@gizzemasllan
|
Selam :) Bölüme başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ Instagram: gizzemasllan . . . 33. BÖLÜM "YİTİRİLEN UMUTLAR" Silah sesleri giderek artarken çığlıklar içinde dizlerimin üzerinde sürünüp Pars'ın yanına ulaştım. Krize girmişçesine bağırarak ağlayıp ne yapacağımı bilemezken Pars'ın gözlerinin açık olduğunu, bilincinin yerinde olduğunu fark ettim. "P-Pars." İstemsizce kekeledim, başımı çevirip baygın olan Gökmen'e baktım, yeniden Pars'a döndüm ve gözyaşlarına boğuldum. Zorlukla kaldırdığı eli göğsüne doğru gitti, dişlerini sıkarak "Korkma," dedi, o an birilerini aramam gerektiğini fark ettim. Gözlerimi ondan çekip etrafa bakındım, telefonumu ileriye düşürdüğümü gördüm, dizlerimin üzerinde sürünüp oraya gitmek istedim ama ben daha bunu yapamadan Pars, kanlı eliyle bileğimi tuttu. "Sakın," diye de uyardı berbat çıkan sesiyle. "Ambulans," diyebildim bir tek gözyaşları içinde. "Cebim," dedi yine zorlukla, ne demek istediğini hemen anlayıp ellerimi cebine attım, telaşla telefonunu bulup çıkardım. Ekranı hızla açarken gözümün ucuyla Gökmen'e baktım, hâlâ baygın olduğunu görüp önüme döndüm ve titreyen ellerimle 112'yi çevirdim. O sırada silah sesleri sustu, içeriye girecekler zannedip çok korktum. Pars'a baktım endişeyle ve yerden destek alıp doğrulmaya çalıştığını gördüm. "Hayır! Hareket etme, doğru olmayabilir!" dedim ve 112'yi arayamadan ona engel olmaya çalıştım. "Bir şey olmaz," dedi, bu durumda nasıl böyle rahat oluyor anlayamazken doğruldu, arkasındaki duvara yaslandı. Korku dolu gözlerimle onu izlerken elini karnına götürdü. Ancak o an oradaki cam parçasını gördüm ve korkuyla daha çok ağlamaya başladım. O, o cam parçasıyla ilgilenmeye çalışırken ekrana baktım ve zorlukla 112'yi aradım. Telefon hemen açıldığında da ağlaya ağlaya durumu anlattım, adresi verdim. O sırada içerisi bir anda insanlarla doldu, yardıma geldiler. Bazıları Gökmen'le, bazıları Pars'la ilgilendiler. Ben ise ağlaya ağlaya bir Gökmen'in yanına bir Pars'ın yanına gidip durdum. Bu şekilde geçen zamanın ardından polisler ve ambulanslar geldiğinde korkum bir nebze olsun azalmıştı, sonrasında da her şey çok hızlı gelişmişti. Gökmen'i ayrı Pars'ı ayrı ambulansa aldılar, hangisinin yanına gideceğimi bilemezken ayaklarım beni Pars'ın olduğu ambulansa sürükledi ve ona bindim. Hastaneye ulaştığımızda ikisini de ayrı odaya aldılar, ben ise yan yana olan o odaların önünde kalakaldım, gözyaşlarına boğulup bulduğum bir yere oturdum. Kimi arasam kimi çağırsam bilemedim. Birilerine haber vermek doğru olur mu onu da bilemedim ve hiçbir şey yapmadan öylece oturmaya devam ettim. "Ayliz Karadağ?" İsmimi duyunca başımı kaldırdım, yanıma gelen polise baktım. Ağlarken hıçkırıp hemen ardından "Benim," dedim. "İfadenizi almamız gerekiyor." Başımı salladım. "Peki." "Bize olayı en başından anlatır mısınız?" diye sordu, başımı önüme eğdim ve olanı biteni en başından anlattım. Polisler de dikkatle dinledi, bir şeyler yazdılar. Ardından da konuyu araştıracaklarını söyleyip yanımdan ayrıldılar. Onlar giderken Gökmen'i aldıkları odadan doktor çıktı, ayağa kalkıp telaşla yanına gittim. "İyi mi?" diye sordum endişeyle. "Çok feci bir şekilde darp edilmiş, bunun etkisiyle de bilincini kaybetmiş. MR sonuçları çıktığında daha net bilgi veririm size ama endişe edeceğinizi bir şey yok şimdilik. Arkadaşlarım yaralarıyla ilgileniyor, pansumanı bittikten sonra normal odaya alınacak," dedi, sonunda bir nebze olsun rahat bir nefes aldım. "Teşekkür ederim," dedim. Doktor saatine bakıp gözlerini yeniden bana çevirdi. "MR sonuçlarından sonra yeniden konuşuruz, şimdi gitmem lazım, geçmiş olsun," dedi ve yanımdan ayrıldı. O giderken telaşla Pars'ın olduğu odanın önüne gittim. Oradan niye kimse çıkmamıştı? Niye kimse bilgi vermiyordu? Durumu kötü müydü acaba? Böyle düşünmek bir kez daha gözyaşlarımın akmasına neden olurken yerimde duramayıp odanın önünde volta atmaya başladım. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama geçen o zamanın ardından beklediğim şey oldu, sonunda Pars'ın da doktoru çıktı odadan. Soluğu adamın yanında aldım, nefesimi tutup korkuyla gözlerinin içine bakıp söyleyeceği birkaç cümleyi duymayı bekledim. "Kurşun, omzunu sıyırıp geçmiş." Bunun o kurşunu yemiş olmasından daha iyi bir şey olduğunu bildiğim için rahat bir nefes aldım. "Karnına saplanan cam parçası da neyse ki organlara denk gelmemiş, sadece vücudunu kesmiş," dedi, bir kez daha nefes alabildim. "Yaralarına dikiş atıldı, her şey yolunda. Verdiğimiz ilaçlar onu bir süre uyutacaktır ama emin olun endişe edilecek hiçbir şey yok, birkaç saate kendine gelecektir." Gülümsedim. "Teşekkür ederim," dedim. "Geçmiş olsun," dedi doktor ve yanımdan ayrıldı, yanımdaki duvara yaslanıp derin bir nefes aldım. Sanki yeniden yaşadığımı hissetmeye başlamıştım. Gözlerimi ağır ağır ellerime çevirdim, kan içinde kalan elimin tir tir titrediğini fark ettim. O kanın Pars'a ait olduğunu bilmek onun iyi olduğunu öğrenmeme rağmen gözümden bir damla yaşın akmasına neden olurken gözlerimi sımsıkı kapattım. "Geçti," diye mırıldandım, o sırada Gökmen'in olduğu odanın kapısı bir kez daha açıldı, telaşla oraya gittim. Gökmen'i sedyeyle odadan çıkardı, aynı kattaki bir odaya aldılar. Hemşireler iyi olduğunu, bir süre daha uyuyacağını söyleyip yanından ayrıldıklarında yanına girip ben de iyi olduğundan emin oldum. Fakat çok fazla kalamadım yanında, telaşla ayrılıp yeniden Pars'ı aldıkları odaya gittim. Ben gidene kadar onu da çıkardıklarını gördüm ve çok uzağa değil, onu da Gökmen'in hemen yanındaki odaya yerleştirdiler. Hemşireler ve hasta bakıcılar onun da yanından ayrıldıklarında kendimi odadaki banyoya attım, ellerimi güzelce yıkayıp kandan kurtuldum. Ardından da yüzümü yıkadım, kendimi biraz olsun toparladım. Suyla işim bitince cebimdeki tokamı çıkardım, saçlarımı sıkı sıkı toplayıp iyi göründüğüme kanaat getirdikten sonra yeniden odaya döndüm, Pars'ın yanına gittim. Üzerinde beline kadar örtülmüş bir örtü vardı ve üstü çıplaktı. Omzu ve karnı iyice sarılmıştı. Onu böyle görmek canımı çok yakarken ağlamamak için kendimi çok zor tuttum. Sanırım artık birilerine haber vermeliydim ama ne onun telefonun nerede olduğunu biliyordum ne de benim telefonum yanımdaydı. Birinden rica edip babamı arayabilirdim ama babam hemen fenalaşırdı, bunu göze alamazdım. Diğerlerinin numaralarını da ezbere bilmiyordum. Pars'ın iyi olduğunu, uyanınca onun istediği kişiye haber vereceğini düşünüp şimdilik bir şey yapmamaya karar verdim ve odadan ayrıldım, yan odaya girdim. Gökmen de hâlâ Pars gibi hâlâ uyuyordu ve ben hangisinin önce uyanacağını bilmediğimden hangisinin yanında kalsam bilemiyordum. Bir süre Gökmen'in yanında oturdum, o uyanmayınca da kalkıp yeniden Pars'ın yanına gittim. Biraz da onun yanında oturdum ve onun yanında otururken Gökmen'in yanında olduğum gibi, sakin kalamayıp ağladım. Ağlarken de ondan uzak duramadım, yatağının kenarına oturup yüzüne baktım. Ona dokunmak, tenini hissetmek, elini tutmak istedim ama yapamadım. Sanki ona dokunursam tüm duvarlarım yıkılacak, yeniden ona yenilecek gibiydim ve bunu istemedim. Ona olan kırgınlığım o kadar yoğundu ki bu durumda bile bunu düşünüyordum. Gözlerimi sımsıkı kapatıp başımı önüme eğdim, kendimi biraz olsun iyi hissedince ayaklandım. Yeniden Gökmen'in yanına gitsem mi burada kalsam mı bilemezken odanın kapısı açıldı, hemşire göründü. "Ayliz Hanım?" dedi, emin olmak ister gibiydi. "Benim." "Yan taraftaki hastanız, Gökmen Bey uyandı," deyince gülümsedim. "Hemen geliyorum," deyip Pars'a baktım, hâlâ uyuyor, birazdan yeniden gelirim yanına diye içimden geçirip hemşirenin açık bıraktığı kapıya doğru yürüdüm. Tam odadan çıkacakken Pars'ın "Ayliz," diye mırıldandığını duydum, telaşla ona döndüm ve gözlerinin aralık olduğunu fark ettim. Odadan çıkmaktan vazgeçip hızla yanına gittim, yeniden yatağın kenarına oturdum. "Pars," dedim, sesimin ağlamaklı çıkmasına engel olamadım. Bana bir şey demek yerine gözlerini odanın içinde gezdirdi ve sanırım hastanede olduğumuzu o an anladı. Ardından gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, bu canını yakmış olacak ki eli hafifçe karnına gitti. Bir şey söylemek yerine sessizce kendine gelmesini bekledim. Gözlerini yeniden açtığında engel olmak istememe rağmen doğruldu, sırtını arkaya yasladı. "İyi misin?" diye sordum endişeyle, beni onaylayan mırıltılar çıkardı. "Kimseye haber veremedim," dedim, eli karnının üzerindeyken konuştu. "Boş ver, iyi olmuş, boş yere ortalığı ayağa kaldırmaya gerek yok." Boş yere mi demişti o? Bu gece ne yaşadığımızın farkında değil miydi? "Sen iyi misin?" diye sorarken gözlerini üzerimde gezdirdi. Doğruyu söylemek isteyip başımı olumsuz anlamda salladım. "Değilim," dediğim an endişeli gözleri gözlerimi buldu. "N'oldu? Bir yerine bir şey mi oldu?" "Hayır," derken sesim titredi. "Korktum sadece," dedim, dayanamadım ve gözümden bir damla yaş aktı. "Çok korktum," deyip başımı önüme eğdim ve sessizce ağlamaya başladım. "Gel," dedi ve beklemediğim bir şey yaptı, tek koluyla sarıldı bana. Ondan uzaklaşmayı istesem de yapamadım bunu, başımı çıplak göğsüne gömdüm ve ağlamaya başladım. "Tamam güzelim, geçti," dediğinde kendime engel olmayı bırakıp tam anlamıyla içimden geldiği gibi ağlamaya başladım. "Bir daha böyle bir şey olmayacak," derken saçlarımda dudaklarını hissettim. İşte sanki o an bütün dünya yeniden ondan ibaret oldu benim için. "Geçti," dedi ben hâlâ ağlarken ve daha da sıkı sarıldı. Onun bu hareketiyle ellerim istemsizce hareketlendi, ben de ona sarıldım. Bu sıcacık sarılma kokusunun ciğerlerimi doldurmasına neden olurken gözlerim bu kez de özlemle sızladı. Kalbim de bu acıyla öyle sızladı ki korku falan kalmadı ve ben onun kollarında onun için ağladım. O bunu hiç bilmeyecek olsa bile... "Ağlama artık," dedi, belindeki eli saçlarımı buldu ve saçlarımı okşadı. "Hadi güzelim, toparla kendini," diye ekledi, zorlukla da olsa engel oldum gözyaşlarıma ama ondan ayrılamadım. Sanki ayrılıp da gözlerine baksam canım daha çok yanacak, daha çok ağlayacak gibiydim. "Korkman gereken hiçbir şey kalmadı." O hâlâ bunun için ağladığımı zannedip beni teselli etmeye çalışırken buna engel olmadım, öyle zannetmesine izin vermedim. "Söz veriyorum, bunu kimin yaptığını bulacağım." Başımı salladım, sessiz kaldım. Herhangi bir yorum yapmak, bir şey söylemek istemedim. Ondan ayrılmak da istemedim. Kollarının arasında kalmaya, ona sarılmaya, kokusunu içime çekmeye, tenini hissetmeye, içimdeki özlemi dindirmeye devam etmek istedim ama yapamazdım bunları. Farkındayım, bir kez daha ona yenildim ama onun bu yenilgiden haberinin olmaması gerekiyordu. Bu yüzden uzaklaşmalıydım ondan, geri çekilmeliydim ama yapamadım, uzaklaşamadım ondan, yaralarımı sarmasını istercesine sarıldım ona. O ise bunu anlamadı, hâlâ korkuyorum zannetti. Belki de anladı ama anlasa da inkâr edeceğimi bildiğinden dile getirmedi, bilmiyorum. Elini saçlarımdan çekti, yüzüme dokunup yanağımı okşadı. "Ağlama artık, hadi," dedi, ağlamam kendini rahatsız ediyor gibi diye içimden geçirirken birinin öksürme sesi yankılandı odada. Bu sesi tanıdığım an hızla uzaklaştım Pars'tan ve hemşirenin açık bıraktığı kapıya çevirdim bakışlarımı, babamı gördüm. Onu görmemle Pars'tan biraz daha uzaklaşmam ve ayağa kalkmam bir oldu. Kalkar kalkmaz da telaşla Pars'a baktım, o bile gerilmiş gibiydi. Biz, daha önce böyle bir an yaşamıştık sanki? "Savcım." Pars'ın bunu söylemesiyle babamın odaya girmesi, yanımıza gelmesi bir oldu. Fakat tek kelime etmedi, gözleri ben ve Pars arasında gidip geldi. O sessiz kalınca ben konuşma ihtiyacı hissettim. "Şey," diye girdim konuya, ikisinin de bakışları beni buldu. "Biraz korktum da," deyip ona neden sarıldığımı açıkladım ve gözyaşlarımı sildim. Babam, gözlerini benden çekip Pars'a baktı ve az önce gördüğü şeye yönelik hiçbir şey demeyip "İyi misin?" diye sordu, Pars cevap vermek yerine sadece başını salladığında babamın gözleri beni buldu. "Sen Gökmen'e bak Ayliz, Vedat ve Bilge gelmedi hâlâ, yalnız kalmasın." İstemsizce gözlerim Pars'ı buldu, babamın söylediği şeyden fazlasıyla rahatsız oldu ama sesini çıkaramadı. "Peki," dedim el mecbur ve kapıya doğru yürüdüm. Odadan çıkmadan önce dönüp baktığımda Pars'ın keyfinin bayağı kaçtığını gördüm. Babamın, ona az önce durumumuz için hiçbir şey söylememesini umut edip odadan çıktığımda kapıyı çekmek yerine açık bıraktım ve beni göremeyecekleri bir yerde durup içeriyi dinledim. "Kim yaptı bunu?" diye sordu babam doğrudan. "Bilmiyorum," dedi Pars sadece. "Şu bugünlerde uğraştığın adamlar olmasın?" Babamın sorusuyla kaşlarımı çattım, kiminle uğraşıyordu ki? "Sanmıyorum," dedi Pars düşünmeden. "Ayrıca benlik bir şey olduğunu da sanmıyorum," diye ekledi. "Ne demek şimdi bu?" Babam aklımdaki soruyu sorduğunda ben de merakla cevap vermesini bekledim. "Onlara sıkmaya çalışırken az çok gördüm tiplerini. Öyle bizimle, benimle uğraşacak tipte adamlar değildi, çok belliydi." "Kim yaptı o zaman bunu?" "Onu da yan odada yatan salağa sormak lazım." Afalladım, bu gece olanlarla Gökmen'in bir ilgisi olabilir miydi? Tabii ki olabilirdi! Daha ortada hiçbir şey yokken ağzı gözü dağınık bir hâlde gelmişti, belli ki bir olaya karışmıştı ama ne gibi bir olay işleri bu denli büyütebilirdi ki? "Bu çocukların ne işi olsun böyle adamlarla?" diye sordu babam. O bize çocuk mu demişti az önce? "Onu da onlar anlatacaklar savcım, bildiğim tek şey bu gece olanların benimle bir ilgisi olmadığı. Sadece tesadüfen oradaydım." Kendinden o kadar emin söylemişti ki bunları çoktan her şeyin Gökmen'in yüzünden olduğuna inanmaya başlamıştım bile. Çünkü her şeye rağmen onu çok iyi tanıyorum ve bir konuda suçu varsa asla başkasının üzerine yıkmaya çalışmayacağını çok iyi biliyordum. "Sen niye oradaydın?" Babamın aniden sorduğu soruya karşılık mideme güçlü bir ağrı girdi, Pars'ın vereceği cevabı bekledim. "Ayliz'le konuşmam gereken bir şey vardı," dedi sadece, midemdeki o ağrı daha da arttı ve o an o vurulmadan birkaç dakika önce bağıra çağıra kavga ettiğimizi hatırladım. "Bana anlattığın şeyle mi ilgili?" Babamın bu sorusuyla meraklandım, babama ne anlatmış olabilirdi ki? "Onunla ilgili," dediğinde gözlerim irileşti, benimle aramızdaki şeyleri konuşmak için gelmişti. Ne yani bundan babamın haberi var mıydı? Yok canım söylemiş olması mümkün bile değildi. Muhtemelen başka bir şey anlatmıştır ve şimdi de konu kapansın diye geçiştirmeye çalışıyordur. Yoksa babamın bu kadar sakin olması pek de mümkün değildi. "İyi." Babamın söylediği şey bir tek bu olurken konuşmanın devam etmesini bekledim ama ikisi de başka hiçbir şey demedi. O sırada Gökmen'in hâlâ yalnız olduğu geldi aklıma ve onların konuşmaya devam etmemesini fırsat bilip odanın önünden ayrıldım, yan odaya girdim. Odaya girdiğim an Gökmen'in bakışları beni buldu ama şu an beni görüyor mu görmüyor mu emin değildim. Çünkü gözleri çok şişti ve berbat görünüyordu. "Bir an beni bırakıp gittiniz zannettim," dediğinde yanına gittim, yatağın kenarına oturdum. "Seni bırakıp gitsek hak ederdin," dedim. Kaşlarını çattı. "Ne yaptım kızım ben?" diye sordu bir de. "Ne yaptın mı? Ya sen olanların farkında değil misin? Şu bulunduğumuz hâle bak!" diye kızdım, afalladı. "Sen niye bu kadar sinirlisin? Sanki benimle birlikte seni de dövmüşler gibi," deyip güldü, rahatlığına ağzım açık şekilde bakakaldım. Ta ki tüm olanlardan önce bayıldığını hatırlayıp da hiçbir şeyden haberinin olmadığını fark edene kadar. "Tabii ya senin bir şeyden haberin yok ki!" dedim. Kaşlarını çattı. "Neyden haberim yok?" "Bu hâlde kafeye gelip bayıldın, Pars da benimle birlikteydi. Daha seninle ilgilenirken bir anda kafeye saldırdılar, Pars vuruldu," dediğim an kalakaldı karşımda. "Ne?" Büyük bir şaşkınlıkla bunu söylediğinde olanı biteni en başından doğru dürüst anlattım. En sonunda Pars'ın babama söylediklerini de anlatıp "Kim yaptı bunları?" diye sordum ve ekledim. "Benim böyle bir şey yapacak biriyle bir sorunum yok ama yüzünün hâline bakılırsa senin bayağı varmış ve o adamlar her kimse seni bu hâle getirmekle yetinmeyip kafeye saldırdılar." "Bak ben gerçekten çok şaşkınım Ayliz ama emin ol beni bu hâle getiren adamlarla kafeye saldıran kişiler aynı kişiler olamaz." "Nasıl bu kadar eminsin?" "O adamlar böyle bir şey yapacak birileri değiller çünkü." Anlamsızca baktım yüzüne. "Sana bunu yapmışlar ama!" dedim. "Hak ettim," deyip başını hafifçe önüne eğdi. "Ben bunu gerçekten hak ettim." Anlamsızlığım daha da büyüdü. "Ne olduğunu açıkça anlatacak mısın? Yoksa ben delireceğim şimdi!" dedim, konuşacak gibi oldu ama tek kelime edemeden odanın kapısı açıldı, dikkati dağıldı, gözlerini o tarafa çevirdi. Ben de istemsizce kapıya doğru baktım, babamı gördüm. Pars'ın yanında otururken ona sarıldığımı gördüğünde değişen yüz ifadesi Gökmen'in yanında oturduğumu gördüğünde hiç değişmezken arkasından odaya giren Pars'ı gördüm, telaşla ayağa kalktım. "Ya senin ayakta ne işin var!" diye kızdım, kızmam pek umurunda olmazken babamın arkasından yanımıza geldi. "İyiyim ben," dedi, kızmaya devam etmek istedim ama gözlerimin içine bakıp "Gerçekten iyiyim," diye eklediğinde devam edemedim. O da zaten başka bir şey söylemeyip Gökmen'e baktı. "Kim getirdi lan seni bu hâle?" diye sordu fazla öfkeli bir tavırla ve biraz daha yatağa yaklaştı. "Benim bu hâlde olmamla bu gece olanların bir ilgisi yok, bu yüzden doğrudan onu araştırsanız daha iyi olur," dedi Gökmen. "Oğlum nasıl bir ilgisi yok? Adamlar seni ne hâle getirmişler lan!" diye çıkıştı babam ve devam etti. "Söyle hadi, kim yaptı bunu?" "Agâh amca bak sana yemin ederim bu hâlde olmamla kafeye saldırılmasının hiçbir ilgisi yok. Ben..." deyip bir anda sustu, bir şey hatırlamış gibiydi. "N'oldu? Niye sustun?" diye sordu Pars. "Hay ben öyle işi sikeyim!" dedi Gökmen bir anda. "Oğlum n'oldu anlatsana!" diye kızdı babam. Gökmen gözlerini yeniden ona çevirdi. "Ben nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum," dedi ve gözleri beni buldu. "Özür dilerim Ayliz." "Ne özrü?" diye sordum. "Ne yaptın da özür diliyorsun? N'olur artık doğru düzgün anlat şunu!" diye kızdım O sırada babamın telefonu çaldı. Cebinden çıkardı ve bakışları bizi buldu. "Geliyorum 10 dakikaya," deyip odadan ayrıldı, Pars Gökmen'in yatağına biraz daha yaklaştı. O da iyi değildi, oturması ve dinlenmesi lazımdı ama pek umurunda değildi şu an bu. "Anlat," dedi emir verircesine, Gökmen bana baktı. Sanki anlatmak için benden bir şey bekliyor gibiydi. Bu yüzden başımı salladım, anlatmasını istedim. Gökmen gözlerini benden çekip yeniden Pars'a baktı. "Kafe için birinden borç almıştım," diye girdi konuya, ben de hemen araya girdim. "Yakın bir arkadaşım demiştin," dedim. Başını salladı. "Demiştim," deyip onayladı beni ve devam etti. "Ama değildi, başka biriydi," dediği an Pars araya girdi bu kez de. "Ben senin aklını sikeyim!" dedi, gözlerim hemen onu buldu. Gökmen anlatmadan ne olduğunu anlamış gibiydi ama ben hiçbir şey anlamamıştım. "Başka çarem yoktu, her şey yarım kalacaktı yoksa," diye kendini açıkladı Gökmen. "Geri zekalı," diye söylendi Pars ağzının içinden. "Ne olduğunu bana da söyleyecek misiniz?" diye sorduğumda Pars'ın gözleri beni buldu. "Geri zekâlı arkadaşın tefeciden borç almış." Bu tek cümleyle şok oldum, telaşla Gökmen'e baktım. Mahçup bir tavırla gözlerini kaçırdı. "Ya sen nasıl yaparsın bunu?" diye sordum, cevap vermedi. "Bana yakın bir arkadaşımdan aldım dedin!" "Öyle olacaktı ama çocuk son anda veremedi parayı, kendisinin ihtiyacı oldu. Banka da daha fazla kredi vermiyordu bize, başka çarem yoktu!" Öfkeyle elimi alnıma vurdum. "Şimdi daha mı iyi oldu? Yaptığımız her şey boşa gitti! Her şey mahvoldu, kafe ne hâle geldi!" dedim, cevap veremedi ve yine sessiz kaldı. "Ödemeyi mi geciktirdin?" diye sordu Pars az öncekinin aksine daha sakin bir ses tonuyla. "Bir hafta," diye yanıtladı Gökmen de ve sıkıntıyla iç geçirdi. "Ödeyeceğim dedim, biraz daha zaman verin dedim ama kabul etmemişler demek ki!" O anlatırken sinirden gözlerim doldu. "Seni de bu hâle getirdiler?" diye sormaya devam etti Pars. "Yok," dedi Gökmen hiç düşünmeden. "Başka bir şeyden kavga çıktı," dedi, ikimiz de merakla ona bakarken "Kız meselesi," diye ekledi, bütün taşlar yerine oturmuştu. Doğru ya bunun sevdiği kız evleniyordu bugün ve bu manyak gidip muhtemelen olay çıkarmaya çalıştı, onlar da bunu yaptılar buna! "İnanmıyorum sana!" dedim hayal kırıklığıyla, gözleri yeniden beni buldu. "Her şey mahvoldu! Ne kafe kaldı ne de başka bir şey! Gerçekten çok teşekkür ederim sana!" deyip yanında kalmak istemeyip odanın kapısına doğru yürüdüm. "Ayliz!" diye seslendi arkamdan ama umursamadım, odadan çıktım. Babamın olduğu yönün tam aksine gidip asansöre bindim ve en alt kata inip bahçeye indim. Kendimi bahçedeki banklardan birine atıp sinirden ağlamaya başladım. O kafe benim başarmak için son umudumdu ama her şey mahvolmuştu. Şimdi ortada çalıştırabileceğimiz bir kafe yoktu ve borç içindeydik. Orayı yeniden düzeltmek için bile binlerce liraya ihtiyacımız vardı. Paramız olmadığı için muhtemelen bunu da yapamayacaktık. Öfkeyle banka vurdum, daha da şiddetli ağlamaya başladım. Bu duruma geldiğimize inanmıyorum. Ben ona bu kadar güvenirken onun böyle bir hata yapmış olmasına da İnanamıyorum. Gözyaşlarım hızlanırken yeniden ayaklandım, bu gece kimseyle konuşmak istemediğimden biraz yalnız kalmak isteyip bir taksi buldum ve mahvolan o kafeye gittim. Kafeye ulaştığımda taksinin ücretini ödeyip arabadan indim ve mahvolmuş kafeye baktım. Gözyaşlarıma daha fazla engel olamazken ağır adımlarla içeriye girdim. Camdan duvar paramparça olmuştu, duvarlar delik deşikti. Dekor için aldığımız her şey yerlerdeydi ve hepsi kırılıp parçalanmıştı. Aslında hallolmayacak şeyler değildi bunlar ama hepsi paraya bakıyordu ve bizim artık bunları düzeltmek için tek kuruşumuz bile yoktu. İki gece sonra yapılacak doğum günü de artık iptal olmak zorundaydı. Zaten buranın yeniden kullanılacak hâle gelmesi nereden baksan bir ay sürerdi. Tabii o da tamirat için para bulunabilirse... Gözyaşlarım hızlanırken etrafa bakınmaya, baktıkça hevesle aldığımız yeni bir şeyin mahvolduğunu görmeye, gördükçe de daha çok ağlamaya devam ederken ışıkların vurmadığı karanlık köşeye yürüdüm ve oraya oturdum, sırtımı arkama yaslayıp başımı dizlerimin üzerine koydum. Kendime engel olmak, sakin kalmaya çalışmak yerine içimden geldiği gibi ağladım. Ne kalkıp bir yere gitmek ne birini görmek ne biriyle konuşmak ne de burayı düzeltmek için herhangi bir şey yapmak içimden gelmedi ve ağlamaya devam ettim. Geçen her dakika ağlamam şiddetlendi, gözyaşlarına boğuldum. Bütün umudum elimden alınmış gibi hissediyorum. Her şeyi yoluna sokmaya çalışıyordum ama sanki bundan sonra hiçbir şey yoluna girmeyecek, her şey eskiden nasılsa yeniden öyle olacak gibiydi. Bu düşünce beni daha çok ağlatırken öfkeyle yere vurdum. O an duyduğum ayak sesi korkuyla başımı dizimden kaldırmama neden olurken ilerideki Pars'ı gördüm. Gözyaşları içinde şaşkınca ona bakıp bu hâlde burada ne olduğunu düşünürken endişeli gözleri beni buldu ve birkaç büyük adımda yanıma geldi. Yüzünü buruştururken diz çöktü, yüz ifadesinden canının yandığını anlarken o bunu hiç umursamadı. "Ayliz," dedi endişeyle ve gözlerime baktı, ağlamaktan ona burada ne olduğunu, hastaneden neden çıktığını bile soramadım, kızamadım ona. "Güzelim," deyip tek eliyle yüzüme dokundu, diğer eli hareket ettirebileceği bir durumda değildi çünkü, kolunda kolluk takılıydı. "Niye geldin buraya?" diye sordu, gözleri üzerimde gezindi ve kendince bir sorun olup olmadığını anlamaya çalıştı. "Asıl sen niye geldin?" diye sordum ben de gözyaşları içinde. "Senin peşinden geldim," dedi, o an çok zor durumda olduğunu fark ettim. Çünkü karnında ve omzunda dikişler vardı, ikisi de çok yeniydi ve bu şekilde çökerek oturmak canını çok yakıyor gibiydi. "Ya sen manyak mısın!" diye çıkıştım. "Nasıl çıkarsın bu hâlde hastaneden? Ya bir şey olursa? Sen gerçekten..." Devam etmeme izin vermedi. "İyiyim ben." "Öyle iyiyim demekle iyi olunmuyor, ya sen birkaç saat önce burada kanlar içinde..." Yine devam etmeme izin vermedi. "Yine aynı şeyi yapıyorsun," dedi. Gözyaşlarımı silerken "Ne yapıyorum?" diye sordum. "Birinin yanında ağlamamak için öfkeli gibi davranmaya çalışıyorsun." Tam buna itiraz etmek için dudaklarımı aralamışken sahiden de bunu yaptığımı fark edip tek kelime edemedim. O ise karşımda durmuş bir şeyler dememi bekliyordu. Bu yüzden başımı önüme çevirip arkama yaslanırken "Her şeyi de bil," diye mırıldandım huysuzca ve gözyaşlarımı silmeye çalıştım. "Al işte ağlamıyorum heves falan bırakmadın," dedim sırf konu kapansın diye alaycı bir tavırla. "Ağla ağla bir şey demeyeceğim bu sefer," dedi. Dilimi damağıma çarpıtarak cıkladım. "Canım istemiyor," dedim. Bu söylediğimle sessizlik oldu, bu sessizlik garip gelince gözümün ucuyla ona baktım ve yüzünde alaylı bir ifade gördüm. Eşzamanlı olarak dirseğimle kolunu hafifçe dürtüp "Gülme bak valla giderim, yakalayamazsın da bu hâlinle," dedim. "Gülesim yok zaten," dedi alayla ve arkasına yaslandı. "Ayrıca yakalarım." Gözümün ucuyla imalı bir bakış attım ona ve "Bir şey derdim de neyse," deyip gözlerimi çektim ondan. "Babanın bir şeyden haberi yok," deyip aniden konuyu değiştirdi, belki de konuyu açmak için en doğru zaman olduğunu düşündü. "Bir şeyler uydurdum, tefeciyi falan bilmiyor." "Niye böyle bir şey yaptın?" diye sordum ben. "Önünde sonunda öğrenecek, her şeyden haberi olacak. Saklamana gerek yoktu ki," deyip başımı önüme eğdi. "Yine beceremediğimi, her şeyi yine elimi yüzüme bulaştırdığımı anlayacak," dedim, buruk bir ifade oluştu yüzümde. "Her şey yine mahvoldu," dedim ve ona baktım. "Hadi sen de içindekileri söylesene. Sen kim bir yer açmak, onu işletmek kim desene. Çocuksun daha, bak yine eline yüzüne bulaştırdın desene." "Senin suçun değil, iş yaptığın salağın suçu," dedi. "Hayır, benim suçum," dedim, kaşlarını çattı. "Onun hata yaptığını fark etmeli, onu uyarmalıydım. Sadece onun değil, benim de hatam var. Sorgulamadan kabul ettim o parayı, arkadaşının o kadar parayı vermeyeceğini anlamam gerekiyordu." Ben konuşurken daha fazla bu pozisyonda duramamış olacak ki duvardan destek alıp ayağa kalktı. Sözlerime karşılık herhangi bir şey söylemek yerine karnına dokunurken telaşla ayağa kalktım. "İyi misin?" diye sordum ve sonra da bu soru için kendime kızdım. "Tabii ki değilsin! Bir de iyiyim diyordun! Ya sen neden peşimden geliyorsun ki? Şu hâline bak!" Kızdım, kızarken de ilerideki koltuğu gösterdim. "Hadi gel şuraya otur iki dakika," dedim, kendinden önce davranıp o koltuğa gittim ve üzerindeki cam parçalarını temizlemeye çalıştı. "Hop hop hop!" dedi endişeyle, hemen ona baktım. "Elini keseceksin şimdi, bırak temizlemeyi falan çıkalım buradan," derken ağır adımlarla yanıma geldi. "Gir bakayım kolumun altına," deyip sağlam kolunu kaldırdı hafifçe, gözlerimi kısarak ona baktım. Ne düşündüğümü anlamış olacak ki "Ayakta bile duramıyorum Ayliz," dedi, bunu dediği an telaşla kolunun altına girip benden destek almasını sağladım. Hemen ardından da başımı kaldırıp çenesinin altından yüzüne baktım. "Bir de az önce yakalarım diyordun, gördük nasıl yakalayacağını," derken yüzünde muzip bir ifade olduğunu fark ettim. "Sen beni kandırmıyorsun değil mi?" diye sordum. Bu sorumla kaşlarını çattı. "Birkaç saat önce burada vuruldum," dedi, hâlâ aynı şekilde ona bakmaya devam ettiğimde de "Hem niye kandırayım seni?" diye sordu, bunu sorarken yüzünde öyle bir ifade oluştu ki sanki gerçekten beni kandırıyor gibiydi. "Öyle olsun bakalım," dedim, numarasını yemiş gibi yapıp onu kafeden çıkardım. Hemen ileride duran arabanın yanındaki adam koşar adımlarla yanımıza geldi. "Abi yardım edeyim," demesiyle Pars adama öyle bir bakış attı ki bu bakışla adam gözünün ucuyla yeniden bana bakıp ona döndü. "Ben kapıyı açayım," dedi ve yanımızdan ayrıldı. O giderken başımı kaldırıp yeniden Pars'a baktım. Tam sen beni kandırıyor musun sahiden diye soracakken "Ayakta duramıyorum, hadi yürü," deyip yeniden yürümeye başladı, aklım dağıldı ve ben de hemen onunla yürüdüm. Önce onun arabaya binmesini yardımcı oldum, ardından da ben bindim. Şoför de bizden hemen sonra binip arabayı çalıştırdı. "Nereye gideceğiz?" diye sordum. Gözleri beni buldu. "Küçük bir işimiz var," dedi. Meraklandım."Eve gitmiyoruz yani?" Dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Gitmiyoruz." Telaşla "Pars bak sakın yok konuşacağız, yok sorun çözeceğiz diye beni yine kaçırıyorsan valla konuşmam seninle. İyi değilsin hastaneye gitmemiz lazım, sonra söz..." Devam etmeme izin vermedi. "Öyle bir şey yok," dedi, gözlerimin içine baktı. "Zamanı geldiğinde onu da yapacağım, hiç şüphen olmasın bundan ama şimdi değil, şimdi başka bir işimiz var." Kaşlarımı çattım. "Hiç çatma o kaşlarını, derdin neymiş öğrenmeden işin peşini bırakmaya hiç niyetim yok," dedi, konuşmak istedim ama devam edip engel oldu. "Ya isteyerek anlatırsın ya da zorla ama bir şekilde anlatacaksın." "Zorla nasıl anlatacakmışım acaba?" diye sordum. Gözleri yeniden beni bulduğunda yüzünde muzip bir ifade vardı. "Merak ediyorsan dene ve gör," dedi, anlamsızca baktım yüzüne. Gözünün ucuyla şoföre bakıp bana doğru eğildi ve kulağıma fısıldadı. "Emin ol, fazlasıyla işime gelir." Ne ima ettiğini az çok anlayıp sinirle omzuna vurdum. "Terbiyesiz!" diye kızarken yüzünü buruşturduğunu fark ettim. "Ay çok özür dilerim," deyip telaşla koluna dokundum. "Valla bir anda oldu, bilerek yapmadım." "Korkma, yok bir şey," deyip arkasına yaslandı ve koltuğa biraz daha yayılıp daha rahat pozisyonda oturmaya çalıştı. "Bak her nereye gidiyoruz ve ne işin var bilmiyorum ama şu an gerçekten hiç sırası değil, bir an önce yeniden hastaneye dönmen lazım. Şimdi yaran açılacak, canın daha çok yanacak." "Ayliz," dedi fısıldayarak. "Kendini yorma boşuna, işimiz bitsin gideriz hastaneye." Göz devirip önüme döndüm ve kollarımı göğsümün altında topladım. "İyi ne hâlin varsa gör, seni düşünen de kabahat," deyip dışarıyı izledim. Çok geçmeden, yaklaşık yarım saat kadar sonra neden geldiğimizi anlamadığım izbe bir yerdeydik. Yanımda onun olması beni korkutmamıştı ama merak etmiştim. "Neden böyle bir yere geldik?" diye sordum, cevap vermeden kendini zorlayıp arabadan indiğinde ben de hemen peşinden indim ve yanına gittim. Pars, durmak yerine önünde durduğumuz depo gibi yere yürüdü. Şoförü de hemen peşinden giderken durmak yerine ben de peşlerine takıldım. "Pars!" deyip yanında durdum. "Ya sen manyak mısın? Bizim gece gece hele de sen bu haldeyken böyle bir yerde ne işimiz var?" diye kızdım. "Rahat ol, bir şey olmayacak," dedi ve yürümeye devam etti. Sorgulamayı bırakıp el mecbur ben de onunla birlikte yürüdüğümde uzun ince bir koridordan geçmiş ve sonunda geniş bir alana ulaşabilmiştik. Gözlerim etrafta gezindi, bu bomboş yerde ne işimiz olur diye düşünürken ilerideki oda gibi bir yerden siyah takım giymiş bir adamın çıktığını gördüm. Pars onu görünce durdu, ben de onunla birlikte durdum. Adam ağır adımlarla yanımıza geldi, Pars'ın karşısında durdu. "Pars Atakan sensin sanırım," dedi ve gözlerini Pars'ın üzerinde gezdirdi. "Kuvvetli adammışsın, bizim çocuklar vurmuşlar bu gece seni." Gözlerim büyüdü, bu bize saldıran adamların patronu muydu yani? Öfkem günyüzüne çıkarken sessizliğimi korudum. Pars da benim gibi sessiz kalırken adam "Bizim seninle bir işimiz yoktu, senin orada olman ve vurulmuş olman senin sorunun. Anlamadığım şey hangi cesaretle karşıma çıktığın?" diye sordu, öfkem daha da arttı. Pars adamın bu sözlerine karşılık ağzının payını vermek yerine ondan beklediğimin tam aksini yapıp her şeyi duymamazlıktan geldi ve şoförüne döndü. "Çıkar," dediğinde adam ceketinin iç cebinden bir kese kağıdı çıkardı. Merakla ona bakarken kese kağıdını açıp içinden üç deste para çıkardı ve karşımızdaki adama gidip parayı uzattı. "Bu aldıkları borç," dedi Pars, sessizce olanları izlemekle yetinirken adam aynı kese kağıdından iki deste daha para çıkarıp karşısındaki adama uzattı. "Bu da o borcun faizi," dedi bu kez de Pars, adam uzatılan paraları alırken de şoför kese kağıdından bir deste daha para çıkardı, yine adama uzattı ve kese kağıdında para bitmiş olacak ki yere attı. "Bu da geciktirdikleri zamanın bedeli," dedi, adam hiç sesini çıkarmadan o parayı da aldı ve yanına gelen adamına uzattı. Birinin arkamızı topluyor olması ve bunu yapanın Pars olması beni fazlasıyla rahatsız ediyor olsa da şu an hiç sırası olmadığı için sesimi çıkarmadım. "Eyvallah," dedi adam ve ellerini cebine soktu. "Delikanlı adammışsın, cesaret edip karşıma çıktın, sorunu çözdün," dedi, Pars ona doğru bir adım atınca gerilerinde kalmış oldum. "Senin şimdi onlarla arandaki para meselesi kapandı," dedi. Adam başını salladı. "Kapandı, bundan sonra işimiz olmaz korkma," dedi ve keyifle güldü. "Dün ilk uyarımızı yaptığımızda getirseydiniz paramızı, bunlar yaşanmazdı zaten," deyip kendince bir de alay etti. Pars ise onun aksine fazla ciddi ve bir o kadar da sert bir ifadeyle baktı adama. Neden söylediği her şeye tepkisiz kalıyor, niye bir şey demiyor diye düşünürken de bir anda hiç beklemediğim bir şey oldu ve ellerini bile kullanmadan adamın yüzünün ortasına kafasını geçirdi, adamı yere düşürdü. Eşzamanlı olarak az önce adamın çıktığı yerden onlarca adam çıktı, silahlarını çektiler. Korkudan dizlerim titremeye başlarken arkamdan gelen seslerle hızla arkamı döndüm ve arkamızda da onlarca adam gördüm, onlar da silahlarını çekmişlerdi ama bize değil, karşımızdaki adamlara. Sanırım bunlar bizdendi ama biz bu kadar kalabalık gelmemiştik ki buraya. Ben daha bunu düşünürken Pars'ın bizimle birlikte gelen şoförü yere düşen adamı kaldırıp yeniden Pars'ın karşısına dikti. Adamın burnundan kan akıyordu. "Bu az önceki sözlerin içindi," dedi Pars gayet sakin bir ses tonuyla ve bir anda silahını çıkardı, adamın sağ ayağına sıktı. Silah sesi yüzünden korkuyla iç çekip onlardan uzaklaşırken çoktan Pars'ın adamları diğerlerini etkisiz hâle getirmişlerdi bile. Sayıca onlardan üç katı oldukları için işleri kısa sürmüştü. "Bu, bana sıktığınız kurşunun karşılığı," dedi yine sakince ve adam yerde acıyla bağırırken. Hemen ardından da silahını yeniden adama doğrulttu, bu kez de sol bacağına sıktı. Adam acıyla haykırırken de "Bu da bu gece bu kızın gözünden akan her damla yaş için," dedi, şaşkınca ona bakarken yanındaki adama döndü. "Alın bu şerefsizi şimdi, hastaneye götürün, iyileştirin sonra da yaptıklarının kanıtlarıyla birlikte karakola teslim edin," dedi, adamlar hemen dediklerini yaparken diğer adamları tutan adamlarına döndü. "Hepsini karakola götürün," dedi, onlar da hemen dediklerini yaparken bana döndü ve gözlerimin içine baktı. "Şimdi gelelim sana," derken şaşkınca baktım ona. Bana mı? Benimle ne hesabı vardı ki? "Eğer ağzından bizim borcumuzu neden ödüyorsun diye tek kelime çıkarsa ne olacağını bilmek bile istemezsin," dedi, tek kelime edemedim ve sessiz kaldım. "Babanın da diğerlerinin de bu işten haberi olmayacak, burada kapandı ve bitti bu mesele tamam mı?" diye sordu. Başımı salladım. "Güzel, şimdi gelelim kafe meselesine." "Kafe meselesi mi?" diye sordum anlamsızca. "Yarın akşama kadar orayı yeniden adam ettireceğim," dedi. Başımı olumsuz anlamda salladım. "Bu olmaz," dedim, kaşlarını çattı. "Bak tamam borcu kapatmana bir şey diyemem, adamlar yoksa bizi öldüreceklerdi ama daha fazlası olmaz. Borcu kapattığın için teşekkür ederim, hemen olmasa da ödeyeceğiz sana ama kafe işine karışmanı istemiyorum, onu biz hallederiz," dedim. "O kafe o hâldeyken nasıl ödeyeceksin?" diye sordu cevap veremedim. "Madem ödemek istiyorsun o kafenin bir an önce yeniden adam olması ve iş yapması lazım ki borcunuzu ödeyin," dedi, hiçbir şey diyemedim yine. "Tamirat masrafını da borcun üstüne koyar, ödersiniz," deyince ne diyeceğimi bilemedim. "Ayliz haberin var ya da yok, hiç fark etmez ama tefeciden bile borç almışsınız! Benden de alabilirsin herhalde, o kadar da nefret etmiyorsundur," dedi. "Nefretle bir ilgisi yok bunun," dedim ve ekledim. "Hem senden nefret ettiğim falan da yok, ben sadece..." deyip sustum, yine ne diyeceğimi bilemedim. "Bildiğim kadarıyla çoğu kişiden borç almışsınız, bunu da onlardan biri gibi görebilirsin." Böyle söyleyince aklıma yatıyor gibiydi ama yine de içime sinmiyordu. Fakat sanırım başka şansım da yoktu. "Bak borç ama!" dedim uyarıcı bir ses tonuyla. "Geri ödemek istediğimde almamazlık yaparsan yemin ederim hayatımın sonuna kadar yüzüne bakmam." "Anlaştık," dedi. O an aklıma daha iyi bir fikir geldi. "Ya bence sen en iyisi bir ödeme planı hazırla, hatta senet yap öyle ödeyelim, borç olduğu belli olsun," dedim. "Abartma istersen." "Abartmıyorum! Bak eğer almazsan..." Sözümü kesti. "Alacağım," dedi kendinden emin bir şekilde ve devam etti. "Hatta eğer ödemezsen bu sefer topuklarına ben sıkarım." Dalga geçtiğini anlayıp güldüm. Gülmem, onun da keyfini yerine getirirken "Tamam o zaman anlaştık," dedim ve endişeyle "Ya az önceki adam seni şikâyet ederse? Neden böyle bir şey yaptın ki? Polise teslim etseydin ve bitseydi, ya şimdi başına iş açılırsa?" diye sordum. "Korkma, sıkıntı çıkmaz," dedi, bu durumdan onun kadar emin olamayıp şüpheyle gözlerine bakarken "Bir şey olmayacak Ayliz," dedi güven verici bir tavırla. "İyi, sen daha iyi bilirsin," dedim ve devam ettim. "Hadi şimdi dönelim, senin hastaneye gitmen lazım." Dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Olmaz." Sakin kalmak için derin bir nefes aldım. "Ya ne demek olmaz? Şu hâline bak! Benim her an bir şey olacak diye aklım çıkıyor ama sen bir şey olmaz deyip duruyorsun! O ağrı kesicilerin etkisi geçtiği zaman göreceğim ben seni!" Söylediğim şeylerin yüzünde muzip bir ifade oluşturduğunu fark edince yalandan öksürdüm ve "Bakma bana öyle, insanlığımdan böyle davranıyorum," dedim. "Öyle olsun," dedi ve devam etti. "Hastane falan yok, gitmiyorum." "Neden?" diye sordum gayet sakince. "Çünkü bu sorunu halletmiş olsak da halledemediğimiz şeyler var daha, seninle aramızda olanlar gibi." Sabır dilercesine derin bir nefes aldım. "Bak tamam söz veriyorum hastaneye dönelim sen ne zaman ve nasıl istersen oturup doğru düzgün konuşacağız, yemin ederim kaçmayacağım konuşmaktan ama şimdi sırası değil," dedim kabul etmesini umut ederek ve söylediklerimde ciddiydim, gerçekten yapacaktım. Hastane konusunda ise bu kadar ısrarcı olmamın tek nedeni gerçekten bir şey olacak diye korkuyor olmamdı. Çünkü her ne kadar yaraları ciddi olmasa da bu kadar çabuk ayaklanması doğru değildi ve ona da dediğim gibi ağrı kesicilerin etkisi geçerse canı çok yanar, çok acı çekerdi. Göz göre göre buna izin verecek hâlim yoktu. "Yoo tam sırası," dedi az önce söylediğim şeye yönelik ve devam etti. "Hazır kamera falan yokken seni kaçırabilirim sanırım." Afalladım. "Anlamadım? Kaçırmak mı? Beni mi?" "Seni," dedi ve devam etti. "Niye şaşırıyorsun bu kadar? Ben sana arabada onun da sırası gelecek dedim, geldi işte. Evine falan dönemezsin, kaçırıyorum seni." Kendime engel olamayıp güldüm. "Bu hâlde mi?" diye sordum ve gülmeye devam ettim. "Sen değil bu hâlde beni kaçırmak, tek başına gömlek bile giyemezsin." Yüzünde alaylı bir ifade oluştu. "Ne bakıyorsun öyle, yalan mı?" diye sorduğumda gözleriyle arkamı gösterdi, hızla arkamı döndüm ve beni bekleyen üç adam gördüm. Ne olacağını az çok anlayıp dişlerimi göstere göstere gülümsedikten sonra Pars'a döndüm. "Bana sakın bunu yapacağım deme!" "Yapacağım," dedi ve arkamdaki adamlara baktı. "Ayliz Hanım'ı arabaya götürün." Gözlerim irileşti. "Bak sakın!" dememe kalmadan adamlar yanıma geldi, kolumdan tuttular. Gayet sakince adamlara dönüp "Bir dakika izin verin, konuşuyoruz," dedim sanki beni kaçırmak için gelmemişler gibi. Adamlar bir şey yapmak için Pars'a döndüklerinde Pars gözlerini kapatıp açarak müsaade verdi, onlar da beni bıraktı ve geri çekildiler. Ben de ona yaklaştım. "Sen az önce ne dediğimi duymadın mı? İstediğin zaman konuşacağım dedim, yemin bile ettim ya," dedim, sözlerim kendinden emin olan bakışlarının değişmesine neden olmazken "Bak tamam hastaneye gitmeyelim, senin evine gidelim ya da bize gidelim, orası da olmaz diyorsan gidip doğru düzgün bir yerde oturalım. Aa bak burada bile konuşabilirim," dedim, sanki birkaç gündür konuşmak için çabalayan o değilmiş gibi şu an bunun için ben çabalıyordum. Dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Olmaz." "Sebep?" diye sordum. "Canım seni kaçırmak istiyor," dedi. Sinirle güldüm. "Saçmalama istersen." "Gayet ciddiyim," dedi bir de ciddi ciddi ve ekledi. "Bu kez öyle yarı yoldan dönmek falan da yok. Değil direksiyona atlaman, kendini arabadan atsan durup yeniden arabaya alır yine götürürüm seni," dedi. Ciddi kalamayıp "Tabii arabadan atlayınca ölmezsem," dedim. Dudakları bir kez daha yana kıvrılırken "Yavaş gideriz, bir şey olmaz," dedi yine alay ederek ve adamlara baktı. "Alabilirsiniz." Kaşlarımı çattım. "Lan koli miyim ben? Alabilirsiniz ne?" diye sordum sanki şu an tek sorunum buymuş gibi ve o sırada yine aynı adamlar geldi ve yine kolumdan tuttular. Pars ise göz kırpıp "Bunun için de kızabilirsin istersen, başka bir zaman da bunun için kaçırırım. Hem şimdiden bahanesi olur," dedi bir de alay ederek. "Adama bak ya, şimdiyi geçti bir dahaki kaçırışını planlıyor," dedim ve yapmayacağım hâlde "Lan ben senin yaptıklarını babama anlatmazsam Ayliz değilim!" dedim. Dudakları hafifçe yana kıvrılırken sessiz kaldı. "Vallahi seni bu kez mahvedeceğim!" Yüzündeki o keyifli ifade arttı. "Zevkle mahvolacağım," dedi ve adamlara bakıp gözleriyle götürün işareti yaptı, adamlar beni kapıya doğru çekiştirdiler. Zorluk çıkarmadan onlara eşlik ettiğimden pek de kaçırılıyormuş gibi görünmezken omzumun üstünden Pars'a baktım. "Yemin ederim bu sefer seni öldüreceğim!" Bağırdım bu kez ama öfkeden değildi bu bağırma, sesimi duysun diyeydi. "Gideceğimiz yerde öldürürsün güzelim," dedi, beni çekiştiren adamlar yüzünden önüme dönmek zorunda kalırken de sözlerine ilave etti. "Tabii hâlâ öldürmek istersen." Bölüm sonu! Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.♡ Sizce Ayliz Pars'ın yardımını kabul ederek doğru mu yaptı? Artık Agâh bir şeylerden şüpheleniyor mu dersiniz? Ay bu bölüm sanki, birazcık, çok azıcık tatlı geldiler bana asdfghjkjh Yeni bölümde neler olacak sizce? Ayy hadi oy ve yorumu doldurun da bir sonraki bölüm hemen gelsin asdfghujkjhgf O zaman bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın. ♡ Duyuru ve alıntılar için; Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan Sizi Çok Seviyorum! |
0% |