@gizzemasllan
|
Selam :) Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ Instagram: gizzemasllan . . . 32. BÖLÜM "SALDIRI" Yeşil gözlerinin içine bakmaya devam ederken az önce yaptığım şeyden sonra ne kadar öfkeli olduğunu bakışlarından anlayabiliyordum ve ben de en az onun kadar öfkeliydim ama onun aksine elimden geldiğince bu öfkemi bastırmaya çalışıyordum. Çünkü şu an tanıdığı Ayliz gibi bağırıp çağırmamı, olay çıkarmamı bekliyor gibiydi. Ben de bu yüzden inatla sakin kalıyordum ama fark ettiğim kadarıyla onun hiç de kendini sakinleştirmek ister gibi bir hâli yoktu. Az önce bir anlık öfkeyle yaptığım şey onu fazlasıyla sinirlendirmişti. Ben daha bunu düşünürken "Sen manyak mısın?" diye bağırdı aniden, irkilip bir adım geri gittiğimde sırtım arabaya değdi. "Sen kafayı mı yedin?" diye bağırırken bana doğru bir adım attı, yaptığım şeyden pişman olduğumu düşünmesini istemediğim için karşısında dimdik durmaya devam ettim. "İkimizi de öldürüyordun az kaslın!" Doğru, yapmıştım bunu ama ölmemiştik sonunda. "Direksiyona atlamak ne demek Ayliz? Uçuruma düşüyorduk az kalsın!" diye bağırırken öfkesi daha da artmış gibiydi. Daha fazla dayanamayıp "Bağırıp durma bana!" dedim ters bir tavırla. "Sana bin defa durdur arabayı ya da beni eve götür dedim ama dinlemedin beni! "Lan geberiyorduk ikimiz de!" diye bağırdı yine. "Bunun için değer..." Devam etmesine izin vermeyip araya girdim. "Seninle gelmekten daha iyidir!" dedim, bakışları daha da sertleşti. "Kızım senin derdin ne?" diye sorarken yine bağırdı ve bu artık fazlasıyla sinirlerimi bozmaya başlamıştı. "Ne yaptım lan ben sana? Ne yaptım?" "Bir de utanmadan soruyorsun!" deyip göğsüne vurdum ve itip kendimden uzaklaştırdım onu. "Seninle hiçbir yere gelmiyorum, gidiyorum ben!" dedim ve yanından uzaklaştım. "Gitmekten emin misin?" diye arkamdan sorduğumda duraksadım ve etrafıma baktım. Issız bir yerdeydik. Bir tarafımız orman, diğer tarafımız da az kalsın benim yüzümden düşecek olduğumuz uçurumdu. Sahi böyle bir yerde nereye gidebilirdim ki? Ama geri adım da atamazdım şu an. Neyse gitmeme izin verecek değil ya, illa durduracak beni. Düşündüğüm bu şeyle kendimden emin bir tavırla yeniden ona döndüm. "Eminim," dedim, tek kaşını kaldırdı. "Ne de olsa başıma senden daha kötü bir şey gelemez, değil mi?" diye sordum alayla ve önüme döndüm, ondan uzaklaşmak istedim ama daha sadece birkaç adım atmışken tam da tahmin ettiğim şeyi yapıp kolumdan yakaladı beni. Hemen ardından da arabanın yanına doğru çekti. "Beni sinirlendirme daha fazla," dediğinde alayla baktım gözlerinin içine. "Bin şu arabaya, adamakıllı bir yere gidelim, konuşacağız." "Binmiyorum," dedim inatla ve devam etti. "Ayrıca adamakıllı bir yer mi dedin sen? Adamakıllı bir yere buradan mı gidiliyor? Şuraya bak ya bir tarafımız orman bir tarafımız uçurum!" "Bak," dedi sakince ve derin bir nefes alıp kendini biraz daha sakinleştirdi. "Sana zorla bir şey yaptırmak istemiyorum. Bu yüzden şimdi..." dediği an sinirle gülmeye başlarım, gülmem onu susturdu. "Zorla bir şey yaptırmak istemiyorsun öyle mi?" diye sordum sinirle gülmeye devam ederken. "Lan sen beni babamın yanından sırtına atıp kaçırdın! Hâlâ geçmiş karşıma sana zorla bir şey yaptırmak istemiyorum diyorsun!" Dişlerini sıkarak "Lan deme bana," dedi. Bunu hiç umursamadan "Babama nasıl bir açıklama yapacaksın çok merak ediyorum," dedim, onun da artık bunu düşünüp beni geri götürmeye karar vermesini umarak. "Korkak bir adam olsaydım bunu dert edebilirdim," dediğinde alayla güldüm, ona korkak demiş olmama bayağı bozulmuş gibiydi. "Tamam anladım, korkak değilsin, bak kanıtladın bunu bana. Hadi şimdi yeniden evime götür beni," dedim çocuk avutur gibi... Ardından da yeniden arabaya binmek istedim ama kolumdan tutup engel oldu bana ve yanına çekti, gözlerinin içine bakmak zorunda kaldım. "Beni delirtme!" dedi dişlerini sıkarak ve ekledi. "Ne derdin varsa anlat!" Emir veriyor olması sinirlerimi biraz daha bozdu. "Ne derdim olacak benimle seninle? Zorla beni buraya getiren sensin! Demek ki senin benimle bir derdin var!" "Ayliz!" dedi yine dişlerini sıka sıka. "Bana sanki her şey normalmiş de benim yaptıklarım anormalmiş gibi davranma!" Kolumu kurtarmaya çalıştım ama izin vermedi, kaçacakmışım gibi sıkı sıkı tutmaya devam ettim. Geldiğimiz bu yerde nereye kaçmamı bekliyorsa artık! "Her şey normal zaten Pars," dedim gayet sakince, bakışları daha da sertleşirken devam ettim. "Ama pardon senin normalin kafana estiğinde gitmene rağmen döndüğünde seni bekleyen, aşkından ölen bir kadın bulmaktı değil mi? Ne de olsa bunu tecrübe etmiştin, yine döndüğünde öyle olacak zannediyordun ama kusura bakma Pars Atakan, artık bu benim normalim değil!" dedim, anlamsız bakışlar atarken devam ettim konuşmaya. "Benim normalimde artık bana arkasına dönen bir adamı sevmeye devam etmek yok, ki zaten sevmeye devam ettiğim de yok." Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. O bunu yaparken az önceki sözleri söyleyen ben değilmişim gibi istemsizce dudaklarına baktım ve sonra bunun için kendime kızıp hızla gözlerimi kapalı gözlerine çevirdim. Yeşillerini örtüleyen göz kapaklarını kaldırdığında ve bakışlarımız yeniden kesiştiğinde "Sen o gün beni havaalanında yolcu etmeye gelen kadın olamazsın," dedi. Başımı salladım. "Aynen öyle, ben de tam olarak bundan bahsediyorum zaten. Artık o kadın değilim, daha doğrusu sen çocuk derdin bana, artık o çocuk değilim. Büyüdüm, aklım başıma geldi, beni üzen her şeyden kendimi kurtardım ve kendi ayaklarımın üzerinde durmaya çalışıyorum." "Bu mu yani?" diye sordu sinirle. "Bu hâlde olmanın sebebi artık kendi ayaklarının üzerinde durabiliyor olman mı?" Başımı olumsuz anlamda sallayıp "Hayır," dedim, merakla bana bakarken devam ettim. "Aslında seni sevmediğimi fark etmiş olmam," dediğim an tutuyor olduğu kolumu bıraktı. "Hissettiğim şeyin aşk değil de hayranlık olduğunu fark etmem," diye devam ettim konuşmama. Hareket eden âdemelmasından yutkunduğunu fark ettim. "Daha devam edeyim mi yoksa bunları bilmen yeterli mi?" diye sordum. Bir adım geri gidip uzaklaştı benden ve söylediğim şeylere rağmen dikkatle gözlerimin içine bakmaya devam etti. "Sana sadece bir kere soracağım," dedi, kaşlarımı çattım. "Ya şu gereksiz öfkeyi bir kenara adamakıllı cevap verirsin ya da..." Sözünü kestim. "Ya da ne?" diye sordum öfkeni bir kenara bırak dediği hâlde öfkeyle. "Yine mi gidersin? Böyle mi cezalandırırsın beni?" "Ya da bundan sonra vereceğin hiçbir cevabın bir önemi olmaz," diye devam etti araya girmiş olmama rağmen, sessiz kaldım. "Şimdi söyle derdin ne? Böyle davranmanın sebebi ne? Ne oldu ben yokken?" Yüzümde alaylı bir ifade oluşurken bu kez ona yaklaşan ben oldum. "Neden bir sebep arıyorsun?" diye sordum ve devam ettim. "Gerçekten artık seni sevmiyor olduğumu kabul etmen bu kadar mı zor?" Gözlerindeki o öfke söndü, gözlerinin kenarı kısıldı. "Gerçekten bunu kabul etmemi istiyor musun?" Bir anda gelen bu soruya karşılık ne diyeceğimi bilemedim. "Eğer istediğin buysa kabul edeceğim, bundan sonra da ona göre davranacağım," dedi, az önceki kendimden emin hâlim yok olurken sus pus oldum, tek kelime edemedim. Ne geri adım atabildim ne de cesur olup göze alabildim. "Hadi, seni dinliyorum bir cevap ver," dedi, çok uzakmış gibi biraz daha yaklaştı ve gözlerimin içine baktı. Aldığı her nefesi hissedeceğim kadar yakın oldu bana. "Gözlerimin içine bakarak söyle, inanayım," dedi, kalbim bir kez daha onun için hızla atmaya başladı. "Bir derdim yok, hiçbir şey de olmadı de. Ben gerçekten seni sevmiyormuşum de," deyip bir adım daha atmasıyla geriye gitmek zorunda kaldım, sırtım arabaya temas etti. Buna rağmen durmayıp bir adım daha attı, aramızdaki mesafeyi sıfıra indirip az öncekinden de yakın oldu. "Hadi, söylesene aynı şeyleri!" Boğazım düğümlendi, nefesim kesildi sanki. "Ben," dedim zorlukla gözlerinin içine bakarak ve sanki aylardır kendime defalarca kez onu unuttuğumu söylememişim gibi onu sevdiğimi haykırmak istedim. Bu yüzden kendime öfkelendim, kendimden nefret ettim. Aylardır canımı yaka yaka onu aklımdan, kalbimden çıkarmaya çalışmıştım ama şimdi tek bir bakışı, birkaç cümlesiyle yeniden ona yeniliyor gibiydim. İstediği o cümleleri kurmaya dilim varmazken "Seni sevmemin senin için bu kadar önemli olduğunu bilmiyordum," dedim, aynı şeyleri duymak için ısrar etmemesini umut ettim. "Bu da senin aptallığın olsun," dediği an bir kez daha kaşlarımı çattım. "Bana bak..." Sözümü kesti. "Hâlâ söylemedin," deyip yine aynı konuyu açtı. "Söyleyecek bir şeyim yok," dedim, arabayla arasından çıkmak istedim ama izin vermedi. "Söyleyecek bir şey var," dedi, ona bakmak istemeyip başımı çevirdim ve başka yerlerle baktım. "Ayliz," dedi, bir anda hiç beklemediğim bir şey oldu ve eli yüzümü buldu. Onun bana dokunması, içimi bir kez daha sıcacık ederken yüzümü yeniden kendine çevirdi ve gözlerine bakmamı sağladı. Midemde kelebeklerin uçtuğunu hissederken kalbim, göğüs kafesimi parçalayacakmış gibi atıyordu. "Belli ki söyleyecek çok şey var," dedi bu kez de ve parmakları hafif hafif yanağımı okşamaya başladı. "Ama sen böyle inat edersen anlaşamayız, şimdi her ne olduysa, bana neden böyle davranmaya başladıysan anlatıyorsun," dedi, konuşmak için dudaklarımı araladım ama bunu fark etmeyip devam etti. "Yok eğer gerçekten söylediğin gibiyse, konuşacak bir şey yoksa, az önce söylediğin her şeyi gözlerimin içine bakarak söyle bir de. Söyle ki ben de emin olayım." Son cümlesi yüzünden hayal kırıklığıyla baktım ona. "Sen böylesin işte," dedim, kaşlarını çattı. Gözlerim dolarken devam ettim. "Emin olacaksın ve bitecek, senin için bu kadar kolay her şey." Anlamsızca baktı yüzüme. "Senin için bu kadar sıradan her şey, bu kadar basitim. Kolaylıkla arkanı dönebileceğin biriyim, hayatında vazgeçebileceklerin arasında en başında geliyorum. Önemli değilim, değerli değilim, özel değilim, senin için hiçbir şey değilim," dedim, konuşmak istedi ama izin vermedim. "Sen beni sevmiyorsun, hiç sevmedin ve hiç sevmeyeceksin ama seni sevmem hoşuna gidiyor. Bana ilgin yok, benim sana olan sevgime ilgin var." Elini yüzümden indirdi, dokunmadı bana. "Şimdi de tek derdin bu, o sevgiyi kaybetmiş olmak. Ben yine umurunda değilim, o sevgiyi kaybetmiş olmak korkutuyor seni. Çünkü her insan ne olursa olsun yanına dönebileceği, döndüğü zaman eskisi gibi sevilmeye devam edebileceği bir yer olsun ister. Senin için o yer benim, bu yüzden iyi hissettiriyorumdur belki de sana ve bu yüzden şimdi böyle çırpınıyorsundur," derken gözyaşlarım akmaya başladı. Pars'ın yüzünde tuhaf bir ifade oluşurken bir adım geri gitti, uzaklaştı benden ve dinlemeye devam etti beni. "Üzgünüm," dedim, gözyaşlarım hızlandı. "Artık sana böyle hissettiremem çünkü yoruldum. Seni sevmekten de hep beklemekten de bir gün beni seversin diye beklemekten de yoruldum. Bu yüzden vazgeçtim, istemiyorum seni." Konuşmak için dudaklarını araladı, ben de susup konuşsun diye bekledim ama her ne söylemek istediyse vazgeçti ve dudaklarını yeniden birbirlerine bastırdı, sessizliğini korudu. "Gözlerinin içine bakıp da 'Seni sevmiyorum, bitti,' diyemem, çünkü bitmedi," dedim, gözyaşlarım hızlandı. "Ama bitsin diye elimden geleni yapıyorum çünkü çok yoruldum," deyip gözyaşlarımı sildim. "Senden değil belki ama seni sevmekten nefret ediyorum," deyip istediğini yaptım, gözlerinin en içine bakarak duymak istemeyeceği ama gerçek olan tek şeyi söyledim. "Sen kendimden nefret etmeme neden oluyorsun ve ben artık seni sevmek istemiyorum." Sessiz kalmaya devam etti. "Beni hiç anlamadın ama bunu anla artık, anla ve n'olur yardım et bana," derken bir kez daha gözyaşlarına boğuldum. "Yardım et kurtulayım senden. Yardım et kendimden değil, senden nefret edeyim. N'olur yardım et, yardım et ki bitsin artık." Tek kelime edemedi, sustu karşımda. Belki de anladı beni sonunda, belki de hak verdi. "Beni evime götür," dedim. "Lütfen," diye ekledim. Dudaklarını aralayıp derin bir nefes alırken çaresizce başını salladı. Hiçbir şey demeden arabanın kapısını açtı. Sonra da gözlerime bakamadan "Bin hadi," dedi, gözyaşlarımı silerken bu kez kendi isteğimle bindim arabaya. Kapıyı kapattıktan sonra birkaç saniye durdu, neden durduğunu anlayamazken sonunda hareketlendi ve ağır adımlarla şoför tarafına geçip arabaya bindi. O an bana bir şeyler söylemesini bekledim, sessiz kalması garip geldi çünkü ama o hiçbir şey söylemedi, arabayı çalıştırdı ve gelişimizin aksine sakince yola çıktık. Yol boyunca sessizliğini koruması benim de susmama neden olduğundan hiç konuşmadan yeniden bizim eve ulaştık. Bu gergin yolculuğun bitmesi biraz olsun rahatlamama neden olurken onun hiçbir şey söylemesini beklemedim, telaşla arabadan indim ve onun da aynı hızla uzaklaşmasını bekledim ama beklediğimin tam aksine o da arabadan indi. O esnada babam araba sesini duymuş olacak ki telaşla dışarıya çıktı. Bizi gördüğü an kaşlarını çattı ve ilk kez bana değil de Pars'a baktı öfkeyle. İşte o an olacaklardan korktum. Pars nasıl bir açıklama yapacaktı? Yaptığı şeyi nasıl açıklayacaktı? Ya babamla araları bozulursa? Bunu istemem ki. "Ne oluyor anlatacak mısın?" diye sordu babam fazlasıyla ciddi bir ses tonuyla, gözümün ucuyla Pars'a baktım. Gergin, endişeli ya da korkuyor gibi bir hâli yoktu. Aksine çok rahattı. Babama yaklaştı, karşısında durdu. Babam çatık kaşlarının altındaki öfkeli gözleriyle ona bakarken "Yalnız konuşalım mı?" diye sordu, kaşlarımı çattım. Yalnız mı? Şimdi neden böyle bir şey istemişti ki? "Konuşalım," dedi babam, ben yanlarına giderken de "Peşimden gel," dedi Pars'a ve bana kısa bir bakış atıp yeniden eve girdi. Pars peşinden gidecekken bir anda önünde durdum, gitmesine izin vermedim. "Benim üzerime at," dedim, kaşlarını çattı. Anlamsızca bakarken devam ettim. "Beni suçla, seni kızdırdığımı söyle. Bir hata yaptı de, onu düzeltmesi için götürdüm de. Bana sorarsa bozuntuya vermem," dedim, onunla konuştuğumuz o kadar şeye rağmen onu korumaya çalıştım. Pars'ın dudaklarında buruk bir ifade oluşurken "Öyle yaparım," dedi ama bunu derken öyle bir baktı ki yapmayacağı çok belliydi. "Bak sakın yanlış bir şey söyleme, aranız boş yere bozulmasın. Lütfen..." Sözümü kesti. "Korkma," dedi, derin bir nefes aldı. "Yanlış bir şey söylemeye niyetim yok zaten," deyip yanımdan ayrıldı, eve girdi, arkasından öylece bakakaldım. Bu neydi şimdi? Ne söyleyecekti? Bir dakika ya ben neden korkuyorum ki? Babama gidip de gerçekten aramızda olanları anlatacak değildi ya. Tamam benim istediğimi yapıp da beni suçlamazdı belki ama doğruları da söylemez, bir şeyler uydururdu. Çünkü gerçeği söylemesi demek babamla aralarının bozulması, bu eve bir daha asla gelememesi demekti. O babamı bu kadar sevip saygı duyarken böyle bir şeyi asla göze almazdı. Bu düşünceler beni rahatlatırken ben de eve girdim. O an Pars'ın bahçedeki oturma alanına ulaşıp babamın karşısındaki yerini aldığını gördüm. Yanlarına gidemeyeceğim ve durup burada onları izleyemeyeceğim için koşar adımlarla eve gittim, içeriye girdim ve hiç oyalanmadan doğrudan odama çıktım. Odaya girer girmez de koşarak pencereye gittim, dışarıya- onlara doğru- bakıp ikisinin de hareketlerini dikkatle izlemeye başladım. Fark ettiğim kadarıyla Pars sessizdi, babam konuşuyordu ve gördüğüm kadarıyla fazlasıyla sinirliydi. Hatta onu ilk defa Pars'a karşı bu kadar sinirli görüyorum da diyebilirdim. "N'olur kötü bir şey olmasın," diye mırıldandım, o esnada babamın sustuğunu fark ettim. Bir süre ikisi de konuşmadı. Ne olduğunu anlayamazken Pars yerdeki başını kaldırıp babama bir şey söyledi, her ne söylediyse babam resmen şok geçirdi. "Ne dedi bu ya?" Korkuyla sordum, bizim hakkımızda bir şey söylememiştir değil mi? Ne söyleyebilir ki? Hem biz diye bir şey mi vardı? Yoktu ki... Babam şaşkın şaşkın Pars'a bakmaya devam ederken Pars da konuşmaya devam etti. İçimden sürekli umarım bir hata yapmıyordur diye geçirirken mideme ağrı girmişti stresten. "Pars n'olur yanlış bir şey yapıyor olma." Kendi kendime mırıldanmaya devam ederken babam da bir şeyler söyledi, şaşkınlığını üzerinden atmış gibiydi ve çok sakin görünüyordu. Pars, düşündüğüm şeyleri söylüyor olsaydı babam bu kadar sakin olabilir miydi? Ben daha bunu düşünürken babam bir anda ayağa kalktı, hemen ardından da Pars ayaklandı. Bu biraz daha gerilmeme neden olurken babam Pars'a bir şeyler şöyleydi, her ne söylediyse Pars onu başıyla onayladı ve babam ona arkasını döndü, eve doğru yürüdü. "Eee n'oldu şimdi?" Kendimle konuşmaya devam ederken Pars'ın cebinden sigarasını çıkarıp yaktığını gördüm, canı epey bir sıkılmış gibiydi. "Şimdi meraktan öleceğim!" diye söylendim ve işte tam o sırada bir anda başını kaldırdı, göz göze geldik. Bakışlarımız kesiştiği an kal gelmiş gibi kalakaldım, ne yapacağını bilemedim. Zaten benim bir şey yapmama gerek kalmadı, gözlerini benden çekti ve bahçe kapısına doğru yürüdü. Arkasından da evden çıkıp gitti. Onun bu tavırları beni korkuturken duyduğum ayak sesleriyle hızla pencerenin önünden ayrıldım, odadan çıktım ve odasına doğru yürüyen babamla karşılaştım. Beni görünce duraksadı. "Baba," dedim, yanına yaklaştım. Biraz ağzını yoklasam iyi olacaktı. "Efendim?" "Bir sorun mu var? Sinirli gibisin de," dedim, oysa hiç de öyle durmuyordu. "Yoo hiçbir şey yok," dedi, sesi çok rahat ve iyi çıkmıştı. Pars gerçekten de bir şey anlatmamış gibiydi. "Pars'la..." diye konuya girdim ama devam etmeme izin vermedi. "Boş ver şimdi, çok yorgunum," dedi, afalladım. İlk defa Pars hakkında bir şey söylememe izin vermedi. "Hadi iyi geceler," deyip yanımdan geçti, odasına girdi. Bir şey öğrenememiş olmak sinirimi bozarken odama geçtim. Acaba Pars'ı arayıp öğrensem mi diye düşünüp sonra da bu geceden sonra onu aramam pek de iyi olmaz diye içimden geçirip hemen bu düşünceden vazgeçtim. Ardından da odanın ortasında durup düşünmeyi bırakıp kendimi banyoya attım. Güzel bir duşun ardından pijamalarımı giyip yatağa girdim ve ancak o an kendimi bir boşlukta hissedip telefonumun yokluğunun farkına vardım, Pars'ta kaldığını anladım. "Bir bu eksikti!" diye söylenip şu saate yapılacak bir şey olmadığından yatağa uzandım. Telefonu karıştırmazdı değil mi? Ama nasıl karıştırsın ki şifresi vardı. Fakat sonuçta bu da Pars'tı, şifre falan engel olmazdı ona. Bu düşünceler sıkıntıyla oflamama neden olurken pikeyi üzerime çektim ve odanın tavanını izlemeye koyuldum. Tüm gece bir şey düşünmeme konusunda çaba sarf etsem de başarılı olamadım ve sürekli onu düşünüp durdum. Yeniden dönmesi, konuşmamız, hislerimi ona anlatmak zorunda kalmış olmam beni yeniden yerle bir etmişti. Sabaha kadar bu düşüncelerle yatakta dönüp durdum ve ancak hava aydınlandığında uykuya dalabildim. Bu yüzden aylardır erken kalkıyor olmama rağmen ertesi gün ancak öğlen on iki gibi uyanabildim. Yataktan istemeye istemeye kalkıp elimi yüzümü yıkamış, gece duş aldığım için kabaran saçlarımı düzleştirmiş, sade bir makyaj yapmıştım. İşim bittikten sonra da kahverengi, ekose desenli, mini bir etekle aynı renk bir crop giydim. Spor ayakkabılarımı da giyip odamdan çıkıp salona girdim. Salonda Şengül Hanım'la karşılaşıp "Babam nerede?" diye sordum. "Sabah erkenden çıktı," dedi, başımı salladım. "Kahvaltı yapacak mısınız?" "Hayır, çıkıyorum ben," dedim ve evden ayrıldım. Her ne kadar Pars'la karşılaşmak istemesem de bugün iletişime geçmeli, telefonumu ondan almalıydım. Hevessiz bir şekilde güvenliklerin yanına yürüyüp "İşi olmayan biri beni kafeye bırakabilir mi?" diye sordum, adamların gözleri hemen beni bulurken birinin cevap vermesini bekledim ama beklediğim cevap, hiç beklemediğim bir sesten geldi. "Ben bırakırım seni." Duyduğum ses hızla arkama dönmeme neden olurken bahçe kapısında duran Pars'ı gördüm. Onu görmenin şaşkınlığını yaşarken elini ceketinin iç cebine attı, telefonumu çıkardı ve birkaç adımda yanıma gelip telefonu uzattı. "Bende kalmış." Telefonu alırken "Teşekkür ederim getirdiğin için," dedim ve o an garip bir şey fark ettim, üzerinde dün geceki kıyafetleri vardı. Sanki gece evine gitmemiş gibiydi. Ona çok fazla dikkatli baktığımı fark edip kendimi toparladım. "Hadi gel, bırakayım seni," dedi. "Gerek yok, biri bırakır beni, sağ ol," dedim, yeniden güvenliklere çevirdim bakışlarımı. Hangisinin beni bırakabileceğini soracakken Pars'ın sesini duydum. "Ayliz," dedi, gözlerim istemsizce onu buldu. "İnat etme, gel bırakayım seni," dedi, bir kez daha itiraz etmek için dudaklarımı araladım ama "Hadi Ayliz," diye ısrar etti, gözlerimi kaçırdım. Israrla hayır dersem kendinden kaçtığımı düşünmesin? Tamam da düşünse ne olacak ki? Zaten gerçeği bu değil miydi? Ondan kaçmıyor muydum? İşte bu gerçeği bastırmak için "Olur," dedim, yarım saatlik bir yolculuktan ne olabilirdi ki? "Hadi o zaman," deyip arkasını döndü, bahçe kapısına doğru yürüdü. Gergin olduğum hâlde ağır adımlarla peşinden gittim, kapıdaki arabasına bindim. Peşimden de kendisi binip kapıyı kapattığında arabanın da kendisinin de çok ağır bir şekilde sigara ve alkol koktuğunu fark ettim. Tüm gece arabada içmiş miydi bu? Bu konuda bir yorum yapmak ya da ona sormak yerine camı indirdim. Bunu yapınca ne düşündüğümü anlamış olacak ki kendi tarafının da camını indirdi, içeri temiz havayla doldu ve ardından arabayı çalıştırdı, gaza bastı, evin önünden uzaklaştık. "Sabah sabah ne işin var ki senin burada?" diye sordum dayanamayarak. "Saat on iki," dedi dümdüz bir ses tonuyla. "Babam evde yok, o yüzden neden geldin pek anlayamadım da sordum," diye açıkladım kendimi. Bir an bile olsun düşünmeden "Senin için geldim," dedi, afalladım. Ne diyeceğimi bilemeyip boş boş ona bakarken yeşilleri beni buldu, gözlerimin içine baktı. "Yani telefon için, telefonunu getirmek için," deyip o da kendini açıkladı. Anladım dercesine başımı sallayıp "Gözlerin kıpkırmızı," deyiverdim bir anda. "Uykusuzum, ondandır." Nedenini sormayı istesem de soramadım, hem zaten beni ne ilgilendiriyordu ki? Benim için uykusuz kalacak hâli yoktu. "Dün gece..." Konuya girdim, o da hemen araya girdim. "Boş ver şimdi dün geceyi," derken sesi çok kötü çıkmıştı. "Ben babanla konuşup hallettim." Kaşlarımı çattım. "Pek de halledememiş gibisin," dediğimde yeniden gözleri beni buldu. "Belli işte bir şey olduğu, babam kötü bir şey mi söyledi? O yüzden mi canın sıkkın?" "Yok," dedi ve derin bir nefes aldı. "Hiçbir şey demedi." Sanki asıl sorun buymuş gibi kurdu bu cümleyi diye içimden geçirirken mesaj geldi ve telefona odaklandım. Gökmen'in mesaj attığını görüp hemen açtım, okudum. Gökmen: Ayliz! Allah aşkına aç artık şu telefonu! Saat kaç oldu, neredesin sen?" Haklı olarak kızıyordu. Hızla ona yolda olduğuma ve biraz sonra orada olacağıma dair bir mesaj yazıp gönderdim. "Sabahın yedisinden beri susmadı bir türlü telefonun, her ne derdi varsa arayıp durdu." Gözlerim bunu diyen Pars'ı buldu, bundan rahatsız olmuş gibiydi. Hangi hakla rahatsız oluyordu ki? "Ortağım artık o benim, ayrıca yakın arkadaşım," dedim. "Arkadaşın," diye tekrar etti imayla. "Evet, bir sorun mu var?" dediğimde yoldaki gözleri beni buldu. "Arkadaşınsa ne sorun olacak?" diye sorduğu an bir kez daha kaşlarımı çattım. "Arkadaşım olmasa sorun olacak yani?" diye sorguladım ben de, gözlerini yola çevirirken sessiz kaldı. Gözlerimi kısmış ona bakarken gözünün ucuyla bile bakmadı bana, muhtemelen kendisine baktığımı biliyordu çünkü. Konuyu uzatmak yerine gözlerimi ondan çektim, hatta başımı çevirip dışarıya baktım ve kollarımı göğsümün altında topladım, yolları izlemeye koyuldum. O sırada bana baktığını fark ettim ama gözlerini yeniden yola çevirmesi de çok uzun sürmemişti. O andan sonra bir daha hiç konuşmadan kafeye ulaştığımızda hemen inmek yerine "Getirdiğin için teşekkür ederim," dedim, başıyla eyvallah dercesine bir hareket yapıp sessizliğini korudu. Bir an için ne yapacağımı bilemedim, başka bir şey demeden insem mi yoksa görüşürüz falan desem mi diye düşündüm. Fakat bu düşüncelerim sadece birkaç saniye sürdü, durup boş boş ona bakmayı bıraktım ve kapımı açtım. İnmek için bir hamle yapmamla elini bileğimde hissetmem bir oldu. Onun bana dokunması, tüm dengemi altüst ederken heyecandan dizlerim titremeye başladı ve bunu belli edemeyeceğim için elimden geldiği kadar bastırmaya çalıştım. Bakışlarım ağır ağır bulduğunda ve gözlerim yeşilleriyle temas ettiğinde içine düştüğüm duyguların yoğunluğu giderek arttı, içimde fırtınalar koptuğunu hissettim ama dışarıya bunu hiç yansıtmadım. "Bir şey mi oldu?" diye sorarken sesim tahmin ettiğimden güzel çıktı, bundan fazlasıyla memnun oldum. "Dün gece çok düşündüm," dedi, şu an bulunduğu bu durumdan çok belliydi zaten bunu yaptığı. Onu daha önce hiç bu kadar bitik bir hâlde görmemiştim. "Neyi?" diye sorup anlamamazlıktan geldim. "Söylediklerini." Derin bir nefes aldım ve "Sanırım bana da hak verdin," dedim, yoksa şu anki sakin tavırlarının başka bir açıklaması olamazdı. "Hayır," dedi bir anda, afalladım. "Hak vermedim." Kaşlarımı çattım, merakla ona bakarken devam etti. "Aksine çok haksız olduğunu fark ettim." Bu cümle beni kızdırdı, bu öfkeyle ona bakarken "Söylediğin hiçbir şey doğru değildi," dedi, öfkem daha da arttı, hâlâ kendini haklı görüyor olması sinirlerimi bozdu. "Sen..." diye araya girdim ama devam etmeme izin vermedi. "Ama ben de haklı değilim," diye devam edince sessizleştim, söylemek istediğim her şey yok oldu. "İkimiz de haklı değiliz Ayliz." Ne diyeceğimi bilemedim, neden bu konuyu açtı ve neden bunları söylüyor onu bile anlamış değilim zaten. Daha fazla susmak istemeyip "Belki de," dedim ve iç geçirdim. "Ama artık bunların bir önemi yok, lütfen artık bu konuları açmayalım. Hem bak babam da sanki bizim sürekli böyle didişip durmamızdan rahatsız olmaya başladı, boş yere kimsenin keyfini kaçırmaya gerek yok." Konuşmak istedi ama izin vermeyip devam ettim. "Ben de sevmiyorum artık bu kavgaları ve seninle böyle şeyleri konuşmayı. Sen bana çocuk derdin, aslında haklıydın. Yaptığım ve hissettiğim her şey çocukça birkaç şey işte, daha fazlası değil. Senin için de hep böyle olmuştu zaten, bundan sonra da öyle olsun. Emin ol zaten yakında dün gece söylediklerimde haklı olduğumu anlayacaksın, o zaman her şey daha da yoluna girecek," dedim, yine konuşmak istedi ama yine engel oldum ona. "Tekrardan getirdiğin için teşekkür ederim, hoşça kal," dedim ve tek kelime etmesine izin vermeden arabadan indim. Kafeye doğru yürürken arabası arkamda kaldı, işte o an gözümden bir damla yaş aktı. Fakat devamının gelmesine izin vermedim, hızla o yaşı sildim. Aslında az önceki şeyleri de dün geceki şeyleri söylemek de benim için çok zordu ama her şeyin bir an önce bitmesi için bunu yapmak da zorundaydım. Dönüp hiç Pars'a bakmadan kafeye girecekken aynı anda çıkan Gökmen'le karşılaştık, beni görür görmez kaşlarını çattı. "Sağ ol ortak ya, bütün görüşmeleri benim üzerime yıktın resmen," dediğinde hissettiğim gergin duygular yüzünden tek kelime bile edemedim. Gökmen bir gariplik olduğunu fark etmiş olacak ki "İyi misin? Ne oldu sana böyle? Niye yüzün bembeyaz?" diye sorarken bir anda hiç beklemediğim bir şey yaptı ve yüzüme dokundu. "Ateşin falan mı var acaba?" diye sordu endişeyle ve yüzüme dokunmaya devam etti. O sırada düşündüğüm tek şey arkamdaki arabada bunu gören Pars oldu. "Ayliz," dedi Gökmen, ellerini yüzümden çekti ama dikkatle yüzüme bakmaya devam ediyordu. Gözlerimle ona hafifçe arkamı gösterdiğimde hızla gözlerini arkama çevirdi ve sanırım Pars'ın arabasını gördü. Zaten o esnada o araba çalıştı ve son hız uzaklaştı kafenin önünden, Gökmen dudaklarını ısırdı. "Hay ben elime!" deyip sıkı bir küfretti, kaşlarımı çattım. O sırada gözleri beni buldu. "Kızım niye en başından söylemiyorsun burada diye? Adam zaten beni dövmek için bahane arıyor, ben de..." Sözünü kestim. "O artık benimle ilgili hiçbir şeye karışamaz, bunu kendisi de biliyor," dedim, anlamaz bakışlar attı. "Nasıl yani?" diye sordu. "Boş ver Gökmen," deyip kafeye girdim, o da peşimden girdi. "Boş vereyim boş vereyim de sanırım siz bayağı yakınlaşmışsınız yeniden, seni bıraktığına göre." Hızla ona döndüm. "Öyle bir şey yok, dün beni kaçırdığında telefonum onda kalmış. Sabah vermek için geldiğinde bırakayım seni dedi, ben de kaçıyormuş gibi görünmemek için kabul ettim," deyip olanları kısaca açıkladım ama beklemediğim bir şey oldu, karşımda resmen şok geçirdi. "Ne?" dedi büyük bir şaşkınlıkla. "Dün gece seni kaçırdığında mı?" Doğru ya haberi yoktu bundan. Başımı sallarken "Evet," deyip yanında durduğum masanın sandalyesini çektim, oturdum. O da hemen karşıma otururken olanı biteni en başından anlattım ona, sonuna kadar dikkatle dinledi beni. Konuşmam bittiğinde de aklı karışmış gibiydi. "Ben şimdi anlamadım siz nesiniz tam olarak? Sevgili değilsiniz o belli, arkadaş olmanız zaten çok saçma geliyor ve mümkün gibi görünmüyor. Abi kardeş gibi misiniz diye sorsam adam hissedip gelecek, ağzımı burnumu kıracak gibi hissediyorum," dediğinde kendimi tutamayıp güldüm ve o an gerçekten de çok karmaşık bir durumun içinde olduğumuzu fark ettim. "Hiçbir şey değiliz," dedim bu yüzden, bulunduğumuz durumu bir tek bu cümleyle açıklayabildim. Hiçbir şey... "Birbirimizin hayatında değiliz ne de olsa, o babamın hayatında önemli bir yere sahip birisi ve ben de bundan dolayı onu görmek, tanımak zorunda kalan biriyim. Başka da hiçbir şey değil," diye açıkladım, sanırım en doğru açıklama bu olmuştu. "Sen gerçekten buna inanıyor musun?" diye sordu gülerek, kaşlarımı çattım. Neden güldüğünü anlamaya çalışırken devam etti. "Kusura bakma ama sen kendini hiç tanımıyorsun. Lan hâlâ adamdan bahsederken gözlerinin içi parlıyor, onu gördüğünde elin ayağın titriyor ama geçmiş karşıma hiçbir şey değiliz diyorsun." Sözleri karşısında yüzümde buruk bir ifade oluştu. "Tüm bunlar tek taraflı," dedim ve hüzünle iç geçirdim. "Sadece benim için geçerli bunlar, onun için değil. Onun için sıradan, basit biriyim. İşte bu yüzden hiçbir şey değiliz ve asla olmayacağız. Çünkü onu gördüğümde tam da söylediğin gibi olsam da artık onu hayatımda istemiyorum, o bana iyi gelmiyor," dedim, derin bir nefes alırken ayağa kalktı. "İyi bakalım, sen nasıl dersen öyle olsun," dedi ve mutfağa doğru yürüdü. "Kendime kahve yapacağım, sen de ister misin?" Başımı salladım. "Çok iyi olur," dedim, o başka bir şey söylemeyip kahveleri hazırlamak için mutfağa girerken ben de arkama yaslandım. Bundan sonra ne olacak, nasıl ilerleyecek bilmiyorum. O bana nasıl davranır, ben ona nasıl davranırım onu da bilmiyorum ama düşünmek de istemiyorum. Her şeyi akışına bırakmalı, olduğu gibi yaşamalıydım. Çünkü Pars bana iyi gelmediği gibi onu ve onun hakkında herhangi bir şeyi düşünmek de iyi gelmiyordu. Aldığım bu kararla onu tamamen aklımdan çıkartıp çok başka şeyler düşünmeye çalıştım. O sırada Gökmen kahveleri yapıp geri döndü, sabahki iş görüşmelerini konuştuk. Acilen kendimize bir aşçı ve pastacı bulmalıydık. Garson olarak ikimiz çalışacaktık ama yemek, tatlı, pasta işini ikimizin yapması pek de mümkün değildi. O bana iş görüşmelerine gelip de aklına yatan kişileri anlatırken ben de onu dikkatle dinledim, en sonunda da ikimizin ortak kararı olan iki kişiyi seçtik, bize bıraktıkları iletişim bilgileriyle ulaşıp detayları konuşmak için yeniden görüşmeye çağırdık. Onlar yarın geleceği, doğum günü partisi de iki gün sonra olacağı için yapılacak pek iş yoktu. Bu yüzden önce hiçbir şey yapmadan oturduk, kahvelerimizi içtik, ardından da dünden kalan ama çok yorgun olduğumuz için yapamadığımız birkaç yerin temizliğini hallettik ve işlerimizi tamamen bitirdik. Gökmen de bunu fırsat bilip başka bir işi olduğunu, bir şey lazım olursa aramamı söyleyip kafeden ayrıldı, yalnız kaldım. Onun aksine hiçbir işim olmadığından ve eve dönmeyi de istemediğimden kafenin bir köşesinde duran koltuklardan birine kendimi attım, telefonumla uğraşmaya başladım. Bu şekilde epey bir vakit geçirdim, saat artık akşamın beşi olduğunda eve gitmeye karar verip ayaklandım ve tam o esnada kafenin kapısı açıldı. Gökmen geldi zannedip gayet rahat bir tavırla kapıya doğru döndüm ve hiç tanımadığım bir adamı gördüm. "Buyurun?" diye sorarken yanına doğru yürüdüm, gözleri kafenin içinde gezindikten sonra beni buldu. "Çalışmıyor mu burası?" diye sordu. "Hayır, henüz açılış yapılmadı," dedim, ellerini cebine sokarken gözleri üzerimde gezindi. Bu, beni fazlasıyla rahatsız etti. "Başka bir şey yoksa çıkabilirsiniz," dedim. Gözleri yeniden gözlerimi buldu. "İyi bir yere benziyor, güzel olmuş içerisi," dedi, adamda garip bir şeyler olduğunu fark ettim. "Teşekkür ederim," derken korkmadan edemedim, çünkü gerçekten çok garip bir adamdı. "İyi," dedi, etrafa bir kez daha bakındı, sanki birine bakınıyor gibiydi ama bu çok saçmaydı. Bunu düşünmek adamdan korkmama neden olurken kapının bir kez daha açılma sesini duydum, hızla gözlerimi o tarafa çevirdim ve bu kez de Pars'ı gördüm. Onu burada görmeyi beklemediğimden bir anlık şaşırsam da işime geldiğinden hiç bozuntuya vermedim. "Aaa Pars," dedim heyecanla ve yanına gittim, kendini gördüğüme sevinmiş olmam onu fazlasıyla şaşırtırken "Hoş geldin," dedim, gözünün ucuyla arkamdaki adama bakıp yeniden bana döndü. Söylediğim şeye başıyla yaptığı minik bir hareketle cevap verirken yeniden adama baktı, adam da sanki biraz gerilmiş gibiydi. "Beyefendi de kafeyi açık zannetmiş, bir şeyler içmek için gelmişti sanırım," dedim, adam yanımıza geldi. "Açılınca bir kez daha gelirim," dedi, gözleri bende değildi şu an, Pars'a bakıyordu. Pars ise tek kelime etmiyor, adama öldürecekmiş gibi bakıyordu. Bu bakışları da şu an fazlasıyla işime geliyordu. "İyi günler size," dedi adam ve kapıya doğru yürüdü, Pars gözleriyle onu takip etti, gözlerini adamdan bir saniye bile olsun çekmedi. Ta ki adam kafeden çıkıp da gözden kaybolana kadar, işte o an gözleri yeniden beni buldu ve korkudan ona çok yakın durduğumu fark edip uzaklaştım. "Kimdi bu?" diye sordu. "Bilmiyorum, bir anda girdi içeriye ve çalışıyor musunuz diye sordu. Hayır dedim ama çıkmadı, öyle etrafa bakınırken de sen geldin işte." Kaşlarını çattı. "Korkutmuş seni," dedi, onu germemek için elimden geldiğince rahat davrandım. "Yok, korkmadım. Sadece adamın hareketleri garip gelince ürktüm." "Az kalsın korkudan arkama saklanıyordun," dedi, alay eder gibi bir hâli yoktu. Aksine bu, onu da rahatsız etmiş gibiydi. "Yok canım, o kadar da değil," deyip konuyu değiştirmek istedim. "Hem sen niye buradasın? Neden geldin?" diye sordum. "Ben," dedi, elini ensesine attı. O an gözlerim üzerinde gezindi, üzerini değiştirdiğini ve kendini biraz olsun toparladığını gördüm. "Sen ne?" diye sordum, ensesinden elini indirip cebine soktu. "Geçerken uğradım." Tek kaşımı kaldırdım. "Geçerken uğradın?" diye tekrar ettim. Başını salladı. "Evet, hadi yürü seni bırakayım, tek kalma burada." Yüzümde alaylı bir ifade oluştu. "İşten falan kovuldun, babam da seni şoförüm olarak işe aldı da haberim mi yok?" diye sordum doğal olarak. Kaşlarını çattı. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" "Yoo, açıkça soruyorum işte. Neden sürekli karşıma çıkıp," deyip sustum ve onun taklidini yaparak devam ettim. "Ben seni bırakırım, diyorsun anlamıyorum." Bana doğru bir adım attı, ne diye geliyordu ki şimdi bu üstüme üstüme? "Demeyeyim mi?" diye sordu. Omuz silktim. "Yani ne bileyim garip geldi bana," dedim ve konuyu değiştirmek istedim. "Her neyse ya boş ver uzatmayalım. Kendim giderim bu arada, hem uğrayacağım yerler var," dedim, yalan söyledim ve muhtemelen o da bunu çok iyi biliyordu. "Tamam, nereye gideceksen ben götürürüm seni," dedi, niye peşimi bırakmıyordu bu? Dün söylediğim o kadar şeye rağmen hâlâ beni belirsizliğin içine sürükleyecek şeyler yapıyordu. "İstemiyorum," dedim açıkça, o bu cevaptan hiç memnun olmazken devam ettim. "Kendim gidebilirim." "Ayliz..." Devam etmesine izin vermedim. "İstemiyorum," dedim bir kez daha, ben ondan ne kadar uzak durmaya çalışırsam o bana o kadar yaklaşıyordu. "Hadi çıkalım artık, ben bir taksi bulurum," dedim, kapıya yöneldim. Fakat birkaç adım mesafelik uzakta olan kapıya ulaşamadan bileğimden tuttu, engel oldu bana. Ona doğru döndüğüm an da bana doğru bir adım attı, geri gittim. Buna rağmen bir adım daha attı, istemsizce bir adım daha geri gittim ve sırtım, kapıya değdi. Bu bile onu durdurmadı, bir adım daha atıp aramızdaki mesafeyi kapattı. "Pars yine..." Sözümü kesti. "Gitme," diye fısıldadı, eli yüzümü buldu ve yanağımı okşadı. Bu yaptığıyla bir kez daha dizlerim titredi, ayakta durmak benim için zorlaştı. Bu heyecanla aldığım derin nefesin ardından çok uzakmış gibi biraz daha yaklaştı. "Benimle gel," diye devam etti cümlesine, heyecandan kalbim yine ritmini bozdu. "Pars..." Yine devam etmeme izin vermedi. "Pişman olmayacaksın," dediğinde bakamadım gözlerinin içine, kaçırdım bakışlarımı. Çünkü eğer gözlerinin içine bakarsam giderdim onunla, nereye gideceğimizi bile bilmeden. Tüm söylediklerini göz ardı edip "Eve gideceğim," dedim, parmakları yanağımda gezinmeye devam etti. "Ayliz," diye fısıldadı ismimi. "Bir şeyden dolayı bana kızdığın, dün gece söylediğin o saçmalıkları düşündüğün çok belli." Kaşlarımı çattım. "Şimdi inat etme, gidip düzgünce konuşalım," dedi, yüzüme düşen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı ve devam ettim. "Çözülmesi gereken ne varsa çözelim, bitsin artık şu saçma durum." Kalbim, ağzımda atarken ona yenilmek istemeyip zorlukla "Hayır," dedim. "Konuşacak da çözecek de hiçbir şey yok, ben söyleyeceklerimi söyledim, sen de artık..." Sözümü kesti. "Eğer dün söylediklerin gerçek olsaydı şu an umurumda bile olmazdın," dedi. "Sadece kabul etmek istemiyorsun," dedim ben de. "Vicdan azabı çekiyorsundur, pişmanlık duyuyorsundur sadece ve bunun farkında bile değilsin. Sözlerim doğru olmadığı için değil, doğru olduğu için kötü hissediyorsun kendini ve bunu düzeltmeye çalışıyorsun." Kaşlarını çattı, ne saçmalıyorsun der gibi baksa da devam ettim konuşmaya. "Sen beni sevmiyorsun Pars, sen sadece kendini kötü hissediyorsun ve..." Yine sözümü kesti. "Hiçbir şey olmadı, bana öfkeli değilsin, hiçbir sorun yok ve gerçekten tüm bunlara rağmen böyle hissedip bunları mı düşünüyorsun?" diye sordu ve devam etti. "Bak bunun ikisi farklı şeyler Ayliz. Benim sana gerçekten böyle hissettirmiş olmam ayrı bir sorun, senin benim ne olduğunu bile bilmediğim bir şeyden dolayı böyle düşünmen ayrı bir şey ve bu ikisinin çözümü farklı," dedi, konuşmak istedim ama izin vermedi. "Şimdi bana doğruyu söyledi gerçekten böyle hissediyor musun yoksa bir şey oldu ve böyle hissetmeye mi başladın?" "Her ikisi de," dedim hiç düşünmeden. "Her ikisi de," diye tekrar etti. Başımı salladım. "Evet." "Peki, şimdi o zaman bir kenara bırak ve bana bunu çözmem için bir fırsat ver," dedi. Başımı olumsuz anlamda salladım. "İstemiyorum." Kaşlarını çattı. "Hiçbir şey istemiyorum artık, lütfen beni rahat bırak, uzak dur benden!" dedim, kapıyla arasından çıkmak ve ondan uzaklaşmak istedim ama bunu fark ettiği an engel oldu bana. "Bak buraya gelmiş bir şeyleri düzeltmeye çalışıyorum..." Devam etmesine izin vermedim. "Bozmasaydın o zaman!" diye bağırdım ve bir anda o da öfkelendi, arkamdaki kapıya yumruğu geçirirken bağırdı. "Lan ben daha ne olduğunu bile bilmiyorum!" Öyle bir bağırdı ki irkildim. "Sen beni delirtmek mi istiyorsun?" Bağırmaya devam etti. "Adamakıllı konuşalım diye uğraşıyorum ama Ayliz Hanım inadını bir kenara bırakıp iki kelime etmeye tenezzül etmiyor! Siktiğimin olayının içinde sıkışıp kaldım senin yüzünden!" "Kalma!" diye bağırdım ben de. "Niye sıkışıp kalıyorsun ki? Açıkça istemiyorum diyorum! Sen hâlâ neyi anlamıyorsun? İstemiyorum! Heceleyerek de söyleyeyim mi?" Tüm bunları bağırarak söyledim ve o sırf bu yüzden daha da sinirlendi. "Ayliz!" diye bağırmasıyla arkamdaki kapının bir anda hızla açılması ve öne doğru, yani ona doğru, savrulmam bir oldu. Göğsüne çarpıp kollarından tutunurken aniden olan bu şey yüzünden o da dengesini sağlayamadı, bir adım geriye sendeledi ama düşmemeyeyim diye de beni belimden sıkı sıkı tuttu. "Ne oluyor ya?" deyip öfkeyle arkama döndüm, kapıya doğru baktım. O sırada hâlâ Pars'a sıkı sıkı tutunuyordum, tıpkı onun beni tuttuğu gibi. Öfkeyle kapıya bakarken Gökmen göründüğü ve ben onun görünüşünü gördüğüm an şok oldum, gözlerim irileşti. "Gökmen!" dedim şaşkınca, hızla Pars'tan uzaklaştım, yanına yaklaştım. "İyi misin? Ne bu hâlin?" Endişeyle sordum, birinden feci bir şekilde dayak yemiş gibi ağzı burnu kan içindeydi ve üstü başı darmadağındı. "Kim yaptı bunu?" diye sordum, ayakta bile zor duran Gökmen cevap veremezken Pars yanımıza geldi. "N'oldu lan sana?" O da şaşkınca sordu ve o sırada Gökmen gözlerimizin önünde yere serildi. Korkuyla çığlık attım, endişeyle yanına oturacakken bir anda büyük bir gürültü koptu ve camekan patladı, cam parçaları etrafa sıçradı. Bu, daha da büyük çığlık atmama neden olurken silah sesleri gelmeye devam etti. "Ayliz!" diye bağırdı Pars ve beni kolumdan tuttuğu gibi ilerideki koltuğun arkasına doğru itti. Bunu aniden yaptığı için dengemi kaybettim, koltuğun arkasına doğru düştüm. Bunun acısı ve yaşadığım korkuyla daha çok ağlarken Pars, baygın olan Gökmen'i kollarından tuttuğu gibi benim yanıma çekti, onu da korumaya aldı. Hangisine şaşırsam hangisine ağlasam bilemezken Pars elini beline atıp silahını çıkardı, bize doğru ateş edilen tarafa doğru sıkmaya başladı. Bu, silah seslerinin giderek yoğunlaşmasına neden olurken gözyaşlarına boğuldum. O sırada Pars yanıma geldi, diz çöküp yanıma oturdu. "Tamam güzelim, korkma," dedi, yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Ağlama, bir şey olmayacak," derken silah sesleri giderek arttı, kendime engel olamayıp daha da şiddetli ağlamaya başladım. Ne olduğunu da bu hale gelip şu an baygın olduğunu bilmediğim Gökmen'e baktıkça daha çok ağlayasım geliyordu. Pars, beni teselli edemeyip ayağa kalktı. Bize ateş edenlere doğru sıkmaya devam etti. Onu izlemek yerine gözyaşları içinde baygın olan Gökmen'e baktım, hafifçe yüzüne vurdum. "Gökmen," dedim zorlukla ardı arkası kesilmeyen gözyaşlarım daha da hızlandı. İşte o an o kargaşa içinde Pars'ın "Siktir!" deyip acıyla inlediğini duydum. Hızla başımı kaldırıp ona baktım, elinin karnının üzerinde olduğunu gördüm. Beyaz gömleği kan içinde kalmıştı. Korkuyla "Pars!" diye bağırmamla göğsünün üzerine doğru bir kurşun yediğine şahit olmam ve gömleğinin üst kısmının da kan içinde kalması bir oldu. Ağlamaktan nefesim kesilip de göğsüm sıkışırken dizlerinin üzerine çöktü, yere düştü ve benim yapabildiğim tek şey acıyla ismini haykırmak oldu. "Pars!" Bölüm Sonu! Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.♡ O kadar özlemişim ki kaos dolu bir son yazmayı :) Pars'a bir şey olacak mı dersiniz? Sizce saldıranlar kimdi? Gökmen'e ne oldu dersiniz? Pars'a mı hak veriyorsunuz Ayliz'e mi? Yeni bölümde neler olacak sizce? Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın. ♡ Alıntı ve duyurular için; Instagram gizzemasllan Twitter gizzemasllan Sizi Çok Seviyorum! |
0% |