi beni buraya ve şimdi canım çok sıkılıyordu. Bu yüzden oflarken eskiden olanlar aklıma geldi. Neredeyse her gece böyle yerlere giderdim. Hatta hayatımda yaptığım tek şey de buydu. Fakat şimdi anlıyorum ki bu hiç doğru değilmiş. İnsan kendine bunu yapmamalıymış. Kendisi için bir şeyler yapmalı, kendini geliştirmeliymiş. Bunu yapmayınca benim gibi oluyor işte.

Her şey bitince geriye ne eğlence kalıyordu ne de başka bir şey.

Sadece yalnızlık kalıyordu.

Sonra da bir başarısı, bir kazancı, bir arkadaşı olmadan mutsuzluk içinde yaşamaya mahkûm oluyordu.

Bu düşüncelerle gözlerim doldu, belki kendim için bir şeyler yapmamıştım ama mutluydum yine de. Şimdi ise çok mutsuzum.

Olmadığım biri gibi görünmeye çalıştıkça da daha da mutsuz oluyorum.

İç geçirdim, eve dönmek istiyordum artık. Fakat mızmızlanıyor gibi görünmemek için sesimi çıkaramıyordum. Evdeyken beni bir şeylere mecbur bıraktığı için Pars'ı pişman edeceğim demiştim kendi kendime ama şimdi bunu yapacak hâlim yoktu.

"Ayliz?" Tanıdık gelen bu sesle başımı kaldırdım, Gökmen'i gördüm.

"Gökmen," dedim şaşkınca.

Gökmen, Pars'a ve diğerlerine bakıp "Merhaba," dedi, Pars hariç diğerlerinden aynı şekilde karşılık alırken bakışları beni buldu.

"Sizi görmeyi beklemiyordum."

Tebessüm edip ayağa kalktım.

"Emin ol biz de seni." O da tebessüm etti. O sırada arkasından gelen Hazal'ı gördüm. Onu görmek sinirlerimi altüst etti. Fakat onunla bile uğraşacak hevesim yoktu şu an.

Yanımıza geldiğinde o da herkese selam verdi, herkes ona da karşılık verirken de boş bir yere oturdu. Bir bu eksikti diye içimden geçirip Gökmen'e baktım.

"Otursana sen de." Çocuk gözünün ucuyla Hazal'a kısa bir bakış attı, gözleri yeniden beni buldu.

"Yok ben gideyim, görünce selam verdim," dedi ve hafifçe bana doğru eğildi, sadece benim duyabileceğim bir ses tonuyla konuştu. "Bu da başıma bela oldu, hiç değilse biraz uzak durayım." Kendime engel olamayıp güldüm.

"Gelsene sen de benimle," deyince arkama baktım. Hazal'ı ve Ayşin'i gördüm. Pars'ın yanında oturuyorlardı ama Pars'ın pek de umurlarında değillerdi. Çünkü şu an o, dikkatle bana ve Gökmen'e bakmakla meşguldü. Hem de fazlasıyla öfkeli bir ifadeyle.

Yanlarında kalmak istemedim. Onları görmeye tahammülüm yoktu çünkü. Her şey bir yana birini çekemiyorken ikisini hiç çekemeyecektim.

Aldığım kararla Gökmen'e dönüp "Olur," dedim ve ekledim. "Ama haber vereyim," deyip Pars'a baktım, zaten hâlâ bizi izliyordu.

"Ben Gökmen'leyim." Bakışları biraz daha sertleşti, tek kelime bile etmedi. Fakat öfkesini yeterince belli etti. Bu hâli bile içten içe beni memnun ederken "Korkma başıma bela açmam, buradan ayrılmam ve içmem," deyip gitmeme engel olabileceği her bahanenin önüne geçtim.

Bu yaptığım Doğan'ı, Ayşin'i ve Hazal'ı güldürdü.

Gülmeleri sinirimi bozarken Pars sessizdi, ben de daha fazla onun bir şey söylemesini beklemeyip Gökmen'e döndüm.

"Gidelim." Başını salladı, yanlarından ayrıldık. Kalabalığın içinden geçerken kulağıma eğildi.

"Dans etmek ister misin?" Bu fikre hiç sıcak bakmayıp başımı ona çevirdim ve olumsuz anlamda salladım, dudakları yana kıvrıldı.

"Ben de hiç sevmem zaten, sıkıcı biri olduğumu düşünme diye teklif etmiştim." Dürüstlüğü beni güldürürken ileriyi gösterdi. "Gel hadi, şöyle oturalım." Tebessüm ettim, gösterdiği yere doğru yürüdüm ve gidip bar taburelerinden birine oturdum. Gökmen de hemen yanıma otururken barmenden alkolsüz bir şeyler istedim. Gökmen de kendisi için bir şeyler isterken gözlerim istemsizce Pars'ı buldu.

Gözleri buradaydı, hatta bakışlarını bir an bile olsun buradan çekmiyordu. Bu pek umurunda olmazken yanındaki Hazal'a ve Ayşin'e baktım. Onlar bir yana bir de cüzdanındaki kadın vardı.

Bu düşünceler kalbimi acıtırken moralim bozuldu.

"İyi misin?" Gökmen'den gelen soruyla bakışlarımı ona çevirdim ve o an içimden doğruyu söylemek geldi.

"Pek değil," dedim, meraklanmış gibiydi.

"Anlatmak ister misin?" diye sordu, derin bir iç çekerken başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hayır, boş ver," deyip sıkıntıyla ofladım. "Çok uzun mesele hem." Bunu söylerken sesim çok kötü çıkmıştı.

"Bana Hazal'dan hoşlandığımı söylemiştin." Aniden söylediği bu şeye anlam veremeyip neden bu konuya girdiğini anlamaya çalışırken gözleriyle arkamı gösterdi. "Bak, asıl aşık olduğum kadın orada." İstemsizce hemen arkamı döndüm, gösterdiği yere baktım ve genç bir kız gördüm ama yalnız değildi, yanında bir adam vardı.

"Yanında biri var," derken yeniden ona dönmüştüm.

"Yeni sevgilisi," dedi, şaşkınca kaldım. Söyleyecek hiçbir şey bulamayıp tek kelime bile etmezken devam etti. "Bugün öğrendim." Sesi, hayal kırıklıklarıyla dolu çıkmıştı.

"Üzüldüm," dedim.

Dudaklarında buruk bir tebessüm oluştu.

"Üzülecek hâldeyim zaten," deyip içkisini bir kerede içti ve yeni bir tane istedi.

O sırada gözleri hâlâ o kadındaydı.

"İşin garip yanı ne biliyor musun?" diye sorarken de beni bulmuştu bakışları. "Daha düne kadar benimle flört ediyordu, hatta bir ilişkiye başlamak üzereydik. Fakat sonra bir anda bu adam ortaya çıktı." Anlattıkları karşısında hiçbir şey diyemedim, bu durumda ne söylenir bilmiyordum çünkü.

"Bunu yaptı işte bana," deyip bir kez daha bir kerede içti içkisini ve yine yenisini istedi.

"Seni kıskandırıyor olabilir mi?" diye sordum bir anda aklıma gelen şeyle, olası bir şeydi sonuçta.

"Bu çok saçma," dedi anında, istemsizce bakışlarım bir kez daha Pars'a kaydı ve göz göze geldik. Hâlâ buraya bakıyor diye içimden geçirirken tıpkı Gökmen gibi o da içkisini bir kerede içti.

Gözlerimi ondan çektin, sanırım onu çok sinirlendirmiştim. Fakat buna hakkı yoktu ki. Onun bu hakkı kaybedeli çok uzun zaman oluyordu.

"Aramızda bir sorun olsaydı, buna nispet böyle bir şey yapıyor olsaydı anlayacağım ama ortada hiçbir şey yokken böyle yapması saçmalıktan başka bir şey değil."

"Onu üzecek bir şey yapmış olmayasın?" diye sordum, bunu sorarken yine bir anlığına da olsa Pars'a baktım.

Belki de o kızla aynı kaderi yaşıyorduk, belki de onun da kalbini kırıyorlardı ama fark etmiyorlardı.

"Konuşsun o zaman," dedi Gökmen. "Hiçbir insan kusursuz değil Ayliz, olamaz. Belki de haklısın, belki de bir hata yaptım ama bunun bedeli hemen koluna başka bir adam takmak mı olmalı? Gelip konuşmak varken bunu mu yapıyor yani bana?" Cevap veremedim, Gökmen devam etti.

"Beni sevip böyle bir şey yapması yerine hiç sevmemesini tercih ederim." O konuşurken sessiz kalmaya devam ettim.

Çünkü haklıydı, hem de fazlasıyla...

"Al bak, bu mu oyun?" Bir anda söylediği bu şeyle yeniden arkamı döndüm, kızın yanındaki adamla öpüştüğünü gördüm. Bunu izlemek istemeyip başımı önüme çevirdiğimde Gökmen, bir kez daha içkisinin tamamını içmiş ve yenisini istiyordu.

Onun bu hâli beni üzerken yeniden kıza döndüm. Az öncekinin aksine adamdan uzaklaşmış ve şu an buraya bakıyordu. O bakışı yakalamak kaşlarımı çatmana neden oldu. Bile isteye Gökmen'i üzmeye çalışıyor gibiydi. Umarım sevdiği hâlde böyle bir şey yapmıyordur diye içimden geçirip bir kez daha Pars'a baktım.

Az öncekinden çok daha öfkeliydi. Bu tarafa doğru öyle bir bakıyordu ki sanki her an buraya gelecek, Gökmen'e kafa göz dalacak gibiydi.

Bu, beni korkuturken Gökmen'in onun yakın arkadaşının kardeşi olduğunu hatırladım ve kendimce bunu yapamayacağına karar verip kendimi rahatlattım.

"Özür dilerim." Gökmen'in sesi kulaklarıma geldiğinde sonunda Pars'tan gözlerimi çekip ona bakabilmiştim.

"Anlayamadım?" dedim, neden özür dilemişti ki şimdi?

"Affet beni." Kaşlarımı çattım, affedilecek bir şey mi yapmıştı ki? Sanırım sarhoş oldu ve saçmalıyor diye düşünürken hiç beklemediğim bir anda bana doğru eğildi ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı.

Gözlerim irileşti, tüm bedenim buz kesip kaskatı kesildi. Şaşkınlıktan dolayı hiçbir şey yapamazken gözlerim, Pars'ın öfkeyle yanan yeşil gözleriyle temas etti.

Öfkeli gözleri beni korkuturken Gökmen'in dudakları dudaklarımda öylece durmaya devam ettim.

Hani demiştim ya çaresizlik hissini doğuran en büyük durum anlaşılmamak diye? İşte şimdi buna olan inancım artmıştı.

Çünkü çaresizliği iliklerime kadar hissederken bulunduğumuz bu durumu açıklayamayacağımı, hiç kimse tarafından anlaşılmayacağımı çok iyi biliyordum.

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.♡

Son sahneyi yazarken öyle bir gerildim ki anlatamam. Şu an ben bile sanki Ayliz hiç kimse tarafından hiç anlaşılmayacak gibi hissediyorum.

Sizce son olaydan sonra ne olacak?

Pars'ın tepkisi ne olur dersiniz?

Peki ya Ayliz ne yapacak dersiniz?


Yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın, sevgiyle kalın.♡

Alıntı ve duyurular için;

Instagram gizzemasllan

Twitter gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%