@gizzemasllan
|
Selam :) Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ Instagram: gizzemasllan . . . 29. BÖLÜM "SUÇLULAR VE YARALANANLAR" Bu hayatta insanlar suçlular ve onların yaraladıkları olmak üzere ikiye ayrılıyorlardı bana göre. Saf, masum, güçsüz olanlar hep yaralanan taraf olurdu. Suçluların ise tek özellikleri kurnaz olmalarıydı. Ayşin, beni saf görmüş olacak ki suçlu tarafa geçip beni yaralamaya çalışıyordu. Ben de ona her seferinde kolay lokma olmadığımı elimden geldiği kadar belli ediyordum. Dün gece yaşananlar da tam olarak bu yüzden yaşanmıştı zaten ve sanırım onu epey bir kızdırmıştım. Tam da bu yüzden bir an önce ondan kurtulmam gerekiyordu yoksa o benden kurtulacaktı. Gözlerim boş salonun içinde gezinirken sıkıntıyla oflayıp arkama yaslandım. Her ne kadar bulaşmak istemesem de o kadının foyasını ortaya çıkarmak bugünlerdeki en büyük amacım olmalıydı, olacaktı da fakat bu konuda ne yapabileceğime dair hiçbir fikrim yoktu. Babam salona geldiğinde düşüncelerim dağıldı. Gözlerim hemen onu bulurken karşıma oturdu ve o da dikkatle bana bakmaya başladı, sanki bir şeyler söylememi ister gibiydi. "Bakma lütfen bana öyle," dedim, aklından geçenleri az çok tahmin ediyordum. "Dünkü konu benim için çoktan kapandı." Güven verici ve ikna edici bir ses tonuyla kurdum bu cümleyi, oysa yalan söylüyordum. Bu konu benim için kapanmamıştı, o kadının gerçek yüzünü gösterene kadar da kapanmayacaktı. "Evlatlık olduğuma inanacak değilim," deyip güldüm, işte bu doğruydu. Olayın bu kısmı benim için tamamen kapanmıştı çünkü böyle bir şey başlı başına saçmalıktı, birinin aklımı karıştırmak istediği ortadaydı. Hatta o birinin kim olduğu da ortadaydı. Ayrıca böyle bir şey olsaydı bunu çoktan öğrenmiş olurdum. Nasıl ki diğerleri babamın sadece onlara yardım eden biri olduğunu, gerçek babaları olmadığını en başından beri biliyorsa öyle bir şey olsaydı ben de biliyor olurdum. "Gerçekten kapandığından emin olmak istiyorum," dedi, bakışlarım yeniden onu buldu. "Bu konu beni rahatsız ediyor çünkü gördüğün şey sıradan bir şey değildi. Eğer aklını karıştıran bir şey varsa bunu bilmek istiyorum," dedi, konuşmak istedim ama devam edip engel oldu bana. "Aklını karıştıran o şeye bir son verelim ki hayatımız boyunca bu saçma konu bir daha açılmasın," dedi, sanki şu an DNA testi yaptırmak istiyorum desem soluğu hastanede alacak gibiydik fakat böyle bir şeye gerek duymadım, çünkü o benim babamdı, bundan hiçbir şüphem yoktu. Hiçbir şey söylemeden ayağa kalktım, yanına gidip oturdum. "Sen benim babamsın, bunun aksi yönünde hiç şüphem yok, hiçbir zaman da olmayacak." Tebessüm etti ama hâlâ gergindi, bu gerginliği biraz olsun dağıtmak istedim. "Nasıl bu kadar eminim, onu da söyleyeyim mi?" diye sordum, meraklandı. "Söyle bakalım," dedi. Kendimden emin ve bir o kadar da ciddi bir şekilde devam ettim konuşmaya. "Gerçek babam olmasaydın yaptığım o kadar şeyden sonra çoktan beni kapıya koymuş olurdun," dedim, şaşırdı. "Valla bence ancak bir insan çocuğuna bu kadar katlanır," dedim ve biraz daha rahatlasın diye gülmeye başladım fakat o benim aksime gülmedi, öyle dümdüz bir ifadeyle bana bakmaya devam etti. "Komikti bence," dedim, daha fazla kendini tutamamış olacak ki o da bir anda gülmeye başladı. "İşte şimdi sorun çözüldü," deyip ayağa kalktım ve yanağından öptüm, gülümsedi. "Öyle olsun bakalım," derken keyfi biraz olsun yerine gelmiş gibiydi. "Ama siz bu konuyu araştıracaksınız değil mi?" diye sordum, bundan emin olmam gerekiyordu. "Bir an bile olsun peşini bırakmayacağım. Bu saçma konuyu kim ortaya attıysa çıkacak!" dedi, yeniden öfkelenmişti. "Karışmak istemiyorum ama ben o kadından şüpheleniyorum, o kadında bir şeyler var baba. Zaten her şey o ortaya çıktıktan sonra başladı, tüm bunları fark eden ben olamam değil mi?" diye sordum. Derin bir nefes alıp sessiz kalmayı terci etti. "Biliyorum çok saçma geliyor bu size ama o kadında gerçekten bir şey var baba ve bunu sadece ben görüyorum ama bir gün siz de anlayacaksınız beni," dedim, konuşacak gibi oldu ama izin vermedim. "Her neyse konuşmayalım bu konuyu, canım sıkılıyor," dediğimde ayağa kalktı. "Benim de işlerim var zaten, çıkmam lazım," dedi, telaşla araya girdim. "Ben yalnız mı kalacağım?" diye sordum, bu sorum onu şaşırtırken devam ettim. "Çok canım sıkılıyor benim ya," dediğimde hiçbir şey diyemedi. "Tamam tamam hadi git sen," deyip bir kez daha öptüm yanağından. Hâlime güldü ve ceketini alıp evden çıktı. O giderken kendimi koltuğa attım, sıkıntıyla ofladım. Bu evde sıkıntıdan patlayacaktım bir gün. Kollarımı göğsümün altında toplayıp nasıl zaman geçirsem diye düşünürken istemsizce yine o kadın geldi aklıma ve dudaklarımı ısırdım. Tehlikeli biriydi ama bu evde bana bir şey yapamazdı, yani bu evin sınırları içindeyken onunla görüşmem sorun olmazdı bence. Hem ona yakın olmam lazımdı, yoksa nasıl gerçek yüzünü ortaya çıkaracağım ki? Aldığım kararla telefonumu çıkardım, kadının numarası olmadığı için Doğan'ı aradım. Onunla aramızda geçen kısa bir konuşmanın ardından aklıma gelen ilk şeyi bahane edip kadının numarasını aldım ondan ve telefonu kapattım, hiç oyalanmadan kadını aradım. Sesimi duyduğumda başta şaşırdı, sonra da dün olanlar yüzünden kendince soğuk davrandı. Bu zerre umurumda olmazken yanıma gelmesi konusunda onu ikna ettim, telefonu kapattım fakat daha elimden indiremeden Pars'ın araması belirdi ekranda. Dün geceki yakınlaşmamız geldi anında aklıma, tebessüm ettim. Bir an için her şeyi unutup tamamen ona odaklandım ve aramasına yanıt verip koltuğa oturdum. "Alo?" dedim, heyecanlandığımı elimden geldiği kadar belli etmedim. "Ayliz," dedi anında. "Efendim?" diye sorarken ne için aradığını delicesine merak ediyordum fakat hiçbir şey demedi, sessiz kaldı. Hem aramış hem de konuşmuyordu. "Pars?" dedim ses vermedi için ve ekledim. "Bir şey mi oldu?" Endişeyle sordum bunu, arayıp konuşamaması beni endişelendirmişti. Söyleyemeyeceği bir şey mi olmuştu? "Ben şey için aradım," dedi, daha da çok meraklandım. "Ne için?" "Baban için," dedi bir anda. Gülmemek için kendimi çok zor tuttum. "Babamı arasaydın o zaman," derken sesimin alaylı çıkmasına engel olamadım. "Aradım ama açmadı, yanındaysa versene." "Değil, az önce çıktı." "Tamam, ben ulaşırım ona," dediğinde görüşürüz de deyip telefonu kapatmasını bekledim ama yapmadı bunu. "Eee nasılsın?" diye sordum bir anda ben de telefonu kapatmak yerine. "İyi," dedi sadece, yine sessizlik oldu. Ona Ayşin'in3 geleceğini söylesem mi acaba bir an için içimden geçirmiş olsam da hemen bu düşünceden vazgeçtim. Eğer geleceğini öğrenirse muhtemelen buna engel olacaktı. "Başka bir şey yoksa kapatıyorum," dedim bu yüzden de, hiçbir şey söylemedim. "Yok, sonra konuşuruz." "Oldu o zaman, görüşürüz," dedim ve telefonu kapattım, eşzamanlı olarak kapı çaldı. Ağır adımlarla kapıya ulaştım, açtım ve karşımda tanımadığım bir adamı buldum. "Merhaba Ayliz Hanım, ben Avukat Fuat Ataker, Pars Bey gönderdi." Adamı ancak kendini tanıttığında tanıyabildim ve gülümsedim. "Sizi bekliyordum, buyurun içeriye geçin," dediğimde eve girdi. "Hoş geldiniz," deyip salona yönlendirdim. O salondaki üçlü koltuğun ortasına otururken ben de hemen karşısına oturdum. "Birkaç gündür geleceğim ama hep son anda yine bir işim çıkıyor, gelemiyordum," dedi ve aceleyle ekledi. "Bugün de hemen gitmem lazım, siz imzalayın çıkacağım," deyip hemen çantasından kağıtları çıkardı ve uzattı. Hemen imzalamak yerine önce kontrol ettim, Tan'la ilgili olduğundan emin olduktan sonra başımı kaldırıp avukata baktım. "Mahkeme ne zaman?" diye sordum merakla. "10 gün sonra, biz de sizin yazılı ifadenizi mahkemeye sunacağız. Bu yüzden bu imzayı atmalısınız," dedi, istediğini yapmak yerine sormaya devam ettim. "Sizce ne kadar ceza alır?" "Pars Bey'in isteğiyle birçok suçtan ceza alması için uğraşacağız, hiç endişe etmeyin çıkmaması için elimden gelen her şeyi yapacağım." Gözlerimi kaçırdım, elimdeki kağıtlara baktım ve bir kez daha kendimi çok kötü hissettim fakat bu olanlarda benim bir suçum yoktu, iftira atmıyordum sonuçta. Gerçekten yaptıklarının cezasını çekecekti. Böyle düşünüp kendimi rahatlattım ve hiç tereddüt etmeden imzayı attım, kağıtları yeniden avukata uzattım. Avukat aldıktan hemen sonra çantasına koydu, ayağa kalktı. "Ben gitsem iyi olacak, yetişmem gereken bir yer var," dedi, başımı sallamakla yetindim. O kapıya doğru yürürken de peşinden kalkıp onu yolcu ettim. Avukat arabasına binerken eve giren Ayşin'i gördüm, ellerimi cebime soktum. "Sen de gel bakalım," diye mırıldanıp bekledim, Ayşin yanıma gelip karşımda durduğunda da gözlerinin içine baktım. "Merhaba," dedi yine soğuk bir tavırla. "Merhaba," dedim ben de ve kapının önünden çekildim, içeriyi gösterdim. "Buyur, geç hadi." Eve girdi hemen, ben de peşinden girdim. Birlikte salona gittik. Oturmak yerine salonun ortasında ayakta dikildi, ben de geçip tam karşısında durdum. Fazlasıyla sinirliydi bana, bunu elinden geldiği kadar da belli ediyordu. "Dün için kusura bakma," dedim, elimden geldiği kadar samimi görünmeye çalıştım. O bir tepki vermezken de devam ettim. "O kağıdı senden sonra buldum, doğal olarak sen bıraktın ya da düşürdün sandım. Gördüğüm şeyin öfkesiyle de seni suçluyor gibi oldum," dedim, hâlâ sessizdi. Bu sessizlik hiç hayra alamet değil diye içimden geçirip konuşmaya devam ettim. "Amacım senin zor durumda bırakmak değildi ama buna sebep oldum, özür dilerim." Bu benim için samimi bir özür değildi ama o öyle hissetsin diye elimden geleni yaptım. Ne de olsa ne demişler; dostuna yakın olmalısın ama düşmanına daha yakın. İşte ben de şu an tam olarak bu taktiği uyguluyordum. "Böyle olmasını ben de hiç istemezdim," dedi, sonunda konuşmuş oldu. "Bunların yaşanması beni de çok üzdü." Fazlasıyla üzgün görünüp bir kez daha "Özür dilerim," dedim, uzunca bir nefes aldı. "Her neyse zaten her şey yoluna girdi," deyip tebessüm etti. "Aramızda bir sorun yok o zaman," dedim ben de gülümseyerek. "Tabii ki yok." "O zaman kahvelerimizi bu kez içelim, dün içemedik." Başını salladı. "Olur," dedi, tam o sırada telefonu çaldı. Cebinden telefonu çıkarıp ekrana baktıktan sonra gözleri beni buldu. "Pars arıyor," dedi sanki ondan bir açıklama yapmasını beklemişim gibi. Pars'ın şu an onu arıyor olması beni rahatsız edip sinirlendirirken Ayşin aramaya yanıt verdi. "Efendim?" derken, aklıma gelen şeyle mutfağa doğru baktım. "Buraya bakar mısınız?" diye seslendim, çalışan kadın hemen mutfaktan çıkıp yanıma geldiğinde de bizim için iki kahve istedim. O sırada Ayşin'in "Evet, Ayliz'in sesi," dediğini duydum ve amacıma ulaşmış oldum. Pars, Ayşin'in benim yanımda olduğunu artık biliyordu. Ayşin Pars'la konuşmaya devam ederken geçip koltuklardan birine oturdum. Ayşin bunu fark edince kendisi de karşıma oturdu, hâlâ bir yandan da Pars'la konuşuyordu. Onların uzun uzun konuşması beni sinirlendirdi, içten içe kıskandığımı hissettim ve kıskanıyorum diye de kendime kızdım. O sırada sonunda telefon görüşmeleri bitmiş olacak ki Ayşin telefonu kulağından indirip cebine koydu. Eşzamanlı olarak da "Buraya geliyormuş," dedi, işte bu hiç iyi olmamıştı. Biraz daha onunla yalnız zaman geçirip bir şeyler anlamaya çalışacaktım oysa ki ama Pars Bey kadının benim yanımda olduğunu anlar anlamaz koşa koşa buraya gelmeyi tercih etmişti. "Neden geliyor?" diye sordum sanki neden geldiğini gerçekten de bilmiyormuş gibi. "Buluşacaktık onunla, burada olduğumu öğrenince buraya gelmeyi tercih etti. Herhalde buradan gideriz yemeğe," dediği an kaşlarım çatıldı. "Yemeğe mi çıkacaksınız?" diye sordum, içimdeki kıskançlık duygusu kendini öyle bir belli etti ki bunu bastırmak benim için çok güçtü. "Amerika'ya döneceğim, dönmeden önce biraz vakit geçirelim dedik," dedi, kıskançlıkla birlikte öfkem de gün yüzüne çıktı. O an içimden ya bunlar da yalansa diye geçirmeden edemedim. Barda olanları hatırlayınca da bu şüphem giderek büyüdü. Belki de şu anda bilerek beni kızdırmaya çalışıyordu. Bu yüzden ona istediğini vermemeye karar verip elimden geldiği kadar rahat göründüm ve gülümsedim. Birazdan anlardım doğru mu söylüyor yoksa yine uyduruyor mu? "Çok iyi arkadaşsınız," dedim ve ayak ayak üstüne atıp arkama yaslandım. "Başka birini sevdiğini söylememiş olsaydım Pars'ı sevdiğini düşünürdüm herhalde," deyip güldüm ve ekledim. "Hatta biliyor musun yakıştırıyorum bile ben sizi," dedim, bunu derken kendime fazlasıyla öfkelendim. Böyle bir cümle kurduğuma inanamıyordum ama mecbur da kalmıştım. "Daha neler," dedi Ayşin ve kendisi de güldü. "Pars ve ben?" deyip gülmeye devam etti, onun aksine sadece gülümsemekle yetindim. Zaten bu bile yalandan bir gülümsemeydi. "İmkansız bu," diye eklediğinde gerçekten böyle düşünüp düşünmediğinden emin olamadım fakat bunun üzerinde çok da durmadım, çünkü bu konu hiç olmaması gerektiği kadar canımı sıkıyordu. Ben daha bunu düşünürken kahvelerimiz geldi. Çalışan kadın kahvelerimizi verdikten sonra salondan ayrıldı, ikimiz de kahvemizden birer yudum aldık. O sırada aramızda oluşan sessizliği bozan ben oldum. "Amerika'ya neden dönüyorsun?" diye sordum sanki onunla gerçekten sohbet etmek istiyormuş gibi. "İşlerim orada çünkü, buraya sadece küçük birkaç işimi halletmek için gelmiştim, onu da halletmek üzereyim. Bu yüzden 4 gün sonra dönme kararı aldım," dedi ve keyifli bir ses tonuyla ekledi. "Asıl evime dönme vakti geldi yani." Yine sadece tebessüm etmekle yetindim ve kahvemden bir yudum daha aldım. O da benim gibi kahvesini içerken bahçeye duran arabanın sesini duydum. "Pars geldi sanırım," dedi anında o da aynı sesi duymuş olacak ki. "Zaten yakınlardaydı," diye açıkladı Pars'ın çabuk gelmiş olmasını. Sanki kendinden bir açıklama istedim diye içimden geçirirken çok geçmeden Pars telaşla salona girdi. Gelir gelmez de nefes nefese kalmış bir şekilde gözleri ikimizin arasında gezindi. Bir yandan da yanımıza yaklaştı. Gözlerini bana odakladığında sanki iyi olduğumdan emin olmak istercesine bakışlarını üzerimde gezdirdi ve ardından derin bir nefes alıp salondaki tekli koltuktaki yerini aldı. Bu tavırlarına bir anlam verememiştim. "Ne yapıyorsunuz?" diye sordu, sesinde çok büyük bir şüphe ve endişe vardı. Ne zannediyordu acaba? Kadını buraya çağırıp yiyeceğimi falan mı? "Ayliz beni dün geceyi konuşmak için çağırdı, benim de işim yoktu kalkıp geldim. İyi ki de gelmişim, hiç değilse onunla aramızdaki yanlış anlaşılmayı düzelttik ve sorunu hallettik," dedi, Pars'ın gözleri anında beni buldu. Ben de o ona baktığım için göz göze gelmiş olduk. Gözlerindeki o şüpheli ifadeyi çok umursamayıp kahvemi içmeye devam ettim. O sırada Ayşin'in telefonu çaldı, cebinden telefonu çıkarıp "Bunu açmam lazım," dedi ve bahçeye çıktı. O bahçeye çıkar çıkmaz Pars "Ne karıştırıyorsun sen?" diye sordu, gözlerim onu buldu. "Bence çok iyi anladın," dedim, inkar edecek hâlim yoktu. "Ayliz," dedi uyarıcı bir ses tonuyla ve devam edecek gibi oldu ama engel oldum ona. "Kötü bir şey yapmıyorum, sadece onu kendime yakın tutuyorum. Bir şey yapacaksa hiç değilse anlarım," dedim, kaşlarını çattı. "Ayliz ben sana hiçbir şeye karışma demedim mi?" Kaşlarımı çattım. "Ya zaten bir şey yaptığım yok! Oturduk, kahve içiyoruz. Korkma, Ayşinciğini üzecek bir şey yapmam." Gözlerini kapatıp sabır dilercesine derin bir nefes aldı ve sessiz kaldı, sinirlenmiş gibiydi. "Siz zaten ancak bana sinirlenin, sadece benim yaptıklarımı görün!" diye kızdığımda gözlerini araladı. "Bu kadın tehlikeli Pars, ya hiç mi görmüyorsun? Bakışları bile şeytan gibi!" dedim, sessiz kalmaya devam etti. "Resmen sinsice girdi aramıza ve siz bunun farkında bile değilsiniz!" Bu sözlerime karşılık hiç beklemediğim bir tepki aldım, yüzünde alaylı bir ifade oluştu. "Ne bakıyorsun öyle ya?" diye çıkıştım. "Ben çok ciddiyim!" "Ben ne diyorum sen hâlâ karşıma geçmiş ne diyorsun?" dediğinde ben de sinirlendim. "Senin bir şey dediğin yok, bir şey diyor olsaydın zaten tüm bunlar yaşanmıyor olacaktı!" diye kızdım ve devam etti. "Ayrıca ben haklıyım ve bunu dile getirmeye hep devam edeceğim. Siz ister kabul edin ister etmeyin ama ben hislerime güveniyorum, bu kadın tehlikeli biri." Bir anda garip bir şekilde yüzünde muzip bir ifade oluştu. Neden böyle bakıyor anlayamazken "Hangi hislerim mesela?" diye sordu ve cevap vermemi beklemeden ekledi. "Kıskançlık gibi mi?" Bu soruyla gözlerim irileşti. "Ben mi bunu kıskanacağım?" diye sorup kahkaha attım. "Çok komikmiş," diye ekledim gülmeye devam ederken. "Ben bunun neyini kıskanayım ya? Kasıntının teki bir kere!" dedim. Pars hâlâ aynı yüz ifadesiyle bana bakarken de tıpkı Ayşin gibi arkama yaslandım, ayak ayak üstüne attım, dimdik durdum. Bununla da yetinmeyip kasım kasım kasıldım, burnumu hafifçe havaya kaldırdım. Dudaklarımı hafifçe büzüp "Ben bu zamana kadar hep çalıştım, hiç boş durmadım," dedim ve ardından kendimi serbest bırakıp kahkaha attım. Pars, Ayşin'in taklidini yaptığımı çok iyi bilirken dümdüz bir ifadeyle bana bakmaya devam etti. "Ben de mi böyle olayım? Bir de kıskanacakmışım!" dedim, hâlâ neden bir yorum yapmıyor anlayamazken daha fazla gülmek istemedim, kendime engel oldum. "Bazen zeki misin yoksa saf mı gerçekten anlayamıyorum," dediğinde kaşlarımı çattım. Şu an böyle düşünmesine neden olacak ne yaptım ki diye düşünürken aniden aklıma gelen başka bir ihtimalle öylece kalakaldım. Dikkatli bakışları bendeyken acaba Ayşin'i değil de kendini mi kıskandığımı söylediğini düşündüm. O yüzden mi bozulmuş gibiydi? Bu düşünce kendimi tuhaf hissetmeme neden olurken Pars başka bir şey demedi ve sessizliğini sürdürmeye devam etti. Neden bu hâle geldi anlayamazken Ayşin yeniden yanımıza döndü. O sırada uzanıp kahvemi aldım ve bir yudum içtim. "Benim gitmem lazım," dedi ve ceketini giyerken ekledi. "Acil bir işim çıktı." "Ne oldu?" diye sordu Pars, Ayşin ona geçiştirici bir cevap verdi ve çok telaşlı bir şekilde ayrıldı evden. Gidişi çok da umurumda olmazken dilimi damağıma çarpıtarak cıkladım. "Yazık oldu," diye de mırıldandım ve sanki gerçekten üzülmüş gibi "Yemeğe gidecektiniz ne güzel, bak iptal oldu şimdi," dedim. "Ne yemeği?" diye sordu anında, tam da tahmin ettiğim gibi yine yalan söylemişti. "Siz yemeğe gitmeyecek miydiniz?" Kaşlarını çattı. "Yok öyle bir şey, nereden çıkarıyorsun bunları?" diye sordu. Omuz silktim. "Ayşin söyledi, yemeğe gidecektik, Pars buraya geliyor, buradan geçeriz," dedi diye açıkladım ve devam ettim. "Demek ki yine yalan söylemiş, anlamıştım zaten. Size bu kadının bir derdi var, benimle uğraşıyor diyorum ama anlamıyorsunuz ki beni!" diye çıkışıp ayağa kalktım, yanına gittim ve oturduğu koltuğun arkasına geçtim. Ardından da sağ omzundan ona doğru eğildim. "Siz bana inanmıyorsunuz ama hislerim kuvvetli benim, sizin fark etmediğiniz şeyleri fark ediyorum. Siz de ancak araştırın, ben hissederek anlarım her şeyi," deyip güldüm. Bir anda başını bana doğru çevirdi, burun buruna geldik. Aniden olan şey yüzünden afalladım, ne yapacağımı bilemedim. Geri çekilsem mi durmaya devam etsem mi diye düşünürken çoktan heyecandan kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlamıştı bile. "Sen yanlış hissetmişsin," dedi az önceki sözlerime yönelik. Yutkundum, kendimi toparladım ve aynı pozisyondayken devam ettim konuşmaya. "Bu saçma konuyla ilgileneceğine başka şeyleri hissedip anlayabilseydin her şey daha farklı olacaktı." Kaşlarımı çattım. "Ne demek şimdi bu? Başka ne hissedecekmişim ben?" diye sordum. Sıkıntıyla nefesini dışarıya bırakırken "Boş versene," dedi. "İyi," dedim ben de ve devam ettim. "Ayrıca yanlış falan hissetmedim, eminim," deyip aynı şeyi savunmaya devam ettim. "O kadında bir şeyler var." Tek kaşını kaldırdı, sessiz kalırken "Bak o kadın..." diye devam etmek istedim konuşmaya ama edemedim. Bir anda beni kollarımdan tuttuğu gibi koltuğun üstünden kendine çekti. Tepetaklak olduğum için korkudan çığlık attım. "Pars ne yapıyorsun?" diye bağırırken koltuğun üzerinde uzanıyordum, bacaklarım da onun bacaklarının üzerindeydi. "İşte böyle tepetaklak olursun," dedi, bu hâlimize gülüp telaşla doğruldum ve yanında oturuyor oldum. "Manya mısın ya sen? Ya kafamın üzerine düşseydim?" diye sordum. Yüzünde alaylı bir ifade oluştu. "Belki biraz düzelirdin," demesiyle omzuna bir tane yemesi bir oldu. Diğer eliyle vurduğum kolunu tutup sıkarken sanki canını çok yakmışım gibiydi. "Abartma," dedim bu görünüşü yüzünden. "Kurşun yemedin." "Bir de sıksaydın, bir onu yapmadığın kaldı zaten." Yüzümü buruşturdum. "Duyan da gerçek zannedecek ne yaptım ben sana bu zamana kadar?" diye sordum, öyle bir baktı ki cevap vermesine bile gerek kalmamıştı. Onu yanlışlıkla bıçakladığımı hatırlarken "Ne yapmışsam iyi yapmışım ben sana! Her şeyi hak ettin sen? Ben senin yüzünden ne kadar ağla..." deyip sustum. Ne diyordum ben? Bunu gerçekten söyleyecek miydim ona? Tabii ki hayır, o kadar da değil. "Benim yüzümden ne?" diye sordu merakla devam etmemi beklerken. "Sen değil miydin beni adadaki eve hapseden?" diye sordum ve üste çıkmak adına devam ettim. "Telefonumu bile almıştın elimden." "Keyfimden yapmadım herhalde." Kendini savunmaya çalışması hoşuma giderken "Yoo bayağı da keyfinden yaptın," dedim ve itiraz etmesine fırsat vermeden "Tan'ı sevmiyordun, onunla görüşmeyeyim diye yaptın," dedim açıkça. "Sevmiyordum tabii!" dedi anında inkâr etmek yerine. "Doğru hatta biliyor musun? O piçle konuşma diye yaptım! Boktan herifin teki olduğunu da sana zarar vermeye çalışacağını da biliyordum ama sen rahat durmadın, olan yine oldu," dedi öfkeyle. Şimdi ne diye bu konuyu açmıştım ki? Haklı çıkmaya çalışırken resmen kendimi haksız duruma düşürmüştüm. "O herifin ağzını burnunu dağıtamadım zaten, içimde kaldı," dediğinde gülmemek için kendimi çok zor tuttum. Ta ki asıl konuyu hatırlayana kadar. Hatırladığım an "Lan!" deyiverdim, Pars'ın bakışları beni buldu. "Sen niye konuyu değiştiriyorsun? Az önce ben sana hesap soruyordum, şimdi konu ne ara buraya geldi de sen bana hesap sorar oldun?" Yüzünde alaylı bir ifade oluşurken "Lan," diye tekrar etti söylediğim şeyi. "Öyle bir anda ağzımdan çıktı ya çok şey yapma," dedim hızlıca ve sakince, ardından da o sakinliğimi hemen yok edip öfkeyle "Sen niye konuyu değiştiriyorsun?" diye sordum. "Sen değiştirdin konuyu, ben mi açtım o piç herifin konusunu?" diye sordu haklı olarak. "Açtıysam açtım, al şimdi de kapatıyorum," dedim anlamsızca baktı. "Biz asıl konumuza dönelim, bak o kadın..." Devam etmeme izin vermedi. "O kadın tehlikeli," dedi bir anda, şaşkınca kaldım. Ben şu an bu cümleyi gerçekten ondan duymuş muydum? Keyifle ellerimi bir kez birbirlerine vurup "Ha şöyle ya!" dedim ve güldüm. "Bir saattir bunu anlatmaya çalışıyorum sana, bak işte şimdi aynı dilden konuşmaya başladık," derken benden mutlusu yoktu. "Ayliz," dedi dümdüz bir yüz ifadesi ve ses tonuyla. "Sadece senin cümleni tamamlamaya çalışıyordum," dediği an yüzümdeki o heyecanlı ifade soldu. "Ben şimdi boşuna sevindim yani?" deyip önüme döndüm derin bir nefes adlım, sinirden ağlamamak için kendimi çok zor tutuyordum. "Neyse ne," dedi sıkılmış bir şekilde. "Bırak artık şu kadından konuşmayı, kendi hayatına bak. Yatıp kalkıp ondan bahsediyorsun, kadının konusunu kapatmayan sensin asıl," dedi. "Çünkü bana inanmıyorsunuz, ya resmen kendimi paralıyorum burada ama görmüyorsunuz bile." "Paralama," dedi rahat bir tavırla. "Yapma hiçbir şey, Allah aşkına bir kere de sözümü dinle!" "Dinliyorum zaten," dedim. "Bu dinlemiş hâlin mi?" "Eğer sözünü dinlememiş olsaydım o salağı buraya getirdikten sonra saçını başını bir güzel yolar, içimi soğuturdum," dedim. "Hı," dedi alay edercesine. "Gitti savcının kızı geldi mahalle serserisi." Yanaklarımı şişire şişire ofladıktan sonra "Sen geç dalganı," diye söylendim ve aniden aklıma gelen şeyle "Hem sen daha o adamı bulamadın mı ya?" diye sordum. "Hangi adamı?" diye sordu o da bir de karşıma geçip, kendime engel olamadım ve bir tane daha vurdum omzuna. "Onu da mı unuttun? Öldürüyordu ya adam beni!" "He o mu?" diye sordu gayet rahat bir tavırla, bu haline şaşkınca bakarken de ekledi. "Bulurum bir ara." Bu cevap beni biraz daha sinirlendirdi. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun ya? Adam öldürüyordu beni! Sen karşıma geçmiş bir ara diyorsun! O bir ara gelene kadar benim mezarımda kemiklerim çürür!" Yüzünde alaylı bir ifade oluştu. "Mukadderat," dediğinde ciddi ciddi benimle dalga geçtiğinden emin oldum. "Sen beni bilerek kızdırmaya çalışıyorsun değil mi?" diye sordum. "Niye öyle bir şey yapayım?" dedi ve gözleri üzerimde gezindikten sonra ekledi. "Kızınca güzel olacak olsan belki denerdim." Kaşlarımı çattım. "Olmuyorum yani," dedim, sessiz kaldı. "Doğru, güzel olsam söylerdin değil mi?" deyip arkama yaslandım, kollarımı göğsümün altında topladım. "N'oldu trip mi atıyorsun şimdi de?" "İnsan sevdiğine trip atarmış, ben sana niye trip atayım?" dedim ben de. "Sevmiyor musun beni?" diye sorduğunda ağır hareketlerle ona döndüm, gözlerinin içine baktım. "Sevsem söylerdim." Aldığı bu cevapla tek kaşı kalktı, dirseğini koltuğun kenarına, elini de yüzüne koyup gözlerini üzerime dikti. "Sevmiyorsun yani?" diye sordu, ağır hareketlerle ona döndüm, gözlerinin içine baktım. "Sevseydim söylerdim dedim ya!" Gözlerini kıstı. "Emin misin?" "Eminim," dedim hiç tereddüt etmeden, oysa kalbim o an çok başka bir cevap vermişti bile ona. O da sanki bunu fark etmiş gibi gözlerimin içine bakarken elimden geldiğince kendimden emin durmaya devam ettim karşısında. Ta ki gözleri dudaklarımı bulana kadar. Dudaklarıma baktığını fark ettiğim an heyecan, tüm vücudumu sardı. Titreyen ellerimi fark etmez umarım diye içimden geçirirken gözleri, yeniden gözlerimi buldu. Nedenini anlamadığım bir şekilde kaşlarını çatmıştı. "Senin gözlerinin içi niye kıpkırmızı?" Bu soruyla afalladım. "Kırmızı mı?" diye sordum, başını salladı. "Hatta yüzün de," dedi ve bana doğru eğildi, yüzüme dokundu. "Tenin de sıcak." Sıkıntıyla ofladım. "Terlemişim de biraz," deyip söylediklerini onaylamış oldum ve bir kez daha ofladım. "Sanırım şifayı kaptım." Ben bunu derken büyük bir şüpheyle bakıyordu bana. "Neden öyle bakıyorsun?" "Yok bir şey," dedi, gözlerini önüne çevirdi. Yok bir şeymiş, az önce benimle şakalaşırken şimdi öfkeyle bakıyordu etrafa. Bir şey olduğu besbelliydi işte. "Bir şey oldu sana," dedim inatla. "Keyfin kaçtı sanki," deyip işi şakaya vurmak istedim. "Yoksa seni sevmiyorum dedim diye mi bozuldun?" diye sorup güldüm, gözleri yeniden beni buldu. Gülmeye devam ederken hafifçe omzuna vurdum. "Şaka yaptım ya," dedim, gülmeye devam ediyordum. "Üzülme bu kadar." "Bırak dalga geçmeyi dedi." Fazlasıyla ciddiydi şu an. "Bozulma bu kadar ya, sen bana güzel değilsin dedin, ben sana bozuldum mu?" "Sen yine tepetaklak olmak istiyorsun herhalde?" dediğinde daha çok güldüm. "Yoo hiç öyle niyetim yok valla," dedim, hâlâ çok ciddiydi. "Sen gerçekten iyi değilsin," dedi gözlerimin içine bakarken. "Bak gözlerin biraz daha kızardı." Aslında haklı gibiydi, kendimi pek iyi hissettiğim söylenemezdi. Şakayı bırakıp biraz kendime odaklandığımda kalbimin çok hızlı attığını ve terlediğimi fark ettim. O yanımda diye heyecandan böyle tepkiler veriyor olamazdım değil mi? Sanırım bu fikir çok saçmaydı. "Sanırım haklısın, ben de biraz kendimi tuhaf hissediyorum," dedim, kendi yüzüme dokundum. "Ateşim mi var acaba?" diye sordum ve yüzüme dokunmaya devam ettim. "Kalk hastaneye gidelim," dedi. Güldüm. "Abartma istersen, bu kadar küçük bir şey için hastaneye mi gidilir? Evdeki ilaçlardan alırım, geçer gider," dediğimde kaşlarını çattı. "Bakma öyle ya, çocuk muyum ben? Hastaneye gidecek kadar kötü değilim, olsam söylerim herhalde," dediğim hâlde aynı şekilde bakmaya devam etti. İşte tam o an bu bakışların nedeninin aklımdan geçene şeyi düşünmesi olduğu ihtimali kalbime kaldırmak istemeyeceğim kadar ağır bir yük yükledi. Bu yüzden de "Ne düşünüyorsun sen?" diye sordum ters bir tavırla, sessiz kaldı. "Uyuşturucudan mı şüpheleniyorsun?" Sessiz kalmaya devam etti, içime derin bir hüzün çökerken kalbim acıdı. "Gerçekten şüpheleniyorsun," dedim çaresizce ve titreyen sesimle devam ettim. "Sanırım benim bu hayattaki lekem de bu," dedim hayal kırıklığıyla. "Ne yaparsam yapayım bundan kurtulamayacağım. Ne ben unutabileceğim ne de unutmama izin vereceksiniz," deyip gözlerinin içine baktım. "Korkma, öyle bir şey yapmadım," dedim, gözlerimi çektim ondan ve ayağa kalktım. "Odamdayım ben, sen de gidersin zaten," dedim, bileğimden tutup gitmeme izin vermedi. "Ayliz," dedi ama onu dinlemek istemedim, dönüp bakmak bile istemedim. Bileğimi elinden kurtardım, merdivenlere doğru yürüdüm. "Ayliz!" diye seslendi arkamdan ama dönüp bakmadım, merdivenlere ulaştım. "Öyle bir şey demedim," dese de umurumda olmadı, yukarıya çıktım. Odama doğru yürürken gelen ayak seslerinden peşimden geldiğini anladım. Bu bile umurumda olmazken odaya ulaştım, tam içeriye girecekken ulaştı ve kolumdan tutup durdurdu. Konuşmak istemeyip "Bırak," dedim. "Her şeye kızma böyle." Sinirlendim. "Öyle düşünmedin mi?" diye sordum. "Ben sadece..." Sözünü kestim. "Sen sadece hâlâ benden şüpheleniyorsun! Hep de şüphe edeceksin! Ben, bundan asla kurtulamayacağım!" Ona kızarken gözlerim doldu. "Yapma böyle," dedi, o esnada gözümden akan bir damla yaşa engel olamadım. Pars'ın eli hemen yüzümü buldu, yanağımdan süzülen o yaşı sildi. "Tamam, ağlama," dediğinde ondan uzaklaştım. "Hiç güvenmeyeceksin bana değil mi?" diye sordum. "Güvenmemek değil, bak..." Sözünü kesti. "Bari doğruyu söyle," dediğimde bakışları sertleşti. "Doğruyu söyleyeyim," diye tekrar etti söylediğim şeyi ve devam etti. "Madem doğruyu duymak istiyorsun söyleyeyim," dedi ve bana doğru bir adım atıp gözlerimin içine baktı. "İt gibi korkuyorum," dediği an şaşkınca kalakaldım. "O siktiğim şeyine yeniden düşeceksin diye korkuyorum. Bana anlattığın o saçmalığa bir kez daha inanıp bir kez daha iyi hissedeceğini zannedip o piçin seni düşürdüğü bataklığa bir kez daha düşeceksin diye korkuyorum," derken bağırdı, istemsizce bir adım geri gittim. O ise içindekileri dökmeye devam etti. "Düşersen bu kez kurtaramam diye korkuyorum," dediğinde gözümden akan bir damla yaşa engel olamadım. "Bu kez..." Devam etmesine izin vermedim. "Bu korkun, kalbimi kırıyor," dedim ve ondan bir adım daha uzaklaştım. "Bu yüzden yalvarırım," derken gözyaşlarım hızlandı. "Bir daha benim için korkma," dedim ve engel olmasına fırsat vermeden odaya girdim, peşimden gelmesin diye de kapıyı kapatıp kilitledim. Kilitledikten hemen sonra gözyaşlarım akmaya başladı, hemen sildim onları. O esnada odanın kapısına vuruldu. "Ayliz," derken kapıyı açmaya çalışıyordu. "Aç şu kapıyı, bak iyi değilsin hastaneye gitmemiz lazım." "Gitmiyorum ben hiçbir yere!" diye seslendim ani bir öfkeyle ve kendime engel olamayıp devam ettim. "Ama sen istersen gidip bir psikoloğa görünebilirsin. Güven sorunlarım falan var dersin, belki bir faydası olur!" "Ayliz salak salak konuşma, aç şu kapıyı." Göz devirdim. "Çok beklersin," diye mırıldandım kendi kendime duymayacağı kadar alçak bir ses tonuyla. O an bir anda "Ayliz!" diye bağırmasıyla olduğum yerde sıçrayıp kapıdan uzaklaştım. Duymuş muydu yoksa? Yok canım o kadar da değildir. "Açsana kızım şu kapıyı!" diye bağırmaya devam etti ama bu kez cevap bile vermedim. "Bak delirtme beni, yemin ederim kırar girerim." Daha önce banyo kapısını kırdığını hatırlayınca bunu gerçekten de yapabileceği ihtimaliyle yüzleşip dudaklarımı ısırdım ve istemsizce etrafıma bakındım. Bir yandan da ona cevap verdim. "Hiç durma, kır gir içeriye. Gir ki şu vazoyu kafana geçirip yarayım o kafanı da içimi soğutayım," dedim ve sahiden de bunu yapacak bir şeyler aradım odada ama bulamadım. Bu beni daha da sinirlendirirken "Çiçek alanımız mı var ki odada vazomuz olsun," diye mırıldandım kendi kendime ve gözüme sandalyeyi kestirdim. "Ayliz delirtme beni!" diye seslendi o sırada Pars ama umurumda olmadı ve sandalyeye bakmaya devam ettim. "Kırarım ben bununla kafasını ya," diye mırıldandım ve sandalyenin yanına gittim. O sırada Pars'ın telefonunun çaldığını duydum. Yüzümde alaylı bir ifade oluşurken "Bak telefonun çalıyor, açsana hemen. Belki de Ayşinciğin arıyordur. Hayatını anlatacak birilerini bulamamıştır etrafında, yazık içinde kalmasın. Git de sana anlatıversin iki dakikada," diye söylenmeye devam ettim. O sırada "Efendim," dediğini duydum ve kapıya biraz daha yaklaştım. "Tamam, geliyorum hemen," dediğinde ilk defa gideceği için sevinip rahat bir nefes aldım. Telefonu kapatmış olacak ki "Seninle sonra görüşeceğiz," diye seslendi, sanki görecekmiş gibi omuz silktim ve sessiz kaldım. "Bak eğer daha kötü olursan beni ara, inat edeyim falan deme," diye seslendiğinde istemsizce gülümsedim ve sessiz kalmaya devam ettim. "Kime diyorum, duyuyor musun beni?" diye sordu, sessiz kalmaya devam ettim. "Ayliz!" diye seslenirken sesi az öncekinin aksine endişeli çıktı, sırf bu yüzden yanımdaki masaya vurup bilerek ses yaptım. O sesi duymuş olacak ki "Anladım, duyuyorsun," dedi, gülmemek için kendimi çok zor tuttum. O ise başka bir şey demedi ve duyduğum ayak seslerinden anladığım kadarıyla gitti, ben de sessizce gülüp banyoya girip aynanın karşısına geçtim, gözlerime baktım. Zaten bakar bakmaz da şok geçirdim. Çok kötü görünüyordum, Pars'ın şüpheyle bakacağı kadar kötü görünüyordum hem de. Bu görüntü beni rahatsız ederken biraz olsun kendimi toparlamak isteyip üzerimdekilerden kurtuldum ve kendimi suyun altına attım. Güzel bir duş alıp biraz olsun iyi hissettikten sonra suyun altından çıktım. Bornozumu giyip banyodan da çıktım. Dışarıya çıkmayacağım için eşofmanlarımı giyip salona indim. Hâlâ babamın gelmediğini görüp mutfağa girdim ve bir şeyler atıştırdım. Sonra da mutfaktaki kadından meyve suyu istedim. Ben telefonumla ilgilenirken o meyve suyunu hazırlayıp verdi. "Teşekkür ederim," deyip meyve suyunu aldım ve salona geçtim. Sıkıntıdan patlamak üzere olduğum ve Pars'ı düşünmek istemediğim için belki biraz havam değişir diye düşünüp televizyonu açtım, oradan da bir müzik açtım. Bir yandan müziğe eşlik ederken bir yandan da dans etmeye başladım. Hiçbir şey düşünmeyip kendi başıma da olsa biraz olsun eğlenmeye kararlıydım. Müzik giderek hareketlenirken ben de daha hızlı dans ettim, bir yandan da meyve suyumu içmeye devam ettim. Müzik daha da hareketlenince sesi sonuna kadar açıp ben de aynı şekilde bağırarak söylemeye devam ettim. Tam o sırada hiç beklemediğim bir şey oldu ve evin kapısı açıldı, herkes içeriye girdi. Onları görünce duraksadım, şaşkın şaşkın baktım kapıya doğru. Babam, Pars, Ayşin, Erdem, Doğan ve Cansu karşımda durmuş, tıpkı benim gibi şaşkın bir ifadeyle bana bakıyorlardı. Onların bu şaşkın ifadeleri yüzünden kahkaha attım, olduğum yerde zıplamaya devam ettim. "Hadi gelin, birlikte eğlenelim," dedim, müziğin ritmiyle dans etmeye ve şarkının sözlerine eşlik etmeye devam ettim. "İçmiş mi bu?" diye sordu Doğan gülerek. "Yoo içmedim," dedim, babam yanıma geldi. "İlaç kullanıyorsun!" diye kızdı, omuz silktim. "Valla içmedim," deyip elimdeki meyve suyunu gösterdim. "Şarap değil, meyve suyu." Babam kaşlarını çattı, inanmaz bakışlar attı. O sırada Pars öfkeyle yanıma geldi, bardağı çekip aldı ve bir yudum içti. Gayet rahat bir tavırla ona bakarken "Vişne suyu bu," dedi, güldüm. "Dedim ya meyve suyu diye," dedim ve herkesin burada oluşunu umursamayıp ona yaklaştım. Onu öpecekmiş kadar çok yaklaştıktan sonra gülerek konuştum. "Kokla bak, bir şey içmedim," dedim, elleri hafifçe kollarıma temas etti. Bu durumda, herkesin içinde bile bu yüzden heyecanlanırken aldığı nefesi fark ettim. Hemen ardından da hareket eden âdemelmasını fark ettim. Bu, fazlasıyla hoşuma giderken kendini geri çekti, babama baktı. "Alkol kokmuyor," dedi, yine güldüm ve ben de babama baktım. "Her eğlenen içmek zorunda mı?" diye sordum ve hevesle dans etmeye başladım. Dans ederken de Cansu'nun yanına gittim. "Oo kuzen uzun zaman olmuştu," deyip ellerinden tuttum ve onu da benimle birlikte dans etmeye zorladım. "Ayliz," diye uyardı babam ama umursamadım, dans etmeye devam ettim. "Bak bu da başladı," dedi Erdem Cansu'ya bakarak, onun bu cümlesi da Cansu'yu güldürdü. "Bırakın, eğlensinler," dedi Pars o sırada, gözümün ucuyla ona baktım, oturduğunu gördüm. Gözlerimi ondan çekerken bu kez de Ayşin'i gördüm ama onun burada olması bile zerre umurumda olmadı, Cansu'yla dans etmeye devam ettim. Bir ara kendimi tutamayıp koltuğun üzerine çıktım, değişen şarkı eşliğinde ben de dans figürlerimi değiştirdim ve koltuğun üzerinde dans etmeye devam ettim. Diğerlerini de zorladım ama kimse bana eşlik etmedi, Cansu bile bir süre sonra yorulup oturdu. Şarkı bir kez daha değiştiğinde ve daha hareketli bir şeyler çalmaya başladığında ben de daha hareketli dans ettim. Tüm bunlar olurken Pars, tekli koltuğa oturmuş, elini yüzüne koymuş dikkatle beni izliyordu. Tüm gece hiç tek kalmamış olsam da diğerleri bana eşlik etmedikleri için tek başıma delicesine eğlendim ve en sonunda yorgunlukla üçlü koltuğun sağına attım kendimi. Fakat dans etmeyi bırakmış olsam da şarkı söylemeye devam ediyordum. "İçmeden kafayı bulan tek insansın sen," diyen Doğan bana kahkaha attırırken omuz silktim. "Sizin aksinize eğlenmeyi biliyorum," dedim, dans etmekten nefes nefese kalmıştım. "Sen buna eğlence diyorsan aman kalsın," diyen Erdem'e baktım. "Sizin içiniz geçmişse benim suçum ne?" diye sorup Pars'a baktım. "En çok da senin, azıcık gülsen ölürsün değil mi?" diye sordum, kaşlarını çattı. "Al işte bak yine çattı kaşlarını, hay Allah'ım ya!" diye söylenip önüme döndüm, Ayşin'in dikkatle bana baktığını gördüm. Keyifli ifadesini görmek sinirlerimi bozdu. Neden bu kadar keyifli anlayamazken fazla samimiyetsiz bir tavırla dişlerimi göstere göstere sırıttım ona ve sonrasında göz devirip gözlerimi ondan çektim. Muhtemelen o da tüm bunları gördü ama umurumda bile değildi. Saçlarımın ucuyla oynarken gözlerimi yeniden Pars'a çevirdim. Diğer herkesi boş verip sadece onunla uğraşmak istedim. "Bebekken bile gülmemiştir bu, hatta doğduğunda bile kaşları çatıktır muhtemelen," dedim, derin bir nefes aldı. "Uğraşma benimle, fena olacak," dediğinde güldüm. "Fena olacakmış! Ne olacak mesela?" diye sordum ve babamı gösterdim. "Aslan gibi babam var burada, hiçbir şey yapamazsın bana! Ancak böyle karşıma geçer..." Devam edemedim, çünkü bir anda ayağa kalktı. Eşzamanlı olarak ben de ayağa fırladım, çığlık atıp babamın oturduğu koltuğun arkasına geçtim. "Yanıma gel," dedi Pars sakince. Güldüm. "O kadar salak değilim." Kaşlarını çatarken kendisinin bana doğru gelmesiyle telaşla salondaki diğer koltuğun arkasına kaçtım. Bunu fark edince olduğu yerde kaldı ve derin bir nefes aldı. O esnada gözlerim salondakilerin üzerinde gezindi. Hepsi gülerek bize bakıyordu, Ayşin hariç. Bir tek onun keyfi yoktu. Oysa az önce gayet mutlu görünüyordu. Ben daha bunu düşünürken Pars'ın üzerime geldiğini fark ettiğim an telaşla diğer tarafa kaçtım. Babam ve Cansu bu hâlime kahkaha atarlarken yanlış bir karar aldığımı Pars'ın "Erdem tut şunu," demesiyle anladım. Oturduğu koltuğun arkasında durduğum Erdem, beni yakalamak için bir hamle yaptığında telaşla bir kez daha çığlık atıp diğer taraf kaçmak istedim. Pars bunu tahmin etmiş olacak ki o tarafa benden önce ulaştı ve son çare olarak kapıya koştum, kendimi bahçeye attım. Bahçeye çıkar çıkmaz da gülmeye başladım. Yakalasa bile hiçbir şey yapmayacağını en iyi ben bildiğim hâlde sanki yapacakmış gibi kaçıyordum çünkü onunla eğlenmek, onu uğraştırmak ve onun sayesinde gülmek hoşuma gidiyor, beni mutlu ediyordu. Bahçede öylece durmuş içeriye ne zaman girsem diye düşünürken hiç beklemediğim bir şey oldu ve Pars bahçeye çıktı. Bunu yapmasını beklemediğimden göz bebeklerim irileşirken kaçmak için bir hamle yapmamla "Dur," diye seslenmesi bir oldu ve sanki dediğini yapmak zorundaymışım gibi istemsizce durdum. O esnada bana doğru bir adım attı, ben de hızla bir adım geri gittim. "Kaçma boşuna bir şey yapmayacağım, bir şey söyleyeceğim dur iki dakika," dediğinde istemsizce yeniden durdum ve bir şey yapmayacağına inanıp yanıma gelmesini bekledim. Karşımda durduğunda ise hâlâ her an kaçmak için hazırda bekliyordum. "İyi misin sen?" diye sordu ben daha kaçmayı düşünürken. "İyiyim," dedim anında. "İlaç falan aldın mı?" derken yüzüme dokundu. Buz gibi soğukta yanağıma temas eden sıcacık elleri içimin ısınmasına neden olurken "Hâlâ düşmemiş ateşin," dedi. Derin bir nefes alıp sesimin düzgün çıkacağından emin olduktan sonra "İlaç almadım, duş alıp kendimi iyi hissedince gerek duymadım," dedim. Kaşlarını çattı. "Olur mu öyle şey?" diye sordu. "Olur, hem iyiyim ben, bir şeyim yok," derken hâlâ yüzümde olan elleri yüzünden sesimin fısıltı gibi çıkmasına engel olamamıştım. Pars, daha fazla bir şey söylemek yerine sessiz kaldığında kalbimin sesini duyabiliyordum artık. Bu ses beni rahatsız ederken sırf o sesi bastırmak için hiç söylememem gereken o şeyi aniden gelen bir cesaretle söyledim. "Yine mi beni öpmeye çalışacaksın?" diye sormamla birlikte afalladı, ben ise devam etmemem gerektiğini bildiğim hâlde kendime inat edercesine devam ettim. "Sonra da yine unutacak mısın?" Bu sorumla eşzamanlı olarak yüzümdeki ellerini çekti ve sanki o an dünyanın en soğuk yerine hapsolmuşçasına üşümeye başladım. Pars sessiz kalmaya devam ederken de "Ya da yine başkası zannediyorsundur beni, oysa bu kez sarhoş da değilsin," dememle kaşlarını biraz daha çattı. "Ben değilim ama sen sarhoş gibisin," dediğinde buruk bir tebessüm peydah oldu dudaklarımda. "Sarhoş olmadığımı çok iyi biliyorsun," dedim ve o an sorgulamadan edemedim. Evet, sarhoş değildim belki ama en az bir sarhoş kadar saçmalamaya başlamış, girmemem gereken konulara giriyor, söylememem gereken şeyler söylüyordum. İşin kötü yanı; bunun farkında olduğum hâlde kendime engel olamıyordum. "Sarhoş değilsin demek," dedi ve devam etti. "O zaman konuşabiliriz." Kaşlarımı çattım. "Neyi?" "Sen," dedi bana doğru bir adım atarak. "Olan bu kadar şeyden sonra gerçekten seni başkası sandığım için mi öptüğümü düşünüyorsun?" diye sormasıyla bu kez şaşkınca kalakalan ben oldum. "Anlamadım?" dedim. "Bence anladın," dedi anında. "Ama anlamamak işine geliyor." Konuşmak istedim ama devam edip engel oldu bana. "Ayliz," dedi sakince. "Hayatım boyunca birini bir başkası zannedecek kadar sarhoş olmadım," dedi, gözlerimin içine bakarak, boğazım düğüm düğüm oldu ve söyleyecek tek kelime bulamayıp sessiz kaldım. O ise benim aksime devam etti. "Sen de bunu bilecek kadar çok tanıyorsun beni." Gözlerimi kaçırdım, sessizliğimi sürdürdüm. "Seni öptüğümü ben değil, sen kabullenemedin," dediği an daha fazla dayanmadım ve bir adım geri gidip ondan uzaklaştım. Gözlerine bakamazken "Çok soğuk, ben içeriye giriyorum," dedim ve yanından geçip gitmek istedim ama kolumdan tutup engel oldu bana. "Neden kaçıyorsun?" diye sordu, hâlâ gözlerine bakamıyordum. "Konuyu açan sen değil miydin? Ben de aklındaki soru işaretlerine son veriyorum işte." Kalbim, o kadar hızlı atmaya başlamıştı ki sanki düşüp bayılacaktım birazdan. "Ayliz," dedi beni içine soktuğu bu durumdan bihaber ve devam etti. "Kaçmak yerine, sence de artık konuşmamız gerekmiyor mu?" "K-konuşacak bir şey mi var?" diye sorarken kekelediğim için kendime daha önce hiç kızmadığım kadar çok kızmıştım. "Yok mu?" diye sorduğunda gözlerim istemsizce onu buldu ama yine tek kelime edemedim. "Hadi diyelim konuşacak bir şeyin yok, şu an söylediklerimin bir anlamı da mı yok?" diye sordu hâlâ kaçmayacağım kadar sıkı bir şekilde kolumu tutarken ve ben yine tek kelime edemedim. Sanki dilim tutulmuş gibiydi. "Bir şey söylemeyecek misin?" dediğinde dudaklarımı araladım ve derin bir nefes aldım, sakinleşmeye çalıştım. Ardından da "Ben," dedim, sanki şu an ağzımdan çıkacak kelime her şeyi değiştirecek gibiydi ama ben bunu yapamayacak kadar korkak hissediyordum kendimi. Oysa bu zamana kadar korkak olanın hep o olduğunu düşünmüştüm, şimdi anlıyorum ki meğerse en büyük korkak benmişim. "Sen ne?" diye sorduğunda gözlerim doldu ve gözlerimi kaçırdım bir kez daha, yapamayacaktım. Boğazım düğüm düğüm olurken kolumu hafifçe çekip kurtardım ondan. "Ben içeriye girsem iyi olacak," dedim ve yanından ayrıldım. Engel olmadı, çabalamaktan vazgeçti... Gözyaşlarım kirpiklerimde asılı dururken "Yarın güzel bir şey olacak," diye seslendi arkamdan, durdum ama yine dönüp ona bakmadım, bakamadım. "Mutlu olacağın bir şey," diye devam etti konuşmasına. Bu hâlde bile merak duygusu beni eline geçirdi. Mutlu olacağım ne olabilirdi ki? "Şimdi değilse bile belki o zaman değişir her şey," dediğinde daha fazla duramadım ve koşar adımlarla içeriye girdim. Salona uğramadan, hatta salondakilerin yüzümü görmelerine bile fırsat vermeden üst kata çıktım telaşla. Muhtemelen hâlâ aynı sebepten Pars'tan kaçtığımı düşündükleri için arkamdan gülerken ben ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Merdivenlerdeyken bir an başım döner gibi olsa da bir kaza çıkmadan üst kata ulaştım. Banyonun önünden geçerken içeriden gelen sesleri duysam da kimin burada olduğunu umursamadım ve odama girdim. Kirpiklerimde asılı olan gözyaşlarım akmaya başladığında "Aptal Ayliz," diye kızdım kendime. Aşağıda ne olmuştu bilmiyorum ama yapamamıştım işte. Gözlerinin içine bakıp da onun beni ben olduğum için öptüğünü kabullenememiştim. Belki heyecandan belki de korkudan... Onun bunu yapması bana o kadar imkânsız geliyordu ki gerçeği kabullenmek kolay olmuyordu ve bir rüyanın içinde gibi hissediyordum kendimi. Uyanınca her şey geçecek ve yine yalnız kalacakmışım gibiydi. İşte bu yüzden ben mutlu olmaktan bile korkuyordum ve ben bunun bile ancak farkına varıyorum çünkü ilk defa ondan karşılık alıyorum, ilk defa her şey bu kadar ciddi geliyordu. Bu düşünceler boğuluyormuşum gibi hissetmeme neden olurken kendimi zorla banyoya attım ve elimi yüzümü yıkayıp kendime gelmeye çalıştım. Yüzümü kurularken tıpkı merdivenlerde olduğu gibi bir anda bir kez daha başım döndü ama kendimi çabuk toparladım. Ateşim olduğu için mi başım dönüyor anlayamazken banyodan çıktım ve bir toka bulup saçlarımı topladım. Ellerimi saçlarımdan uzaklaştırırken bir kez daha başım döndü. Acaba ateşim yükseldi de o yüzden mi böyle oluyor diye düşünürken bu kez dönme geçmedi. Masamdan tutundum, gözlerimi kapatıp iyi hissetmeye çalıştım. O an dengemi kaybedip düşecek gibi oldum ama ayakta durmayı başardım. "Ne oluyor ya?" diye sordum kendi kendime ve konuşurken bile zorlandığımı hissettim. "Of bir hastalık eksikti." Söylenmeye devam ettim, baş dönmem biraz daha arttı. Yatağa girmek istedim, biraz uzanıp dinlenirsem geçeceğine inandım. Masayı bıraktım, yatağa doğru yürüdüm ama odanın ortasındayken sanki yer ayaklarımın altından kaydı ve kendimi bir anda yerde buldum. Düştüğüm için canım acıdı, acıyla inlerken gözlerimin bulanıklaştığını fark ettim. Buna rağmen ayağa kalkmak için çabalarken odanın kapısı açıldı, bir siluet belirdi. Bir kadına ait olduğunu anladığım bu siluet yüzünden "Cansu," diye mırıldandım ama cevap alamadım, sessizce yaklaştı yanıma. O gelirken ayağa kalkmaya çalıştım, yanıma geldiğinde de bir anda hiç beklemediğim bir şey oldu, yanıma gelen kişi ayağıyla itti beni ve yeniden düşürdü. Bu, canımı fazlasıyla yakarken bilincimi kaybediyor gibiydim. Gözlerim öyle bir bulanıklaşmıştı ki hiçbir şey görmüyordum. O sırada beni düşüren kişi yanıma oturdu. "Kusura bakma, bu oyunda yanan sen oldun," deyip güldü. Olanlara bir anlam veremezken kendimi bayılacak gibi hissediyordum ve işte tam o esnada yanımda oturan kişinin Ayşin olduğunu anlayabildim. Bu hâlde olmak, onu görmek ve beni düşürmesinden bir şey yapacağını anlarken buna engel olmak için hiçbir şey yapamadım. "Uzak dur benden!" diyebildim sadece. "Duracağım ama işim bittikten sonra," dedi ve bir şeylerle uğraştı. Korku, tüm bedenimi kaplarken çığlık atmak, bağırmak, yardım istemek istedim ama elimden hiçbir şey gelmedi, gözümü bile açamadım. "Böyle olsun ben de istemezdim ama üzgünüm böyle olmak zorunda." Hâlâ sözlerine bir anlam veremezken koluma batan iğneyi hissettim. Bu, beni daha da büyük bir korkuya sürüklerken sadece birkaç saniye içinde hiçbir şey düşünemeyecek hâle geldim, bilincimi tamamen kaybettim ve karanlığa teslim oldum. Hani demiştim ya suçlular kurnaz, yarananlar güçsüz olur diye? İşte şimdi tam da öyleydi. Düşmanım kurnaz bir kadındı, benim ise güçsüzlüğüm sevdiklerimin bana inanmayışıydı ve bu yüzden onun kurnazlığı galip gelmiş, yaralanan taraf olup düşmek zorunda kalmıştım. Bölüm Sonu! Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum ♡ Sizce Ayşin neden böyle bir şey yaptı? Ayliz neden kendini sarhoş gibi hissediyordu? Pars olanları öğrendiğinde neler olacak sizce? Sonu nasıl bitmiş olursa olsun yazarken en eğlendiğim bölüm bu oldu asdfghjklşjhgfdsd Sizin bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu? Bir sonraki bölümümüz sezon finali olacak, upuzun ve heyecanlı bir final sizi bekliyor ♡ Yeni bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın ♡ Duyuru ve alıntılar için; Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan Sizi Çok Seviyorum! |
0% |