Yeni Üyelik
26.
Bölüm

25.BÖLÜM "EKSİKLİKLER VE YARALAR"

@gizzemasllan

Selam :)

Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.♡

Instagram: gizzemasllan

.

.

.

25. BÖLÜM "EKSİKLİKLER VE YARALAR"

Bana göre bu hayatta hiçbir insan kusursuz değildi. Herkesin bir eksiği, eksik hissettiği bir yanı elbette vardı. Asıl mesele; hayatımızda o eksikliği tamamlayacak ya da sen tamamlamak için çaba sarf ederken hep yanında olacak birinin de hayatında olmasıydı.

Bu bir sevgili ya da sıradan bir arkadaş ve yahut bir akraba olabilirdi. Zaten kim olduğunun pek bir önemi yoktu. Önemli olan hissettirdikleriydi, o eksiklik hissini bastırabilecek güçte olmasıydı. Tam aksini yapıp daha da eksik hissetmene neden olmamalıydı. Çünkü daha da eksik hissetmene neden olursa kalbinde açılan en büyük yaranın sahibi de o oluyordu.

Bu, bu hayatta en acı şekilde tecrübe ederek öğrendiğim şeyler arasındaydı. Benim de kalbimde en sevdiklerimin, en güvendiklerimim açtığı çok büyük yaralar vardı ve insanın yaralarının sahibi en sevdikleri olunca canı çok yanıyordu.

En kötüsü de hiç kimse bunun farkına bile varmıyordu.

Gökmen'in dudakları hâlâ dudaklarımdayken ve ben şaşkınca öylece durmaya devam ederken anlaşılmayıp en sevdiklerimin kalbime daha büyük bir yara açmalarından çok korkuyordum. Çünkü canım zaten yeterince yanıyordu, biraz daha yanması beni bu kez çok daha sert düşürecekti yere.

İşte bu yüzden kendimi toparlamam gerektiğine karar verdim ve bu kararı aldığım ilk an en başından yapmam gerekeni yapıp hızla Gökmen'i omuzlarından itip kendimden uzaklaştırdım. Sonra da hemen ardından hızla ayağa kalktım.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Öfkeyle bağırdım fakat şu an bana bakmıyordu bile, arkama doğru bakıyordu. Ben de arkamı döndüm, bahsettiği kadının öfkeyle uzaklaştığını gördüm. İşte o an onu kıskandırmak için beni kullandığını anladım. Bu, daha da öfkelenmeme neden olurken ona döndüm. Onun da gözleri çoktan beni bulmuştu.

"Ben sadece..." Devam etmesine izin vermedim.

"Kullandın beni," dedim, itiraz etmek için tek kelime bile etmedi. "Nasıl yaparsın bunu?" Bağırdım yine ama yine ağzını bile açmadı. "Bunu yapmaya..." Hesap sormaya devam edecekken sözümü kesen şey Gökmen'in bir anda geriye doğru savrulması oldu.

Ne olduğunu anlamaya çalışırken bunu yapanın Pars olduğunu görmem, Pars'ın Gökmen'i yanına çekmesi ve kafasını yüzünün ortasına geçirip Gökmen'i yere düşürmesi bir oldu.

Bununla da yetinmeyip tekrar yanına yaklaştı. O sırada olaya şahit olan kadınların çığlık sesleri yükseldi ve ben öylece durmak yerine telaşla Pars'a yaklaştım, önünde durup kollarından tuttum, Gökmen'e yaklaşmasına izin vermedim.

"Ne yapıyorsun? Dur!" Bağırırken bir yandan da onu zapt etmeye çalışıyordum. Ta ki bir anda duraksayıp da öfkeyle gözlerimin içine bakana kadar. Onun bu bakışları beni korkuturken ne yapacağımı bilemedim. O da zaten benim bir şey yapmamı beklemedi ve kollarını benden kurtardı, kolumu tutup beni arkasına çekti fakat buna rağmen Gökmen'e yaklaşamadı, çünkü çoktan Hazal Gökmen'in yanına gelmiş ve onunla ilgileniyordu.

"Sen abine dua et lan şerefsiz!" diye bağırdı Pars, Gökmen burnundan akan kanla ilgilenip ona gözünün ucuyla bile bakamazken "Dua et onun kardeşisin!" diye ekledi öfkeyle, Hazal da başını kaldırdı ve aynı öfkeyle Pars'a baktı.

"Ne yapıyorsun sen? Manyak mısın?" Bağırdı, Pars ona cevap vermezken Hazal tiksinircesine bir ifadeyle "Anlattıkları kadar varmışsın!" diye ekledi yine yüksek bir ses tonuyla. Bu cümleyi ona anlattıklarım yüzünden kurduğunu hemen anlarken bu durumda bile şaşırmadan edemedim.

Bu hâlâ o saçma şeylere inanıyor muydu?

Ben daha bunu düşünürken Pars yeniden kolumdan tuttu, çekiştirmeye başladı. "Pars bırak!" diye bağırdım beni duyması için duymadı ya da duydu ve umursamadı, çekiştirmeye devam etti.

"Bırak kendim yürürüm!" desem de bırakmadı ve bu şekilde çıkardı beni bardan. Fakat durmayıp arabaya doğru yürürken buna daha fazla tahammül edemedim ve durdum, kolumu sertçe çekip ondan kurtardım.

"Ne yapıyorsun ya sen?" diye kızdım, çekiştirdiği için acıyan bileğimi tutup ovaladım.

Öfkeyle gözlerimin içine bakarken dişlerini sıkarak "Yaptığı şeyleri sorgulaması gereken ben değilim!" dedi, kaşlarımı çattım.

Gökmen'in yaptığı şey doğru değildi, ki zaten doğru olduğunu düşünüyor olsaydım içeride ona tepki gösterip bağırmazdım fakat şu an onun bu davranışları da hiç normal değildi.

"Sana ne?" dedim bu yüzden, öfkesi daha da arttı. "Benim yaptıklarım seni neden ilgilendiriyor?"

"Lan ne demek sana ne?" diye bağırdı büyük bir öfkeyle. "Herif gözümün önünde seni taciz etti, sen karşıma geçmiş sana ne diyorsun," dediğinde yüzümde alaylı bir ifade oluştu.

"Hiç değilse bunun farkındasın," dedim, ne demek istediğimi anlamamış olacak ki kaşlarını çattı. "İnanmazsın diye düşünüyordum, hiçbir zaman inanmadınız ne de olsa. Taciz etseler de bunun benim suçum olduğunu düşünecek kadar..." Devam etmeme izin vermedi.

"Sen ne saçmalıyorsun?" diye çıkıştı. "Ne dediğinin farkında mısın sen?"

"Farkındayım," dedim anında. "Çok iyi farkındayım hem de, hatta az önce daha da iyi farkına vardım," dediğimde anlamsızca bakıyordu bana. "O beni öptüğünde aklıma gelen ilk şey hiçbirinizin bana inanmayacak olması olduğunda bir kez daha her şeyin o kadar iyi farkına vardım ki artık bu gerçek canımı daha çok yakıyor," dedim, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldığında sakin kalmaya çalıştığını anladım.

"Ayliz," dedi sakinleşmeyi başarmış olacak ki gayet sakin çıkan sesiyle ve devam etti. "Ben ne diyorum, sen diyorsun bana. O herif seni içeride taciz etti, sen karşıma geçmiş..." Bu kez devam etmesine izin vermeyen ben oldum.

"Aynen öyle oldu," dedim ve devam ettim. "Ve bana neden bağırdığını, kolumdan tutup da bir suçum varmış gibi çekiştire çekiştire buraya neden getirdiğini, yaptığım şeyi sorgulamam gerektiğini neden söylediğini anlamıyorum," dedim, konuşacak gibi oldu ama devam edip engel oldum ona.

"O beni taciz etti, ben onu değil. Suçlu o yani, ben değilim ve sen hep olduğu gibi karşıma geçmiş suçsuz olduğumu çok iyi bildiğin, hatta bağırarak bunu dile getirdiğin hâlde yine bana hesap soruyorsun,," deyip içimdekileri bu kez kendimi bastırmadan dile getirmiş oldum.

"Sanki buna hakkın varmış gibi," diye eklediğimde boynunda belirginleşen damarları fark ettim, onu çok kızdırdığımı anladım ama yine de devam ettim.

"Az önce yaşanan şey benim isteğimle yaşanmış olsaydı bile senin bana hesap sormaya hakkın yok. Hazal, Ayşin, bir başka kadın derken birçok kadın var hayatında. Hatta kim bilir daha kimler vardır," dedim ve bu cümleyi kurmak canımı çok yaktı fakat susmayıp içimdekileri söylemeye devam ettim.

"Ben sana hesap soruyor muyum? Sen bana hangi hakla, kim olarak hesap soruyorsun ki?" diye sordum ve cevap alamayacağımı çok iyi bildiğim için bir şey duymayı beklemeyip devam ettim.

"Ben ona gerekeni yapacaktım, yapıyordum da ama anlamıyorum ki sen niye bu kadar öfkelisin? Hem senin yaptığından başka bir şey yapmadı ki." Bakışları anlamsızlaştı. "Sen de sarhoş olup beni öptün." Bakışları sertleşti. "O da sarhoştu ve öptü." Çenesindeki kas öfkeden seğirmeye başlamıştı.

"Belki o da beni öperken başka birini düşünmüştür." İşte bu cümlemle şaşırdı.

"Ne demek bu şimdi?" diye sordu bir de.

"Bence sen ne demek olduğunu zaten çok iyi biliyorsun," dedim, bakışları biraz daha anlamsızlaşırken gözlerim doldu.

"Demek ki ben dışarıdan böyle biri gibi görünüyormuşum." Sesim, hayal kırıklığıyla dolu çıkarken devam ettim. "Birileri aşık olur, sonra sarhoş olur ve bana gelirler..." Devam etmeme izin vermedi, öfkeyle araya girdi.

"Saçmalama!" diye bağırdı. "Sen kendine ne dediğinin farkında değil misin?"

"Doğru olan bu değil mi?" diye sordum duygusuz bir ifade ve ses tonuyla. Öfkesi biraz daha arttı. "Sen de aynı şeyi yapmadın mı?"

"Lan n'aptım ben, n'aptım?" Aniden öyle bir bağırdı ki irkildim, bir adım geri gittim.

"O gün sen de..." Ve onun sözünü kesen şey araya giren bir başka ses oldu.

"N'oluyor burada? Ne yapıyorsunuz?" Başımı çevirip baktığımda Ayşin'i gördüm, eşzamanlı olarak az önceki sakin ve duygusuz hâlim yok oldu, öfkemin esiri oldum. Bu öfkeyle de bu gece bir kez daha kendimi bastırmamaya karar verip içimden geçen şeyi yaptım.

"Sana ne!" diye çıkışmamla Ayşin'in şoka uğraması bir oldu, onun bu hâline alaycı bir tavırla güldüm. "Ay kusura bakma ya! Tabii sen alışık değilsin bu tavırlara, sen daha çok üstün başarılarının anlatılıp sabaha kadar övülmeye alışıksın değil mi? Ben bağırınca bir şaşırdın tabii," dedim, tek kelime bile edemezken duymasını hiç umursamadan "Geri zekalı," diye söylendim ve yüzünde oluşan ifadeden gayet net bir şekilde ne söylediğimi duyduğunu anladım ama zerre umurumda olmadı.

"Anlayamadım," dedi az önce söylediğim şeylere karşı ve devam etti. "Ben sadece..." Devam etmesine izin vermedim.

"Sen anlamasan da olur," dedim, bu tavrım susup kalmasına neden olurken devam ettim. "Her şeyin içinde olmak, her seferinde bir yerlerden çıkmak zorunda değilsin," dediğimde biraz daha bozuldu ama fark ettiğim kadarıyla elinden geldiği kadar da bunu belli etmemeye çalıştı.

"Hayatıma sakın burnunu sokmaya çalışma," dediğimde konuşacak gibi oldu ama devam etmesine izin vermedim. "Bana öyle arkadaşmış ayağına yatmaya falan da çalışma, sinsiliğin gözlerinden okunuyor be senin! Kimbilir ne derdin var ki bana yaklaşmaya çalışıyorsun," dememle bir saattir söylediğim şeylere susan Pars'ın araya girmesi bir oldu.

"Ayliz yeter," dedi, hızla ona döndüm.

"Yettiğine sen mi karar veriyorsun?" diye sordum, ve öfkeyle devam ettim. "Ama tabii pek kıymetli arkadaşına laf ettirmezsin sen değil mi? Ne de olsa..." Tamamlamamı beklemeden başını çevirip Ayşin'e baktı ve ne ara yanımıza geldiklerini fark etmediğim Doğan ve Erdem'i gözleriyle göstererek konuştu.

"Erdem seni evine bıraksın," dedi ve yeşillerini yeniden bana çevirdi. Az önce söylediğim o kadar şeyden sonra fazla sakin görünüyordu ve bu ciddi anlamda sinirlerimi bozuyordu.

"Sen de arabaya geç," dedi gözlerimin içine bakarak fakat dediğini yapıp da arabaya gitmek yerine olduğum yerde durmaya devam ettim.

"Abi," diye araya girdi Doğan ve Pars, ona öyle bir bakış attı ki Doğan her ne söyleyecekse söyleyemeyip "En iyisi biz gidelim," dedi.

Bu kadar olan ve söylediğim o kadar şeyden sonra Pars'la gitmek isteyeceğim en son şey bile değildi.

Bu yüzden gidelim diyen Doğan'a telaşla bakıp "Ben de sizinle geliyorum," dedim, bunu derken gözümün ucuyla bile Pars'a bakmıyordum. Doğan ise benim aksime abisinden gözlerini çekmiyor, onun bir şeyler söylemesini bekliyordu. Ben de işimi şansa bırakmayıp "Beni siz bırakın," deyip Ayşin'e baktım. "Seni de Pars bıraksın," dedim sanki burada kalması ya da birileriyle gitmesi umurumdaymış gibi ve Doğan'ın yanına gittim.

"Ayliz arabaya," dedi Pars yine dişlerini sıkarak ama onu duymamış gibi yaptım, dönüp bakmadım bile ve Doğan'a bakarak konuştum.

"Arabada bekliyorum," dedim.

"Ayliz!" Pars'ın sesi bu kez uyarıcı çıktı ama yine umurumda olmadı ve Erdem'in arabasına doğru yürüyüp yanlarından uzaklaştım.

Arabanın yanına ulaştım, arabaya binip rahat bir nefes almayı dilerken kapıyı açtım fakat eşzamanlı olarak kapı sert bir şekilde yeniden kapatıldı, arkamda birinin varlığını hissettim. Bunun kim olduğunu anlamak hiç de zor olmazken arabaya dönük durmaya devam ettim, ona bakmak istemedim.

"Seninle gelmek istemiyorum!" dedim, artık benim de sabrım taşmaya başlamıştı. Bu söylediğime karşılık bir şeyler demek yerine sessiz kaldı, dayanamayıp usulca ona döndüm. Sırtım, arabaya temas ederken gözlerinin içine baktım.

Söyleyecek onlarca şeyim varken, ona bu şekilde yakın olmak, gözlerinin içine bakmak söylemek istediğim her şeyi unutturdu bana. Ağzımı açıp tek kelime edemedim, dilim tutuldu ve sadece onun gözlerinin içine baktım. O da konuşmadı ve yaptığı tek şey az öncekinin aksine sakince bileğimden tutmak olmadı.

"Gelmek istemiyorum," dedim ben de onun gibi az öncekinin aksine fazlasıyla sakin bir şekilde ve bunu umursamadı, kendi arabasına doğru yürüdü. Bileğimden tuttuğu için ben de peşinden gitmek zorunda kaldım ve sanki az önce bağıra çağıra kavga eden biz değilmişiz gibi sakin sakin arabasına yürüdük.

Bu sakinliğe rağmen "Bana zorla bir şey yaptırmandan nefret ediyorum," dedim, dönüp bana cevap verme gereksiniminde bulunmazken arabasının yanına ulaştık. Ancak o an bileğimi bıraktı, arabanın kapısını açtı ve gözleriyle arabayı gösterdi.

"Bin hadi," dedi, binmek yerine durdum ve ileriye doğru baktım. Ayşin'in gözleri buradaydı ve bakışlarındaki o kıskançlığı hissetmemek için kör olmak gerekirdi.

Onun bu tavrına göz devirip arabaya bindim. Pars kapıyı kapattı, diğer tarafa geçti ve kendisi de bindi.

Sessizce arabayı çalıştırmasını ve uzaklaşmayı bekledim. Fakat bunu yapmak yerine durdu ve bana bakmaya başladı. Önce sabırla gözlerini benden çekmesini ve önüne dönmesini bekledim fakat sonra o bunu yapmayınca dayanamadım ve ben baktım ona.

Bir şey söylemek yerine sessiz kaldı, aynı şekilde ben de sessizliğimi korurken gözlerinin bir anlığına dudaklarıma kaydığını fark ettim ve bu, konuşmam için yeterli oldu.

"Ne bakıyorsun bana öyle?" diye kızdım.

Gözlerini önüne çevirdi. "Ne dedi sana?" diye sordu bir anda.

Anlamsızca baktım ona. "Kim?" diye sordum gözlerim yumruk yaptığı ellerine kayarken.

"O şerefsiz öpmeden önce bir şeyler söyledi sana." Ancak bu cümleyle neyden bahsettiğini anlayabildim ama cevap vermedim ona.

Resmen kıskanıyordu beni, bu yaptıklarının başka bir açıklaması yoktu ama bu kıskançlık anlamsızdı çünkü bu duyguyu bana karşı hissetmeye hakkı yoktu.

Bunları düşünüyor olsam da ona bu konuda hiçbir şey söylemedim ve Gökmen'in bana söylediklerini düşündüm. Öpmeden hemen önce benden özür dilemiş, affet beni demişti fakat bunu onun bilmesine gerek yoktu.

"Sana ne?" dememle gözlerinin beni bulması bir oldu. "Sen niye bu kadar merak ediyorsun ki?" Şu an kendini öyle bir kasıyordu ki tüm kemiklerinin ağrıdığına yemin edebilirdim.

"Sen beni delirtmek mi istiyorsun?" diye sorarken sesi yine biraz yüksek çıkmıştı.

"Hayır," dedim onu delirtecek kadar sakin bir tavırla ve ekledim. "Ama eve gitmek istiyorum, burada seninle bir dakika bile durmaya tahammülüm yok, şimdi beni eve götür. Çok yoruldum, gidip dinleneceğim," deyip hiçbir şey olmamış, hiçbir şey sormamış gibi davrandım ve kollarımı göğsümün altında toplayıp arkama yaslandım.

Pars'ın, ağzının içinden küfür ettiğini duysam da umursamadım, dönüp ona bakmadım. Çok geçmeden arabayı çalıştırdı, gaza bastı ve sonunda olduğumuz yerden uzaklaşıp sessizce eve doğru yol aldık.

Tüm yol ikimiz de tek kelime etmedik, bu şekilde dakikalar sonra eve ulaştığımızda ve araba yeniden durduğunda hemen inip eve girmek yerine oturmaya devam edip bir şeyler söylemesini bekledim fakat konuşmadı, yine sessizliği tercih etti. Ben de daha fazla beklemenin bir anlamı yok diye içimden geçirip elimi kapının koluna attım. Eşzamanlı olarak sonunda ondan bir şeyler duyabildim.

"Söylediklerin doğru değildi." Duraksadım, gözlerimi ağır ağır ona çevirdim. "En azından benim için," diye ekledi, hangi söylediklerimden bahsettiğini anlayamazken devam etti.

"Sarhoş olup da sonrasında öpmek konusundan bahsediyorum," diye açıkladı, derin bir nefes aldım.

"Yaptıklarınla söylediklerin birbirini tutmuyor," dedim, kaşlarını çattı. Bu konunun açılması yeniden o gece olanları hatırlamama neden olmuştu.

Karşımda duran bu adam, beni öpmüş sonra da başka birinden bahsetmişti. Bunu düşünmek bile canımı çok yakarken boğazım düğüm düğüm oldu.

"Ne ima etmeye çalıştığını anlamıyorum," dedi, sıkılmış gibiydi. "Ne söyleyeceksen açık açık söyle."

"Bir şey ima etmeye çalışmıyorum, açıkça söylüyorum zaten," dedim, sıkıntıyla derin bir nefes aldı. "Hem bence daha fazla konuşmaya gerek yok, zaten artık seninle bir şeyleri konuşmak istemiyorum," dediğimde yine sinirlendi. "Bu boşa kürek çekmekten başka hiçbir şey değil. Karşımda beni anlayan ya da anlayacak olan, anlasa da umursayacak olan biri yok ne de olsa," dedim ve içimdeki son şeyleri de söylemiş olup cevap vermesini beklemeden arabadan indim ve evin bahçesine girdim.

Bahçeye girdiğimde duraksadım, araba sesi gelmesini bekledim ama o sesi bir türlü duyamadım. En sonunda pes edip eve girdim, girer girmez derin bir nefes aldım.

Bu gece tahmin ettiğimden çok daha yorucu geçmişti.

Vakit geçtiğinden ve bu saatte babamın uyuduğunu çok iyi bildiğimden ses yapmadan odama çıktım. Odaya girer girmez pencerenin kenarına gittim, dışarıya baktım ve Pars'ın arabasının hâlâ durduğunu gördüm. Neden gitmediğini anlayamazken sonunda araba çalıştı ve evin önünden uzaklaştı.

Onun gidişiyle pencereyi kapattım, banyoya girdim. Aynanın karşısına geçtiğimde Gökmen aklıma geldi, midem bulandı. Hemen suyu açıp dudaklarımı yıkadım, ardından da makyajımı sildim. İşim bittiğinde ve yeniden aynada kendime baktığımda gözlerim dolmuştu.

Ağlamak istemediğim için kendime daha fazla bakamadım, odaya geçtim. Üstümü değiştirip pijamalarımı giydim, yatağın kenarına oturdum. İşte o an kendime ne kadar engel olsam da gözümden birkaç damla yaş aktı.

Ben, bu kadar basit biri miydim insanların gözünde? Bu yüzden mi korkmadan bunu yapabiliyorlardı bana? Bu düşünceler beni boğarken gözyaşlarım akmaya devam etti. Sanırım gerçekten de herkesin gözünde bu denli basit biriydim. Bu yaşananların başka bir açıklaması olamazdı çünkü.

Yatağa girip pikeyi üzerime çektim. Gözyaşlarımın ardı arkası kesilmezken aynı şeyleri düşünmeye, düşündükçe ağlamaya devam ettim ve ben o gece bir kez daha ağlarken uykuya daldım.

Sabah uyandığımda yataktan çıkmayı hiç istemiyordum. Zaten çıkmak için de bir nedenim yoktu. Çıksam ne yapacağım ki? Yapılacak bir şey mi vardı? Bu yüzden yatağın içinde dönüp durdum, dün geceyi düşündüm. Düşündükçe de kendimi daha mutsuz hissediyordum.

Gözlerimi kapatıp sıkıntıyla ofladım, o sırada babamın sesini duydum. Birine bağırdığını anlayınca kötü bir şey mi oldu acaba diye düşünüp yataktan çıktım, kendime çeki düzen verip odadan çıktım.

Çıkar çıkmaz babamın sesini daha net duydum. Her kiminle konuşuyorsa "Neden geri döndün?" diye kızıyordu. Sesinin çalışma odasından geldiğini anlayıp o tarafa yöneldim fakat içeriye girmedim, kapının önünde durup dinledim onu.

"Kızın şimdi mi aklına geldi? Kız seninle görüşmek istemiyor işte, ne yapayım zorla mı getireyim yanına? Senin yüzünden bana da kızıyor, benimle de konuşmuyor!" diye kızmaya devam ettiğinde konuştuğu kişinin annem olduğunu anlamam zor olmadı. Sanırım benimle görüşmek istiyordu.

Bu, beni öfkelendirse de elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalıştım ve o an tıpkı dün gece olduğu gibi bir kez daha içimden gelen şeyi yapmaya karar verdim. Bu kararla da odanın önünde durmak yerine hızla içeriye girdim, babamla karşı karşıya geldim.

Babam beni görünce telaşla "Ben seni sonra ararım," dedi ve telefonu kapattı, bir açıklama yapacak gibiyken yanına yaklaştım, buna engel oldum.

"Annemle mi konuşuyordun?" diye sordum, anında inkâr edecek gibi oldu ama buna da fırsat vermedim. "Onunla görüşmemi istiyor musun?" Bu sorum duraksattı onu, biraz düşündükten sonra cevap verebildi ancak.

"O senin annen kızım," dedi, derin bir nefes aldı. "O da seni görmek istiyor işte, normal bir ilişkiniz olsun istiyor," dedi ve sustu, soruma net bir cevap vermedi ama ben cevabımı almış oldum.

"Peki, bugün yanına gideceğim," dedim, şaşkınca kaldı karşımda. "Korkma, kötü bir şey için gitmiyorum. Gerçekten konuşmak istediğim için gidiyorum." Babam, daha da şaşırırken devam ettim.

"Sen konuş onunla her neredeyse ya da nerede görüşmek istiyorsa oraya gidebilirim," dedim ve cevap vermesini beklemeden odadan çıktım, kendi odama gittim.

Odaya girer girmez derin bir nefes aldım. Bunu yapmak bana hiç iyi gelmeyecekti bunu çok iyi biliyorum fakat babamı biraz olsun mutlu etmek istiyorum. Artık bunu başarmak için kendi mutsuzluğuma bile razıyım.

Bu düşünceler arasında banyoya girdim ve güzel bir duş aldım. Duştan sonra saçlarımı kuruladım, üstümü giyinip salona indim ve güzel bir kahvaltı yaptım. Kahvaltıdan sonra ilaçlarımı içtim, o sırada babam da salona geldi.

"Konuşabildin mi?" diye sordum merakla, aslında benim hiçbir etkim olmadan bir sorun çıkmasın ve gidemeyecek olmayı o kadar çok istiyordum ki...

"Konuştum, bir kafede seni bekleyecek," dedi ve istediğim şey olmadı.

"Tamam," dedim düşüncelerimin aksine. "Güvenliklerden biriyle giderim," dediğimde babam bir kez daha şaşırdı. Normalde böyle bir şeyi kabul etmem için benimle saatlerce konuşması gerektiği için şaşırması çok normaldi.

"Ayliz, kızım senin aklından başka bir şey geçmiyor değil mi?" diye sorduğunda buruk da olsa tebessüm ettim.

"Korkma," dedim güven verici bir tavırla. "Seni pişman etmeyeceğim." İç geçirirken başını salladı. "Eee ne zaman gideceğim?" diye sordum merakla, oysa gitmeyi hiç istemiyordum.

"2 saat sonra," dediğinde başımı salladım, gidip salondaki koltuğa oturdum.

Kendimi hiç olmadığım kadar gergin hissediyordum. Bu hisle baş etmeye çalışırken telefonum çaldı. Cebimden çıkardığımda yabancı bir numaranın aradığını gördüm. Bu, daha da gerilmeme neden oldu. Ya Tan arıyorsa? Bu düşünce beni korkuturken aramaya yanıt vermedim.

Aramayı meşgule atıp telefonu koltuğa bırakırken aklıma bir anda avukat olayı geldi. Sahi neden gelmemişti ki avukat? Pars gelecek dememiş miydi? Ben daha bunu düşünürken telefonuma mesaj geldi, kalbim korkuyla atmaya başladı. Bu korkuyla telefonu aldım, göreceğim şeye kendimi hazırlayıp mesaja girdim.

0542***: Merhaba Ayliz, ben Gökmen.

Okuduğum bu mesajla kaşlarımı çattım, hangi yüzle mesaj atıyor diye düşünürken yeni bir mesaj düştü ekrana.

0542***: Dün gece için çok özür dilerim. Kendimde değildim, yapmamam gereken bir şey yaptım. Kendimi çok kötü hissediyorum. Lütfen bir yerde buluşup konuşalım, kendimi affettirmeme izin ver.

Sanırım bu saatte kadar ancak kendine gelebilmişti ama anlayamadığım bir şey vardı, numaramı nereden buldu ki? Şimdilik bunu düşünmeyi boş verdim, onunla konuşmaya da buluşmaya da hiç niyetim yoktu zaten.

Hem şu an hayatımda çok daha önemli bir konu vardı; annem gibi...

Telefonu sessiz alıp cebime koydum. O sırada bu kez de aklıma eve gizlice giren adam geldi ve korkum, bir kez daha gün yüzüne çıktı. Neden bu konuda bir gelişme olmamıştı ki? Pars araştırmaya devam ediyor muydu acaba? Sanırım bunu düşünmem bile çok saçmaydı. Aramızda ne olursa olsun, biz ne yaşarsak yaşayalım Pars, asla böyle bir şeyin peşini bırakmaz, bunu ihmal etmezdi.

Bu konuda ona bu kadar güveniyor olmam bir an için beni de şaşırtırken cebimdeki telefon titredi. Gökmen'in yeniden aradığını anlamak zor olmazken çıkarıp bakmaya bile gerek duymadım ve sadece annemi düşünmeye devam ettim. Hâlâ çok gergindim, hem nasıl gergin olmayayım ki? Yıllar sonra ilk defa konuşacağım onunla.

Ellerimin titrediğini fark edip buna engel olmak için elimden geleni yaparken düşünmeye devam ettim ve o düşünceler arasında bir buçuk saat kadar zaman geçirdim. Vaktin geldiğini ise babam yanıma geldiğinde ve gitmem gerektiğini söylediğinde ancak anladım.

Aynı gerginlikle evden ayrıldım, bahçedeki güvenliklerden biriyle bir arabaya bindim ve nerede olduğunu bilmediğim bir kafeye doğru yola çıktım. Yaklaşık 20 dakika kadar sonra kafeye ulaştık. Ayaklarım geri geri gidiyor olsa da elimden geldiğince güçlü olmaya çalışıp arabadan indim ve kafeye girdim. Benimle gelen adam bir an bile olsun peşimi bırakmazken bulduğum ilk boş yere oturdum, güvenlik de gidip başka bir masaya oturdu.

Gergince beklemeye başladım. Aradan beş dakika kadar bir zaman geçtikten sonra kafeden giren annemi gördüm. Gözlerimi bir an bile olsun ondan çekemezken onun da bakışları beni buldu ve hızlı adımlarla yanıma geldi, karşıma oturdu. Gözleri doluydu.

"Ayliz," dedi çatallanan sesiyle. "Kızım," diye ekledi, ağlayacak gibiydi. Onun aksine elimden geldiği kadar duygusuz görünmeye çalıştım. "Benimle görüşmeyi kabul edip buraya kadar geldiğin için ne kadar mutlu olduğumu anlatamam." O konuşurken sessiz kaldım. Bunu yapma amacım onu değil, babamı mutlu etmekti.

Ben, onun için hiçbir şey yapmazdım zaten.

"Kendimi anlatmama izin ver," dedi, hızla araya girdim.

"Anlatma hiçbir şey," dedim, afalladı. "Sadece dinle," dediğimde çaresizce başını salladı.

"Başka bir adam için bıraktın beni," dedim gözlerinin içine bakarak. "Babamla boşanmış olman umurumda bile değil, böyle şeyler olabilir hayatta ama sen babamla birlikte beni de bıraktın!" deyip sustum, belki bir şeyler söylemek ister diye düşündüm ama yapmadı bunu ve sessiz kaldı. Bu yüzden devam ettim.

"Çok küçüktüm daha, bir gün seni diğer çocuklarınla görmüştüm." Gözünden akan bir damla yaşa şahit oldum. "O gün kendime söz verdim, bir daha seninle asla konuşmayacağım diye." Gözyaşları akmaya devam etti.

"Hâlâ konuşmak istemiyorum aslında, sadece babam için geldim buraya. O daha fazla ikimizin arasında zor durumda kalmasın diye."

"Kızım," dedi gözyaşları içinde. "Ben bazı şeylere mecbur kaldım, ben..." Devam etmesine izin vermedim.

"Babam mı engel oldu beni görmene?" diye sordum.

Başını olumsuz anlamda salladı. "Hayır ama..." Yine devam etmesine izin vermedim.

"Başka bir ülkeye mi gitmek zorunda kaldın?" diye sordum bu kez de.

"Hayır," dedi yine.

"Seni bir yere mi hapsettiler?" Sormaya devam ettim, sorularıma anlam veremiyor gibiyken bu kez sessiz kalıp yine başını olumsuz anlamda salladı.

"O zaman gelmemek için, beni görmemek için bir engel yoktu ama gelmedin. Aynı şehirde yaşadığımız hâlde ben seni yıllarca görmedim, hem de sana engel olabilecek hiçbir şey yokken. Sırf yeni kocanla aran bozulmasın diye vazgeçtin benden ve bu benim annesiz büyümem için yeterli bir sebep değil bana göre. Affedilecek bir şey de değil," dedim yine gözlerinin içine bakarak.

Garson, masaya bizim için iki kahve bırakıp giderken konuşmaya devam ettim.

"Hayatını senin olmayan iki çocukla geçirdin, beni yalnız bıraktın," dedim, artık bir şeyler söylesin istedim ama sessiz kalmaya devam etti. "Sen beni tanımıyorsun bile," derken sesim hayal kırıklığıyla dolu çıktı.

"Ben seni hep düşündüm." Yüzümde buruk bir ifade oluştu, içim acıdı.

"Senin hep beni düşünmen bendeki eksikliği yok etmedi ama," dedim, başını önüne eğip yine sessiz kaldı.

O sırada masanın üzerindeki telefonu çaldı. Gözümün ucuyla istemsizce ekrana baktığımda "Kızım arıyor." yazısını gördüm.

İşte o an, kalbim ateşler içinde yanıp kavruldu. Acıyla sızlayıp canımı çok yaktı.

O, telefonu açmazken sessiz kaldım. Tam o sırada bu kez de mesaj geldi ve bir anlık cesaretle o telefonu almadan ben aldım. Şaşkınca kalıp ne yaptığımı anlamaya çalışırken onu zerre umursamadım, doğru olup olmadığını da sorgulamadım ve gelen mesajı okudum.

Kızım: Teşekkür ederim anneciğim.

Okuduğum bu mesajla başımı kaldırıp yeniden ona baktım.

"Teşekkür ediyor sana," dedim, gözyaşlarını sildi. "Ne için teşekkür ediyor?" Merakla sordum ama cevap vermedi, sessizliğini korudu. "Lütfen, cevap ver," dediğimde derin bir nefes alıp konuştu.

"Sınavı iyi geçmiş, ben de sevdiği yemeği yapacağını söyledim." Gözlerim doldu, telefonu yeniden ona verdim.

"Benim en sevdiğim yemek ne?" diye sordum boğuklaşan sesimle, sessiz kaldı.

"En sevdiğim renk ne?" diye sordum bu kez de ama yine sessiz kaldı.

"En çok hangi dersi sevdiğimi, hangi ülkeyi görmenin hayalini kurduğumu, ne yaparken çok mutlu olduğumu biliyor musun peki?" Sormaya devam ettim ve umutla tek birine bile olsa cevap versin, verebilsin istedim ama yapamadı bunu ve sessiz kaldı.

"Bak biz böyleyiz işte, iki yabancı gibi," dediğimde geldiğinden beri olduğu gibi ağlamaya devam etti.

"Ben sana anne diyemem çünkü sen benim annem değilsin, onun annesisin." Yine başını önüne eğdi. "Anne olmak doğurmak değil sadece. Bakmak, büyütmek, onunla ilgilenmek ve sen onlara annelik yaptın, bana değil. Benim bir annem yok." Ağlamamak çok zor gelmeye başlarken kendime engel olmaya ve konuşmaya devam ettim.

"Biliyor musun ben anne ne demek onu bile bilmiyorum. Şimdi seni annem olarak göremem, sen benim için yabancı bir kadından ibaretsin ve kusura bakma ama sadece biyolojik bir bağımız var diye seni kabul etmek zorunda değilim, yapamam bunu." Gözyaşlarına boğuldu.

"Bunları seni üzmek için söylemiyorum, buraya seni üzmek için gelmedim. Gerçek düşüncelerim bunlar ve gerçek düşüncelerim seni üzüyorsa bu benim suçum değil." Başını yerden kaldıramadı.

"Benim bir tek babam var, annem yok. Hiç olmadı, hiç hissetmedim varlığını ve bu da benim suçum değil." Gözyaşlarını silmeye çalıştı ama hâlâ ağlamaya devam ediyordu.

"Son günlerde çoğu şeyden kendimi sorumlu tutuyorum, hatta buraya gelmek istememim de nedeni buydu ama bu kez kendimi sorumlu tutamayacak kadar suçsuzum ben." Sonunda başını kaldırdı, yaşlı gözleriyle gözlerimin içine baktı.

"Özür dilerim," dedi, sesi çok kısık çıkmıştı. "Ben hata yaptım, çok hata yaptım," derken gözyaşları hızlandı.

"Seni anlıyorum," dedim, gözlerinde bir an için küçük de olsa bir umut gördüm. "Ama üzgünüm, senin pişman olman benim için bir şeyleri düzeltmiyor," diye ekleyip o umudu öldürdüm ve daha fazla burada kalmak istemedim.

"Artık gitsem iyi olacak, lütfen artık seni görmek istemiyorum diye babamı suçlama, onu zor durumda bırakma," deyip ayağa kalktım.

"Evine de geç kalma, kızın yemek bekliyordur," deyip onu gözyaşları içinde yalnız bıraktım, yanından ayrıldım ve kafeden çıktım. Eşzamanlı olarak benim de gözyaşlarım akmaya başlarken birlikte geldiğim adam yanıma geldi.

"Ayliz Hanım, iyi misiniz?" Endişeyle sordu.

"Sahile götürür müsün beni? Biraz hava almak istiyorum," dedim, başını salladı ve hemen gidip ilerideki arabanın kapısını açtı. Durmak yerine gidip arabaya bindim, kendisi de bindiğinde sahile doğru yola çıktık.

Dakikalar sonra sahile ulaştık, ondan biraz uzak kalmasını rica ettim ve gidip bir başıma bankta oturdum. Zaten çok fazla dayanamamış, duygularımı daha fazla bastıramamış içimden geldiği gibi ağlamaya başlamıştım.

Kendime engel olmak için hiçbir çaba sarf etmeyip hüngür hüngür ağlamaya devam ederken beni buraya getiren adam endişeli bir ifadeyle yanıma geldi.

"Babanızı aramamı ister misiniz?"

Telaşla "Hayır!" dedim, bunu derken bir yandan da ağlamaya devam ediyordum.

"Ama böyle olmaz, hiç iyi görünmüyorsunuz," dedi, onunla konuşacak gücü kendimde bulamayıp başımı önüme çevirdim ve ağlamaya devam ettim.

O sırada birini aradığını fark ettim, engel bile olamadım.

Her geçen dakika gözyaşlarım biraz daha hızlandı, biraz daha şiddetli ağladım. Ağlarken nefesim kesildi, buna rağmen duramadım ve ağlamaya devam ettim. Ta ki bir anda biri koşarak yanıma gelene ve önümde diz çökene kadar.

Bunu yapanın Pars olduğunu fark etmek daha da çok ağlamama neden olurken bir şeyler söyledi ama anlamadım onu. Gözlerindeki endişeli ifade giderek artarken ayaklandı, yanıma oturdu. Hâlâ bir şeyler söylüyor ve ben hâlâ onu anlamıyordum. Doğrusu anlamak da istemedim, çünkü birinin sözlerine ihtiyacım yoktu.

Tek bir şeye ihtiyacım vardı ve bunu hiç çekinmeden yaptım, ona sımsıkı sarıldım. Sarılır sarılmaz da yüzümü göğsüne gömüp ağlamaya böyle devam ettim.

Ağlamam şiddetlendikçe ona biraz daha sıkı sarıldım. Ellerini belime dolaması, onun da bana sarılması ve saçlarımı okşamaya başlaması çok da uzun sürmemişti.

"Tamam, geçti," dedi daha ne olduğunu bile bilmiyorken ve beni sakinleştirmek için saçlarımı okşamaya devam etti.

"Tamam güzelim, ağlama artık." Onun bu sevgisini, merhametini hissetmek daha çok ağlamak istememe neden olurken kulağıma fısıldadı.

"Çok terlemişsin, hava da çok soğuk, hasta olacaksın şimdi," dedi.

Ağlarken tüm bunları fark etmemiştim ki ben.

Pars, başka bir şey söylemezken benden ayrıldı ve bir anda hiç beklemediğim bir şekilde kendimi onun kollarının arasında, havada, buldum. Kucağına alması, eve gideceğimizi anlamam için yeterli olurken ağlamamın arasında zorlukla konuştum.

"Gitmeyelim," diye fısıldadım, gözyaşlarım boynuna düşerken de ekledim.

"N'olur gitmeyelim, eve dönmek istemiyorum." Duraksadı, sanki bir an için ne yapacağını düşündü. O düşünürken başımı omzuna koydum, o sırada Pars yeniden yürüdü.

Bir dakika kadar sonra arabaya bindiğimizi fark ettim, gözlerimi açmak istemedim ve uyku moduna geçtim. Araba hareket ederken de tamamen uykunun içine çekildim.

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama epey bir zaman geçti, arabanın durduğunu hissettim. Ağlamanın verdiği yorgunluk beni uykunun içine çekmeye, gözlerimi açmama engel olurken Pars'ın ellerini yeniden belimde ve bacaklarımda hissettim.

Kucağına alması ve yüzüme soğuk havanın çarpması bir olurken arabadan indiğimizi anlayıp başımı yeniden omzuna koydum. Birkaç dakika sonra bu kez de yüzüme soğuk hava çarptı ve çok geçmeden yumuşak bir yere bıraktı beni.

Bu, daha çok uyumak istememe neden olurken ayakkabılarımı çıkardı. O kadar ağlamama rağmen yaptıkları sayesinde kendimi çok iyi hissetmeye başlamıştım ve bu hisle kendime daha fazla engel olamadım, derin bir uykuya daldım.

Ne kadar uyudum bilmiyorum ama uyandığımda hiç tanımadığım, sıcacık bir evdeydim. Başımı hafifçe çevirdiğimde sıcaklığın sebebinin salonda yanan şömine olduğunu fark ettim. Şöminenin yanı sıra üzerimde kalın bir battaniye vardı ve kendimi daha önce hiç olmadığım kadar huzurlu hissediyordum.

Bu, istemsizce tebessüm etmeme neden olurken salondaki sessizliği tabak kaşık sesi bozdu.

Duyduğum bu sesler arkama bakmama neden olurken Pars'ı, masa kurarken gördüm. Sessizce ona bakıp ne olduğunu anlamaya çalışırken gözleri bir anda beni buldu.

"Oo," dedi keyifli bir ses tonuyla. "Küçük Hanım uyanmış." Şaşkınca kalakaldım karşısında.

Küçük Hanım mı demişti o bana?

Battaniyenin altından çıktım, ayağa kalkıp yanına gittim.

"Ne dedin?" diye sordum anlamsızca, tabakları yerlerine koyarken gözleri beni buldu.

"Küçük Hanım," diye yineledi, doğru duyduğumdan emin oldum ve şaşkınlığım biraz daha arttı.

"İlk defa dedin," dedim, tek kaşını kaldırdı.

"İlk defa mı?" diye sordu, tavırlarına anlam veremezken "Sen daha uykulusun bence," deyip gözleriyle ileriyi gösterdi. "Git bir elini yüzünü yıka, kendine gel." Şaşkınca ona bakmaktan kendimi alamazken o bu bakışlarımı umursamadı, yanımdan uzaklaşıp mutfak olduğunu tahmin ettiğim yere gitti.

O giderken şaşkınca arkasından bakmaya devam ettim. Bana hiçbir zaman öyle hitap etmediğinden eminim diye içimden geçirirken ya dediyse diye sormadan edemedim ve soruyla bambaşka bir gerçek yer edindi hayatımda. Eğer gerçekten bana öyle hitap etti ve ben hatırlamıyorsam o gün öptüğü kişi bendim.

Beni, ben olduğumu bilerek öpmüştü.

Bunun düşüncesi bile dudaklarımda küçük bir tebessüm oluşmasına neden olurken Pars yeniden mutfaktan çıktı ve yanıma geldi. Fark ettiğim ilk şey elindeki sucuklu yumurta olurken masaya ulaştı ve yumurtayı masaya bıraktı.

"Hadi otur, yemek yiyeceğiz." Kaşlarımı çattım.

"Ben bunu mu yiyeceğim?" diye sordum sucuklu yumurtayı göstererek.

Göz kırpıp "Seninki mutfakta," dedi, tanıdığım Pars'tan çok farklı davrandığını düşünürken yanımdan ayrıldı ve yeniden mutfağa gitti.

"Biz neden buradayız?" diye sordum arkasından ve ekledim. "Neden getirdin beni buraya?" Bir yandan ona bunu sorarken bir yandan da zihnimi zorlayıp son olanları hatırlamaya çalıştım.

Son hatırladığım şey ise sahilde ağlarken onun geldiği oldu.

Pars salona yeniden döndüğünde "Sen gerçekten hâlâ uykulusun," dedi ve elindeki sade yumurtayı da masaya bıraktı. Sanırım bu da benim için diye düşünürken yerine oturdu. Ben ise olduğum yerde durmaya devam ettim.

"Orada durmaya devam mı edeceksin?" diye sordu alay edercesine, ağır adımlarla masaya yaklaştım ve karşısına oturdum.

"Babam..." diye konuya girdim ama devam etmeme izin vermedi.

"Şşt," dedi uyarıcı bir tavırla. "Bir şey konuşmak yok," deyip gözleriyle yumurtayı gösterdi. "Hadi yemeğini ye," deyip kendisi başladı. Onun kadar iştahlı olamayıp başlamak yerine ilerideki pencereye doğru baktım, havanın karanlık olduğunu gördüm. Gözlerimi hemen saatte çevirdim ve ancak o an gecenin 10'u olduğunu fark ettim.

"Bu saatte kahvaltı mı edeceğiz?" diye sordum, gözünün ucuyla baktı bana.

"Umduğunu değil, bulduğunu," dedi ve sucuklu yumurtasını büyük bir iştahla yemeye devam etti. Ben de pek üzerinde durmak istemedim ve kendi yumurtama odaklandım. Zaten ancak bir şeyler yiyince aç olduğumu hissetmiştim ve aç olduğumu hissettikçe de daha da büyük bir iştahla yemeye devam etmiştim.

"Çok güzel olmuş," dedim çayımdan bir yudum içerken ve ekledim. "Ellerine sağlık."

"Afiyet olsun," dedi ve sucuklu yumurtasına ekmek banmaya devam etti.

Güzelce ve sessizce yemeğimizi yerken zihnimin bir köşesinde daima onun bana Küçük Hanım demiş olması ve bunu daha önceden de söylediğini ima etmesi vardı. Kendime ya ben bazı şeyleri yanlış anladıysam diye sormadan edemiyordum. Fakat ne kadar sorarsam sorayım kendime herhangi bir cevap da veremiyordum. Tabii bir yandan da yaşadığım o kadar hayal kırıklığından sonra hemen umutlanmak da istemiyordum.

Düşüncelerim arasında çayımdan bir yudum daha aldım ve iç geçirdim. Daha bunları düşünürken bu kez de aklıma annemle olanlar geldi ve canım, biraz daha sıkıldı.

"Düşmesin o yüzün hiç." Pars'ın sesiyle kendime geldim, gözlerimi ona çevirdim. "Bir şey düşünmek yok, hadi yemeğini ye." Arkama yaslandım.

"Doydum," dedim, kaşlarını çattı. "Gerçekten doydum, daha fazla yiyemem." Uzatmak istememiş olacak ki zorlamadı, ben de bundan fazlasıyla memnun oldum. O benim aksime yemeğe devam etti, fakat çok da uzun sürmedi ve karnını doyurdu, ayaklandı.

Masayı birlikte toplarken daha fazla kendime engel olamayıp "Bugün neler olduğunu sormayacak mısın?" diye sorup doğrudan konuya girdim. Pars duraksadı, derin bir nefes aldı ve yanıma geldi.

"Sormayacağım," dedi, gözlerimin içine baktı. Bakışları o kadar derindi ki gözlerimi ondan çekmem mümkün bile değildi.

Bu yüzden onun bakışlarına dalıp giderken bir anda eli yüzümü buldu ve ben, kendimi uzun zaman sonra ilk defa bu kadar mutlu, güvende hissettim.

"Bugün kötü şeyler konuşmak yok," dedi, bir adım daha atıp aramızdaki mesafeyi kapattı. "Sen, ben ve bu ev var sadece," derken sesi o kadar huzur verici çıkıyordu ki bu huzurla içim sıcacık oldu.

"Kötü olan her şey dışarıda kaldı Ayliz, burada kötü hissetmek yok, kötü düşünmek yok, kötüyü konuşmak yok, tamam mı?" diye sordu, böyle bir teklife hayır demem mümkün bile değil diye içimden geçirirken başımı salladım.

"Tamam," dedim, yeşillerine bakarken tebessüm ettim ve iyi hissetmenin tadını çıkarmaya karar verdim.

Hani demiştim ya benim en büyük yaralarımı en sevdiklerim açtı diye? İşte şimdi sanki o yaralardan bir kaçı burada, bu evde, onun yanındayken sarılacak gibiydi.

Hatta belki kapanacak, izi bile kalmayacaktı.

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.♡

Bu bölüm biraz geç geldi, aslında 3-4 gün önce tamamlamış olmam gerekiyordu ama çok feci hastaydım, bir türlü tamamlayamadım. Hatta bölümü düzenlemek için bile vaktim olmadı, bu yüzden yazım yanlışları olabilir. Daha sonra fırsat olduğunda mutlaka düzenleme yapacağım. <3

Ayliz ve annesinin sahnesini yazarken, Ayliz'in cümlelerini yazıya dökerken resmen gözyaşlarına boğuldum. Aslında benim için Ayliz, bu hikâyede yaptığı şeylerde o kadar haklı ki... Başta onu şımarık bulanlar bile sanırım artık sevmeye başladılar ♡

Yeni bölümde neler olacak dersiniz?

Son sahnelerde Pars ilk defa bana tatlı geldi asfagajajajjafag

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle, sevgiyle kalın.♡

Duyuru ve alıntılar için;

Instagram gizzemasllan

Twitter gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%