Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.BÖLÜM "GEÇMİŞ"

@gizzemasllan

Selam yıldızlarım :)

Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Bu bölüme gelecek olan yorumlarınız bekliyorum.♡

Bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.♡

.

.

.

2. BÖLÜM "GEÇMİŞ"

Uykulu uykulu merdivenleri indim. Salona ulaşıp da saate baktığımda dokuz olduğunu gördüm. Pars bana saat altıda uyanmamı söylemişti ama ben dokuzda salona iniyordum.

İşte bu da benim serseri serbest stilim.

Salonda kimseyi göremedim. Bu saate uyanmış olmama rağmen hâlâ uykulu olduğum için kendimi salondaki koltuğa attım. Biraz da burada uyuyayım diye düşündüm ve yüz üstü bir şekilde uzandığım koltukta gözlerimi kapattım.

Bu eve gelelim henüz daha yirmi dört saat bile olmadı ama sıkıntıdan patlamak üzereyim. Uyumak dışında da elimden hiçbir şey gelmiyor ve uyuyorum. Başka yapacak bir şey mi var ki zaten?

Yeniden uykuya dalmak zor olurken uzanıp kumandayı aldım. Aynı pozisyonda yatmaya devam ederken televizyonu açtım. Anında bir program açılırken kapatmak yerine izlemeye başladım. Sunucu ve ayrı oturttukları iki kadın arasında geçen konuşma tam olarak şöyleydi;

"Önce bir sorun! Benim kocamla kaçmış mı kaçmamış mı?"

"Sen bunun kocasıyla mı kaçtın?" Bunu soran sunucuydu.

"Kaçtım ama bana da bir sorun neden kaçtım?"

"Neden kaçtın?"

"Aşık oldum."

"Aşık olacak başka kimseyi mi bulamadın? Koca mı kalmadı benimkiyle kaçıyorsun?"

"Kavanozun kapağını açamadıydım. Ahmet açınca aşık oluverdim."

Konuşma beni güldürdü. Kavanozun kapağını açtı diye birine aşık olmak mı? Kadın resmen birine aşık olmak için bahane arıyormuş. Biraz gülmek istedim, kapatmak yerine izlemeye devam ettim. Devam muhabbeti de şöyleydi;

"Kavanozun kapağını açtırarak başka kimse mi yoktu?"

"Yoktu, markette bir Ahmet vardı o açıverdi."

"Duyuyorsun değil mi Müge abla? Markette kavanoz mu açılır? Yalan söylüyor bu kadın! Kesin Ahmet'i de bu öldürdü!"

Şaşırdım, uğruna kavga ettikleri adam ölmüş müydü yani? Konu komik olmaktan çıkıp dikkatimi çekerken yerdeki kumandanın alınması ve televizyonun kapatılması bir oldu. "Ne oluyor ya?" Diyerek doğruldum, salona gelen ve ilk işi televizyonu kapatmak olan Pars'a baktım.

"Ne yapıyorsun?" Diye sordum sinirle, tekli koltuğa otururken konuştu.

"Televizyon sevmem, gereksiz gürültüden başka hiçbir şey değil." Yok yok bu adam cidden beni delirtmek istiyor.

"Ben..." Sözümü kesti.

"Odana bir tane aldım zaten. İzlemek istiyorsan çık ve orada izle, salonda ses yapma."

"İstersen buradan gidene kadar odadan hiç çıkmayayım? Ne dersin?" Anında yanıtladı.

"Çok iyi olur, yemeğini de gönderirim. Sorun kalmamış olur." Bir de ciddi ciddi kabul etmişti teklifi.

"Ya madem beni burada bu kadar istemiyorsun ne diye kabul ettin? Babam sana bunu teklif ettiğinde onu reddedebilirdin. Bunu yapabilecek bir adamsın sen. Öyle çekingen birisi değilsin, neden yapmadın?" Arkasına yaslandı.

"Baban bize yaptığı iyiliklerin karşılığında ilk defa benden bir şey istedi. Hayır diyecek hâlim yoktu." Bu cevaptan sonra söyleyecek bir şey bulamadım.

"Peki, anladım. Burada olmamın seninle hiçbir ilgisi yok, minnet borcun olduğu için kabul ettin bunu ama bana böyle davranman için hiçbir nedenin yok. Neden bana düşmanınmışım gibi davranıyorsun?" Sordum, cevap vermedi.

"Pars bak biliyorum beni sevmiyorsun." Dediğimde tek kaşını kaldırdı, buna rağmen konuşmaya devam ettim. "Sana göre çok şımarık, başına buyruğum. Seninle çok farklıyız ve emin ol ben de bunun farkındayım. Fakat sen beni sevmemekle kalmıyor, benden nefret ediyorsun. Nefretini hak edecek ne yaptım çok merak ediyorum." Bunları söylediğim hâlde ağzını açıp da tek kelime etmedi.

"Telefonumu alıyorsun, rahatsız olayım diye her şeyi yapıyorsun. Sanki buradan gitmek benim elimdeymiş gibi beni gitmem için pes ettirmeye çalışıyorsun. Fakat emin ol, bu benim elimde değil. Elimde olsaydı senin yanında olmak yerine sevgilimin yanında olmayı tercih ederdim. Bundan da hiç şüphen olmasın." Rahat olan yüz ifadesi yok oldu. Her zamanki ifadesiz soğuk hâline geri döndü ve sessiz kaldı.

"Sevgilimle konuşmama bile izin vermiyorsun. Benden bu kadar..." Ve yine sözümü kesti.

"Kendini bu kadar önemseme Ayliz." Dedi sinir bozacak kadar sakin çıkan sesiyle ve devam etti. "Olanların seninle hiçbir ilgisi yok. Ayrıca senden nefret ettiğim yok. Nefret etmiş olsaydım bu adaya adım dahi atamazdın. Sana böyle davranmam için de sevmiyor olmam yeterli." Deyip ayağa kalktı, söyledikleri bozulmama neden olurken bahçe kapısına yöneldi. Fakat ben Ayliz Karadağ, hesabımı asla sonraya bırakmam. Bu söylediklerini tam da şu an ona yedirmek için ayağa kalktım.

"Yoksa hâlâ benden korktuğun için mi böyle davranıyorsun Pars Atakan?" Dedim, duraksadı. Ona doğru birkaç adım attım. Bir metre kadar uzağında durdum. Kasılan bedenini fark ettim. Omurgası dikleşmişti ve öylece duruyordu. Onu böyle görmek doğru yolda olduğumu anlamama neden olurken devam ettim.

"Zaten sen değil miydin küçük bir kızın sevgisinden korkup kaçan?" Dememle birlikte sırtı dümdüz oldu, aldığı derin nefesi buradan bile hisettim. Yüz ifadesini de az çok tahmin ederken kendini toparlamış olacak ki bana döndü.

"Ne diyorsun sen?" Diye sordu, ona doğru bir adım daha attım. Onun aksine çok rahattım. Çünkü artık bu konu beni rahatsız etmiyordu. Ellerimi arkamda birleştirdim, gözlerinin içine bakarak devam ettim.

"Neyden bahsettiğimi çok iyi anladın sen. 14 yaşındayken fark ettin sana olan sevgimi. O zamanlar bana kötü davranmaya başladın. Fakat buna bile bir yıl dayanabildin ve gittin. Benden kaçtın, 15 yaşındaki bir kızdan." Dediğimde yutkunduğunu fark ettim, bu fazlasıyla hoşuma gitti.

"Şimdi de aynı şeyin olmasından mı korkuyorsun? Hâlâ seni sevdiğimi filan düşünmüyorsun değil mi?" Gülerek söylediğim bu şeyler onu kızdırdı.

"Yapma Pars, sadece 14-15 yaşındaydım. Hatta belki de daha küçük. Hâlâ bu ilginin devam ettiğini düşünmüyorsun değil mi? Bahsettiğim şey çocukluk aptallığından başka hiçbir şey değildi." Ellerini arkasında birleştirdi, gözlerini kırpmıyordu bile. Muhtemelen çok rahat olduğunu göstermeye çalışıyordu kendince. Yersen!

"Umarım hâlâ seni sevdiğimi düşünüp de böyle davranmıyorsundur bana." Dedim yine gülerek. "Yoksa beni kendinden uzak tutmak için mi böyle davranıyorsun? Seni yeniden sevmemden mi korkuyorsun?" Alay etmeye devam ettim.

"20 yaşına geldiğimi ve çok sevdiğim bir sevgilim olduğunu unutma Pars. Eğer bana bu yüzden böyle davranıyorsan, kendinden uzak tutmaya çalışıyorsan da boşuna deneme. Artık ilgimi çekmiyorsun." Deyip ona arkamı döndüm, yüzümde sinsi bir ifade oluştu. Kazanmış olmanın verdiği gururdu bu. Ayrıca söylediklerimde tek bir yanlış bile yoktu, her şey doğruydu.

Evet, küçükken ona ilgi duymak gibi bir hata yapmıştım. Ben 15 yaşındayken o da 23 yaşındaydı. Kendisine olan ilgimi öğrenen Pars Atakan 23 yaşındayken soluğu İngiltere'de almış, uzun süre de dönmemişti. Yaklaşık iki yıl önce dönmüş, kendine bu adayı satın almış ve insanlıktan uzakta yaşamaya başlamıştı. O günden beri de bana iyi davrandığı tek bir an olmamıştı. Tamam benim de ona iyi davrandığım olmuyordu ama ben sadece onun yaptıklarına karşılık veriyordum. Özel olarak yaptığım herhangi bir şey yoktu.

"Sana kendini bu kadar önemseme Ayliz demiştim." Bunu duyunca merdivenlerin başında duraksadım, yukarıya çıkamadım. Tıpkı onun gibi olduğum yerde durdum, ona da dönmedim ve her ne söyleyecekse devam etmesini bekledim.

"Böyle düşündüğünü bilmiyordum." Dedi alay dolu çıkan sesiyle. O an kalbimi kıracak bir şeyler söyleyeceğini anladım. Çünkü ben ne yaptıysam o da aynı şeyi yapacaktı. Fakat unuttuğu bir şey vardı. Onun bunu yapalı çok oluyordu. Zaten kırdığı olan kalbi bir daha kıramazdı. Onarmayı başardığım o kalbi kırmasına da asla izin vermezdim. Zaten artık ona o kadar çok değer verdiğim de yoktu.

Bu yüzden gönül rahatlığıyla döndüm ona ve hiç tereddüt etmeden baktım gözlerinin içine. "Senden kaçtığımı düşünüyorsun demek ki." Derken bana doğru bir adım daha atmıştı. Hiç istifimi bozmadan onu dinlemeye devam ettim.

"Senden kaçmadım Ayliz, öyle bir amacım yoktu. 15 yaşındaki bir kızın basit sevgisinden korkacak bir adam olmadığımı biliyor olman gerekiyordu ama demek ki bilmiyormuşsun." Ve bu cümlenin ardından son bir adım daha attı, aramızda bir adımlık mesafe kaldı.

"Gittim çünkü ben de seviyordum." Afalladım, onu yanlış anladım. O da hemen bunu düzeltti. "Başka bir kadını." Diye ekledi, o an kalbimde küçük de olsa bir sızı hissettim.

"Ben sevdiğim kadının arkasından gittim Ayliz, senden kaçmadım. Sevdiğim kadının yanına gittim." Tepkisiz kaldım.

"Bilmiyor muydun bunu yaptığımı? Tahmin edemedin mi başkasının peşinden gittiğimi? Yoksa ettin de kendine mi itiraf edemiyorsun? Kabullenemiyor musun?" Güldüm, gerçekten güldüm ama yalandan filan değildi. Ayrıca bu konunun buraya gelmesinden rahatsız oldum ve içten içe keşke bu konuyu hiç açmasaydım diye düşünmeden edemedim.

"Kabullenememek mi? Saçmalama istersen." Dedim, ona arkamı döndüm ve yanında durduğum merdivenlerden birkaç tanesini çıktım. O ise susmak yerine konuşmaya devam etti ve yine durmama neden oldu.

"N'oldu kaçıyor musun şimdi de?" Hiç tereddüt etmeden döndüm ona.

"Neden kaçayım? Ortada kaçacak bir şey mi var?"

"Yok mu?" Diye sordu, anında yanıtladım.

"Yok, olamaz da mümkün değil. Çünkü ben sen değilim, olmam." Dedim, konuşmak için dudaklarını araladı ama izin vermeyip ben konuştum.

"Ayrıca konuştuğumuz bu konu benim için önemli olsaydı bunu açan ben olmazdım. En başında da dediğim gibi çocukluk aptallığından başka hiçbir şey değildi. Küçükken bir yanlış yaptım, büyüdüm doğru yolu buldum. Hayatımda olmasını istediğim adam hayatımda. Geçmişin hiçbir önemi yok." Susup kaldı, bir şey demedi.

"Birbirimizin kalbini kırmaya çalışıp bunu başaramadığımıza göre ben odama çıkayım, sana iyi çalışmalar." Dedim ve ona yeniden arkamı döndüm. Pars bu kez başka bir şey demezken de üçüncü kata çıktım. Aradaki kapıyı kapattığım o ilk an öfkeyle duvara tekme attım. Fakat bunu yapmak canımı çok yaktı.

"Ah." Deyip ayak bileğimi tuttum ve diğer ayağımın üstünde sekmeye başladım.

"Salak mısın Ayliz ya? Ne diye vuruyorsun duvara!" Kendi kendime söylenerek yatak odasına gittim. Kahvaltı da yapamamıştım. Neyse zaten kahvaltı yapmayı çok seven birisi değildim.

Yatak odasına girer girmez aynanın karşısına geçtim ve görüntüme baktım. Kendi evimdeymişim de yabancı hiç kimse yokmuş gibi bayağı salmışım ben de kendimi. Bu yüzden banyoya girdim, güzel bir duş aldım. Duştan sonra uzun, gri saçlarımı kuruladım. Hemen ardından da düzleştirdim. Daha sonra da güzel bir makyaj yaptım. Göbek üstü, kalın, örgü kazağımı giydim. Onun ardından da kazakla aynı renk olan bordo mini eteğimi giydim. Yüksek topuklu botlarımı da giydikten hemen sonra aldığım kararla odadan çıktım. Kendimi odaya kapatıp ondan saklanacak halim yoktu. Bu, kazandığını düşünmesine neden olurdu.

Salona indiğimde Pars'ın yanında bir adam gördüm. Adamın elinde birkaç tane siyah dosya vardı. O dosyalardan biri Pars'taydı ve dikkatle inceliyordu. İşinin bitmesini beklemeye hiç niyetim yoktu. "Ben çıkıyorum." Dediğim an Pars'ın da yanında duran adamın da bakışları beni buldu. Sonra da ne oldu biliyor musunuz? İkisi de ilk defa kadın görmüşcesine öyle dikkatli baktılar ki ister istemez rahatsız oldum.

Pars'ın bakışları üzerimde gezinirken yanındaki adamın da yaptığı farklı hiçbir şey yoktu. Hatta o adam daha dikkatli bakıyordu. Neler düşündüğünü anlamak zor değildi. "Ne çıkması?" Diye sordu Pars, çoktan toparlamıştı bakışlarını ama adamın bakışlarında bir değişme yoktu.

"Bahçeye çıkacağım! Belki de gidip biraz gezerim. Sıkıldım evde, hava alacağım." Deyip hâlâ bana dikkatle bakıp gözlerini üzerimde gezdiren adama bir bakış attım ve kapıya doğru yürüdüm. İçten içe ne zaman engel olacağını bekledim, çünkü bunu yapacağını çok iyi biliyordum. O da beni çok bekletmedi ve bunu yaptı.

"Geç içeriye, otur oturduğun yerde." Kaşlarımı çattım, ona doğru döndüm. Bunu o kadar kendinden emin bir şekilde söylemişti ki yapacağımı zannediyordu. Kavga çıkmasın diye tek kelime bile etmeden önüme döndüm ve evden çıktım, onu da arkamda öylece bıraktım.

"Ayliz!" Bağırdı, öyle bir bağırdı ki hem de bütün ev inledi. Fakat benim umurumda oldu mu? Tabii ki olmadı ve evin sağ tarafındaki merdivenlere yürüdüm.

Evin girişinde hem sağda hem de solda merdiven vardı. O merdiven büyük bir avluya ulaşıyordu. O avluda da o kadar büyüktü ki üç kapı vardı orada. Biri evin doğrudan salonundaki camdan duvarından açılan kapı, diğeri normal giriş kapısı, bir diğeri de evin diğer tarafındaki merdivenlere açılan kapıydı. Kısacası ev çok büyüktü. Aslında biraz dikkatli olsak evin içinde birbirimizi görmemiz mümkün değildi.

"Ayliz!" Pars'ın sesiyle kendime geldim, durdum ve ona döndüm. Öfkeyle yanıma geldiğini fark edince göz devirdim. Şu an onun için sorun evden çıkmam değildi. O hayır otur dediği hâlde evden çıkmamdı. Bunu çok iyi bildiğimden bu öfkeli hâlini hiç de yadırgamadım.

Yanıma ulaştı, karşımda durdu. Öfkeyle baktı gözlerimin içine. "Ben sana..." Sözünü kestim.

"Ben senin her dediğini yapmak zorunda değilim." Diyerek baştan koydum tavrımı ve devam ettim.

"Sen her şeyi yanlış anladın galiba. Ben bir süreliğine burada yaşamak için buraya geldim. Bir odaya tıkılıp hapis kalmak için değil!" Diye çıkıştım, bu onu daha da kızdırdı.

"Ayliz eve gir." Dedi sakince, ben de aynı sakinlikle karşılık verdim.

"Pars girmeyeceğim. Benimle uğraşma, git çalış sen." Deyip merdivenleri hızlı hızlı indim, amacım bana engel olmasını engellemekti.

Son merdivene ulaştığımda durdum, arkama baktım ve hâlâ aynı yerde olduğunu gördüm. Ellerini arkasında birleştirmiş, sert bir çehreyle bakıyordu gözlerime. Yine umurumda olmadı ve önüme döndüm, yürüdüm. Hava biraz soğukmuş, şu an bunu anlamış oldum ama alışıktım ben.

Pars bir daha peşimden gelmezken kocaman bahçenin içinde gezindim. Dünden beri sadece oturduğum ve yattığım için ayaklarım bayağı uyuşmuş meğerse ve yürümek iyi gelmişti. Biraz bahçede yürüdükten sonra evden çıktım. Tam karşımdaki denize baktım. Gözlerimi kapattım ve derin bir iç çektim, kendimi çok daha iyi hissettim.

Keşke yaz mevsiminde olsaydık. Ozaman denize girer biraz vakit geçirirdim ama bu havada denize girmek akşam hastanelik olmak demekti. Hatta denizden çıkarken donadabilirdim. Denize doğru gitmek yerine adanın sağ kısmına doğru yürüdüm. Acaba gerçekten de bizden başka hiç kimse yok muydu? Öyle değildir bence, illa vardır birileri ya.

Bunu düşünürken yürüdüm. Kıyıdan yürüdüğüm için kaybolmam bir ihtimal değildi. Geldiğim gibi kıyıdan döner, evi bulurdum. Kumlu yolda topuklu botlarımla yürümek zor olsa da epey bir yürüdüm ama insanlığa dair hiçbir şey göremedim. Resmen ıssız bir adaydı burası. İnsanı geçtim, hayvan bile yoktu.

"Ay Ayliz hayvan filan deme şimdi gelir ormanın içinden bir ayı görürsün o zaman gününü." Kendi kendime konuşurken epey uzaklaştığımı fark ettim. Fakat hâlâ kıyıda olduğum için sorun yoktu. Hemen geri dönmek yerine etrafa bakındım. Bir adada ne görmeyi bekliyorsam farklı bir şeyler aradım ama ağaçlar ve deniz dışında hiçbir şey yoktu.

Kumsala oturdum, gözlerimi kapatıp denizin sesini dinledim. Bu bana huzur verirken şehirden uzak olmanın gerçekten iyi bir şey olduğunu anladım. Daha doğrusu bazen iyi bazen kötü oluyordu. Aslında Pars olmasa sanırım burası daha çekilir bir hâle gelirdi.

"Burası onun adası." Dedim kendi kendime ve güldüm. Adamı resmen kendi adasında istemiyordum. Bir an düşününce komik geldi bu durum bana.

Aradan birkaç saat geçti. Üşümeye başlayınca oturduğum yerden kalktım ve geldiğim yolları gerisin geri döndüm. Kıyıdan yürümek evi kolaylıkla bulmama neden olurken kapıdaki üç adamı gördüm. Birisi hemen koşarak yanıma geldi.

"Ayliz Hanım?" Dedi telaşlı telaşlı.

"Efendim."

"İyi misiniz?"

"Evet." Dediğimde önümden çekildi.

"Pars Bey sizi bekliyor." Uzunca bir nefes aldım. Muhtemelen sözünü dinlemeyip çıktığım için Pars Bey değil, büyük bir olay beni bekliyordu.

"Peki." Dedim ve olacaklardan hiç korkmayıp eve girdim. Bahçeye doğru yürüdüm. Daha sonra da merdivenlere doğru yürürken ileride oturan Pars'ı gördüm. Tabii hemen yanında oturan babamı da. Gelmişti sonunda. Rahat bir nefes aldım ve hızla yüz ifademi toparladım. Onu gördüğüme sevindiğimi bilsin istemedim.

Yanlarına doğru yürüdüm. Beni ilk fark eden Pars olduğunda dudakları hareket etti, muhtemelen sessizce babama geldiğimi söyledi. Eş zamanlı olarak babamın gözleri beni buldu. Hemen ayağa kalktı. Koşup boynuna atlayıp da sımsıkı sarılmamak için kendimi tuttum. Biraz tripli olduğumu anlaması gerekiyordu. Anlasın ki bu iş daha fazla böyle devam etmesin. Beni de alsın, evimize dönelim. Çok sıkıldım çünkü buradan.

"Ayliz." Dedi babam ve bana doğru bir adım attı, bir adım geri gittim ve ondan uzak durdum. Gözlerinin içine bakarken olabildiğince soğuk davrandım. Oysa yanına gidip yanaklarından öpüp o tonton yanaklarını sıkmak istiyordum. Tamam anlaşamıyoruz filan ama çok seviyorum ben bu adamı.

"Anladım, kızgınsın bana." Evet, kızgınım ama bakma şöyle be adam valla dayanamıyorum sana. Şimdi gelip öpeceğim o olacak.

"Kızım." Al işte şimdi bir de duygusal konuşma yaparsa hiç dayanamam ben. Babacığım yapma işte o zehirli oku atma da kurtarayım kendimi buradan.

"Bunu senin için yaptığımı sen de çok iyi biliyorsun." Cevap vermedim, hatta ona bakmadım bile. Bakarsam onun da üzüldüğünü görecek hemen affedeceğim. Aslında ben böyle birisi değilim. Fakat babama karşı böyle birisi oluyorum işte. Ne yapayım insan çok sevince böyle oluyor demek ki. Normal bir zamanda olsa hiç umursamam gider sımsıkı sarılırım ona ama bu kez kendimi tuttum. Üzgün olduğumu görürse bırakmazdı beni burada.

"Hadi gel otur, konuşalım." Dediğinde ona döndüm, omuz silktim. O sırada Pars'la göz göze geldim. Öyle bir ifadeyle bakıyordu ki bana alay ettiğini anlamak zor olmadı. Muhtemelen babamın aksine numara yaptığımı anlamıştı ve orada kendince eğleniyordu bu durumla. Aman canım ne kadar dalga geçerse geçsin, hiç umurumda bile değil. Ben bir şu evden kurtulayım kendi görür o zaman dalga geçmeyi.

Babam gözlerimin içine bakarken Pars'taki bakışlarımı çektim. Masum masum bakmaya devam ettim babama. Çok üzgün, kırgın göründüm. Sanki beni Pars'ın adasına değil de Acun Ilıcalı'nın Survivor adasına göndermiş de aç ve susuz bırakmış gibi mağdur davrandım. Anladığım kadarıyla tüm bunlar da etkili oldu. Çünkü bayağı yumuşamış gibiydi babam. Az daha kıvama gelsin, kurtulurum ben buradan. Tamam belki hemen bugün olmaz ama hiç değilse bugün telefonumu almasını sağlarım.

Kendimi lisede müdüre telefonu yakalatmış ve velisinin o telefonu geri almasını bekleyen öğrenci gibi hissediyorum. Buradaki müdür Pars oluyor bu arada. Bundan da iyi müdür olurdu he. Düşündüğüm şeyler gülmek istememe neden olduğundan gülmemek için yanaklarımı içten ısırdım ve başımı hafifçe önüme eğip muhtemelen çok komik görünen yüz ifademi sakladım.

"Ayliz konuşmayacak mısın benimle?" Babam bunu sordu. Dur baba şu hayalimdeki müdür Pars'tan kurtulup kendimi toparlayayım konuşacağım o zaman ben seninle ama şimdi değil. Şimdi Pars'ın yüzünü görürsem kahkaha atarım. Az ciddi ol be kızım!

"Ayliz." Babam ismimi yineledi, mecburen başımı kaldırıp ona baktım ama her zamanki gibi kendimi iyi toparlamış, hâlâ aynı üzgün ifadeyle bakmaya devam ediyordum. Gözüm bir anlığına Pars'a kaydı. Yüzündeki alaylı ifadenin daha da arttığını gördüm. Babam gittikten sonra bu durumla çok dalga geçeceği belliydi. Şimdi babam burada ya sesini çıkaramıyordu.

"Burada kalmak istemiyorum baba!" Dedim. "Sen de bunu çok iyi biliyorsun ve beni buna zorladın. Bu yüzden sana çok kızgınım." Ben babama bunu söylerken Pars tek kaşını kaldırdı. Dudağının bir kısmı hafifçe yana kıvrıldı.

"Seni keyfimden buraya göndermedim Ayliz! Ya da amacım sana ceza vermek filan değil. Sadece iyi olmanı istiyorum kızım." Muhtemelen doğruyu söylüyordu ama bunu, bu şekilde yapmasına gerek yoktu. Güvende olmak için illa bu adamın yanında mı kalmam gerekiyordu? Saçmalık!

"Bunu bu şekilde yapmak zorunda değildin baba."

"Hayır Ayliz, bunu böyle yapmak zorundaydım. Zamanı geldiğinde sen de beni anlayacaksın." Sıkıntıyla ofladım, bir şey demedim ve başımı aşağı yukarı salladım, sessiz kalıp ona arkamı döndüm.

"Ayliz kızım yapma böyle." Babam bunu dediği hâlde dönüp ona bakmadım, evin girişindeki merdivenlere doğru yürüdüm.

"Dur bakayım sen orada!" Pars'ın sesiyle ayaklarım daha fazla ileriye gitmedi. "Dön bu tarafa." Dediğini yapıp döndüm ama ona değil, babama.

"Baba görüyorsun değil mi bana nasıl davranıyor? Ben bunun yanında kalırsam sinirimden ölürüm! Doğal olarak hayatım yine tehlike altına girmiş olur!" Babam göz ucuyla Pars'a baktı, gözleri yeniden beni buldu.

"Abartma Ayliz." Kaşlarımı çattım.

"Abartma mı? Gerçekten onun tarafında mı olacaksın baba?"

"Ben kimsenin tarafında değilim Ayliz! Ayrıca biz ayrı taraflar da değiliz. Hepimiz aynı taraftayız, bunu sakın unutma. Ayrıca sadece seni durdurdu çünkü burada kalman ve görmen gereken bir şey var." Deyince meraklandım.

"Öyle mi? Neymiş o görmem gereken şey?" Diye sordum merakla. O sırada Pars ayağa kalktı, babamla birlikte yanıma geldiler. Meraklı gözlerim ikisinin arasında gezindi ve o an bir şey olduğunu anladım.

"Ya hadi söyleyin ama! Ne oldu?" Sabırsızca sordum, ikisi de birbirlerine baktılar. O an olan şeyin çok önemli olduğunu anladım ve canım sıkıldı. Kesin kötü bir şey olmuştu.

"Sana birini getirdim." Dedi babam, o an sırf bu gergin ortamı dağıtmak için ikisini de kızdıracak olan o cümleyi kurdum.

"Tan mı geldi yoksa? Bana sürpriz yaptınız ve onu getirdiniz değil mi?" Diye sordum, babam gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. Pars da öfkelendi.

"Ne Tan'mış arkadaş! Siktiğimin herifinin ismini duymaktan sıkıldım!" Kaşlarımı çattım.

"Düzgün konuş!" Dedim, tek kaşını kaldırdı, o kaşı zaten hiç inmiyordu.

"Kavga etmeye başlamayın yine! Konumuz başka!" Babama döndüm.

"Ama baba Tan'a..." Babam sözümü kesti.

"Haklı Ayliz ben de çok sıkıldım o adamın ismini duymaktan. Karışmayayın karışmayayım diyorum ama sevecek başka birini mi bulamadın? Uyuşturucu bağımlısını sevmek ne demek Ayliz?" Babam yine aynı konuyu açınca sinirlendim. Konuşmak için dudaklarımı araladım, Pars araya girdi.

"Savcım onu da anlamak lazım. Gönül işte bu! Otoda konuyor boka da! Bunun ki gitmiş boka konmuş!" Ona doğru bir adım attım.

"Seninki hangi boka kondu acaba? Gitmişsin ya hani peşinden?" Diye sordum, onun da kaşları çatıldı.

"Seninki kadar büyüğüne konmadığı kesin!" Dediğinde cevap vermek için dudaklarımı araladım babam araya girdi.

"Bu ne iğrenç muhabbet böyle? Çocuk musunuz siz?" Babam kızdı, ikimizin de sesi çıkmadı.

"Sizin bir şey söyleyeceğiniz yok! Odama çıkıyorum ben!" Dedim ve ikisine de arkamı döndüm. Tam da o an hiç görmemem gereken birini gördüm.

Kalbimdeki acı gün yüzüne çıktı. Boğazım düğümlendi. Ellerimi yumruk yaptım. Kabus görmeyi dileyip gözlerimi kapattım ve yeniden açtım ama karşımdaki görüntü değişmedi. "Ayliz." Babam ismimi söylerken karşımda duran annemin gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Öfke dışında başka hiçbir duygu hissetmiyordum.

"Annen senin için geldi, seni görmesi gerekiyordu. Ben de..." Aniden babama dönmem onu susturdu.

"Gördü ve gitsin, bir daha da sakın böyle bir şey yapmayın!" Bu kez ciddi olarak kızdım ve yanlarından ayrıldım.

"Ayliz!" Babam seslendi, umursamadım. "Ayliz!" Annem seslendi, sesini duymak bile sinirimi bozdu. O sırada duyduğum sert ayak sesleriyle peşimden gelen birinin olduğunu anladım ve onun kim olduğunu tahmin etmek zor olmadı. Bana ulaşamasın diye adımlarımı hızlandırdım, merdivenleri çıktım.

Salona girdim, oyalanmadan koşarak üst kata çıktım. Hâlâ adım seslerini duyuyordum. Üçüncü kata çıktığım ilk an yaptığım şey aradaki o kapıyı kapatmak ve kilitlemek oldu. Bunu yapınca rahatladım, daha ağır adımlarla ulaştım yatak odama ve yatağın kenarına oturdum, öfkeyle ayaklarımı yere vurdum.

"Beni görmek istemişmiş! Bir de utanmadan kalkmış buraya kadar gelmiş!" Kendi kendime söylenirken kilitlediğim o kapının ardından Pars'ın sesi geldi.

"Ayliz! Aç şu kapıyı!" O kadar büyük bir öfkeyle bağırdı ki sanırsın kendisine küfür edip odaya kaçtım. Onu umursamadım, ayakkabılarımı çıkardım, yatağa geçtim ve bağdaş kurarak oturdum. Dışarıdan gelen sesleri hiç umursamadım. Çok geçmeden babamın da sesini duydum ama buna rağmen kalkıp da açmadım o kapıyı.

Arkama yaslandım, kollarımı göğsümün altında topladım. Sabırla pes etmelerini bekledim. Fakat beklediğim şey olmadı. Hatta aksine beklemediğim bir şey oldu ve o kapının açıldığını duydum. Öfkeyle yatağa vurdum. Buna neden şaşırayım ki? Oraya kapı koyan Pars Atakan o kapının yedek anahtarını kendisi almayacak mıydı? Tabii ki alacaktı!

Kendimi toparladım ve odaya girmelerini bekledim. Çok geçmeden de odanın kapısı açıldı. Babam da Pars da odaya girdi. Neyse ki o kadın gelmemişti. Gelseydi neler olacağını çok iyi biliyordu çünkü. "Ayliz neden böyle yapıyorsun kızım?" Diye soran babam yanıma oturdu, cevap vermedim. Bu konuyu konuştuğu sürece de benden tek kelime bile duyamayacaktı.

"O senin annen, seni görmeye hakkı var." Onu görmek istemediğim sürece bu hakkı umurumda bile olmayacaktı.

"Kızım annenle konuşmalısın, artık onunla arandaki sorunları halletmelisin." Babam bir cevap almak umuduyla bunları söylemeye devam ederken sessiz kaldım.

"Konuşmayacak mısın?" Diye sordu, başımı olumsuz anlamda salladım ve yine tek kelime bile etmedim.

"Peki, sen bilirsin. Madem bu kadar rahatsız oldun anneni de alıp gideceğim buradan. Fakat bu konu burada kapanmasın Ayliz. Otur ve düşün, ona olan öfkenin artık geçmesi gerekiyor." Yine cevap vermedim, babam pes edip ayağa kalktı. Bana kısa bir bakış attıktan sonra derin bir iç çekti ve odadan çıktı. O çıkınca gözlerimi Pars'a çevirdim.

Odadaki dolaba yaslanmış, ellerini göğsünün altında birleştirmiş ve yeşil gözlerini üzerime dikmişti. Şu an onunla uğraşacak hiç hâlim yoktu. "Çıkar mısın? Yalnız kalmak istiyorum." Dedim insanca ama onun insanlıktan anlayacak bir hâli yoktu.

"Bir de şımarık değilim diyorsun." Önüme döndüm, tek kelime etmedim. Edersem uzayacaktı ve buna hiç niyetim yoktu.

"Babanı üzmeye hakkın yok." Bu cümleyle kendimi tutamadım, başımı yeniden ona çevirdim.

"Hiç kimsenin de beni üzmeye hakkı yok. Birileri üzülmesin diye kendimi üzemem, bu babam bile olsa. Bencilim ben." Dedim kelimelerin üstüne bastıra bastıra ve gözlerimi önüme çevirdim.

"Şimdi çık dışarıya! Madem burası bana ait bir daha benden izin almadan gelme. Odama da girme." Bunları da bilerek söyledim. Tamam yanında kalıyoruz ama kendini benim sahibim sanmasına gerek yoktu. Zira benim bir sahibe de ihtiyacım yoktu. O da bunu anlayıp ona göre hareket etse çok iyi olacaktı.

Pars'ın hareketlendiğini fark edince gittiğini anladım ve rahat bir nefes aldım. Arkasından bakarken bir anda durdu, bana döndü ve yüzünü ekşiterek "Burada kalmak istemiyorum baba." deyip taklidimi yaptı, sıkıntıyla ofladım.

"Sen de bunu çok iyi biliyorsun ve beni buna zorladın. Bu yüzden sana çok kızgınım." Diye devam etti, en başından beri bununla dalga geçeceğini çok iyi biliyordum.

"Bak sen şuna bak! Şu girdiği hâllere bak! Bir de bana çocuk diyor!" Ben de onunla alay ettim.

"Ben ne yaparsam yapayım her zaman çocuk olan sen olacaksın gri kafa." İşte bu bardağı taşıran son damla oldu ve öfkeyle ayağa kalktım.

"Bana sakın bir daha öyle hitap etme! Doğan derken bile zor katlanıyorum buna bir de sen çıkma!" Dedim, Doğan onun en küçük kardeşiydi. Küçük dediysem adam 25 yaşındaydı ama onun en küçüğüydü.

"Bunu öğrendiğim iyi oldu gri kafa." Gözlerimi kapattım ve bir kez daha içimden ona kadar saydım.

"Bilirsin isim hafızam pek yoktur, sana da söyleyeceğim şeyi buldum artık." Bunu beni sinir etmek için söyledikten hemen sonra odadan çıktı. O çıkar çıkmaz öfkeyle dolaba tekme attım ve bir kez daha acıyla inleyip ayağımı tuttum. Bu kez canım daha çok acıdı çünkü ayakkabım yoktu.

Yatağın kenarına oturdum, ayağımı kendime çekip ovalamaya başlarken sanki her an yeniden gelecekmiş gibi kapıya doğru öfkeyle bakıyordum ama benimle uğraşmayı bırakmış olacak ki geri dönmedi. Yeniden yatağa girip bağdaş kurdum ve sıkıntılı bir iç çektim. Yok, bu böyle devam etmeyecek. Tamam işte yeter, iki gün kaldım. Yarın ilk işim buradan gitmek olacak.

Aldığım kararla dudaklarım yana kıvrıldı. Üzerimdeki ağırlıktan kurtuldum. Biraz düşündüm, kaçarım değil mi buradan da? Kaçarım kaçarım, hiçbir şey olmaz. Bu geceyi bir atlatayım Pars'ın ruhu bile duymadan kaçarım buradan. Tamam belki yeniden yakalanırım ama yakalanana kadar Tan'a ulaşmış olurum. İşimi de halletmiş olurum. Hem buraya geri dönerken lazım olacak şeyler de yanımda olur ve işte o zaman bu ev daha çekilir hâle gelir. Kısacası kaçacağım ama geri yakalanıp buraya döneceğimi çok iyi biliyorum. Bunun bilincinde olarak kaçacağım, sadece birkaç işimi halletmek için.

Bunları düşünmek keyfimi yerine getirirken kaçmanın doğru olup olmadığını bile sorgulamadım. Sorgulamaya gerek duymadım. En fazla kaçamam. Başka da hiçbir şey olmaz. Olsa bile zaten en fazla ne olabilir ki? Hiç...

Bölüm Sonu!

Selamlar, nasılsınız? Neler yapıyorsunuz?

Son sahneyi bilerek öyle yazdım jdjsjsjjsjs hepinize bir yerden tanıdık geldi değil mi? Başka bir cümleyle bitirmiştim bölümü aslında ama dedim ki bu bölümün sonuna bir Elif sözü daha çok yakışır njsjsjsjjsjs

Henüz daha ilk bölümler olduğu için sakin geçiyor bölümler, ileride daha heyecanlı ve meraklandırıcı bölümler gelecek. Yolumuz uzun ve biz henüz o yolun ilk adımlarındayız :)

Sizce Ayliz annesine karşı neden o kadar öfkeli davrandı dersiniz?

Ayliz gerçekten de adadan kaçmayı başaracak mı dersiniz? Yoksa Pars Atakan yakalayacak mı onu?

Pars ve Ayliz'in geçmişinden böyle bir şey çıkmasını bekliyor muydunuz?

Sizce Pars başka bir kadını seviyordum ve onun için gittim derken doğru mu söylüyordu?

Yeni bölümde neler olacak sizce? Tahminlerinizi bekliyorum.♡

Blüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.♡

Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz :)

En sevdiğiniz sahne hangisi oldu bölümde?

O zaman yeni bölümde görüşmek üzere diyelim, kendinize çok iyi bakın. Sevgiyle kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan


SEVİYORUM SİZİ.♡

Loading...
0%