Yeni Üyelik
28.
Bölüm

27.BÖLÜM "ÖLDÜREN ŞÜPHELER"

@gizzemasllan

Selam :)

Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.♡

Instagram: gizzemasllan

.

.

.

27. BÖLÜM "ÖLDÜREN ŞÜPHELER"

Kalbimdeki yaralar sarılmadan hep bir yenisi açılıyordu. Ne zaman ayağa kalkmaya çalışsam bir şey oluyor, daha sert bir şekilde düşüyordum yere ve her seferinde daha çok canım yanıyordu.

Şimdi de o anlardan birindeydim işte. Okuduğum bu mesaj kalbime yeni bir yara açmıştı ve beni öyle bir düşürmüştü ki sanki can veriyormuşum gibi acıyordu canım.

"Öz babası," diye mırıldandım sessizce, ellerim ve dizlerim tir tir titrerken ne yapacağımı bilemedim. Ya ben yanlış anladıysam? Hemen ortalığı ayağa kaldırmaya gerek var mıydı? Fakat bu mesajda yanlış anlaşılacak bir şey yoktu ki? Adam açıkça yazmıştı ne olduğunu ve mesaj atan adamı çok iyi tanıyordum, Pars'ın en yakınıydı. Yanlış bilgi verecek biri değildi.

Bu düşünceler beni daha çok yaralarken içimi korkunç bir his kapladı. Tam o esnada ayak sesleri duydum, Pars'ın salona geldiğini anladım. Mesajı gördüğümü bilsin istemedim ve hızla ekranı kapattım, uzanıp telefonu eski yerine koydum. O sırada Pars yeniden salona dönmüş, yerine oturmuş ve kahvaltısına devam etmişti. Ben ise onun aksine tek bir lokma daha yiyemeyip düşüncelere daldım.

Gördüğüm şeyin ne olduğu açıkça belliydi ama bunu kabul etmem mümkün değildi, bu yüzden yanlış anladığımı düşünüyordum. Bir yanlışlık olmalıydı. Benim babam; Agâh Karadağ'dı, bir başkası değil. Bunu düşünmem bile çok saçmaydı. O mesajın başka bir anlamı olmalıydı.

"Hayırdır?" Pars'ın sesiyle kendime geldim, gözlerim onu buldu. "Ne düşünüyorsun?" Mesaja baktığımı ve gördüğüm şeyi ona söyleyecek değildim. Yapacağı ilk şey inkâr etmek ya da bir bahane uydurmak olacaktı zaten.

"Hiçbir şey," dedim bu yüzden.

"Emin misin?" Şüpheyle sordu.

Başımı salladım. "Eminim," dedim ve gözlerimi önüme çevirdim.

İçimdeki korkunç his giderek büyürken nefes alamıyor gibi hissettim. Hâlâ elim ayağım titriyor, bayılacak gibi hissediyordum. Bu yüzden gözlerimi bir anlığına kapattım, derin bir nefes alıp kendimi toparlamaya çalıştım. Gözlerimi yeniden açtığımda Pars'a bakmaktan kendimi alamadım ve her ne kadar mesajı gördüğümü belli etmeyi hiç istemesem de aklımdaki birkaç soruya cevap alabilmek adına konuyu açmaktan başka şansım yoktu.

"Aslında benim sana sormam gereken bir şey var."

Gözleri beni buldu, lokmasını yuttu ve arkasına yaslandı. "Sor bakalım."

Titreyen ellerim bacaklarımın üzerindeyken derin bir nefes aldım. "O adam hakkında," diye girdim konuya.

"Hangi adam?"

"O gece odama gelen ve beni bayıltan adam." Anında çattı kaşlarını ve bu konuyu açtığım için rahatsız oldu, bunu belli etmekten de hiç çekinmedi.

Bahsettiğim adam sıradan bir düşman ya da ne bileyim önemsiz biri olsaydı bu denli rahatsız olur muydu?

"Onun hakkında bir şey bulamadın mı?" diye sordum rahatsızlığı beni daha da çok korkuturken.

"Sabah sabah nereden aklına geldi?" diye sordu o da haklı olarak.

"Hiç aklımdan çıkmıyor ki, hep bunu düşünüyorum," dedim, yalandı aslında. Çoğu zaman aklıma bile gelmiyordu, çünkü ona güvenmiş ve bu konuyu kendi içimde kapatmıştım. O mesajı okumamış olsaydım aklımın ucundan dahi geçmiyor olacaktı şu an.

Pars'ın şüpheyle baktığını fark edip "Senin başına böyle bir şey gelmiş olsaydı düşünmez miydin?" diye sordum ve bana hak vermesini umut ettim.

"Düşünürdüm," dedi bir an bile olsun tereddüt etmeden ve gözlerimin içine bakarak devam etti. "Fakat sen düşünme, bundan sonra öyle bir şey olmayacak," dedi ama artık düşünmemem söz konusu bile değildi.

O mesajı nasıl unutabilirim ki?

"Merak ediyorum ama, bilmeye hakkım var hem. Kim olduğunu bulamadın mı?"

Derin bir nefes alıp sessiz kaldı.

"Ayrıca kim olduğundan da çok ne yaptığını merak ediyorum," dedim, anlamsızca baktı yüzüme. "Odama geldi, beni bayılttı, sabah uyandım ve hiçbir şeyim yoktu. Bu çok saçma geliyor bana ve korkutuyor beni."

"Korkma," dedi anında. "Artık korkmana gerek yok, hem bulamadım adamı daha, ben de ne olduğunu bilmiyorum yani." Bu kez sessiz kalan ben oldum. "Adamlar araştırıyor, bir şey çıkarsa sana da söylerim." Bunların tamamen yalan olduğunu bilsem de uzatmak istemedim, uzatamazdım da zaten, buna izin vermezdi. Bu yüzden sadece başımı salladım ve gözlerimi önüme çevirdim.

"Düşünme bunları sen hem, hadi bir şeyler ye." Her şey yolundaymış gibi davranmaktan başka şansım olmadığı için yalandan da olsa gülümsedim. Hatta kendimi bir şeyler yemeye zorladım, birkaç lokma daha atıştırdım ve tüm bunları yaparken aklım hâlâ gelen mesajdaydı. O mesajın anlamından çok korkuyordum, anladığım o şeyin gerçek olmasından ise daha da fazla korkuyordum.

Ona daha fazla bir şey soramayıp içten içe kendimi yerken kahvaltısını bitirdi. Birlikte masayı topladık, salona geçtik. O telefonuyla ilgilenmeye başlarken ben sessizce onu izledim. Telefonu eline aldığı ilk an mesajı görmüş olması gerekiyordu ve ufak da olsa bir şaşırma duygusu göstermiş olmalıydı ama hiçbir şekilde böyle bir şey olmadı. Mesajları okudu ve gayet sakin karşıladı. Ben de buna bir anlam veremedim ve bu olanlar çok saçma gelmeye başladı.

Düşünmekten içim sıkılırken gözlerimi önüme çevirdim. Öz babası diyordu mesajda, öz babası... Bu aklımdan bir an bile olsun çıkmıyordu. Ne demekti bu? Gerçek olabilir miydi? Buna ihtimal bile vermek istemiyorum.

Düşüncelerim yüzünden sıkıntıyla oflarken Pars'la göz göze geldim ve yine her şey yolundaymış gibi davranmaya çalıştım.

"İyi olduğuna emin misin?"

Bu soruya karşılık dayanamadım ve "Kötü olmama neden olacak bir şey mi var?" diye sordum.

"Ben de bundan bahsediyorum işte; sanki bir şey olmuş gibi aniden keyfin kaçtı."

"Hiçbir şey olmadı," dememe rağmen şüpheyle bakmaya devam etti ama başka bir şey demedi. "Hem ne olabilir ki zaten?" diye sorarken gözlerimi yeniden önüme çevirmiştim bile.

"Çıkıp hava alalım istersen."

Ona bakmadan ve söylediği şeyi düşünmeye gerek duymadan "Hayır," dedim, en ufak bir şey yapasım bile yoktu.

Onun bu net cevabıma nasıl bir tepki verdiğini bilemezken telefonunun çalmasıyla hızla gözlerim onu buldu. O ise çoktan gözlerini benden çekmiş, telefonunu çıkarmıştı. Merakla ona bakıp yanımda konuşmasını umut ederken sonunda aramaya yanıt verdi.

"Söyle Ayşin," dediğinde istemsizce göz devirip bakışlarımı yeniden önüme çevirdim.

O kadın ona her ne sorduysa "Gelmeyeceğim," diye yanıt verdiğini duydum, bir yandan o kadının onu nereye çağırdığını merak ederken bir yandan da biz ne zaman döneceğiz diye meraklandım.

"İşim var çünkü," diye konuşmaya devam ettiğinde sinirlerimin bozulduğunu hissettim. Bu kadar sorunumun arasında umurumda olmaması gerektiği hâlde onun o kadınla telefonla konuşması bile sinirimi bozuyordu.

"Kendin hallet, daha önemli işim var benim, sonra konuşuruz," dedi Pars ve fark ettiğim kadarıyla telefonu Ayşin'in yüzüne kapattı. Bu da bu hâldeyken bile fazlasıyla hoşuma gitti.

"Hayırdır aranız mı bozuk?" diye sormadan edemediğimde bakışları beni buldu ama cevap vermek yerine sessiz kaldı. "Bayağı tersledin de kadını, yüzüne kapattın hatta sanırım," dediğimde yüzünde anlam veremediğim alaylı bir ifade oluştu. "Ne bakıyorsun öyle?"

"Ne demiştin sen Ayşin'e?" diye sordu, bu soruya bir anlam veremezken devam etti. "Biri seni övmeyince şaşırdın tabii mi demiştin?" diye sorarken az kalsın gülecek gibiydi, onun aksine elimden geldiği kadar ciddi kaldım. O ise devam etti.

"Bir de geri zekalı dedin kıza," dediğinde sinirlenmeden edemedim.

"Kıza," dedim ve devam ettim. "Kızcağıza falan deseydin ya!" diye çıkıştım öfkeyle. "Yazık oldu tabii, bozulmuştur şimdi," dediğimde konuşmak istedi ama devam edip engel oldum ona.

"Madem bu kadar üzüldün hâline niye benimle geldin? Niye onun yanında kalmadın? Yanında kalıp teselli etseydin ya!" derken öfkeyle ayağa kalktım.

"Ayliz," dedi ama devam etmesine izin vermedim.

"Bir de kızcağız diyorsun ya!"

Yüzündeki alaylı ifade giderek artarken omuz silkti. "Ben kızacağız demedim," dedi gayet rahat bir tavırla ve ekledi. "Sen dedin."

Kaşlarımı çattım. "Ben mi dedim?" diye sordum.

Başını salladı. "Sen dedin."

Bir an düşündüm, sahiden de ben demiştim.

"Olabilir," dedim anında ve durumu toparlamak adına devam ettim konuşmaya. "Sen niye kızacağız falan değil demedin? "

Derin bir nefes alırken ağır hareketlerle ayağa kalktı ve tam karşımda durdu. Gayet rahat bir tavırla "Ayliz," dedi.

İstemsizce yine "Ne var?" diye çıkıştım.

"Sen bana kızmak için bahane mi arıyorsun? Saçma sapan sebeplerden dolayı olay çıkarmaya çalışıyorsun da," dediğinde ne diyeceğimi bilemeyip sessiz kaldım. "Umarım bunun farkındasındır."

"Farkında falan değilim!" dedim üste çıkmak için ve devam ettim. "Olay çıkardığım da yok ayrıca, konuşuyoruz şurada, sen yanlış anladıysan benim mi suçum? Hem çok sıkıldım ben, hava alacağım," dedim az önce buna hayır demiş olmama rağmen ve tek kelime etmesine fırsat vermeden yanından ayrıldım, kilitli kapıyı açıp evden çıktım.

Soğuk ve bir o kadar da temiz olan hava yüzüme çarptığında derin bir nefes alıp o havayı içime çektim. Aslında Pars haklıydı, içeride yaptığım şey mantıklı değildi çünkü sabah gördüğüm o mesaj beni altüst etmişti yeniden ve aniden o kadının konusunun açılması saçma sapan davranmama neden olmuştu.

Gözlerimi kapatıp bir kez daha derin bir nefes aldıktan sonra içimden kendime sakin olmam ve mantıklı davranmam gerektiğini söyleyip durdum. Aslında normal ben olsaydım şimdiye çoktan ortalığı ayağa kaldırmış, o mesajın ne anlama geldiğini sormuş olurdum ama şimdi bunu yapamıyorum çünkü kandırılmaktan çok korkuyorum. Eğer ortada böyle bir durum varsa kötü olduğumu düşündükleri bu dönemde bana asla gerçeği söylemeyecek ve kandırmaya çalışacaklardı. Buna izin vermek istemiyorum. Bu yüzden sabırlı olmam ve gördüğüm o mesajın doğru olup olmadığını öğrenmek için başka bir yol bulmam gerekiyordu.

Düşünceler zihnimi zehirli bir sarmaşık misali sararken omzuma bırakılan ceketi hissettim. Aniden olduğu için irkilip telaşla arkamı döndüğümde Pars'ı gördüm. Bu, sakinleşmem için yeterli olurken bıraktığı ceket düşecek gibi oldu ama tuttum.

"Hava çok soğuk, üşüteceksin," dedi, sessiz kalmayı tercih ettim. "Sakinleştin mi?"

Bu soruyla birlikte kaşlarımın yeniden çatılması bir oldu.

"Sinirli değildim ki," diye çıkıştım.

"Sen şimdi sinirli değil misin?" Bu soru yüzünden ne diyeceğimi bilemeyip sessiz kalmayı tercih ettim. "Sen de bir gariplik var ama neyse."

"Garip değilim," dedim az öncekinin aksine fazla sakin bir tavırla ve bakışlarımı önüme çevirip derin bir nefes aldım bir kez daha.

"Belli," dedi imayla ama bu kez sinirlenmedim buna, hatta tepki bile vermedim. "Hadi yürüyelim biraz," dediğinde başımı salladım.

Pars, yürümeye başladığında ben de peşinden yürüdüm. Birkaç hızlı adımdan sonra yanına ulaştığımda adımlarımı yavaşlattım. Evin bahçesinden çıkıp da çitlerin diğer tarafına geçince aklıma gelen şeyle durdum. Pars, bunu fark etmeyip yürümeye devam etti ama farkına varıp da durması da çok uzun sürmedi.

Olduğu yerde durup bana döndüğünde "Neden gelmiyorsun?" diye sordu.

Dün geceki mevzuyu yeniden açmak istemeyip "Gitmeyelim ya," dedim, her ne kadar anlamasını istemesem de derdimin ne olduğunu anladı ve ağır adımlarla yeniden yanıma geldi.

"Neden?"

"Yorgunum ben," deyiverdim bir anda. "Ayaklarım çok ağrıyor, belim falan da tutulmuş hep."

"Sen 20 yaşında olduğuna emin misin?"

Alay edercesine sorduğu bu soruya karşılık gözlerimi kıstım. "Dalga geçme benimle, hem çok yürümek istiyorsan gel bahçede yürüyelim. Koskocaman bahçe neyine yetmiyor?"

Cevap verecek gibi olduğunda "Hem sen hiç mi film izlemedin ya? Hep bu saçma sapan orman yürüyüşü hevesi yüzünden bir sürü kişi ölüyor, biz bence hiç girmeyelim bu toplara."

Dümdüz bir bakış atıp sessiz kaldı.

"Bir şey söylemeyecek misin?"

Derin bir nefes aldı. "Allah aşkına sen bir daha film falan izleme."

"Sen geç dalganı," deyip etrafa bakındım. Şu dünyada belki de en korktuğum şey bir hayvanın saldırısına uğramaktı. Tamam, hayvanları çok seviyordum ama bu bile korkularıma engel olmuyordu.

"Ya Pars hadi n'olur sen de gitme gel içeriye," deyip kolundan tuttum ve gücümün yetmeyeceğini bildiğim hâlde onu çekmeye çalıştım. "Ben tek başıma korkarım."

Kolunu hafifçe çekti, gideceğini anlayıp bu kadar inatçı olduğu için ona kızacakken elini uzattı.

"Korkma," dedi fazla sakin çıkan sesiyle. "Hiçbir şey olmayacak, güven bana."

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Olmaz, çok korkuyorum ben."

"Güven bana dedim," diye yineledi ve devam etti. "Biraz yürüyüp yeniden döneceğiz, hiçbir şey olmayacak."

Bir ona bir de arkasındaki ormana bakıp derin bir nefes aldım. Biraz olsun cesaretimi toplayıp gözlerimi yeniden ona çevirdiğimde söylediklerine güvenmeyi tercih edip uzattığı elini tuttum.

Elim, eline değdiği ilk an kalp atışımın hızlandığını hissettim. O kadar hızlı attı ki kalbim sanki nefes bile alamadım ve ellerimin titremesine engel olamadım.

"Bence omzundaki ceketi giymelisin," dedi gözlerimin içine bakarak. "Soğuktan ellerin titriyor."

O soğuktan değil demeyi çok istedim ama diyemedim.

"Giyeyim," dedim ve biraz daha elini tutmaya devam edersem düşüp bayılacağım için elimi ondan çekip omzumdaki ceketini giydim. Fermuarı da çektikten sonra hiç beklemediğim bir şey oldu ve yeniden elini uzattı.

Elini tutmak yerine öylece durup bakarken "Hadi," dedi, ancak o an cesaretimi toplayıp da elini yeniden tutabildim.

Aynı hisler bir kez daha kalbimde yer edinirken bu kez elimden geldiği kadar bu hisleri bastırmaya ve ona belli etmemeye çalıştım. Bu şekilde onunla yürümeye başladığımda dizlerime kadar titrediğimi fark ettim. Sanki elimi bıraksa düşecek ve bir daha ayağa kalkamayacak gibiydim.

Bu his elini sıkı sıkı tutmama neden olurken yaptığım bu şey Pars'ın dikkatini çekmiş olacak ki başını çevirip bana baktı.

"Sakin ol," dedi ve "Bu kadar korkmana gerek yok," diye ekledi.

Az önce soğuktan, şimdi de korkudan zannediyordu. Neyse, benim de işime geliyordu işte.

"Korkmuyorum," dedim ve bunu ona inandırmak için gülümsedim.

"Öyle olsun," deyip başını önüne çevirdi ve yürümeye devam etti, elinden tutuyor olduğum için ben de peşinden yürümek zorunda kaldım.

Titreyen adımlarım yüzünden her ne kadar zorlansam da o bunu hiç fark etmedi ve evden epey bir uzaklaştık. Elini tutuyor olmanın heyecanı ormanda olmamızın korkusunu bastırmış olsa da sabah okuduğum mesajı düşünmeme engel olamıyordu ve sanırım uzun bir süre hiçbir şey de bunu düşünmeme engel olamayacaktı.

Bu düşünce giderek kendimi daha kötü hissetmeme neden olurken dayanamadım ve durdum. O da benimle durup da bana döndüğünde "Etrafta hiçbir şey yok Ayliz, eğer bu yüzden..." Devam etmesine izin vermedim.

"Babam hayatınıza nasıl girdi" diye sormamla kaşlarının çatılması bir oldu.

"Nereden çıktı şimdi bu?"

"Bir anda merak ettim," dedim. "Nasıl tanıştınız onunla? Sizi yanına almaya nasıl karar verdi?" diye sormaya devam ettim, aslında bu konunun şu an onlarla bir ilgisi yoktu. Sadece ben de babam için onlar gibi miyim bilmek istiyordum ve belki alacağım cevaplar bunu öğrenmem için yeterli olabilirdi.

Sadece kendimi düşünüp sorduğum bu sorunun onu rahatsız ettiğini fark ederken elimi bıraktı. Bu, sanki yüksek bir yerden yere çakılıyormuşum gibi hissetmeme neden oldu.

"Seni üzmek istemedim," dedim gözlerinin içine bakarak. "Sadece merak ediyorum ve sormak istedim."

"Ben de bir anda neden böyle bir şeyi merak ettiğini merak ettim," derken ellerini arkasında birleştirmişti.

Nasıl bir cevap veremeyeceğimi bilemeyip sessiz kalırken o da başka bir şey demedi ve susup önce benim cevap vermem için gözlerimin içine baktı. Doğruyu söyleyemeyeceğim için nasıl bir şey uydursam diye düşünsem de aklıma bir şey gelmezken aramızdaki sessizliği bozan bir hayvanın çıkardığı sesler oldu.

Bunu duyduğum an ormanı inletecek kadar büyük bir çığlık atıp olduğum yerde sıçradım ve ona yaklaştım. Kolunu sımsıkı tutarken korkudan tir tir titriyordum fakat bir yandan da söylenmeyi ihmal etmedim.

"Ben sana gelmeyelim dedim değil mi?" derken gözlerim etrafta gezindi ama hiçbir şey göremedim, tuttuğum kolundan sarstım onu. "Hadi n'olur dönelim, bak yeterince yürüdük zaten."

"Ayliz," dedi sakince, onun bu sakin hâlleri artık sinirimi bozmaya başlarken "Güzelim o baykuş sesiydi," dedi ve alaylı bir ses tonuyla "Avucunun içine sığacak kadar küçük bir hayvan yani, sana bir şey yapmasının mümkünatı yok."

Telaşla kolunu bırakıp yeniden karşısında durdum. "Baykuş falan değildi ya, hem sen var ya kesin korkayım da dalga geçesin diye getirdin değil mi buraya?"

Başını salladı. "Aynen öyle yaptım," dedi, aniden itiraf etmesi şaşırmama neden olurken "Hatta sabahtan buraya geldim, baykuşla anlaştım. Biz durduğumuz zaman gel tepemizde öt, Ayliz korksun dedim," diye devam etti konuşmasına.

"Bana baka eğer benimle biraz daha dalga geçersen var ya..." Devam etmeme izin vermedi.

"Tamam Ayliz, bir şey demedim," derken keyfi yok gibiydi, umarım az önceki sorum yüzünden bu hâlde değildir diye içimden geçirmeden edemezken "Madem bu kadar korkuyorsun, hadi eve dönelim," deyip gerisin geri dönecekken aniden gelen cesaretle kolundan tuttum.

Bu, durması için yeterli olurken gözleri yeniden beni buldu. "Özür dilerim."

Kaşlarını çattı. "Korktuğun için mi?"

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, seni üzdüğüm için," dedim ve içimden geçen şeyi yapıp boynuna sarıldım.

Yüzünü görmüyor olsam da şaşkın olduğunu çok iyi biliyordum.

"Kızma bana, söz veriyorum bundan sonra ne olursa olsun asla bu konuyu açmayacağım."

Kollarını kaldırdığını hissettikten birkaç saniye sonra ellerini belimde hissettim.

"Bugün bir şey mi oldu ki?" Bu soru neden geldi anlayamazken geri çekildi ve gözlerimin içine baktı. "Bir şey olsa da konuyu açmayacağım dedin, şimdi bir şey mi oldu ki konuyu açtın?"

Olayı buraya bağlamış olması, bir de doğru bağlamış olması şaşkınca kalmama neden olurken küçük bir yalan uydurmaya karar verip omuz silktim.

"Rüya gördüm," dedim, anlamsız bakışlar attı. "Biz hâlâ çocukmuşuz falan işte, uyanınca da merak ettim işte," dedim, iyi bir yalan uydurmuş olduğuma kendimce inansam da o pek de inanmış gibi durmuyordu.

Buna rağmen karşısında kendimden emin durup gözlerinin içine baktım, bakarken de gülümsemeyi ihmal etmedim. O esnada bir kez daha aynı sesi duydum, bu kez az önceki kadar korkmadım ama yine de ürküp ona yaklaştım.

Dişlerimi göstere göstere gergince sırıtırken "İnandıysan gidelim mi artık?" diye sordum, bu tavrım yüzünden az önceki gergin hâli yok oldu.

"Sen insanı delirtirsin," dedi ama öyle kızıyormuş gibi demedi, bu yüzden güldüm.

"Ne yapayım," dedim hâlâ gülümsemeye devam ederken. "Valla çok korkuyorum. Böyle orman falan hiç bana göre bir yer değil," dediğimde dudağının bir kenarı hafifçe yana kıvrıldı, eşzamanlı olarak yüzüme dokundu ve bir adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattı.

Nefesini dudaklarımda hissederken "Korkma," diye fısıldadı ve ekledi. "Ben varken hiçbir şeyden korkmana gerek yok."

"Sen varken," diye yineledim ve onun hep benimle olmayacağı gerçeğiyle yüzleştim, bu gerçek ise canımı çok yaktı.

O an sanki ne düşündüğümü fark etmiş gibi "Sen istediğin sürece ben hep olacağım Ayliz," diye fısıldadı, sessiz kalmayı tercih ettim.

Bu sessizliğim gözlerinin dudaklarıma kaymasına neden olduğunda istemsizce dudaklarımı araladım ve derin bir nefes aldım. Bu yaptığımla eşzamanlı olarak yüzümdeki eli dudaklarımı buldu ve parmağı dudaklarımda gezindi.

Bu dokunuşları binlerce duyguyu aynı anda bana hissettirirken çok uzakmış gibi biraz daha yaklaştı. Kalbim, yerinden çıkacak gibi atarken bu kez ona karşı koyamayacağımı hissettim. Bu durumda bile ona karşı çok güçsüz olduğum için kendime kızarken başını hafifçe sağa eğdiğini ve yüzünü yüzüme yaklaştırdığını fark etti.

Geri gitmek, onu itmek, kaçmak veya ona bir şekilde engel olmak yerine olduğum yerde durup yapacağı şeye izin verdiğimde dudaklarını dudaklarımda hissettim. Kendimi onda kaybetmem için bu minik temas yeterli olduğunda gözlerim ağır ağır kapandı ve her şeyi akışına bıraktım.

N olacaksa olacaktı, artık bir şeyleri düşünerek hareket etmekten yorulmuştum. Eskiden olduğu gibi hiçbir şeyin sonunu düşünmeden sadece yaşamak istiyordum.

Dudaklarının varlığını hissetmeye devam ederken yüzümü avuçlarının arasına adlı. O an o kadar heyecanlandım ki düşecek gibi hissedip kollarından tutundum. Bu yaptığımla eşzamanlı olarak aldığı nefesi dudaklarımda hissettim ve bunu hissetmek kalbimi o kadar hızlandırdı ki artık kendi kalbimin sesini duyabiliyordum.

Dudakları dudaklarıma biraz daha temas ettiğinde artık öpmesini, alamadığım nefesimi onun dudaklarından almayı beklerken yüzümdeki elleri hareketlendi. Bu hareketiyle beklediğim şeyin gerçekleşeceğini anladım ama bunu anlamamla birlikte aynı sesleri daha yakından duymam bir oldu ve her ne kadar bu anı bozmak, isteyeceğim en son şey bile olmasa kendime engel olamayıp çığlık attım, dudaklarını es geçip boynuna sımsıkı sarıldım. Sonra da sanki bir işe yarayacakmış gibi gözlerimi sıkı sıkı kapattım.

"Gidelim buradan Pars, n'olur gidelim," diye resmen yalvarırken sesimin titremesine engel olamadım.

Şu an ne hâlde, neden bir tepki vermiyor ve ne düşünüyor bilemezken geri çekilmek yerine sımsıkı sarılmaya devam ettim ona fakat az sonra hâlâ bir tepki vermeyince ve ormanın ortasında yaptığım şey garip gelmeye başlayınca gözlerimi araladım ve yavaş hareketlerle ondan ayrıldım.

Az önce bulunduğumuz durum aklıma gelince ve bunu bozduğumun ancak farkına varınca dudaklarımı ısırıp gözlerimi kaçırdım. Bir şey söylese de içinde bulunduğumuz bu durumdan bizi kurtarsa diye düşünürken "Kurt mu başka bir şey mi bilmiyorum ama ben onun ta buradan gelmişini geçmişini..." dediği an refleksle elimi dudaklarına götürüp bastırdım.

"Küfretme," diye uyardım ve elimi ağzından çektim, sonra da sanki hiçbir şey olmamış gibi geldiğimiz yöne yönelip eve doğru yürüdüm.

Ayak seslerinden peşimden geldiğini anlarken yüzümü görmüyor olmasının rahatlığıyla dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemek için kendimi tuttum. Bilerek yaptığım bir şey değildi ama sonucu hoşuma gitmişti.

Yanıma ulaştığında hızla yüz ifademi topladım, elimden geldiği kadar ciddi oldum. Dün beni öpmeye kalkışmış, bile isteye engel olmuştum. Bugün ise istemsizce engel olmuştum ve üçüncü kez ne zaman deneyecek çok merak ediyordum. Hem aslında bir yandan iyi de olmuştu, kolay kolay ona yeniliyor olduğumu anlamasına gerek yoktu.

Ben bu düşünceler arasındayken hızlanmış ve önüme geçmişti. Neden bu kadar hızlı yürüyor anlayamazken durdu ve bana baktı.

"Hızlı yürü biraz," dedi imalı bir tavırla ve ekledi. "Sonra arkadan kurt falan kapmasın seni." Bunu dalga geçmek için değil de az önce yaşanan şey yüzünden sitem etmek için söylediğini anlasam da işime gelmediği için anlamamazlıktan geldim.

"Dalga geçme ya," dedim ve yanına ulaştım, hatta yanından geçip gittim.

Bu şekilde eve ulaştığımızda bile hâlâ ağzının içinde söylenip duruyordu. Bu da benim içten içe hoşuma gidiyordu ama tabii ki belli edemiyordum.

"Dün geceden beri bir kurttur tutturdun," derken salona doğru yürüdü, arkasından taklidini yaparken peşinden yürüdüm. "Sanki kurtlar da ormanın içinde toplanmış, Ayliz gelse de saldırsak diye bekliyorlar," diye söylenmeye devam ederken cebinden telefonu çıkardı ve işte ancak o an o mesaj yeniden aklıma gelebildi.

Yüzümdeki gülümseme, içimdeki mutluluk solup giderken elindeki telefona bakakaldım. Onunla vakit geçirirken aklımdan çıkıp gitmişti ve böyle bir şey nasıl aklımdan çıktı aklım almıyordu. Okuduğum o şey çok basit bir şeymiş gibi gülüp eğleniyordum.

Oysa o şey benim hayatımın gerçeği olabilirdi.

Boğazım düğüm düğüm olurken olduğum yerde kaldım. O esnada Pars montunu çıkardı, ardından da telefonunu cebinden çıkarıp sehpaya bıraktı ve gözlerini bana çevirdi.

"Ben bir duş alayım önce, sonra çıkalım."

"Dönüyor muyuz?" diye sordum, mesaj olayını çözmek için ben de erken dönmeyi istiyordum ama yine de kendimi çok kötü hissetmiştim.

"Dönmemiz gerekiyor, hem zaten korkuyorsun burada," dedi, sessiz kaldım. Gitmek konusunda itiraz etmemiş olmam Pars'ın kendinden daha da emin olmasına neden oldu ve başka bir şey demeyip banyoya gitti, o gidince istemsizce yeniden düşünmeye koyuldum. Düşündükçe içimdeki sıkıntı büyüdü ve ne yapacağımı bilemedim ama bir an önce bir şeyler yapmalı, aklımdaki sorulara cevap almalıydım.

Yerimde duramayıp ayağa kalktım, sıcak bastığı için hâlâ üzerimde olan ceketini çıkarıp koltuğa bıraktım ve volta atmaya başladım. Ya anladığım şey doğruysa diye düşünmeden edemiyorum. Ya gerçekten babam başka biriyse? Ne olacaktı o zaman? Ne yapacağım ben? Nasıl kalkacağım bunun altından? Ben bu kadarını kaldıramam ki.

Gözlerim dolarken duraksadım. Babamın nasıl diğerlerine babalık yaptığını hatırladım. Ya ben de öyleysem de bundan haberim yoksa?

Bu sorular nefesimi keserken öfkelendim.

"Saçmalama Ayliz!" diye kızdım kendime. "Böyle saçma şey mi olur? O senin baban, bu işin içinde çok başka bir şey olmalı!" Kendi kendime konuşup kendimi ikna etmeye çalıştım. Çünkü gerçekten de düşündüğüm şey çok saçma geliyordu bana ama bu saçmalığa rağmen aynı şeyleri düşünmeye, kendimi korkutup üzmeye devam ettim.

Volta atarken elimi saçlarıma geçirdim, düşünmeye devam ediyor olsam da bunun saçma olduğuna kendimi inandırmaya çalıştım.

"Tabii ki saçma ya!" diye mırıldandım ve sonra da komik bir şey varmış gibi güldüm, rahat davrandım. Ardından da koltuğa oturdum, arkama yaslandım. "Düşünmem bile saçma," deyip rahat hissetmek için gülmeye devam ettim.

Fakat tüm bunları yaparken aslında kendimi kandırıyordum ve içim hâlâ sıkıntıyla doluydu. İşte bunu fark ettiğim an yalandan gülmelerim durdu, bir kez daha ofladım.

"Kendimi kandırıyorum," diye mırıldanıp gözlerimi ovalarken banyonun kapısının sesini duydum, Pars'ın geldiğini anladım. Çok geçmeden zaten salona girdi, yanıma geldi.

Saçları ıslak ıslak karşıma oturduğunda "Dışarısı çok soğuk, keşke saçlarını kurutsaydın, hasta olursun böyle," dedim.

Arkasına yaslandı. "Bir şey olmaz, kuruyunca gideriz biz de." İstemsizce gözlerimi kıstım, şüpheyle baktım ona. Burada daha fazla mı kalmaya çalışıyordu yoksa bana mı öyle geliyordu? Yine kendi kendime gelin güvey olmaya başlamıştım. Adamın söylediği her şeyi anlamak istediğim gibi anlarsam sonra tabii hayal kırıklığına uğrardım. Sanırım benim her şeyden önce bunu yapmayı bırakmam gerekiyordu.

"Ne zaman gideceğiz o zaman?" diye sordum merakla, ciddi ciddi saçları kuruyunca kalkıp gidecek hâlimiz yoktu ya.

"Sıkıldın mı?"

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, sıkılmadım. Hatta burayı çok sevdim," deyip doğruyu söyledim, yüzünde muzip bir ifade oluştu. Bu ifade yüzünden hemen "Bundan sonra tek başıma da gelirim," dedim, kaşlarını çattı. "İşte o zaman tam anlamıyla huzurlu olurum."

Gözleri kısıldı. "Sen bana bir şey mi ima etmeye çalışıyorsun?"

Gülmemek için kendimi tuttum. "Estağfurullah canım," deyip arkama yaslandım. "Ne ima edeceğim?"

"Belli," dedi anında.

Kendimi tutamadım ve güldüm. "Şaka yaptım şaka," dedim ama o bu şakaya hiç gülmedi. "Senin pek hoşuna gitmedi ama olsun," derken gülmeye devam ediyordum. Çok geçmeden onun da dudaklarında küçük bir tebessüm oluştu, hoşuna gittiğini anladım. Bu da benim hoşuma giderken bir kez daha telefonu çaldı.

Uzanıp telefonunu aldı, merakla ona bakarken "Baban arıyor," deyip açtı ve kulağına götürdü.

"Efendim savcım?" Dikkatle dinledim onu, babam uzun bir şey söylüyor olacak ki o da sessizce dinliyordu. Babamın ne söylediğini merak ederken Pars'ın mimiklerini izledim ama o kadar tepkisizdi ki bir şey anlamak pek de mümkün değildi.

"Ben de öğrendim," dedi, kaşlarımı çattım. "Mesaj gelmişti." Ve işte bu cümleyle mideme bir yumruk yemiş gibi hissettim. Benim okuduğum mesajdan mı bahsediyordu acaba?

"Araştıracağım ben, sen merak etme." Ya düşündüklerim doğruysa sorusu yine kendini belli ederken korkum biraz daha artmış, göğsüm acıyla sıkışmaya başlamıştı.

"Merak etme, bir şeyden haberi yok." Benden mi bahsediyordu acaba şu an? Ya da ben paranoyak oldum artık ve her şeyi üzerime alınmaya başladım.

"Tamam, gelince konuşuruz. Birazdan yola çıkacağız zaten." Gözlerimi ondan çektim, bu konuşma yüzünden şüphelerim biraz daha artmıştı. Fakat bir yandan da düşündüğüm şeyi konuşuyor olsaydı böyle yanımda rahat rahat konuşur muydu diye kendime sormadan edemiyordum. Ne de olsa Pars bunu yapacak, böyle bir risk alacak bir adam değildi.

Böyle düşünüp kendimi rahatlatmaya çalışsam da başarılı olamadım. O sırada Pars telefonu kulağından indirdi, yanına bıraktı. O an aklıma yeniden o telefona bakmak geldi. Başka bir mesaj gelip gelmediğini ve babamla hangi mesaj üzerine konuştuklarını ancak böyle anlayabilirdim.

Bunu nasıl yapacağımı bilemezken şüphe çekmek istemediğim için elimden geldiğince rahat davranıp "Ne diyor babam?" diye sordum, tıpkı benim gibi o da çok rahattı. Ya çok güzel rol yapıyordu ya da gerçekten ortada bir şey yoktu ve gergin değildi.

"İş hakkında bir şeyler söyledi," deyip kısa bir açıklama yaptı. Geçiştirmeye çalıştığını anladım ama uzatmak istemedim. Çünkü ne yaparsam yapayım o istemediği sürece doğru olanı söylemeyecekti ne de olsa. Boş yere çabalamaya gerek yoktu.

"Dönmemizi istedi sanırım," dedim, başını salladı.

"Öyle," dedi ve ıslak saçlarını karıştırdı. "İşlerimiz var, onları halledelim bir an önce diyor."

"Oyalanmayalım o zaman," dedim, çünkü ben de artık bir an önce gitmek istiyordum. Burada böyle oturarak bir şeyler öğrenmem pek de mümkün değildi ne de olsa.

"Bence de," dedi ve ayağa kalktı. "Ben bir arabayı kontrol edeyim, dün gelirken sorun var gibiydi, yolda kalmayalım." Sessiz kaldım.

O başka bir şey demeyip bahçeye çıkarken gözlerimi, unuttuğu telefona çevirdim.

Gözlerimi telefondan bir an bile olsun çekmezken Pars'ın evden çıktığını anladığım an hızla ayağa kalktım, koşarak telefona gittim ve mesajlara girdim. Son gelen mesajın gördüğüm mesaj olduğunu fark ettim. Hemen bir önceki mesaja baktım, o da 2 gün önce gelen başka bir mesajdı. Yani kısacası babama bahsettiği mesaj benim gördüğümdü.

Bunu fark etmemle birlikte kendimi yeniden kötü hissetmeye başlamam bir olurken yakalanmak istemediğim için telefonu aldığım yere bıraktım, dönüp eski yerime oturdum. Başımı önüme eğip ellerimi saçlarıma geçirdim ve maalesef yine aynı şeyleri düşünmeye başladım.

Düşündüğüm şeyin doğru olduğuna inanmak istemediğim için hep kendimi bir yanlışlık olduğuna inandırmaya çalıştım çünkü aksinin olması demek, benim için her şeyin bitmesi demekti.

Gözlerim doldu, gözyaşlarım aktı yine. Bunu Pars'ın görmesini istemediğimden hemen sildim o yaşları ve kendimi toparlamaya çalıştım. Aynı düşünce içimi yemeye devam ederken Pars eve girdi, hemen ayağa kalktım ve iyi görünmeye çalıştım.

"Bir sorun var mı arabada?" Sesimi elimden geldiği kadar enerjik çıkarmaya çalıştım.

"Şimdilik bir şey yok gibi."

Nerede olduğumuzu bilmediğimden "Yolumuz uzun mu peki?" diye sordum.

"2 saatlik bir yol," dedi ve gelip koltuğun üzerinde duran telefonunu aldı, cebine koydu. Ardından da uzanıp montunu aldı, giydi.

"Saçların kurumadı hâlâ, hasta olacaksın."

"Bir şey olmaz," dedi yine ve etrafa bakınıp bana çevirdi gözlerini. "Hadi sen de hazırlan, çıkalım."

Omuz silktim. "Hazırlanacak bir şey yok ki. Böyle geldim, böyle de gideceğim," dedim, gözleriyle tekli koltuğun üzerinde duran montumu gösterdi.

"Montunu giy," dedi, başımı salladım ve gidip montu aldım, giydim. Ardından da yeniden onun yanına döndüm.

"Gidebiliriz." Bir şey demedi, yeniden etrafa baktı. Sanırım bir şey unutup unutmadığını kontrol etti, bir şey unutmamış olacak ki daha fazla oyalanmadı, kapıya doğru yürüdü.

Ben de hemen peşinden gittim, birlikte evden çıktık, arabaya bindik ve yola çıktık. Aklım hâlâ olanlardaydı, nasıl olmasın ki zaten?

"Yine bir şey mi oldu?" diye sordu Pars, gözlerim onu buldu.

"Ne gibi bir şey?"

"Bilmem," dedi gözlerini yola çevirirken. "Aklına bir şey takılmış gibi."

"Yoo," dedim hemen anında, hızla itiraz ettim fakat çok inandırıcı olmadığımı fark edip hızla bir bahane ürettim. "Babam annemi soracak şimdi, o yüzden canım sıkılıyor sadece," dedim ve yine yalan söylemiş oldum, oysa bu pek de umurumda değildi.

Pars bir şey demezken düşünmeye devam ettim. O sırada aklıma gelen şeyle tek kaşımı kaldırdım. Ben de Pars'lar gibi olsaydım, babamın bir şekilde yanına alıp büyüttüğü biri olsaydım annem olur muydu? Tabii ki olmazdı, nasıl olsun ki?

Böyle düşünüp rahatlamak isterken bu kez de belki de annem de beni bu yüzden bırakmıştır, gerçek annem olmadığı için düşüncesi zihnimin içinde dönüp durmaya başladı.

Bu düşünce beni yeniden büyük bir korkuya düşürdü, aklım biraz daha karıştı. Annem beni o yüzden bırakmış olsaydı şimdi pişman olup döner miydi? Gerçekten artık ciddi anlamda saçmalamaya başlamıştım.

"Geçen gün avukat gelmemişti," dedi Pars, gözlerim onu buldu. "Son anda bir aksilik çıkmıştı ama bugün uğrayacak yanına." Başımı sallamakla yetindim, ta ki bunun onun için yeterli bir cevap olmadığını fark edene kadar. Sanki bir şey söylememi bekliyordu. Doğru ya en son inat edip imza atmayacağım demiştim, fikrim değişti mi onu duymak istiyordu ve ben bunu anladığım hâlde sessiz kaldım.

Tan'ın aklıma gelmesiyle derin bir iç çektim. Keşke hiçbir şey bu noktaya gelmeseydi diye içimden geçirmeden edemedim.

"Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordu dayanamamış olacak ki.

"Hayır," dedim ve derin bir nefes aldım. "Avukatı beklerim evde, zaten başka bir işim yok," diye ekledim. Tabii ki o imzayı atacaktım, her ne olmuş olursa olsun bana yaptığı şeyi kabul edecek değildim. Bunun cezasını çekmeliydi.

Pars'ın, sözlerimden fazlasıyla memnun olduğunu fark ederken "O şimdi nerede?" diye sordum, yolda olan gözleri beni buldu. Sadece bu kadarını merak etmiş olmam bile onu kızdırıyor gibiydi.

"Tutuksuz yargılanıyor," dedi, o an midem ağrıyor gibi hissettim. Bu hisle baş etmek için dudaklarımı ısırdım. "Ama sen şikâyetçi olursan ve her şeyi kanıtlarsak ceza alacak," diye devam etti.

"Cezaevine girecek yani," diye sorguladım.

Kaşlarını çattı. "Ne o girmesini istemiyor musun?"

"Umurumda bile değil," dedim, hafifçe başımı önüme eğdim. "Sadece biraz tuhaf hissettim kendimi," diye açıkladım kendimi, sessiz kaldı.

Bu sessizlik tüm yol sürdü, ikimiz de yol boyunca hiç konuşmadık. İki saatin ardından eve ulaştığımızda arabadan inmeden "İçeriye girecek misin?" diye sordum.

"Başka işlerim var," dedi ama bunu dediği hâlde indi arabadan. Ben de peşinden indiğimde yanıma geldi, karşımda durdu.

"Bir şey olursa ara beni."

"Ne olabilir ki?" diye sordum korkuyla, artık en ufak bir şey bile beni çok korkutur olmuştu.

Ellerini cebine sokarken "Herhangi bir şey," dedi.

Başımı salladım. "Ararım."

"Gidiyorum o zaman ben." Tebessüm ettim, o an aklıma dünkü hâlim geldi. Dün o hâldeyken şimdi çok az da olsa iyi hissediyor olmamın nedeninin o olduğunu düşündüm, bu yüzden de ona teşekkür etmek istedim ve izin almaya gerek duymadan yaklaştım, sımsıkı sarıldım ona.

"Teşekkür ederim."

"Ne için?" diye sordu anlamsızca.

"Her şey için," dedim, ellerini belimde hissettim. "Her şey için çok teşekkür ederim," deyip biraz daha sıkı sarıldım ona. "Dünden sonra bana iyi hissettirdiğin için," deyip ağır hareketlerle geri çekildim, gözlerinin içine baktım.

O an o kadar yumuşak ve sıcak bakıyordu ki bana bu bakışıyla bile mutlu oldum.

"Hep iyi hisset," dedi, tebessüm ettim. "Kötü hissedersen de iyi hissetmen için hep yanında olacağım." Tebessümüm büyüdü, kalbim yumuşacık oldu ve içim ısındı.

"Hadi şimdi eve gir, benim de gitmem gerekiyor." Başımı salladım, gülümsemeye devam ettim.

Göz kırpıp "Hadi eyvallah," dedi ve yanımdan ayrıldı, arabasına bindi.

Birkaç adım geri gidip arabadan uzaklaştım, evin bahçesine girmiş oldum. Gitmek yerine durup ona bakmaya devam ederken arabayı çalıştırdı, çok geçmeden de yanımdan uzaklaştı.

O giderken ben de eve doğru yürüdüm, hâlâ gülümsemeye devam ediyordum ama bir yandan da hâlâ canım sıkkındı ve o mesajı düşünüyordum.

Kapıya ulaştığımda anahtarım olmadığından durup kapıyı çaldım, birkaç dakika sonra kapı evde çalışan kadın tarafından açıldı, içeriye girdim.

Girer girmez "Babam nerede?" diye sordum.

"Agâh Bey sabah çıktı Ayliz Hanım, henüz dönmediler." Başımı salladım, nerede olduğunu hiç sorgulamayıp odama çıktım.

Odaya girer girmez montumu çıkartıp berjere bıraktım ve volta atmaya başladım. Bir an önce bir şeyler yapmalı, gördüğüm şeyin doğru olup olmadığını öğrenmeliydim. Yoksa rahat etmem mümkün değildi. Korkuyorum çünkü, hem de çok korkuyorum ve bunun tek nedeni babamı kaybetme ihtimalim.

Bu korkuyla gözlerim dolarken "Hayır Ayliz, hayır," diye mırıldandım. "Bu kez ağlamak yok," deyip kendimi teskin ettim.

Bu kez gerçekten ağlamak yerine mantıklı düşünmeli, bir şeyler yapmalıydım ve sanırım yapılacak tek bir şey vardı. Okuduğum şeyin doğru olup olmadığından sadece tek bir şekilde emin olabilirdim ama bunu yapmayı geçtim, düşünmekten bile utanıyordum.

Dönüp durmaktan sıkılıp yatağın kenarına oturdum. Bunu yapmaktan utanıyor olsam da başka şansım yoktu. Gerçeği ancak bir DNA testi ortaya çıkarırdı. Hiç kimseye hiçbir şey sormadan gördüğüm şeyin doğru olup olmadığını ancak böyle öğrenebilirdim.

Bir kez daha yerimde duramayıp ayaklandım, odanın içinde dönüp durmaya başladım. Tam o sırada midemin bulandığını hissettim. Bunun stresten olduğunu çok iyi bildiğimden çok da üzerinde durmak istemedim.

Elimi midemin üzerine bastırıp bulantımın geçmesini beklerken odanın kapısına birkaç defa vuruldu, durup kapıya baktım.

"Gel," diye seslendim, çalışan kadın girdi içeriye.

"Ayliz Hanım, Ayşin Hanım geldi," dedi, şaşırdım. Onun burada ne işi vardı ki? "Babanızın evde olmadığını söyledim ama sizin için geldiğini söyledi." Biraz daha şaşırdım, onun benimle ne işi olabilirdi ki?

"Geliyorum," dedim, kadın başka bir şey söylemeyip odadan çıkarken aynadan kendime baktım. İyi göründüğüme kanaat getirip ben de merakla odadan çıktım ve salona indim, kadını gördüm. Hiçbir şey demeyip yanına gittim, karşısında durdum.

"Hoş geldin," dedim, yüzünde samimiyetsiz bir tebessüm oluştu.

"Hoş buldum," dedi.

Son olanlardan, onunla yaşadıklarımızdan sonra burada oluşunu açıklamasını bekledim ama sessiz kaldı.

"Bir şey mi oldu?" diye sordum bu yüzden.

"Hayır," dedi anında ve devam etti. "Pars'ın buraya geleceğini öğrendim de onun için geldim."

Bu cevap beni rahatsız etse de belli etmedim. "Pars burada değil, beni bırakıp gitti."

"Neredeydiniz siz?"

Bir anda hesap sorarcasına sorduğu bu soru yüzünden kaşlarımı çattım. "Neden soruyorsun?"

Yüzündeki o samimiyetsiz gülümseme büyüdü. "Merak ettim sadece."

Sanki hakkı varmış gibi bir de merak ettim diyordu.

"İşimiz vardı," demekle yetindim, oturup gerçekten nerede olduğumuzu anlatacak hâlim yok diye içimden geçirirken dümdüz bir ifadeyle bakıyordu bana. Aldığı cevaptan memnun olmadığı her hâlinden belliydi.

O bu rahatsızlığı bana fark ettirmemeye çalışırken gitmesini bekledim. Burada kalması için bir nedeni yoktu ne de olsa fakat beklediğim şeyi yapıp gitmedi, karşımda durmaya devam etti.

Böyle boş boş durmak anlamsız gelmeye başlayınca "Kahve içer misin?" diye sordum, umarım hayır der ve gider diye de içimden geçirmeyi ihmal etmedim.

"Olur," dedi sanki bu teklifi bekliyormuş gibi, hiç memnun olmadım bundan ve mutfağa doğru baktım.

"Buraya bakar mısınız?" diye seslendim, yeni işe başladığı için henüz ismini bile bilmediğim kadın mutfaktan çıktı.

"Buyurun Ayliz Hanım."

"Bize iki kahve yapar mısınız lütfen?"

Tebessüm etti. "Tabii, hemen," deyip yeniden mutfağa döndü.

Ben de yeniden Ayşin'e baktım. "Otursana," dediğimde gidip üçlü koltuğun ortasına oturduğunda ben de geçip karşısına oturdum.

Hâlâ onun burada oluşuna bir anlam veremezken "Pars bana senden biraz bahsetti," dedi, arkama yaslandım. "Hayat hikâyeni biliyorum." Hâlâ yüzünde samimiyetsiz bir ifade vardı.

"Öyle mi?" diye sordum ve ekledim. "Hakkımda ne anlattı merak ettim şimdi."

"Olanları anlattı işte," dedi, sessiz kalıp devam etmesini bekledim. Bu konuyu açtığına göre söylemek istediği bir şeyler vardı ve ben sessiz kalsam da o devam edecekti. Zaten tam da beklediğim gibi oldu, devam etti.

"Uyuşturucu kullandığından, hastanede kaldığından falan bahsetti." Öfkelendim, bunları bilmesi sinirimi bozdu ve ellerimi yumruk yaptım.

"Pars sana bunları mı anlattı?"

"Evet, öyle laf arasında söyledi işte," dediğinde tavırları yüzünden daha da sinirlendim. "Tebrik ederim ama seni, kısa zamanda çok güzel toparlamışsın." Bunu söylerken yüzünde öyle bir ifade vardı ve ses tonu öyle alay eder gibi çıkmıştı ki sinirim biraz daha bozuldu.

Aynı zamanda bir kez daha bu kadının çok tehlikeli olduğuna bir kez daha kanaat getirdim. Sanki bir şey yapmaya çalışıyor gibiydi. Hatta belki de bunları ona anlatan Pars bile değildir, bir şekilde kendisi öğrenmiştir.

Onun bu tavırlarına dayanamayıp bir anda "Dalga geçiyormuşsun gibi hissettim," dedim, afalladı.

"Olur mu öyle şey?" diye sordu, sanki biraz endişeli gibiydi. "Neden dalya geçeyim?" Bunu söylerken bile dalga geçiyor gibiydi.

"Hâlâ aynı şeyi yapıyorsun."

Şaşırdı. "Sen beni yanlış anladın, ben..."

Sözünü kestim. "Yanlış falan anlamadım," dedim, tek kelime edemezken devam ettim. "Gözlerimin içine bakarak resmen dalga geçiyorsun benimle." Sessiz kalmaya devam etti, ben de içimdekileri söylemeye.

"Zaten ilk günden beri bir tuhaflık vardı sende, sürekli bana karşı oynuyorsun. Sanki benimle bir derdin var gibi, bunu anlamayacak kadar salak değilim, her şeyin farkındayım."

Sessiz kalmaya devam etti.

"Bence oyun oynamayı bırak, açıkça konuş benimle. Bak zaten burada bizden başka kimse yok, hadi ne derdin varsa söyle."

Derin bir nefes aldı, gerilmiş gibiydi.

"Ayliz sen gerçekten beni..." Yine sözünü kestim.

"Boşuna yanlış anlamışsın falan deme, ben yanlış anlamadığımdan eminim," dememle bir anda ayağa kalktı.

"Sanırım ben gitsem iyi olacak," dedi, ben de ayağa kalktım. Gitmiyordu, ciddi ciddi kaçıyordu ve bu kaçış bir şeyler olduğundan emin olmam için yeterli oldu fakat hiçbir şey demedim bu konuda.

"Emin ol, beni gerçekten yanlış anladın," dedi, alayla baktım gözlerine. Bana doğru bir adım attı ve kendinden emin bir şekilde devam etti konuşmaya.

"Seninle bir derdim olsaydı çoktan çözmüş olurdum." Tek kaşımı kaldırdım. "Biriyle derdim olduğu zaman onu çok çabuk ayağımın altından çekerim, hâlâla karşımda durduğuna göre seninle bir derdim yokmuş demek ki." Alayla güldüm, kendisinden korkmamı beklediği belliydi. Ona istediğini vermeye niyetim olmadığından alay eder bir tavırla gözlerine bakıp kollarımı göğsümün altında topladım.

"Her neyse, umarım aramızda bir daha böyle tatsız bir konuşma geçmez," deyip uzaklaştı yanımdan ve evden çıkıp gitti.

"Geri zekâlı!" diye söylendim arkasından, yapmam gereken o kadar şeyin yanında bir de bu kadının sırrını çözmem gerekiyordu. Her ne derdi var bilmiyorum ama benimle bir derdi vardı ve o bir şey yapmadan foyasını ortaya çıkarmam gerekiyordu.

Kapanan kapıya bakmaya devam ederken çalışan kadın elindeki tepsiyle mutfaktan çıktı, yanıma geldi. Kahvelerden birini alıp "Teşekkür ederim," dedim ve tepside kalan diğer kahveyi gösterdim. "Misafirimiz gitti, onu da siz içebilirsiniz," deyip odama çıkmak için merdivenlere yürüdüm.

Tam merdivenlerin başındayken "Ayliz Hanım," diye seslendi kadın, durup ona baktım.

"Efendim?"

Elini kaldırdı, elindeki zarfı gösterdi. "O hanımefendiden bu zarf düşmüş sanırım," dediğinde merakla yanına gittim.

Kahveyi sehpaya bırakıp zarfı aldım. Kadın yanımdan ayrılıp mutfağa giderken zarfı inceledim, bir hastaneye ait olduğunu fark ettim. Merakıma yenik düştüm, bakmamın doğru olmadığını bildiğim hâlde bakmaya karar verdim. Sonrasında zarfın açılmış olmasına bir bahane uydururdum illaki.

Merakla zarfı açtım, içindeki kâğıdı çıkardım ve üstünde yazan "DNA RAPORU" yazısını gördüm, anında kaşlarım çatılırken hemen altta kendi ismimi gördüm ve tüm bedenim buz kesti. Korku dolu gözlerimi sayfanın en altına çevirdim ve o kısacık paragrafı okudum.

"Nevzat Güngör ile Ayliz Karadağ'ın babalık testi sonucu; DNA'ları %99 oranında uyumludur."

Boğazım düğümlendi, kalbimi yerinden söküyorlarmış gibi acıdı canım ve arkamdaki koltuğa çöktüm.

Hani demiştim ya; ben bu kadarını kaldıramam diye?

Ben, gerçekten bu kadarını kaldıramazdım.

Tam da bu yüzden bu an; benim için her şeyin bittiği andı.

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.♡

Sizce Ayliz haklı mı? Ayşin'de gerçekten bir şeyler var mı?

Ayliz gerçekten Agâh'ın kızı olmayabilir mi? DNA testi doğru mu dersiniz?

Bir sonraki bölüme kadar kendinize çok iyi bakın <3

Sevgiyle kalın ♡

Alıntı ve duyurular için;

Instagram gizzemasllan

Twitter gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%