@gizzemasllan
|
Selam :) Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ Instagram: gizzemasllan . . . 34. BÖLÜM "YENİLGİLER VE KAYBOLUŞLAR" Önünde durduğumuz eve bakıp ellerimi belime koydum ve peşimden arabadan indiğini bildiğim Pars'a baktım. Belimdeki ellerine baktı, yüzünde alaylı bir ifade oluştu ve gözleri yeniden gözlerimi buldu. "Niye getirdin beni buraya?" diye kızdım. Kızmam pek umurunda olmazken yanıma geldi ve tam karşımda durdu. "Konuşmak için," dedi. Kaşlarımı biraz daha çattım. "Konuşmak için dağın başına gelmek zorunda mıydık? Normal bir yerde konuşamaz mıydın?" "Denedim ama işe yaramadı," dedi, konuşmak için dudaklarımı araladım ama devam edip engel oldu. "Her seferinde kaçan sen oldun, ben de seni kaçamayacağın bir yere getirdim." "Ya sana elli defa tamam anlatacağım dedim ama sen şu hâline bakmadan, yaralı olduğunu umursamadan beni dağın başına getirdin!" diye kızdım, buraya gelmiş olmak umurumda değildi aslında. Ona da dediğim gibi her yerde konuşabilirdim ama o umrumdaydı, hastanede olması gerekirken dağın başındaydı. Ya aniden bir şey olursa? O zaman ne olacaktı? Bunu düşünmek bile canımı sıkarken "Bunları duymak pek işime gelmedi," dedi bir de açıkça ve ekledi. "Hem madem her yerde konuşabilirim dedin, burada da konuşabilirsin demek ki. Şimdi düş peşime, içeri girip konuşacağız bu saçmalığı," dedi. Sinirlendim. "Saçmalık?" diye sorguladım ve ona doğru bir adım atıp gözlerimin içine baktım. "Sen benim yaşadığım şeye saçmalık mı diyorsun? Ya sen..." Sözümü kesti. "İşte tam olarak bu öfkenin sebebini ve yaşadım dediğin şeyin ne olduğunu bilmiyorum," dedi ve devam etti. "Bu yüzden tüm bunlar bana saçmalık olarak geliyor. Yaptıklarına, söylediklerine, benden nefret ediyor gibi görünmene, hatta belki de gerçekten nefret etmeye başlamış olmana anlam veremiyorum." Bakışlarımı kaçırdım, sessiz kaldım. "Her şey yolundaydı, o gün havaalanında sana onlarca şey söyledim, sen de beni dinledin ve veda ettin. Sözümü tuttum, geri döndüm. Hem de bu kez döneceğim dediğim yere döndüm," dedi, eli bir anda yüzümü buldu ve yerdeki başımı kaldırıp kendisine bakmamı sağladı. "Ayliz," diye fısıldadı, kalbim acıyla sızladı. "Sana döndüm," diye ekledi, gözlerim doldu ve boğazım düğümlendi. "Ama sen," deyip sustu, devam edemedi. Ben de etmesini beklemedim ve bir adım geri gidip bana dokunmasına engel olduktan sonra kendimden emin bir şekilde gözlerinin içine baktım. "Bana döndün," dedim, sesim titredi. "Peki neden? Neden döndün?" diye sordum, cevap veremedi. "Bir cevap vermen lazım, neden döndün? Niye bana yakın olmaya çalışıyorsun? Niye sana karşı olan davranışlarım bu kadar umrunda? Tüm bunların sebebini gözlerimin içine bakarak açıkça söyleyebilir misin?" Sessiz kalmaya devam etti. "Hadi," dedim ısrarla, derin bir nefes aldı, konuşacak gibi oldu. Ben de bu yüzden sabırla bekledim ama maalesef yine ağzından tek bir kelime dahi çıkmadı. Karşısında durup açıkça bir şey soruyor olmama rağmen sessiz kalması sinirlerimi bozarken elimden geldiği kadar bunu belli etmemeye çalıştım, çünkü bunu fark edecek olması biraz daha sinirlerimi bozup ona karşı öfke duymamdan başka hiçbir şeye neden olmayacaktı ve şu an sinirlerimin daha da bozulması, isteyeceğim son şey bile değildi. "Yine susuyorsun," derken sesimin hayal kırıklıklarıyla dolu çıkmasına engel olamadım. Aslında böyle olmaması gerekiyordu, benim onu çoktan atlatmış, duygularımı çoktan yok etmiş olmam gerekiyordu ama yapamamışım meğerse ve ben tıpkı yıllar önce olduğu gibi yine bunu ancak o karşıma çıkınca anlayabiliyordum. Sanırım canımı yakan en büyük şey de tam olarak buydu. Bu düşünceler gözlerimin dolmasına neden olurken "Zaten ne bekliyordum ki?" diye devam ettim sözlerime. Titreyen sesim canımı sıkarken ağlamamak için kendimle büyük bir savaşa girdim. Onun aksine sessiz kalmak istemedim. Zaten bu zamana kadar ne yaşandıysa hep birileri sessiz kalıyor diye yaşanmıştı. Bu yüzden büyük bir cesaretle "Sen neden gittin Pars?" diye sordum. Yüzünde derin bir anlamsızlık oluştu. "Söylesene bana; neden gittin?" diye yineledim sorumu ve susmayıp devam ettim. "Bu kez kim için gittin?" "Tüm bunların cevabını vermiştim sana," deyip yine havaalanındaki son konuşmamıza getirdi konuyu. "İş için..." Sinirle gülmem sözünü kesti ve anlamsızca bakmaya devam etti. "İş için," diye yineleyip alayla gülmeye devam ettim. "Oradan bakınca hâlâ buna inanacak kadar saf mı görünüyorum sence?" "Neye inanıyorsun peki?" diye sordu anında. Bir an bile olsun tereddüt etmeden "Başka bir kadının peşinden gitmene mesela?" dedim, anında bakışları sertleşti ve yeşil gözleri öfkeyle yandı. Bu hâlinin nedenin söylediğim şeyin saçma olduğunu düşünmesinden mi yoksa yalanının ortaya çıkmış olmasından mı kaynaklandığını anlayamadım. "Ne saçmalıyorsun sen?" Ses tonu beklediğimden de öfkeliydi. "Saçmalık?" diye tekrar ettim söylediği şeyi. "Bunun gerçekten saçmalık olduğuna beni inandırabilir misin?" diye sordum, sessiz kaldı. "Senin yurt dışına iş için gitmediğini biliyorum." Sessiz kalmaya devam etti. Sanki merakla devam etmemi bekliyor gibiydi. Ben de bunu için onu çok bekletmedim. "Sen gittikten sonra her şeyi öğrendim. İşte o gün benim için hayatımdaki yerin değişti. Söylesene bir bana; başka kadının peşinden gittiğin hâlde bana öyle şeyler söylerken hiç mi vicdanın sızlamadı?" "Ayliz," dedi ama devam etmesine izin vermedim. "Ya sen benden bu kadar mı nefret ediyordun? Bu kadar mı umurunda değildi hislerim? Kalbimi kırmak senin için bu kadar mı kolaydı?" Konuşmak için araladığı dudaklarını birbirine bastırdı, sessiz kaldı. Boğazım düğümlendiğinden sesim titrerken "Bu kadarını hak etmedim, sadece seni seviyorum diye bu kadar canımın yanmasını hak etmedim ben," dedim, gözyaşlarıma engel olamadım ve akmaya başladılar. "Çok merak ediyorum ama hangisinin peşinden gittin? Daha önce bana arkanı dönüp sevdiğim kadın dediğin kadının peşinden mi gittin yoksa hâlâ orada mı bilmiyorum ama cüzdanında taşıdığın kadına mı gittin? Ya da bilmediğim başka biri mi var? Hayatında o kadar kadın var ki bir tahmin yapmak benim için çok güç, sen söyle bu yüzden; kimin peşinden gittin?" Söylediklerim şoka uğraması için yeterli olurken içimdekileri dökmek adına konuşmaya devam ettim. "Korkma, artık eskisi kadar canımı yakamazsın." Canımı yakamazsın değil, eskisi kadar yakamazsın demiştim ve çok iyi biliyorum ki ikimiz için de bu iki cümlenin farkı çok önemliydi. Ben ondan bizim hakkımızda bir şeyler duymayı beklerken o bana "Ne zaman gördün o fotoğrafı?" diye sordu ve ona karşı var olan öfkem daha da arttı. Yine de bunu pek belli etmeyip "Bunun bir önemi var mı?" diye sordum. "Benim için var," dediğinde de sırf konuyu uzatmasın ya da söylemesi, konuşması gereken şeylerden kaçamasın diye ona sorusunun cevabını verdim. "Tam hatırlamıyorum ama cüzdanını yanımda düşürmüştün, ben de sana vermek için almıştım ve o sırada bir şekilde görmüştüm," deyip hüzünle derin bir nefes aldım. "Ayliz," dedi sıkıntıyla iç geçirirken ve devam etti. "Ne yani şu an böyle davranmanın nedeni zamanında öyle bir fotoğraf görmüş olman mı? Dün gece söylediklerinin de tek nedeni bu mu? Başka bir şey yok mu?" Sanki bu durumu küçümsüyor gibiydi, böyle hissedince sinirlerime daha fazla hâkim olamadım. "Yeter!" diye bağırdım öfkeyle. "Karşına geçmiş haklı olan ben olduğum hâlde seninle doğru düzgün konuşmaya çalışıyorum ama sen bana tek bir cevap vermek, kendini savunmak yerine o öyle mi olmuş bu böyle mi olmuş diye sormaya devam ediyorsun. Neyin, neden olduğunun benim için hiçbir önemi yok, böyle düşünüyor muyum? Düşünüyorum! Senin şu an yapman gereken tek şey bana adamakıllı bir açıklama yapman ve ben dakikalardır sabırla..." Daha söyleyecek onlarca şeyim varken sözümü kesip devam etmeme izin vermedi. "Yalan söyledim," dedi bir anda, şaşkınca kalakaldım. Tek kelime etmeyip sabırla devam etmesini bekledim. "Yıllar önce buradan arkama bile bakamdan giderken sana yalan söyledim." Afalladım, yıllar önce mi demişti o? Ben ondan şimdiye dair bir şeyler duymayı beklerken o yıllar önceden bahsediyordu. "Sevdiğim kadının peşinden gidiyorum demiştim sana, öyle bir şey yoktu" Kaşlarımı çattım. "Çünkü öyle bir kadın yoktu." Gözlerim nedensiz yere dolarken ve o bunu fark ederken az öncekinden daha sakin bir ses tonuyla devam etti konuşmasına. "Sadece çalışmak için gitmiştim yurt dışına, kendimi geliştirmek için. Sana yemin ederim başka da hiçbir sebebi yoktu. Orada olduğum sürece de hayatımda hiç kimse olmadı." Boğazım düğümlendi, oturup hüngür hüngür ağlamak istedim ama yapamadım bunu ve dolu gözlerimle onu dinlemeye devam ettim. "Sana böyle bir yalan söyledim, çünkü vazgeçmeni, aklından çıkarmanı, döndüğüm zaman her şeyin değişmiş olmasını istedim. Bunu da ancak kalbini kırarak yapabilirdim." Titreyen sesimle "Neden böyle bir şey istedin? Benim sana olan sevgimin sana nasıl bir zararı olabilirdi ki? Bunun uğruna kalbimi kıracak kadar neyden korktun? " diye sordum, sesimin berbat çıkmasına engel olamadım. Derin bir iç çekerken "Ayliz," dedi, sesindeki o çaresiz ton canımı biraz daha yakarken aynı ses tonuyla devam etti konuşmasına. "On beş yaşındaydın," dedi, bunun ne gibi bir önemi olabilir ki diye düşünürken "Ben de yirmi üç yaşındaydım," diye ekledi ama ben yine anlamadım onu. "Bak belki çok saçma gelecek şu an ama aradaki fark aynı olsa da yirmi- yirmi sekiz yaşlarında iki kişinin bir şeyler yaşaması farklı bir şey, on beş- yirmi üç yaşlarında iki kişinin bir şeyler yaşaması çok farklı bir şey." Sözleri aklımı yeterince karıştırırken ne diyeceğimi bilemedim, o ise benim aksime devam etti konuşmasına. "Beni anlamanı beklemiyorum senden ama bu benim için doğru değildi ve hiçbir zaman doğru olabileceğini düşünmemiştim. O yüzden sana öyle bir şey söyledim. Ben dönene kadar aklından da kalbinden de beni çıkar diye. Belki kızacaksın ama yine olsa yine aynı şeyi yapardım." Bu sözleri aklımda yeni bir sorunun oluşmasına neden olurken bunu ona sormaktan hiç çekinmedim, çünkü vereceği cevap benim için şu an her şeyden önemliydi. "Peki sadece yanlış olduğunu düşündüğün için mi uzak durdun, kaçtın benden? Başka nedeni yok mu? Sevmiyor olman bir neden değil miydi?" Üstünkörü sorduğum bu soruyu anlayamaz gibiyken utanmayı bir kenara bırakıp daha açık bir şekilde sorumu. "Seviyor muydun beni?" Gözlerini kaçırdı, cevabı hayır olacak olsa bile hemen cevap vermesini bekledim ama o cevap vermek yerine sessiz kalmaya devam ettim "Bu cevap benim için çok önemli," dedim sırf cevap vermesi için, yeşilleri yeniden beni buldu ve gözlerimin içine baktı, cevap vermek için tereddüt ettiğini fark ederken hareket eden âdemelmasından yutkunduğunu fark ettim. Bu hareketleri alacağım cevabı az çok anlamam için yeterli olurken bir anda "Hayır," dedi ve sanki tepkimi görmek istemiyormuş gibi bir kez daha kaçırdı bakışlarını. "Hayır," diye tekrar ettim verdiği cevabı. "O gözle bakabileceğim bir konumda değildin," diye açıkladı kendini ve ben sessiz kalınca da devam etti. "Bize bakan, büyüten adamın evine girip çıkarken çoçuk sayılabilecek kızına göz ucuyla bile olsun bakmak, kardeşten öte görmek benim değil, ancak bir şerefsizin yapacağı bir şey," dedi, anlamsızca baktım yüzüne. Gerçekten böyle mi düşünüyordu yani? İçimden bunun çok saçma olduğunu geçirirken bir an durup düşündüm ve sanki düşününce ona hak verdim. Fakat bunu dile getirmeyip sessiz kalmaya devam ettim. "İster bana kız istersen bunlar yüzünden nefret et ama ben yapamazdım Ayliz, bir an bile olsun aklımdan seni geçiremezdim. Eğer böyle bir şey yapmış olsaydım hayatım boyunca bunun pişmanlığından kurtulamazdım." Kaşlarımı çattım. "Peki şimdi?" diye sordum. "Şimdi senin için ne değişti? Ben hâlâ senden küçüğüm ve hâlâ hayatında çok önemli yeri olan adamın kızıyım." "Ama yirmi bir yaşındasın," diye ekledi sözlerimin üzerine. "Az önce sana bunun benim için farkını söyledim," dedi, bir kez daha ne diyeceğimi bilemeyip sessiz kaldım. "Bu sorunu kendimce çözdüğümüze göre gelelim diğer konuya; cüzdanımda fotoğrafını gördüğün o genç kız ne sevdiğim bir kadın ne de sevgilim. Ortada düşündüğün gibi bir şey yok." "Ama annen de değil," dedim anında ve devam ettim. "Defalarca kez annenin fotoğrafını gördüm, kesinlikle o değil. Ki zaten benim gördüğüm fotoğraf annene ait olacak kadar eski değildi ve bir kız kardeşin olmadığından da eminim. Madem sevgilin ya da sevdiğin kadın değil, kim o zaman o kadın? Neden cüzdanında fotoğrafını taşıyorsun? Buna verecek bir cevabın var mı?" Bir kez daha derin bir nefes aldı, o an elinin karnına gittiğini fark ettim ve işte ancak o an bu gece olanları ve şu an onun yaralı olduğunu hatırladım. Bir an için her şey aklımdan çıkıp gitmişti. Bu yüzden endişeyle "İyi misin?" diye sordum, ona yaklaştım. Elini karnının üzerinden indirirken gözlerimin içine baktı. "İyiyim," dedi güven verici bir ses tonuyla. Bu tavrı, endişemin dinmesine neden olurken konuştuğumuz konuya döndüm yeniden ve ondan bir cevap duymayı bekledim. O da bunu fark etmiş olacak ki konuşmak ister gibi oldu ama bunu yapamadı ve eşzamanlı olarak gözlerine çaresizlik çöktü. Onu nu hâle getirebilecek ne olmuş olabileceğini düşünürken "Bu sorunun cevabını en azından şimdilik vermesem olur mu?" diye sordu, bir kez daha kaşlarımı çattım. "Neden?" diye sordum anında. "Neden cevap veremiyorsun?" Hiç değilse buna cevap verir diye bekledim ama maalesef o bu soruma da cevap veremeyip karşımda sessizce durmaya devam etti. Daha fazla onun konuşmasını bekleyemeyip "Güvenmiyor musun bana?" diye sordum, bu kez kaşlarını çatan o oldu. "Bunun güvenle hiçbir alakası yok Ayliz," dedi başımı hafifçe önüme eğdim ve derin bir nefes aldım. Sanırım bu konuda anlayışlı olmak dışında elimden hiçbir şey gelmezdi. Ki zaten ısrarcı olsam da söylemeyecek, gereksiz yere bir kez daha kavga edecek gibiydik. "Peki," deyip kabullendim durumu. Sanki aldığı cevaptan fazlasıyla memnun olur gibiyken "Sen nasıl istersen öyle olsun," diye ekledim ve sormaya devam ettim. "Son gidişin?" diye sordum. "Bana sakın iş için deme bir kez daha! Çünkü sen gittikten sonra iş için olmadığını çok iyi öğrendim Pars! Bu yüzden sakın beni kandırmaya çalışma!" Sıkıntıyla iç geçirip "Ne öğrendin, kimden öğrendin de bu düşünceye kapıldın bilmiyorum ama iş için gittim Ayliz. Buna ister inan istersen inanma ve yalan söylediğimi düşünmeye devam et ama ben sana doğruyu söylüyorum. Ben ilk gidişimde de son gidişimde de iş için gittim!" Tüm bunları kendinden o kadar emin bir şekilde söyledi ki sanki yalan söylemiyor gibiydi. Peki yalan söylemiyorsa benim öğrendiklerim neydi? "Peki o zaman sen gittikten sonra Vedat ve Bilge neden öyle söylediler?" diye sordum ve en başından beri öğrenmek istediği şeyin cevabını da ona vermiş oldum. "Anlamadım?" dedi gerçekten anlamadığını destekleyecek bir ses tonuyla ve ekledi. "Vedat ve Bilge mi?" Başımı salladım. "Evet," dedim bir an bile olsun tereddüt etmeden. "Şunu bana en başından doğru düzgün anlatsana," dediğinde konunun daha fazla uzamasını istemediğim için bunu da onunla konuşmak istedim. "Anlatayım," dedim bu yüzden hemen. "Fakat önce bir yere oturalım artık. İyiyim deyip duruyorsun ama yüzün bembeyaz oldu, şimdi bir şey olacak," dedim endişeyle, o da ayakta durmaktan yorulmuş ve gerçekten rahatsız olmuş olacak ki hiç itiraz etmeden başını salladı. "Oturalım," dedi ve önden salona yürüdü, ben de hemen peşinden gidip karşısına oturdum ama oturmamla eşzamanlı olarak onun rahat etmediğini fark edip ayağa kalkmam bir oldu. "Ben sana yastık falan bulayım, arkana koyalım. Böyle olmadı, daha çok canın yanacak şimdi," dedim, herhangi bir şey demeyip bana engel olmazken yatak odasına doğru yürüdüm hızla. Bunu yaparken yanından geçmek zorunda kaldığımda bir anda eli bileğimi kavradı, uzaklaşmama engel oldu. "Boş ver şimdi yastığı falan," deyip hafifçe yanına doğru çekti beni ve yanına oturttu. "Otur ve düzgünce konuşalım." El mecbur başımı sallayıp onu onaylarken çok yakın olduğumuzu fark ettim. Aldığı nefesi hissedecek kadar yakın olmak; her zaman olduğu gibi yine kalbime iyi gelmezken o bundan hiç de rahatsız olmuş gibi durmuyordu. Hatta aksine fazlasıyla memnun gibiydi. Ona bu kadar yakın olursam eğer az önceki gibi kendimden emin bir şekilde konuşmaya devam edemeyeceğim, etsem de o konuşmadan hiçbir şey anlamayacağım için kendimi geri çekip ondan uzaklaştım. O, bu yaptığıma anlam veremez gibi bakarken "Sen gittikten çok sonraydı, hatta hastaneden çıkmıştım bile," diye girdim konuya ve sustum, o an içimden inşallah bu söyleyeceklerim için de bir açıklaması vardır diye geçirmeden edemedim. Çünkü eğer bunlar için de mantıklı bir açıklaması varsa benim için her şey değişecekti yeniden. Bunu düşünürken bir anlığına fark ettiğim şeyle kalakaldım. Sanki onu affetmeye hazırmış, hatta çoktan affetmiş gibiydim. Bu durum kendimi garip hissetmeme neden olurken Pars'ın dikkatle bana baktığını ve cevap beklediğini fark edip kendimi toparladım. "Ne oldu? Neden sustun?" diye sordu o sırada. "Yok bir şey," deyip geçiştirdim anında onu. Yoksa dayanamayacak , ben seni çoktan affetmişim deyip boynuna sarılacak ve ağlamaya başlayacak gibiydim. "Gökmen geldi bir an aklıma da onu düşünüyordum," deyip yalan bir açıklama yaptım. "Onu düşünüyordun?" diye sorguladı, başımı salladım. "Evet," diye onayladım bir de. "Tamam suçluydu falan ama keşke yine de öyle hastanede bir başına bırakmasaydık." "Bir başına değil, baban yanında," dedi anında ve devam etti. "Ayrıca ben çıkarken Vedat ve Bilge'ye haber vereceklerdi, ailesi yanında yani endişe etmene gerek yok." Başımı sallamakla yetindim. "Eğer konuyu değiştirmek için açacağın başka konu kalmadıysa asıl meselemize gelelim." İmayla söylediği bu şeyle kaşlarımı çattım. "Konuyu değiştirmeye çalışmıyorum," dedim, yüzünde inanmaz bir ifade oluştu. "Hı hı," dedi yüzündeki ifadeyi destekler nitelikte çıkan sesiyle ve ekledi. "Çok belli oluyor." "Valla..." diye konuya girip kendimi savunmak istedim ama araya girip devam etmeme engel oldu. "Acaba asıl konuya mı gelsek?" dedi sabırsızca, derin bir nefes aldım ve daha fazla uzatmak istemedim. "Ben hastaneden çıktıktan çok sonraydı," diye girdim yeniden konuya ve bu kez onu bekletmeden devam ettim sözlerime. "Vedat ve Bilge'yi babamla konuşurlarken duydum, senin hakkında konuşuyorlardı. Gidişine anlam verememişlerdi. O dönemde birlikte yapmanız gereken bir iş varmış ve sen onlarla o işi hâlletmek yerine gitmeyi tercih etmişsin, hem de hiçbirine hiçbir açıklama yapmadan." Dikkatle beni dinliyordu, bir şey söyleyecek, kendini savunacak gibi değildi. Bu yüzden ondan bir şey duymayı beklemeyip devam ettim konuşmama. "Ben hastanedeyken, babam ağzından gideceğini kaçırdığında meğerse her şey önceden konuşulup ayarlanmış. O gün o yüzden babam iş için gittiğini söyledi muhtemelen, söyleyeceğin yalanı çok iyi biliyordu çünkü. Ona her ne dedin bilmiyorum ama başka bir şey için gittiğini bildiği hâlde o gün de sonrasında da bana ve kardeşlerine hep yalan söyledi." Söylediğim bu kadar şeye rağmen hâlâ sessizdi. Bir açıklama yapmak için herhangi bir çabaya girmiyordu. "Beni anladım ama sen bu sefer kardeşlerine de yalan söylemişsin." Tüm bu söylediklerimden sonra beklediğim şey telaşla kendini açıklamaya geçmesiydi. Fakat o beklediğimin aksine tek kelime etmedi ama yüz ifadesi değişti, bakışları yumuşadı ve keyfi yerine geldi gibi oldu ama ben bunu benimle dalga geçiyor diye yorumlayınca öfkem daha da arttı. "N'oldu?" diye çıkıştım bir anda. "Neden dalga geçer gibi bakıyorsun bana?" "Dalga geçtiğim yok," derken bile yüz ifadesi dalga geçiyor gibiydi. "Bu dalga geçmiyor hâlin mi?" Sesimin yine sinirli çıkmasına engel olamazken o bunu pek de umursamadı. "Evet," deyip cevap verdi bir de ve devam etti. "Daha büyük bir sorun var, çözülmesi zor bir şey var ortada zannediyordum ama meğerse çözülmeyecek hiçbir şey yokmuş." Rahatlığı beni şaşırtırken devam etti. "Ayliz," dedi huzur verecek kadar yumuşak çıkardığı sesiyle. "Ortada küçük bir yanlış anlaşılmanın doğurduğu büyük bir saçmalık var," deyip hafifçe bana doğru eğildi ve gözlerimin içine baktı. "Onları bunu konuşurken duydun, iş için değil de boş yere seni arkamda bıraktığımı düşündün, bu yüzden bana öfkelendin, öfkelendikçe saçma sapan şeyler düşünmeye başladın," dedi, sanki zihnimi okuyor gibi hissederken kendinden emin bir şekilde devam etti konuşmasına. "O düşüncelerin de hep başka birine yönelik oldu, başka bir kadın olduğunu, sana o kadar şey söylememe rağmen başka birine gittiğimi zannettin değil mi? Hatta gördüğüm kadarıyla zannetmekle de kalmamış, bayağı buna inanmışsın ki benden nefret etmeyi tercih etmişsin." Söylediği her şey kelimesi kelimesine doğru olduğundan inkâr etmek için tek kelime bile etmedim ama onun böyle üste çıkmasına da dayanamadım. "Madem tüm bunlar saçmalık, doğrusu ne peki?" diye sordum. "Doğru söylemişler, gerçekten de onlarla birlikte hâlletmemiz gereken bir iş vardı ama istemedim, çünkü başka bir işe bakmam gerekiyordu. Bu yüzden onlara güvenip o işten geri çekilmiştim ve muhtemelen onlar da bu yüzden babana sitem ediyorlardı, sen de onu duymuşsun işte," deyip söyleyecek bir şeyi kalmamış olacak ki sustu. Her şeyi açıklamış olması bir an için afallamama ve susmama neden olsa da "Peki kimse gitmeni istemediği hâlde neden başka bir işin peşine düşüp gittin? Gitmek zorunda mıydın?" diye sordum. "Zorundaydım," dedi anında, konuşmaya başladığımız andan beri en net ve en hızlı bu soruma cevap vermiş oldu. "Bu kadar hızlı cevap verdiğin hâlde bir açıklama yapmadın, sanırım bu da bana anlatamayacağın bir şey," dedim ve umarım yanılıyorumdur diye içimden geçirip umutla bir açıklama yapmasını bekledim. "Eğer ısrarla daha fazlasını sormayacağına söz verirsen bu sorunun cevabını sana verebilirim." Neden böyle bir şey söyleyip önden tedbir almış olmasını anlayamamış olmak cevabı daha çok merak etmeme neden olmuştu. Bu yüzden hiç tereddüt etmeden "Söz," dedim, muhtemelen devamını merak edecek ve sormak isteyecektim ama kendime de engel olabilir gibiydim. "Cüzdanımda fotoğrafını gördüğün o kız için gittim." Bu cümleyi bu eve geldiğimizde konuştuğumuz şeylerden önce kurmuş olsaydı muhtemelen yine her şeyi yanlış anlayacak, ona öfkelenip yine ondan uzak durmaya çalışacaktım ama konuştuklarımız tüm bunları değiştirmişti. Ne de olsa açıkça o fotoğraftaki kız için ne sevdiğim bir kadın ne de sevgilim demişti. Aralarında başka bir yakınlık oldu belliydi yani ama işte o yakınlığı çözemiyordum, o neden söylemiyor zaten onu hiç bilmiyorum. "Peki," demekle yetindim, merak ediyor olduğum hâlde tek kelime etmedim. Sonuçta söz vermiştim, tutmam gerekiyordu. "Başka bir şey sormayacak mısın?" derken fazlasıyla şaşkın gibiydi. "Hayır, söz verdim sonuçta," dedim, aldığı cevaptan fazlasıyla memnun oldu. "Peki başka?" diye sordu bu kez de. "Başka?" diye tekrar ettim. "Başka sorun, bana öfkeli olduğun başka bir konu var mı?" Bu soru beni biraz düşündürdü ama aklıma hiçbir şey gelmedi. En başından beri sorunum olan her şey çözüme kavuşmuştu, ilk defa konuşmak bir işe yaramış gibiydi. Benden cevap alamayacağını anlamış olacak ki "Sanırım başka bir şey yok," dedi, ne diyeceğimi bilemedim. Çünkü şu an kendimi çok anlamsız bir durumun içinde gibi hissediyor ve bundan sonra ne olacağına, onunla nasıl devam edeceğimize dair hiçbir şey bilmiyordum. Sahi ne olacaktı bundan sonra? Neydik biz şimdi onunla? Bu soruların cevabını da onunla konuşmadan alamayacağım için "Sanırım başka bir şey yok," dedim ve bulunduğumuz durumu onun yorumlamasını bekledim. "Güzel," dedi gayet keyifli bir ifadeyle ve ekledi. "O zaman artık benimle ilgilenebilirsin." Söylediği şey yüzünden anlamsızca baktım ona. "Ne bakıyorsun öyle?" diye sordu sanki çok normal bir şey söylemiş gibi ve ekledi. "Farkında mısın bilmiyorum ama senin yüzünden vuruldum bu gece ve yine sensin yüzünden hastanede olmam gerekirken ayakta dönüp duruyorum. Bir zahmet kalk ilgilen benimle!" Tüm bunları söylerken sanki kızar gibiydi ama bir yandan da hiç kızar gibi bir hâli yoktu. Benimle uğraştığını fark ederken ona ayak uydurmaya karar verip "Benim yüzümden mi?" diye sordum ve ilave ettim. "Benim ne suçum var ya? Hem ayrıca ben mi sana hastaneden çık oradan oraya git dedim, sen kendin çıkıp gelmişsin peşimden!" deyip bir güzel kendimi savundum. "Ne fark eder? Sonuçta her türlü senin için çıktım, sen öyle çekip gitmeseydin ben de gelmek zorunda kalmayacaktım. "Sen hep böyle üste çıkmak zorunda mısın?" diye sordum ters bir tavırla. "Bu kez zorundayım," dedi anında ve devam etti. "Haklı çıkayım ki benimle ilgilenmek zorunda kal." Söylediği şey ister istemez beni güldürürken fazlasıyla da hoşuma gitti. "Seni gören de gerçekten bakıma ihtiyacın var zannedecek, istesen bir hastane dolusu doktor ilgilenir be seninle!" Yüzünde muzip bir ifade oluşurken arkasına yaslandı ve oturduğu yere biraz daha yayılmış oldu. "Orası öyle," dedi ve aynı yüz ifadesiyle ekledi. "Ama ben senin benimle ilgilenmeni istiyorum." Bu cümlesiyle içim sıcacık olurken bunu dışarıya hiç yansıtmayıp sanki kurduğu cümlenin altındaki anlamı anlamamışım gibi davrandım. Bu tavrımı desteklemek için de tek kaşımı kaldırıp "Allah Allah nedenmiş o?" diye sordum. Sanki yaptığım şeyi anlamış gibi yeşillerini gözlerimden bir saniye bile olsun çekmeden "Çünkü böylesi daha çok hoşuma gider." Gülümsememek için kendimi çok zor tutarken arkama yasladım ve elimden geldiği kadar rahat göründüm. "Senin hoşuna giden bir şeyi yapmak zorunda olduğumu düşünmüyorum," deyip bu hâli hiç umurumda değilmiş gibi davrandım. Hatta daha da ileri gidip "Hem iyi oldu sana, beni üzdüğün anlara sayarsın. Hiç umurumda değilsin! Zaten zorla getirdin beni bu dağ başına, bir de sana yardım edeceğim öyle mi? Yok öyle dünya! Ne hâlin varsa gör!" "Peki," deyip hiç beklemediğim bir şekilde kabullendi söylediğim şeyleri ve ekledi. "Ne hâlim varsa görürüm." Bunu dedikten hemen sonra koltuğun kenarından tutunup ayağa kalkmaya çalıştı. Ne yapacak diye merakla ona bakıp büyük bir dikkatle hareketlerini izlerken yüzünü buruşturduğunu fark ettim. Bunu gözüme sokarak yapmadığından gerçekten canının yandığını anladım ama yine sesimi çıkarmayı sadece onu izlemeye devam ettim. Kalkmak için kendini zorlamaya devam ederken bir anda dengesini kaybeder gibi oldu, kalkmaya çalıştığı koltuğa yeniden düştü ve acıyla iç geçirdi. İşte ancak bu hâline daha fazla kayıtsız kalamadım, telaşla ayağa kalkıp zaten yakınımda olduğu hâlde biraz daha yaklaştım ve yanına oturdum. "Ya ne yapıyorsun sen? Manyak mısın? Yaralısın işte, otursana oturduğun yerde!" Tüm bunları öfkeyle ve büyük bir endişeyle söylerken bir yandan da düzgün oturmasına yardımcı olmaya çalıştım. "Ayaklarını uzat koltuğa," deyip yanından kalktım ve ayaklarını uzatmasına yardımcı olmak istedim ama bir anda elinin bileğimi kavrayıp hafifçe çekmesiyle yanına oturmak zorunda kalıp yapamadım. "Hani umurunda değildim? Ne hâlin varsa gör diyordun daha az önce?" Kaşlarımı çattım. "Bir şeyin yok değil mi senin?" diye sordum dümdüz bir ses tonuyla. "14 dikişim var;" dedi anında ve ekledi. "Sekizi omzumda, altısı karnımda." "Abart istersen," dedim bezmiş bir tavırla. "Omzuna dikiş atılmadı, karnında da 4 dikiş var sadece. Hemşireyle konuşmuştum." Elini ensesine attı. "Eskileri saysak olmuyor mu?" Masumca sorduğu bu soru yüzünden kendime engel olamadım ve kahkaha attım. Bu, onunda keyfini yerine getirirken gülmeye devam ettim. O an içimi sıcacık bir his kapladı ve kendimi belki de daha önce hiç olmadığım kadar mutlu hissettim. Sanki daha önce onunla birlikte hiç gülmemişimde ilk defa gülüyor gibiydim. Bazen onun bendeki etkisinin bu denli büyük olması beni korkutuyordu ama bazen de hoşuma gidiyordu. Çünkü en az canımın yandığı kadar da mutlu ediyor ve o mutlulukla canımın yanmış olmasının hiçbir önemi kalmıyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi... "Ne düşünüyorsun öyle?" diye sorduğunda kendime geldim ve gözlerim yeniden onu buldu. "Hiç," deyip geçiştirdim onu, gerçek hislerimi söyleyecek değildim ya... Bir süre daha bana dair bir şeyler bilmese benim için çok daha iyi olacak gibiydi. Çünkü içimden bir ses şimdilik benim için bunun daha doğru olacağını söylüyordu. Pars onu geçiştirmiş olmama rağmen dikkatle bana bakıp bir cevap beklerken "Hadi bırak benimle uğraşmayı da uzan şuraya," deyip yanından kalktım ve uzanması için yardımcı olmaya çalıştım. "Hani umurunda değilim?" diye sordu bir kez daha, kaşlarımı çattım. "Kaşınma istersen, şimdi yaralı falan dinlemem, peşimden gelemez demem valla çıkar giderim," Bir yandan bu sözlerim yüzünden alayla bakarken bir yandan da onu yönlendirmeme ayak uydurdu ve yatağa uzandı. "Kaçıp gidersin öyle mi?" diye sordu uzandıktan hemen sonra. Başımı salladım. "Peşimizden hiç kimse gelmedi buraya ne de olsa, bizi getiren şoför de geri döndü. Sen de bu hâlde peşimden gelemezsin, yani kaçıp gitsem bana engel olamayacaksın. Sahi gitsem mi acaba? Zaten burada niye seninle uğraşıyorum ki?" Yüzündeki o alaylı ifade giderek arttı. "Ormanın içindeyiz Ayliz," dedi sanki ben nerede olduğumuzu bilmiyormuşum gibi. "Afrika ormanı değil ya sonuçta, aslan -kaplan bir şey çıkacak diye korkayım." Kendimden fazlasıyla emin bir şekilde söyledim bunu, oysa tek başıma kapının önüne bile çıkamazdım. Fakat bunu onun bilmesine gerek yoktu. "Öyle olsun bakalım," derken eli yine karnının üzerine gitmişti. "Acıyor değil mi?" diye sorarken onun yerine sanki benim canım acıyormuş gibi hissediyordum. "Çok değil," dediğinde bunun doğru olmadığını bildiğim için gözlerimi kısarak baktım ona. "Yalancı," deyip yanından kalktım ve gidip tekli koltuğa oturdum. O an çok hâlsiz ve yorgun olduğumun farkına varıp sanki biraz da uykum geliyormuş gibi hissedince gözümün ucuyla saate doğru baktım ve gecenin ikisi olduğunu gördüm. Bu gece öyle şeyler yaşanmıştı ki bir an için hiç bitmeyecek zannetmiştim. Neyse ki sonunda bunu da atlatmıştık. "Sen de uyu istersen biraz." Pars'ın sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp ona baktım. Evet gerçekten uyumayı istiyordum, çünkü çok uykum vardı ama o uymadan uyumayı da hiç istemiyordum. Çünkü kendisi her ne kadar şakaya vuruyor olsa da iyi değildi ve dinlenmesi gerekiyordu. Şimdi onu bırakıp uyursam ise beni uyandırmaz, bir şeye ihtiyacı olduğunda kendisi kalkmaya çalışırdı. "Yoo iyiyim böyle ben," dedim bu yüzden ve arkama yaslandım, hiç uykum yokmuş gibi davranmaya çalıştım. "Uykun olduğu her hâlinden belli işte Ayliz, bırak inadı da uyu hadi." "Yorgunluktan o," deyip konuyu değiştirmeye çalıştım. "Sen şimdi benim uykumu bırak da buradan ne zaman döneceğiz onu söyle." Bu cümlem gereksiz yere kaşları çatmasına neden oldu, duyduğu şeyin hoşuna gitmediğini bu sayede anlarken buna bir anlam veremedim. "Hayırdır ortağını mı merak ediyorsun?" Ortağın derken kelimenin üstüne öyle bir bastırmıştı ki bir şey ima ettiğini anlamamak için salak olmak gerekirdi. "Bir şey mi ima etmeye çalışıyorsun?" diye sordum açıkça, bakışları biraz daha ciddileşirken gözlerimin içine bakarak konuşmaya devam etti. "Yoo ne ima edeceğim? Açıkça soruyorum işte; ortağını mı merak ettin?" Yine aynı şeyi yaptı, yine aynı kelimenin üstüne bastırdı. "Bak yine aynı şeyi yaptın!" dedim, yüzünde yalandan bir anlamsızlık oluştu. Hiç numara da yapamıyordu. "Ne yaptım?" diye bir de utanmadan sorduğunda ne yaparsam yapayım ona karşı üste çıkamayacağımı bildiğim için konuyu uzatmamaya karar verdim. "Yok bir şey!" deyip ayağa kalktım. "Ben bir elimi yüzümü yıkayıp geliyorum," deyip banyoya doğru yürüdüm. Annemle konuştuğum ve kendimi çok kötü hissedip eve gitmek istemediğim için beni yine bu eve getirmişti. Bu yüzden neyin nerede olduğunu çok iyi biliyordum. O arkamdan bir şey demezken banyoya girip elimi yüzümü güzelce yıkadım. İşim bitip de başımı kaldırdığımda ve aynadaki aksime baktığımda gördüğüm hâlim beni rahatsız etti. Gözlerimin içi kıpkırmızı olmuş ve şişmişlerdi. Muhtemelen ağlamaktan bu hâle gelmiştim. Şimdilik bu konuda yapabileceğim bir şey olmadığından bu hâlimi görmezden gelip sadece dağılmış saçlarımı açıp yeniden toparlamakla yetindim ve bu sayede daha iyi göründüğüme kanaat getirip banyodan ayrıldım, salona geçtim. Salona döndüğümde "Yarın sabah dönelim hemen," deyip Pars'a baktım ve beni duymadığını fark ettim. Çünkü çoktan uykuya dalmıştı bile. Sessizce yeniden salondan ayrıldım, yatak odasına gittim ve iki battaniye, iki de yastık alıp yeniden salona döndüm. Battaniye ve yatığın birini boş olan tekli koltuğa bıraktım, bunlar benim içindi. Sonrasında Pars'ın yanına yaklaştım. Battaniyeyi yere bırakıp yastıkla birlikte uzanıyor olduğu koltuğun kenarına oturdum. Bir an önce yastığı başının altına koymayı istesem de yapamadım ve durup sessizce onu izledim. Bunu yaparken düşündüğüm tek şey; bu gece konuştuklarımızdı. İçimde ona dair hiçbir şüphe kalmadığı gibi aklımda da neredeyse hiç soru işareti kalmamıştı ve sanırım aklımdaki tek soru; cüzdanında fotoğrafını taşıdığı, ismine ve kim olduğunu sır gibi sakladığı, uğruna yurt dışına gidip yedi aya yakın bir süre orada yaşadığı o kadının kim olduğuydu. Bu sorunun cevabını delicesine merak ediyordum. Fakat sanırım bu sorunun cevabını almama biraz daha zaman vardı. Zaten şimdilik beni rahatsız edecek biri olmadığını bilmek de bana yetiyordu. Bunları düşünürken söylediği şeyler aklıma geldi ve istemsizce tebessüm ettim. Yıllar önce beni depresyona sokan, belki de o kadar kötü şeylerin yaşanmasına sebep olan o şey gerçek değilmiş meğerse, sevdiği biri yokmuş, onun peşinden gitmemiş, kalbinde bir başkası yokmuş. Her şey koca bir yalandan ibaretmiş. Ona göre yaptığı şey doğruydu belki, olayı kökünden çözmek istemişti belki ama bana haksızlık değil miydi bu? Ben o kadar gözyaşını bir hiç uğruna mı dökmüştüm? Böyle düşünmek az öncekinin aksine canımı sıkarken öylece durup onu izlemeye devam ettim. Onu izlemek bana derin bir iç çektirdikten hemen sonran esnedim. Bu, artık benim de uyumam için bir işaretti. Bu yüzden daha fazla oyalanmadım, ona doğru eğildim ve başını hafifçe kaldırıp yastığı başının altına koydum. Bunu yaparken uyanmaması için büyük bir çaba sarf ettim ve başarılı da oldum, uyanmadı. Uyanmadığından emin olduktan hemen sonra yanından kalktım, yerdeki battaniyeyi aldım ve yavaşça üzerine bıraktım. Bunu yaptığımda da uyanmaması işime gelirken artık benim de uyumamın zamanı geldi diye içimden geçirip yanından uzaklaşmak istedim ama bunu yapamadım. Çünkü hiç beklemediğim bir anda eli bileğimi kavradı ve daha ne olduğunu bile anlayamazken kendimi bir anda onun yanında uzanırken buldum. Telaşla "Pars n'apıyorsun?" diye sordum, sanki yeterince sıkı sarılmıyormuş gibi biraz daha sıkı sarıldı bana. "Sen haklısın sanırım," derken dikkat ettiğim tek şey; ses tonuydu. Hiç de öyle uykuya dalmış da uyanmış gibi değildi. Ne yani en başından beri uyanık mıydı? Yanına oturup onu izlediğimi anlamış mıydı? Bu düşünce utanmana neden olurken hiç sesimi çıkaramadım. "Kaçmaya falan çalışsan bu hâlde yakalamam mümkün değil seni." Güldüm. "Ben onu öylesine söylemiştim yalnız. Ortada bir şey yokken gencin bir yarısı kalkıp kaçmaya hiç niyetim yok, merak etme." "Olsun, ben yine de tedbirimi alayım. Delinin tekisin sen, hiç güvenmiyorum sana. Aklına esse kalkar kaçarsın." Bu sözleri beni fazlasıyla güldürürken aslında tüm bunların bir bahane olduğunu çok iyi biliyordum. Fakat bilmiyor gibi görünmek işime geldiğinden hiç bozuntuya vermedim. "Ne yani kaçmayayım diye burada böyle mi uyuyacağız?" diye sordum bir yandan da gülmeye devam ederken. "Tabii," dedi anında ve ekledi. "Kaçma diye." Sıkı sıkı sarılıyor olduğundan zorlukla ona doğru döndüm ve az önce karnımda birleşik olan ellerini bu kez sırtımda birleştirmek zorunda kaldı. Aynı zamanda ona döndüğüm için bakışlarımız bir kez daha kesişmişti. Gözlerine bakarken istemsizce tebessüm ettim. "Pars," diye fısıldadım, derin bir iç çekti. "Hı?" Verdiği bu tepki ister istemez hoşuma giderken fısıltı gibi çıkan sesimle konuştum. "Yiyim mi bu yalanı?" diye soruverdim bir anda. Önce yüzünde afallamış bir ifade hemen ardından da keyifli bir ifade oluştu. "Bu seferlik ye bence," dediğinde kahkaha atmamak için kendimi çok zor tuttum. "Öyle olsun o zaman," dedim, hani benim de işime gelmiyor değildi. "İyi geceler," dedi başka bir şey söylemek yerine. "Sana da," dedim ve derin bir nefes alıp kokusunu içime çektikten hemen sonra "İyi geceler," diye ekledim, gözlerimi kapattım. Eli yüzümü bulup da tüy gibi dokunuşlarla yanağımı okşarken tebessüm ettim ama gözlerimi açmadım ve sadece onu hissetmeye çalıştım. O esnada aldığı her nefesi hissetmek içimin yumuşacık olmasına neden olurken midemde de kelebekler uçuşuyordu sanki. Bir süre sonra elleri durduğunda uykuya daldığını anladım, gözlerimi araladım ve gerçekten de uyuduğunu görüp yanılmadığımı anladım. Saatlerce onu izlemek, gözümü dahi kırpmak istemesem de geçen dakikaların ardından ben de uykusuzluğa yenik düştüm ve onun kollarının arasında uykuya daldım. Farkındayım, her şeyi konuşmamız ve her şeyin açığa çıkması bir kez daha ona yenilmeme neden olmuştu ama bu kez farklı bir şey vardı benim için, hem de çok farklı bir şey. Çünkü bu kez bu yenilgim ve kayboluşum; en güzel yenilgim ve kayboluşum olmuştu. Ben; her şeye rağmen ona yenilmeyi ve onda kaybolmayı seviyordum. Bölüm Sonu! Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum <3 Olaysız, hareketsiz tamamen konuşmalarına yönelik bir bölüm oldu ve bu sayede birçok şey ortaya çıktı. Pars'ın yıllar önce Ayliz'e yalan söylemesi, aslında sevdiği bir kadının olmaması hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu olayın altından böyle bir şey çıkacak olmasını bekliyor muydunuz? Pars'ın hakkında hiçbir şey anlatmadığı o kız kim çıkacak sizce? Bir tahmini olan var mı? Sizce bundan sonra Ayliz ve Pars nasıl devam edecekler? Yeni bölüm hakkındaki tahminlerinizi bekliyorum <3 Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle, kendinize çok iyi bakın<3 Alıntı ve duyurular için; Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan Sizi Çok Seviyorum! |
0% |