Yeni Üyelik
27.
Bölüm

26.BÖLÜM "HUZUR"

@gizzemasllan

Selam :)

Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.♡

Instagram: gizzemasllan

.

.

.

26. BÖLÜM "HUZUR"

Onunla konuştuktan, kötü her şeyi dışarıda bırakma kararı aldıktan sonra birlikte yemek masasını toplamıştık. İlk defa onunla kavga etmeden birlikte bir şey yapmak -bu yemek masası toplamak olsa bile- fazlasıyla hoşuma gitmişti.

İşimiz bitince ise yine birlikte salona geçmiştik ve bir süredir sessizce oturuyorduk. O önemli bir mesaj gelmiş olacak ki telefonuyla ilgilenirken ben de onu izliyor ve bir yandan da neden beni buraya getirdiğini anlamaya çalışıyordum çünkü gerçekten buraya nasıl geldiğimizi, ne ara geldiğimizi hiçbir şekilde hatırlamıyorum. Hatırladığım en son şey sahilde ağlamam ve onun yanıma gelmesiydi. Sonrası bomboş bir karanlıktı zihnimde.

Dayanamayıp "Sahi biz buraya neden geldik?" diye sordum, hemen yanımda oturan Pars'ın gözleri sonunda beni buldu ama cevap vermek yerine tekrar telefonuna döndü ve sanırım dakikalardır yazdığı mesajı gönderdikten sonra gözleri yeniden beni buldu.

İşi bitmiş olacak ki telefonunu cebine koyarken "Gerçekten hatırlamıyor musun?" diye sordu.

Başımı olumsuz anlamda salladım. "En son sahilde yanıma geldiğini hatırlıyorum sadece."

Tek kaşını kaldırdı. "Ciddi misin?"

Sanırım kendisiyle dalga geçtiğimi düşünüyordu. Acaba büyük bir şey mi olmuştu da hatırlamıyor olmam ona bu kadar garip geliyordu?

"Eve gitmek istemedin," dedi, kendimi biraz zorlayıp hatırlamaya çalıştım ama olmadı. "Adadaki evi sevmiyorsun, ben de seni buraya getirdim işte." Kendimi zorlamaya devam ettim ama ciddi anlamda söylediği şeylere dair hiçbir şey hatırlamıyordum.

"Gitmek mi istiyorsun?" Gelen bu soruyla düşünmek için yere çevirdiğim gözlerim yeniden onu buldu. "Gitmek istiyorsan gidebiliriz."

Bu cümle beni şaşırttı, normalde ne istediğimi pek de umursayan biri değildi çünkü. Onu ilk defa böyle görüyordum. Daha önce hiç bu kadar sakin ve anlayışlı biri olmamıştı ya da hep böyle biriydi ama ilk defa bu yanını bana da gösteriyordu.

Bunları düşünürken benden bir cevap beklediğini fark edip kendimi toparladım ve başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hayır, kalmak istiyorum," dedim, beklediği cevap bu olmuş olacak ki memnun olurken onun bu hâli hoşuma gitti ve bulunduğumuz evin içine bakındım.

Gerçekten de kalmak istiyordum çünkü uzun süre sonra ilk defa kendimi bu kadar huzurlu hissediyordum, bu da kendimi iyi hissetmemi sağlıyordu ve ben bunu dile getirmekten hiç çekinmedim.

"Burası çok güzel, her şeyden uzak," deyip yeniden ona baktım. "Sevdim burayı, kalalım," dedim, arkama yaslandım.

"Kalalım bakalım," dedi, tebessüm ettim ona. "O zaman söyle," diye devam etti konuşmasına.

"Neyi söyleyeyim?" diye sordum anında, bu söylediği şeye pek bir anlam verememiştim çünkü.

"Ne yapmak istediğini," diye açıkladığında bile sessiz kaldım. "Burada böyle oturmak istemiyorsundur herhalde," dedi, sanki şu an ne dersem diyeyim hemen yapacakmış gibiydi.

"Ne yapabiliriz ki?" diye sordum çünkü aklıma pek de bir şey gelmiyordu.

"Ne istersen," dedi, iş yine bana kalmış oldu.

O an yüz ifadesinden anladığım kadarıyla muhtemelen aklımdan geçirdiğim şeylerin büyük şeyler olduğunu düşündüğünü fark ettim. Oysa benim hiçbir zaman çok büyük isteklerim olmamıştı ki. Benim onlardan istediğim tek şey beni anlamalarıydı. Hatta sanırım bundan başka bir istediğim yoktu bile.

"Ayliz." Sesiyle kendime geldim ve hâlâ benden cevap beklediğini fark edip yalandan öksürdüm, boğazımı temizleyip konuştum.

"Hiçbir şey," dedim düşüncelerim doğrultusunda, böyle bir cevap beklemiyor olacak ki afalladı.

"Hiçbir şey," diye tekrar etti söylediğim şeyi.

Başımı salladım. "Evet," dedim ve omuz silkip devam ettim. "Hiçbir şey istemiyorum."

"Ayliz," dedi gayet sakin bir ses tonuyla ve devam etti. "Buraya senin için geldim, sen mutlu ol diye," dedi ve öyle bir baktı ki gözlerimin içine tek bir bakışla kendimi hiç olmadığım kadar güvende hissettim. "Biraz olsun yüzün gülsün diye," dediğinde bakamadım ona, gözlerimi başka yere çevirdim.

"Bu yüzden sen ne istersen o olacak, onu yapacağız," dediğinde ani bir cesaretle yeniden ona döndüm ve gözlerinin içine baktım.

"İstediğim şey bu işte," dedim, kaşlarını çattı. Anlamsız bakışlar atarken "Böyle oturmak," dedim, yüzündeki o anlamsız ifade daha da büyürken devam ettim. "Belki biraz konuşmak ya da biraz susmak," dediğimde yüzündeki o anlamsız ifade yok oldu, bakışları yumuşadı.

O an içimden ne söyledim ki böyle oldu diye geçirmeden edemedim.

"Anladım," dedi ben daha bunları düşünürken, umarım yanlış anlamamıştır diye düşünmeden edemezken bir anda tüm bedenini bana çevirdi. Kolunu koltuğun kenarına, elini de yüzüne koydu ve gözlerini üzerime dikti.

Ne diye şimdi bu kadar dikkatli bakıyordu ki?

Onun bu bakışları gerilmeme, hatta sanırım biraz da heyecanlanmama neden olurken aynı şekilde bakmaya devam etti.

Dayanamadım ve "Neden öyle bakıyorsun?" diye sordum, sorduktan sonra ise düşündüğüm tek şey sesimin neden fısıltı gibi çıktığı oldu.

"Nasıl bakıyorum?" diye sordu sanki şu an gerçekten de nasıl baktığının farkında değilmiş gibi.

"Çok dikkatli."

Bu açıklamamla eşzamanlı olarak dudağının sağ kısmının hafifçe yana kıvrıldığını fark ettim.

Onun bu tavrı kendimi garip hissetmeme neden olurken "Bakmayayım mı?" diye sordu, kendime engel olamayıp güldüm.

"Beni utandırmaya çalışıyorsan boşa uğraşıyorsun," dedim ve önüme döndüm, arkama yaslandım ve kollarımı göğsümün altında topladım. "Eskiye göre daha duygusal biri olabilirim ama öyle bir bakışla utanacak kadar da çok değişmedim."

"Utandırmak istediğimi nereden çıkardın?" diye sorduğunda gözümün ucuyla baktım ona.

"Yoksa niye bakasın böyle?"

"Belki başka nedeni var," dedi anında ve sanırım bu, ondan aldığım en hızlı cevap oldu.

Bir anlık gaflete düşüp hiç bana yakışmayacak kadar masum bir tavırla "Başka nasıl bir nedeni olabilir ki?" diye sordum ve eşzamanlı olarak yüzünde öyle bir ifade oluştu ki sanki gülecek de gülemiyor gibiydi.

Onun bu hâlinin aksine ben gönül rahatlığıyla güldüm, gülerken de "Ne?" diye sordum ve omzuna hafifçe vurdum. "Bakma şöyle ya!"

"Hani utanmazdın?"

Omuz silktim. "Utanmadım," dedim ve gülerek "Ama sinirim bozuldu," diye ekledim, bunu dediğim hâlde aynı şekilde bakmaya devam etti bana.

Ciddi anlamda yavaş yavaş bu bakışlardan utanmaya hissederken sırf buna son versin ve utandığımı fark etmesin diye sanki aklıma bir şey gelmiş gibi davranıp "Babam seninle olduğumu biliyor mu?" diye sordum, anında konuyu değiştirmeye çalıştığımı anladı ve bunu belli etmekten hiç çekinmedi fakat ben anlamamış gibi davrandım, soruma cevap vermesini bekledim.

"Biliyor, haber verdim."

"Ne dedin ki ona?" diye sordum, gece eve dönmeyecek olmama uygun bir neden bulmuş olması gerekiyordu.

"İşimiz var dedim," deyince inanmaz bir bakış attım, babam buna inanmış ve hiç sorun etmemiş miydi yani? Oysa Pars'ın ve benim ortak bir işimizin olması pek de olası bir durum değildi, hatta böyle bir şey olması için küçücük bir ihtimal bile yoktu.

Böyle düşünüyor olsam da bunun üzerinde çok fazla durmamaya karar verip sormaya devam etmedim ve bakışlarımı yeniden önüme çevirdim.

O an aramızda gerilmeme neden olacak kadar büyük bir sessizlik oldu. Ne o konuştu ne de ben. Aslında ona söylemek, anlatmak istediğim çok şey vardı fakat kötü şeyler konuşmamak konusunda da söz vermiştim ona. Oysa benim hayatımda son zamanlarda yaşanan her şey kötü, iç karartıcı, bunaltıcıydı... O da bundan bihaber kötü şeyler konuşmayı yasaklamıştı.

Bu yasağın beni derin bir sessizliğe sürükleyeceğini bilmeden...

İçine daldığım bu düşünceler beni derin bir mutsuzluğun içine sürüklerken kendimi bundan kurtarmak istedim, mutlu olmak için küçük de olsa bir fırsatım varken böyle şeyler düşünüp kendimi mutsuz etmek istemedim fakat konuşacak güzel bir şeyim de yoktu ki...

Hayatım eskiden güzeldi, şimdi değil.

Bu gerçek canımı yakıyordu.

Gözlerimi ağır ağır Pars'a çevirdiğimde bakışlarının hâlâ bende olduğunu gördüm. Sanki düşündüğüm şeyleri onunla paylaşmamı istiyor gibiydi.

"Eskiden her şey ne kadar güzeldi değil mi?" diye sordum, yüz ifadesi değişmezken buruk bir yüz ifadesi ve ses tonuyla devam ettim konuşmaya. "Hep birlikte ne kadar eğlenirdik," derken içimde oluşan kırgınlığa engel olamadım.

"Değişen bir şey yok," dediğinde bakışlarım yeniden onu buldu. "Biz hâlâ hep birlikteyiz."

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır," deyip nefesimi bıraktım. "Farkında değilsiniz ama hiçbir şey eskisi gibi değil ya da bilmiyorum sadece benim için değil," dediğimde hiçbir şey söylemeyip sessiz kalmayı tercih etti.

Ona kötü bir şey konuşmak yok diye söz vermiş olsam da içimden bugün olanları anlatmak geldi ve duygularımı bastırmak yerine içimden geçen şeyi yaptım.

"Bugün annemle görüştüm," dedim, tepkisiz kaldı. Muhtemelen bunu babamdan öğrenmiştir zaten diye düşünürken devam ettim konuşmama. "Pek iyi geçmedi," dedim, gözlerimi kaçırdım.

Onun beni dinlediğinden eminken devam ettim konuşmaya.

"Çok yabancıyım ona, biliyorum annem ama tanımıyorum ben onu," deyip gözümden akan bir damla yaşı hızla sildim. "Siz bunu şımarıklık olarak görüyorsunuz." Sesimin titremesine engel olamadım. "Hatta belki çocukluk." Bunu da sitem edercesine söyledim ve gözlerimi yeniden ona çevirdim.

"Ama denedim, bak ne oldu işte," diye kızdım bir anda istemsizce. Oysa bu olanlarda en son suçu olan bile değildi o. "Olmuyor işte, onu sevmiyorum. Sevmeyi geçtim, annem olarak bile göremiyorum. Bu benim suçum değil ki." Daha fazla dayanamadım, birkaç damla daha aktı gözyaşım.

"Her şey onun yüzünden oldu, beni bırakıp giden oydu. Şimdi döndü diye sevmek zorunda değilim." Gözyaşlarım hızlandı, gözlerimi önüme çevirdim. Onun bir şeyler söylemesini bekledim ama sessiz kaldı.

Belki de yine haksız buluyordu beni. Buna rağmen konuşmak iyi geldiği için anlatmaya devam etmek istedim.

"Başka bir adam için beni bıraktığında 4 yaşındaydım," dedim, burnumu çektim ve yeniden ona baktım. "Babamla boşandığı için hiç kızmadım, niye kızayım ki? Birbirlerini sevmiyorlarsa boşanmaları en doğrusu olurdu zaten. Hiçbir zaman bunu anlamayacak biri olmadım ama o babamla birlikte beni de bıraktı. Bir tek bu yüzden kızgınım ona, bir tek bu yüzden affedemiyorum." Sessizce bakmaya devam etti bana.

Bakışları o kadar derin, o kadar yumuşaktı ki istemsizce anlatmaya devam ettim.

"O benden vazgeçti. Şimdi özlediği, pişman olduğu için onu affetmek zorunda değilim ve kimse bunu anlamıyor. Belki şu an sen bile bana hak vermiyorsun," dedim, sonunda konuşacak gibi oldu ama engel oldum ona çünkü olumsuz bir şey duymaktan çok korkuyordum.

"Sana bir sırrımı vereyim mi?" diye sordum bir anda, meraklandığını fark ettim.

"Söyle bakalım," dedi, canım çok yanarken derin bir nefes aldım.

Ona bunu gerçekten anlatmak istiyordum, belki o zaman beni anlar diye düşünüyordum.

"Liseye yeni başlamıştım," diye girdim konuya, şu an tamamen dikkati bendeydi. "İlk haftasıydı okulun, hani ısrarla okulumu değiştirmek istemiştim."

Başını salladı. "Evet, ben bu okula gitmem diye tutturmuştun."

Ben de başımı salladım. "Evet, o zamanlar hiç söylemedim ama bir sebebi vardı."

"Neymiş sebebi?"

Ciddi anlamda merak etmiş gibi bir hâli vardı.

"Annem," dedim, anlamsızca baktı bana. "O gün onu görmüştüm, kızı yanındaydı ve o kız o okuldaydı. O da beni gördü ama biliyor musun tanımadı bile beni." Pars şaşırır gibi olurken devam ettim.

"Kızını okuldan almaya gelmişti, sonra birlikte hamburger yemeye gittiler. Ben de takip ettim onları, uzaktan izledim. Birlikte hamburger yediler, sonra yine birlikte evlerine gittiler. Evlerinin önünde ne kadar beklediğimi bile bilmeden dakikalarca beklemiştim. Sonra parka gitmiştim, saatlerce ağlamıştım o parkta," deyip akan gözyaşlarını hızla sildim, devam ettim.

"O benim annemdi ama başkasına annelik yapıyordu, beni tanımıyordu bile." Gözyaşlarım hızlandı. "Vakit epey geçtikten sonra kalkmıştım o parktan, eve gitmiştim. O gün eve ulaştığımda babama sımsıkı sarıldım, annemi de içimde öldürdüm. O günden sonra hep ölmüş gibi davrandım, bir yerlerde yaşadığını aklıma getirmedim ve şimdi hiç tanımadığım ölü bir kadını annem olarak kabul edemiyorum."

Pars hâlâ sessizdi, sadece dinliyordu beni.

"Ben onun yüzünden hep eksik hissettim kendimi, şimdi o kendini kötü hissediyor diye onunla olmak zorunda değilim. Ben de yeterince kötü hissetmiştim kendimi ve haberi bile yoktu. Şimdi bir de o üzgün diye kötü hissetmek istemiyorum," deyip derin bir nefes aldım ve gözlerinin içine baktım.

"Bu bana haksızlık değil mi? Ben böyle düşündüğüm hâlde bile denedim bugün, babam için onu görmeye alışmak istedim ama yapamadım işte, olmuyor."

"Sen haklısın," dedi, sonunda ağzından bir şeyler çıkmış oldu. "Ben sana hak veriyorum." Hiç sesimi çıkarmadım.

Acaba şu an ondan bunu duymanın benim için ne denli önemli olduğunun farkında mıydı?

"Seni anlıyorum," diye devam etti konuşmasına, buruk hissettim kendimi. "Baban da anlıyor."

Madem beni anlıyorlardı ben bu zamana kadar neden anlaşılmadığımı düşünüp mutsuz olmuştum? Neden beni anladıklarını bana hissettirmemişlerdi?

Bunu ona söylemek istesem de yapamadım, onun da kendini kötü hissetmesinden korktum ve sessiz kaldım ama sessizliğim sadece bu konuya yönelik oldu, onunla konuşmaya devam etmek istedim.

"Sizi ilk gördüğümde hiç istememiştim hayatımızda olmanızı," dedim, bu söylediğime hiç şaşırmadı çünkü zamanında bunu onlara yeterince belli etmiştim. "Babam size oğullarım dediğinde korkmuştum." Kaşlarını çattı, anlamsızca baktı.

"Bencillikti belki ama sizi sevmesini hiç istemedim." Yine sessizdi. "Babamın da gitmesinden, sizi daha çok sevmesinden, benden vazgeçmesinden korktum. Bu yüzden hiç istemedim sizi, başka hiçbir derdim yoktu sizinle."

Hâlâ neden hiçbir şey söylemiyor anlayamazken devam ettim.

"Siz hep yanlış anladınız, sizden nefret ediyorum zannettiniz. Benim de işime geldi bu, korkularımı kimse bilsin istemiyordum çünkü. Bu yüzden hep öfkemin arkasına saklandım ama aslında sadece babamı kaybetmekten korkuyordum." Konuşurken nefesim kesiliyormuş gibi hissettiğimden derin bir nefes aldım.

"Çünkü benim ondan başka hiç kimsem yoktu," derken yüzümde buruk bir tebessüm oluştu ve ekledim. "Hâlâ da yok." Gözlerimin içine baktı anında, öyle bir bakıştı ki bu birazdan söyleyeceği hiçbir şeye gerek kalmamıştı.

"Var," dedi fazla güven verici bir ses tonuyla. "Ben varım, hep de olacağım." Gözyaşlarım yeniden akmaya başladı, bunları ondan duymak benim için mucize gibi bir şeydi.

"Baban olsa da olmasa da olacağım." Bu cümleyle birlikte gözyaşlarım hızlanırken daha fazla engel olamadım kendime, sımsıkı sarıldım ona ve eşzamanlı olarak onun da kolları vücudumu sardı.

İşte benim mutlu olabildiğim tek yer burasıydı.

Bu hisle başımı boynuna gömdüm, içimden geldiği gibi ağladım. Ben ağladıkça o bana daha da sıkı sarıldı. Ona sarılırken ise düşündüğüm tek şey; bir başkasını sevmesi oldu. Evet, belki hep yanımda olacaktı ama sadece bir arkadaş olarak benimle olacaktı ve ben bunu kabul edecek, hatta buna sevinecek kadar yalnız hissediyorum kendimi.

Bu düşünce beni biraz daha ağlatırken ayrıldı benden ve gözlerimin içine baktı.

"Ağlama artık," deyip gözyaşlarımı sildi. Ağlama diyordu ama o bana böyle davrandıkça benim daha çok ağlayasım geliyordu.

"Tamam, ağlama," dedi, bir kez daha sildi gözyaşlarımı.

O an içimden anlatmaya devam etmek geldi, bunu neden istediğimi bile bilmeden de içimden gelen şeyi yapıp anlatmak istedim fakat bu kez anlatacaklarım yüzünden gözlerine bakamadım, gözlerimi kaçırdım ve bu şekilde devam ettim anlatmaya.

Canım çok yanarken "İlk uyuşturucu kullandığım zaman," diye girdim konuya ve eşzamanlı olarak boğazım düğümlendi. "Bir arkadaşım kullanmıştı, iyi hissettiğini söylemişti bana. O kadar güzel bir şeymiş gibi anlatmıştı ki ben de onun gibi iyi hissetmek istemiştim sadece. Bu yüzden başlamıştım, çok çabuk bağımlılık yapan bir şey olduğunu bilmiyordum," dedim, başımı önüme eğdim.

Bundan utanıyordum, hayatım boyunca da utanmaya devam edecektim.

"Kullandıktan sonra hep kullanmaya devam etmek istedim, bırakamadım bir türlü. Bırakamadıkça da her geçen gün daha kötü oldum, daha da battım. Sonra babam öğrendi, sen o zamanlar burada değildin, çoktan gitmiştin," dedim.

Zaten o zamanlar kendimi o denli kötü hissetmemin sebebi onun gitmiş olması değil miydi? Fakat bunu ona söylemedim, bu kadarını bilsin istemedim.

"Babam öğrenince çok kızmıştı, beni odaya kapatmıştı. Oysa odada da onlardan bir sürü olduğunu bilmiyordu. O fark edene kadar çoğunu kullanmıştım. Bunu da öğrenince sana anlatmış her şeyi, sen de hemen bir hastane ayarlamışsın. Hiç istemediğim hâlde yatırdı beni o hastaneye," dedim ve başımı kaldırdım, sonunda gözlerine yeniden bakabildim.

"Ben o gün senden nefret ettim," dedim, yutkunduğunu fark ettim.

"Daha doğrusu nefret ettiğimi düşündüm çünkü bana kötülük yaptığına inanıyordum. Ancak iyileştiğim zaman iyilik yaptığını anladım."

Bakışları yumuşadı yeniden.

"Fakat iyileştikten sonra haklı olduğunuzu kendime yediremedim, geri adım atamadım. Bu yüzden sizi suçlamaya devam ettim. Bu yaptığımın hata olduğunu çok sonradan fark ettim."

Tüm bunları şimdi kolaylıkla anlatıyordum ama zamanında bunları yaşarken ölmek isteyecek kadar çok yanmıştı canım.

"Fakat bunun yanlış olduğunu anladıktan sonra bile aynı şeyi yapmaya devam ettim çünkü doğrusunu yapmaya cesaretim yoktu, ne olacağını bildiğimden çok korkuyordum." Anlattıklarım onu bile zorlamaya başlamış gibiydi, bunu bakışlarından ve beni dinlerken aldığı derin nefesten anlayabiliyordum.

"Böyle olacaktı işte, bu hâle gelecektim. Bak şimdi doğruları yapmaya çalışıyorum ve bu yüzden mutsuzum, daima ağlıyorum. Bundan da nefret ediyorum," deyip sustum, ıslak yanaklarımı kuruladım. Oysa gözyaşlarım hâlâ akmaya devam ediyordu.

"Onunla nasıl tanıştın?" diye sordu bir anda, kimden bahsettiğini anlamak hiç zor olmadı ve bir anda aklıma daha birkaç gün önce sırf yalnızlığım yüzünden Tan'ı özlediğimi düşündüğüm geldi. Şimdi bile bunun için kızdım kendime ve böyle hissettiğim için kendimi suçlu hissettim. Tabii bir yandan da ona cevap verdim.

"Barda tanışmıştık," dedim, umarım bu konuyu kendisi açtığı hâlde bana kızmaz diye içimden geçirip devam ettim. "Daha önce beni hastanede görmüş, o da aynı şeyleri yaşamış meğerse. İlk tanıştığımız gün ikimiz de nasıl başladığımızı, nasıl bıraktığımızı falan anlattık birbirimize. Sohbet ettik sadece yani. Sonrasında hep bir yerlerde karşıma çıkmaya başladı, zamanla arkadaş, sonra da sevgili olduk."

İçten içe sinirlenmeye başladığını fark edince devam etmek istemedim.

"Neyse boş ver," dedim, gözyaşlarımı sildim ama hâlâ gözlerim doluydu. Yeni bir soruda ya da bir şeyin aklıma gelmesiyle ağlamaya başlayabilirdim.

"Daha birkaç saat önce kötü bir şey konuşmak, düşünmek yok dedik ama konuşmadığımız şey kalmadı," dedim, içimden gülmek gelmiyor olsa da histerik bir şekilde kısacık da olsa güldüm.

"Konuşmak kötü bir şey değil," dedi, sanki artık bunu anlamamı ve hep onunla konuşmamı ister gibiydi.

"Bunu sen mi söylüyorsun?" diye sordum. "Hiç kimseye hiçbir şeyini anlatmayan adam."

"Benim anlatacak bir şeyim yok," dedi, sessiz kaldım. Anlatacak bir şeyim yok diyen adamın hayatı benimkinden daha kötüydü, bunu çok iyi biliyorum. Kendisi de kardeşleri de küçükken kolay şeyler yaşamamışlardı ve ben kulaktan dolma şeylerle onun hakkında az çok bir şey bilmiyordum ama hiçbirinin doğruluğundan emin değildim ve soramıyordum da. Ne ona ne de Doğan ve Erdem'e.

Çünkü eğer bildiğim şeyler doğruysa küçük bir soru bile canlarını çok yakardı.

"Öyle olsun," dedim herhangi bir şey sormak yerine ve anlatacağım başka hiçbir şey kalmadığı için gözlerimi önüme çevirdim.

"Bir dakika," dediğinde istemsizce bakışlarım yeniden onu buldu. "Ne yani sen şimdi eskiden mutlu muydun?"

Neden bu tarz soru geldi anlayamazken cevap bile veremedim.

"Kızım madem mutluydun bize niye kan ağlatıyordun?" diye sorduğunda amacının ortamdaki buruk ve gergin havayı dağıtmak olduğunu anladım. Hatta bu konuda ona yardımcı olmak isteyip güldüm de.

"O kadar olur," dememle kaşlarını çatması bir oldu, o an aklıma gelen şeyle kendime engel olamadım ve kendimi mutsuz hissediyor olmama rağmen gülmeye başladım.

Pars neden güldüğümü anlamaya çalışırken "Birlikte merdivenden düştüğümüzü hatırlıyor musun?" diye sordum ve o anlar gözümün önüne geldiği için gülmeye devam ettim.

Pars ise benim aksime gayet ciddi bir tavırla "Yoo öyle bir şey hatırlamıyorum," dedi.

Hatırladığını çok iyi bildiğimden ve bunu inkâr ediyor olmasından dolayı daha çok gülesim gelirken "Hı hı," dedim ve gülerek "Kesin öyledir," diye ekledim.

"Gerçekten hatırlamıyorum," dedi ısrarla ve "Ama bir şeyi hatırlıyorum," diye devam etti.

"Allah Allah neymiş o?"

"Beni merdivenlerden ittiğini, bu yüzden düşecek gibi olduğumu ama sadece birkaç merdiven tökezlediğimi, o sırada beni ittiğin için dengeni kaybedip merdivenlerden yuvarlanarak yanımdan geçtiğini çok iyi hatırlıyorum," dediği an gülmem durdu.

"Öyle bir şey olmadı!" diye çıkıştım, alayla baktı yüzüme.

"Emin misin?" diye sordu, cevap vermek yerine önüme döndüm.

Tamam, birazcık öyle olmuş olabilirdi.

Başka aklına gelecek bir şey mi yoktu da bu konuyu açtın diye kendime kızarken hızla bu konuyu da değiştirmek isteyip "Peki Doğan'ın yüzme bilmediği hâlde ben yüzerim diye tutturup denize atladığını hatırlıyor musun? Babam olmasaydı az kalsın boğulacaktı," dedim ve gülmeye devam ettim.

"Öyle bir şey mi olmuştu?" diye sordu alaylı bir tavırla ve devam etti. "Ben daha farklı hatırlıyorum o olayı."

Kaşlarımı çattım, yine ne söyleyecek acaba diye düşünürken "Nasıl hatırlıyormuşsun?" diye sordum.

Sanki bu soruyu sormamı bekliyormuş gibi "Hatırladığım kadarıyla sen ben asla denize girmem, korkarım diyordun. Doğan da aklınca sana cesaret vermek için bak hiçbir şey olmuyor demek için atlamıştı," dedi, evet öyle olmuş olabilirdi ama yine de sonuç benim dediğim yere çıkıyor işte diye içimden geçirirken devam etti konuşmaya.

"Tabii sonra boğulacaktı az kalsın ve sen bu yüzden daha çok korkmaya başlamıştın. Ben de seni kolundan tutup denize atmıştım," dedi.

Sahi devamı de böyle olmuştu bu olayın değil mi?

"Bir de utanmadan anlatıyorsun ya," diye çıkıştım. "Ben de boğuluyordum senin yüzünden."

"Birincisi; orada baban da vardı ben de ve asla boğulmana izin vermezdik. İkincisi; sayemde deniz korkundan kurtulup bir de üstüne yüzme öğrendin."

Kaşlarımı çattım. "Ya insan biri yüzme öğrensin diye kolundan tutup da denize atar mı? Bu nasıl bir düşünce?" diye sorduğumda dudağının sağ kısmı hafifçe yana kıvrıldı.

"Ben de öyle öğrenmiştim, hatta Erdem de," dedi, şaşkınca kaldım karşısında. O ise devam etti konuşmaya. "Babam öğrenelim diye tutup atardı bizi denize, biraz çırpındıktan sonra mantığını çözüp suyun üstünde durmayı başarıyorduk."

"Gerçekten mi?"

Başını salladı. "Gerçekten," dedi.

Bir anlık gaflete düşüp "Doğan neden yüzme bilmiyordu ki o zaman?" diye sordum, eşzamanlı olarak az önce yüzünde var olan keyifli ifade söndü.

Yanlış bir şey mi sordum acaba diye içimden geçirmeden edemezken "O daha yüzme öğrenecek yaşa gelemeden babam vefat etmişti," dediği an söylediğim şeyden pişman oldum, ne diyeceğimi bilemedim. "O yüzden öğrenememişti."

"Özür dilerim," dedim telaşla. "Seni üzmek istemedim, ben sadece..." Devam etmeme izin vermedi.

"Üzülmedim," diye araya girdi, yine ne diyeceğimi bilemeyip bir kez daha hızla başka bir konuya geçiş yapmak istedim ve yine aklıma gelen ilk şeyi söyledim.

"Peki şeyi hatırlıyor musun?" diye girdim konuya. Pars dikkatle bana bakarken de "Hep birlikte pikniğe gitmiştik de sonra senin yüzünden senle ben kaybolmuştuk," deyip güldüm, gülerken de "Tüm geceyi ormanda geçirmek zorunda kalmıştık. Jandarmalar sabaha kadar bizi aramıştı," derken gülmeye devam ediyor ama bir yandan da umarım bunu da bana bağlayamaz diye içimden geçiriyordum.

Çünkü aklıma gelen anılarım aslında o kadar da net değildi, sadece belirli şeyleri hatırlıyordum ve her seferinde ancak o başka bir şeyler söylediğinde olayların öncesini ya da devamını hatırlıyordum. Maalesef ki olayların öncesi ya da sonrası da bir şekilde hep bana çıkıyordu.

Ben daha bunu düşünürken "Bak bunu çok iyi hatırladım işte," dedi, bunu bana bağlamayacak herhalde, olayı değiştirmedi çünkü diye içimden geçirirken devam etti konuşmaya. "Ama sanki bu olayın daha öncesi vardı."

Geleceğini az çok tahmin ettiğim o cümle geldiğinde kaşlarımı çattım. Aynı zamanda da derin bir nefes alıp sakin kalmaya çalıştım, o ise yavaş yavaş sinirlenmeye başladığımı fark etmeden devam etti konuşmaya.

"Sen değil miydin burada şelale vardı, gidip görelim diyen?" Kaşlarımı çattım, öyle mi olmuştu? Zihnimi zorladım ama az öncekilerin aksine böyle bir hatırlayamadım. Acaba beni kandırmaya mı çalışıyor diye düşünmeden edemezken devam etti.

"Sana defalarca kez gitmeyelim demiştim ama dinlememiştin beni, hatta tek başına gitmeye çalışmıştın. Ben de mecbur peşinden gelmek zorunda kalmıştım, sonuç olarak bilmediğimiz yerde kaybolmuştuk işte."

Zihnimi biraz zorladım, hatırlamaya çalıştım, öyle mi olmuştu?

"Yok canım öyle olmamıştı," dedim, kaşlarını çattı.

"Yoo tam olarak öyle olmuştu," dediğinde kendimi zorlamaya devam ettim ama olmadı. "Hatırlamıyor musun yoksa?" diye sorduğunda başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hatırlamıyorum."

Yüzünde garip bir ifade oluşurken başını önüne çevirip "Hatırlamadığın şeyler birkaç şeyle sınırlı değilmiş demek ki," dedi, bu ne demekti şimdi?

"Anlamadım?" dedim düzgün bir açıklama yapması için ama duymamazlıktan geldi. Ne ima etti bu diye kendime sormadan edemezken ilk uyandığımda aramızda geçen konuşmayı hatırladım.

Uyandığımda bana Küçük Hanım demiş, ilk defa dedin dediğimde de unuttuğumu ima etmişti. Sanırım şimdi de bunu ima etmeye çalışıyordu. Bunu fark etmek dudaklarımın yana kıvrılmasına neden olurken ne diyeceğimi bilemeyip karşısında susup kaldım. Hatta bakışlarımı kaçırıp başka şeylerle ilgileniyormuş gibi göründüm.

Sahi daha önce de bana öyle hitap etmiş olabilir miydi? Peki ona dair hiçbir şey unutmuyorken böyle bir şeyi nasıl unutmuş olabilirdim ki? Hatta beni öptüğü o gece bana sana böyle hitap etmemi çok seviyordun demişti, gerçekten söylediği gibiyse unutmamın mümkünatı yoktu ki...

"Ayliz." Sesiyle kendime gelip gözlerimi yeniden ona çevirdim. "İyi misin?" diye sordu, artık yüzümde nasıl bir ifade varsa endişeyle bakıyordu bana.

"İyiyim," deyip derin bir nefes aldım ve bir anlık cesaretle "Sana bir şey söylemek istiyorum," dedim.

Meraklandığını hissederken "Söyle bakalım," dedi.

Bir an bile olsun tereddüt etmeden "Ben bazı şeyleri hatırlamıyorum," dedim, afalladı.

"Anlamadım?"

"Bazı şeyleri hatırlamıyorum," diye yineledim.

Arkasına yaslanmış gayet rahat bir şekilde otururken bir anda doğruldu, dikkatle baktı gözlerime.

"Nasıl yani?" diye sordu, söylediğim şey gayet açık değil miydi? Üçüncüye mi tekrar etmem gerekiyordu? Ya da belki de daha açık olmam.

"Bazen bir şey oluyor ve hiçbir şey hatırlamadığımı fark ediyorum. Belki de çok eski şeyler oldukları için hatırlamıyorumdur ama garip hissettiriyor. Mesela şimdi olduğu gibi." Büyük bir dikkatle beni dinlerken devam ettim. "Sence normal mi bu?"

Bir an bile olsun düşünmeden "Değil," dedi ve bu cevapla mideme bir yumruk yemiş gibi hissettim.

"Değil," diye tekrar ettim ve başımı önüme çevirdim. "Demek ki yolunda gitmeyen bazı şeyler var," derken midemdeki ağrı giderek artarken başımı önüme eğip "Belki de şey yüzündedir," dedim, açıkça söyleyemedim.

"Ne yüzündedir?" diye sordu, ne söylemek istediğimi gerçekten de anlamamış gibiydi.

Bu yüzden de "Uyuşturucu," dedim, bunu derken biri nefesimi kesiyor gibi hissettim. "Ama o böyle bir şeye neden olur mu işte onu bilmiyorum," dedim ve gözlerimi yeniden ona çevirdim. "Sonuçta artık kullanmıyorum, hem de uzun zamandır hâlâ etkisini yaşıyor olamam değil mi?" diye sorarken sesim resmen bu ihtimal yüzünden korkudan titriyordu ama elimden geldiği kadar da belli etmemeye çalışıyordum ama karşımdaki de Pars'tı işte...

"Bilmiyorum," dedi bir anda. "Bilemem," diye eklerken onun da sesi endişeliydi, az önceki keyifli hâlimizi bozduğum için kendime kızıp ortamdaki gergin havayı dağıtmak adına güldüm.

"Ooo," dedim gülerken de ve devam ettim. "Pars Atakan'ın da bilmediği bir şey varmış demek ki bu hayatta," deyip şu an hiç içimden gelmiyor olsa da gülmeye devam ettim.

"Dalga geçme," dedi gayet ciddi bir tavırla. "Önemli bir konu bu," derken aynı şeyi konuşmaya devam etmek ister gibiydi ama ben onun aksine devam etmek istemeyip ayaklandım.

"Bence konuşmaya bile değmez," deyip kapıya doğru yürüdüm.

"Nereye?" diye seslendi arkamdan, kapının yanına ulaştığımda durup ona baktım.

"Biraz hava alacağım," deyip omuz silktim. "İstersen sen de gelebilirsin," dedim sanki gelmek için benden izin alması gerekiyormuş gibi ve herhangi bir şey söylemesini beklemeden kapıyı açıp dışarıya çıktım.

Çitlerle çevrili, geniş bir bahçeyle karşılaştığımda kapının önünden uzaklaşmanın sorun olmayacağını düşünüp bahçede ilerledim.

Ta ki çitlerin arkasından gelen sesleri duyana kadar.

Daha fazla ileriye gidemedim, olduğum yerde kalıp "O neydi ya?" diye sordum kendi kendime ve seslere kulak verdim, aynı ses bir kez daha geldi kulaklarıma.

"Kurt muydu o ya?" diye kendimle konuşmaya devam ederken ses sanki az öncekilerin aksine daha yakından geldi, dudaklarımı ısırdım. Kurt değilse bile yakınlarda bir hayvan olduğu belliydi.

Çaktırmadan geri geri adımlayıp yeniden eve yaklaşırken bir şeye çarptım ve istemsizce çığlık atıp çarptığım şeyden uzaklaştım. Kalbim ağzımda atarken o şeyin Pars olduğunu görüp dudaklarımı ısırdım.

"Manyak mısın kızım sen? Niye bağırıyorsun?"

Derin bir nefes aldım. "Ya asıl sen manyak mısın? Niye sinsi sinsi peşimden geliyorsun?" diye kızdım, kaşlarını çattı.

"Sinsi sinsi mi? Ne yapsaydım arkanda olduğumu anla diye davul zurna mı çalsaydım?" diye sorduğu an korku falan kalmadı, kahkahayı bastım.

"Seni öyle hayal ediyorum da," derken kendime engel olamadım ve bir kahkaha daha attım. O sırada ormanın içinden aynı ses gelmeye devam etti, muhtemelen bu kez Pars da duymuştu.

"Sesi duydun mu?"

Başını salladı. "Duydum," dedi ve gayet rahat bir tavırla ekledi. "Muhtemelen kurt falandır," dedi.

"Ya buraya gelirse?" Bu sorumla yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

Bu yüz ifadesi yüzünde gözlerimi kısmış ona bakarken tıpkı az önceki gibi gayet rahat bir tavırla "Gelsin," dedi.

Kaşlarımı çattım. "Ne demek gelsin?" diye sorarken yanına yaklaştım. "Kurttan bahsediyoruz burada, ikimizi de..." Devam etmeme izin vermeyip araya girdi.

"Ayliz," dedi yine gayet rahat bir tavırla. "Evde olduğumuz sürece istediği kadar gelebilir, eve girecek hâli yok ya," dedi, konuşmak istedim ama devam edip engel oldu. "Hem korkma muhtemelen sürü olduğu için ses çok geliyordur, yoksa yakında değildir," dediği an gözlerim iri iri oldu.

"Sürü mü?" diye sorup telaşla devam ettim. "Hem de bir tane değil öyle mi?"

"Abartma istersen," dediğinde yine aynı ses geldi kulaklarıma ama sanki bu diğerlerinden daha yakın gelmişti ya da ben korktuğum için her seferinde daha yakından duyuyordum.

"Ya tamam neyse ne hadi biz eve girerim," dedim telaşla ve etrafıma bakındım. Çit vardı ama öyle bir hayvanın geçemeyeceği kadar yüksek değildi. En iyisi tedbirli olup evden hiç çıkmamaktı.

"Korkuyor musun sen?" diye sordu, tam başımı sallayıp onu onaylayacakken bununla kırk yıl dalga geçeceği aklıma geldi ve kendimi toparladım.

Yalandan gülüp "Ne korkması canım," dedim ve aynı rahatlıkla gülmeye devam ettim. "Kimbilir ormanın neresindedir, niye korkayım? Sadece üşüdüm, havanın bu kadar soğuk olacağını tahmin etmemiştim," deyip kolundan tuttum.

"Bu yüzden hadi içeriye girerim, yoksa çok fena hasta olacağız," dedim ve eve doğru onu çekiştirmeye çalıştım.

Muhtemelen üşüme yalanıma hiç inanmadı ama inanmadığını belli edecek hiçbir şey de yapmadı, bana ayak uydurdu, yeniden eve girdik. Saatte baktığımda çoktan 11 olduğunu gördüm ve gözlerimi ona çevirdim, kapıyı kilitlediğini fark ettim.

Alaylı bir tavırla gülüp "Hayırdır, kaçmamdan mı korkuyorsun?" diye sordum, gözleri beni buldu.

"Kaçacağın bir durum mu var ortada?"

Omuz silktim. "Yok gibi."

"O zaman kaçma diye kilitlemiyormuşum demek ki."

Güldüm. "Şaka yapmıştım zaten," deyip salona gittim, kendimi yeniden koltuğa attım.

O an istemsizce açık bir pencere var mı acaba diye düşünmeden edemedim çünkü eğer varsa bir kurt sürüsüne bu kadar yakınken bu çok riskli olurdu. Ya uyurken bize saldırırsa?

"Ne düşünüyorsun öyle" diye sorarken yanıma oturdu Pars ve "Yine yüzün şekilden şekle giriyor," diye ekledi.

"Hiç," dedim, düşüncelerimi dile getirmek istemedim çünkü muhtemelen bununla da dalga geçecekti.

"Hiç," diye tekrar ettiğinde başımı salladım ve önüme döndüm, sessiz kaldım ama bu sessizliğim sadece birkaç dakika sürdü.

"Ben çok susadım ya, su içip geliyorum," deyip telaşla ayaklandım. Pars bir şey demeyip telefonuna gömülürken mutfak kapısında durup dikkatle ona baktım.

Beni görmeyeceğinden emin olup hızla yatak odasına gittim, odaya girer girmez koşarak pencereye gittim ve kapalı olduğundan emin oldum. Sonra da hızla odadan çıktım, yandaki bir diğer odaya girdim. Buranın penceresinin açık olduğunu fark edince telaşla gidip pencereyi kapattım.

"Şimdi ev daha güvenli," diye mırıldandım kendi kendime ve dikkat çekmemek için hemen salona dönmek istedim fakat bunu yapmak için kapıya döndüğüm ilk an gözlerim bir çift yeşil gözle temas etti, olduğum yerde kaldım.

Bakışlarımız kesiştiği ilk an yüzünde alaylı bir ifade oluştu, hatta gülecek gibi oldu ama gülmedi ve kendine engel oldu. Neler olduğunu anlamış gibiydi ve her an dalga geçmeye başlayabilirdi. İşte bu yüzden işaret parmağımı tehdit edercesine kaldırdım.

"Sakın," diye uyardım ama aynı şekilde bakmaya devam etti. "Bak sakın vallahi konuşmam seninle," diye ekledim ama umurunda olmadı ve aynı şekilde bakmaya devam etti. Bu giderek sinir bozucu olmaya başladığında "Yemin ederim kaçarım buradan," dedim, bu tarz bir cümle anında sinirlenmesine neden olacakken o alaylı ifadesi bile bozulmadı ve aynı şekilde bakmaya devam etti bana.

"Nereye kaçacaksın mesela?" diye sordu alayla ve devam etti. "Ormana mı?" bu soruyla anında kaşlarımı çattım, o ise devam etti. "Kurt sürüsünün olduğu ormana."

Birkaç adımda yanına ulaştım. "Ya korkuyorsam korkuyorum, bir insan kurt sürüsünde korkmaz da başka neyden korkar ya?" diye çıkıştım sırf dalga geçmemesi için.

"Yoo benim o konuda bir şey dediğim yok zaten," dedi fazla ciddi bir tavırla ve devam etti. "Kurt sürüsünden her insan korkar, korkmam diyen de bir taraflarından uyduruyordur zaten."

Başımı salladım. "Aynen öyle," dedim, devam etti.

"Bu normal zaten, normal olmayan bir evin içindeyken ve ortada hiçbir şey yokken korkmak," deyip yine dalga geçti, hızla yanına gittim.

"Ya," dedim, kızmak istedim ama söyleyecek tek bir kelime bile bulamadım ve susup kaldım. Sinirden dişlerimi sıktım, Pars sabırla ne söyleyeceğimi beklerken "Gıcık," dedim ve yanından geçtim, geçerken omuz atmayı ihmal etmedim.

İçten içe de olsa arkamdan güldüğünü çok iyi bilirken salona gittim, koltuğa oturdum ve arkama yaslanıp kollarımı göğsümün altında topladım. Az sonra yanıma gelip de kolu koluma değecek kadar yakın oturduğunda ise dönüp hiç ona bakmadım.

"Şşt," diye seslendi, gülesim geldi ama kendime engel olmayı başarıp elimden geldiği kadar ciddi kaldım. "Hop," dedi bu kez de, gülmemek çok zor geldi. İnsan hiç yanındaki birine 'Hop' diye seslenir miydi ya?

"Kime diyorum," dediğinde dayanamayıp ona çevirdim bakışlarımı.

"Ne?" dedim ters bir tavırla.

"Kızdın mı?"

"Yok ya hiç kızmadım," dedim imalı bir tavırla, bu tavrımdan bile asıl cevabı almamsı gerekiyor diye içimden geçirirken gözlerini önüne çevirdi.

"İyi o zaman, sorun yok, ben de bir şey var sandım," dedi, kaşlarımı attım. Ciddi ciddi yaptığım şeyi anlamamış mıydı yani?

Umursamıyor olmasından dolayı şok olmuş bir ifadeyle ona bakarken gayet rahat bir tavırla oturmaya devam edip sinirlerimi daha da bozdu. Bu yüzden gözlerimi ondan çekemeyip dikkatle yüzüne bakarken gözünün ucuyla baktı bana.

Sert bakışlarımla karşılaştığında göz kırpıp "Hayırdır, neden öyle bakıyorsun bana?" diye sordu bir de utanmadan.

"Sen gerçekten var ya..." deyip tam kızma girişiminde bulunmuşken yüzünde peydah olan ifadeyi fark ettim. "Dalga geçiyorsun benimle değil mi?"

"Bu kadar geç fark etmeni beklemiyordum," demesiyle omzuna vurmam bir oldu.

"Valla bıktım senden ya, gerçekten bıktım, gidiyorum ben," deyip ayağa kalkmak istedim, kalktım da ama kalkmamla eşzamanlı olarak bileğimden tutması bir oldu.

"Tamam tamam kızma gel, şaka yaptım," dedi, buna rağmen gitmek istedim ama bileğimi bırakmadı.

"Bırak ya, şaka falan değil bu! Sen resmen benimle dalga geçiyorsun," deyip bileğimi kurtarmaya çalışmaya devam ettim ama izin vermedi ve o da çekmeye, yanına oturtmaya çalışmaya devam etti.

O sırada küçük bir kargaşa yaşandı ve hiç beklemediğim bir şey oldu, daha kuvvetli çekti beni. Bu yüzden ağzımdan küçük bir çığlık kaçarken kendimi bir anda onun kucağında buldum fakat orada bile dengemi sağlayamadım, düşecek gibi oldum. Eşzamanlı olarak kolları vücudumu sardı, düşmeme engel oldu.

Kalbim, göğüs kafesimi parçalayacakmış gibi atarken bakışlarımız kesişti. Muhtemelen benim de yüzümde var olan şaşkın ifadeyi onun yüzünde gördüğümde nefes bile alamadığımı hissettim ve tüm bedenim kaskatı kesildi.

Pars da benim gibi sessiz kalırken gözleri hâlâ gözlerimdeydi. Ne yapacağımı bilmeyip hiç olmamam gereken bir yerde oturmaya devam ederken gözlerinin dudaklarıma kaydığını fark ettim. Bu tek bakış bütün dengemi altüst ederken hareket eden âdemelmasından yutkunduğunu fark ettim.

Bu minik hareket heyecandan mideme güçlü bir ağrı girmesine neden olurken boğazım kupkuru oldu ve nefesim kesiliyor gibi hissettim, derin bir nefes aldım. İşte o sırada Pars'ın eli yüzümü buldu.

Eli, yüzümün bir kısmını tamamen kaplarken ve parmakları ağır ağır yanağımı okşarken içimin sıcacık olduğunu hissettim.

Dudaklarını aralayıp "Ayliz," diye fısıldadı ve ben sanki ismimi ilk kez ondan duydum, sanki biri ilk kez ismimi bu denli güzel söyledi.

Fısıltı gibi çıkan sesimle "Efendim," dedim, yeşilleri bir kez daha dudaklarıma kaydı ve ben bir kez daha onda kendimi kaybettim.

Eli hâlâ yüzümdeyken ve ben gerginlikten ölmek üzereyken yüzünü yüzüme yaklaştırdığını fark ettim. Bu bir yandan beni heyecanlandırırken bir yandan da geçmişe götürdü ve beni ilk kez öptüğü o geceyi hatırladım.

Ya yine aynı şeyler olursa diye düşünmeden edemedim ve bu düşünce heyecanla atan kalbime derin bir hüzün çökmesine neden oldu.

Ben bu düşünceler arasındayken Pars'ın dudakları dudaklarıma temas etti. Hüzünle dolu olan kalbim öyle bir attı ki sanki her an duracak gibiydi fakat her şeyin yeniden yaşanacak olma korkusu tüm bu hislerin üzerine geçti ve bunu yapmasına izin veremedim, sanki nasıl bir durumda olduğumuzu yeni fark ediyormuş gibi telaşla kalktım kucağından.

"Ben şey," derken heyecandan sesimin titrediğini fark edip kendimi toparladım ve devam ettim konuşmaya. "Özür dilerim, bir anda dengemi kaybettim," dedim, konuşurken ne yapacağımı bilemeyip şu an için hiç yapmamam gereken bir şey yaptım ve yeniden yanına oturdum ama ona bakamadım, boş boş karşıya baktım.

O ise yanımda neye uğradığını bilmez bir şekilde oturmaya devam etti ve ona bakmasam da fark ettiğim kadarıyla gözleri üzerimdeydi.

Sırf ortamdaki bu hava dağılsın diye "Uykum geldi benim," dedim.

O esnada heyecandan soğuk soğuk terlediğimi fark ettim ve yüzüne bakamıyorum zannetmesin diye zorla da olsa başımı çevirip yeniden gözlerine baktım.

"Nerede uyuyacağım?"

Yalandan öksürdü, kendini toparladı ve derin bir nefes alıp oturduğumuz üçlü koltuğu gösterdi gözleriyle.

"Burada," dedi.

"Burada," diye tekrar ettim, başını salladı. "Peki sen?"

Gözleriyle karşıdaki diğer üçlü koltuğu gösterdi.

"Şurada," dedi ve sanki az önce hiçbir şey olmamış, az kalsın beni öpmüyormuş gibi ayaklandı. "Şömineye biraz daha odun atayım da sabaha kadar sönmesin," deyip şömineye gitti.

O giderken ben de oturduğum koltuğa uzandım, battaniyeyi de üzerime çektim. Pars şömineyle ilgilenirken az önceki olaydan sonra onunla göz göze gelmeye cesaret edemedim ve o yeniden bana dönmeden gözlerimi kapattım.

Birkaç dakika sonra şömineyle işi bitmiş olacak ki adım sesleri duydum. Nereye gidiyor acaba diye düşünmeden edemezken ışıkları kapattığını fark ettim. Çok geçmeden de adım sesleri yeniden yaklaştı, salona geldiğini anladım. Gözlerimi hafifçe araladığımda koltuğa uzandığını gördüm. Uzanır uzanmaz bu tarafa bakınca yeniden gözlerimi yumdum.

Buna rağmen hâlâ bana baktığını hissederken gerilmeden edemedim ve daha fazla dayanamayıp uykumun arasında dönüyormuş gibi ona arkamı döndüm, bu şekilde biraz olsun rahat edip gözlerimi açtım.

Epey bir vakit hiç hareket etmeden öylece durdum, artık yan yatmaktan omzum ağrımaya başladığında ve muhtemelen çoktan o uyumuştur diye içimden geçirdiğimde küçük bir cesarette bulunup döndüm ve sırtüstü uzandım, ona da gözümün ucuyla baktım. Gözlerinin kapalı olduğunu, çoktan uykuya daldığını fark edince tamamen ona döndüm ve gözlerimi üzerine diktim.

Gözlerim yüzünün her noktasında gezinirken istemsizce keşke şu an ona dokunabilseydim diye içimden geçirmeden edemedim. Saçlarına, sakallarına dokunabilseydim. Bu hisler derin bir iç çekmeme neden olurken eğer biraz daha bunu düşünürsem kalkıp yapacağımı ve kendimi rezil edeceğimi bildiğimden daha fazla ona bakamadım ve gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım.

Az sonra uykuya daldığımı hissettiğimde uyanık kalmak için çabalamadım ve battaniyeme biraz daha sıkı sarılıp derin bir uykuya daldım.

Ne kadar uyudum bilmiyorum ama uykumun arasında üşüdüğümü hissettim. Bu yüzden iki büklüm oldum. O esnada üzerime ağır bir şey bırakıldı ve yeniden sıcacık hissettim. Uykulu olsam bile üzerimden düşen battaniyeyi birinin yeniden üzerime örttüğünü anladım, gözlerimi araladım ve bunun Pars olduğunu gördüm. Zaten başka kim olabilirdi ki?

Gözlerim yeniden kapanırken yanımdan kalkmasını, gitmesini bekledim ama fark ettiğim kadarıyla yapmadı bunu ve yanımda oturmaya devam etti. Uykumun arasında bile bu yaptığı dikkatimi çekerken bir anda hiç beklemediğim bir şey oldu ve elini yüzümde hissettim.

Anında tüm bedenimi sıcak basarken hareket etmemek için kendimi çok zor tuttum. Pars'ın elleri yüzümde gezinirken yüzüme düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı ve yanağımı okşadı.

Kalbim; anında yumuşacık oldu, içim huzurla doldu.

"Şimdi ısınır içerisi," diye fısıldadığında uyanık olduğumu fark ettiğini anladım ve gözlerimi araladım. Karanlıkta bile belli olan yeşil gözleriyle temas etti gözlerim.

"Uyu hadi, ayılmasın uykun," dedi, yanımdan kalkacak gibi oldu. O an bir anlık gelen cesaretle yüzümdeki elini tuttum.

"Gitme," diye fısıldadım ve gitmesin diye sımsıkı tuttum elini.

Yeniden yanıma oturduğunda uykulu hâlimin verdiği cesaretle elini bir an bile olsun bırakmadım, bırakmak istemedim.

Sanki bırakırsam ya da bırakmak zorunda kalırsam canım çok yanacak gibiydi.

"Gitme," diye fısıldadım bu yüzden bir kez daha, eli yeniden yüzümü buldu.

"Gitmiyorum," diye fısıldadı o da. "Buradayım, korkma."

Muhtemelen uykumun arasında korktuğumu düşünmüştü, oysa ben sadece onu yanımda istemiştim ama olsun yanımda olduğu sürece ne için olduğunun bir önemi yoktu benim için.

"Söz mü?" diye sordum uykulu uykulu ve gözlerim yavaşça kapanırken.

Bir an bile olsun tereddüt etmeden "Söz," dedi, bu kez o elimi sıkı sıkı tuttu. Bu cevabıyla uykumun arasında bile tebessüm ettim.

Az sonra yanıma uzandığını hissettiğimde o tebessüm büyüdü ve gözlerim tamamen kapandı, yeniden uykuya çekildim. O uykunun arasında bir ara kendimi onun kollarının arasında buldum ve bu beni rahatsız etmek yerine aksine hoşuma gitti ve daha da huzurla daldım uykuya.

Ertesi gün, gün ışığı yüzünden uykum ayıldığında içimi sıcacık bir his sarmıştı. Bu hisle gözlerimi araladım. Gördüğüm ilk şey hâlâ yanan ama sönmek üzere olan şömine olurken sırtımda bir hareketlilik hissettim. Başımı hafifçe kaldırdım ve ancak o an koltukta değil de Pars'ın üzerinde uzandığımı fark ettim.

Bulunduğumuz duruma inanamazken göz bebeklerim büyüdü, ne yapacağımı bilemedim. Şu an kalkmam uyanmasına neden olacaktı fakat uyanmasını istemedim. Bu yüzden başımı yeniden göğsüne koydum ve Pars sanki bunu fark etmiş gibi biraz daha sıkı sarıldı bana.

Dudaklarım yana kıvrıldı, tebessüm ettim. O esnada diğer eli de belimi buldu. Kalbim, hızla atarken heyecandan ölmek üzereydim. Umarım kalbimin sesini duyup da uyanmaz diye içimden geçirirken bir yandan da düzenli nefes almaya ve sakin kalmaya çalışıyordum.

Ben daha bu hislere baş etmeye çalışırken uykusunun arasında elini saçlarıma daldırdı. Bu, daha da büyük tebessüm etmeme neden olurken kalbim de daha hızlı atmaya başlamıştı.

İçimden kendime sakin olmam gerektiğini söyleyip bunu üst üste tekrar ederken Pars'ın göğsünün hareket ettiğini fark ettim. Uyandı mı diye düşünürken daha hızlı nefes almaya başlaması uyandığından emin olmam için yeterli oldu ve hemen gözlerimi kapattım, uyuyor numarası yaptım.

Esneme sesi duyduğumda uyandığından tam anlamıyla emin oldum ve umarım uyanık olduğumu anlamaz diye içimden geçirdim. O sırada ellerini benden uzaklaştırıp hareketlendi. Beni bırakıp kalkacak mı diye düşünürken hareketleri yavaşladı ve sonra da durdu.

Acaba o da benim gibi mi yapıyordu?

Bunu düşünürken kolları yeniden beni sardı, uyuyor numarası yaptığım için tebessüm etmemek için kendimi zor tuttum. O sırada elleri saçlarımı buldu ve yüzüme düşen saçlarımı çekmeye çalıştı.

"Ayliz," diye fısıldadı aynı zamanda da, ses vermedim. "Ayliz," dedi bir kez daha ve yine ses vermedim çünkü normalde şu an uyuyor olsaydım asla iki seslenmeye uyanmazdım. O da bunu çok iyi biliyordu.

Gerçekten uyuduğuma ve uyanmayacağıma inanmış olacak ki hareketlendi. Çok geçmeden koltuktan kalktı, benim uzanmamı sağladı. Ardından da üzerimi örttü. Abarttım mı acaba, uyanmış gibi yapsam mı diye düşünürken ayak sesleri duydum, uzaklaştığını anladım.

Tamamen uzaklaştığından emin olunca gözlerimi araladım, ilerideki pencerenin camının yansımasından onu gördüm, mutfağa giriyordu. Gözlerimi yeniden kapattım, neler olacağını bekledim.

Yaklaşık 10 dakika kadar sonra salonda yeniden ayak sesleri duymaya başladım, Pars'ın mutfaktan çıktığını anladım.

"Tamam sonra konuşuruz," dediğini duyduğumda ise telefonla konuştuğunun farkına vardım. Kiminle konuştuğunu merak ederken içten içe kendime acaba o kadınla mı konuşuyor diye sormadan edemedim. Bu soru canımı sıkarken daha fazla uyuma numarası yapmaya gerek duymadım ve sanki yeni uyanıyormuş gibi davrandım.

Bir süre kendime gelmeye çalışıyormuş gibi yaptıktan sonra doğruldum. O sırada Pars telefonunu kapatmış, cebine koymuş ve yanıma gelmişti.

"Günaydın," dedim onu yeni fark ediyormuş gibi.

"Günaydın," dedi o da ve yanıma oturdu.

"Çayı koydum," deyip arkasına yaslandı. "Dün gece kahvaltı bendendi, şimdi sıra sende." Kaşlarımı çattım. "Hadi bakalım göster marifetini." Bu kez de tek kaşımı kaldırdım. "Tabii varsa," diye bir de alay etti, tabii ki geri adım atacak değildim.

"Tabii ki var." Anında yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Kalk hadi o zaman." Onun alay eder gibi konuşması yüzünden gaza geldim, ayağa kalktım.

"Önce bir elimi yüzümü yıkayayım," dedim, sessiz kaldı. Ben de başka bir şey söylemeyip banyoya gittim, kendime çeki düzen verdim. Bugün hiçbir şey düşünmemek ve kendimi üzmemek konusunda kararlıydım.

Elimi yüzümü yıkadıktan sonra banyodan çıkıp mutfağa gittim. Pars da hemen arkamdan geldi, mutfağa girdiğimde bir an için ne yapacağıma karar veremedim. O varken rezil olmayı da hiç istemiyordum.

Hem sahi o niye vardı ki, niye gelmişti peşimden?

"Sen niye geldin?" diye sordum doğrudan.

Kaşlarını çattı. "Gelmese miydim?"

"Gelmeseydin, hadi git sen salona."

Dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "İyi burası," dedi, ne yaparsam yapayım gitmeyeceğini çok iyi bildiğimden onunla uğraşmaktan vazgeçtim. Bir an önce işe koyulsam iyi olacaktı. Çay demlenene kadar kahvaltıyı hazırlamam lazımdı, yoksa bunun diline düşeceğim.

Dolaba gittim, elime ne gelirse hepsini tezgâhın üzerine çıkardım. Kahvaltılıkları salondaki masaya dizdim, ardından domates salatalık dilimlemek istedim.

Salatalığı soyarken biraz zorlanırken Pars "Yardım lazım mı?" diye sordu, gözümün ucuyla ona baktım.

Yüz ifadesine bakılırsa bu masum bir yardım teklifi değildi, resmen dalga geçiyordu benimle.

"Hallediyorum ben," dedim dalga geçtiğini anlamamış gibi ve devam ettim. Salatalıkla işimi zar zor da olsa bitirdikten sonra domatesleri de doğradım. Hepsi biraz yamuk yumuk oldu belki ama bunun pek bir önemi yoktu. Sonuçta domatesti bu, nasıl doğrarsam doğrayayım tadı aynı olacaktı.

Domates ve salatalığı da masaya koydum, sahanda yumurta yapmaya koyuldum bu kez de. Yumurtayı tezgâhın kenarına vurup kırmayı ve hemen tavanın içine atmayı düşünürken tezgâha vurma kısmında kaldım, tamamı kırılan yumurta tezgâha aktı.

"Of!" diye söylenirken Pars'ın sesini duydum.

"Halledebiliyor musun gerçekten?" diye sordu, ona döndüm.

"Dalga geçmesene ya!" diye kızdım, yanıma geldi. "Hem ayrıca kolaysa sen yap!" diye çıkıştım, tek kelime etmeden uzanıp iki yumurta aldı ve birbirlerine vurdu. Yumurtalar kırıldıkları hâlde akmazlarken ikisini de tavanın içine attı ve kabuklarını çöp kutusuna bıraktı. Bunu yaparken imayla gözünün ucuyla bana bakmış, ben bir şey söylemeyince de tabağı alıp ocağın üstüne koymuştu.

"Kolaymış," diye de bir de laf çarptı, omzuna vurmak için elimi kaldırdığım hızla bir adım geri gitti.

"O ellerinle bana dokunmayı düşünmüyorsun herhalde." Yumurtalı ellerime bakarken güldüm, ona doğru bir adım attım.

"Dokunursam ne olur?" diye sordum, ona doğru uzandım ama refleksle kendini geri çekti, yine dokunamadım.

"Sakın, bak başka kıyafetim yok senin yüzünden akşama kadar yumurta kokarım!" Uyardı, bu uyarı bile bana komik geldi, güldüm.

"Bana ne?" dedim, yeniden dokunmaya çalıştım ona ama yeniden kurtuldu elimden.

"Ayliz!" Daha sert bir tavırla uyardı ama bu sert tavrı bile komik geldi bana ama çok da uzatmak istemedim.

"Tamam tamam, bir şey yapmıyorum, bak yıkıyorum ellerimi," dedim ve suyu açtım, ellerimi güzelce yıkadım. Ancak bunu gördükten sonra yanıma yaklaştı, ocağın üstüne koyduğu yumurtayla ilgilendi, ben de gidip kaynayan çayı demledim.

Neyse ki bu sefer bir kaza çıkmadı.

El birliğiyle güzel bir kahvaltı hazırladık, sonra da oturduk birlikte kahvaltımızı ettik. Her şey gayet yolunda ve sakin giderken söylediği şeyi duydum.

"Neyse ki bu kez bir kaza çıkmadan iki dilim domates koyabildin masaya." Hemen gözlerim onu buldu, daha önceki olaydan bahsettiğini anlamam zor olmadı.

"Ya kazaydı bir kere o! Bilerek yapmadım herhalde! Ayrıca sürekli bundan bahsetmek zorunda mısın?"

"Abartma, sürekli bahsetmiyorum," dedi, konuşmak istedim ama devam edip engel oldu. "Ama domates gördükçe de aklıma gelmiyor değilsin."

"Hı," dedim alay ederek. "Çok komik," diye ekleyip kahvaltıma devam ettim. Domates gördükçe beni hatırlaması ciddi anlamda gülmek istememe neden olurken gülmedim, gülmemek için çabaladım, çabalamaya da devam ederken onunla yeniden göz göze geldik ve daha fazla tutamadım kendimi, gülmeye başladım. O benim aksime sadece keyiflenirken ben kahkahalar içinde gülmeye devam ettim.

Gülmem geçtiğinde ve ikimiz de kahvaltıya devam ettiğimizde Pars ayaklandı.

"Tuz alıp geliyorum," deyip mutfağa gitti. O giderken ben kahvaltıya devam ettin ve uzanıp çatalıma bir dilim salatalık batırdım. Tam o sırada Pars'ın masada kalan telefonuna mesaj geldi.

Telefonunun şifresi olmadığını hatırlamak alıp bakmak istememe neden olurken kendime bunun doğru olmadığını söyleyip hızla bu düşünceden kurtuldum fakat içten içe merak etmeye devam ettim.

"Tuz nerede?" diye seslendi o sırada Pars.

"Rafta olacaktı," diye cevap verdim ve daha fazla dayanamadım, üsten de olsa mesaja bakmaya karar verdim. Ardından da hızla uzanıp telefonu aldım, ekranı açtım ve mesaja baktım.

Suat: Pars Bey, Ayliz Hanım'a saldıran adamın kimliğini tespit ettik.

Gelen bu mesajla heyecanlandım, bulmuşlar mıydı sonunda? Bu beni mutlu ederken yeni bir mesaj daha geldi. Gözümün ucuyla mutfağa doğru bakıp Pars'ın gelmediğinden emin olduktan sonra yeniden telefona döndüm ve belki de hayatımın gerçeği sayılabilecek o mesajı okudum.

Suat: Ayliz Hanım'ın öz babasıymış.

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.♡

Sizce son gelen mesaj doğru mu?

Ayliz'in başka bir babası olabilir mi?

Ayliz bu mesaja nasıl tepki verecek dersiniz?

Bu arada Ayşin'siz bölümler de güzel oluyormuş asdfghjkjhgfdss

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle, kendinize çok iyi bakın <3

Alıntı ve duyurular için;

Instagram gizzemasllan

Twitter gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%