Yeni Üyelik
31.
Bölüm

30.BÖLÜM "RUHTA AÇILAN YARALAR"

@gizzemasllan

Selammmmm <3

İlk kitabımızın finaliyle geldim sizlere ♡

Bölümü okurken oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen, yorumlarınız beni motive ediyor.

Keyifli okumalar!

🖇️

AŞKA SÜRGÜN

1. KİTABIN FİNALİ

30. BÖLÜM "RUHTA AÇILAN YARALAR"

Güven, bana göre bu hayatta en riskli duyguydu. Birine güvenmek demek risk almak demekti, çünkü en nihayetinde hepimiz insandık ve bir yerde hata yapıp birinin güvenini boşa çıkarabilirdik. Buna rağmen eğer biri bize güveniyorsa o artık güvenden de öte bir şey oluyordu, teslimiyet gibi...

Ben, Pars'a güvenmiştim. Bana zarar gelmesine asla izin vermez demiştim. Pars ise Ayşin'e güvenmişti, o asla böyle bir şey yapmaz demişti ve ikimizin de güveni boşa çıkmıştı. Bundan zarar gören ise yine yalnızca ben olmuştum.

Gözlerim, bulunduğum hastane odasının içinde gezinirken neden yalnız olduğumu, neden hiç kimsenin yanımda olmadığını anlamaya çalışıyordum. Bir yandan da delicesine beni yine bir hastaneye kapatıp tamamen yalnız bırakmış olmalarından korkuyordum.

Bu korkum kalkacak hâlim olmamasına rağmen kalkmak istememe neden olurken yatağın kenarlarından destek aldım ve doğruldum. Daha sonra da kendimi biraz zorlayıp ayaklarımı yataktan sarkıttım ve ayağa kalktım.

Kalkar kalkmaz başım döndü, yatağın kenarına yeniden oturmak zorunda kaldım. Gözlerimi kapatıp kendime gelmeye çalışırken odanın önünden gelen sesleri duydum. Bu yüzden bir kez daha ayağa kalkmaya çalıştım ama başarılı olamadım, başım yine döndü, oturup kaldım.

Yeniden gözlerimi kapatıp baş dönmemin geçmesini beklerken dün gece olanları düşünmeden edemedim. O kadın bana bir iğne yapmıştı ve sanırım şu an o iğne yüzünden ayağa bile kalkamayacak durumdaydım. Tamam ama ne yapmış olabilirdi ki? Hem beni hastaneye kim getirmişti? Bana bunu yapanın o kadın olduğunu öğrenmişler miydi acaba? Yoksa kaçmış mıydı kadın?

Bu sorular zihnimin içinde dönüp dururken daha fazla dayanamadım ve başım dönüyor olsa da ayaklandım, zorlukla kapıya doğru yürüdüm. Bir ara düşecek gibi oldum ama dengemi sağlamayı başardım, yürümeye devam ettim.

Ben daha odanın kapısına ulaşamamışken kapı bir anda açıldı. Devam etmek yerine olduğum yerde kalıp içeriye giren adama baktım. Bu adamı daha önce Pars'ın yanında gördüğümden emindim.

"Ayliz Hanım," diyerek telaşla yanıma geldi. "Ayağa kalkmanız doğru değil, oturun lütfen," dedi ama oturmayı hiç istemedim.

"Babamla Pars nerede?" diye sordum, sesimin çok kötü çıkmasına engel olamadım.

"Onların biraz işi var." Aldığım bu cevapla kaşlarımı çattım. Ben hastanedeyken ne işleri olabilirdi ki? Hadi Pars'ı geçtim babam beni nasıl yalnız bırakmıştı? Bu düşünce kalbimi kırarken belki de o kadının peşine düşmüşlerdir diye içimden geçirdim. Bana zarar verdikten sonra kaçmış olabilirdi, şimdi de babamlar onu arıyordur belki de.

Bu düşünce beni sakinleştirirken adamın "Ayliz Hanım," dediğini duydum ve gözlerimi yeniden ona çevirdim.

"Bana ne oldu?" diye sordum yine istediğini yapıp oturmak yerine.

Adam şaşırırken "Hatırlamıyor musunuz?" diye sordu.

"Hatırlamıyorum, n'oldu ki?" Merakla sormaya devam ettim ve bu sorum adamın yüzünde tuhaf bir ifade oluşmasına neden oldu. O ifade beni korkuturken sanırım çok büyük bir şey olmuş diye içimden geçirmeden edemedim ve içimden geçirdiğim bu düşünce fazlasıyla gerilmeme neden oldu.

Dayanamayıp "Bir şey söylesene," dedim ama adam karşımda susmaya devam etti, bu da beni fazlasıyla kızdırdı. "Ya konuşsana!" diye çıkıştım istemsizce. "Neler oldu anlatsana!"

Ben ona kızmaya devam ederken o sanki anlatıp anlatmamakta tereddüt ediyor gibiydi ve buna daha fazla dayanamadım.

"İyi anlatma, nasıl olsa anlatacak birilerini bulurum elbet," deyip kapıya doğru yürümek istedim ama buna izin vermeyip önümde durdu, engel oldu.

"Üzgünüm ama çıkmanıza izin veremem." Kaşlarımı çattım, şu an neler olduğunu ciddi anlamda anlamıyordum.

"Ne demek izin veremem?" diye sordum duyacağım cevaptan korkarak.

"Pars Bey'in kesin emri var, uyanırsanız odadan, hatta yataktan bile çıkmamanızı söyledi."

"Peki ama neden?" diye sorduktan hemen sonra aklıma gelen tek ihtimali dile getirdim. "Yine tehlikeli bir şey mi oldu?"

"Nedenini bilmiyorum, ben sadece bana söylenilen şeyi yapmaya çalışıyorum." Sıkıntıyla ofladım, cevapları artık beni sinirlendirmeye başlasa da elimden geldiği kadar sakin kaldım.

"Peki ne zaman gittiler ve ne zaman gelecekler?" diye sordum doğru düzgün cevap vermesini umut ederek.

"Gitmelerinin üzerinden epey bir geçti, muhtemelen birkaç saate de geleceklerdir." Sonunda doğru düzgün bir cevap alabilmek biraz olsun sakinleşmeme neden olurken adam devam etti.

"İki gündür hiç ayrılmadı yanınızdan ikisi de," dediği an şok oldum, iki gün mü demişti o? "Fakat bu sabah acilen ayrılmak zorunda kaldılar, çok önemli bir işleri vardır muhtemelen."

"Sen ne dedin?" derken adama doğru bir adım atmıştım. "İki gün mü?"

Başını salladı. "Evet."

"Ben iki gündür uyuyor muyum?"

Yine başını salladı. "Evet, uyuyordunuz."

İçimdeki korku giderek büyüdü.

"O kadın..." deyip sustum, boğazım düğümlendi. Yutkundum ve kendimi konuşacak kadar iyi hissedip tamamladım sorumu. "Bana ne yaptı?"

Adamın yüzünde fazlasıyla anlamsız bir ifade oluştu.

"Hangi kadın?" Bu soruyla afalladım, iki gündür buradaysam herkesin her şeyden haberi olması gerekiyordu ama adam hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranıyordu.

"Ne demek hangi kadın?" diye sordum ve birazdan duyacaklarımdan fazlasıyla korkup devam ettim. "Bana bunu yapan kadın tabii ki!"

Adam hâlâ karşımda bana anlamsızca bakıyordu. O an bir şeyler olduğundan emin oldum ama maalesef ki ne olabileceğine dair en ufak bir fikrim bile yoktu.

"Ayliz Hanım ben gerçekten neyden bahsettiğinizi anlamıyorum."

Sinirlendim. "Neyini anlamıyorsun ya?" diye kızdım, adamdan uzaklaştım.

"Lütfen sakin olun," dedi yeniden bana yaklaşmaya çalışırken. Aslında haklıydı, sakin olmam gerekiyordu. Hem ayrıca her ne olduysa bilmiyorum ama karşımdaki adam kızmam gereken son kişi bile değildi.

"Sakinim," dedim bu yüzden ve gerçekten de elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalıştım. "Sadece aklım çok karışık," diye ekledim, yalvarırcasına baktım gözlerinin içine. "Lütfen bana neler olduğunu en başından anlatır mısın?"

Yine tereddüt eder gibiyken "Seni dinliyorum," diye ısrar ettim, adam derin bir nefes aldı.

"Peki tamam, anlatacağım," deyip arkamda kalan yatağı gösterdi. "Ama lütfen önce oturun. Ayakta durmanız iyi değil, doktorunuz öyle söyledi." Hiç itiraz etmeden başımı salladım, zaten daha fazla ayakta duramayacak gibiydim.

Adam itiraz etmemiş olmamdan dolayı memnun olurken ağır hareketlerle yeniden yatağıma döndüm ve kenarına oturdum. Oturur oturmaz da gözlerimi adamın üzerine dikip anlatacaklarını beklemeye başladım, neyse ki o da beni daha fazla bekletmedi.

"Sizi o gece Pars Bey odanızda baygın bulmuş," diye girdi konuyu ve sorularımdan bir tanesinin cevabını ilk cümlesinde almış oldum. Bu yüzden sessiz kalıp araya hiç girmeden dinlemeye devam ettim.

"Orada olmadığım için bilmiyorum ama uyuşturucu komasına girdiğinizi anlamış." Duyduğum bu cümleyle göz bebeklerim büyürken telaşla ayağa kalktım.

"Sen ne diyorsun ya?" İstemsizce bağırıp aynı tonda da konuşmaya devam ettim. "Ne uyuşturucusu?"

"Siz kullanmışsınız," dediğinde hızla kendimi savunmaya geçtim.

"Yok öyle bir şey! Ben o gece o odaya gittikten sonra..." deyip sustum, bunu neden bu adama anlatıyordum ki? Benim gerçekleri anlatmam gerekenler babam ve Pars'tı. Bunun farkına varmak susmama neden olurken yeniden yerime oturdum.

"Her neyse," dedim ve derin bir nefes aldım. "Sen devam et lütfen," derken artık gerçekten duyacaklarımdan fazlasıyla korkmaya başlamıştım ama öğrenmek de zorundaydım.

"Sizi acilen buraya getirdiler, hemen tedavi altına alındınız. Herkes bu sabah acil işleri çıkana kadar buradaydı ama yanınızdan ayrılmak zorunda kaldılar," dedi, dayanamayıp araya girdim.

"Başka bir şey olmadı mı? Her şey bu kadar mı?"

"Evet, bu kadar," dedi.

"Ne demek olmadı? Nasıl olmadı ya? Hiç mi suçluyu aramadılar?" diye sordum, adam sessiz kaldı. Şu an bana öyle bir bakıyordu ki sanki dünyanın en saçma şeylerini söylüyor gibiydim. Onun bu bakışıyla gözlerimi kaçırıp düşündüm ve gerçeği anlamam çok da uzun sürmedi.

Suçlu aramamışlardı, çünkü muhtemelen bunu benim kendime yaptığımı düşünüyorlardı. Bu yüzden hiçbir şey araştırmamışlardı, hatta muhtemelen o kadın bile hala yanlarındadır ve maalesef işte bu, benim en büyük hayal kırıklığımdı.

"Ayliz Hanım iyi misiniz?" Adamın sorusuyla kendime gelip gözlerimi ona çevirdim ama cevap vermedim. Sanırım burada böyle oturup beklemeye devam edemeyecektim, bu saçma durumun biraz daha sürmesine tahammülüm yoktu. Bir an önce Pars'a ulaşmalı ve işin aslını anlatmalıydım.

Tabii eğer bana inanırsa...

Aldığım bu kararla yeniden telaşla ayağa kalktım. Karşımdaki adam da aynı telaşla "Ayliz Hanım," dedi, devam etmesine izin vermedim.

"Benim Pars'la konuşmam gerekiyor, ara lütfen hemen," dedim, yüz ifadesine bakılırsa bunu yapmayacak gibiydi.

"Ayliz Hanım." Yine devam etmesine izin vermedim.

"Ara hemen," diye yineledim ve "Aramazsan senin de başın belaya girer!" diye ekledim, ne yapacağını bilmiyor gibiydi. Acaba biraz daha mı tehdit etsem diye düşünürken odanın kapısı bir anda açıldı, gözlerimi hemen o tarafa çevirdim ve sonunda karşımda babamı görebildim.

"Baba," dedim çatallanan sesimle ve adamı boş verip yanına doğru yürüdüm. Yürürken dengemi kaybettim, düşecek gibi oldum ama telaşla yanıma yaklaşan babam beni tuttu, düşmeme engel oldu.

"Kızım," dedi büyük bir endişeyle. "Neden ayağa kalktın?" O bunu sorarken ben kendimi toparlamaya çalıştım. "Hadi yatağa," dediğinde de bu söylediğini umursamadım ve doğrudan konuya girdim.

"Hiçbir şey sizin bildiğiniz gibi değil." Kaşlarını çattı. Gözünün ucuyla odadaki adama bakarken devam ettim. "Baba yemin ederim hiçbir şey göründüğü gibi değil."

"Neyden bahsediyorsun?"

"Bunu kendime ben yapmadım," dedim, hala hiçbir şey anlamadığını fark edince daha açık olmaya karar verdim.

"Baba bak siz her şeyi yanlış anlamışsınız, o gece neler olduğunu bilmiyorsunuz. Sana yemin ederim ki ben uyuşturucu kullanmadım." Tüm bunları söylerken gözlerim doldu, ağlamak istedim ama bu kez yapmadım bunu.

"Ayliz," diye araya girdi babam ama devam etmesine izin vermedim.

"Biliyorum inanması çok zor ama her şeyin farklı bir yüzü var," dedim, sessiz kaldı. O an aklıma daha önce olan şey geldi, odama bir adam girdiğinde de bana inanmamıştı. Ya şimdi de inanmazsa? Ya hiçbir zaman kendimi açıklayamazsın?

Bu düşünceler nefesini keserken canım çok yanıyordu ve ben böyle düşündüğüm hâlde anlatmaya devam ettim.

"O gün odama çıktıktan sonra o kadın peşimden geldi," dedim, babam tepkisiz kalırken de devam ettim. "O geldiğinde zaten kötüydüm, bayılacak gibiydim ama yemin ederim hiçbir şey kullanmamıştım, hatta içmemiştim bile. Tüm gece siz de yanımdaydınız," dedim, babam hâlâ sessizdi.

Bir yorum yapmamasına çok takılmayıp hiç değilse beni dinliyor diye içimden geçirip devam ettim.

"Ben kötüyken o geldi odaya, o sırada dengemi kaybedip yere düştüm. Kalkmaya çalıştım ama izin vermedi buna ve sonra kendisi de yanıma oturdu. Bir şeyler söyledi ama şu an ne söylediğini hatırlamıyorum. Sonra bir iğne yaptı bana, meğerse uyuşturucuymuş," deyip sustum, olanı bitenin en başından anlatmış oldum ama buna rağmen hâlâ babam sessizdi, bir yorum yapmıyordu ve onun bu sessizliği beni çok korkutuyordu.

"İsteyerek kullanmadım baba, o kadın bana zorla verdi bunu. Size daha önce de defalarca kez bu kadınla bir şey var dedim ama beni dinlemediniz, inanmadınız. Bak işte gerçek yüzü ortaya çıktı!" deyip sustum, yine bir şeyler söylemesini bekledim ama o yine sustu ve onun bu sessizliği yüzünden daha fazla dayanamadım, gözyaşlarımın akmasına izin verdim.

"İnanmıyor musun bana?" diye sordum, gözlerimin içine bile bakmadı. "İnanmıyorsun," dedim büyük bir hayal kırıklığıyla ve gözyaşlarım hızlandı. "Yine inanmıyorsun," diye ekledim, sonunda gözleri beni buldu.

"İnanıyorum," dedi bir anda, afalladım. Az önceki tavrından sonra böyle bir şey duymayı beklemiyordum. "Neden inanmayayım, tabii ki inanıyorum." Bu cümle bana hiç samimi gelmedi, altında bir şey aramadan edemedim.

"Hadi yatağa, biraz uzan, dinlen," dediğinde gözyaşlarım hızlandı, çünkü doğru söylemediğini anladım. Bana inanmıyordu, şu an sadece yapmaya çalıştığı şey beni sakinleştirmekti. Bu düşünceyle canım daha çok yandı, boğazım düğümlendi ve gözyaşlarına boğuldum.

"Ağlama kızım," deyip yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Her şey yeniden yoluna girecek." Bu cümle beni geçmişe götürürken daha çok ağlamaya başladım.

Tıpkı daha önce beni zorla bir hastaneye yatırdığında da aynı cümleyi kurmuştu ve ben bu sözden sonra tam bir yıl bir hastanede kalmıştım. Anladığım kadarıyla şimdi yine aynı şey olacaktı.

"İnanmıyorsun bana," dedim gözyaşları içinde.

"İnanıyorum kızım," dedi bir kez daha ve sinirlendim, ellerini itip onu kendimden uzaklaştırdım.

"Ben senin kızınım!" diye bağırdım acıyla. "Çaresizce burada sana her şeyi anlatıyorum ama sen bana inanmıyorsun!" Ağlayarak bağırmaya devam ettim, yaklaşmak istedi ama birkaç adım geri gidip ondan uzaklaştım, buna izin vermedim.

"Neden inanmıyorsun bana?" diye bağırdım bu kez de. "Sana gerçekleri anlatıyorum ve sen bana niye inanmıyorsun?" diye bağırmaya devam ettim, olduğu yerde kaldı bu kez yanıma yaklaşmaya çalışmadı ve yalan söyleyip inanıyorum demeye devam etmedi.

"Sen benim babam değil misin?" Bu soru çaresizce döküldü dudaklarımdan ve gözyaşlarına boğuldum, artık onun da gözleri dolmuştu.

"Sakin ol," dedi sesi titrerken.

"Olmayacağım!" derken sesim az öncekinden çok daha yüksek çıktı ve aynı ses tonuyla devam ettim. "Yeter artık sen niye bana inanmıyorsun ya!"

Ve yine "İnanıyorum," dedi bir kez daha.

"Yalan söylüyorsun!" Bağırdım, bağırırken ağlamam şiddetlendi. "İnanmıyorsun!" diye bağırmaya devam, öfkeyle yatağa vurdum. O an ağlamaktan nefesim kesildi, buna rağmen acıyla bağırmaya devam ettim ve aynı zamanda yatağı dağıttım.

"Ayliz, kızım sakin ol," dediğini duydum babamın ve hemen ardından yanımda belirdi, engel olmaya çalıştı. Buna rağmen ben de aynı şeyi yapmaya devam ettim, o yatağa darmadağın ettim, babamın bana engel olmasına izin vermedim.

Bağırmaya ve ağlamaya da devam ederken odanın kapısı açıldı. Giyimlerinden anladığım kadarıyla bir hemşire ve doktor içeriye girdi. Onları gördüğüm an ne olacağını anladım.

"Uzak durun benden!" Avazım çıktığı kadar bağırdım, bunu zerre umursamayıp yanıma yaklaştılar. Aynı zamanda daha önce defalarca kez gördüğüm adamlar da içeriye girdiler.

"Uzak durun!" dedim, üzerime gelmeye devam ettiler. "Baba uzak dursunlar!" diye bağırıp babama baktığımda gözünden akan bir damla yaşa şahit oldum. O sırada odaya giren adamlar çoktan kollarımdan tutmuşlardı.

"Bırakın!" diye bağırdım avazım çıktığı kadar ama kimse beni dinlemedi, o sırada doktor da yanıma yaklaştı, elindeki iğneyi fark ettim.

"Sakın, sakın yapma onu bana!" Bağırırken hıçkırarak da ağlıyordum ama buna rağmen kendimi ona dinletemedim ve o iğneyi yaptı.

Son gücümle "Ben bir şey yapmadım, bunu ben kendime yapmadım!" diye bağırdım, hemen ardından hıçkırdım ve devam ettim. "İnanın bana," deyip sustum, o sırada aklıma Pars geldi ve iğne anında etki ettiği için başım dönmeye başladı.

"Pars," diye mırıldandım, dilimin dolandığını hissettim. Buna rağmen zorlukla "O inanır bana," dedim ve eşzamanlı olarak düşecek gibi oldum, yine beni tutan babam oldu.

Ayakta durmakta zorlanırken beni yatağa oturttu, hemen ardından da uzanmamı sağladı. O sırada bir kez daha "Pars," diye mırıldandım, şu an tek umudum oydu.

"Baba," dedim zorlukla, uykuya dalacak gibi hissederken elleri yüzümdeydi.

"Söyle kızım."

"Pars," dedim, onun gelmesini istediğimi söylemek istedim ama gücüm buna yetmedi.

Ben devam etmeyince babam kulağıma "Yalvarırım sabret biraz, her şey düzelecek," diye fısıldadı, bu sözlerine karşılık bir şeyler söylemek istedim ama yine gücüm yetmedi ve babam daha da sessiz bir ses tonuyla "Yemin ederim inanıyorum sana," diye bir kez daha fısıldadı kulağıma. Zaten bu da ondan duyduğum son şey oldu ve gözlerim usulca kapandı, uykuya daldım.

Bedenim uykudayken zihnim hâlâ uyanık gibiydi. Parmağımı hareket ettirecek gücüm yoktu ama zihnimde dönüp dolaşan onlarca şey vardı. Bu şekilde ne kadar zaman geçirdim bilmiyorum ama sanki yıllar geçti gibi hissediyorum. Bu hisle uyku ve uyanıklık arasında gidip gelirken epey bir vakit daha geçirdim. O vaktin ardından ise biraz daha iyi hissedip gözlerimi zorlukla aradım.

Gördüğüm ilk şey hemen yatağın yanındaki pencereden görünen gökyüzü oldu, havanın aydınlandığını fark ettim. Oysa ilk uyandığımda gecenin bir yarısıydı. Bu kadar çok mu zaman geçti diye düşünürken midemin bulandığını ve başımın döndüğünü hissettim. Aynı zamanda soğuk soğuk terleyip üşüyordum ve sanki üşüyen ben değilmişim gibi gözlerimin içi cayır cayır yanıyordu.

Bu yüzden gözlerimi bir anlığına kapattım, sanki böyle yapınca yanma hissi azalıyordu. Bu yüzden bir süre böyle durdum, hiçbir şey yapmadan durmak da biraz olsun daha iyi hissetmeme neden olurken daha fazla dayanamadım, gözlerimi yeniden açtım.

Gözlerimi yeniden açmak başımın da yeniden dönmesine neden olurken bunu çok umursamamaya çalıştım ve odaya bakındım. Tıpkı ilk uyandığımda olduğu gibi yalnızdım, hiç kimse yoktu. Belki bu sefer odadan çıkmayı başarırım diye içimden geçirip zorlukla doğruldum.

Doğrulurken ellerim dikkatimi çekti, ellerime baktım ve titrediklerini fark ettim. Aynı zamanda dizlerim de tir tir titriyorlardı. Bunu neden olduğunu çok iyi bildiğimden anında gözlerim doldu, hüngür hüngür ağlamak istediğim hâlde yapamadım ve sadece sessizce gözümden birkaç damla yaş akıtmakla yetindim fakat hemen ardından da o yaşları sildim.

Bunu yaparken olanlar bir kez daha aklıma geldi. Kalbimin bir yanı çok acıyordu, hatta acı içinde yanıp kavruluyordu ve çok kırgındı. Diğer yanı ise onun aksine fazlasıyla öfkeliydi ve o öfke babamın bana inanmadığını düşündükçe daha da artıyordu. Aynı zamanda bu inanmayış beni korkutuyordu da.

"Aynı şeyleri bir kez daha yaşamak istemiyorum," diye mırıldandım kendi kendime ve Pars'ı düşündüm. Babama anlattıklarımı bir an önce ona da anlatmam gerekiyordu, o bana inanırdı.

Bu düşünceyle titreyen dizilerime rağmen ayağa kalktım ve o esnada hiç beklemediğim bir şey oldu, odanın kapısı bir kez daha açıldı, babam içeriye girdi. Onu gördüğüm an bakışlarıma kırgınlık yansıdı ve ona öyle bakmaktan kendimi alamadım.

"Yine mi kalktın ayağa?" diye sorup telaşla yanıma geldi, koluma dokundu. "Hadi kızım, otur," dedi, istediğini yapmak yerine sessizce durup aynı şekilde ona bakmaya devam ederken bir anda kapının önünde Pars belirdi.

Onu gördüğüm an içim umutla doldu, buruk da olsa tebessüm ettim.

"Pars," derken gözüm ondan başkasını görmüyordu, ağır adımlarla yanıma geldi ve tam karşımda durup gözlerimin içine baktı. İşte o an gözlerindeki duygusuzluk canımı çok yaktı. O duygusuzluk kalbimi değil, içimi kırdı. Aynı zamanda boğazım düğümlendi, içimdeki bütün umut söndü, canım bir kez daha yandı ve bir kez daha kalbimde derin bir yara açıldı. İşte benim de en büyük sorunum buydu;

O, her seferinde bir şekilde canımı yakıyordu ve ben yaralarımı sarsın diye ona koşuyordum.

İşte bu yüzden hiçbir zaman iyileşemiyordum.

Bu düşünce canımı daha çok yakarken "Ben yapmadım," diyebildim bir tek ve gözlerim doldu, tam o an arkasında birini fark ettim. Gözlerimi zorlukla onun yeşil gözlerinden çekip arkasına doğru baktım ve hiç görmemem gereken birini gördüm.

Ayşin buradaydı, karşıma geçmiş kazanmanın verdiği memnuniyetle gözlerimin içine bakıyordu.

Onu gördüğüm an öfkem gün yüzüne çıktı ve ben bu öfkeyi saklamaya gerek duymadım.

"Her şey senin yüzünden oldu!" diye bağırıp üzerine yürüdüm. "Sen yaptın!" diye bağırırken yanına ulaşmış tüm gücümle göğsüne vurmuş ve onu ittirmiştim.

"Öldüreceğim seni!" diye bağırmaya devam ederken tüm gücümle de vurmaya devam ediyordum. Ta ki kolumdan tutulup da geriye çekilene ve ondan uzaklaştırılana kadar.

Geriye doğru savrulduğumda Pars'a yaklaşmış ve bunu yapanın o olduğunu anlamış oldum. Bunun için ona kızmak yerine yalvarırcasına gözlerinin içine bakmaya devam ettim.

"Bu kadın yaptı," dedim, bu cümleyi kaçıncı kez kurdum bilmiyorum ama hiç kimse beni dinlemiyor, anlamıyordu.

"Beni bu hâle bu getirdi." Çaresizce konuşmaya devam ettim ve o da karşımda tepkisiz durmaya devam etti. Bu tepkisizliği beni sinirlendirirken daha fazla dayanamadım bu kez de onun göğsüne vurdum.

"Bir şey söylesene!" diye bağırdım. "İnansana bana, bir şey yapsana! Suçlu arkanda duruyor niye sesin çıkmıyor?" Bağırırken bir kez daha gözyaşlarım akmaya başladı, artık buna dayanamıyordum.

Onun gözlerinin içine bakıp ağlamaya devam ederken onun da bana inanmadığını anladım. Bu yüzden sessiz, bu yüzden tepkisizdi.

"Sizi asla affetmeyeceğim!" dedim, o sırada babam yanımıza geldi.

"Kızım hadi gel sakince konuşalım," dediği an öfkeyle ona döndüm.

"Konuşmayacağım sizinle! Söyleyeceğim hiçbir şeye inanmıyorsunuz zaten! Size yemin ederim size de hayatımın sonuna kadar affetmeyeceğim!' deyip hâlâ bana bakan Ayşin'e çevirdim bakışlarımı.

Öfkeyle gözlerinin içine bakarken yüzündeki sinsi ifadeyi fark ettim. Öfkeme bir kez daha kendime hâkim olamadım. Babamın ve Pars'ın boşluğuna denk getirip aralarından sıyrıldım, ona yaklaştım.

"Senin yüzünden!" dedim büyük bir öfkeyle.

"Ayliz ne diyorsun ben gerçekten anlamıyorum," dedi, bu tavırları giderek sinirimi bozmaya başlamıştı.

"Hâlâ numara yapıyorsun," derken ona vurmamak için kendimi çok zor tuttum.

"Ayliz," dedi arkamda kalan Pars ama onu umursamayıp kadına bakmaya devam ettim.

"Bu yaptığın yanına kalmayacak!" diye haykırdım yüzüne karşı, karşımda gerçekten masummuş gibi durmaya devam etti.

"Ayliz lütfen..." dedi, muhtemelen yine kendini savunmak istedi ama ben devam etmesine izin vermedim, çünkü kendime daha fazla engel olamadım saçına yapıştım.

"Öldüreceğim seni!" diye bağırırken saçlarına tüm gücümle çektim, neredeyse bütün hastanede yankılanacak kadar büyük bir çığlık attı.

"Bırak!" diye bağırdı ama bırakmak yerine hırsımı çıkarmaya devam ettim. O sırada Pars yanımıza geldi ve beni Ayşin'den uzaklaştırmaya çalıştı.

"Ayliz bırak!" diye bağırınca daha da öfkelendim, daha da sert çektim saçlarını.

"Bırakmayacağım! Öldüreceğim bunu! Her şey bunun yüzünden oldu! Mahvedeceğim seni!" diye bağırıp vurmaya çalıştım, o sırada Pars fiziksel gücünün avantajını kullanıp beni kolaylıkla Ayşin'den uzaklaştırdı.

"Yeter artık, sakin ol biraz," dedi bu durum içindeyken ondan beklemediğim kadar sakin bir ses tonuyla.

Ben ise onun aksine bağırarak "Ne yeter ya ne yeter! Görmüyor musunuz her şey bunun yüzünden oldu!" diye bağırdım, Pars bir şey söyleyecek gibiyken bir anda yeniden başım döndü ve düşecek gibi oldum.

Bu kez beni tutan o oldu, tutarken de "Tamam, sakin ol biraz," diye fısıldadı ve beni yatağa oturtmak istedi ama tabii ki buna izin vermeyip önce ellerini ittim sonra da kendini itip yanımdan uzaklaştırdım.

"Size burada bağıra çağıra gerçeği anlatıyorum," dedim, o sırada Ayşin odadan çıkıp gitmişti. "Ama siz beni dinlemiyorsunuz! Allah kahretsin umurunuzda bile değilim!" deyip salak gibi yine ağlamaya başladım.

"Nefret ediyorum sizden! Bana inanmamanızdan nefret ediyorum! Allah kahretsin hepinizi!" Bağırarak söyledim tüm bunları ve Pars'a baktım.

Susmak yerine ona yaklaşıp gözlerinin içine baktım.

"Sen soktun bu kadını hayatımıza! Senin yüzünden bana bunu yaptı! O adamı bile bulamadın, belki o da aynı şeyi yapmıştı ama muhtemelen sen onu aramadın bile! Tıpkı az önce babamın yapmaya çalıştığı gibi sana inanıyorum deyip kandırdın beni!" Nefesim kesildi konuşurken, nefes alıp daha sakin bir şekilde devam ettim.

"Hani beni koruyacaktın?" diye sordum ve cevap alamayacağımı çok iyi bildiğimden cevap beklemeyip gözlerimi babama çevirdim.

"Beni korusun istediğin adamın hayatımıza soktuğu kadın yüzünden bu hâldeyim ve sizin gözünüz o kadar kör olmuş ki bunun farkında bile değilsiniz!" derken artık bir şeyler söylemelerini istedim ama onlar yine sessiz kaldılar.

"Susmanızdan nefret ediyorum!" deyip ellerimi saçlarıma geçirdim ve onları arkamı döndüm, yanlarından biraz uzaklaştım.

"Ben yine hastaneye kapatacaksınız!" deyip yeniden onlara baktım. "Yine mahvedeceksiniz hayatımı!" dediğimde Pars nedenini anlayamadığım bir şekilde bir anlık arkama doğru baktı.

Bu yaptığı kaşlarımı çatmama neden olurken ben de arkama baktım ama hiçbir şey göremedim. Yeniden ona döndüğümde gözlerini önüne çevirmiş, ellerini öfkeyle yumruk yapmış ve sessiz kalmayı tercih etmişti.

"Hayır bile diyemediniz," dedim hayal kırıklığıyla. "Mahvedeceksiniz değil mi yine hayatımı?"

"Ben doktorunla konuşsam iyi olacak," diyen babamın sesi berbat çıkarken telaşla gözlerimi ona çevirdim.

"Yapma baba," dedim, gözlerinin içinin kıpkırmızı olduğunu fark ettim. Onu bu kadar kahreden şeyin ne olduğunu anlayamazken bana arkasını döndü ve kapıya doğru yürüdü. "Baba," dedim, peşinden gitmek istedim ama Pars önümde durup engel oldu bana. O sırada babam da çıkıp gitti.

"İyi değil adam, bırak gitsin," dediğinde hızla birkaç adım geri gidip ondan uzaklaştım ve gözlerinin içine baktım.

"Ben iyi miyim?" diye sordum. "Siz bana ne yaptığınızın, ne yapacağınızın farkında değil misiniz? Siz benim hayatımı mahvediyorsunuz!" Son cümlemde istemsizce yine bağırmıştım.

Pars, konuşmak için dudaklarını araladığında umutla baktım gözlerinin içine. Bu bakışımı fark edince gözlerini kaçırdı benden ve dudaklarını yeniden birbirine bastırdı. Her ne söyleyecekse söylemekten vazgeçti diye içimden geçirirken hareket eden âdemelmasından yutkunduğunu fark ettim.

Hemen ardından da yeniden gözlerimin içine bakıp "Ayliz, ağlama artık," dedi ve konuşmama fırsat vermeden ekledi. "Hadi, uzan dinlen biraz."

Daha fazla dayanamadım ve sinirle güldüm. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Ya siz hiç mi sevmiyorsunuz beni? Söylediklerim sizin için bu kadar mı değersiz, anlamsız?"

Yine sustu, yine tek kelime edemedi.

"Hâlâ susuyorsun," derken gözümden bir damla daha yaş aktı ve Pars gözlerini benden çekti, göz teması kurmaktan kaçındı. "Yüzüme bile bakmıyorsun."

Yine sessiz kalmayı tercih etti.

"Ben sana güvenmiştim," derken gözyaşlarım hızlandı. "O kadında bir şeyler olduğunu bildiğim hâlde Pars bana zarar vermesine izin vermez demiştim," dedim ve ekledim. "Ama izin verdin,"

Derin bir nefes aldı, yine ne gözlerime bakabildi ne de konuşabildi.

"Ve ben buna rağmen ilk uyandığımda babamın bana inanmadığını anladığımda yine güvendim sana, senin gelmeni bekledim, o inanır bana dedim ama sen inanmıyorsun bana."

Bir kez daha yutkunduğuna şahit oldum.

"Ne yaparsam yapayım ne dersem diyeyim yaşanacaklara engel olamayacağımı, beni o hastaneye yine götüreceğinizi çok iyi biliyorum," dedim ve ona doğru bir adım atıp biraz daha yaklaştım. Ancak o an gözleri beni bulduğunda da "Ama unutma ki her şey tekrar ettiği gibi benim o hastaneden çıkışımda tekrar edecek. Er ya da geç bir gün oradan kurtulacağım ama bu kez hayatımda siz olmayacaksınız," dedim, kaşlarını çattı.

"Ne sen ne de babam, ikiniz de benim için ölmüş olacaksınız." Bu kez konuşacak gibi oldu ama bu sefer de ben engel oldum ona. "Daha önce bunu yaptığınızda ve her şey bittiğinde size hak vermeye başlamıştım, beni kurtardılar demiştim kendi kendime ama bu kez demeyeceğim çünkü bu kez haklı değilsiniz ve asla haklı olmayacaksınız. Siz bana inanmıyorsunuz, güvenmiyorsunuz ve yemin ederim ki bugün olanları hayatımın sonuna kadar unutmayacağım ve ikinizden de nefret edeceğim," dememle bana arkasını dönmesi ve kapıya doğru yürümesi bir oldu.

Sanki söylediklerimi daha fazla duymak istemiyor gibiydi.

Tam odadan çıkacakken "Tan'ı hayatımdan çıkarmak için elinden geleni yapmıştın," dedim, olduğu yerde kaldı. Kasılan vücudunu buradan bile fark ederken devam ettim konuşmama. "Bunu benim için yaptığını, onun bana zarar vereceğini bildiğini söylemiştin," dediğimde bile dönüp bakmadı bana ama odadan da çıkıp gitmedi, dinlemeye devam etti.

Hissedeceklerini zerre umursamadan "Kendince ondan koruyordun beni," dedim ve gözümden bir damla yaş akarken hayal kırıklığıyla ekledim. "Keşke kendinden de korusaydın, sen ondan daha çok zarar verdin bana," dediğimde sonunda dönüp yüzüme bakabildi.

Gözlerimin içine bakarken ise söylediği tek şey "Her şey düzelecek," oldu, o an bozulan sinirlerim yüzünden kahkaha attım, bir yandan da hâlâ gözyaşlarım akmaya devam ediyordu. Bu yüzden sinilerim daha da bozulurken odanın kapısı diğer taraftan açıldı ve doktor olduğunu tahmin ettiğim biri içeriye girdi.

O girerken de Pars bunu fırsat bilmiş olacak ki sessizce çıkıp gitti odadan.

O giderken doktorla göz göze geldim ve görecek olmasını zerre umursamayıp göz devirdim, gözlerimi önüme çevirdim. O sırada doktor yanıma gelip "Oturun lütfen," dedi, el mecbur tek kelime bile edemeden dediğini yaptım, yatağa oturdum. O da işini yapıp beni muayene etti ve işi bittikten sonra da sessizce odadan çıkıp gitti. O çıkarken de babam yeniden odaya girdi.

Onu görünce gözlerim ondan çektim, yüzüne bakmadım. Yanıma geldi ve yatağın kenarına oturdu. Buna rağmen dönüp bakmadım.

"Söz veriyorum her şey yoluna girecek," dedi, gerçekten artık kendine inandığımı mı zannediyordu? "Güven bana," dediğinde histerik bir şekilde güldüm ve dayanamayıp gözlerimi ona çevirdim.

"Sana bir daha hayatımın sonuna kadar güvenmeyeceğim," dedim bir an bile olsun tereddüt etmeden ve bunun onun canını ne kadar yakacağını düşünmeden. Tıpkı ben de artık onlar gibi onları düşünmüyordum. Hatta ne hissettikleri umurumda bile değildi. Yıllardır onlar da bana aynı şeyi yapıyorlardı.

"Ayliz..." dedi ama devam etmesine izin vermedim.

"Konuşmak istemiyorum, sen de kendini boşa yorma ve git buradan," dememe rağmen konuşacak gibi olduğunda "Seni artık görmek bile istemiyorum," dedim kıpkırmızı gözlerinin yine dolduğunu fark ederken bunu zerre umursamadan "Keşke o test ve Pars'a gelen o mesaj doğru olsaydı," dedim, anında yüz ifadesi değişirken de devam ettim.

"Gerçekten gerçek kızın olmasaydım keşke, o zaman bu olanlar canımı bu kadar yakmazdı," deyip gözlerinin içine baktım. "Kabul et baba; sen ailesi olmayan 4 adama babalık yaptın ama bana yapamadın, onları sevdiğin kadar sevmedin beni, onlara güvendiğin kadar güvenmedin bana," derken benim de gözyaşlarım yeniden akmaya başlamıştı.

"Onların iyi bir hayatı olsun diye elinden geleni yaparken benim hayatımı sen mahvettin ve bunun farkında bile değilsin," deyip gözlerimi çektim ondan, daha fazla bakamadım yüzüne.

"Şimdi karşıma geçip de boşuna üzgünmüş gibi yapma, yine beni ayağınızın altından çekiyorsunuz işte, istediğin kadar mutlu olabilirsin artık," dedim, eşzamanlı olarak tıpkı Pars gibi söylediklerimi duymak istemiyormuşçasına yanımdan kalktı ve sessizce odadan çıkıp gitti.

Ben ise yine yalnız kaldım, tıpkı bundan sonra hep olacağı gibi...

Bu düşünce beni daha çok ağlatırken çok geçmeden odanın kapısı bir kez daha açıldı ve bu kez içeriye bir hemşire girdi. Genç kız yanıma gelip "Taburcu olacaksınız, isterseniz üzerinizi değiştirmenize yardımcı olabilirim," dedi.

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Kendim giyinirim," dedim, kız beni başıyla onaylayıp odadan çıktığında ise ayağa kalktım ve odadaki dolaba gittim. Tam da tahmin ettiğim gibi kıyafetlerimi orada bulup üzerimi değiştirdim.

Üzerimi giyindikten sonra istemeye istemeye çıktım odadan ve kapının önünde beni bekleyen Pars'la karşılaştım. Ona gözümün ucuyla bile bakmayıp etrafta babamı aradım, o sırada yanıma geldiğini fark ettim.

"Baban doktorla konuşmak için gitti, işi bittikten sonra yanımıza hastaneye gelecek," dedi, sanki onu duymamış gibi hiç tepki vermedim, hâlâ ona bakmıyordum.

"Hazır mısın sen?" diye sordu ama bu sorusuna da cevap vermedim, o yokmuş gibi davranmaya devam ettim.

"Konuşma," dedi pes etmiş bir şekilde ve ekledi. "Takip et beni," deyip koridorun sağına doğru yürüdü. Yapabileceğim hiçbir şey olmadığı için mecburen peşinden yürümek zorunda kaldım.

Birlikte hastaneden çıktık ve kapıda bizi bekleyen arabasına bindik. Arabaya bindiğimde artık sıkıntıdan mideme ağrı girmişti. Bu ağrıyla baş etmeye çalışırken Pars'ın da tuhaf olduğunu fark ettim. Yüz ifadesine bakılırsa canı sıkkındı ve bir sorun vardı fakat artık ona dair hiçbir şey umurumda değildi, bu yüzden inatla tek kelime bile etmedim.

Bir hastaneden çıkıp diğerine ulaştığımızda arabadan inen ilk o oldu. Muhtemelen benim de inmemi bekledi ama inmedim, oturmaya devam ettim. Pars, beklemek yerine yanıma geldi ve kapıyı açtı.

"İn hadi," dedi, tam karşıya bakarken dönüp ona hiç bakmadan istemeye istemeye olsa da indim arabada ve tek kelime etmeden yanından geçip hastaneye girdim.

Peşimden geldiğini bilirken bahçeden geçip binaya girdim, doğrudan doktorun odasına yürüdüm. Odanın önüne ulaştığımda Pars benden önce davrandı, odaya girdi, ben de peşinden girdim.

Enver Bey bizi görünce ayağa kalktı, yanımıza geldi. Tam karşımda durduğunda "Yeniden bu hâlde olduğumuz için üzgünüm," dedi, onunla da konuşmadım. "Sanırım en başa dönmüşüz," dedi ben konuşmayınca ve Pars'a baktı.

"Benimle gelin lütfen," deyip odadan çıktı, ben de peşinden çıktım. Pars da bizim arkamızdan gelirken aynı kattaki bir odaya gittik, hep birlikte içeriye girdik.

"Burası senin odan, tedavi sürecinde burada kalacaksın," dedi ve saatine baktı. "Seninle ilgilenecek hemşire arkadaşımı göndereceğim, benim şimdi çıkmam lazım ama gün içinde yanına uğrayacağım," dedi, muhtemelen artık bir şeyler söylememi bekledi ama yine sessiz kaldım.

Enver Bey cevap alamayacağını anlamış olacak ki başka bir şey söylemeden odadan ayrıldı. O gittiğinde Pars'la yalnız kalmış olduk ve hiç istemediğim hâlde dönüp yüzüne baktım.

"İstediğin oldu işte, kapattın yine beni buraya, şimdi siktir git buradan," dememle bakışları sertleşti ama yine de hiçbir şey demedi.

"Bir daha da sakın gelme, o savcına da söyle o da sakın gelmesin. Hayatım boyunca ikinizin de yüzünü bir daha görmek istemiyorum."

Söylediklerime kızmak yerine beklediğimden daha sakin bir tavırla "Eyvallah," dedi ve istediğimi yapıp arkasına bile bakmadan çıkıp gitti.

O gittiği an gözyaşlarım akmaya başladı, ağlarken yatağa uzandım ve ayaklarımı karnıma kadar çekip içimden geldiği gibi ağladım.

Aslında her şey bir yana kendimi gerçekten de kötü hissediyordum çünkü istemeyerek de olsa uyuşturucu kullanmıştım, hem de yüksek dozda ve sanırım kendimi bundan kurtarmam kolay olmayacaktı ama artık bu, umurumda bile değildi.

Nefes alamadığımı hissederken odanın kapısı açıldı ve hemşire girdi içeriye. Bana bakıp sanki ağlayan aciz bir kadın görmüyormuş gibi tebessüm etti, yanıma geldi ve damar yolu açıp bir serum bağladı. Tüm bunlar olurken hiç sesimi çıkarmadım.

Hemşire işini bitirdikten sonra odadan çıkıp gitti, yalnız kaldım ve yalnız başıma epey bir vakit geçirip akşamı ettim. Tabii vakit geçince hemşire bir kez daha gelip biten serumu çıkarmış, sonrasında da yine beni yalnız bırakmıştı.

Akşam olduğunda yalnızlığıma son veren şey babamın gelmesi oldu. Açıkça gelmemesini istediğim hâlde gelmesi sinirimi bozarken odaya girer girmez önce dikkatle beni inceleyip sonra da ağır adımlarla yanıma yaklaştı ve geldiğimden beri hiç kalkmadığım yatağın kenarına oturup uzun uzun konuştu benimle fakat ben ona tek kelime etmedim, onunla konuşmak istemedim, hatta konuşmak bir yana yüzüne bile bakmadım ve bunu bundan sonra böyle devam ettirmekte kararlıydım.

Fakat o da beklediğimin aksine hemen pes edip de gitmedi, tüm gece yanımda kaldı. Bir ara yeniden hemşire geldi yanıma, kan falan aldı ve yine işini halledip odadan çıktı. O gittikten bir saat sonra babam da kalkıp gitmek zorunda kaldı. Giderken bile yüzüne bakmadım.

Vakit gece yarısını geçtiğinde uzanmaktan sıkılıp ayağa kalktım ve pencerenin kenarına gittim. Demir parmaklıkları olan pencereyi açtım ve temiz hava almaya çalıştım. Buradan bir şekilde kurtulmam gerekiyor diye içimden geçirirken hastanenin duvarlarının fazlasıyla engin olduğunun farkına vardım.

Bunun farkına varmak usulca bulunduğum odanın kapısına dönmeme neden oldu. Çok zordu, hatta başarılı olmam çok küçük bir ihtimaldi ama yine de deli cesaretiyle şansımı denemek istedim. En fazla yakalanırdım ve sonucunda şu andan farklı bir durumda olmazdım. Hem hesap vermekten korktuğum hiç kimse yoktu artık, hiçbiri umurumda değildi.

Aldığım bu kararla odanın kapısına doğru yürüdüm. Bir an için ya kapı kilitliyse diye düşünüp gerildim, kapıya ulaşınca da derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım ve kolunu usulca indirdim.

Duyduğum sesle kapının açıldığını anlayıp sevinç çığlığı atmamak için kendimi çok zor tuttum ve hızla gözlerimi açıp kapıyı araladım, koridora bakındım.

Kimse olmadığından emin olduktan sonra sessiz adımlarla odadan çıktım, merdivenlere doğru yürüdüm. Hem hızlı hem dikkatli hareket ettim ve birinci kata ulaştım. Ön kapıdan çıkmam imkânsız olduğundan doğrudan arka kapıya yöneldim. Kimseye yakalanmadan arka kapıya ulaştım, kapının açık olmasını umut edip şansımı denedim ve bir kez daha işler yolunda gitti, kapı açıldı.

Hızla kendimi bahçeye attım ama ilerlemek yerinde durdum. Fazla kolay olmamış mıydı? Sahi neden bu kadar kolay oldu ki? Bu işin içinde bir şey olmasın?

Şüpheye düşmek kaçmak yerine durmama neden olurken ne yapacağımı bilemedim çünkü gerçekten her şeyin bu kadar kolay olmaması gerekiyordu, bu çok normal bir durum değildi. Ne de olsa burası sıradan bir hastane değildi. Bağımlıların tedavi edildiği bir yerdi ve güvenlik önlemlerinin bu denli az olması, hatta hiç olmaması çok saçmaydı.

Bunları düşünmek olduğum yerde durmaya devam etmeme neden olurken her şeye rağmen şansımı denemek istedim ve derin bir nefes alıp koşarak duvara yaklaştım. Birkaç taşı üst üste koyup duvarın üstüne tutundum, kendimi zorlukla yukarıya çektim. Hemen ardından da hızla diğer tarafa atladım. Bir an yere düşecek gibi oldum ama ayaklarımın üzerinde durmayı başardım.

Etrafa bakınıp gülümsedim, kaçmış mıydım yani şimdi? Bu kadar kolay mı olmuştu? Bunu düşünüp kendi kendime gülümsemeye devam ederken arkamda birinin varlığını hissettim.

"Bir yere mi gidiyorsun?" Eşzamanlı olarak Pars'ın sesini duydum ve hızla arkama döndüm, yeşilleriyle temas etti gözlerim.

Bu bakışma sadece birkaç saniye sürdü, daha fazla sürmesine izin vermedim ve ona arkamı döndüğüm gibi var gücümle koşmaya başladım.

"Ayliz dur!" diye seslendi arkamdan ama tabii ki durmadım, hatta daha da hızlı koştum.

Oysa yakalanacağımı çok iyi biliyordum.

Birkaç dakika sonra zaten tam da beklediğim şey oldu, Pars beni hastanenin biraz uzağında, bir marketin önünde, yakaladı ve yakaladığı an sırtımı o marketin duvarına yaslayıp derin derin nefes aldı.

Tıpkı onun gibi nefes nefese kaldığımdan ben de derin derin nefesler alırken bunun yanlış olduğunu düşünüp bir kaçma girişiminde daha bulundum ama bu kez tek bir adım bile atamadan engel oldu bana.

"Gözünü seveyim dur artık," dedi ve kaçmama engel olmak için iyice yaklaşıp duvara sıkıştırdı beni.

Bunu yaparken hâlâ nefes nefeseydi, benim de ondan bir farkım yoktu ve bu hâlde olduğu için aldığı her nefesi yakınlığından dolayı dudaklarımda hissediyordum.

Bu durumda bile bu, heyecanlanmam için yeterli olurken aldığım nefesler yüzünden hızla inip kalkan göğsüm, onun göğsüne değiyordu.

"Ayliz," diye fısıldadı nefeslerinin arasından ve gözlerini kapattı. O kendine gelmeye çalışırken kokusu ciğerlerimi doldurdu ve o kokuyla ben de gözlerimi kapattım.

"Bırak beni," dedim yalvarırcasına ve sesim titredi. "Oraya dönmek istemiyorum," derken gözlerimi araladım, bakışlarımız bir kez daha kesişti.

"Ayliz," dedi bir kez daha ve eli yüzümü buldu, yanağımı okşadı. Neden böyle davranıyor anlayamazken yanağımdaki eli boynuma indi. Sıcacık elini tenimde hissetmek sonsuz duyguların içine sürüklenmeme neden olurken beni usulca kendine çekti ve hiç beklemediğim bir şey yapıp sımsıkı sarıldı.

Şaşkınlığından dolayı hiçbir şey yapamazken yüzünü saçlarımda hissettim. Bu his midemde kelebeklerin uçuşması için yeterli olurken eli saçlarımda gezindi ve saçlarımı okşadı.

"İyi misin?" diye sordu, ciddi anlamda ne olduğunu anlamıyordum şu an.

"İ-iyiyim," derken istemsizce kekelemiştim.

Pars, ağır hareketlerle benden ayrıldı ve yüzüme avuçlarının arasına alıp gözlerimin içine baktı.

"Her şeyi biliyorum," diye fısıldadı, şaşkınca kalakaldım karşısında. Her şeyden kastının ne olduğunu anlamaya çalışırken konuşmaya devam etti.

"Ayşin'in sana ne yaptığını biliyorum," diye ekledi, gözlerim doldu. Doğruyu mu söylüyordu? Biliyor muydu? İnanmış mıydı bana? Ama o zaman neden bu hâldeydik biz?

"İnanıyor musun bana?" diye sordum titreyen sesimle.

"En başından beri," dedi hiç tereddüt etmeden. O sırada aklıma gelen ihtimalle yüzümde buruk bir ifade oluştu.

"Kandırıyorsun beni," dedim, kaşlarını çattı. "Yeniden oraya götürmek için kandırıyorsun, yalan söylüyorsun, inanmıyorsun bana!"

"Bunu istesem sana burada dil dökmek yerine kolundan tutup zorla götürürüm, bunu yapabileceğimi biliyorsun ama şu an bana ihtiyacım yok," dedi, sanırım haklıydı ama anlamsızdı da bu yaptığı. Bana gerçekten inanıyor olsaydı biz şu an burada olur muyduk?

"Neden, neden bugün inanmadığını söyledin o zaman bana? Neden bana öyle davrandın? Beni buraya getirdin, umursamadın, dinlemedin, ya sen..." Sözümü kesti.

"Anlatacağım," dedi. "Ama önce sessizce, olay çıkarmadan benimle gelmen gerekiyor," diye ekledi.

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Gelmem, yine beni oraya götüreceksin!"

"Ayliz," dedi sakince. "Oradan kaçmanı sağlayan benim zaten, o kadar kameraya rağmen nasıl kaçtığını hiç mi düşünmedin? Odanın kapısının, arka kapının açık olması seni hiç mi düşündürmedi?" Afalladım, ne diyeceğimi bilemedim. "Ya da gecenin bir yarısı burada sana bekçilik yaptığımı düşünmüyorsun herhalde, sen çık diye bekliyorum kaç saattir," dedi, aklım daha da karıştı.

Madem kaçmamı istiyordu, bunun için bana yardım etmişti niye beni buraya kapattı o zaman? Ya da burada kaçmamı beklemek yerine içeri girip niye almadı beni? Her şey çok karışıktı ve sanırım onunla gidip her şeyi öğrenmekten başka şansım yoktu ama bunu yapmak da istemiyordum.

"Güvenmiyorum sana," dedim, gözlerine çöken hüznü fark ederken bunu umursamadım ama gözlerine de bakamadım ve gözlerimi kaçırdım.

"Yemin ederim oraya gitmeyeceğiz, sadece konuşmak için daha uygun bir yere gideceğiz," dedi, istemsizce yeniden gözlerim onu bulduğunda salak gibi yine ona güvenmek istedim. İçimdeki ses bunu yapma dese de eğer gerçekten beni kandırıyorsa zorla yine götürür, peşimi bırakmaz zaten diye içimden geçirip bir kez daha ona güvenmeyi tercih ettim.

"Peki," dedim el mecbur ve bunun için bir kez daha pişman olmamayı diledim. "Gidelim," diye ekledim, aldığı cevaptan fazlasıyla memnun olurken elini uzattı. Aldığım kararın ardından uzattığı eli bir an bile olsun tereddüt etmeden tuttum ve birlikte hastanenin doğru yürüdük.

Bunun için bile hiçbir şey sormadan sadece ona ayak uydurdum. Birkaç dakikalık yürümenin ardından hastaneden epey bir uzaklaşmış olduk. Daha ne kadar yürüyeceğimizi, bu yolun sonunun nereye çıkacağını düşünürken siyah bir arabanın yanında durduk.

Durur durmaz Pars arka kapıyı açıp binmemi söyledi. Yine hiçbir şey sormadan arabaya bindiğimde kendisi de hemen yanıma bindi. O binerken şoför arabayı çalıştırdı, bindiğinde de gaza bastı ve uzaklaştık.

Meraktan deliriyor olsam da yol boyunca ağzımı açıp da tek kelime etmedim, bir şey sormadım ve sabırla onun konuşmasını bekledim. Yaklaşık on dakika kadar sonra bir yol kenarında durduk. Pars şoföre arabadan inmesini söylediğinde adam indi ve yalnız kaldık. İşte ancak o an gözleri beni bulabildi, sanırım sonunda bir şeyler öğrenme vakti geldi diye içimden geçirdim.

"Suçsuz olduğunu biliyorum," dedi, doğrudan konuya girmiş oldu. "O gece her şeyin farkına vardım, daha doğrusu çoktandır farkındaydım."

Dayanamayıp araya girdim. "Neyin farkındaydın?" diye sordum.

"Ayşin'in yaptıklarının," dedi, tek kaşımı kaldırdım. "Bir nedenden dolayı bizi ihanet ettiğinin farkındaydım," dediği an şaşkınca kaldım karşısında.

"Çok uzun zamandır tanıyorum onu, nasıl biri olduğunu çok iyi biliyorum ama buraya geldiğinden beri çok tuhaftı. Ben de nedenini merak edip araştırmaya başladım, araştırırken de tuhaflığının nedeninin bir ihanet olduğunu öğrendim fakat ne yapacağını da kimin için bize ihanet ettiğini de bilmiyordum, bu yüzden beklemeye başladım." O anlatırken büyük bir şaşkınlıkla dinledim onu.

"Zamanla seninle uğraşmaya başladığını fark ettim, seninle bir derdi olduğunu anladım ama bir türlü ne derdi olduğunu çözemedim. Bu yüzden onu hep yakınımda tuttum, tüm bunlar olurken sen gece odana gelip sana saldıran bir adamdan bahsettin, ben de ikisi arasında bir bağlantı olduğunu düşünüp bunu araştırmaya başladım." Yine dayanamayıp araya girdim.

"Ama adamı bulamadın," dedim, yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Bara gelip bana bu olaydan bahsettiğin günün gecesi ben adamı bulmuştum bile," dediği an şok oldum, ciddi miydi acaba yoksa benimle dalga mı geçiyorsun.

"O gece buldun mu adamı gerçekten?" diye sordum, başını sallayarak onayladı beni.

"Sekiz saat sürdü bulmam, bu bile uzun bir süre benim için," dedi, ne diyeceğimi bilmezken anlatmaya devam etti. "Ama normalden biraz daha uzun sürmesi normal bir yandan da ne de olsa Ayşin de işini çok iyi yapan biri. Daha doğrusu zamanında öyleydi, şimdi bir hain. Bu yüzden tüm yeteneklerini kullanıp iyi sakladı adamı, fakat sadece sekiz saat sürdü bu." Şu an kendisiyle gurur duyuyor gibiydi, ben de hayretler içinde onu izliyor ve dinliyordum.

"Fakat adamla aralarındaki bağlantıyı çözmem biraz zamanımı aldı. Sana uyuşturucu verdiği gece hep beraber size gelmeden yarım saat kadar önce derdinin ne olduğunu ve seni öldürmek isteyen o adamlarla iş birliği yaptığını anlamıştım. Zaten bu yüzden o gece sana yarın mutlu olacağın bir şeyler olacak demiştim"

Kaşlarımı çattım. "Madem o gece anlamıştın neden o gece bir şey yapmadın o zaman? Niye bana bunu yapmasına izin verdin?"

"Fırsatım olmadı," dedi, bunu derken kendine fazlasıyla öfkeli gibiydi. "Her şey beklediğimden daha hızlı oldu. Böyle bir şey yapacağını tahmin edemedim, uyuşturucu yoluna başvuracak olması zaten aklımın ucundan bile geçmemişti. O gece senden beş dakika kadar sonra ben de eve girdim ve ne sen salondaydın ne de Ayşin, bu yüzden telaşla yanına çıktım. Odaya girdiğimde seni yerde baygın buldum, Ayşin yanından çoktan ayrılmıştı ve lavabodaydı. Çıktığında da her şeyden habersiz gibi davranmıştı."

Bu sözleri aklımı daha da karıştırdı.

"Madem ilk andan beri buna inanıyorsun ve her şeyin suçlusun o kadın olduğunu biliyorsun bugün yaşananlar neydi? Beni neden o hastaneye götürdünüz? O kadın niye hâlâ yanındaydı ve niye ona güveniyor gibiydiniz? Tüm bunların da mantıklı bir açıklaması vardır umarım," dedim.

Başını salladı. "Var," dedi, sabırla onları da anlatmasını bekledim ve bunun için beni çok bekletmedi. "Onun hakkında öğrenmem gereken başka şeyler de vardı ve o tüm gün yanımdaydı, eğer sana inansaydım ve onu suçlasaydım asla bir şeyleri öğrenemezdim." Az çok onu anlamaya başlarken konuşmaya devam etti.

"Sana da hiçbir şey anlatamazdım, kusura bakma ama sana bu konuda güvenemezdim. Gidip öfkeyle bütün her şeyi öterdin." Kaşlarımı çattım, sinirli bir ifadeyle baktım yüzüne.

"Hiç boşuna bakma öyle, çok iyi tanıyorum seni," dedi.

Sanırım bu konuda gerçekten de haklıydı. O pislik bana zarar vermişken ve herkesin bana inandığını bilirken onun yüzündeki kazanmanın verdiği o sinsi ifadeye karşı sessiz kalamaz, öfkeyle her şeyi söylerdim muhtemelen. Değil Pars, ben bile bu konuda kendime pek güvenmiyorum.

"Her neyse," dedim, daha fazla uzatmak istemedim ve "Hadi devam et," diye ekledim.

"Anlatacak başka bir şey yok, her şeyi anlattım işte," dedi. "Bir şeyler öğrendim ve dahasını da öğrenmek istediğim için sessiz kaldım fakat dahasını öğrenemeden harekete geçti ve sana bunu yaptı. Amacı seni yüksek doz uyuşturucudan öldürmekti, tabii erken müdahale edilmemiş olsaydı. Sonra da işte onun hakkında bir şeyler bildiğimi bilmesin diye onun istediği şeyler oluyormuş gibi mecburen bugün yaşanılanlar yaşanmasına izin vermek zorunda kaldım. Hastane odasındayken yanımızda değildi ama hemen kapının önündeydi ve pek emin değilim ama sanırım odada kamera ya da dinleme cihazı vardı, bu yüzden o odada değilken de oyuna devam etmek zorunda kaldım," dedi, soru soracak gibi oldum ama sanki soracağım şeyleri biliyormuş gibi devam edip cevaplarımı verdi.

"Kliniğe giderken de klinikte de dinlendiğimizden şüphe edince oralarda da sana bir şey anlatamadım. Seni alıp başka bir yere de götüremedim çünkü takip eden birileri vardı. O takip edenlerden kurtulmam kolay olurdu ama işime gelmedi, çünkü kurtulsaydım Ayşin yine kendinden şüphe ettiğimi ya da bir şeyler bildiğimi anlayıp gerçeklere ulaşmama engel olacaktı ve işler sarpa saracaktı," dedi, çoğu sorumun cevabını almış oldum ama o buna rağmen devam etti.

"Seni kliniğe bıraktıktan sonra oradan ayrıldım ama ben çıktıktan sonra gizliden benim ekipten biri hasta yakınıymış gibi hastaneye girip hastanedekilerle konuştu. Kaçmaya çalışırsan engel olmamaları konusunda onları uyardı. Şu an o hastanenin ön kapısında ben gelecek miyim diye bekleyen birileri var. Bu yüzden yanına gelemezdim ve sen kaç diye her şeyi ayarladım. Kaçmakta usta olmuş birinin ön kapıyı kullanmayacağını çok iyi biliyordum. Sen de tam da tahmin ettiğim gibi seni beklediğim yerden kaçtın ve sonunda güvenli olduğundan emin olduğum bir yerde her şeyi öğrendin. Zaten olan biten bu işte, başka hiçbir şey yok."

Tüm bu anlattıkları içinde tek bir şeyi merak ettim ve "Babam?" diye sordum büyük bir endişeyle, ya onun hiçbir şeyden haberi yoksa ve gerçekten bana inanmadıysa? Bu ayrıntı benim için çok önemliydi.

"Onun da en başından beri her şeyden haberi var, neler yaşandığını o da çok iyi biliyor ama oyun oynamak zorunda kaldı, Ayşin'den de arkasındaki adamlardan da tamamen kurtulmanın tek yolu buydu," dediği an artık bu dünyada benden daha mutlusu yoktu.

"Oyundu yani her şey?" dedim az önce açıkça bunu anlatmış olmasına rağmen.

"Öyleydi." Dudaklarım yana kıvrıldı, keyifle gülümsedim. Ta ki olanları hatırlayana kadar. Olanları hatırladığım an moralim bozuldu ve bunu belli etmekten hiç çekinmedim.

"Peki bundan sonra ne olacak?"

"Senin için mi Ayşin için mi?" diye sordu.

"Her ikimiz için de."

"Sen kontrol altında olacaksın," dediği an tek kaşımı kaldırdım.

"Hiç kaldırma o kaşını, sen yapmamış olabilirsin ama bu yaşandı Ayliz. Bir süre iyileşene kadar kontrol altında olacaksın," dedi, bu konuda onlara hak verdiğim ve gerçekten de en doğrusunun bu olduğuna kendim de inandığım için başımı salladım.

Zaten en başından beri tek derdim, bana inanmıyor olmalarıydı.

"Peki," dedim ve merakla sordum. "O kadın ne olacak?"

"Onun da iş yaptığı kişilerin de birkaç güne sonları gelecek."

Anlamsızca baktım yüzüne. "Nasıl yani?"

"Yaptığı her şey ortada, delillerle ihaneti de kanıtlandı ve istihbarat tarafından hakkında gizli yakalama kararı çıkarıldı ama daha çok suçlayabilmek ve bu işten sıyrılmasına izin vermemek için suç üstü yapmayı planlıyoruz. Bunun için de onun o adamlarla görüşmesini bekleyeceğiz, o da birkaç gün içinde olacaktır muhtemelen, hatta belki yarın akşam bile olabilir." İçten içe fazlasıyla mutlu oldum, ondan kurtulacaktım sonunda. Hem de sonsuza kadar.

"Birkaç gün içinde bitecek yani?" dedim, başını salladı ve ben bir kez daha sorgusuz sualsiz ona güvendim. Her şeyin bir oyun olduğundan, bana inandıklarından emin oldum ve bunun için o kadar sevindim ki yaşadıklarım yüzünden ona kızamadım bile.

"Peki bu gece kaçmamış olsaydım bunları bana ne zaman anlatacaktın?" diye sordum, yüzünde muzip bir ifade oluştu.

"Bugün ya da yarın, elbet bunu deneyecektin ve ben hep seni o duvarın arkasında bekliyor olacaktım. Neyse ki beni çok bekletmedin." Verdiği bu cevap beni güldürdü ama bir yandan da endişe etmeden duramıyordum.

"Peki riskli olmasın? O kadın anlarsa olanları ve yakalanmadan kaçarsa ne olacak?"

Dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Kaçamaz, hiçbir şey olmaz, merak etme," dedi, arkasına yaslandı. Kendinden o kadar emindi ki ona güvenmeden edemedim. Elbet bir bildiği vardır sonuçta, yoksa bu kadar rahat olmazdı.

Böyle düşünürken ben de arkama yaslandım. Sadece birkaç saat önce mutsuzluktan ölmek üzereydim, hayatımın mahvolduğuna inanıyordum ama şimdi her şey yeniden yoluna girmişti.

"Son bir soru," dedim, gözleri yeniden beni buldu. "Hiçbir şey öğrenememiş olsaydın ve ben bunu yaşamış olsaydım, inanır mıydın bana?" Bu sorum nedenini anlayamadığım bir şekilde hoşuna gitti ve gözlerimin en içine baktı. Şu an alacağım cevap benim için çok önemli olduğundan sabırla cevap vermesini bekledim.

Karanlıkta bile parlayan yeşil gözlerinin içinde kendimi görürken "Ayliz," dedi, sesi çok kısık çıktı. "İnanırdım," dedi, bu cevapla midemdeki kelebekler yeniden canlandı sanki. "Bir an bile tereddüt etmezdim hatta."

Tebessüm ettim. "Bu kadar çok mu güveniyorsun bana?" diye sordum bu kez de.

"Güveniyorum, çünkü böyle bir şey yapamayacağından eminim." Bu sorusu beni meraklandırdı.

"Nasıl bu kadar eminsin?"

"Çünkü farkındayım," dedi anında.

"Neyin?"

"Çabanın," dedi, tepkisiz kalırken de devam etti. "Her şeyi düzeltmeye çalıştığını fark ediyorum." Bu cevapla gözlerim doldu, mutluluktan.

"Bu kadar çabalayan biri her şeyi kendi elleriyle mahvetmez." Şu an ondan bunları duymamın benim için ne denli önemli ve özel olduğunun farkında mıydı acaba?

"Bunu birinin fark ettiğini bilmiyordum," dedim.

"Ben fark ettim," dedi ve devam etti. "Tek derdin buydu zaten, bu yüzden mutsuzdun, canın bu yüzden yanıyordu." Onun beni bu denli anlıyor olmasından dolayı kendimi çok savunmasız hissettim.

"Bu kadar mı belli ediyordum?"

"Hayır, hiç belli etmiyordun." Gözlerimi kıstım. "Hatta belli etmemek için elinden geleni yapıyor ve başarıyordun."

"Sen nasıl fark ettin o zaman?" diye sorduğumda dudağının bir kenarı yana kıvrıldı, bakışları o kadar derin ve anlamlıydı ki bazen kendimi o bakışlar da kaybetmek istiyordum.

Soruma cevap vermek yerine uzun uzun gözlerimin içine baktı. O baktıkça kendimi daha güçsüz, daha savunmasız hissettim. O gözlerini benden çekemezken ben de çekemiyordum.

Ta ki cama vurulana kadar.

Bu sesle kendime geldim, Pars'ın oturduğu tarafa baktım. Pars camı indirdiğinde de bizi buraya getiren şoförü gördüm.

"Pars Bey vaktimiz kalmadı," dedi adam, Pars başını sallayıp bana çevirdi bakışlarını.

"Hastaneye döneceksin."

"Ama..." diye araya girdim ama devam etmem izin vermedi.

"Şimdilik dönmen lazım Ayliz, hatta bir süre orada kalacaksın ve bunun Ayşin'le hiçbir ilgisi yok. Kızacaksın belki ama iyiliğin için." Gözlerimi kaçırdım, derin bir nefes aldım. Şu an bile kendimi çok kötü hissederken gitmemek için ısrar edemezdim fakat korkmadan da edemiyordum.

Gözlerimi yeniden ona çevirirken "Geçen seferki gibi olmayacak değil mi? Çok uzun sürmeyecek," dedim, emin olmak istedim bundan.

"Olmayacak, söz veriyorum. Sadece birkaç gün, belki birkaç hafta ama daha fazlası değil. Doktorunla da konuştum zaten, o da böyle düşünüyor," dediğinde yine ona güvendim ve gülümsedim.

"Peki o zaman, hastaneye dönelim."

Aldığı bu cevaptan fazlasıyla memnun olurken cama çevirdi başını. "Bin hadi," dedi ve adam arabaya bindi, çalıştırdı, yeniden hastaneye doğru yola çıktık.

Ön kapıda durmak yerine yine arka tarafta durduk fakat bu kez duvardan atlamama gerek yoktu, arka kapı açıktı.

"Çıktığın gibi sessizce gideceksin odana."

Başımı salladım. "Hadi, git o zaman," dediği hâlde gidemedim, çünkü ona söylemek istediğim bir şey vardı.

"Kabul etmeyeceğini biliyorum ama yine de söyleyeceğim."

Meraklandığını hissederken "Söyle bakalım," dedi.

"Siz bana inanıyor olsanız da o kadın yüzünden zarar gördüm ben ve çoğu şeye yeniden başlamak zorundayım," dediğimde gözlerini kıstı ve dikkatle beni dinlemeye devam etti.

"Bu kadarının farkındayım artık, hatta belki bu yüzden bazı şeyler hep yarım kalacak benim için. Bu yüzden o kadının da o adamların da sonlarının görmek istiyorum," dedim, tek kaşını kaldırdı. "Bunu herkes ister, ben de istiyorum bu yüzden ama senin bunu kabul etmeyeceğini, izin vermeyeceğini de biliyorum. Bu yüzden ısrar etmeyeceğim, sadece istediğimi bil diye söylüyorum," dedim.

Dudağının bir kısmı hafifçe yana kıvrılırken sessiz kalmayı tercih etti, ben ise başka bir şey demeden daha fazla oyalanmadım ve indim arabadan.

Tıpkı çıktığım gibi girdim gizlice hastaneye ve yine gizlice çıktım kaldığım odaya. Odaya girer girmez ayakkabılarımı çıkardım ve yatağa girdim, sırtüstü uzandım.

Bir yandan yaşadıklarım ve olduğum yer yüzünden üzgündüm ama bir yandan da babam ve Pars bana inanıyorlar diye çok mutluydum. Her şeyin aslında bir oyun olduğunu, en başından beri bana inandıklarını düşündükçe daha da mutlu oluyordum.

Bu mutlulukla ve tüm günün yorgunluğuyla uykuya ne ara daldığımı anlayamadım fakat gözlerimi açtığımda çoktan sabah olmuştu bile ve o gün tüm günüm hiç de yabancısı olmadığım bir şekilde ilerledi.

Sabahın erken saatlerinde Enver Bey yanıma geldi. Önce benimle uzun uzun konuştu, daha sonra ise güzelce muayene etti. Muayenenin ardından gün içinde yeniden yanıma gelip tüm tedavinin nasıl ilerleyeceğini anlatacağını, beni bilgilendireceğini söyleyip odadan ayrıldı.

O gittikten sonra bir hemşire geldi ve yine bir serum bağladı. Kahvaltımı ise ancak o serum bittikten sonra edebildim. Kahvaltıdan sonra bir başıma ortada vakit geçirdim. Öğlene doğru Enver Bey söylediğini yapıp yanıma geldi ve bundan sonra olacaklardan bahsetti, yine benimle uzun uzun konuştu. Ben de ona dikkatli ve büyük bir sabırla dinleyip en sonunda da söylediği her şeyi kabul etmek zorunda kaldım.

Enver Bey yine yanımdan ayrıldığında ben de yine yalnız kalmış oldum ve yine bir başıma vakit geçirip akşamı ettim. Yemek saati geldiğinde güzelce karnımı doyurdum, yemekten sonra ise hastanedeki yatağıma girip küçük televizyonu açtım ve biraz izleyip vakit geçirmek istedim.

Tüm gün yanıma gelip giden olmamıştı. Belki bu da Ayşin'e karşı oynadıkları oyunun bir parçasıydı. Böyle düşününce onlara gelmedikleri için kızmadım, aksine bunun için olduğuna kendimi gerçekten inanıp mutlu bile oldum.

Gece yarısı olduğunda ve canım gerçekten çok sıkılmaya başladığında televizyonu kapatıp uyumaya karar verdim fakat bir türlü uyku tutmadı ve yatağın içinde dönüp durdum.

Ta ki gecenin sessizliğinde odanın kapısına birkaç defa vurulana kadar.

İster istemez ürkerken kapıya doğru baktım. Kapıyı çalan her kimse gel dememi beklemeden kapıyı açtı ve ağır adımlarla içeriye girdi. Zaten ancak girdiğinde Pars'ın yanındaki adamlardan biri olduğunu fark ettim.

Telaşla doğrulup korkuyla "Bir şey mi oldu?" diye sordum.

"Hayır, korkmayın lütfen hiçbir şey olmadı," dedi, bunu demiş olmasına rağmen korkmaya devam ederken "Sizi bir yere götürmek için geldim," diye ekledi.

Şaşırıp "Nereye?" diye sordum hâliyle.

"Pars Bey sizi bir yere çağırdı." Kaşlarımı çattım, şüphelenmeden edemedim. Gecenin bu saatinde beni nereye çağırmış olabilirdi ki? "Aynı zamanda size bir şey iletmemi istedi." Meraklandım, bu merak yüzünden de dikkatle ona bakarken devam etti konuşmasına.

"Pars Bey; herkes bir şeyleri ister ama bazıları hak eder, dedi," deyince aklım daha da karıştı, hiçbir şey anlayamadım. "Siz bunu hak ediyormuşsunuz," diye ekledi adam ve işte ancak o an dün gece arabadan inmeden önce söylediklerimi hatırlayıp neler olduğunu anlayabildim. Zaten anlar anlamaz da yüzümde kocaman bir tebessüm oluştu.

"Gelecek misiniz?" diye sordu ben gülümserken, bir an bile olsun düşünmeden başımı salladım. "Acele etmeliyiz o zaman," dediğinde de telaşla ayağa kalktım ve ayakkabılarımı giydim, hemen ardından da montumu üzerime geçirdim, adama baktım.

"Hazırım," dedim, kapıya yöneldi hemen.

Birlikte sessizce hastaneden ayrıldık, yine arka kapıdan çıkıp bizi bekleyen bir arabaya bindik. Nereye gideceğimizi delicesine merak ederken yaklaşık kırk dakika sonra ulaştığımız yer bir liman oldu.

Nedenini anlayamadığım bir şekilde kendimi burada güvende hissedemedim, fakat sesimi de çıkaramadım.

"Sakin olun lütfen," diyen adam sanki gerildiğimi fark etmiş gibiydi. "Buraya gelmemizi Pars Bey istedi, emin olun hiçbir sorun olmayacak," dediğinde sadece tebessüm etmekle yetindim, sessiz kaldım ama maalesef kendime rahatsız hissetmeye devam ettim.

Buna rağmen sessizce beklemeye devam ettim, aradan neredeyse bir saate yakın zaman geçti. Artık yavaş yavaş sıkılmaya başlarken bir yandan da daha ne kadar bekleyeceğimizi düşünüyordum. Tam o sırada epey ilerden gelen siyah bir araba gördüm, bizden bayağı uzaktaydılar. Bu yüzden istemsizce gözlerimi kısıp daha net görmeye çalıştım.

Bir süre sonra araba durdu ama hâlâ uzaktaydı. Neler olacağını delicesine merak ederken içinden daha önce hiç görmediğim üç adam indi ve istemsizce yanımdaki adama baktım.

"Bunlar kim?" Merakla sordum, dikkatle ileriyi izleyen adamın gözleri beni buldu.

"Benim anlatmam doğru olmaz, Pars Bey size anlatacaktır," dedi, ısrar etsem de anlatmayacağını bildiğim için uzatmayıp başımı salladım ve yeniden gözlerimi ilerdeki üç adama çevirdim.

Her şeyi akışına bırakmaya ve sadece olanları izlemeye karar verip bir süre daha bir şeyler olmasını bekledim. Bu kez de yaklaşık bir on dakika sonra farklı bir araba geldi ve o üç adamın yanında durdu. Durduktan hemen sonra da içinden inen Ayşin'i gördüm.

Onu gördüğüm an dudaklarım yana kıvrıldı, sanırım sahiden de bu gece sonu gelmişti. Buna fazlasıyla sevinirken elimden geldiği kadar hiç belli etmemeye çalıştım. O sırada Ayşin o üç adamın yanına gitmiş, karşılarında durmuş ve konuşuyorlardı.

Merakla olacakları beklerken hem heyecanlı hem de fazlasıyla gergindim. Bu gerginliğim giderek artarken arabaların geldiği yoldan gelen Pars'ı gördüm. Ellerini cebine sokmuş, gayet rahat bir tavırla Ayşin ve adamların yanlarına doğru yürüyordu.

Nasıl bu kadar rahat olduğunu anlayamazken onlardan biraz uzakta durdu ve eşzamanlı olarak dudaklarının hareket ettiğini fark ettim. Zaten bunu fark etmemle Ayşin'in ve adamların ona bakması bir oldu.

Herhalde seslenip kendini duyurdu diye içimden geçirirken Ayşin'in yüz ifadesinin fazlasıyla şaşkın olduğunu fark ettim. Bu bile hoşuma giderken Pars onlara biraz daha yaklaştı ve aynı rahat tavırla konuşmaya devam etti. İşte tam o sırada hiç beklemediğim bir şey oldu, adamlar bir anda silahlarını çıkartıp Pars'a doğrulttular.

Bunu gördüğüm en korkuyla iç çektim, sanki bir şey olsa engel olabilecekmiş gibi hızla elimi kapının kolunu attım ve eşzamanlı olarak yanımdaki adam da kolumdan tutup bana engel oldu.

"Ayliz Hanım lütfen," dedi, bakışlarım hemen onu buldu.

"Ama Pars..." Devam etmeme izin vermedi.

"Korkmayın hiçbir şey olmayacak, tedbir alınmamış olsaydı bunu yapmazdı," dediğinde el mecbur ona güvenmek zorunda kaldım ve içime sinmese de her şeyi mahvetmekten korkup inmekten vazgeçtim.

Korku dolu gözlerim yeniden Pars'ı bulduğunda hâlâ çok rahat olduğunu gördüm. Onun bu rahatlığı beni de bir nebze olsun rahatlatsa da hâlâ korkuyordum.

Adamlar silahlarını indirmezlerken Ayşin Pars'ın karşısında durdu ve ikisi konuşmaya başladılar. Ne konuştuklarını çok merak ederken Pars'ın ellerini arkasında birleştirdiğini gördüm. Onun bu rahatlığının aksine ben gerginlikten tırnaklarımı yemeye başlamıştım bile.

Her ne konuştularsa Pars, Ayşin'in yanından geçip kendisine silah doğrultan adamların karşısında durdu, onlarla konuşmaya başladı ve maalesef ki adamlar hâlâ silahlarını indirmemişlerdi. Bu da o silahlardan birinin her an patlamasından korkmama neden olurken Pars'ın adamlardan uzaklaştığını fark ettim.

Neden sadece konuşuyor, niye hiçbir şey yapmıyor diye düşünürken yeniden adamlara döndü ve yine konuşmaya devam etti. Bir an önce bir şey olsun, oradan kurtulsun diye beklerken başını Ayşin'e doğru çevirip ona bir şeyler söylediğini fark ettim ve her ne söylediyse Ayşin, telaşla başını olumsuz anlamda salladı.

Bu olanlar ne konuştuklarını daha çok merak etmeme neden oldu ama sanırım duymamın da mümkünatı yoktu. Ben daha bunu düşünürken silah çeken adamlardan biri bir adım öne çıktı, Pars'a bir şeyler söyledi. Pars da adamın karşısında kendinden emin durdu ve o sırada adam, komik bir şey varmış gibi güldü. Onun gülüşüne bir anlam veremezken Pars'ın omuz silktiğini fark ettim. Hemen ardından da ellerini iki yana açtı ve eşzamanlı olarak bir anda her yerden polisler çıktı, etrafı sardılar.

Aniden olan şeyler yüzünden nefes bile alamazken adamların etkisiz hâle getirilmesi sadece birkaç saniye sürmüştü ve tüm bunlar olurken Ayşin, Pars'ın yanına gelmiş, karşısında durmuş telaşla bir şeyler anlatıyor, Pars da onu dinliyordu.

Polislerin Ayşin'e neden bir şey yapmadıklarını, adamlar gibi onu neden tutuklamadıklarını anlayamazken içimde bir korku filizlendi. Bu kadına bir şey olmayacak mıydı acaba? Yine kendine bir şekilde sıyıracak mıydı işin içinden?

Bu düşünce beni fazlasıyla korkuturken polislerden biri Ayşin'e yaklaştı fakat Pars elini kaldırıp polisin yaklaşmasına engel oldu. Bunu fark ettiğim an kaşlarımı çattım. Ne yani koruyacak mıydı onu? Yoksa bu kadar şeye rağmen hâlâ güveniyor muydu?

Böyle düşünmek mideme güçlü bir ağrının girmesine neden olurken konuşmaya devam ettiler ve çok geçmeden Pars, ona arkasını döndü. Eşzamanlı olarak iki polis Ayşin'e yaklaştı ve onu da kelepçelediler. İşte ben de ancak o an rahat bir nefes alıp yanımdaki adama çevirdim gözlerimi.

"Şimdi inebilir miyim?" diye sordum.

Düşünmeye gerek duymadan başını salladı. "Tabii," dediği an hızla arabadan indim ve Pars'ın yanına gittim. Koşarak ona yaklaşırken beni fark etti, fark edince de ellerini arkasında birleştirip yanına ulaşmamı bekledi.

Yanına ulaştığım an bir saniye bile oyalanmadan boynuna atıldım, sımsıkı sarıldım ona. Bunu beklemiyor olacak ki geriye doğru birkaç adım sendeledi, bunu yaparken de elleri belime dolandı.

Olan bu şey yüzünden tebessüm ederken "Teşekkür ederim," diye fısıldadım ve gözlerim bu kez mutluluktan doldu. "Çok teşekkür ederim," dedim, bu teşekkürün tek sebebi aslında bana inanmış olmasıydı.

Belimdeki elleriyle beni sımsıkı sararken Ayşin'i polis arabasına bindirdiklerini gördüm. Bu, keyfimi yerine getirirken gözleri bir anda beni buldu ve göz göze geldik. Bakışlarındaki öfkeyi ve nefreti fark etmemek için kör olmak gerekirdi.

Bunu hiç umursamayıp gözlerimi ondan çektim ve Pars'a biraz daha sıkı sarıldım. "Bana inandığın için teşekkür ederim," dedim, o da kollarıyla sımsıkı sarıyordu beni.

"Ayliz," diye fısıldadı kulağıma, sesi o kadar derin çıktı ki heyecanlanmadan edemedim.

"Efendim?" diye fısıldadım ben de, o an iç çektiğini fark ettim ve tebessüm ettim. Burnu, boynuma temas ederken kirli sakalları da tenime batıyor ve içimi sıcacık bir duygu sarıyordu.

"Ben," deyip sustu, derin bir nefes aldı. Kalbim küt küt atarken konuşmaya devam etmesini bekledim fakat o aniden "Baban geliyor," dedi.

Oysa söyleyeceği şey bu olamazdı ki...

Ben daha bunu düşünürken benden ayrıldı, geri çekilip gözlerine baktığımda hâlâ tebessüm ediyordum. Gözleriyle arkamı gösterdiğinde ise istemsizce arkamı döndüm ve babamı gördüm, yerimde duramayıp bu kez de koşarak onun yanına gittim, karşısında durdum.

"Hâlâ sinirli misin bize?" diye sordu, kocaman gülümserken başımı olumsuz anlamda salladım ve içimden geçen şeyi yapıp ona da sımsıkı sarıldım.

"Teşekkür ederim," dedim ona da ve daha da sıkı sarıldım. "Çok teşekkür ederim." O da bana sarıldı, o sırada Pars yanımıza geldi ve babamdan ayrıldım. Hâlâ kendi kendime gülümsemeye devam ederken aklımdaki soruların cevabını aldığımı düşündüm ama tek bir tanesi hariç.

"Tüm bu olanların sebebini biliyorum, sizin bana neden inanmıyor gibi davrandığınızı da biliyorum ama bu adamlar kimdi, niye benim peşimdeydiler bilmiyorum. Hiç bana bunu anlatmadınız," dedim, babam ve Pars birbirlerine baktılar. Ben de merakla onlara bakarken babamın gözleri beni buldu.

"Yaklaşık bir yıl önce bir davaya baktım," diye girdi konuya ve devam etti. "Genç bir çocuk, genç bir kızı öldürmüştü fakat hiç delil yoktu, o yüzden serbest bırakıldı ama ben işin peşini bırakamadım, araştırdım ve bir şeyler buldum. Bulduğum şeyler doğrultusunda çocuğun suçu ortaya çıktı. Onu suçlayacak bir şeyler bulunca davayı yeniden açtım, tabii doğal olarak bu kez ceza aldı ve cezaevine girdi fakat girdiği ilk hafta orada intihar etmiş," dediği an şoke oldum.

"Çocuğun babası bu yüzden bana taktı, oğlunun katili olarak beni gördü ve sana ulaşmaya çalıştı. Kendince intikam alıp o da sana zarar verecekti. Ben de bu yüzden seni o kadar sıkıyordum bir ara ama sonra işler biraz daha karıştı, sen de rahat durmadın ve seni mecburen Pars'ın yanına gönderdim." O anlatırken bir an için Pars'ın yanına gittiğim o ilk günleri düşündüm ve içimde buruk bir his oluştu.

"Sonra yeniden döndün yanıma ve aynı zamanlarda Ayşin hayatımıza girdi. Doğrusu ben bir şey anlamadım ama Pars onda bir şeyler olduğunu anlamış. Meğerse Ayşin bu adamlarla iş yapmaya başlamış, bu yüzden de seninle uğraşıyormuş. Sana da bunu bu yüzden yapmış. Pars şüphelendi ama o adamlarla bağlantısını çözene kadar maalesef bunlar yaşandı fakat artık bitti işte her şey. Ne Ayşin kaldı ne o adamlar, asla da dışarıya çıkamayacaklar. Yani artık her şey yolunda kızım." Kocaman tebessüm ettim. Olanlara hem şaşırmıştım hem de artık çözüldüğü için fazlasıyla mutluydum.

"Her şey bitti mi yani?" diye sordum, bundan emin olmak istedim. Babam da Pars da başlarını salladılar, böyle cevap vermiş oldular. İşte o an bir kez daha kocaman tebessüm ettim.

"Ama bir şey daha var," diye babam araya girdiğinde, telaşla gözlerimi ona çevirdim. İster istemez büyük bir korkuyla ona bakarken devam etti konuşmasına.

"Ne olursa olsun tedavi görmen lazım," dediğinde bir babama bir de Pars'a baktım ve derin bir nefes aldım.

"Pars da bundan bahsetmişti zaten. Korkmayın, karşı çıkmayacağım. En doğrusu neyse onu yapacağım. Hem ben şu an bağımlı değilim, daha kolay iyileşebilirim," dediğimde babam koluma dokundu.

"Tabii ki iyileşeceksin, hem de en kısa zamanda," dediğinde tebessüm ettim. "Hadi o zaman artık hastaneye dönmemiz lazım." Hemen gözlerimi Pars'a çevirdim.

"Sen de bizimle geliyor musun?" diye sordum.

Dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Benim peşlerinden gitmem lazım, halletmem gereken çok şey var." Bu cevap beni hiç memnun etmezken babam araya girdi.

"Onun gerçekten de karakola gidip halletmesi gerekenler var," dedi ve arabayı gösterdi. "Biz seninle gideceğiz, hadi gel peşimden," deyip arabaya doğru yürüdü. O gitti ama ben gidemedim, olduğum yerde durup Pars'ın gözlerinin içine bakmaya devam ettim.

"Bir kez daha teşekkür edersen senin denize atarım," dedi.

Kaşlarımı çattım.

"Yapmadığın şey değil nasılsa."

Yüzünde muzip bir ifade oluştu. "Sayemde korkunu yenip yüzme öğrendin," dedi bir de ve yaptığı şeyi savundu.

Bu yüzden ona elimden geldiği kadar sinirli bakmaya çalışırken elini saçlarıma götürdü ve saçlarımı karıştırdı.

Küçük bir çığlık atıp omzuna vurdum. "Yapma şunu ya!" diye söylenip bir adım geri gittim, saçlarımı düzelttim.

Tam o esnada nedenini anlayamadığım bir şekilde bir anda kaşlarını çattı ve bakışları sertleşti. Bir anda ne oldu buna diye içimden geçirirken gözlerini kısıp gözlerimin içine baktı "Şimdi gelelim başka meseleye," dedi.

Merakla "Başka mesele mi var ki?" diye sordum.

Başını salladı. "Var."

İçimde istemsizce korku oluşurken "Neymiş o?" diye sordum ve kötü bir şey olmamasını umut ettim.

"Sen bana küfretmiştin değil mi?" demesiyle birlikte hastanede onu kovmak için söylediğim şey aklıma geldi, göz bebeklerim büyüdü.

"Yok," dedim anında ve hızla yüz ifademi toparladım. "Etmedim, sen yanlış duymuşsun."

"Hiç sanmıyorum."

"Valla yanlış duymuşsun," dediğimde tek kaşını kaldırdı, böyle olmayacağını anlayıp "Aaa bak şimdi hatırladım," dedim ve güldüm. "Sen bana ne bakıyorsun ya? Ben öyle ilaçların etkisiyle saçmalamışım işte," dediğimde bile bakışları değişmedi. "Öyle bir anda ağzımdan çıkıvermiş işte," dememle bana doğru bir adım atması bir oldu, hızla ben de bir adım geri gidip ondan uzaklaştım.

"Ne geliyorsun üzerime ya? Söylediysem söyledim, çok sinirliydim ve söyledim," dedim inkâr etmeye devam etmek yerine. "Hem hak etmiştin sen, yani o an hak ettiğini düşünüyordum," derken ona Tan'la ilgili söylediğim şeyler aklıma geldi, muhtemelen onu da unutmamıştı ama nedense bahsini bile açmamıştı. Tabii bir de babama söylediklerim vardı ama ona da dediğim gibi; o an için ikisinin de o sözlerimi hak ettiklerini düşünüyordum. Bir oyunun içinde olduğumu nerede bilebilirdim ki?

"Öyle olsun, sonra görüşeceğiz ama seninle," dedi Pars uzatmak yerine, benim de işime geldi ve dönüp arkama baktım, babamın hâlâ beni beklediğini görüp yeniden ona döndüm.

"Gidiyorum ben, babam bekliyor."

"Git bakalım," dedi ellerini cebine yeniden sokarken.

Çekiniyor olsam da "Gelecek misin hastaneye?" diye sormadan edemedim.

Bu sorumla gözlerinin kenarı kısıldı. "Geleyim mi?"

Omuz silktim. "Sen bilirsin."

"Niye sordun o zaman?" diye sordu anında göz kırparak.

"Merak ettim, edemez miyim?" diye karşılık verdim ben de.

"Tamam tamam, bir şey demedim," deyip gözleriyle ilerdeki arabayı gösterdi. "Git hadi, baban seni bekliyor." Başımı salladım ve hiç istemiyor olsam da yanından ayrıldım fakat sadece bir metre kadar uzaklaşmışken sesini duydum.

"Ayliz." Duraksadım ve ağır hareketlerle ona döndüm, göz göze geldik.

Yeşilleri karanlıkta bile kendini belli ederken "Geleceğim," dedi.

Dudaklarım yana kıvrıldı. "Gel bakalım," dedim, ona tıpkı onun gibi cevap vermiş oldum. Bu da onun fazlasıyla hoşuna giderken gözlerinin içinin gülümsediğini fark ettim ve ona arkamı döndüm.

Döner dönmez ise yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu.

Kendi kendime gülümsemeye devam ederken bir anda babamla göz göze geldim. Hızla kendimi toparladım ve yanına gittim, arabaya bindim.

Birlikte hastaneye döndük, kapıda bizi hemşire karşıladı. Babam içeriye girmeyeceğini söyleyince onunla kapının önünde vedalaştık, yarın mutlaka yanıma geleceğini söyleyip de yeniden arabasına binip gittiğinde ise ben de hemşireyle birlikte kaldığım odaya çıktım.

Odaya çıktığımda içeriden çıkan bir adamla karşılaştım ve istemsizce kaşlarım çatıldı, sorgulayan bakışlar attım.

"İyi geceler Ayliz Hanım," dedi beni görür görmez, sanırım bu adamı da daha önce Pars'ın yanında görmüştüm.

"İyi geceler," dedim hâlâ sorgulayan bakışlar atıp da burada oluşunu açıklamasını beklercesine.

"Beni Pars Bey gönderdi, odayı kontrol etmemi istedi," dedi ve elindeki, ne olduklarını anlayamadığım, şeyleri gösterdi. "Bunları buldum."

"Ne ki bunlar?"

"Dinleme cihazları," dediğinde şaşkınca kaldım ama bu şaşkınlığım Pars'ın anlattıklarını hatırlayana kadar sürdü. Doğru ya zaten bundan şüphe ettiği için burada bile sanki bana inanmıyormuş gibi davranmıştı, adam haklıymış meğerse.

"Başka kalmadığından eminsin değil mi?" diye sordum.

Tereddüt etmeden "Eminim," dedi ve ekledi. "Saatlerdir buradayım, ne varsa temizledim. Başka hiçbir şey kalmadı."

Gülümsedim. "Teşekkürler."

"Ne demek, işim bu benim," dedi ve o da gülümseyip "Tekrardan iyi geceler," dedi.

"İyi geceler," diye karşılık verdiğimde ise odadan çıkıp gitti, o giderken ben de arkamdaki hemşireyle birlikte içeriye girdim.

Girer girmez de ilk işim üstümü değiştirmek oldu, ardından da hemen yatağa girdim. Hemşire yatağa girdiğimden emin olup odadan çıktığında kapının kilitlenme sesini duydum ama buna pek aldırış etmedim. Ne de olsa burada işler böyle yürüyordu.

Tüm gece olanları düşünüp kendimi fazlasıyla mutlu ederken yine ne ara mutlulukla uykuya daldığımı anlayamadım ve sanırım çok uzun zaman sonra ilk defa deliksiz bir uyku çektim.

Ertesi sabah odaya giren doktorun sesiyle ancak uyanabildim. Sabahın bir köründe Enver Bey'le yaptığımız kısa bir sohbetin ardından kan verdim. Kan verdikten sonra bile Enver Bey odadan çıkmadı, benimle konuşmaya devam etti.

Yanımdan ayrıldığında ise yine yalnız kaldım fakat bu yalnızlık çok sürmedi, bir hemşire ve bir hasta bakıcı yanıma geldi. Hasta bakıcı yemeğimi verirken hemşire de yine bir serum bağladı ve ikisi de odadan ayrıldılar.

Plastik çatal kaşık eşliğinde kahvaltımı yaptıktan sonra yatmaktan sıkılıp ayaklandım. Neredeyse boş sayılacak odanın içinde birkaç volta atıp en sonunda bundan da sıkıldım ve pencerenin kenarına gidip bahçeyi izledim.

Gördüğüm ilk şey dün gece beni Pars'ın yanına götüren adam oldu. Onun neden burada olduğunu anlamaya çalışırken odanın kapısına birkaç defa vuruldu. Adamı izlemeyi bırakıp kapıya doğru döndüğümde kapı açıldı ve içeriye Pars girdi.

Onu gördüğüm an için mutlulukla doldu, birkaç büyük adımda yanına gittim ve karşısında durdum. Bir an için ne söyleyeceğimi bilemeyip "Hoş geldin," deyiverdim.

"Hoş buldum," dedi o da odanın içine bakınırken ve gözleri beni buldu. Sadece gözlerimin içine bakması bile heyecanlanmama, kalp atışımın hızlanmasına yeterli olurken ellerini arkasında birleştirdi.

"Dün gece ne oldu? Her şey yolunda gitti mi?" diye sordum merakla.

"Gitti, korkma her şey bitti," dedi, tebessüm ettim. "Buradan çıktıktan sonra gerçekten her şeye yeniden başlayabilirsin," dediğinde hüzünle derin bir nefes aldım.

Başlayacak bir şey yoktu ki, her şey yarımdı benim için. Bu düşünce beni üzerken iç geçirdim. Belki de artık yarım kalan her şeyi tamamlamanın zamanı gelmişti.

Böyle düşünüyor olduğum hâlde üzüntümü bastıramazken bir anda Pars'ın elini yanağımda hissettim. Bu hisle düşünmek için yere çevirdiğim gözlerim hemen onu buldu. Başparmağı yanağımı okşarken güven verici bir ses tonuyla "Her şey düzelecek," dedi, tebessüm ettim.

"Düzelecek," diye tekrar ettim ben de ve onayladım onu. Eli hâlâ yüzümdeyken ve parmakları yanağımı okşuyorken kalbim hızlandı, heyecanım arttı. Bu heyecan yüzünden nefes bile alamadım, içim sıcacık oldu. Bana hissettirdiği her duygu sanki göğsümden taşıyormuş gibi hissederken bana doğru bir adım attı.

Bu tek bir adım yüzünden kalbim daha da hızlandı. Gözleri usulca dudaklarıma kaydığında içimden sıcak bir şeylerin aktığını hissettim. O esnada gözleri yeniden gözlerimi buldu ve sanki çok uzakmış gibi biraz daha yaklaştı.

Daha da yakın olmak nefesimi tam anlamıyla tutmama neden olurken onun nefesini dudaklarımda hissettim. Bu hisle oradan oraya savrulurken hafifçe bana doğru eğildi. Ne yapmak istediğini anlayınca gözlerimi usulca kapattım.

Hissettiğim nefesi giderek yaklaşırken sıcacık dudaklarını dudaklarımda hissettim. Dizlerim öyle bir titredi ki düşeceğim zannedip onun kollarına tutundum. Bunu yapmak onun bana daha da yaklaşmasına neden olurken dudakları hareket etti. Bir kez daha beni öpmesini beklerken bizi bu rüyadan uyandıran yine aniden açılan kapı oldu.

Pars, benim aksime kendini çok çabuk toparlayıp hızla benden uzaklaştı ve aynı hızla yanımdan geçip gitti.

"Öyle işte, bunlar oldu," dedi sanki dakikalardır bir şey anlatıyormuş gibi. O sırada her şeyden bihaber olan babam yanıma geldi fakat adama tek kelime bile edemedim, çünkü hâlâ heyecandan nefes alamıyordum ve hâlâ Pars'ın dudaklarıma temas eden dudaklarının etkisi altındaydım.

"Günaydın," dedi babam benim ne hâlde olduğumu hiç fark etmezken ve karşımda durdu.

Pars ona "Günaydın," diye karşılık verirken ben hâlâ hareketsizce olduğum yerde durmaya devam ediyordum. Sanki çok kötü bir şey yaşanmış da şok olmuş gibiydim. Oysa bulunduğum durum yabancısı olduğum bir durum bile değildi.

"Ayliz, iyi misin kızım?" diye sordu babam, o ana kadar nefes almadığım için başımın döndüğünü hissettim ve ancak o an nefes aldım.

Babam bana tuhaf tuhaf bakarken "İyiyim," dedim, kekelememe engel olamadım. "Tam zamanında geldin," dedim sitem edercesine çıkan sesime engel olamayarak.

Kaşlarını çattı. "Neden ki?" diye sordu, şimdi nasıl bir cevap vereceğim diye düşünürken Pars'a çevirdim gözlerimi.

Az önce benim önünde durduğum pencereye yaslanmış, ellerini cebine sokmuş, yüzündeki muzip ifadeyle beni düşürdüğü durumu izliyordu.

Onu böyle görmek bu hâldeyken bile gülmek istememe neden olsa da tabii ki de bunu yapmadım.

Babam bir şeyler döndüğünden şüphe etmiş olacak ki "Ne oluyor burada, bana da anlatacak mısınız?" diye sordu, yeniden ona döndüm.

"Hiç, Pars bana bir şey anlatıyordu," deyip babam odaya girdiğinde Pars'ın yaptığı şeye ayak uydurmuş oldum.

"Anlattın bile demek," dedi babam söylediğim şeye karşılık kaşlarımı çattım.

Ne yani gerçekten de anlatacakları bir şey mi vardı?

Böyle düşünmek yeniden Pars'a bakmama neden oldu ve pencerenin önünden uzaklaştığını gördüm. Gerildiğini hissederken neden bir anda böyle olduğuna anlam veremedim fakat bir şeyler olduğundan emin oldum ve babama döndüm.

"Ne anlatacaktı ki?" diye sordum duyacağım şeylerden çok fazla korkarak.

"Anlatmadı mı?" diye sordu babam da anlamsızca, ne de olsa az önce bir şeyler anlattı diyen ben olmuştum.

Kendimi çok saçma bir durumun içine düşürmüş gibi hissederken Pars yalandan öksürerek araya girdi. "Biz başka bir şey konuşuyorduk," dediğinde babam güldü.

"Pot mu kırdım yani?" diye sordu, güldüğüne ve keyifli göründüğüne göre kötü bir şey yoktu ama madem kötü bir şey yoktu Pars neden bu kadar gerilmişti ki?

"Zaten pek de seninle ilgili bir şey değildi," diye devam etti babam konuşmasına ama ben bir kere merak etmiştim, neler olduğunu öğrenmeden peşini bırakmaya hiç niyetim yoktu.

"Merak ettim ama," dedim ısrarla, babam gözünün ucuyla Pars'a baktı.

"Söyleyelim bence sorun yok," dedi, Pars ona bir şey söylemezken babamın gözleri yeniden beni buldu ve söyleyeceğin şeyin benim için nedenle yıkıcı olduğunu hiç fark etmeden "Pars gidiyor," dedi.

Bu iki kelimelik tek cümleyle göğsüm sıkıştı, kalbime korkunç bir ağrı çöktü.

"Ne demek gidiyor?" diye sordum, sesimin az öncekinin aksine berbat çıkmasına engel olamadım.

"Yurt dışına," diye cevapladı babam sorumu, boğazım düğümlendi ve doğru anlayıp anlamadığımdan emin olmak için sormaya devam ettim.

"Tatile falan mı?" Bu aslında benim için çok çaresiz bir soruydu ve babam bunu da fark etmeden güldü.

"Bunun tatil yaptığı nerede görülmüş? Çalışmaya gidiyor, yeni işi Meksika'daymış, oraya gidiyor işte," dedi, bu cümlelerle mideme bir yumruk yemiş gibi hissettim. Bu kez heyecandan değil üzüntüden nefes alamadım ve gözlerimi Pars'a çevirdim.

"Gidiyor musun?" Çaresizce sordum bu soruyu ve hayır cevabı almayı umut ettim fakat onun yaptığı tek şey sessiz kalmak, başını sallamak ve babamın söylediklerini onaylamak oldu.

Canım öyle bir yandı ki oturup hüngür hüngür ağlamak istedim fakat bunu yapamayacağım için gözlerimin dolmasına bile izin veremedim.

"Ne zaman peki?" diye sordum, bastırdığım tüm acım yüzünden sesim fısıltı gibi çıkmıştı.

"Bugün çıkacaktı yola."

İşte bu cevap kalbimi kırdı.

"Bugün," diye tekrar ettim söylediği şeyi.

Az önce az kalsın beni öpüyordu ama bir yandan da yeniden benden gidiyormuş meğerse.

Bu düşünce kalbimi biraz daha kırarken "İyi," diyebildim sadece büyük bir hayal kırıklığıyla ve gözlerine bakamadan "Yolun açık olsun," diye ekledim.

Hissettiğim şeyleri babam anlamasın diye elimden geleni yaparken gidip yatağın kenarına oturdum.

"Buraları sevmezdin zaten, yine sevdiğin yere gidip uzaklaşıyorsun buradan," dedim, o an bastıran ağlama isteğimi engel oldum ve tek bir damla gözyaşı bile akıtmadım. Hatta cesaretimi topladım, başımı kaldırıp gözlerinin içine bile baktım. Az önceki mutluluğumdan eser yoktu artık.

Babam çalan telefonuna bakmak için odadan çıkarken "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordu.

"Söyledim ya," dedim de bir kez de gözlerinin içine bakarak kurdum o cümleyi. "Yolun açık olsun," deyip başımı yeniden önüme çevirdim.

"Bugün yola çıkabildiğine göre uzun zamandır planladığım bir şeydi sanırım."

"Hayır," dedi anında, hayatımda ilk defa ondan çok hızlı bir cevap almış oldum. "Dün gece belli oldu."

"İyi," dedim yine sadece, duygularımı bastırmak için çabalamaya devam ettim.

"Ne düşündüğünü biliyorum," dediğinde yüzümde buruk bir ifade oluştu, başımı kaldırıp yeniden gözlerinin içine baktım.

"Öyle mi, ne düşünüyormuşum?" diye sordum, derin bir iç çekti.

"Ayliz," dedi sakince. "Aramızda farklı bir şeyler olduğunu sen de biliyorsun," dediğinde ne söylemek istediğini açıkça anladım, fakat o açıkça o gerçeği dile getiremedi.

"Şimdi gitmem..." Sözünü kestim.

"İşin bu senin ve senin işini çok seviyorsun, kendine suçlu hissetme."

"Ayliz..." diye konuya girdi ama yine devam etmesine izin vermedim.

"Gerçekten sorun değil, kızmadım hiç. Zaten kızmaya hakkım yok." Sözlerim onu sessizleştirirken devam ettim. "Geçen sefer de gitmiştin. Biliyorum o zaman hiçbir şey yoktu aramızda ama zaten şimdi de yok."

"Ayliz bak..." Ve yine devam etmesine izin vermedim.

"Ben alışkınım buna, sen de çok dert etme," dedim ve o sırada babam bir kez daha odaya girdi.

Girer girmez de "Benim adliyeye gitmem lazım," deyip Pars'a bakarak sordu. "Sen geliyor musun?"

"Çıkacağım birazdan."

Babam başını salladı. "Gitmeden önce uğra yanıma," dediğinde de Pars başını sallayarak onayladı onu.

Babam başka bir şey söylemeden odadan çıkıp gittiğinde yeniden Pars'la göz göze geldik ve yine konuşan ben oldum.

"Ne tuhaf değil mi? Yıllar önce sen gittikten sonra buraya geldim, şimdi sen giderken buradayım. Her şey tekrar ediyor sanki, demek ki benim hayatımda böyleymiş," deyip derin bir nefes aldım.

"Her neyse, hadi git sen, ben de uyuyacağım zaten," deyip yatağa girdim, hiç uykum olmamasına rağmen uzandım ve ona arkamı dönüp iyice pikenin altına girdim.

Pars gitmek yerine arkamda dururken iç çektiğini duydum ve hemen ardından "Hiçbir şey tekrar etmiyor, etmeyecek, buna izin vermeyeceğim," dedi sanki bugün gidecek olan kendisi değilmiş gibi. Bu yüzden bu sözleri bana çok anlamsız geldi ve gözümden bir damla yaş aktı.

"Daha önceki gibi yıllarca sürecek bir şey değil, sadece birkaç ay," dedi ama yine dönüp bakmadım ona. O ise devam etti. "Aşağıda biri bekliyor seni, akşamüstü 4 gibi gideceğim, yolcu etmek istersen seni bana getirecek. Eğer gelirsen işte o zaman gerçekten hiçbir şey tekrar etmez, izin vermem," dedi, bu sözlerine bir anlam veremedim.

"Son karar senin." Ondan duydum son şey bu oldu, hemen ardından ayak sesleri duydum ve çok geçmeden odadan çıktığını anladım.

Kapıyı çektiği an doğruldum, sırtımı arkaya yasladım. "Ne demek istedi bu ya?" diye sordum kendi kendime ve gidip gitmemeyi düşündüm, fakat ve yapacağımı bilemedim ve ayağa kalktım.

Pencerenin kenarına gidip dışarıya baktım. Bir süre sonra Pars hastane binasından çıktı ve bahçedeki adamın yanına doğru yürüdü. Adamın karşısında durduğunda bir şeyler söyledi ve ardından onun da yanından uzaklaştı ama adam peşinden gitmedi, olduğu yerde durmaya devam etti.

Gözlerimi ondan bir saniye bile olsun çekemezken çıkış kapısına ulaştı fakat çıkıp gitmek yerine dönüp bana baktı, göz göze geldik. Gözlerini çekmeye hiç niyeti yokmuş gibi uzun uzun gözlerimin içine bakmaya devam ederken ben ona bakamadım ve geri çekildim, gidip yeniden yatağın kenarına oturdum.

O an saate baktığımda öğlenin 11'i olduğunu gördüm. Pars'ın saat 4'te gideceğini ve yolcu etmem için beni bekleyeceğini söylediğini hatırladım ama gidip gitmemek konusunda bir karar veremedim fakat çok iyi biliyorum ki eğer inat edip gitmezsem bunun için hep pişman olacaktım.

Gözlerimi kapatırken derin bir nefes aldım ve yatağa uzandım. Bu şekilde düşünmeye, neyin doğru olduğunu anlamaya çalışırken Enver Bey odaya girdi. İki gündür yapılan tüm testlerin sonuçlarını çıktığını söyleyip bana durumum hakkında uzun uzun bilgi verdi fakat o konuşurken bile ben Pars'ı düşünmeye devam ettim.

Enver Bey yeniden odadan çıkıp gittiğinde bir başıma epey bir vakit geçirdim ve saati 2 ettim. Çok az vaktim kalmasına rağmen hâlâ gidip gitmemek konusunda kararsızdım. Biliyorum gitmezsem pişman olacağım ama gidersem de sanki gurursuz olan yine ben olmuş gibi olacaktım fakat bu kez beni çağıran o olmuştu, gidersem gurursuz olmazdım ki...

Ya da kendimi mi kandırıyordum?

Biraz daha vakit geçtiğinde ve saat artık 14:45'i gösterdiğinde daha fazla dayanamadım, sonrasında pişman olmaktan çok korkup telaşla ayağa kalktım ve pencerenin kenarına gittim.

Pars'ın bıraktığı adam sanki pencereye çıkmamı bekliyormuş gibi hemen beni fark edince elimi kaldırıp gelmesini işaret ettim. Adam anında koşar adımlarla binanın kapısına doğru ilerlerken hızla odaya döndüm ve üzerimi değiştirdim.

En son montumu giyerken adam odanın kapısına birkaç defa vurup içeriye girdi, telaşlı gözlerim hemen onu buldu.

"Pars nerede?" diye sordum.

"Agâh Bey'in yanındaydı en son, oradan havaalanına geçecekti," dediğinde başımı salladım.

"Tamam, beni de götür." Adam zaten muhtemelen bu doğrultuda emir aldığı için hiç sorgulamadan başını salladı.

Birlikte hastaneden ayrıldık, havaalanına doğru yola çıktık. Havaalanına ulaştığımızda saat daha üç buçuktu. Erken gelmiş olmak biraz olsun telaşımı dindirirken havaalanına girdik. Girer girmez hemen etrafıma bakındım ama Pars'ı göremedim.

"Geç mi kaldık acaba?" diye sordum endişeyle.

"Endişe etmeyin, daha uçak kalkmadı. Hem geleceğinizi biliyor hemen geçmemiştir uçağa." Adamın sözleri beni rahatlatırken telefonunu çıkardı. Muhtemelen Pars'ı arayıp yerini öğrenecek diye düşünürken bir anda gözlerim Pars'ı buldu, arkası dönük olduğu hâlde tanıdım onu.

"Buldum," dedim, adamın başını kaldırıp Pars'a doğru baktığını fark ederken onun herhangi bir tepki vermesini beklemeyip koşar adımlarla yanına gittim.

Arkası dönük olduğu için hâlâ beni fark etmezken ondan biraz uzakta durdum. Sanki koşa koşa ona gelmemiş gibi kendimi ağırdan satmaya karar verdim.

"Çoktan gitmişsindir sandım," dediğim an bana döndü ve gözlerim, yeşilleri ile temas etti.

Beni gördüğü an bakışları yumuşadı, dudağının bir tarafı yana kıvrıldı. "Gelmezsin sanıyordum."

"Geldim ama," dedim.

"Ben de gitmedim," dedi anında, tıpkı onun gibi ellerim arkamda birleştirdim. Bu yaptığım hoşuna gidiyor gibiyken aslında tek amacım heyecandan titreyen ellerimi saklamaktı.

"Ee niye çağırdın beni? Gerçekten seni yolcu etmem için mi?"

"Bunun için olmadığını çok iyi biliyorsun," dediğinde başıma olumsuz anlamda salladım.

"Hayır, bilmiyorum. Son zamanlarda bildiğim hep yanlış çıkıyor, bu yüzden artık hiçbir şey bilmiyorum. Eğer bir doğru varsa duymayı tercih ediyorum," dedim.

İç geçirdi. "Peki," dedi, uzun uzun baktı gözlerimin içine ve konuşmaya devam etti.

"İlk defa gitmek bu zor geliyor, hatta gitmek zorunda olmak sinirimi bozuyor," deyiverdi hiç beklemediğim bir anda.

Tepkisiz kaldım.

"İlk defa giderken arkama bakıyorum çünkü ilk defa arkamda birini bıraktığımı hissediyorum." Sessiz kaldım, hiçbir şey hissetmiyor gibi davrandım. Oysa içimde fırtınalar kopuyordu, çünkü bu sözleri benim için çok önemliydi.

"O biri sensin Ayliz," dedi, gözlerimin en içine bakarak. "Arkama bakma sebebim sensin."

"Neden?" diye sordum, o bu soruya anlam veremiyor gibiyken sormaya devam ettim. "Neden sana böyle hissettiriyorum?"

"Çünkü önemlisin benim için." İçten içe mutluluktan ölürken dışarıya bunu hiç yansıtmadım ve sessiz kaldım. "Çok önemlisin," diye ekledi, daha fazla dayanamadım ve dudaklarımda küçük bir tebessüm oluştu.

"Hatta belki de herkesten ve her şeyden çok," diye konuşmasına devam ettiğinde daha fazla dayanamayıp araya girdim.

"Neden gidiyorsun o zaman? Kimse sana bir şeyleri zorla yaptıramaz ki. Benim tanıdığım Pars, zorla hiçbir şey yapmaz. Durum böyleyken ve şu an söylediğin bu kadar şeye rağmen neden gitmen gerekiyor?" diye sordum, bana mantıklı tek bir cevap vermesini bekledim ama sustu ve ben susma nedenini düşünmeye gerek duymadan anladım. Oysa anlamayı hiç istemezdim.

"Bana söyleyemeyeceğin bir şey, değil mi?" diye sordum, başını salladı. Onun işi buydu, bir şeyleri saklamak ve her şeyi gizli ilerletmekti. Bu yüzden onu anladım, hak da verdim ama bu üzülmediğim anlamına gelmiyordu.

"Bu kadar mı peki? Söyleyeceklerin bitti mi? Duymam gereken şeyler sadece bunlar mı?" Sorularımı üst üste sıraladım.

Başını olumsuz anlamda salladı. "Hayır, başka bir şey daha var."

"Seni dinliyorum," dedim.

Bana doğru bir adım atıp gözlerimin içine baktı. "Daha önce giderken sana söylediğim şeyi hatırlıyor musun?" diye sordu, buruk da olsa tebessüm ettim ona.

Hiç unutmamıştım ki...

"Hatırlıyorum," dedim, o buruk ifadeyle devam ettim konuşmaya. "Döneceğim, fakat senin için hiç dönmemiş olacağım demiştin," derken bana bu cümleyi gerçekten kurduğu gün hissettiğim o şeyleri yeniden hissediyor gibi oldum ve sanki bir kez daha kalbim kırıldı. Buna rağmen devam ettim. "Sonra gerçekten de döndün ama söylediğin gibi benim için değildi."

"Yine döneceğim," dedi bir kez daha, daha fazla kendime engel olamadım ve gözlerim doldu. Canım çok yanıyordu. "Bu kez senin için," diye eklediği an dolu gözlerimden birer damla yaş aktı.

"Seni beklemem mi gerekiyor?" diye sordum, sesimin titremesine engel olamadım.

"Bilmem, ona sen karar vereceksin," deyip derin bir nefes aldı. "Ben de kararını döndüğümde öğrenmiş olacağım." Ve gözümden bir damla daha yaş aktı, hemen sildim o yaşı.

"Bir cevap alabilmek için o zamana kadar sabredebilecek misin?" diye sordum bu kez de.

"Bir an bile olsun sıkılmayacağım sabretmekten," dediğinde tebessüm ettim, muhtemelen ben de bir an bile olsun onu beklemekten vazgeçmeyecektim. Benim bunu düşünmeme bile gerek yoktu ki... Fakat bu cevabı ona verecek değildim çünkü gerçekten bir gün dönerse öğrenecekti cevabımı.

"Peki," dedim. "Konuşmaya döndüğün zaman devam ederiz o zaman." Başını sallamakla yetindi, ben de başka bir şey demediğimde sessizlik oldu ve o sessizliğin ardından hiç duymak istemedim ama duymak zorunda olduğum o cümleyi kurdu.

"Gitmem lazım artık." Kirpiklerim ıslandı ama ağlamadım, bir süre daha kendimi tutmam lazımdı.

"Hoşça kal." Ve yine sesimin titremesine engel olamadım.

"Hoşça kal Küçük Hanım," dediğinde yüzümde histerik bir ifade oluştu. Yine beni öptüğü o geceyi düşündüm ve içimden geçen şeyleri ona da söyledim.

"Sen bana Küçük Hanım diye hitap ettiğinde benim için bir şeyin anlamı tamamen değişiyor." Yüzünde keyifli bir ifade oluştu, derin derin baktı gözlerimin içine.

"O yüzden Küçük Hanım diyorum ya," dediğinde şaşkınca kaldım, ne söylemek istediğini çok iyi anlarken "Geçen gece bahçede konuştuğumuz şeyleri hatırlıyor musun?" diye sordu bir anda, sanki bu onun da yeni aklına gelmiş gibiydi.

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, sadece bahçeye çıktığımızı hatırlıyorum. Ne konuştuğumuzu hatırlamıyorum ve neden hatırlamıyorum ben de bilmiyorum," dedim.

"O gece içtiğin, benim de tadına baktığım meyve suyu yüzünden," dediğinde afalladım. "Şu sizin yeni çalışan biraz para alınca istenilen her şeyi yapmış," dedi, şaşkınca kaldım.

"Gerçekten mi? Ben o gece bu yüzden mi öyle sarhoş gibiydim?" diye sordum, başını salladı. "İnanamıyorum ya, resmen hayatımı mahvetmek için ellerinden geleni yapmışlar," dedim, sessiz kaldı.

O an öfkemi bir kenara bırakıp "Sen şimdi neden böyle bir şey sordun ki? Ne konuştuk o gece bahçede?" diye sordum merakla, çünkü ciddi anlamda hiçbir şey hatırlamıyordum."

"Madem her şeyi unuttun, o zaman gitmeden bir kez daha söyleyeyim," dedi.

"Neyi?" diye sordum merakla.

Dudaklarında küçük bir tebessüm oluşurken "Hayatım boyunca birini bir başkası zannedecek kadar sarhoş olmadım," demesiyle istemsizce tebessüm etmem bir oldu.

Bunu beni o dağ evine götürdüğünde anlamıştım zaten ama sesli dile getirmek için hiç cesaretim olmamıştı ve şimdi ondan duymak, iyi hissettirmişti.

Bu yüzden gülümsemeye devam ederken "Bundan sonra unutmam bunu," dedim kendimle alay edercesine...

"İnşallah," derken yüzünde muzip bir ifade vardı. İçimdeki hüzne rağmen ona bakarken tebessüm ediyordum, işte o an elini üzerindeki ceketin iç cebine attı ve tek bir tane gül çıkardı.

Bu, şaşırmama neden olurken o gülü bana uzattı.

Gülümsemeye devam ederken gülü elinden aldım. Alırken de "Bu nereden çıktı şimdi?" diye sordum.

"Bir çiçek alanımız yok ki odamızda vazomuz olsun demiştin," dediğinde yaptığımız o kavgayı hatırlayıp güldüm. "Döndüğümde kafamı hâlâ yarmak istersen odanda vazon olsun diye aldım."

Gülmeye devam ederken "Sadece bunun için mi yani?" diye sordum.

Yüzündeki muzip ifadeyle başını salladı. "Sadece bunun için."

Bu cevabı öyle bir verdi ki doğrusunun bu olmadığına inanmam çok da zor olmadı.

"Öyle olsun bakalım," dedim, saatine baktı ve gözlerini yeniden bana çevirdi.

"Hoşça kal," dedi bir kez daha ve gözlerimin en içine bakarak ekledi. "Küçük Hanım."

Dakikalardır gülümseyen ben değilmişim gibi yine gözlerim dolarken yaşadığımız tüm anlamlı şeyleri bir hoşça kala sığdırdı ve tek kelimeyle aslında çok şeyi anlatıp bana arkasını döndü.

O arkasını döndüğü an ruhumda derin bir yara açıldı.

Bir gün aynı kişi tarafından sarılacağını bildiğim bir yara...

Bu yüzden hep seveceğim bir yara...

Pars biraz ilerledikten sonra durdu, yeniden bana döndü, gözlerimin içine baktı ve ben gözlerim dolu dolu tebessüm ettim ona, aynı şekilde dudaklarında bir tebessüm oluşurken göz kırpıp yeniden önüne döndü ve yürümeye devam etti, bir süre sonra da gözden kayboldu.

O uzaklaştıkça canım yandı. O gözden kaybolunca da gözyaşlarım akmaya başladı ve gözyaşları içinde elimde bana verdiği gülle arkasından öylece bakakaldım.

İşte o an çok, sevdiğim adamın arkasından bakarken, çok iyi anladım ki eksiklik bir şeyin yokluğu değilmiş meğerse, sana ait olan bir şeyin yokluğuymuş ve ben artık Pars Atakan dönene kadar eksik hissetmeye mahkûm kalmıştım.

Devam edecek...

Çoook uzun bir bölümün sonundan tekrardan merhaba<3

Bölüm başında Pars'a sövdüğünüzü, ortasında yeniden sevdiğinizi ve sona doğru gidiyor diye yine sövdüğünüzü o kadar iyi biliyorum ki asdfgjjakshs

Her şeyin ortaya çıktığı, tüm suçluların yakalandığı, hikâyenin ana konusunu oluşturan adamların sonunun geldiğini bir bölüm oldu :) Ayşin de kurtulmuş olduk tabii ehehehehehehe

Bu bölüm ilk kitabımızın finaliydi, ikinci kitap için sizi çok bekletmeyeceğimden emin olabilirsiniz :) Bölümler gelmeye başlamadan önce bir duyuru paylaşıp bilgi veririm, merak etmeyin ♡

Pars'ın gitmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sizce ikinci kitapta neler olacak?

Son sahneden sonra neler değişecek dersiniz?

Tüm kitap boyunca en sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

İkinci kitapta görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın ♡

Duyuru ve alıntılar için;

Instagram gizzemasllan

Twitter gizzemasllan

gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%