@gizzemasllan
|
Selam yıldızlarım :) Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Bu bölüme gelecek olan yorumlarınız bekliyorum.♡ Bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ . . . 3. BÖLÜM "KAÇIŞ" Elimi kasenin içine daldırdım, bir çekirdek daha alıp dudaklarıma götürdüm. Kabuğu kırıp da içindeki tuzlu çekirdeği yutarken gözlerim etrafta dört dönmeye devam etti. Elimde kalan kabuğu bir diğer kasenin içine atarken yeni bir çekirdek daha aldım. O sırada ilerideki kulübeden üç adam çıktı. Hemen peşlerinden de dört adam daha çıktı ve kapıya doğru yürüdüler. Onlar evden çıkıp da kendilerini bekleyen gemiye bindiklerinde hızla saate baktım. Saat şu an tam olarak 12:03'ü gösteriyordu. Bu da demek oluyor ki çalışanlar tam bu saatte vardiya (Bir işyerinde çalışan işçilerin sırayla çalışmasına verilen isimdir.) değiştiriyorlardı. Fark ettiğim bu gerçekle dudaklarım yana kıvrıldı. Kaçma kararı aldıktan sonra yaptığım ilk şey eve giriş çıkış saatlerini kontrol etmeye karar vermek olmuştu. Bu yüzden de bu evdeki ikinci günü fazla sıkıcı bir şekilde tamamlamış, üçüncü güne de çok erken uyanmış, bahçeye çıkmış ve eve giriş - çıkış saatlerini kontrol ediyordum. Saatlerdir evden çıkanlar sadece az önce gemiye binenler olmuştu. Yani bir tek sanırım çalışanların değişim saatinde kaçmak için fırsatım olabilirdi. Ben bunları düşünürken öğleden sonra çalışacak olan adamların olduğu gemi gelmişti. Şu an bahçede olduğumdan dolayı denizi ve gemiyi göremiyor olsam da sesinden anlamak zor değildi. Zaten çok geçmeden de bahçenin büyük kapısı sesli bir sekilde açılmış, içeriye 10'a yakın adam girmiş ve görev yerlerine dağılmışlardı. "Ne yapıyorsun sen burada?" Aniden duyduğum Pars'ın sesiyle irkildim. Bacaklarımın üzerinde duran çekirdek kasesi yere düşerken hızla başımı çevirdim ve ona baktım. "Neden sessiz sessiz geliyorsun?" Çıkıştım, Pars üzerinde oturduğum bahçe koltuğunun ön tarafına geldiğinde ben de ona döndüm. Tam karşımda durdu, ellerini arkasında birleştirdi. Fakat hiçbir şey demedi ve sanırım sorusuna cevap vermemi bekledi. "Ya ne bakıyorsun sen bana öyle?" Diye kızdım, çünkü şu an çok büyük bir hata işlememişim gibi bakıyordu. "Oturuyorum, oturmak da mı yasak?" İmalı bir şekilde kurdum bu cümleyi. Pars birkaç saniye daha boş boş yüzüme baktıktan sonra tam karşımda olan koltuğa da kendisi oturdu ve erkeksi bir tavırla ayak ayak üstüne attı, gözlerini üzerime dikti. "Sen de bir tuhaflık var." Deyince kaşlarımı çattım. İstemsizce başımı önüme eğdim ve kendime baktım. Fakat tuhaf olan hiçbir şey göremedim. Acaba yüzümde mi bir tuhaflık var diye düşünürken konuştu. "Görünüşünden bahsetmiyorum, o her zaman tuhaf zaten." Dediğinde bakışlarım yeniden onu buldu ve göz devirdim. Benimle uğraşmadan, bana laf çarpmadan dayanabildiği maksimum süre on dakikaydı. "Hareketlerinden bahsediyorum." Diye tamamladı cümlesini. Arkama yaslandım, ellerimi göğsümün altında birleştirdim. "Ne varmış hareketlerimde?" Diye sordum ve mantıklı bir cevap vermesini bekledim. "Tuhaf işte." Verdiği cevap bu olurken bir kez daha göz devirmemek için kendimi çok zor tuttum. "İyi." Ben de bir tek bunu söyledim ve önüme döndüm. Yarın ondan bir süreliğine de olsa kurtuluyorum. Artık adamların değişim saatlerini biliyorum ne de olsa. Onların değişim saatlerinde bu evden kaçacağım. Daha önce de düşündüğüm gibi tamam belki kaçsam bile yine ona yakalanacağım ama olsun, ben o zamana kadar halletmem gereken her şeyi halletmiş olacağım. Bu da bir şeydir sonuçta değil mi? Ben bunları düşünürken Pars'ın gözleri üzerimdeydi. Tek kaşını kaldırmış, gözlerini kısmış ve şüpheli olduğunu fazlasıyla belli edecek bir tavırla bakıyordu bana. "Hayırdır?" Diye sordum ve ekledim. "Neden bana öyle bakıyorsun?" Derken arkama yaslanmıştım. Herhangi bir şeyden şüphe etmesin diye rahat görünmekten başka şansım yoktu. "Hiç." Dedi ama sesinde bile şüphe vardı adamın. "Öylesine." Diye ekledi ve gözlerini benden çekti, etrafa bakındı. Ne yapmaya çalıştığını anlamak için çaba sarf ederken etrafa bakınmayı bıraktı. Zaten tam da o sırada telefonu çaldı, cebinden çıkardı. Ekrana birkaç saniye baktıktan hemen sonra kaşlarını çattı, aramaya yanıt verdi. "Dinliyorum." Telefonu bu şekilde açtı ve karşısındaki kendisine her ne söylediyse çok geçmeden kaşları çatıldı. "Tamam." Dedi telefondakine ama canı epey bir sıkılmıştı. "Halledeceğim." Diye ekledi. Bir sorun olduğunu anladım ama bu hiç merakımı cezbetmedi. Buna rağmen dikkatle ona bakmaya devam ederken beni heyecanlandıracak olan o cümle de döküldü dudaklarından. "Bir saate kadar orada olurum." Hızla gözlerimi önüme çevirdim, eğer biraz ikna edici bir şeyler yapabilirsem onunla birlikte ben de bu evden çıkabilirdim. İşte o zaman yarın maceralı bir şeye atılmak zorunda kalmazdım. Buradan Pars'la beraber çıktıktan sonra onun yanından kolaylıkla kaçabilirdim. Pars telefonu kulağından indirdi. Eş zamanlı olarak da bana hiçbir şey söylemeden ayağa kalktı ve yine hiçbir şey söylemeden yanımdan uzaklaşırken hızla ayağa kalktım ve arkasından konuştum. "İstanbul'a mı gidiyorsun?" Durdu ve bana döndü. Bir cevap vermesini beklerken yaptığı tek şey başını sallayarak kendince bir cevap vermek oldu ve yeniden önüne döndü. Fakat yine konuşarak gitmesine izin vermedim. "Ben de seninle gelebilir miyim?" Bunu sorduktan hemen sonra onun bana dönmesini beklemeden ben onun yanına gittim ve karşısında durdum, bana bakmasını sağladım. "Sebep?" Bunu şüpheli bir şekilde sordu, bir şeylerden şüphe ettiği çok belliydi ama buna çok fazla takılmadım. "Çünkü ihtiyacım olan bir sürü şey var." Dedim hiç düşünmeden ve devam ettim. "Buraya apar topar geldim. Yanıma almadığım onlarca şey oldu. Gitmem ve onları almam lazım." Pars ellerini bir kez daha arkasında birleştirdi ve boy uzunluğunu kullanıp bana üsten üsten baktı. Şeytan diyor ki vur çenesinin altından şuna bir tane ve göster gününü ama yapamıyorum işte. "Gelebilir miyim?" Bir kez daha sakince sorumu yineledim. Pars uzun uzun gözlerimin içine baktıktan sonra kararını vermiş olacak ki konuştu. "On beş dakikaya evden çıkacağım." İşte bu cümleyle sevinç çığlığı atmak istedim. Muhtemelen o zamana kadar benim de hazır olmamı istediğini söyleyeceğini falan zannederken cümlesini hiç beklemediğim bir şekilde tamamladı. "O zamana kadar neye ihtiyacın varsa bir kağıda yaz, getir. Birilerine aldırırım." Deyip yanımdan geçti ve gitti. Gözlerimi bir anlığına kapattım, derin bir nefes aldım ve içimden sabır dileyip yeniden ona döndüm. O sırada gözlerimi de açmış bulunduğumdan henüz çok fazla uzağa gidemediğini fark edip beni duyacağından emin oldum ve konuştum. "Bazı özel şeylere de ihtiyacım var!" Diye çıkıştım, sakin kalmaya çalışsam da sesimin fazlasıyla öfkeli çıkmasına engel olamadım ve yeniden yanına ulaşıp yine karşısında durdum. "Onları da mı adamların alsın?" Sordum, Pars kaşlarını çattı. O an anladım ki bu konunun uzamış olması onu fazlasıyla sinirlendirmişti ama ne kadar sinirlenirse sinirlensin pes etmeye hiç niyetim yoktu. "Neymiş alacağın o özel şeyler?" Diye sordu anında. "Özel dediğim şeyleri sana mı söyleyeyim?" Diye yapıştırdım cevabı anında, kaşlarını çattı. Dikkatle bana bakarken ben de hiç gözlerimi kaçırmadım ondan. "Bir kağıt bul, ne lazımsa yaz. Bir kadına aldırırım ben." Dedi ve yanımdan geçip gitti. Arkasından öylece baktım. "Resmen her şeye bir cevabı var ya! Bu ne biçim insan?" Deyip sinirle olduğum yerde tepindim. Pars merdivenleri çıkarken omzunun üstünden bana bir bakış attı ve önüne döndü. "Bir de bakıyor utanmadan ya!" Kendi kendime söylenip yeniden yerime döndüm ve oturdum. "Sakin ol Ayliz, sakin ol!" Kendimi sakinleştirmeye çalıştım ama olmayınca üzerinde oturduğum koltuğa birkaç defa vurdum, önümdeki sehpaya da tekme attım. "Ah!" Dedim, ayak bileğimi tuttum. "Ay vallahi bir gün kıracağım bu bileğimi!" Deli gibi kendimle konuşmaya devam ederken başımı çevirdim ve arkaya baktım. Gelen giden olmadığından emin olup önüme döndüm. Ne vardı yani beni de götürse? Yok illa kendi istediği olacak, istediklerimi bir başkası alacaktı! Bir de imali imalı bakıyordu yüzüme. "İnsan biraz insan olur!" Diye söylendim bir anda ve kurduğum cümle yüzünden bu durumda bile güldüm. Sonra da arkama yaslandım, başımı koltuğun arkasına koydum ve gökyüzüne baktım. Güneş en tepedeydi ama buna rağmen hava soğuktu. Ekim ayındayken zaten havanın sıcak olmasını beklemek olmazdı. Cebimdeki telefonu çıkardım. Bu telefonla babamdan başka hiçbir yeri, hiç kimseyi arayamıyor olmak ciddi anlamda sinirimi bozuyordu. Bunu şimdilik göz ardı edip saate baktım. Daha saatin 12:20 olduğunu görünce sıkıntıyla ofladım. Bu evde zaman cidden hiç geçmiyordu. Yapacak hiçbir şey yoktu. "Sıkıntıdan patlamasam iyi." Yine kendi kendime konuştum ve yetmedi ekledim. "Kendi kendime konuşuyorum resmen ya. Bence ben delirdim." Bunu derken bile kendimle konuşurken gelen seslerle başımı çevirdim, arkama baktım. Evin sağ kısmında kalan merdivenlerden inen Pars'ı gördüm. Yanında da bir adam vardı ve Pars'a bir şeyler anlatıyordu. Pars da dikkatle onu dinliyordu. Her ne olduysa çok önemli bir şey olmuş olacak ki ikisi de fazlasıyla ciddiydi. Biraz yaklaştıklarında Pars'ın "Ara, hiçbir şey yapmasınlar. Benden haber beklesinler." dediğini duydum. O an içime merak düştü. Bu adamın mesleği neydi? Onu yıllardır tanıyorum, görüşmesek bile neredeyse her gün adını duymuşumdur, onun hakkında bir şeyler anlatılmıştır ama bir kez bile mesleğinin ne olduğuna dair hiçbir bir şey duymadım. İki kardeşi vardı. Doğan ve Erdem. Bir de kardeşleri gibi sevdikleri, hiç ayrılmadıkları Ateş vardı. Ateş Demirkan. Doğan ve Ateş polisti. Bunları biliyorum ama Erdem ve Pars'a dair hiçbir şey bilmiyorum. Özellikle de Pars'a dair. Neydi bu adamın mesleği? Bu konuda hiçbir fikrim yok ama şu an çok merak etmeye başladım. Adamla birlikte büyük demir kapıya doğru yürüdüler. Ellerimi göğsümün altında birleştirmiş onları izlerken Pars bir anda durdu ve bana döndü. Kendisine baktığımı çoktan fark etmiş olduğu için gözlerimi kaçırmak gibi bir aptallık yapmayıp bakmaya devam ettim. Ben böyle yapınca o da durdu ve gözlerini üzerime dikti. Bu da neydi şimdi? Bir de inat mı ediyor diye içimden geçirirken arkasında birleştirdiği ellerini saldı ve sağ elini kaldırdı, beni yanına çağırdı. Ayağa kalkıp da istediğini yapıp yanına gitmek yerine öylece oturmaya devam ettim. Buradan bile aldığı sıkıntılı nefesi fark ederken dudakları hareket etti. Kendi kendine söylendiğini anlarken bu konuda yalnız olmadığıma içten içten sevindim. O sırada bir kez daha el hareketiyle beni yanına çağırdı, omuz silktim. Gidip de onunla kavga etmeye hiç niyetim yoktu. Pars gözlerini kapadı, sinirlendiğini anlayınca sırıttım. Bu adamı sinir etmek dünyanın en zevkli şeyiydi. Ben de kendimi bu zevkten mahrum bırakmıyordum. Hatta keşke elime daha fazla fırsat geçse de daha çok sinir etsem şunu. Gözlerini yeniden açtığında keyifle sırıtmaya devam ettim. Bu ifadem onun sinirini biraz daha bozmuş olacak ki yanındaki adama döndü, sinirli olduğunu fazlasıyla belli edecek bir tavırla bir şeyler söyledi. Dikkatle onları izlerken adam başını aşağı yukarı salladı ve Pars'ın yanından ayrıldı, bana doğru yürüdü. "Ay şimdi bu kolumdan tutup da beni zorla götürmesin? Olur mu olur valla." Kendi kendime konuşurken adam yanıma ulaştı ve benimle göz teması kurdu. "Ayliz Hanım Pars Bey hazırladığınız listeyi istedi." Ne yani derdi bu muydu? Ne de çok ilgilenir olmuş meğerse ihtiyaçlarımla. "Lütfen gidip ona özel eşyalarıma birilerinin dokunmasından nefret ettiğimi ve bir kadın da olsa benim için onları almasını istemeyeceğimi iletir misin?" Dedim, o an adamın yüzünde öyle bir ifade oluştu ki içinden 'Kalk da kendin söyle.' deyip sıkı da bir küfür ediyor gibiydi. "Tabii ki." Dedi yine de ama yüz ifadesiyle bana söylemek istediklerini çok iyi anlamıştım. Buna rağmen ona tatlı tatlı tebessüm etmeye devam ederken adam gerisin geri döndü ve Pars'ın yanına ulaştı. Pars bendeki gözlerini çekip de adama baktığında adam çoktan konuşmaya başlamıştı bile. Söylediğim şeyi de tam olarak aynı şekilde Pars'a iletmiş olacak ki Pars'ın yüzünde öfkeli bir ifade oluştu, adama bir şeyler söyledi. Adamın yüzüne dikkatle baktım. Bana attığı bakışları Pars'a atmaya cesaret edememiş olacak ki ifadesiz bir şekilde druruyordu. Pars'ın ona ne söylediğini merak ederken adam bir kez daha başını salladı ve Pars'ın yanından ayrıldı, bana doğru geldi. O an yüzündeki ifadeden anladığım kadarıyla elinden gelse benle Pars'ı tutar, birbirimize çarpardı. Onun bu hâli gülmek istememe neden olsa da içinden geçirdiği o isteğin daha da artmaması için dudaklarımı birbirine bastırdım, gülmeme engel oldum. Yanıma ulaştı, yine benimle göz teması kurdu ve "Pars Bey eğer bugün istediklerinizi aldırmazsanız bir daha hiçbir zaman alamayacağınızı söyledi." dedi, göz devirdim. O an adamın içten içe sabır dilediğini fark ettim. "Sen git ve ona de ki..." Dedim ve sustum, çünkü adam beni yüz ifadesiyle resmen dövdü. "Her neyse." Deyip ayağa kalktım. "Kendim söylerim." Adam söylediğim şeyden memnun olurken yanından ayrıldım ve Pars'a doğru yürüdüm. Ben ona doğru giderken onun yüzünde kazanmış olduğunu düşünmenin memnuniyeti oluştu. Muhtemelen yanına istediği şeyi yapmak için gittiğimi düşünüyordu. Çok beklerdi! Zaten ihtiyacım olan bir şey yok ki ona muhtaç olayım. İhtiyacım var demem sadece bir bahaneydi. Evden neredeyse her şey gelmişti, ayrıca burada neye ihtiyacım olabilirdi ki? Yanına ulaşınca tam karşısında durdum. Pars karşımda dimdik durmuş yine bana üsten üsten bakarken konuştum. "Adam aramızda gidip gelmekten sıkıldığı için kendim geldim, üstüne alınma." Önce açıkladım, tepkisiz kaldı. "Benim için bir şeyler alıp almaman umurumda bile değil Pars Atakan!" Dedim adamla bana ilettiği şeye karşılık ve devam ettim. "Senden bir şey istemektense ayağıma bir taş bağlar kendimi şu denize atarım!" Dediğimde tek kaşını kaldırdı. "Sebep?" Verdiği tepki bir bu olurken omuz silktim. "Çünkü seni sevmiyorum." Göğsü kabardı, aldığı nefesi fark ederken ifadesiz bir şekilde baktı. "İyi." Dedi bir tek ve arkasını döndü. Ne yani bu muydu? Başka bir şey söylemeyecek ve gidecek miydi? Ben bunu düşünürken gerçekten de gitti. Evden çıktı ve gitti. "Aaa valla gitti." Deyip elimi başıma götürdüm ve başımı kaşıdım. "Aman gidersen git be! Sanki çok umurumda!" Kendi kendime konuşup gerisin geri döndüm, eski yerime oturdum ve ellerimi göğsümün altında birleştirip arkama yaslandım. "Sen yarın görürsün!" Bunu söylerken aklıma çok başka bir şey geldi. Bir dakika şu an evde hiç kimse yok mu yani? Zaten evde bir Pars vardı, o da gitmişti. Bir anda ayaklandım ve koşar adımlarla eve gittim. Salona ulaşır ulaşmaz yaptığım ilk şey mutfağa doğru yol almak oldu. Mutfağa girdiğimde evde çalışan iki kadını da otururken gördüm. "Merhaba." Selam verip mutfağa geçtim, ikisi de ayaklandı. "Lütfen rahatsız olmayın, su içip çıkacağım." Deyip hızla dolaptan suyu aldım, bir bardak doldurdum ve içtim. Ardından da "Odamda olacağım." deyip yanlarından ayrıldım. Şüphe çekmeden onları kontrol etmiş olmaktan memnun olup hızla üst kata çıktım. İkinci kata ulaştığımda bir anda duraksadım. Ya evde kamera varsa ve o takıntılı manyak beni izliyorsa? Bir an şüpheye düştüm. Aman canım izliyorsa izlesin banane ki? Yapabileceği en büyük şey beni yakalamak olacak. Yakalasa ne yapabilecek? Hiç... Bu yüzden umurumda bile değil. Böyle düşünüp kendimi rahatlattıktan hemen sonra ikinci katta yürüdüm. Daha dün kavga ettiğimiz çalışma odasının önüne gelince hiç düşünmeden odaya girmek için kapıyı açmaya çalıştım ama olmadı. Biraz zorladım, buna rağmen açılmadı. Kilitli olduğunu anlayınca göz devirdim ve yürümeye devam ettim. Koridorda bulunan birkaç boş odaya girdim. Fakat odalarda hiçbir şey bulamayıp yeniden çıktım. Pes etmek yerine diğer odaları denedim. Koridorun sonuna gelip de sağa döndüğümde iki metre ötede ve tam karşıda kocaman bir kapı gördüm. Bu küçük koridorda başka da bir şey yoktu zaten. O an bunun Pars'ın yatak odası olduğunu anladım. Çünkü diğer odalar hiç de onun odası gibi durmuyordu. Yürüdüm, kapıya ulaştım. Elim kapının koluna giderken istemsizce ürktüm. Buna rağmen o kolu indirdim ama bu kapı da açılmadı. "Bu ne ya kapıları kilitleyip mi gitti yani?" Yine söylendim ve kapıyı biraz zorladım ama olmadı, açılmadı. "Pislik!" Söylendim, odanın önünden ayrıldım ve yeniden salona indim. Koltuklardan birine kendimi atıp arkama yaslandım ve ellerimi göğsümün altında birleştirdim. O gün hiç geçmedi. Sanki birisi ilerlemek isteyen yelkovan ve akrebi tuttu, zaman durdu. O denli sıkıcı geçti günüm. Öğlen on iki buçuk gibi evden çıkan Pars da gün içinde dönmedi. Ben de gün içinde salonda oturdum, televizyon izledim, bahçeye çıktım, hava aldım. Elle tutulur bir şey yaptığım yoktu yani. Hava karardı, yemek saati geldi. Gün içinde üçüncü kez çıktığım bahçeden eve girdiğimde çalışan kadınlardan biriyle karşılaştım. "Ayliz Hanım yemek hazır." Dedi kadın, ona doğru yürürken konuştum. "Yine et ya da tavuk mu yaptınız?" İmayla sordum, kadın tatlı bir şekilde gülümsedi. "Hayır efendim, vejetaryan lazanya ve yeşil mercimek köftesi yaptık." Dediğinde şaşkınca kaldım, ciddi miydi? Bunlar benim en sevdiğim yemeklerden ikisiydi. "Gerçekten mi?" Diye sordum, kadın yine gülümsedi. "Evet, isterseniz masayı hemen kurayım ya da Pars Bey geldiğinde..." Devam etmesine izin vermedim ve araya girdim. "O ne zaman gelir hiçbir fikrim yok, bu yüzden beklemeye gerek de yok. Ben çok acıktım, lütfen siz masayı kurun." Kadın beni onaylayıp mutfağa giderken doğru düzgün bir şeyler yiyebileceğimin mutluluğuyla koltuğa oturdum. "Yine de çok da vicdansız değilmiş." Dedim kendi kendime, daha önceki gibi beni peynir ve zeytin yemeye mecbur bırakabilirdi. Şu sevindiğim şeye bakar mısınız? Hepsi babamın yüzünden! Benim bu evde ne işim var ya? Sıkıntıyla ofladım, ciddi ciddi hayatımın en saçma günlerini yaşıyorum. Babamın beni böyle bir şeye mecbur bırakmış olmasına ne demeli peki? Ben bir buradan kurtulayım önce de sonra babama yapacağım şeyi düşünürüm. Yapacağım şey de muhtemelen en fazla birkaç gün trip atmak olacak! Başka ne yapabilirim ki? Zihnimin içinde laf lafı açtı. Babamı ve Pars'ı düşünürken bir anda aklıma Tan geldi. Neredeydi acaba şimdi? Ne yapıyordu? Beni arıyor mudur ki? Tabii ki arıyordur. İnsan hiç üç gündür görmediği sevgilisini aramaz mı? Muhtemelen babamın yanına kadar gitmiştir. Babam ne demişti acaba ona? İnşallah düzgün bir cevap vermiştir. "Yine ne düşünüyorsun acaba?" Gelen soruyla zihnimdeki düşüncelerden kurtuldum ve hızla arkamı döndüm, Pars'ı gördüm. Yanıma doğru gelirken konuşmaya devam etti. "Suratın yine şekilden şekile giriyor." Göz devirdim. "Biraz kibar olamaz mısın?" Sordum, cevap vermeden elindeki ceketini rastgele bir yere attı ve kendisini de karşımdaki koltuğa bıraktı. Eş zamanlı olarak üzerindeki beyaz gömleğin üsten birkaç düğmesini açtı, kollarını dirseklerine kadar sıyırdı, arkasına yaslandı. Soruma cevap vermemişti. Ben de zaten ondan cevap beklememiştim. "Neredeydin tüm gün?" Sordum, gözünün ucuyla baktı bana. "Ne yapacaksın nerede olduğumu?" "Babamın yanına gidip gitmediğini merak ediyorum." Dedim sakince. Çünkü bir cevap almak istiyorsam sakince ve düzgünce sormam lazımdı. Aksi hâlde bu aksi adamın bana cevap vermesinin mümkünatı yoktu. "Gitmedim." Kısa ve net bir cevap verdi. "Anladım." Dedim ben de bir tek ve ekledim. "Hiç konuştun mu peki?" Bu sorumla tamamen dikkati bendeydi artık. "Konuşmadım." Yine cevabı kısa ve netti. "İyi." Dedim bu kez ve soracak başka bir şey olmadığından sustum. "Neden soruyorsun bunları?" Bu kez soru ondan geldi, omuz silktim. "Hiç, öylesine. Nasıl olduğunu merak ettim." Dediğimde kaşlarını çattı. "Sana verdiğim telefona n'oldu? Arasana babanı." Deyince yine omuz silktim. "Aramam." Verdiğim cevapla yüzünde alaylı bir ifade oluştu. "Hayırdır çocuk gibi babana mı küstün?" "Sen her şeyle dalga geçmek zorunda mısın?" Sordum, arkasına yaslandı. "Emin ol bu sana özel bir şey." Diye bir de itiraf etti. "Ha yani bir tek benimle dalga geçiyorsun öyle mi?" Yine sordum, bu kez başını sallamakla yetindi, devam ettim. "Neden peki?" Başını koltuğun arkasına koyup koltuğa biraz daha yayılırken yanıtladı. "Çünkü bir tek seninle uğraşmak keyifli." Dedi, öylece kaldım. Buna sevinmeli mi yoksa üzülmeli miydim? "Masa hazır Pars Bey." Arkadan kadının sesini duyarken Pars ayaklandı. Ceketini alıp bana da kadına da hiçbir şey demeden üst kata çıktığında arkasından birkaç saniye baktım. Fakat söylediği şeyin zihnimi çok da fazla meşgul etmesine izin vermeyip ayağa kalktım ve masaya gittim. Dün oturduğum yere oturduğumda kadın servisi yaptı. Servis yapıldıktan hemen sonra Pars'ın gelmesini beklemeye gerek duymadan yemeğe başladım. Çok geçmeden üzerini değiştirmiş olan Pars da salona indi ve yerine oturdu. Kadın ona da servis yaparken Pars'ın yemeğinin benimkinden farklı olduğunu gördüm. Bu adam etsiz yemek yiyemiyor mu? Onun etli yemeğinin kokusundan rahatsız olsam da hiçbir şey demedim ve devam ettim. Güzelce yemeğimi yeyip Pars'tan önce salona geçtiğimde yaptığım ilk şey televizyonu açmak oldu. Fakat daha televizyonda ne olduğuna bakmaya fırsat bile kalmadan Pars'ın sesi araya girdi. "Her ne izleyeceksen odana çık çocuk!" Öfkeyle ona döndüm. "Bana çocuk deyip durma! Sinir bozucu oluyorsun!" Kızdım, salona geldi. "Çocuk değil misin?" Göz devirdim. "20 yaşındayım ben 20! Koskaca kız oldum!" Dedim ve bir şeyler demesini bekledim ama sustu. İşine gelmeyince susuyor, işine gelince de ağzı çok iyi laf yapıyordu. "Seninle uğraşamayacağım! Ne dersen de, artık umurumda bile değil." Dedim, madem benimle uğraşmak keyifli geliyor ona ben de bunu onun elinden alırım. Sinir olsam da içimden olurum ve ona istediğini vermem. Bir süre sonra da sıkılır ve benimle uğraşmaktan vazgeçer. Bence çok iyi fikir. Sürekli bana öyle deme demekten daha iyi bir yöntem gibi. "İyi." Pars'ın verdiği tek tepki yine bu olurken ayağa kalktım. "Ben odadayım, televizyon izleyeceğim. Sonra da uyurum, bir daha inmem aşağıya." Dedim, bahane bulup da benimle uğraşmak için yanıma çıkmasın diye bu açıklamayı yapmıştım. Pars bir şey demezken de ona arkamı döndüm, merdivenlere yöneldim. Merdivenlere ulaşıp da ilk basamağa adım attığımda söylediği şeyi duydum. "Şu senin yanındaki herif." Deyip sustu, yanımdaki herif mi? Tan'dan mı bahsediyordu bu? Yukarı çıkmak yerine durup ona döndüm. Oturabileceği kadar dik oturmuş, gözlerini üzerime dikmişti. "Tan mı?" Diye sordum, boynundaki damar belirginleşti. "Her ne boksa!" Deyince sinirlendim, kaşlarımı çattım. Hem kendisi konuyu açıyor hem de kızıyordu? Manyak mı bu adam? Ben de niye soruyorsam? Tabii ki manyak! "N'olmuş ona?" Yine de sabırla ve sakince sordum, Tan'ın konusunu açması için mantıklı bir sebebinin olması gerekiyordu. "Pek tekin bir tip değil." Çatık olan kaşlarım biraz daha çatılırken burada durmak yerine yanına gittim. "Neden böyle bir şey söyledin şimdi durduk yere?" "Durduk yere değil, bir bildiğimiz var ki söylüyoruz." "İyi işte söyle o bildiğini ben de bileyim ve senin gibi düşüneyim." Dedim, cevap vermedi. "Söylemeyeceksen de benden senin gibi düşünmemi isteme, bekleme de." Deyip kendimce laf çarptıktan sonra ona arkamı döndüm ama yine gitmeme izin vermeyerek konuştu. "Uyuşturucu kullanıyor olması bile ondan uzak durman için yeterli bir sebep. Ondan kimseye hayır gelmez, sana da çevresindeki diğer herkese de zarar verir." Deyince ona döndüm. "Kullanmıyor." Dedim kendimden emin bir şekilde ve devam ettim. "Bıraktı." Dediğimde hiçbir şey demedi. "Tıpkı benim gibi." Bunu hiç çekinmeden söyledim ve devam ettim. "Herkes ikinci şansı hak eder. O da ben de ikinci hayatımızı yaşıyoruz. İkimizin de geçmişi aynı. Onu en iyi ben, beni de en iyi o anlar. Eğer geçmişte yaptığı hatalar yüzünden birilerinden uzak duruyorsak sen de benden uzak dur. Çünkü Tan'ın geçmişi de benimkinden farklı değil." Ona karşı ilk kez ciddi ve uzun bir konuşma yaptım. "İnsanları geçmişlerine göre yargılama Pars Atakan, bu çok acımasızca oluyor." Deyip ona arkamı döndüm, o başka bir şey demezken üst kata çıktım. Kendi kaldığım üçüncü kata çıktığımda kapıyı kapattım, odama yürüdüm. Odaya girdiğimde buranın da kapısını kapattım ve yatağın kenarına oturdum. Başımı hafifçe önüme eğdim, iç geçirdim. Geçmiş bir bir aklıma gelirken boğazım düğümlendi. Benimle ilgili herhangi bir şey söylemedi ama söylediklerinin ucu bana da dokundu. Ne bileyim kalbim acıdı işte. İnsanın kalbi acıyınca bunu dile getiremiyormuş meğerse. Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım. Ne zaman kendimi kötü hisettsem yaptığım tek şey zaten bu oluyordu. "Bunun için üzülmeyeceğim! Onun söyledikleri umurumda değil!" Yine kendimle konuşup kendime teselli verdim ve ayaklandım. Onun söylediklerinin beni etkilemesine izin vermeyeceğim. Hayatıma bu şekilde müdahale etmesine de izin vermeyeceğim. Aynanın karşısına geçtim. Onun söylediklerini zihnimden sildim. Gözlerimin dolmasına bile izin vermedim. O bunu hak edecek bir adam değildi çünkü. Aynanın karşısına oturdum ve makyajımı sildim. Hemen ardından uzun ve gri olan saçlarımı rastgele topladım. İşim bittikten sonra yatağa girdim. Pars'ın bana söylediklerini hiç düşünmemeye çalışıp uyumak için çabaladım. Yatağın içinde bir sağa bir sola dönerken saatler geçirdim. Fakat neyse ki gecenin ilerleyen saatlerinde uykuya dalmayı başarabildim. Gece istediğim gibi uyumuş olduğumdan sabahın bir köründe uyandım ve bu saate uyanmış olduğum hâlde uykumu almıştım, kendimi de fazlasıyla dinç hissediyordum. Yataktan çıkar çıkmaz ilk işim odadaki küçük banyoya girmek ve duş almak oldu. Duştan sonra da siyah mini eteğimle krem rengi kazağımı giydim, saçlarımı kurulayıp taradım. Ardından da sade bir makyaj yaptım, telefondan saate bakıp 8 olduğunu gördüm ve odadan çıktım. Bir alt kata inip koridora bakındım. Kimseyi göremeyince salona indim ve Pars'ı gördüm. Ayaklarını sehpaya uzatmış, dizlerinin üstüneki laptoba dikkatle bakıyordu. "Günaydın." Dedim, dün geceyi unutmaya karar vermiştim. Zaten hatırlayacak bir şey de yoktu. Ağzının payını almış ve susmuştu. Konuyu gereksiz yere uzatmanın bir anlamı yoktu. Pars bana hiçbir şekilde cevap vermezken onu umursamayıp kahvaltı masasına gittim. O yemiş olacak ki her şey azalmıştı. Dün geceki yerime oturdum. Güzel bir kahvaltı yaptım. Pars bir anlığına bile olsun bana bakmıyor, laptobuyla ilgileniyordu. Bu kadar dikkatli bir şekilde neye bakıyor diye düşünürken cebinden telefonunu çıkardı, birini aradı ve birkaç saniye sonra konuştu. "Doğru değilmiş." Dedi, neyden bahsettiğini anlamaya çalışırken de ekledi. "Çekilsinler, hemen söyle! Vakit kaybetmesinler!" Telaşla söyledi bunları ve o an bir sorunu olduğunu anladım ama çok da önemsemedim, kahvaltıya devam ettim. Kahvaltının ardından onu bırakıp bahçeye çıktım ve koltuklardan birine oturdum. Bugün bu evden kaçıp gideceğim. Yakalanmayı göze alarak kaçacağım. Tan'ın yanına gitmek ve olanları ona anlatmak zorundayım. Her şeyi benden duyması lazım. Aslında Pars bana doğru düzgün bir telefon vermiş olsa tüm bunlara hiç gerek kalmayacaktı. Ne o ne de ben yorulmayacaktık ama Pars Bey çok hakkı varmış gibi almıştı telefonumu ve fazlasıyla sinirimi bozmuş, beni buna mecbur bırakmıştı. Birinin varlığını hissedip başımı çevirdiğimde Pars'ı gördüm. Henüz kaçış saatime çok olduğundan onun burada olması beni rahatsız etmezken bana doğru geldi, önüme döndüm. Bu kez onunla laf dalaşına girmemek ve kavga etmemek konusunda fazlasıyla istikrarlıyım. "Neden telefonunu açmıyorsun?" Diye sordu yanıma gelir gelmez. "Beni mi aradın?" "Aynı evin içindeyken ben seni niye arayayım Ayliz?" "Niye soruyorsun o zaman?" Karşıma otururken konuştu. "Baban aramış." "Öyle mi?" Memnuniyetsiz bir tavırla sordum bunu ve ekledim. "Duymadım ama duysaydım da açmazdım." Kendimden emin bir şekilde söyledim bunu. "Sebep?" "Ona kızgınım." "Saçmalama Ayliz, adam seni buraya..." Sözünü kestim. "Beni buraya gönderdiği için kızgın değilim ona, o kadını buraya kadar getirdiği için kızgınım. Ne gerek vardı böyle bir şeye? Onu görmek istemediğimi en iyi kendisi biliyor ama yine de o kadını buraya kadar getiriyor!" Kızdım, Pars yeşil gözlerini üzerime dikti. O an onu inceleme ihtiyacı hissettim. Aslında çok değişmişti, ona aşık olduğumda daha gençti. Şimdi de genç ama o zamanlar daha gençti işte. Mesela o zamandan bu zamana kilo almıştı. Fakat o kilo şu an tamamen kasa dönmüştü. İri yapılıydı, oysa eskiden böyle değildi. Geniş omuzları ve belirgin yüz hatları vardı. Önceden kirli sakal kullanıyordu ama şimdi sakalları uzundu. Saçlarının kenarları kısa, üstü uzundu ve önünü havaya kaldırmıştı. Saçlarının ve sakallarını rengi simsiyahtı. Kendisi de esmer olduğundan gözlerinin yeşili daha da belirgin oluyordu. Pars'ın yüzüne dikkatle bakmaya devam ederken "O senin annen." dedi, kendime geldim. "Kızgın olabilirsin ama..." "Lütfen." Diye söze girdim. "Lütfen konuşmayalım bu konuyu." Diye ekledim. O kadar sakin ve yumuşak bir şekilde söyledim ki bunu inat edip de devam edeceği bir durum oluşmadı. Pars birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra "Eyvallah." dedi, konu kapanmış oldu. Pars başka bir şey demezken ben de sustum. O kadının konusunun açılmış olması tüm keyfimi kaçırmış, sinirimi gün yüzüne çıkarmıştı. Fakat şu an bu durumda olmak işime gelmeyeceği için kendimi çok çabuk toparladım, konuştum. "Bugün evden çıkacak mısın?" Bir anda sordum, Pars'ın bakışları beni buldu. "Neden?" Hâliyle bunu sordu, omuz silktim. "Hiç, öylesine." Dediğimde tek kaşı kalktı, şüphelendi ama rahat görünmeye devam ettim. "Evdeyim." Dedi bir tek, evde olacağını duymak rahat bir nefes almama neden oldu. O evdeyken daha rahat kaçabileceğimi düşünüyorum çünkü. "İyi." Dedim ve saate baktım. Dokuz olmak üzereydi. Vardiya değişimine daha üç saat vardı ve ben şimdiden sabırsızlanmaya başlamıştım "Ben çok sıkıldım, biraz etrafı gezeceğim." Dedim ve ayağa kalktım. Pars hiçbir şey demezken kapıya doğru yürüdüm, evden çıktım. Bu evin dışında olsak bile bir deniz aracı olmadan kaçmak mümkün olmadığı için evden çıkışım onun için sorun olmuyordu. Acaba yüzerek kaçmak gibi bir delilik yapıp da Pars'ı şoka mı ugratsam? Kendi düşündüğüm şeye kendim güldüm ve kıyıdan ilerledim, evden uzaklaştım. Epey bir yürüdüm, vakit geçirdim. İki saate yakın oyalandım. İki saatin ardından yeniden döndüm eve. Döndüğümde Pars bahçede değildi, tam da istediğim gibi yani. Saate baktım, on biri birkaç dakika geçtiğini gördüm ve telaşlı adımlarla eve girdim. Eve girip de salondaki Pars'ı görünce rahat davrandım. "Ben geldim." Dedim bahçe kapısında dururken. Pars'ın bakışları bir anlığına beni buldu, yeniden telefonuna döndü. "Yoruldum, dinleneceğim. Odamda olurum, rahatsız etme beni." Dedim, Pars hiçbir şey demezken merdivenlere yürüdüm. Tam merdivenlere ulaşmışken durdum ve Pars'a baktım. Dikkatinin bende olmadığından emin olduktan hemen sonra koridorun sağına yöneldim. Ayakkabılarımın ses çıkarmamasına dikkat ederek o tarafa yürüdüm ve Pars beni görmeden görüş açısından çıktım. Evin diğer kapısından yeniden çıktım evden. Muhtemelen Pars odamda dinlendiğimi düşünürken ben gayet rahat bir tavırla bahçeden uzaklaştım, bir kez daha evden çıktım. Etrafa bakınıp kimse olmadığından emin olduktan hemen sonra ağaçların arkasına saklandım. Yarım saat kadar bekledim, yarım saatin ardından kıyıya bir tekne yaklaştı. Kaptan olduğunu tahmin ettiğim kişi indi. Teknenin yanından uzaklaşıp bir sigara yaktı. Ardından da telefonunu çıkardı ve sanırım birini aradı. O telefonla konuşmaya başlarken bana arkasının dönük olmasını fırsat bilip koşar adımlarla tekneye gittim, bindim. Kaptan yeniden tekneye binmeden koşarak ön tarafa geçtim. Oradan da mutfağa geçtim. Etrafa bakındım, ileride bir kapı gördüm ve açtım. Yatak odası olduğunu gördüğüm an dudaklarım yana kıvrıldı, içeriye girdim. Kapıyı sessizce kapattıktan hemen sonra duvarla bir olan gardıroba gittim, açtım. İçinde hiçbir şey olmayan gardıroba girdim, kapıyı da çektim ve rahat bir nefes aldım. "Gel de bul şimdi beni Pars efendi." Dedim, telefonum bile yanımda değildi. Beni takip edebileceği hiçbir şey yoktu. O beni koskacaman evde arayana kadar ben çoktan İstanbul'a ulaşmış olurdum. O İstanbul'a gelene kadar da Tan'ın yanında olurdum. On beş dakika kadar sonra teknenin hareket ettiğini hissettim, dudaklarım yana kıvrıldı. Kolumdaki saate bakıp on iki olduğunu gördüm. Hiç kimse burada olduğumu fark etmeden bitirdim yolculuğu ve saat 12:36'yı gösterirken geminin yeniden durduğunu anladım. Çünkü hareketlilik durmuştu. Yine de bir süre bekledim. Teknedeki sesler kesildiğinde saklandığım gardıroptan çıktım. Sessiz adımlarla kapıya doğru yürüdüm. Usulca kapıyı açıp mutfağa baktım. Kimse olmadığından emin olduktan sonra mutfağa geçtim ve koşar adımlarla mutfak kapısına gittim, dışarıya doğru baktım. Burada da hiç kimseyi göremeyince dışarıya çıktım. Hızlı adımlarla geminin arkasına doğru yürüdüm. Kaptanı marinada gördüm. Gemiden inmişti ve ileride yine sigara içiyordu. "Buraya dönmeden insem iyi olacak." Kendi kendime konuştum ve bir sakatlık çıkmasın diye fazlasıyla ağır hareketlerle gemiden indim. İner inmez etrafa bakındım. "Ay vallahi kaçtım." Dedim ve güldüm. Koşarak tek örgülerin diğer tarafına geçtim. Marinada park hâlinde duran arabaların arkasına geçtim ve kaptan beni fark etmeden koşar adımlarla o taraftan yürüdüm, kaptana görünmeden marinadan çıktım. Marinadan çıktıktan sonra ise var gücümle koşmaya başladım. İyi ki bugün topuklu ayakkabı giymemiştim de rahatlıkla koşuyordum. Koşarken de bir yandan keyifle gülüyordum. Neyse ki etrafta benden başka hiç kimse yoktu da bu manyak ne yapıyor diye tuhaf tuhaf bakan olmuyordu. Caddeye ulaşınca nefes nefese durdum. Hafifçe eğildim, ellerimi dizlerimin üzerine koydum, nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Birkaç dakika böyle yapıp kendimi daha iyi hissettikten sonra doğruldum ve taksi durdurmaya çalıştım. Önümden geçen dördüncü taksi sonunda durdu ve hızla bindim. "Nereye hanımefendi?" Diye sordu, ona Tan'ın barının adresini verdikten hemen sonra arkama yaslandım ve keyifle gülümsemeye devam ettim. O kadar çok keyifliydim ki Pars beni bulduğunda olacaklar zerre umurumda degildi. Aslında kaçmış olmaktan çok Pars'a karşı kazanabilmesi olmanın keyfini yaşıyordum. Çünkü iki gündür süren savaşın kazananı ben olmuştum ve skor belli olmuştu. Ayliz 1 Pars 0... Bölüm Sonu! Selammm:) nasılsınız? Neler yapıyorsunuz? Ayliz kaçmayı başardı :) şu kaçma sahnelerini yazmayı sevdiğim kadar hiçbir şeyi sevmiyorum shshahshh o anki heyecan resmen mükemmel oluyor. Sizce yeni bölümde neler olacak? Pars Ayliz'i bulduğunda neler olur dersiniz? Tahminlerinizi bekliyorum.♡ Bölümler kısa diye bir sürü yorum ve mesaj yazıyorum. Bölümlerin uzayacağından emin olabilirsiniz ama ilk 10 bölüm bu uzunlukta ilerleyecek, bunu bilmenizi isterim. Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.♡ Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz :) En sevdiğiniz sahne hangisi oldu bölümde? O zaman yeni bölümde görüşmek üzere diyelim, kendinize çok iyi bakın. Sevgiyle kalın.♡ Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan ⠀
|
0% |