@gizzemasllan
|
Selam :) Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ Instagram: gizzemasllan . . . 35. BÖLÜM "BİR KÜÇÜK TEŞEKKÜR MESELESİ" Gözlerime değen gün ışığı rahatsız ederken bunu belli edebilmek adına homurdandım ve yüzümü biraz daha gömüp yatak olamayacak kadar sert olan bir şeye sımsıkı sarılıp yeniden uykuya dalmaya çalıştım. Bu konuda başarılı olabilecek gibiyken birinin ellerini saçlarımda hissettim. İşte ancak o an dün gece olanlar aklıma geldi ve nerede uyuduğumu hatırlayabildim. Hatırladığım ilk an da yastık niyetine sıkı sıkı sarıldığımın aslında Pars olduğunu anlayabildim. Bunu anlamak, uykumun tamamen kaçmasına neden olurken ne yapacağımı bilemedim. Hemen kalkmalı mıydım yoksa uyuyor gibi mi yapmalıydım, hangisi daha doğru olurdu? Kendime sorduğum bu soruya cevap veremezken öylece üzerinde hareketsizce uzanmaya devam ettim. O ise uyanık olduğunu gizlemeye hiç gerek duymadan saçlarımla oynamaya devam ediyordu ve uyanık olduğumu anlaması an meselesiydi, çünkü iyi rol yapabilen biri değildim. Bu yüzden rezil olmadan bir an önce yeni uyanıyormuş gibi yapsam iyi olacaktı. Ben daha bunu düşünürken "Ayliz," diye fısıldadı, işte bu çok iyi olmuştu. Hemen uyanacak biri olmadığımı çok iyi bildiği için hemen uyanmak gibi bir hataya düşmedim ve sadece homurdanmakla yetindim. Pars da bir kez daha "Ayliz," diye seslendi, sanırım tam sırasıydı. "Hı," diye bir ses çıkardım sadece. "Hadi uyan artık," diye fısıldadı, tabii ki hemen ayılmış gibi yapmadım. "Tamam, bir beş dakika daha," dedim elimden geldiği kadar uykulu çıkardığım sesimle. "Peki," dedi pes etmişçesine çıkardığı sesiyle. "Bu ne şimdi, ne oldu da peki dedi?" diye içimden geçirirken "Beş dakika daha uyu o zaman," diye ekledi, afalladım. Ne yapacağımı bilemeyip uyuyormuş gibi yapmaya devam ederken o da hiç durmadan saçlarımı okşamaya devam ediyordu. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Tam beş dakika boyunca hiç sesini çıkarmadı ve uyumama izin verdi. İşte bu; bir yalanın beni getirebileceği en saçma ve en anlamsız durumdu. Boş yere geçirdiğimiz beş dakikanın ardından bir kez daha "Ayliz," diye fısıldadı, bu kez beş dakika daha diyerek bir hataya daha düşmeyecektim. Fakat üste çıkmamın da bir zararı olmaz gibiydi. "Beş dakika uyutmadın ya!" diye söylenerek sanki onun üzerinde değilmiş de normal bir yerde uzanıyormuş gibi gayet rahat bir şekilde doğrulmaya çalıştım. Fakat bunu yaparken onun yaralı olduğu aklımdan çıktı ve hiç yapmamam gereken bir şey yaptım, ondan destek almaya çalıştım. Yaptığım şeyi ise ancak o aniden acıyla iç çekince anlayabildim ve telaşla, bir o kadar da hızla üzerinden kalktım. "Ay çok özür dilerim," deyip korkuyla yarasına bakmaya, dikişleri açılmış mı diye kontrol etmeye çalıştım ama telaşla hareket ettirdiğim ellerimi tutup benim aksime sakince baktı gözlerime. "Sakin ol," dedi söylediği şeyi ve ses tonunu destekler bir yüz ifadesiyle. "Bir şey olmadı," diye eklediğinde gerçekten iyi göründüğünü fark edip sakinleştim ve yeniden yanına oturup derin bir nefes aldım. Hareketli bir sabah oluyordu. Böyle düşünürken gözlerimi yanımda oturan Pars'a çevirdim ve istemsizce "Sen niye beni öyle uyandırıyorsun ki? Hep senin yüzünden oldu!" diye çıkıştım. "Benim yüzümden mi?" diye sordu, böyle olmadığını çok iyi bildiğim hâlde onu onaylamak için başımı salladım. "Senin yüzünden oldu tabii!" deyip bir de söylediğim şeyi savundum ve devam da ettim. "Sen telaş yaptırdın bana sabah sabah!" Kaşlarını çattı. "Sen hayırdır?" diye sordu ve ekledi. "Sabah sabah niye bu kadar sinirlisin? "Sinirli falan değilim!" diye çıkıştım bir kez daha. Emin misin dercesine bir bakış attığında ise gerçekten de sinirli olduğumu fark edip buna ben de anlam veremedim. Sahi ben neye sinirlenmiştim ki? Ne uyduracak bir şey ne de bahane edecek bir şey bulamadığımda ayaklandım. "Sinirliysem sinirliyim!" diye çıkışıp yaptığım şeyi bastırmaya çalıştım ve devam ettim. "Hem tabii sinirli olacağım! Dün gece olanları unuttun mu sen? Şu an kafe kim bilir ne hâlde, babam kim bilir yine ne kadar kızdı, Gökmen nasıl oldu? Tüm bunları bilmiyorum, neden peki? Tabii ki sen beni zorla buraya getirdiğin için!" "Anladım," dedi alaycı bir üslupla. "Sen yatağın solundan kalkmışsın bugün, sana çok bulaşmamak gerekir," dedi ve o da ayaklandı. Kendime engel olamayıp gülerken "Yoo," dedim ve o yanımdan uzaklaşırken bir anda ağzımdan "Hem yatakta değil, senin üzerinde uyuyordum. Senin solundan kalkmış oluyorum," diye bir cümle kaçtı. Cümleyi kurmamla, ne dediğimi fark etmem bir oldu, eşzamanlı olarak gözlerim irileşti, dudaklarımı ısırdım. Pars, olduğu yerde kalırken ağır hareketlerle bana döndü ve afallamış bir tavırla gözlerimin içine baktı. Benden böyle bir şey duymayı beklemiyor gibiydi, ben de kendimden böyle bir şey duymayı beklemiyordum ki zaten. "Ne dedin?" diye sordu bir de sanki duymamış gibi. "Hiç," dedim uzata uzata ve gergince gülümsedim. "Söyleniyordum öyle." Yüzünde muzip bir ifade oluşurken "Emin misin?" diye sordu. Sinirli olmak, durumu bastırabilir diye düşünüp kaşlarımı çattım. "Eminim tabii!" dedim sanki kızgınmışım gibi. Ne yaptığımı fark etmiş olacak ki bu kızgın tavrım hiç umurunda olmazken aynı muzip bakışları atmaya devam etti. "Ne bakıyorsun öyle ya?" diye çıkıştım ve sırf konuyu değiştirmek için "Ne zaman döneceğiz biz?" diye sordum. Üzerime gelmek yerine konuyu değiştirme çabama yardımcı olup "Kahvaltı yapalım, döneriz," dedi. Hızla başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, hiç vakit kaybetmeyip dönelim hemen," dedim, kaşlarını çattı. Ne oldu da yine şimdi böyle bakıyor diye düşünürken derdinin ne olduğunu hemen anladım. "Sırf Gökmen'in yanına gideceğim diye böyle yapıyorsun değil mi?" diye sorduğumda bakışları biraz daha sertleşti. "Ne alakası var Ayliz?" diye sordu. İnanmaz bir bakış attım. "Bence çok alakası var." "Bence hiçbir alakası yok," dedi o da anında ve ekledi. "Madem bu kadar çabuk gitmek istiyorsun, hadi o zaman hazırlan çıkalım," dedi, gitmeyi kabul etmiş olmasından fazlasıyla memnun olup heyecanla başımı salladım ve gece bir ara çıkardığım ayakkabılarımı giydim. Fakat tam o an aklıma gelen şeyle heyecanım söndü, gözlerim yeniden onu buldu. "Araba?" diye sordum ve devam ettim. "Şoför dün gece bizi bıraktıktan sonra arabayı da alıp gitti," dedim, gözünün ucuyla saatte baktı. İstemsizce benim de gözlerim saati bulduğunda dokuz buçuk olduğunu gördüm. "Gelmiştir şimdiye kadar," dedi ve yeşillerini yeniden bana çevirdi. "Dün gece sabah dokuzda gelmesini söylemiştim." "Dur ben bir kontrol edeyim," deyip telaşla pencereye gittim, dışarıya baktım ve haklı olduğunu gördüm. Araba da şoför da bahçede duruyordu. "Gelmiş," dedim heyecanla ve yeniden ona döndüm. "Hadi çıkalım," derken yanına ulaşmıştım bile. "Ayliz dur bir, sakin ol," dedi sıkılmış bir şekilde ve ekledi. "Önce bir elimizi yüzümüzü yıkayalım, 10 dakika geç çıksak ne olur?" diye sorunca ona hak vermeden edemedim. "Peki, hadi yıka da gel o zaman," dedim, telaşlı hâlim yüzünden sıkıntıyla iç geçirip yanımdan ayrıldı ve banyoya doğru yürüdü. O giderken ben de tekli koltuğa oturdum ve sıkıntıyla derin bir nefes aldım. Bir an önce dönüp durum ne kontrol etmek istiyordum. Tamam, para işini onun sayesinde çözmüştüm ama tadilat işi en azından yine bir on gün sürecek gibiydi. Hazal'ın ayarlayacağı doğum gününe yetişmesi mümkün bile değildi. Bunu düşünmek gözlerimin dolmasına neden olurken gözlerimi kapatıp açtım ve ağlamama engel olmaya çalıştım. Bu konuda başarılı olurken Pars'ın banyodan çıktığını gördüm ve ayaklandım. O ağır ağır bana doğru gelirken ben onun aksine hızla yanına gittim, karşısında durdum. "Ben de elimi yüzümü yıkayıp geliyorum," dedim, başını salladığında yanından ayrıldım ve banyoya gittim. Tam banyoya girecekken durdum ve salona doğru baktım, Pars'ın ağır hareketlerle oturmaya çalıştığını fark ettim. İşin şakası ve birbirimizle uğraşmamız bir yana hiç iyi görünmüyordu. Bir an önce onun da yeniden muayene olması gerekiyordu. Sanırım bu yüzden biraz acele etsem, onu da ettirsem iyi olacaktı. Banyoya girer girmez doğrudan lavaboya yöneldim ve hızlıca elimi yüzümü yıkadım. Hemen ardından uyurken dağılan saçlarımı toplayıp iyi göründüğüme kanaat getirdikten sonra oyalanmadan banyodan çıkıp yeniden salona döndüm. Pars hâlâ aynı yerinde otururken yanına gittim. "Hadi gidelim artık," dedim, başını salladı ve ayaklandı. Bunu yaparken zorlandığını fark etmek, iyi olmadığından emin olmam için yeterli olurken ayağa kalktığı an koluna girdim ve itiraz etmesine izin vermeden yürümesine yardımcı oldum. Bu şekilde ayrıldık evden ve arabasına bindik. Biz bindiğimiz an şoför arabayı çalıştırdı ve sonunda yola çıkmış olduk. "Hastaneye gideceğiz değil mi?" diye sordum, bundan emin olmak istedim. Pars'ın gözleri anında beni buldu. Muhtemelen şu an hastaneye gitmek istememin sebebinin Gökmen olduğunu düşünüyordu ama ben bundan çok onun için bir an önce hastaneye gitmek istiyordum. "Korkma," dedi gözlerini önüne çevirirken ve ekledi. "Hastaneye gidiyoruz, gider kendi gözlerinle görürsün ortağının nasıl olduğunu ve yalnız olmadığını." Göz devirip önüme döndüm, bu doğru olmadığı hâlde düzeltmeye gerek duymadım. Çünkü bu şekilde kıskanması hoşuma gidiyordu, bence biraz bunun tadını çıkarabilirdim. Tabii abartmamak şartıyla... Yol boyunca anlamsızlık bir sessizlik hâkim oldu arabaya, ikimiz de konuşmadık. Bu yüzden epey canım sıkıldı ama yine de sesimi çıkarmadım, tek kelime etmedim. Yaklaşık bir buçuk saat kadar sonra hastaneye ulaştığımızda arabadan ilk inen ben oldum, Pars da hemen arkamdan indi. Onun yanıma gelmesini beklemeyip ben hemen onun yanına gittim. "Sen gir," dedi yanına ulaştığımda, kaşlarımı çattım. "Ben gideyim," diye eklediğinde ise bakışlarım sertleşti. "Nereye?" diye sordum gayet ciddi bir tavırla. "Eve geçeceğim, sen yukarıya çık..." Devam etmesine izin vermedim. "Olmaz öyle şey, sen de gireceksin!" Bu bir istek ya da teklif cümlesi değil, doğrudan emir cümlesiydi ve o da bunun farkındaydı. "Korkma," dedi bir kez daha, anlamsızca baktım yüzüne, neyden korktuğumu düşünüyordu bu? "Baban her şeyi Gökmen'in sevdiği kızın evleneceği adamların yaptığını zannediyor, tefeciden falan haberi yok, yani sana hesap sormaz. Kısacası bana pek de ihtiyacın yok, hallettim ben her şeyi dün gece." Alayla baktım gözlerinin içine, benimle gelmesini bu yüzden mi istediğimi zannediyordu gerçekten? Beni babamdan koruması için? "Pars," dedim sakince. "İçeri beni koru diye gir istemiyorum, muayene ol diye istiyorum. Buraya böyle aceleyle seni getirmemin sebebi iyi görünmüyor olman, Gökmen'i görmek istemem değil," deyip yanlış anladığı her şeyi düzelttim ve o an fark ettim ki cümlelerim fazlasıyla hoşuna gitti, kendisi için gelmiş olmam onu mutlu etti. Onun bu hâli de içten içe benim hoşuma gitti. "Hadi," dedi onun keyfine bırakmayarak ve işimi garantiye almak için koluna girdim. "Doktoruna görünelim bir," diye ekleyip onu benimle yürümeye zorladım. Bana engel olmayıp aksine ayak uydururken birlikte hastaneye girdik, girer girmez ileriden bize doğru gelen Doğan ve Erdem'i fark ettim. "Bak," dedim gözlerimi koluna girdiğim Pars'a çevirirken ve devam ettim. "Seninkilerde buradalar," dediğim an gözlerini ileriye çevirip kardeşlerini gördü ve nedenini anlayamadığım bir şekilde sıkıntıyla derin bir nefes alıp sessiz kaldı. Ne olduğunu anlayamamış olsam da sesimi çıkarmadım, zaten o sırada Doğan ve Erdem de bizi fark edip aşırı telaşlı bir şekilde yanımıza geldiler. Erdem sessiz kalırken Doğan gelir gelmez "Abi iyi misin?" diye sordu, onu ilk defa böyle endişeli görmüştüm. "İyiyim," dedi Pars sadece. O esnada ikisinin de gözleri beni buldu. Önce bana sonra da Pars'ın koluna girişime baktılar. Ne düşündüklerini anında anlarken Pars da anlamış olacak ki "Ayliz her zamanki gibi abartıyor işte," dedi, kaşlarımı çattım. Abartmak mı? Nasıl göründüğünün ciddi anlamda farkında değildi bu adam. Şu an bile sanki birazdan düşüp bayılacak gibiydi ama işte gel de bunu ona anlat, anlamaz ki... "Abi kusura bakma da pek de abartıyor gibi değil," dedi Erdem, Pars'ın anında bakışları sertleşti. "Yüzün bembeyaz olmuş, bayılacak gibisin." Erdem'in düşüncelerimi dile getirmesi fazlasıyla hoşuma giderken "Çok haklı," dedim ve uyarıcı bir ses tonuyla ekledim. "Bir an önce doktora görünsek iyi olacak." "Dün gece bir odaya yatırmışlar sanırım abimi, siz o odaya gidin ben hemen doktoruna haber vereyim," dedi Erdem ve söylediği şeyi yapmak için telaşla yanımızdan ayrıldı. O giderken Doğan da hızla Pars'ın diğer koluna girdi. Sanki çok absürt şeyler yapıyormuşuz gibi Pars bizi büyük bir anlamsızlık içinde izlerken Doğan'ın koluna girmesiyle başını bir sağa bir sola çevirip gözlerini ikimizin arasında gezdirdi ve alaycı bir tavırla "Bu az oldu," dedi ve gözleriyle ileriyi gösterip "Şuradaki sedyeyi getirin isterseniz," diye ekledi, bu durumda bile alay ediyor olmasından dolayı göz devirdim. "Bırak bizimle dalga geçmeyi de yürü hadi," dedim, o an Doğan'ın bana büyük bir şaşkınlıkla baktığını fark ettim. Muhtemelen abisiyle ilk defa böyle konuştuğuma şahit oluyordu. Ne de olsa o beni sürekli abisinden korkarken görmüştü. Onun bu bakışlarını fark etmemiş gibi yapıp gözlerimi önüme çevirdim, asansöre doğru yürüdüm. Kolunu tuttuğum için Pars da benimle birlikte hareket etmek zorunda kalırken Doğan da hemen abisine ayak uydurmuştu. Üçümüz kol kola asansöre bindiğimizde asansördeki aynadan dışarıdan ne kadar tuhaf göründüğümü fark edip çaktırmadan alttan alttan güldüm ve üçüncü katın düğmesine bastım. Kimseden çıt çıkmazken üçüncü kata ulaştığımızda asansörden indik ve dün onu aldıkları odaya gittik doğrudan. Odaya girip de uzanmasını sağladıktan sonra doktor gelene kadar yan tarafta olan Gökmen'e göz atmak isteyip onun yanında Doğan olmasına güvenerek "Ben bir de Gökmen'e bakayım," dedim. Pars bu söylediğimden hiç memnun olmazken ona uyarıcı bir bakış attım. Fakat bununla da yetinmeyip işaret parmağımı kaldırdım ve tehditkâr bir tavırla salladım. "Sakın ayağa kalkayım deme, yemin ederim seni buna pişman ederim," dedim, ne yapabilirsin dercesine büyük bir alayla baktı gözlerimin içine. Onun bu tavrına karşı fazlasıyla ciddi olup "İstersen dene de gör," dedim ve tehditkâr bir tavırla gözlerinin içine bakmaya devam ettim ama maalesef ki o da aynı alaylı tavırla gözlerimin içine bakmaya devam ediyordu. Bu yüzden ona pek güvenmeyip Doğan'a baktım, endişeli hâline güvenip kendini zorlamasına o da izin vermez diye içimden geçirdim ve başka bir şey söylemeye gerek duymadan odadan ayrıldım. Bir odadan çıkıp hemen yandaki bir başka odaya girdiğimde buranın beklediğimden de kalabalık olduğunu fark ettim. Babam, Vedat, Bilge ve Hazal buradaydı. Kapı sesinden dolayı herkes odaya girdiğimi anında fark etmiş ve dikkatle bana bakıyorlardı. Hareketlenen ise bir tek babam oldu ve kalkıp yanıma geldi. "Ayliz," dedi, bir açıklama yapmamı bekler gibiydi. Tamam, belki tefeci olayını bilmiyor, kız meselesi olduğunu zannediyor ve beni suçlamıyordu ama yine de ona bir açıklama yapmam gerekiyordu. Tüm gece nerede olduğuma dair bir şey söylemem gerekiyordu ve ben bunu Pars'ın yanında hiç akıl edememiştim. Şimdi de bu yüzden karşısında susup kalmıştım. "Ayliz," dedi bu yüzden bir kez daha babam, düşünmek için yere çevirdiğim gözlerim yeniden onu buldu. "Sadece biraz yalnız kalmak istedim," deyip aklıma gelen ilk bahaneyi uydurdum ve ekledim. "Biraz kafamı dinlemeye ihtiyacım vardı." Babam bir şeyden şüphe etmemiş olacak ki üzerime gelmezken yanından geçip Gökmen'in yanına ulaştım. Şu an burada gerçeği bilen bir o bir de ben vardım. O da yanlışlıkla bile olsa hatasını ortaya çıkartmayacağı için pot kıracak olmasına dair hiçbir korkum yoktu. "Nasıl oldun?" diye sorarken çok mahcup olduğunu fark ettim. Olmalıydı da... Ne de olsa tüm bunlar onun suçuydu ama o bu hâldeyken ve sonucunda ne olmuş olursa olsun bunu bizim için yapmışken karşısına geçip de onu suçlayamazdım ki... "Düne göre biraz daha iyi," derken pişmanlıktan ölecek gibi bir hâli vardı. "Kusura bakmayın ama böyle giderse biz bunu iki günde bir böyle hastanelerden toplarız," diyen Hazal neden böyle bir şey söyledi anlayamazken Gökmen'e bakarak devam etti konuşmasına. "Sana bin defa kız kendi yolunu seçti, seni artık istemiyor dedim ama anlamadın ki beni! Düğününü rezil etmeye gidersen damattan da bir güzel dayağını yersin işte. Üzgünüm ama hak etmiş gibisin. Sana göre çok üzücü bir olay olabilir ama onların en güzel günleri sonuçta ve ne senin ne de bir başkasının bunu mahvetmeye çalışmaya hakkı yok." Sanırım ilk defa Hazal'a gak veriyordum ve bunu dile getirmekten hiç çekinmedim. "Hazal çok haklı, ne kadar üzgün olursan ol oraya asla gitmemen gerekiyordu," dedim, Vedat araya girdi. "Kızlar haklı," dedi, Gökmen sessiz kalırken herkesin üzerine gelmesi onu sıkmış gibiydi. "Oraya gitmen doğru değildi, bu dayağı hak etmemişsin de diyemem ama her şeyde de haklı olan onlar değiller! Seni bu hâle getirdikleri yetmezmiş gibi bir de silahla kafeye saldırmışlar! İlk hatayı yapan, haksız olan sensin diye bunu da görmezden gelecek değiliz! Bunun cezasını fazlasıyla çekecekler." Vedat'ın sözleri beni büyük bir korkuya düşürürken gözlerimi telaşla Gökmen'e çevirdim, aynı korkuyu onun da gözlerinde gördüm. Fakat maalesef ki şu an ikimizin de elinden hiçbir şey gelmezdi, Pars'a güvenip her şeyi ona bırakmaktan başka çaremiz yoktu. "Tabii ki yanlarına kalmayacak," diye konuya girdi Bilge. "En kısa zamanda hak ettikleri cezayı alacaklar. Önce beni onların yaptığına dair kant bulalım, gerisi çok kolay." Bu cümle beni biraz olsun rahatlattı. Onlar o kanıtı bulana kadar Pars çoktan olaya müdahale etmiş olurdu. Bir an için yine ona kendimden fazla güvendiğimi fark edince bu, nedensiz yere beni rahatsız etti ama çok da üzerinde durmadım. "Kanıt bulunması uzun sürmez merak etmeyin," dedi babam, sessizliğimi korumaya devam ettim. O sırada odanın kapısının açıldığını duydum, gözlerimi istemsizce o tarafa çevirdim ve Doğan'ı gördüm. Onun da gözleri beni bulur bulmaz sanki az önce birlikte değilmişiz gibi "Aaa Ayliz, sen de mi buradaydın?" diye sordu, anlamsızca baktım ona. Neden böyle yapıyor anlam veremezken gözlerini babama çevirdi. "Abime ulaştım sonunda, on dakikaya burada olurmuş." Bu cümlesiyle şaşkınlığım daha da arttı. Bu neydi şimdi? Neden böyle yapmışlardı? Pars zaten yan tarafta değil mi? Neden geldiğini gizliyordu? Sorular zihnimi bir fare misali kemirirken hiçbirine cevap veremedim ve yanlış bir şey yapmaktan, söylemekten korkup sessiz kaldım. Sanırım dertlerini öğrenene kadar onlara ayak uydursam iyi olacak diye içimden geçirirken Doğan kapının ağzında durmak yerine yanımıza geldi. "Neredeymiş peki?" diye sordu babam, merakla Doğan'a bakıp tıpkı diğerleri gibi vereceği cevabı bekledim. Daha doğrusu ne yalan uyduracak, onu merak ettim. "Bilmem," dedi Doğan bir anda. "Sordum, işim vardı deyip bir açıklama yapmadı. Abimi biliyorsunuz zaten, işi bitmez onun hiç, kimseye de bir şey söylemez." Doğan son cümleleri gülerek söylerken babamla göz göze geldim, sanki bir şeyden şüphe etmiş gibi baktı gözlerime. Ben ise ona bakamadım, gözlerimi kaçırdım. Bunu yaptığım, onunla göz göze gelmekten kaçındığım hâlde dikkatle bana baktığını hissederken gereksiz bir heyecan içine girdim, ne yapacağımı biledim. Tüm gece birlikte olduğumuzu anlamış mıydı acaba? O yüzden mi böyle bakıyordu bana? Bu düşünce beni yine gereksiz bir korkuya düşürürken yeniden ona bakmamak için kendimle savaşıyordum resmen. "Bilmez olur muyuz? Tabii ki biliyoruz," dedi Vedat biraz alaycı, biraz sitem eder bir tavırla. Bilge onun söylediği şeye gülerken konunun az da olsa dağılmış olmasından cesaret alıp babama baktım. Başını hafifçe önüne eğmiş, derin düşüncelere dalmıştı ve şu an onun düşündükleri beni ciddi anlamda korkutuyordu. "Kendisi de geldi işte sonunda." Vedat'ın söylediği şeyi duyduğum an gözlerimi hızla yeniden kapıya çevirdim ve onu gördüm. Üstünü değiştirmişti, siyah eşofmanları vardı şu an üzerinde ve kendine çekidüzen vermişti, onu buraya getirdiğimden çok daha iyi bir hâldeydi. Sanırım o da benim gibi tüm gece birlikte olduğumuz bilinsin istemiyor ve kendince bunu saklamaya çalışıyordu. Benim de fazlasıyla işime geliyordu aslında. "Biz de tam senin hakkında konuşuyorduk." Bilge bunu söylerken Pars gözünün ucuyla bana bakıp yeniden ona döndü. "Hayırdır, ne konuşuyordunuz?" diye sordu ve ilerideki tekli koltuğa oturdu, o otururken ben Gökmen'in yanından kalktım. O sırada gözlerim istemsizce yeniden onu buldu ve bundan fazlasıyla memnun olduğunu fark ettim. "Dün geceden beri, bu hâlinle nerede olduğunu anlamaya çalışıyorduk." Babamın bunu demesiyle Pars'ın gözlerini yeniden ona çevirmesi bir oldu. Vereceği cevap beni fazlasıyla korkutuyordu şu an, umarım babamın birlikte olduğumuzdan şüphe etmesine neden olacak herhangi bir şey söylemezdi. "Dün Ayliz'in yanına uğradıktan sonra gidip halletmem gereken bir şey vardı, bunlar yaşanınca gidememiştim ama baktım kendimi iyi hissediyorum, kalktım gittim," dedi, kimseye fark ettirmeden rahat bir nefes aldım. "Ne işi bu kadar acil?" diye sordu Vedat ve Pars'ın cevap vermesini beklemeden ekledi. "Bir sorun yoktur umarım." "Bilmemiz gereken bir şey var mı?" diye sordu babam da hemen, ikisi de bir şey olduğundan endişe etmiş gibiydiler. Ben ise bu tavırlarına bir anlam veremedim, çünkü sanki Pars'ın başında bir şey varmış da korkuyor gibiydiler. Hemen kötü şeyler düşünmeye başladığımı fark edip kendime kızarken Pars "Yok bir şey, olsa bilirdiniz zaten," dedi. "İyi, öyle olsun bakalım," dedi Vedat uzatmak yerine, babam ise sessiz kalmayı tercih etti. "Eee bundan sonra ne olacak?" diye sorarak araya girdi Hazal ve herkesin dikkatini çekmeyi başardı. "Ne, n'olacak?" diye sordu Gökmen de. "Kafeden bahsediyorum." Hazal'ın söylediği bu şey kafenin şimdiki hâlini düşünmeme ve içime sıkıntı çökmesine neden olurken Pars'la göz göze geldik. Keyfi gayet yerinde gibiydi şu an ve muhtemelen para sorununu bir şekilde anlaşıp çözdüğümüz için benim de mutlu olmamı bekliyordu ama mutlu falan değildim. Aksine kendimi çok mutsuz hissediyordum, çünkü tek sorunuz para değildi ki... Her şeyden önce bir kere henüz açılmadığı hâlde o kafe çoktan itibar kaybetmişti. Hiç kimse silahlı saldırıya uğrayan bir yere gidip de zaman geçirmek istemezdi. En büyük sorun buydu zaten ve Hazal'ın fenomen arkadaşı sayesinde bu sorun bile çözülebilirdi ama o şansımızı da çoktan kaybetmiştik. Kızın doğum günü yarındı ve yarına kadar o kafenin yeniden açılacak hâle gelmesi mümkün değildi. Düşüncelerim giderek canımı sıkarken Pars da bunu fark etmiş olacak ki az önceki keyifli hâli yok olmuş, keyfi fazlasıyla kaçmıştı. "Muhtemelen açılış gecikecek biraz," dedi Gökmen, başka bir yorumda bulunmadı. "O zaman ben doğum günü için başka bir mekân bulmaya çalışayım." Hazal'ın söylediği şey ağlamak isteyeceğim kadar canımı yaksa da gözlerimin dolmasına bile izin vermedim. "En doğrusu," diye onayladı Gökmen onu, biraz ileride duran sandalyeyi çekip oturdum. O an Pars bana öyle bir bakıyordu ki Hazal'a engel olsana dercesine ama buna gerek duymadım, çünkü yarın akşam o açılışı yapmanın mümkün olmadığını en iyi ben biliyordum. "Of bir bu eksikti," diye söylendi Hazal, iptal olması onun da işine gelmemiş gibiydi. Fakat maalesef kimsenin elinden gelen bir şey yoktu. Bunu diğerleri de bildiğinden zaten hiç kimsenin sesi çıkmıyordu. "Ben yan taraftayım," dedi Pars ve ayaklandı. Gözünün ucuyla bile bana bakmazken babama bakarak "Biraz dinlensem iyi olacak," deyip kapıya doğru yürüdü. "Bir şeye ihtiyacın olursa biz buradayız," diye seslendi arkasından Bilge. Pars'ın yaptığı tek şey ise odadan çıkmadan önce gözünün ucuyla ona bakıp eyvallah dercesine bir hareket yapmak oldu. "Ben de oraya geçeyim bari," dedi Doğan ve ayaklanıp o da kapıya doğru yürüdü. O sırada babam bir şeyler söyledi, durup biraz onunla konuştuktan sonra odadan ayrıldı. O da gittiğinde aslında ben de kalkıp Pars'ın yanına gitmek ve onunla ilgilenmek istedim ama babamın gözü ikimizin de üzerindeyken bu, pek de doğru olmaz gibiydi. Bu yüzden gidemedim, istemeye istemeye burada oturmaya devam etti. Ancak babam ona bakmak için yan tarafa geçtiğinde peşinden gidebilirdim sanırım. Aman ne güzel! Koskoca iki insanın geldiği şu hâle bak! İçten içe bu hâlimiz yüzünden sinirlenirken odanın kapısı bir kez daha açıldı, o tarafa baktım ve Erdem'i gördüm. Odaya girmek yerine kapının ağzında durup bana bakarak "Yemeğin geldi," dedi, şaşkınca kaldım. Ne yemeğinden bahsediyordu bu? Ben yemek mi istemiştim ondan? Bir yandan kendime bunu sorup bir yandan ona anlamsızca bakarken uyarıcı bir bakış atıp "Dün geceden beri hiçbir şey yemedim, açım dedin ya hani?" diye sordu ve ben ancak o an ne yapmaya çalıştığını anladım. "Doğru," dedim ve ayağa kalkıp babama baktım. "Ben bir şeyler yiyip geleyim," dedim, açıklama yapıyor olmama anlamsızca bakarken başını salladı. "Git kızım," dediği an ne onun ne de bir başkasının herhangi bir şey söylemesini beklemeyip odadan ayrıldım. Odadan çıkar çıkmaz biraz ileride beni bekleyen Erdem'in yanına gittim telaşla ve "N'oluyor?" diye sordum, gözleriyle ileriyi gösterdi. "Abim seni bekliyor." Kaşlarımı çattım. "Sebep?" Omuz silkti. "Valla o kadarını da kendin öğrenirsin. Sebep diye sormuş olsaydım beni hastanenin çıkışına kadar kovalardı muhtemelen." Kendime engel olamayıp güldüm. "Ben bir bakayım," deyip yanından ayrıldım ve doğrudan Pars'ın odasına gittim. Zaten en başından beri istediğim bu değil miydi? Odanın önüne ulaşınca durup derin bir nefes aldım, yüzümdeki yalandan gülümsemeyi silip kapıya vurma ihtiyacı hissetmeden odaya girdim. Odanın ortasında ayakta duran Pars, girdiğimi görür görmez birkaç adımda yanıma geldi. Gerçekten de buraya geldiğimiz hâlinden çok iyi görünüyordu. "Para konusunda anlaştığımızı düşünüyordum," dedi karşımda durur durmaz. Omuz silkip "Anlaştık zaten," dedim. "O zaman neden az önce hiçbir şey söylemedin, niye açılış olacak demedin?" "Çünkü o kafenin tadilatı en az on gün sorar, yarın akşamki doğum gününe nasıl yetişecek?" diye sordum, yüzünde alaylı ve bir o kadar da kendinden emin bir ifade oluştu. Bu hâline bir anlam vermeye çalışırken "Derdin bu muydu yani?" diye sordu. Başımı salladım. "Evet ve bu sanırım pek de küçük bir sorun değil gibi," dedim, yüzündeki o kendinden emin ifade giderek arttı. "Anladım," demekle yetindi ve gözlerini benden çekip kapıya doğru baktı. "Erdem!" diye seslendi, birkaç saniye sonra Erdem odaya girdi. "Buyur abi." "Kapıda araba var mı?" diye soru Pars, kaşlarımı çattım. Yine nereye gidecekti bu hâlde? "Benim arabam var," derken Erdem de Pars'ın yeniden hastaneden çıkacak olmasından endişe etmiş gibiydi. "Güzel," dedi Pars ve gözleri yeniden beni buldu. "Hadi gidiyoruz." Sıkıntıyla derin bir nefes aldım.."Yine nereye?" diye sordum bezmiş bir tavırla. "Gidince görürsün." Göz devirdim. "Hiçbir yere gitmiyoruz, biraz daha bu hâlde oradan oraya gidersen düşüp bayılacaksın bir yerde sahiden de," dedim ama dinleyen kim? Tabii ki umurunda olmadı ve sadece beş dakika kadar sonra kendimi onunla birlikte Erdem'in arabasında buldum ve emrivaki yaptığı için söylenmeye başladım. Tüm yol boyunca da hiç susmadım, söylenmeye devam ettim. O da beni susturmak için hiçbir yapmadı, yol boyunca sabırla dinledi beni. Yaklaşık bir kırk dakika sonra Gökmen'le ortak açtığımız kafeye ulaştığımızda neden buraya geldiğimizi anlayamamış olsam da sorgulamadan arabadan indim. Pars ve Erdem de hemen peşimden indiler. Erdem hiçbir şey demeden telefonuyla ilgilenerek uzaklaşırken Pars'ın yanına gittim. "Neden geldik ki buraya?" diye sordum bir yandan şaşkınca kafeye bakarken. Çünkü dün gece patlayan cam yenilenmişti, onu geçtim kafenin ismi bile yeniden yazılmıştı. "Gel peşimden," dedi ve önden yürüdü, hiç oyalanmadan peşinden gittim ve hemen onun ardından kafeye girdim, bir şok da burada yaşadım. Kafenin içindeki çoğu şey yenilenmişti, duvardaki kurşun izleri bile yok edilmişti ve şu an içeride ondan fazla işçi çalışıyordu. Şaşkın gözlerimi kafenin içinden çekip Pars'a baktım. Onun gözleri zaten bendeydi. "İşleri biraz hızlandırdım," dedi, gözlerim doldu ama bu kez mutluluktan. "Yarın akşama kadar eskisinden de daha iyi olacak burası. Hatta belki bu akşama kadar, az iş kalmış," dedi, dolu gözlerimle ona bakmaya devam ettim, sessizliğimi korudum. "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordu, gergin gibiydi. Bu denli bu işe karışmasından rahatsız olacağımı düşünüyordu belli ki ama şu an bu umurumda bile değildi. Umurumda olan tek şey; onun beni mutlu etmek için bir şeyler yapıyor olmasıydı. "Neden yaptın bunu?" diye sordum ama bu öyle öfkeyle sorulmuş bir soru değildi, daha çok minnetle sorulmuş bir soruydu ve o da bunu fark etmiş olacak ki az önceki gergin hâli yok oldu, rahatladı. Yalandan öksürüp boğazını temizledikten sonra yüzünde muzip bir ifade oluştu. "Borcunuzu ödeyin diye," deyiverdi bir anda, şaşkınca kaldım karşısında. "Borç mu?" diye sordum şaşkınca, bir de onaylamak için başını salladı. Bunu yaparken yüzündeki o muzip ifade giderek arttı, benimle uğraştığını anladım. "Hmm," dedim uzata uzata ve ona doğru bir adım atıp gözlerinin içine baktım. "Öyle mi? Başını salladı. "Öyle," dedi, bir adım daha atıp iyice yaklaştım ona. O esnada göz temasını bir an bile olsun kesmemiş, gözlerinin içine bakmaya devam ediyordum. "Peki," dedim, sanki buna gerçekten inanmış, hatta inanmakla kalmayıp bozulmuş gibi davranıyordum. "Öyle olsun." Bunu derken onunla aramızdaki mesafeyi sıfıra indirecek olan o son adımı da atmıştım ve ona bu kadar yaklaşmış olmam tıpkı benim gibi onu da fazlasıyla heyecanlandırmış gibiydi. "Teşekkür ederim," dedim. "Borç için de olsa bana yardımcı olduğun için," diye ekledim. "Hayırdır?" diye sordu büyük bir keyifle. "Sen bozuldun mu biraz?" Bu sorusuyla yüzümde alaylı bir ifade oluştu. "Yoo ne alakası var? Hem neden bozulayım ki, bozulacak bir şey mi var? Borç için dedin, ben de ona uygun bir şekilde teşekkür ettim işte," deyip duyacağını bile bile, hatta bunu isteyerek ağzımın içinden "Keşke başka bir şey için olsaydı," diye mırıldandım, istediğim oldu ve bunu duyup tek kaşını kaldırdı. "Hmm," dedi tıpkı benim gibi uzata uzata ve devam etti. "Başka bir şey için olsa, başka şekilde teşekkür edecektin yani?" dedi. Kahkaha atmamak için kendimi çok zor tutarken "Ya ben öyle bir şey mi dedim şimdi?" diye sordum muzip bir tavırla. "Dedin gibi sanki," dedi. Dilimi damağıma çarpıtarak cıkladım. "Demedim," dedim sanki ona yaklaşan ben değilmişim gibi uzaklaşmak istedim ama eli bir anda bileğimi kavradı, uzaklaşmama izin vermedi ve beni öyle bir yanına çekti ki az öncekinden çok daha yakın olduk. Bununla eşzamanlı olarak da bileğimi bıraktı ve belimden kavradı, kendisinden uzaklaşmama engel oldu. "Ne yapıyorsun?" diye sordum yalandan kızgın bir tavırla. Sanki bunu yapacağını bilen, hatta yapmasını isteyen ben değilmişim gibi davrandım ve devam ettim. "Bir sürü işçi var," dedim gözünün ucuyla işçilere bakıp yeniden yeşillerini bana çevirdi. Onların olması pek de umurunda değilmiş gibiydi, tıpkı benim gibi... "Senin için," dedi bir anda ve sanki çok uzakmışım gibi belime bastırıp beni kendine biraz daha çekti, gözlerimin içine bakarak "Sen mutlu ol," diye ekledi. Kalbim sıcacık oldu, içim huzurla doldu ve bir kez daha midemde kelebekler uçuşmaya başladı. "Hadi," dedi gözleri bir anlığına dudaklarıma kayarken ve ekledi. "Bunu göz önünde bulundurarak teşekkür et bir de," dediği an kendime engel olamayarak güçlü bir kahkaha attım. Bu, onun da küçücük de olsa tebessüm etmesine neden olurken ben onun aksine, onun gözlerinin içine bakarak gülmeye devam ettim. "Bekliyorum," dedi bir de ısrarla, bu beni daha da çok güldürürken gülmem onun fazlasıyla hoşuna gidiyor gibiydi. Gülmeye devam ederken yalandan öksürüp kendimi toparladım ve yine onun yeşillerine bakarak "Teşekkür ederim," dedim az öncekinden daha neşeli bir tavırla ve büyük bir cesarette bulunup yüzüne dokundum. Parmaklarım, sakallarının arasında gezinirken "Her şey için," diye ekleyip yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Anında gözleri dudaklarımı buldu ve muhtemelen o benden çok başka bir şey beklerken ben, dudaklarının kenarına dudaklarımı bastırdım. Gözlerim anında kapanırken uzunca ve iç çekerek ötüm onu, ardından ağır hareketlerle kendimi geri çekip yeniden gözlerinin içine baktım. Tıpkı az önceki gibi gülerek "Oldu mu?" diye sordum, dudakları serseri bir tavırla yana kıvrıldı. "İdare edeceğim artık," dedi, bir kez daha sesli bir şekilde güldüm. "İşler tam anlamıyla bitince daha farklısını da alırım ne de olsa," dediğinde gözlerimi kıstım, imali bir bakış attım. "Alacağından eminsin yani?" diye sordum, bir an bile olsun tereddüt etmeden başını salladı. "Daha önce hiçbir şeyden emin olmadığım kadar eminim hatta," dedi, kocaman tebessüm ettim. "Öyle olsun bakalım," dedim, gözleri bir kere bir anlığına da olsa dudaklarıma kaydı. Sanki benden olumlu bir sinyal alsa nerede ve ne durumda olduğumuzu hiç önemsemeyecek ve beni öpecek gibiydi. Ben ise tabii ki o sinyali ona vermedim. Ona çabucak yenilmiş olabilirdim ama bu onu süründürmeyeceğim anlamına gelmiyordu. Önce yola gelmesi gerekiyordu. "Öyle öyle," dedi tonlayarak ve derin bir iç çekti. "Her şey yeniden yoluna girsin, düzelsin sen de öyle olduğunu göreceksin zaten." Şu an kendinden çok emindi, sanki aklında bir şeyler var gibiydi ama onun ne olduğunu anlamam pek de mümkün değildi sanırım. Bu yüzden düşünüp durmaya hiç gerek duymadım. "Bekleyip görelim o zaman," dedim. "Bekle gör o zaman," dedi tıpkı benim söylediğim tavırla, bu hareketi fazlasıyla hoşuma giderken kendime engel olamadım ve bir kez daha kahkaha attım. Ben çok uzun süre ona öfkem dışında hiçbir duygumu yansıtmayacaktım değil mi? Ne de güzel tutuyorum kendime verdiğim sözü değil mi? Aman ne güzel! Bunu düşündüğüm hâlde karşısında keyifle gülmeye, onun tebessüm edişini izlemeye devam ederken kendime engel olamadım ve içimden gelen şeyi yapıp ona biraz daha yaklaştım, boynuna sımsıkı sarıldım. Bir de bu şekilde ve az öncekilerden daha içten bir ses tonuyla "Pars," diye fısıldayıp cevap vermesini bekleyemeyip "Gerçekten çok teşekkür ederim," dedim. Bir kolu yaralı olduğundan tek koluyla sımsıkı sardı beni ve bu benim için öyle bir sarıştı ki sanki bir daha ondan hiç ayrılmayacak, sanki son nefesime kadar onun kollarının arasında kalacak gibiydim. Bu his içimi sararken daha da sıkı sarıldım ona ve aynı karşılığı ondan da aldım. Eşzamanlı olarak yüzünü saçlarımda hissettim ve aldığı derin nefesin sesini duydum. Bu, saçlarımı kokladığını anlamam için yeterli olurken yüzümde kocaman bir tebessüm oluştu ve onun bu hareketinden cesaret alıp bende yüzümü boynuna gömdüm, kokusunu içime çektim. Kokusu, ciğerlerimi doldururken gözlerimi kapatıp sadece onu hissetmek istedim ve bunu yapmak daha önce hiçbir şeyin hissettirmediği kadar iyi hissettirdi. Bir yandan bu hislerle baş etmeye çalışırken bir yandan da acaba o ne hissediyor, onun da duyguları benimki kadar yoğun mu diye düşünmeden edemedim. Ben daha bunu düşünürken "Ayliz," diye fısıldadı kulağıma, sanki onun da benden ayrılmaya hiç niyeti yok gibiydi. "Efendim?" dedim en az onunki kadar kısık ve bir o kadar da boğuk çıkan sesimle. İşte o an az önceki sorularımın cevabını verecek ve yıllardır ondan duymanın hayalini kurduğum, hep gözlerimin içine bakarak söylemesini hayal ettiğim o iki kelimelik cümleyi bana sımsıkı sarılırken ve hiç beklemediğim bir andayken kulağıma fısıldadı. "Seni seviyorum." Bölüm Sonu! Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum. <3 Ay o nasıl bir sondu öyle asdfggfsdgasdhsjd yemin ederim ben bile şaşkınım asdagsghasdgh Siz aniden böyle bir itiraf duymayı bekliyor muydunuz Pars'tan? Sizce Agâh bizimkilere neden şüpheyle yaklaşmaya başladı? Bir şeyleri öğrenmiş olabilir mi? Bizimkilere engel olmaya çalışacak mıdır peki? Bundan sonra neler olur dersiniz? Ayliz bu itiraftan sonra nasıl davranacaktır? Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın, sevgiyle kalın <3 Alıntı ve duyurular için; Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan Sizi Çok Seviyorum! |
0% |