Yeni Üyelik
40.
Bölüm

39.BÖLÜM "MAHVOLUŞUN BAŞLANGICI"

@gizzemasllan

Selam :)

Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.♡

Instagram: gizzemasllan

.

.

.

39. BÖLÜM "MAHVOLUŞUN BAŞLANGICI"

Gözlerim bulunduğumuz yerde gezinirken yüzüme kocaman bir gülümseme vardı ve etrafa büyük bir hayranlıkla bakıyordum. Çünkü hayatımda ilk defa bu kadar güzel bir yere gelmiştim ve mest olmamak elde değildi.

"Sevdin mi?" Pars'tan gelen soruyla gözlerim hemen onu buldu.

"Sevmek ne kelime?" diye sorarken yanına gittim. "Bayıldım, çok güzel burası."

Aldığı cevap onu memnun ederken etrafa bir kez daha bakındım.

Sessiz sakin, deniz kıyısında bir yere gelmiştik. Şu an durduğumuz yere deniz, birkaç metre uzaklıktaydı. Kalacağımız ev ise o denize sıfırdı, hatta o kadar yakındı ki denize bakan koskocaman camdan duvara, dalgalar değiyordu ve evin diğer kısmında kocaman bir bahçe vardı, bahçede ise rengârenk çiçekler vardı. Her şey o kadar güzel görünüyordu ki günlerce burada onunla kalabilirdim.

"Madem bu kadar beğendin, satın alabilirim," dedi.

Şaşkınca kalakaldım karşısında. "Anlamadım?"

"Satılıktı burası ama sen görmeden almak istemedim, bu yüzden kiraladım ve gördüğüm kadarıyla sen de çok beğendin, artık alabilirim."

Ne diyeceğimi bilemedim. Elbette istediğini yapmakta özgürdü, ne alacağına karışamazdım ama şimdi burayı sırf ben sevdim diye almak istiyordu. Bu biraz fazla değil miydi?

Bunu düşünmekle yetinmeyip dile de getirmek istedim ve "Biraz fazla değil mi?" diye sordum.

Dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Değil," dedi kendinden emin bir şekilde, sessiz kaldım. "Arada sırada kaçabileceğimiz bir yerin olması iyi olur hem."

Tebessüm edip sessizliğimi korumaya devam ettim. En başta dediğim gibi, ne almak isterse alabilirdi, özgürdü. Sonuçta kendisi için alıyordu.

Bunu düşünürken üşümeye başladığımı fark ettim. Havalar yavaş yavaş soğumaya başlamıştı, burası deniz kıyısı olduğundan daha soğuktu.

"Üşüdüm," dedim ellerimi birbirlerine sürterken. "İçeriye girelim mi?"

Bir yandan başını sallayıp beni onaylarken bir yandan da ellerime dokundu. "Sahiden buz gibi olmuşsun," deyip elleriyle ellerimi ısıtmaya çalıştı. Onun bu hareketi vücudumu değil de içimi sıcacık ederken avuçlarının arasına aldığı ellerimi dudaklarına yaklaştırdı ve nefesiyle ısıtmaya çalıştı.

Yüzümde kocaman bir gülümseme oluşurken gözleri, gözlerimi buldu. "Hadi girelim artık, üşüme daha fazla."

Dediğini yapmak yerine biraz da olsa ona yaklaştım. "Artık üşümüyorum," dedim ve gözlerinin en içine bakarken ekledim. "Sen yanımdayken hiç üşümem," deyip o hâlâ ellerimi tutarken yüzümü yüzüne yaklaştırdım ve dudaklarını dudaklarımla örtüleyip onu öptüm. Fakat bu çok kısa bir öpücük oldu, onun karşılık vermesine fırsat vermeden geri çekilip yeniden gözlerinin içine baktım.

"Hep yanımda ol, olur mu?" diye sordum, hüzünlü çıkan sesimle. "Hiç üşümeme izin verme."

Aslında o kadar korkuyorum ki yıllar sonra ona kavuştuktan sonra onu kaybetmekten, bu korku yüzünden onunla mutlu bile olamıyordum ve bu, kendime kızdığım en büyük şeydi.

"Söz," dedi bir an bile olsun tereddüt etmeden. "Hep yanında olacağım, üşümene hiç izin vermeyeceğim." Gülümsedim ona. "Bırakmak yok, ayrılmak yok, gitmek hiç yok," derken gözlerimin içine bakıyordu.

"Herkese rağmen, değil mi?" Bu soru çaresizce döküldü dudaklarımdan ve muhtemelen o anında neyden, kimden bahsettiğimi anladı.

"Herkese rağmen," diye tekrar edip beni onayladı, boynuna sarıldım. Kokusunu içime çekerken içimden gelen şeyi yapıp boynundan öptüm ve hemen ardından yüzümü boynuna gömdüm.

"Seni çok seviyorum," derken yüzüm, boynuna gömülü olduğundan sesim boğuk boğuk çıkmıştı.

Bir koluyla beni sararken diğer eli saçlarımı buldu ve saçlarımı okşadı. "Ben de," diye fısıldadı kulağıma, nefesini bu kadar yakından hissetmek içimi sıcacık ederken "Seni çok seviyorum," diye ekleyerek tamamladı cümlesini, daha da sıkı sarıldım ona.

"Ama yine de içeriye girelim biz," dedi ve benden usulca ayrılıp gözlerime baktı. "Çünkü tir tir titriyorsun."

Gülerken başımı salladım, elimi tuttu ve birlikte içeriye girdik. Evin giriş kısmı denize ters kaldığından salondaki pencereler denize değil, ormanlık alana doğru bakıyordu. Muhtemelen arka odalar denize bakıyor diye içimden geçirirken salonun çok ferah bir havası olduğunu ve insanın içine huzur verdiğini fark ettim.

Ben daha bunu düşünüp etrafa bakınmaya devam ederken Pars'ın "Hâlâ babanı aramadın," dediğini duydum, bakışlarım hemen onu bulurken gözlerim bir anlığına arkasındaki duvarda asılı olan saate takıldı ve on iki olduğunu gördüm. Babam henüz aramamıştı ve muhtemelen benim eve gelmemi ya da arayıp geç geleceğim dememi bekliyordu. Yani Pars haklıydı, bir an önce aramalıydım ama ararsam nasıl bir yalan uyduracağıma dair hiçbir fikrim yoktu.

Pars ağır adımlarla yanıma gelirken "Aradığımda ne diyeceğimi bilmiyorum," dedim, yanıma oturdu. Onun da önerebileceği bir şey yok olacak ki hiçbir şey demedi. "Ama aramam gerektiğini de biliyorum," deyip cesaretle telefonumu çıkardım. "Bu yüzden sanırım mesaj atacak ve telefonu kapatacağım," dedim, Pars doğru ya da değil diye bir yorumda bulunmayıp sessiz kalırken hızla babama bir mesaj yazdım.

"Baba, biliyorum geç haber verdiğim için çok kızacaksın ama bu gece eve gelemeyeceğim, arkadaşlarımla olacağım. Şarjım çok az, ararsan ulaşamayabilirsin. Seni seviyorum, görüşürüz."

Bu mesajı yazıp bir kez de okuduktan sonra uygun olduğuna karar verip gönderdim ve hızla telefonu kapattım, arkama yaslandım. Sadece bu gece gelmeyeceğim demeye getirmiştim ama buna mecburdum. Burada kaç gün kalacağız bilmiyorum ama elbet diğer günler için de bir şey bulurdum.

"Yazdın mı?" diye sordu, sanırım yazdığım mesajı okumamıştı. Çünkü yoksa çoktan neden sadece bugün demeye başlardı.

"Hı hı gönderdim ve telefonu da kapattım."

Uzanıp telefonu orta sehpanın üzerine bıraktım. Bir süre onunla işim kalmamıştı.

"Hadi o zaman artık bir şeyler yiyelim," deyip yeniden ayaklandı, ayağa kalkarken benim de elimi tuttuğundan ben de onunla beraber kalkmak zorunda kaldım.

"Bu saatte mi?" diye sordum, bir şeyler yemek için vakit epey geçmişti çünkü.

"Biliyorum geç yemek yediğinde miden ağrıyor ama şu saate kadar bir şey yemediğine de eminim," dedi ve sanırım kendisini onaylamamı bekledi.

"Fırsat olmadı."

Kaşlarını çatı. "Tam da bu yüzden bir şeyler yemek zorundasın, öyle aç aç olmaz."

Mutfağa doğru yürüdü, elimden tutuyor olduğundan ben de peşinden gitmek zorunda kaldım.

"Ne yiyeceğiz peki?" diye sordum, umarım benim bir şey yapmamı beklemiyordur diye de içimden geçirdim. Çünkü eskiden neyse şimdi de oydu, hâlâ mutfak konusunda pek yetenekli değildim. Hatta doğrusu hiç değildim.

"Vardır elbet dolapta bir şeyler," dedi ve elimi bırakıp buzdolabına gitti, dolabı açıp karşısında durdu. Yanına gitmek yerine uzaktan onu izledim.

Dolabın içinde her ne gördüyse derin bir iç çekti, merakla ona bakmaya devam ettiğimde de kaşlarını çattığını fark ettim. Şimdi dönüp bir şeyler söyler herhalde diye içimden geçirirken dolabın içine uzun uzun bakmaya, düşünmeye devam etti

En sonunda buna dayanamayıp birkaç adımda yanına gittim. "Neye bakıyorsun sen öyle ya?" diye sorup ben de dolabın içine baktım ve her şeyin sıradan olduğunu fark ettim. Öyle uzun uzun bakmasına neden olacak herhangi bir şey yoktu.

"Eee her şey normal, niye öyle baktın?" diye sordum, gözleri beni buldu.

"Her şey var ama yenilebilecek hâle gelmeleri için birinin yemek yapması gerekiyor," dedi, ne yani bu yüzden mi öyle uzun uzun baktı diye kendi kendime sorarken devam etti.

"Sen yaparsan kaç yerimden bıçaklanırım onu hesaplamaya çalışıyordum," dediği an benimle dalga geçtiğini anlayıp kaşlarımı çattım. Fakat bununla da yetinmeyip sağlam omzuna bir tane vurdum.

"Ya sen her fırsatta bunu hatırlatıp dalga mı geçeceksin benimle?"

"Dalga geçmiyorum ki, aslında bu da bir yetenek." Anlamsızca baktım yüzüne. "Şu hayatta kaç kişi domates doğramak isterken birini bıçaklayabilir ki? Bu senin doğuştan gelen..." Devam edemedi, çünkü omzuna bir tane daha vurdum sinirle.

Sonra da "Yemiyorum ben yemek falan, sen ye!" deyip engel olmasına fırsat vermeden mutfaktan çıktım, yeniden salona döndüm. Tam trip atma moduna girebilmek adına da kollarımı göğsümde toplayıp arkama yaslandım.

Ben hemen peşimden gelir, gönlümü almaya çalışır diye düşünürken hiç de öyle olmadı, peşimden gelmedi. Hatta sanırım istediğimi yapıp kendisi bir şeyler yedi. Yoksa mutfaktan gelen tabak kaşık sesinin ve uzun süre mutfakta kalmasının başka bir açıklaması olamazdı.

Böyle düşünmek sinirlerimi bozarken olduğum yerde oturmaya, hiçbir şey yapmamaya devam ettim. Neyse ki o da beni daha fazla bekletmedi, mutfaktan çıkıp sonunda yanıma gelebildi ve geldiğinde aslında hiç de düşündüğüm gibi olmadığını fark ettim. Çünkü şu an elinde iki tabak, tabakların da içinde ekmek arası bir şeyler vardı.

Bir şey söylemek yerine tabağı bana uzatmakla yetinirken ben de uzattığı tabağı almak yerine gözümün ucuyla ona dik dik baktım. Bu bakışlarımın sebebi dalga geçmiş olması değil, trip atıyor oluşumu umursamıyor gibi davranmasıydı.

"Hadi," deyip ısrarcı oldu ama yine de almadım tabağı elinden, aynı şekilde ona bakmaya devam ettim. O sırada biraz olsun ciddi olduğumu fark etmiş olacak ki "Yalandan kızıp yırttın mutfaktan, yiyecek bir şeyler hazırlamayı bana kitledin," dedi, kendime engel olamayıp bu söylediğiyle güldüm.

"İyi oluyor sana!" dedim güldüğüm hâlde sinirli bir ses tonuyla. "Dalga geçmezsin belki bir daha benimle," derken çok aç olduğum için trip atmayı falan bırakmış, tabağı almıştım. Alır almaz da içindeki ekmek arasından kocaman bir ısırık almıştım. Pars bu hareketlerimi dikkatle izlerken bunu hiç umursamayıp kocaman bir ısırık daha aldım.

"Birileri sandığımdan da fazla acıkmış," dedi, ağzım dolu olduğu için ona cevap veremedim. Fakat aynı zamanda ağzımın boşalmasına da izin vermeyip koca bir ısırık daha aldım.

Pars bu hâlime alttan alttan gülerken kendisi için yaptığı ekmek arasından da bir ısırık almayı ihmal etmedi. Onun bu hâlini izlerken lokmamı yutup "İçecek bir şeyler yok muydu?" diye sordum, o an bana öyle bir bakış attı ki bu tek bakışıyla ne söylemek istediğini hemen anladım.

"Tamam," dedim anladığım şey doğrultusunda ve uzanıp ekmek arasını yeniden tabağımın içine bıraktım. "Onu da ben getireyim bir zahmet," deyip onun söyleyeceği şeyi söylemiş oldum ve buna gülüp ayaklandım, mutfağa gittim.

Doğrudan dolaba gidip açtım, kutu kola ve kapalı ayranları gördüm. Yediğimiz şeyin yanına ayran daha iyi olacağı için hiç düşünmeden ayran alıp yeniden salona döndüm. Ayranın birini ona verip diğerini de ben aldım ve yemeye devam ettim.

Birlikte güzelce karnımızı doyurup da bulaşıkları mutfağa götürdükten sonra yeniden salona dönmüş, birlikte oturuyorduk ve sanırım benim gibi onun da ne yapacağımıza dair hiçbir fikri yoktu.

Bu garip durumdan bizi kurtarmak isteyip "Leyla'yla nasıl gidiyor?" diye sordum, bu sorum ona derin bir iç çekti.

"Onunla işim biraz zor gibi," dedi, arkasına yaslandı ve bir kez daha sıkıntıyla ofladı.

"Peki gerçekten ondan ne istiyorsun?" Bu sorumla gözleri beni buldu, sorumu anlamamış gibiydi. "Yanında kalması, kardeşlerinle görüşmesi ya da başka herhangi bir şey? Ne için onunla savaşıyorsun?" diye açıkladığımda yüzündeki o anlamsız ifade yok oldu, buruk bir ifade oluştu.

"Her şeyin sıradan olmasını," dedi, bu cümle benim için yeterli olmazken "Sıradan bir aile gibi olmayı," diye ekledi, onun yüzündeki buruk ifade benim de yüzüme yansırken devam etti. "Hayatına dönebilir, o orada yaşamaya alışmış biri ve düzenini bozmaya niyetim yok ama uzaktayken de her şey sıradan olabilir, normal bir aile gibi olabiliriz. Fakat o bu olmasın diye elinden geleni yapıyor ve ben de bunu anlamıyorum."

"Dün almadığım kadarıyla onu terk ettiğinizi düşünüyor, bu öfkeyle yapmak istediğin her şeye karşı çıkıyor," diye araya girdim, gözlerimin en içine baktı.

"Onu terk etmedik, ne ben ne de Erdem'le Doğan," dedi, sanki bugün bir şey anlatabilecek gibiydi. Bu tavrından cesaret alıp devam ettim.

"Ama o böyle düşünmüyor."

İç geçirip başını salladı. "Öyle."

"Gerçekte ne oldu peki?" diye sordum merakla. "Onu neden bırakmak zorunda kaldınız?"

Gözlerine derin bir hüzün çökerken gözlerini kaçırdı benden, bakamadı bana. Bunun hassas bir konu olduğunu anlamak zor olmazken keşke hiç sormasaydım diye geçirdim içimden ama şimdi daha da çok merak etmeye başlamıştım neler olduğunu.

"Annelerimiz farklı." Bunu derken bile gözlerime bakamadı. "Annemi Doğan'ın doğumunda kaybetmiştik," dediği an şaşkınca kalakaldım karşısında. Annelerinin ölümünü biliyordum ama Doğan'ın doğumunda öldüğünü daha yeni öğrenmiştim.

"Babam birkaç yıl sonra Leyla'nın annesiyle evlendi, bir yıl sonra da Leyla doğdu," dedi, büyük bir dikkatle dinliyordum onu.

"Leyla altı yaşındayken babam da vefat etti," derken ellerini yumruk yapmıştı. Şu an fazlasıyla öfkeli görünüyordu. Buna bir anlam vermeye çalışırken "Sonra bir şekilde yollarımız ayrılmak zorunda kaldı işte," dedi, o kısmı açıkça anlatmak istemedi.

"Kaç yaşındaydın babanı kaybettiğinde?"

Bu sorumla gözleri yeniden beni buldu. "On dört," dedi ve yeniden gözlerini önüne çevirdi.

"Seni ilk gördüğümde on beş yaşındaydın," dedim, elleri hâlâ yumruktu, öfkesini bir yerden çıkarmak ister gibiydi. "Küçüktüm, sadece yedi yaşındaydım ama çok iyi hatırlıyorum ilk geldiğiniz günü," dedim, o günü hatırladığım gibi yaşlarını da çok iyi hatırlıyordum.

"Baban öldüğünde on dört yaşındaydın, babam sizi getirdiğinde ise on beş," dedim bir kez daha. "Ve sen babam öldükten sonra yollarımız ayrıldı diyorsun, peki o bir yıl içinde neler oldu? Ne yaptınız, nerede kaldınız? Leyla'nın annesine ne oldu peki? O kadar zaman bir arada yaşamışsınız sonuçta, hiç mi..." Devam edemedim, araya girdi.

"Uykun gelmedi mi senin?" diye sorup hızla konuyu değiştirdi, o an anlatmak istemediğini anladım ve sanırım bu durumda bana anlayışlı olmak düşüyordu. Çünkü en iyi ben biliyordum ki bazı duygular ve bazı anlar anlatılmaz, hatta hatırlanmak bile istenmezdi. Nasıl ki ben annemle olan her anımı zihnimden silmek istiyorsam belki o da o zamanları unutmak istiyordur.

Bu yüzden ona ayak uydurmak isteyip "Sanırım biraz geldi," dedim, ayaklandı ve elini uzattı.

"Hadi o zaman," dedi, uzattığı elini tutup ben de ayağa kalktım ve birlikte salondan ayrılıp arkadaki odalardan birine gittik. Odaya girdiğimizde tam karşının camdan bir duvar olduğunu gördüm, Pars'ın elini bırakıp koşar adımlarla oraya gittim ve denizin ayaklarımın altında olduğunu fark ettim.

Burası hem çok huzur verici hem de ürkütücüydü. Çünkü dalga cama vurdukça sanki cam kırılacak da bir anda denize düşeceğiz gibi hissediyordum. Ben daha bunu düşünüp kendimi korkuturken ve aynı zamanda bunun çok saçma olduğunu içimden geçirirken bir anda bir çift kol sardı beni.

Bunun kim olduğunu bilmek huzurla gözlerimin kapanmasına neden olurken "Sanırım en çok burayı sevdim," deyip tebessüm ettim.

"Biliyordum," diye fısıldadı kulağıma ve sıcacık dudaklarını boynuma bastırdı. Dudaklarıyla eşzamanlı olarak hissettiğim sakalları beni daha da çok gülümsetirken "En çok burayı seveceğini," diye devam etti cümlesine.

"Nereden biliyordun?" diye sorarken ona dönmüştüm ve o bana sarılmaya devam ederken ben de kollarımı boynuna dolamış, ellerimi ensesinde birleştirmiştim.

"Daha önce de dediğim gibi bilmeden de olsa tanımışım seni," deyip bir kez daha yanağımdan öptü. "Ve iyi ki de tanımışım."

Tebessüm etmekle yetindim, sessiz kaldım. O sırada güçlü bir dalga arkamızdaki cama vurmuş olacak ki güçlü bir ses çıktı, irkildim.

Sonra da bu hâlime sessizce güldüm ve "Sevdim ama korktum da," dedim.

"Korktun mu? Neyden korktun?" diye sordu endişeyle.

Gayet ciddi bir tavırla "Ya bu cam güçlü bir dalga da kırılır da uyurken su içinde kalırsak?" diye sordum.

Ciddi yüz ifadesi bozuldu, gülecek gibi oldu ama kendine de engel oldu. Gülmemesi işime gelince devam ettim.

"Sonuçta insan yapımı, ya yaparken bir hata yaptılarsa ve cam patlarsa?"

Gülmemek için zorlanır gibiyken "Güzelim, bu ev yıllardır burada. Sence bir hata yapılmış olsaydı çoktan bir şeyler olmuş olmaz mıydı?" diye sordu.

"Hıh!" dedim huzursuzca. "Şimdi daha çok korkmaya başladım."

"Anlamadım, neden?"

"O kadar eskiyse her an bir şey olabilir demek ki!" dediğimde yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Sen hâlâ korkuyorsun değil mi?" diye sordu alay edercesine ve ekledi. "Denizden."

Telaşla "Biraz," dedim sadece. "Ama ne yapayım valla çok korkutucu geliyor bana. Bak havuza her türlü giriyorum ama denizde kıyıyı geçmiyorum. Hem deniz bu sonuçta, içinde bir sürü balık yaşıyor. Küçük balık, büyük balık," dedim ve korku dolu bir ses tonuyla "Köpek balığı falan da var tabii bir de," diye ekledim. "Korkuyorum ben, ne çıkacağı belli değil sonuçta."

Daha fazla dayanamadı, güldü.

"Gülme ya!" diye kızdım. "Sen de biliyorsun küçükken ne olduğunu."

Serseri bir tavırla baktı gözlerime. "Şu denizde ayağına dolanan poşetten mi bahsediyorsun?"

Kaşlarımı çattım. "Ne alakası var ya? Poşet falan değildi o! Bildiğin deniz anasıydı!"

Güldü. "Güzelim, ben onun poşet olduğunu kendi gözlerimle görmüştüm."

"Hâlâ yalan söylüyorsun ya!" dedim anında. "O gün de hepiniz yalan söylediniz zaten! Ben poşetle deniz anasını ayırt edemeyecek biri miyim?"

"Görünüşe bakılırsa öyle birisin," dedi hiç çekinmeden ve ekledi. "Hem neden sana böyle bir yalan söyleyelim ki?"

"Çünkü o gün o olaydan sonra bir daha asla denize girmem dedim, siz de denize girmezsem dönmek isterim diye gireyim diye beni kandırmaya çalıştınız."

"Tüm bunları kafanda kurduğuna, sonra da gerçekmiş gibi inandığına inanamıyorum. Sen gerçekten inanılmaz bir kadınsın."

Gülümsedim.

Hemen ardından kaşlarımı çattım.

Sonra neye kızdığımı anlamayıp yeniden gülümsedim.

Sonra da yeniden hızla kaşlarımı çattım.

Pars, tüm yüz ifadelerimi dikkatle ve anlamsızca izlerken "İltifat mı ettin hakaret mi? Ona göre tepki vereceğim," dedim.

Eşzamanlı olarak keyifle güldü, gülünce yok olan gözleri içimi sıcacık edip kalbimin de hızla çarpmasına neden olurken elimden geldiğince bu hislerimi gizlemeye çalıştım.

"Sen iltifat olarak kabul edebilirsin," dediği an yeniden gülümsedim.

Ta ki söylediği şeyin ne anlama geldiğini fark edene kadar.

"Ha yani hakaret ettin ama kızmamı istemediğin için ben iltifat olarak kabul edeyim, öyle mi?"

Afalladı, kendini toparladıktan sonra ise "Sen gerçekten inanılmaz bir kadınsın," dedi bir kez daha.

Daha fazla uzatmak istemeyip ben de güldüm. Gülünce onunla uğraştığımı anlamış olacak ki o da rahatlar gibi oldu.

Ben ise gözlerimle arkamdaki camı gösterip "Eminsin değil mi, patlamaz bu?" dedim.

Gülümserken derin bir nefes aldı, onu yıllardır tanıyordum ama ilk defa bu kadar çok gülümsediğine şahit oluyordum ve bu, çok hoşuma gidiyordu. Oysa bu zamana kadar onu hep soğuk, sessiz, sinirli bir adam olarak bilmiştim. Meğerse sadece bana karşı takındığı yalancı bir tavırmış bu ya da yanılıyorum ve şu an gördüğüm Pars'ı gören de bir tek ben olabilirdim.

Bu düşüncelerimden bihaber "Hiçbir şey olmayacak, güzelim," dedi ve yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Olursa da ben yanında olacağım için hiçbir şey olmaz, ben yanındayken sana hiçbir şey olmaz."

Beni rahatlatmak için söylediği şeyler gülümsememe neden olurken bir yandan da "Olma ihtimali var yani?" diye sorguladım.

Başını hafifçe önüne eğdi, sabır dilercesine derin bir nefes aldı ama öyle sinirli değildi, aksine kendisi de gayet eğleniyor gibiydi. Başını yeniden kaldırıp gözlerime baktığında "Sen bugün biraz saflaşmış mısın yoksa bana mı öyle geliyor?" diye sormasıyla bir tane daha omzuna yemesi bir oldu.

"Pislik!" diye söylendim bir de, eşzamanlı olarak yüzümü bıraktı. "Şaka yapmıştım sadece, gerçekten korktuğum yok herhâlde."

Oysa korkudan ölüyordum.

Tamam, kabul. Biraz abartı bir tabir olmuştu ölmek ama korkuyordum işte ama camdan falan değil, arkasındaki denizden. Aslında denizden de değil, içindekilerden. O şey çünkü poşet falan değildi, sadece karşımdaki adam koca bir yalancıydı. Tatlı bir yalancı da denilebilirdi, ne de olsa ben korkmayayım diye uydurdukları bir yalandı.

"Ne düşünüyorsun sen öyle?" diye sorarak düşüncelerimi böldü Pars.

"Hiç," dedim aynı konuyu açmak yerine, hatta konuyu değiştirmek için yalandan esnedim de. Ardından da "Benim gerçekten uykum geldi," dedim.

"İyi, hadi uyuyalım o zaman artık," dediği an şaşkınca kalakaldım.

"Burada mı uyuyacağız?"

"Evet Ayliz, bir saattir bunu konuşuyoruz ya zaten?"

Şaşkınlığım daha da arttı. "Birlikte?" diye sordum.

Yine başını salladı. "Evet."

Elim istemsizce boynuma gitti, gergince boynumu kaşıdım. "Yani burada birlikte uyuyacağız, aynı yatakta."

Yüzünde muzip bir ifade oluştu. "Evet," dedi o ifadeyle ve ekledi. "İstemiyor musun?"

Beni yanlış anlamasından korkup telaşla konuştum. "Hayır, istiyorum," dedim, eşzamanlı olarak yüzündeki o muzip ifade daha da arttı ve ben ancak o an ne söylediğimi fark edip aynı hızla konuşmaya devam ettim.

"Yani istiyorum derken o kadar da çok istemiyorum. İstiyorum da az istiyorum, istediğim de şey yani öyle masumca bir uyku. Başka hiçbir şey değil, zaten başka ne olabilir ki? Yani sen şimdi öyle..." Yeterince saçmaladığımı düşünmüş olacak ki sözümü kesti.

"Ayliz," dedi, ses tonu sanki gülecekmiş de gülemiyormuş gibiydi. "Uyuyalım mı artık?" diye sordu, cevap vermek için dudaklarımı araladım ama konuşmama izin vermeyip engel oldu bana ve kendisi konuştu.

"Senin de dediğin gibi, masumca bir uyku," dedi alay edercesine, kahkaha atmak istedim ama kendime engel olup bunu yapmadım.

"Sadece sarılıp uyumacalı," dedim.

Gülecek gibi oldu ama o da kendine engel olup gülmedi. "Sarılıp uyumacalı," diye tekrar edip onayladı beni.

"Tamam o zaman, anlaştık."

"Anlaştık," diye yine tekrar etti. "Hadi o zaman," deyip elimi tuttu, yatağa doğru yürüdü. O an başımı önüme eğip kendime baktım. Kot bir şortla tişört vardı üzerimde. Tişört uyumak için uygundu ama şort çok dar olduğundan pek de rahat değildi.

"Giyecek bir şey var mı burada?" diye sordum, Pars cevap bile vermeye gerek duymadan elimi bırakıp dolaba yürüdü.

"Benim kıyafetlerimden bir şeyler olacaktı," dedi, dolabı karıştırdı ve önce bana bir eşofman verdi, sonra da kendisi için bir şeyler buldu.

Dün giyinmekte zorlandığını ve benden yardım istediğini hatırlayınca "Yardımcı olmamı ister misin?" diye sordum.

Gözleri beni buldu. "Kendim hallederim."

Başımı salladım ve benim için çıkardığı eşofmanı alıp banyoya yöneldim, onun yanında giyinecek değildim herhalde.

Pars herhangi bir şey demezken banyoya girdim, şortumu çıkarıp eşofmanı giydim. Belini epey bir sıkıp ancak kendime uygun hâle getirdikten hemen sonra paçalarını da katladım ve boyuma uygun hâle getirdim. Ardından da aynaya bakıp halime güldüm, saçıma başıma düzen verip odadan çıktım.

Çıkmamla birlikte üzerini değiştiren Pars'ı gördüm. Gömleğini de pantolonunu da çıkarmıştı, üzerinde sadece iç çamaşırı vardı ve elindeki ters eşofmanı düzeltmeye, giymeye çalışıyordu. Gördüğüm şeyle refleksle çığlık atmam bir oldu. Ardından da hızla gözlerimi kapattım, hatta bununla yetinmeyip ona arkamı da döndüm.

"Kızım manyak mısın sen? Ne bağırıyorsun?" diye sordu biraz yüksek bir ses tonuyla ama kızgın değildi, benim bağırmamın etkisiyle o da bağırmıştı.

"Ya madem üzerini burada değiştireceksin banyoya girmeden önce söyleseydin ya tedbirli çıkardım!" diye çıkıştım.

"Lan ne gördün sanki! Tövbe tövbe!"

"Lan deme bana!" diye çıkıştım yine. "Hem ne mi gördün? Daha ne göreceğim?" diye bir soru çıkıverdi bir anda ağzımdan, hemen ardından dudaklarımı ısırdım. Ne diye şimdi böyle saçma sapan bir şey söylemiştim ki? Sanırım Pars cidden haklıydı. Ben de bugün bir saflık bir gariplik vardı.

"Bu sorunun cevabını vermesem daha iyi," dediğini duyar duymaz bu kez de refleksle ona döndüm. Neyse ki eşofmanı sonunda giyebilmişti. Üstü hâlâ çıplaktı ama sorun değildi, ne de olsa ilk defa gördüğüm bir manzara değildi bu hâlde olması.

Gözlerimi kısıp kınayıcı bir tavırla az önce söylediği şeye yönelik "Terbiyesiz!" dedim.

Söylediğim şeyi hiç umursamadı ve yatağa doğru yürüdü, kenarına oturduğunda her ne kadar gizlemeye çalışsa da canının yanıyor olduğunu fark ettim.

Bu yüzden onunla uğraşmayı bırakıp "Sen iyi olduğuna emin misin?" diye sorarak yanına gittim, oturdum.

"İyiyim," dedi anında.

"Emin misin?"

"Aslında," dedi acı çektiğini belli edecek bir ses tonuyla ve elini yarasına doğru götürdü. "Şurada bir ağrı var, geçmek bilmedi bir türlü."

Anında kalbim acıyla doldu. "Neden daha önce söylemedin ki?" diye sorarken biraz daha yaklaştım ona. Yarasına bakmaya çalıştım sanki bir şey anlayacakmış gibi ve ardından gözlerine baktım. "Hadi gel, boş ver şimdi uyumayı falan, hastaneye gidelim," dedim, tepkisiz kaldı. Hayır diyeceğini bildiğim için devam ettim. "Bak böyle şeyleri görmezden gelirsen daha çok büyür, canın daha çok yanmadan gidelim bence," derken yarasına bakmak için biraz daha yaklaşmıştım ona ama tabii baktığım hâlde sorunun ne olduğunu, canının neden yandığını anlayamamıştım.

Gözlerimi bir kez daha yeniden ona çevirdiğimda "Niye böyle bir söylemiyorsun? Gidelim mi?" diye sordum ve sormamla birlikte yüzünde muzip bir ifadenin oluşması bir oldu. Neden böyle bakıyor anlayamazken kendimi bir anda onun kollarının arasında buldum.

Aniden olan bu şey yüzünden istemsizce çığlık atarken beni önce kucağına, ardından yatağa çekmesi ve uzanmamı sağlaması, kendinin de üzerime uzanması bir oldu.

Anında kalbim, göğüs kafesimi parçalayacakmış gibi atmaya başlarken "Pars," dedim, sesim fısıltı gibi çıkmıştı. "Ne yapıyorsun?"

Tamamen üzerimde uzanırken yüzüme dokundu, yüzüme düşen saçlarımı tüy gibi dokunuşlarla kulağımın arkasına sıkıştırdı. Parmağının tenime değdiği her nokta alevler içinde yanıyordu sanki ve ben, hayatımda ilk defa böyle bir şey hissediyordum.

"Çok konuşuyordun, yanıma gelmeye de niyetin yok gibiydi, getirdim işte seni yanıma," derken gözleri, gözlerimde değil, dudaklarımdaydı.

Bu yüzden istemsizce dudaklarımı küçük bir dil hareketiyle yaladım. Bu, dudağının hafifçe yana kırılmasına neden olurken gözleri, gözlerimi buldu ve o an istemesizce yutkundum. Vücudum, sanki benden izinsiz hareket etmeye başlamış gibiydi. Tüm beyin fonksiyonlarım diğer her şeye karşı tepkilerini tamamen yitirmiş, sadece ona odaklanmış gibiydi.

Bu durum beni içimde oluşan arzulardan, o arzular doğrultusunda yapmak istediklerimden korkmama neden olurken "Ama şey," dedim çaresizce ve ellerimi çıplak göğsüne koydum. Bunu, aramıza mesafe koymak için yapmak isterken sadece içimdeki hislerin daha da körüklenmesine neden olmuştu.

İşte bu, bu durumda gelebileceğim en tehlikeli noktaydı.

Nefesini dudaklarımda hissetmek, aklımı başımdan alırken "Ama ne?" diye sordu.

Boğazım kupkuru olurken kelimeler zihnimde darmadağın oldular, aklım daha karıştı ve söyleyebildiğim tek şey "Hani sarılıp uyumacalıydı?" oldu ve sanırım bu da bu durumdan kurtarmak idin yeterliydi. Oysa içimdeki hisler, beni bu durumdan kurtulmak isteme düşüncesinden bile uzaklaştırıyor, hatta bu kadar iyi hissederken bunu yaptığım için bana kızıyordu bile.

"Ayliz," diye fısıldadı.

"Efendim?" derken sesim hiç olmadığı kadar kısık çıkmıştı.

"Seninle sarılıp uyumak, güzel bir fikir bence," dedi.

Tatlı tatlı gülümseyip heyecanımı ve gerginliğimi iyi sakladığımı düşünerek başımı salladım. "Bence de."

"Ama seni öpmek, dudaklarının sıcaklığını hissedip nefesini içime çekmek daha da güzel bir fikir bence," demesiyle tüm vücudumun kaskatı kesilmesi bir oldu.

O ise durmadı ve dudaklarıma dokundu. Parmakları usul usul dudaklarımın üzerinde gezinip aklımı başımdan almaya devam ederken tüm vücudum heyacandan kasılmaya devam etti. Bu, hareketlenmeme neden olurken yaptığım tek şey sanırım tüm vücudumla ona biraz daha temas etmek olmuştu.

Bu, hoşuna gitmiş olacak ki dudakları muzip bir tavırla yana kıvrıldı ve bir cevap beklercesine gözlerime baktı.

Bu bakışla içimden sıcak bir şeylerin aktığını hissederken tüm dermanımı kaybetmiş de ona teslim olmuş gibiydim.

Zihnim, hemen bu duruma bir son vermemi isterken bu çağrı, kalbimin de tüm vücudumu titreten hislerimin de pek umurunda olmadı.

Bu karmaşa içinde nefes bile almadığımı fark edip derin bir nefes aldım. Bununla birlikte inip kalkan göğsüm, onun göğsüne temas ettiğinde ve bıraktığım nefesi yakınlığından dolayı o hissettiğinde bana biraz daha yaklaşmıştı.

Buna daha fazla dayanamayarak, hislerime yenik düştüm ve zihnimin bana yaptığı çağrıyı görmezden gelerek tutkuyla, onu arzuladığımı da belli etmekten hiç çekinmeyerek "Madem daha iyi bir fikir, ne duruyorsun o zaman?" diye sordum, beklediği cevabı vermiş oldum.

Aldığı bu cevapla dudakları, dudaklarıma temas etti ve hemen ardından beni çok bekletmeden dudaklarının baskısını arttırıp beni öptü. Kalbim, hızla atarken ellerimi ensesinde birleştirdim ve sonrasında gözlerimi ağır ağır kapattım, dudaklarımı araladım, karşılık verdim ona.

Bunu yaptığım ilk an dilini, dilimde hissetmem bir oldu. Bu his, içimden sıcacık bir şeylerin akmasına neden olurken daha da sert öpmeye başladı dudaklarımı. Bu, ona karşılık vermekte zorlanmama neden olurken bundan hiç de şikâyetçiymiş gibi durmuyordu. Aksine, hoşuna gider gibi bir hâli vardı.

Az sonra benim de onun da nefesi kesildiğinde dudaklarımdan ayrıldı. Bu, kendimi boşlukta hissetmeme neden olurken çok geçmeden dudaklarının adresi bu kez de boynum oldu.

Dudaklarının değdiği her nokta alevler içinde yanıyor, aklımı başımdan alıyor ve kendimi onda kaybetmemi sağlıyordu. En tehlikelisi ise bundan hiç şikâyetçi olmamamdı.

Dudakları boynumda gezinmeye, her zerremi tutkuyla öpmeye devam ederken elini tişörtümün uçlarında hisettim. Bu hissettiğim an boğazım kupkuru oldu, kalbim daha da hızlı atmaya başladı. Hızla inip kalkan göğsüm, onun çıplak göğsüne temas ederken o, hızlı hareket etmek yerine benden onay almak istercesine elini oralarda oyaladı.

Az sonra benden olumsuz bir tepki almayacağını, hatta belki rahatsız olmadığımı düşünmüş olacak ki daha fazla durmadı ve tişörtümü göğsüme doğru çekti hemen ardından da ben daha ne olduğunu bile anlamadan biraz daha yukarıya sıyırdı, başımdan çıkardı ve odanın bir köşesine fırlattı.

Karşısında sadece südyenle kalmış olmak, ister istemez gerilmeme neden olurken dudakları yeniden boynumu buldu. O sırada elleri ise bu kez südyenimin askılarındaydı. Usul usul onları indirdi önce, ardından da elini sırtıma doğru götürdü ve südyenimin kopçasını açtı.

Odada duyulan tek şey, bizim nefes seslerimiz iken o seslere karışan o minik ses kalbimin daha da hızlanmasını sağlarken artık heyecandan nefes dahi alamıyordum.

O ise bu hâlimin hiç farkına varmadan südyenimi de uzaklaştırdı vücudumdan ve onu da odanın bir köşesine fırlattı. İşte şimdi tam anlamıyla onun tenini hissedebiliyordum.

Pars, dudaklarını boynumdan uzaklaştırdı ağır ağır ve sonrasında dudaklarını tenime sürerek göğsüme ulaştı. Sıcacık dudaklarını ilk olarak sağ göğsümde hisettim ve eşzamanlı olarak tüm bedenim bir yay misali gerildi, kaskatı kesildim.

Pars, bundan da bihaber dudaklarını göğsümde gezdirmeye, öpmeye devam etti ve ben henüz bunun bana hissettirdikleri ile başa çıkmaya çalışırken elini, diğer göğsümde hisettim. Zaten hissetmemle birlikte tüm göğsümü avucunun arasına alması ve hiç de nazik olmayacak bir şekilde sıkması bir olmuştu.

Bunu yaptığı an daha fazla dayanamadım, kendime de engel olamadım ve dudaklarımı araladım, tatlı bir inlemenin ardından istemsizce "Pars," diye fısıldadım.

Göğüslerimden uzaklaştırdığı dudaklarının hafifçe yana kıvrılırdığını fark ederken boğuklaşan sesiyle "Efendim, güzelim," dediğini duydum, oysa şu an ona söyleyecek hiçbir şeyim yoktu ki.

O da bunu çok iyi biliyor olacak ki bunu dediği hâlde benden bir şey duymayı beklemedi ve aynı şeyi bir kez daha yaptı. Ben ise bu kez aynı sesi çıkarmamak, aynı şeyi yapmamak için kendimi kastım, dudaklarımı ısırdım ve gözlerimi sımsıkı kapattım.

Pars, bundan bile ayrı zevk alıyormuş gibi görünürken iki eliyle birden iki göğsümü avuçlarının arasına aldı ve sıktı. Hemen ardından da sanki kendine hâkim olamıyorcasına hızlıca yeniden başını, göğsüme gömdü, öpücüklerini bırakmaya devam etti. O sırada bir eli hâlâ beni delirtmek istercesine aynı şeyi yapıyor, okşarcasına göğsümü sıkmaya devam ediyordu.

Tüm bunları yaparken beni ne hâle getirdiğinin, soğuk soğuk terlettiğinin farkında bile değildi. Belki de farkındaydı ve bu yüzden devam ediyordu.

Gözlerimi kapatmış, kendimi tamamen ona bırakmış bir hâldeyken göğüslerimin ucunda dişlerini hissettim bu kez de. Dayanamadım, bir kez daha "Pars," diye inleyip dudaklarımı kanatacak derecede ısırdım.

O sırada bir eli, eşofmanımdaydı. Bunu hissettiğim ilk an yapacağı şeyi anladım ve o şey beni şimdiden kendimden alırken eşofmanımı çıkarmaya gerek duymadan elini ilerletti ve iç çamaşırıma ulaştı. Bunu hissettiğim an, tüm vücuduma bir titreme hissi yayıldı. Bunun ne olduğunu anlamaya çalışırken elinin, iç çamaşırımı da geçip tenime dokunmasıyla birlikte o his arttı ve refleksle kollarına tutundum.

Bu yaptığımla ağırlığını tamamen üzerime vermesi, uzanması bir oldu. Eli, hâlâ aynı noktadayken yüzünü yüzüme yaklaştırıp gözlerime baktı. Bulunduğumuz durumun utancı, onun kadar dikkatli bir şekilde ona bakmama engel olurken "Seni seviyorum," diye fısıldadı.

Bu cümle bile şu an bana hissettirdiği arzunun önüne geçemezken "Ben de," diye fısıldadım ve inlercesine ekledim. "Seni seviyorum," deyip içimden geçen şeyi yaptım, yüzünü avuçlarımın arasına alıp dudaklarımı dudaklarına bastırdım, bu kez de ben öptüm onu.

Bu yaptığıma anında ayak uydurup bana karşılık verirken parmakları, bacaklarımın arasında gezinmeye devam ediyordu ve beni delirtmek istercesine iki parmağıyla usul usul dairesel hareketle çiziyordu. Başarıyordu da, deliyordum. Hatta öylesine aklımı kaybediyordum ki daha fazla yapsın, daha ileriye gitsin, hiç durmasın istiyordum.

O da sanki bunu fark etmiş gibi parmaklarının hareketlerini hızlandırdı. Dudaklarım, hâlâ onun dudaklarındayken ve dilini hissedercesine onu öpmeye devam ederken hızlanmasıyla birlikte bu durumda bile dudaklarımdan küçük bir inleme kaçtı, bunu fark etti, muzipçe güldü ve bu sefer yalnızca iki parmağıyla değil, tüm eliyle aynı şeyi yapmaya başladı.

Bununla birlikte vücudumdaki titreme hissi arttı, bacaklarımı kendime çekmek istedim ama üzerimdeki ağırlığı buna izin vermedi. Aksine bunu yapmamla birlikte onu daha net hissetmeye başlamam bir olmuş ve kendimi daha da kaybetmiştim.

O esnada benim gibi onun da nefesi kesilmiş olacak ki, dudaklarımızı ayıran o oldu ama geri çekilmeyip gözlerimin içine baktı. Ardından, gözleri tutkuyla yüzümün her noktasında gezindikten sonra yeniden gözlerimi buldu. "Çok güzelsin," diye fısıldadığında gerginlikten, heyecandan tebessüm dahi edemedim, sadece nefes nefese kalmış bir şekilde ve kısa ama hızlı nefesler alırken gözlerinin içine bakınmakla yetindim.

Pars, o sırada diğer eliyle dudaklarıma dokundu. Dudaklarımdaki ıslaklığı silerken "Ayliz," diye fısıldadı, o sırada eli hâlâ aynı yerdeydi, uzaklaştırmaya hiç niyeti yok gibiydi ve beni daha da delirtmek istercesine yavaş yavaş okşamaya devam ediyordu.

"E-efendim," dedim zorlukla, sesim dahi titremişti.

"Saatlerce, hatta sabah kadar," dedi dudaklarını dudaklarıma sürterken. "Seninle sevişmek istiyorum."

Bu cümlenin utancını iliklerime kadar hissederken, o bunu demesiyle birlikte daha fazla dayanamamış olacak ki hem eşofmanımı hem de iç çamaşırımı aşağıya doğru sıyırması bir olmuştu. Ardından da kendi bacakları yardımıyla bacaklarımdan da sıyırmıştı. Ben ise ona engel olacak hiçbir şey yapmamıştım ve işte şimdi, tam anlamıyla vücudunun altında çırılçıplak uzanıyordum.

"Beni getirdiğin şu hâle bak," diye fısıldadığında istemsizce aşağıya doğru baktım ve bakmamla pantolonundaki kabarıklığı görmem bir oldu.

Muhtemelen bunu gördüğüm an kıpkırmızı olduğumu düşünürken o bunu fark etmeden kendini bana bastırdı ve bahsetti şeyi hissettirmeye çalıştı ve hissettiğim ilk an, dudaklarımı aralamam, bir kez daha inlemem ve vücudumun daha da kasılması bir olmuştu.

Onun kadar cesur olmayı, ona dokunmayı, beni öptüğü kadar onu öpmeyi isterken tüm cesaretimi kaybetmişcesine sadece onun bana hissettirdiği duygularla başa çıkmaya çalışıyordum. Bu, bu durumda bile kendime kızmama neden olurken dudakları bir kez daha boynumu bulmuş ve bu kez öpmek yerine emmeye başlamıştı. Fakat yaptığı bir tek bu da değildi. Bir eli, az öncekinden daha da rahat bir şekilde bacaklarımın arasında gezinirken diğer eli de göğsümdeydi ve bundan zevk aldığını belli etmekten hiç çekinmeden okşuyordu.

Ona engel olmadığım her an biraz daha cesaret alıyor gibiydi ve bu konuda benden çok daha cesur olduğu aşikârdı.

Ben, bu durumda bile bu tespiti yapmakla uğraşırken parmaklarından birini içimde hissetmemle küçük bir çığlık atmam bir oldu. Evde, bizden başka kimsenin olmaması içimi rahatlatırken "Pars!" dedim istemsizce yine.

Çığlık atmış olmamın ona zevk verdiğini belli edecek bir keyifle ismini söylememe karşılık "Ayliz," dedi o da ve içimdeki parmağını hareket ettirmeye başladı. Böyle yaparsa ben ne söyleyeceğimi nasıl hatırlayabilirdim ki?

Nefes alışım giderek hızlanırken, kısa ve bir o kadar da hızlı nefesler almaya başlarken vücudumdaki o titreme hissi daha da şiddetli bir şekilde devam ediyordu ve o his arttıkça ben o devam etsin istiyordum ama korkuyordum da. Şimdi tüm o duygularıma bastıran bir duygu daha belirmişti kalbimde, korku.

Pars, bana daha da zevk vermek istercesine parmağını hareket ettirmeye devam ederken bir yandan da kendini bana bastırdı ve bir kez daha kendini hissettirdi. Eşzamanlı olarak diğer parmağını da aynı yerde hissettiğimde daha fazla dayanamadım ve titreyen sesimle "Pars dur lütfen," dedim.

Bunu dememle birlikte hareketlerinin durması, dudaklarını göğüslerimden uzaklaştırması, ardından diğer elini de benden uzaklaştırması ve başını kaldırıp gözlerime bakması bir oldu. "Ayliz," dedi ne olduğunu anlamak istercesine.

Bu durumda bunu yaptığım için gözlerim dolarken "Özür dilerim," dedim, kaşlarını çattı.

"Ayliz iyi misin?" diye sordu endişeyle ve sonra korkarak ekledi. "Yanlış bir şey mi yaptım?"

Daha fazla uzanmaya devam edemedim, doğruldum. Bunu yapmamla onun da doğrulması bir olurken az önce olanlardan sonra karşısında çırılçıplak durmayı umursamadım.

"Hayır, sen bir şey yapmadın," dedim gözümden bir damla yaş akarken. Bu cevabım, bana daha da anlamsız bakmasına neden olurken "Özür dilerim," dedim bir kez daha bu hâlde olduğum için utanıp kaçmak istedim, bunu yapmak için de bir hamle yaptım ama belimden yakaladı, yanına çekti, kaçmama izin vermedi.

"Bir şey yoksa n'oldu birdenbire, neden ağlıyorsun?" diye sordu sakince, sanki hâlâ yanlış bir şey yaptığını ve beni üzdüğünü, hatta belki canımı yaktığını düşünüyor bile olabilirdi. Sanırım ona bunu hissettirmeye hakkım yoktu.

Bu yüzden gözümden bir damla daha yaş akarken "Ben sadece," dedim, utanıp gözlerimi kaçırdım, gözlerine bakamadım.

"Sen sadece ne?" diye sordu ve yüzüme dokundu, gözlerine bakmamı sağladı. Bu yaptığı ilk an çok sakin olduğunu, bakışlarının yumuşak olduğunu fark ettim. Oysa bu yaptığımın onu sinirlendireceğini düşünüyordum.

"İstemiyor musun?" diyerek aniden ve açıkça sormasıyla şaşkınca kalmam, utançtan kaskatı kesilmem bir oldu. "Güzelim bir şey söylesene," dedi, hâlâ çok sakindi.

Ben ise buna rağmen bir şey söyleyemedim ve sanırım o, sessizliğimi bir cevap olarak kabul etmiş olacak ki pişmanlıkla "Özür dilerim," dedi. Ben dana ne için özür dilediğini anlamaya çalışırken "Sen, aksi hiçbir şey yapmayınca istiyorsun zannettim. Ayliz gerçekten..." diye kendini açıklarken durumun çok garip bir yere gittiğini ve ona belki de hayatı boyunca yaşayacağı bir pişmanlık yaşatacağımı fark edip hemen engel oldum devam etmesine.

"İstiyordum," dedim hızla ve hiç utanmadan. "Ama şey," diye devam ettim ve az öncekinin aksine "Korktum," diye fısıldadım.

Bunu duyduğu an dudakları yana kıvrılırdı ve tekrar etti. "Korktun?"

Başımı salladım. "Evet, özür dilerim. Her şeyi mahvetmek istemezdim ama ben gerçekten..." dedim ve devam edemedim, sustum.

Duyduğu şey az önceki gerginliğini yok ederken bu söylediğimi gayet normal karşıladı ve "Gel," deyip sımsıkı sarıldı bana. Hâlâ üzerimde bir şey olmaması, onun da üstünün çıplak olmasından dolayı tenini hissederken ve içim huzur dolarken ben de sımsıkı sarıldım ona.

Saçlarımdan öptü ve ardından beni bir sorun olmadığına inandırmak istercesine "Seni seviyorum," dedi.

Başımı kaldırıp "Ben de seni çok seviyorum," dedim, yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Hiç değilse yanında uyuyabilirim değil mi?" diye sormasıyla dayanamadım ve güldüm. Muzip bir tavırla "Bu sefer gerçekten sarılıp uyumacalı," diye ekledi.

"Emin misin?" diye sordum ben de.

Gözlerini kıstı, serseri bir tavırla baktı gözlerime. Başparmağı, dudaklarımın üzerinde gezinirken "Belki birkaç öpücük daha alabilirim," dedi.

Yine güldüm ve inanmaz bir tavırla "Belki," diye tekrar ettim.

"Kesin alırım," dedi anında.

Daha çok güldüm ve "O kadar olabilir," deyip yeniden sarıldım ona. Elleri, anında çıplak belimi buldu ve belimde gezindi ve benden hiç ayrılmadan kendini yatağa bıraktı, ben de yanına uzanmış oldum.

Hemen ardından kollarıyla daha da sıkı sardı beni ve üzerimize pikeyi çekti. Bunu yaparken de saçlarımdan öptü. "Hadi o zaman, uyu biraz, iyi geceler," diye fısıldadı ve uzanıp yatağın hemen yanından kapanan ışıkları kapattı.

Gözlerimi sımsıkı kapatırken ve hâlâ az önce yaşanan şeylerin duygu yoğunluğunu yaşarken "İyi geceler," dedim ben de.

Tabii aklından geçirdiği tüm hayalleri, anlamsız bir korku yüzünden yıktıktan sonra onun için nasıl bir iyi gece olacaksa artık.

O da benimle aynı şeyi düşünüyor olacak ki yaptığı tek şey derin bir iç çekmek oldu, bu da benim için yeterli bir cevap olmuştu zaten.

***

Yüzümde bir sıcaklık hissiyle gözlerimi aralığımda gördüğüm ilk şey birinin boynu olmuştu. Uykulu hâlimle başta ne olduğunu anlayamasam da bunun Pars olduğunu fark etmem çok uzun sürmemişti. Fark ettiğim ilk an ise yaptığım şey, huzurla gözlerimi tekrar kapatmak oldu.

Uyanır uyanmaz onu görmenin çok güzel hissettirdiğini düşünürken uykumun tamamen ayılması ve gözlerimi hızla yeniden aralamam bir oldu, eşzamanlı olarak da gözlerim iri iri olmuştu. Çünkü dün gece hiçbir şey giymeden ona sarılıp kollarının arasında huzurla uyumuştum. Şimdi ise nasıl olduğunu bile anlayamadım bir hâl içindeydik.

Ben, onun üzerinde uzanıyordum. O da uyku arasında bir şeye sarılırcasına bana sarılmıştı yaşayan bir eli eli, belimde diğer eli kalçamdaydı.

Utançla dudaklarımı ısırıp bu durumu nasıl toparlayacağımı düşünürken üzerinden kalkmaya çalışmamla hareketlenmesi bir oldu. Bu yüzden gergince dudaklarımı biraz daha ısırırken kirpiklerinin hareketlendiğini fark ettim. Zaten çok geçmeden de gözlerini araladı.

Işıktan dolayı tam açamadığı gözleri, gözlerimle temas ettiği ilk an dudaklarımda küçük bir tebessüm peyda oldu ve hemen ardından serseri bir tavırla "Ooo," dedi ve belimdeki elinden beni biraz daha kendine bastırdı. Bu yaptığı ile aklıma dün gecenin gelmesi ve şimdi bile bu yüzden utanmam bir olmuştu.

O ise bu utancın hiç farkına varmadan uygula sesiyle "Öldüm de cennette falan mıyım?" diye sordu ve açık olan saçlarım yüzüne dökülürken ekledi. "Uyanır uyanmaz böyle güzel bir manzarayla karşılaşmanın başka bir açıklaması olamaz çünkü."

"Deli," dedim gülerek ve ondan uzaklaşmak istedim ama o kadar sıkı tutmuştu ki beni hareket dahi edemedim.

"Hop," dedi sanki yanlış bir şey yapmışım gibi. "Nereye?"

Tatlı tatlı gülümseyip "Sana kahvaltı hazırlayacağım," dedim ve tedbir almak isteyip ekledim. "Sakın dalga geçeyim falan deme."

Dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Dalga falan geçmeyeceğim de sen şimdi siktir et kahvaltıyı," dedi, şaşkınca kaldım. "Bu güzellikten bir kahvaltı uğruna vazgeçemeyeceğim."

Güldüm. "Ya ne yapacağız?" diye sordum alayla. "Saatlerce böyle mi duracağız?"

Gözlerinde anında muzip bir tavır oluştu ve hemen ardından hiç beklemediğim o cümleyi kurdu. "Dün gece sana seninle saatlerce ne yapmak istediğimi söylemiştim sanırım," dediği an gözlerim yerinden çıkacakmış gibi irileşti, utancı iliklerime kadar hisettim.

Bu tavrım onu alttan alttan güldürürken "Kahvaltı daha iyi fikir bence," dedim ve bu kez engel olmasına izin vermeden hızla üzerinde kalktım. Hemen ardından da üzerimde hiçbir şey olmamasından dolayı ona arkamı döndüm, uzanıp yerdeki tişörtümü aldım ve giydim. Sonrasında da yerdeki iç çamaşırımı aldım, onu da giydim. Daha başka bir şey gerek duymayıp ayağa kalktığımda kolunu başının altına koymuş, keyifle beni izlediğini fark ettim.

"Ne bakıyorsun öyle?" diye sordum dayanamayarak.

"Burada böyle uzanmış, seni beklerken ve aklımda o kadar güzel şey varken bir kahvaltıya tercih edilmiş olduğumu düşünüyorum," dedi.

Utançla bir kez daha kızarırken "Terbiyesiz!" dedim.

Söylediğim şey pek de umurunda olmadı ve "Bence tekrar düşün derim," dediğinde istemsizce gözlerim vücuduna kaydı, kaslarına baktım.

Bu, sabah sabah aklımı karıştırıp sertçe yutkunmama neden olurken yeniden göz göze gelmemizle kendimi toparladım.

"Kahvaltı daha iyi bence," dedim ve hızla kapıya doğru yürüdüm.

"Sen bilirsin," diye seslendi arkamdan pes edercesine. "Ben biraz daha uyuyayım o zaman, ancak kendime gelirim zaten," diye devam etti. Kapıya ulaştığımda dönüp ona baktım, yatakta dönmüş, sırtüstü uzanmış ve yastığa sarılmıştı.

Aklıma gelen muzip fikirle "Eğer kahvaltıda beni yalnız bırakırsan buradan dönene kadar sarılabildiğin tek şey o yastık olacak," dememle bana döndü, ben ise tek kelime etmesine fırsat vermeden gülerek odadan çıktım. Artık gelmek ve benimle kahvaltı yapmak zorundaydı.

Bu düşünceyle gülüp mutfağa doğru yürüdüm, daha mutfağa ulaşamamıştım ki yatak odasının kapısını açıldığını duydum ve saklamaya gerek duymadan sesli bir şekilde hâline güldüm, mutfağa girdim.

Doğrudan dolaba gittim, tam dolabı açacaktım ki uygulanan ters bir kuvvetle kapatıldı dolap. Dudaklarım yana kıvrılırken ağır hareketlerle arkamı döndüm, göz göze geldik. Çok yakınıma geldiğini düşünürken bir adım daha attı, aramızdaki mesafeyi kapattı ve beni tam manasıyla dolapla arasına sıkıştırdı.

"Sen beni tehdit mi ettin?" diye sordu, gözlerini kısmış, fazlasıyla ciddi görünüyordu.

Başımı salladım. "Evet," dedim ve ayak parmaklarım üzerinde yükselip yanağına küçük bir buse kondurdum, kulağına fısıldadı. "Gördüğüm kadarıyla da işe yaramış, yataktan çıkmışsın."

"Doğru," dedi, aklına bir şey gelmiş gibiydi. Bu yüzden merakla ona bakarken "O zaman sana sarılabilirim," dedi.

Güldüm. "Evet ama bence bunu sonraya bırakalım ve şimdi bir şeyler yiyelim artık," dedim, kolunun altından kaçmak istedim ama izin vermedi, tezgâhın önünde yeniden yakaladı beni ve bu kez de tezgâh ile arasında kaldım.

"Ben bu hakkımı şimdi kullanmak istiyorum ama biraz değiştirerek," dedi.

"Anlamadım?" dememe kalmadan dudaklarımızı birleştirdi. Eşzamanlı olarak ellerini kalçamdan hisettim. Bu, istemsizce kendimi ona yaslamama neden olurken elleri bacaklarımı kavradı ve dudaklarımdan bir an bile olsun ayrılmazken kendimi onun kucağında buldum.

Bacaklarım, beline; ellerim, boynuna dolanırken sanki uzun zamandır ayrıymışız gibi özlemle öptü beni. Ta ki bu durumda çok saçma ama bir o kadar da alakalı bir şeyin farkına varana kadar.

Aklımı meşgul eden şey, onunla ilgilenememe neden olurken kendimi geri çektim ve hâlâ kucağındayken sanki normal bir durumdaymışız gibi konuştum. "Beni kucağına alabildin," dedim.

"Alamayacağımıdüşünüyordun?" diye sordu, bu durumda bu konuşma ona da anlamsız gelmiş gibiydi.

"Ya sen düne kadar kendi başına giyinemiyordun bile, şimdi nasıl oldu da..." Devam edemedim, çünkü ben bunları söylerken yüzünde öyle bir ifade oluştu ki neler olduğunu hemen anladım.

Anladığım şey doğrultusunda da "Kandırdın beni," dedim, yüzündeki o alaylı ifade giderek arttı. "Resmen kandırdın beni," diye ekledim ve o buna itiraz etmeye gerek bile duymadı. "İnanamıyorum sana Pars! Ben üstünü bile giyinemeyecek kadar kötüsün diye üzülüp olanlardan kendimi suçlarken sen kandırıyor muydun beni?" derken biraz abartmıştım.

Tamam, üzüldüğüm doğruydu ama kendimi suçladığım da söylenemezdi.

"Üzgünüm," dedi hiç de üzgün gibi görünmezken. "Ama iyi rol yaparım," diye tamamladı cümlesini, gözlerimi kısıp öldürücü bir bakış attım ona.

"Ben şimdi sana ne yapayım?" diye kızdığımda hâlâ kucağındaydım.

"Ayliz," dedi ve alaylı bir ses tonuyla. "Sanki bu durumda pek de bir şey yapamazsın, güzelim," derken kucağında oluşumdan bahsettiğini anlamak hiç de zor olmadı.

"O kolay iş ya," dedim gayet rahat bir tavırla, ne söylemek istediğimi anlamaya çalışır bir ifadeyle bakarken yine aynı rahat bir tavırla "İki dakikaya hallederim ben onu," dediğimde kaşlarını çattı.

"Allah Allah nasıl olacakmış o?" diye sordu bir de, o an ona öyle bir bakış attım ki bu tek bakışımla anladı ne yapacağımı.

"Sakın," dedi fazla ciddi ve uyarıcı çıkan sesiyle. "Bak sakın!" diye uyarmaya devam etti ama umurumda olmadı, aynı şekilde bakmaya devam ettim ona. Uyarısına rağmen düşündüğü şeyi yapacağımdan emin olmuş olacak ki beni indirmeye yeltendi ama tabii ki ona o kadar zaman vermedim ve omzuna yaklaştım, dişlerimi omzuna geçirdim.

Tıpkı daha küçücük bir çocukken her kavga ettiğimizde yaptığım gibi.

Anında "Lan!" diye bağırdı, dişlerimi daha sert geçirdim ve eşzamanlı olarak kendimi boşlukta buldum. Bu yüzden çığlık atarken onu da bırakmış oldum ve neyse ki yere değil, ayaklarımın üzerine düştüm, düşer düşmez de kahkahalar içinde gülmeye başladım.

"Kızım sen manyak mısın? Kafayı mı yedin?" diye kızarken omzuna bakmaya çalışıyordu, ben ise hâlâ ona gülmeye devam ediyordum ve gülerken bir yandan da onunla romantik anlar yaşamaktan çok eğlenmeyi sevdiğimi düşünüyordum. Çünkü şu an diğer bütün anlardan olduğumdan çok daha mutluydum.

"Bak hâlâ gülüyor," deyip bana doğru gelmesiyle ondan uzaklaşmam bir oldu.

"Gelme üstüme," derken salona kaçmıştım, o da peşimden gelmişti.

"Boşuna kaçıp da kendini de beni de yorma, Ayliz," dedi, gülerken omuz silktim.

"Sen beni biraz zor yakalarsın," deyip bana doğru geldiği için hızla onun aksi yönüne doğru birkaç adım attım.

"Ayliz," dedi bir kez daha ve üzerime gelmeye devam etti, ben de aynı şekilde tam tersi yöne yürümeye ve ondan uzaklaşmaya devam ettim. "Sen gerçekten kaşınıyorsun."

Daha gür bir sesle "Sen de boş yere uğraşıyorsun," dememle daha hızlı adımlarla geldi yanıma, ben de daha hızlı adımlarla uzaklaştım ondan ve şu an salondaki üçlü koltuğun sağında o, solunda ben vardım.

Bir türlü beni yakalayamayınca başını hafifçe önüne eğdi, derin bir nefes aldı, sanırım kendince sakinleşmeye çalıştı. Onun bu hâli bile beni gülmem için yeterli olurken bir anda gözlerini açtı ve eşzamanlı olarak üzerime geldi, ben de sanki onunla bir mekanizmaya bağlıymış gibi tam aksi yönüne yürümeye devam ettim.

"Seni yakalarsam çok fena olacak," dedi, yakalayamamış olması sinirini bozmuş gibiydi.

"Onun farkındayım, bu yüzden kaçıyorum ya," dediğimde artık o koltuğun solunda ben de sağındaydım ve hâlâ pes etmemiş üzerime gelmeye devam ediyordu.

"Güzel, hiç değilse bu kadarını biliyormuşsun," derken öyle bir bakıyordu ki sanki gerçekten de yakalarsa beni parçalayacakmış gibiydi. Ama tabii bu ne yönde bir parçalama olurdu, işte onu ben de bilmiyorum.

"Biliyorum biliyorum," dedim, yeniden harekete geçtiği için ben de yeniden harekete geçtim ve ondan olabildiğince uzaklaştım. "Ve sanırım bundan biraz da olsun korkmaya başladım," dediğimde bu duyduğu fazlasıyla hoşuna gitmiş gibiydi.

"Korkman gerekiyor zaten, güzelim," dedi ve bir anda sağ tarafıma doğru hızla birkaç adım attı. Bu yüzden ben de hızla sola doğru gittim, eşzamanlı olarak hiç beklemediğim bir şey oldu ve beni yanılttı, sola doğru atıldı ve işte o an çarpıştık, bir anda kendimi onun kollarının arasında buldum.

Bunu fark ettiğim an sanki çok büyük bir şey olmuş gibi büyük bir çığlık atmış ve kollarından kurtulmaya çalışmıştım ama tabii ki bu konuda başarılı olamamıştım. Hatta bu yüzden kaçmamam için daha da sıkı sarılmış, kaçmam tamamen imkânsız hâle gelmişti.

Bu yüzden gergince gülümseyip "Sanırım yakalandım," dedim.

"Sanırım," dedi ve sanki yeterince sıkı tutmuyormuş gibi biraz daha sıkı tuttu beni, aynı zamanda gözlerimin içine öyle bir bakıyordu ki korkmamak elde değildi.

"Bakma öyle, valla korkuyorum ya," dedim, yeşilleri bir anlığına da olsa dudaklarımı buldu ve hızla yeniden gözlerime baktı.

"Az önce de dediğim gibi, zaten korkman gerekiyor güzelim."

"Hı," dedim uzatarak ve derin bir nefes aldım. "Ne yapacaksın peki bana? Önden küçük bir bilgi alabilirsem eğer ben de ona göre şey yapacağım, kendimi ona göre hazırlayacağım." Söylediklerim yüzünde alaylı bir ifade oluşmasına neden oldu.

"Hmm," dedi uzata uzata ve iç geçirdi. "Düşüneyim ben bir bunu."

Tek kaşımı kaldırdım. "Daha düşünmedin mi? Az önce düşünmüş gibiydin de," dediğime kaldırdığı tek kaşını indirdi ve kaşlarını çattı.

"Düşünmüştüm de, şimdi çok hafif gibi geldi o ceza. Daha uygun bir ceza düşünmem gerekiyor senin için," dediğinde kendimi kurtarmak adına bir kez daha kollarımı boynuna dolayıp ellerini ensesinde birleştirdim.

"Bence sen bana kıyamazsın."

Dudakları muzip bir tavırla yana kıvrıldı.

"Çok da güzel kıyarım."

Dilimi damağıma çarpıtarak cıkladım.

"Kıyamazsın kıyamazsın."

Başını sen görürsün dercesine salladı.

"Kıyarım kıyarım," dedi, dudaklarımı ısırdım.

"Öyle olsun," dedim pes etmiş bir tavırla, bu işten sadece kendimi bir şekilde kurtarabilirim diye içimden geçirirken o sanırım hâlâ bana yapacaklarını düşünüyordu ve ben herhangi bir şey bulmasına izin vermeyip yüzümü yüzüne yaklaştırıp dudaklarımı dudaklarına bastırdım, onu öptüm.

Bir tek aklını başından alırsam kendimi kurtarabilirdim. Ki artık bunu yapmak, benim için dünyanın en kolay şeyi.

Pars, yapmak istediğim şeyi anlamış olacak ki daha fazla devam etmeme izin vermedi, kendini çekmeye çalıştı ama ben de buna izin vermeyip onu öpmeye devam ettim.

Pars, karşılık vermemek için zorlanır gibiyken bir kez daha kendini geri çekmeye çalıştı ama ben de bir kez daha buna izin vermedim, daha sert öptüm onu.

İşte o an daha fazla karşı koyamadı, geri çekilmek için savaşmayı bırakıp dudaklarını araladı ve karşılık verdi. Onun karşılık vermesi onu daha büyük bir tutkuyla öpmeme neden olurken yüzüme dokunup üstünlüğü o devraldı ve beni öpen o oldu.

İşte o an, dün geceden sonra asıl hatayı tam olarak burada yaptığımı anladım. Belki de onun vereceği cezayı beklemeliydim ama sanırım artık çok geçti.

Bu düşünceme rağmen geri çekilmeye hiç niyetim olmadığından gözlerimi kapattım ve boynuna daha sıkı sarıldım, ona daha da yaklaştım, eşzamanlı olarak da kendime daha fazla engel olamadım, ellerimi saçlarına geçirdim.

Bu yaptığımla birlikte elleri bir anda bacaklarımı buldu ve kendimi bir anda bir kez daha kucağında buldum. Bacaklarım anında beline dolanırken ellerim hâlâ saçlarındaydı ve büyük bir tutkuyla öpüşmeye devam ediyorduk.

Kucağında bu pozisyonda dururken yürümesi düşecek gibi olmama neden olurken saçlarına dokunmayı bırakıp yeniden boynuna sarıldım ve kucağında dengemi sağlamaya çalıştım.

Pars birkaç adımla yetinmeyip yürümeye devam etti ve birkaç adım sonra koltuğa ulaştık, çok geçmeden kendimi o koltukta buldum, o da hemen üzerimde uzanıyordu.

Onun öpüşü artık nefesimi keserken dudaklarını uzaklaştırdı benden. Eşzamanlı olarak derin bir nefes aldım, kendime geldim ve dudaklarımın acıdığını hissettim. Fakat bu acı bile hoşuma gitti ve eşzamanlı olarak bir kez daha dudaklarını dudaklarıma bastırdı, bir kez daha öptü beni. Ben de bir kez daha karşılık verdim ona.

Öperken eli yüzümü buldu ve yanağımı okşadı, hemen ardından da dudaklarını bir kez daha uzaklaştırdı benden, bu kez öpüşü kısa sürdü.

Geri çekildiği hâlde benden uzaklaşmazken nefesini hâlâ dudaklarımda hissediyordum ve birkaç saniye sonra dudaklarımda hissettim tek şey nefesi olmadı, parmakları da dudaklarımı buldu.

Muhtemelen kızarmış olan dudaklarımda parmaklarını gezdirirken "Pars," dedim, uzun süre kesilen nefesim yüzünden fısıltı gibi çıkan sesimle ve içimden geçen şeyi bir kez daha "Seni çok seviyorum," dediğim an bir kez daha öptü beni, bir kez daha kesildi nefesim ve bundan hiç de şikâyetçi değildim.

Aksine, ilk defa kendimi bu kadar mutlu hissediyordum. Hatta ilk defa yaşadığımı hissediyordum. Meğerse sevilmek, arzulanmak güzel bir duyguymuş.

Gözlerim, bu düşüncelerin mutluluğuyla dolarken Pars, ağırlığını tamamen üzerime verdi ve aramızdaki mesafe sıfıra indi. Birkaç saniye bu şekilde beni öptükten sonra dudaklarını bir kez daha çekti benden ve dudakları boynumu buldu.

Bu yaptığı mideme sert bir yumruk yemişim gibi hissetmeme neden olurken yüzüne dokundum, sakallarıyla oynadım. Fakat o an içimde garip bir his oluştu. Tüm bu duygu yoğunluğu arasında izleniyor hissine kapıldım.

Pars bunu fark etmezken dudakları, yeniden dudaklarımı buldu ve yeniden öptü beni. İçimdeki o garip his ona odaklanmama neden olurken bir eli yeniden çıplak bacağımı buldu ve elektrik çarpıyormuş hissine kapıldım.

Beni öperken o elini bacağımda gezdirmeye başladığında ise içimdeki o garip his büyüdü ve o hâlâ beni öpmeye devam ederken başımı hafifçe yana çevirdim, camdan duvara baktım. İşte o an tüm bedenim kaskatı kesildi, damarlarımda akan kanın bile soğuduğunu hissettim.

Çünkü şu an babam, o camdan duvarın arkasındaydı. Şok olmuş bir tavırla bize bakıyordu ve hiç görmemesi gereken şeyleri görmüştü.

Sanırım yeniden mahvoluşumuzu başlatacak o an, tam da bu andı.

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum <3

Ay o son sahneyi yazarken heyecandan ölmek üzereydim. O neydi öyle ya resmen hiç olmaması gereken bir şekilde yakalandılar resmen asddfghjdshs

Sizce yeni bölümde neler olacak?

Agâh nasıl bir tepki verecek dersiniz?

Bizimkiler ne yapacaklar sizce?

Agâh nasıl buldu oldukları yeri sizce?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, o zamana kadar kendinize çok iyi bakın <3

Alıntı ve duyurular için;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%