Yeni Üyelik
41.
Bölüm

40.BÖLÜM "ÇARESİZLİĞE SÜRÜKLEYEN TEHDİTLER"

@gizzemasllan

Selam :)

Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.♡

Instagram: gizzemasllan

.

.

.

40. BÖLÜM "ÇARESİZLİĞE SÜRÜKLEYEN TEHDİTLER"

Hayatta bazen öyle anlar vardır ki her şeyin bittiğini, mahvolduğunu ve yaşananların asla geri dönüşü olmadığını hissederiz. O his yüzünden de öyle büyük bir çıkmaza gireriz ki o çıkmazdan kurtulmak için her şeyi yapmaya çalışırken hatalar ve yanlışlar da yaparız. İşte o zaman o çıkmazdan kurtulmak yerine orada biraz daha kaybolur, yolumuzu tamamen kapatırız.

Bu, bataklıktan kurtulmak için çırpınan birinin aslında çırpındıkça daha da dibe battığını fark etmemesi gibi bir şeydi.

Ve ben, şu an kendimi o bataklıkta gibi hissediyorum. Sanki sona gelmiş, en dibe batmış gibiydim.

Bu his, içimde giderek büyürken babam, aynı yerde durmaya, bize bakmaya devam etti. O sırada tüm olanları fark etmeyen Pars hâlâ beni öpmeye devam ediyordu. Ben ise şaşkınlıktan dolayı ona engel olup babamın geldiğini ve şu an bize baktığını bile söyleyemiyordum.

Fakat neyse ki o fark etmeden de olsa geri çekilip bu durumun daha fazla devam etmesine izin vermedi ve geri çekilir çekilmez "Ayliz," dedi, buna rağmen dönüp ona bakamadım, gözlerimi babamdan çekemedim. "N'oldu sana, niye bembeyaz oldu yüzün?" diye sordu, yine ona bakamazken "Nereye bakıyorsun sen?" diye sordu ve muhtemelen o da camdan duvara doğru baktı, gördüğüm şeyi o da gördü.

"Siktir!" dediği an zaten gördüğünden emin oldum, eşzamanlı olarak üzerimden kalktı, telaşla ayaklandı. Bu durumda uzanıyor olmak çok saçma gelmeye başladığında ben de ayağa kalktım.

Pars, herhangi bir şey yapmak yerine fazlasıyla gergin ve ne yapacağını bilmez bir tavırla yanımda durmaya devam ederken onun aksine duramadım ve hızla gözüme ilk çarpan şeyi, tekli koltuk üzerindeki eşofmanı, aldım ve giydim, hemen ardından da gidip camdan duvarın bir kısmını kaplayan kapıyı açtım, telaşla dışarıya çıkıp babamın karşısında durdum.

Buraya kadar büyük bir cesaretle çıkmış ve karşısına dikilmiş olsam da buradan sonrasında benim de ne yapacağıma, nasıl bir açıklama yapacağıma dair herhangi bir fikrim yoktu. Bu yüzden susup onun bir şeyler söylemesini bekledim ama susmaya yemin etmiş gibiydi, ağzını bıçak açmıyordu.

Bundan dolayı büyük bir sessizlik oluşurken gözlerini benden çekip arkama doğru baktı, ben de arkama döndüğümde Pars'ın da evden çıktığını gördüm. Fakat yanımıza gelmiyor, uzakta duruyordu ve yüz ifadesine bakılırsa çoktan kendini her şeye hazırlamış gibiydi.

Onu izlemek yerine babama döndüm, Pars'a bakarak bir adım attığını fark ettiğim an hızla önüne atıldım, ona yaklaşmasına izin vermedim. Bu yaptığımdan dolayı bakışları hemen beni bulurken kendimden emin durdum karşısında. Her şeyi söyleyebilirdi, kızabilir, bağırabilirdi ama fiziksel olarak ona herhangi bir şey yapmasına izin veremezdim.

Çünkü bu dünyada onun benim yüzümden en ufacık bir zarar görmesi, yaşanmasını isteyeceğim son şey bile değildi.

Önünde durmam, Pars'a yaklaşmaktan vazgeçmesine neden olurken "Baba," dedim ve ben ona yaklaşıp gözlerinin içine bakarak konuşmaya devam ettim. "Bak böyle öğrenmeni hiç istemezdim ama..." Devam edemedim, çünkü beni dinlemedi ve Pars'a çevirdi gözlerini, kendisi konuştu.

"Bunu nasıl yaparsın?" diye sorarken her şey sadece Pars yüzünden yaşanmış gibi davranıyordu.

Ben daha bunu düşünürken Pars, yanıma gelip benim gibi babamın karşısında durdu.

"Savcım..." dedi ama babam onun da devam etmesine izin vermedi.

"Kes sesini!" Öyle bir bağırdı ki irkilmeden edemedim. "İkinize da yazıklar olsun!" diye bağırmaya devam ettiğinde daha fazla dayanamayıp araya girdim.

"Biz yanlış hiçbir şey yapmadık," dediğimde gözleri hızla beni buldu, kendimden emin bir şekilde konuşmaya devam ettim. "Sana göre bu doğru olmayabilir ama bize göre doğru baba." Konuşacak gibi oldu ama yine kızacağını bildiğimden devam etmesine izin vermedim.

"Ben onu çok seviyorum." Tepkisiz kaldı karşımda. "Küçücük bir çocukken de çok seviyordum, şimdi de çok seviyorum, ileride daha da çok seveceğim." Gâlâ fazla tepkisizdi.

Ben de o an biraz daha cesur olmaya karar verip hemen yanımda duran Pars'ın elinden tuttum ve onun, bunu gözlerimin içine bakarak defalarca söylemesinden cesaret alıp "O da beni seviyor," dedim, işte bu cümlemle çattı kaşlarını.

"Biliyorum, bunun olmasını asla istemeyeceksin ve hiçbir zaman doğru da bulmayacaksın ama ne yaparsan yap bu gerçeği de değiştirip yok sayamazsın." Sessizliğini korumaya devam etti. "Ve sen de çok iyi biliyorsun ki kızsan da bağırsan da hiçbir şey değişmeyecek. Bu yüzden lütfen bunu yapma ve bizi anlamaya çalış," deyip sustum, ondan bir şeyler duymayı bekledim.

O ise bir şey söylemek yerine Pars'a baktı ve sanırım o da ondan bir şeyler duymayı bekledi. Ben de başımı çevirip Pars'a baktığımda umutla beni destekleyecek bir şeyler söylemesini bekledim. İçimden bir ses, olacakları onun sözleri değiştirecek diyordu. Bu yüzden benim için dudaklarından dökülecek her kelime çok önemli olacaktı.

Büyük bir umutla ona bakıp beni hayal kırıklığına uğratmamasını dilerken gözleri beni buldu. Bu kısacık bakışı, bana daha önce hiçbir şeyin vermediği kadar güven verirken yeşillerini babama çevirdi.

"Daha farklı bir şekilde öğrenmeni isterdim," dedi, derin bir nefes aldı ve devam etti konuşmasına. "Ama maalesef böyle öğrendin ve Ayliz'in söylediği her şey doğru," dedi, küçücük de olsa tebessüm ederken tereddüt etmeden konuşmaya devam etti.

"Kızını seviyorum, Savcım," dedi, yüzümdeki o küçük tebessüm büyüdü. "Ayliz'in dediği gibi; istemeyeceğini, engel olacağını. Hatta bundan sonra yüzüme bile bakmayacağını bile bile seviyorum," dedi, ondan duymayı beklediğim şeyleri söyledi ama yaşanmasını istediğim şeyler bunlar değildi. Babam, sadece ne kadar ciddi olduğumuzu bilsin diye ondan bunları duymayı bekliyordum.

"Her şey bizim için de çok yeni," dedim, babamın bakışları yeniden beni buldu. "Kafenin açılışının olduğu gün başladı her şey," dedim, artık bir şeyler söylesin istedim ama yine tek kelime etmedi. "Pars hemen o gece yanına gelmek, her şeyi sana anlatmak istedi, senden gizlemek hiç istemedi ama ben onu buna mecbur bıraktım," dedim, tek kaşı kalktı.

"Aranız bozulsun istemedim, her şey bizim için yeniyken aramızda bir sorun olsun da istemedim ve saklamaya karar verdim, onu da buna mecbur bıraktım," dedim, gerçekler bunlar olduğu için bunları söylerken hiç tereddüt etmemiştim.

"Baba, n'olur anla bizi," dedim yalvarırcasına ve gözlerim doldu. "Kızamadan, bağırıp çağırmadan anlamaya çalış bizi," derken resmen ona yalvarıyordum. "Ve n'olur, artık bir şey söyle," dediğimde gözlerini birleşik olan ellerimize çevirdi. Bu, Pars'ın elini daha da sıkı tutmama neden olurken onun da benden farklı yaptığı hiçbir şey yoktu.

"Ayliz," dedi babam, sonunda bir şeyler söyleyebildi ve devam etti. "Arabaya git bekle."

Afalladım, duymayı beklediğim son şey bile değildi ki bu.

Şaşkın gözlerim Pars'ı bulduğunda "Hadi," dedi babam. O sırada Pars, babanın dediğini yap dercesine bakıyordu gözlerime.

"Hayır," deyip hızla bakışlarımı babama çevirdim. "Hiçbir yere gitmiyorum! Ne konuşacaksınız benim yanımda konuşun." Babam, derin bir nefes aldı ve öyle bir baktı ki hemen dediğimi yap dercesine bir bakıştı bu ama bu bakış bile bu kez bana geri adım attırmadı.

"Ayliz," dedi o sırada Pars, ona baktım. "Hadi, babanın dediğini yap," dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım. "Hadi," diye ısrar etti, sanki şu an bunu yapmam en doğrusu gibi davranıyordu.

Yine de bundan emin olamayıp babama çevirdim bakışlarımı ve "Kavga etmeyeceksiniz ama değil mi?" diye sordum, babamın bakışları biraz daha sertleşirken tek kelime bile etmedi ve bana da gerçekten gitmekten başka seçenek kalmadı.

"Peki tamam, gidiyorum," deyip "Ama eğer kavga ederseniz yemin ederim ikinizi de asla affetmem," diye eklemeyi de ihmal etmedim, ardından da el mecbur Pars'ın elini bırakmak zorunda kaldım. Sonra da istemeye istemeye ayrıldım yanlarından, ileride duran babamın arabasına gittim.

Araba uzakta olduğundan ben de epeyce onlardan uzaklaşmış oldum ama arabaya binmedim, hemen arabanın yanında durup onları izlemeye koyuldum. Fakat yaptıkları bir şey yoktu, ikisi de susuyordu. Neyse, kavga etmelerinden iyidir diye içimden geçirirken babamın dudaklarının hareket ettiğini, bir şeyler söylediğini fark ettim.

Ne söylediğini delicesine merak ederken gerginlikten tırnaklarımı yemeye başladım. O esnada babam sustu, dikkatle Pars'a baktım. Babam sustuğuna göre onun bir şeyler söylemesi gerekiyordu ama fark ettiğim kadarıyla sustu, bir şey söylemedi. O söylemeyince babam konuşmaya devam etti, uzun uzun konuşup bir şeyler söyledi ve Pars dikkatle, bir o kadar da sessizce dinledi onu.

Babamın ne söylediğini daha çok merak etmeye başlarken Pars da sonunda bir şeyler söyledi, sonra bir anda bakışları beni buldu. Konuşmanın ortasında bana bakması gerilmeme neden olurken hemen onun ardından babamın da gözleri beni buldu, gerginliğim daha da arttı ve ne yapacağımı bilemedim. Hem şimdi ne diye bana bakıyorlardı ki?

Bu sorunun cevabını kendime veremezken ikisi de aynı anda bakışlarını benden çekti ve birbirlerine baktılar, konuşmaya devam eden Pars oldu. Babam da tıpkı onu, onun gibi büyük bir dikkatle dinlerken ikisinin de dudakları durdu, ikisi de konuşmayı bıraktılar. Bu, artık gerginliğimi arşa çıkarırken babam bir anda Pars'a arkasını döndü, onu orada öylece bırakıp bana doğru yürüdü. Bu neydi şimdi? Ne olmuştu?

Merakla babamı izlerken yanıma geldi ama yanımda durmadı, şoför tarafına doğru yürürken konuştu. "Bin arabaya, gidiyoruz."

Şaşkınca kalakaldım. "Gidiyoruz mu?" diye sorduğumda duraksadı ve bana baktı.

"Evet," dedi, sanki gitmek istemesem beni zorla götürecek gibi bir hâli vardı şu an. "Bin hadi arabaya," derken sesi uyarıcı çıkıyordu. Ona herhangi bir şey demek ya da sormak yerine Pars'a döndüm, aynı yerindeydi hâlâ ve dikkatle bize bakıyordu.

Ne yapmam doğruydu şu an? Babamla gitmem mi yoksa onun yanında kalmam mı? Pars hangisini yapmamı istiyordu bunu anlamıyorum ki.

"Ayliz!" derken babamın sesi çok sert çıktı ama buna rağmen gözlerimi Pars'tan çekemeyip ona bakmaya devam ettim. Fakat bu kadar bakmama rağmen ne yapmamı istediğini anlayamadım. Bu yüzden sanırım şu an bana en doğru gelen şeyi yapmaktan başka şansım yoktu.

Aldığım bu kararla yeniden babama döndüm, hâlâ arabaya binmemi bekler gibiydi. Her ne kadar vereceği tepkiden korksam da "Üzgünüm," dedim, kaşlarını çattı. "Onu burada böyle bırakıp gidemem."

Bakışları sertleşti. "Ayliz saçmalama! Bin şu arabaya."

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Binemem baba." Kararlı hâlim onu afallatırken yanına gittim. "Ben onu seni tahmin ettiğinden çok seviyorum." Konuşmak istedi ama engel oldum ona.

"Seninle geleceğim, merak etme ama onu burada böyle de bırakıp gidemem," dedim, anlamsızca baktı yüzüme. "Bekleyip beklememek sana kalmış bir şey," dedim, cevap vermesine de engel olmasına da fırsat vermeden ona arkamı döndüm, hızlı adımlarla Pars'ın yanına gittim.

Pars, yanına gidiyor olduğuma şaşırır gibi olurken yanına ulaştım, karşısında durdum. O sırada hâlâ araba sesi duymamış olmak babamın beni beklediğinden emin olmama neden olurken dönüp hiç ona bakmadım, Pars'ın gözlerinin içine bakmaya devam ettim.

"Şimdilik gitmem lazım," dedim, başını salladı. "Kızmazsın değil mi bana?" diye sorduğumda bana doğru bir adım attı, elini hafifçe kaldırdı, yüzüme dokunacak gibi oldu ama sanırım babamın bizi izlediği aklına geldi, yapamadı bunu.

Bu sanki sinirini bozar gibiyken bir adım daha atıp iyice yaklaştı bana ve "Kızmam," dedi, tebessüm ettim. "Gitmen daha doğru, babanı daha fazla kızdırmayalım."

Böyle düşünüyor olmasından dolayı rahat bir nefes aldım. "Özür dilerim," demeyi de ihmal etmedim.

Kaşlarını çattı. "Ne özrü?"

"Birlikte güzel zaman geçirecektik ama olmadı ve seni burada bırakıp gitmek zorundayım ya hani..." Devam etmeme izin vermedi.

"Bizim güzel zaman geçirmek için daha çok vaktimiz olacak." Gülümsedim. "Her şey yoluna girsin, telafi edeceğiz."

"Edeceğiz," diye onayladım onu, gözünün ucuyla babama bakıp yeniden gözlerini bana çevirdi.

"Hadi, babanı bekletme daha fazla," dediğinde istemsizce ben de babama baktım ve fazlasıyla öfkeli bir tavırla beni beklediğini gördüm, yeniden Pars'a baktım.

"Sonra görüşürüz o zaman."

"Görüşürüz," dedi, gitmeyi hiç istemezken birkaç adım geri gidip uzaklaştım ondan. Gitmeden önce ona sımsıkı sarılıp onu uzun uzun öpmeyi istesem de babam burada olduğundan bunu yapamadım ve birkaç adım daha geri gidip ondan uzaklaştım. Sonra da ona arkamı dönüp ağır adımlarla babamın yanına döndüm.

Arabaya ulaştığımda babam, bana dik dik bakıyordu. Bu bakışları hiç fark etmemiş gibi yapıp arabaya bindim. Biner binmez de Pars'a doğru baktım. Çoktan eve girmiş, camdan duvarın arkasından bize doğru bakıyordu. Her ne kadar gitmek zorunda olsam da onu burada bırakıp gitmek hiç içime sinmiyordu.

Ben hâlâ ona bakmaya devam ederken babam arabayı çalıştırdı ve uzaklaştık evin önünden. Pars görüş açımdan çıktığında babama odaklandım, yalnız kaldık artık bir şeyler söyler, bir yorum yapar diye bekledim ama yine ağzını bıçak açmadı ve buna daha fazla katlanamadım.

"Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum, gözünün ucuyla baktı bana ve sessiz kalıp yeniden gözlerini yola çevirdi, sessizliğini korudu.

Pes etmeyip "Gerçekten böyle mi yapacaksın?" diye sordum, gözleri yeniden beni buldu. "Susup hiçbir şey söylemeyince her şey çözülecek mi yani?" Gözlerini benden çekti yine ve yine sessiz kalıp yola baktı.

"Peki, tamam," dedim pes etmiş bir tavırla ve başımı çevirip camdan dışarıya baktım. "Sessiz kalalım, hiçbir şey konuşmayalım. Sorunlar da zaten böyle çözülür, değil mi?" diye sorarken alttan alttan lafımı çarpmış olmuştum ve bu inatla tüm yol tek kelime konuşmadım onunla.

Gelişimiz gibi dönüşümüz de yaklaşık iki saat sürmüştü ve ben, tüm yol boyunca bir yandan babamın bizi nasıl bulduğunu bir yandan da bundan sonra neler olacağını düşünüp durdum. Tabii bir yandan da ben onlardan uzaktayken neler konuştular, babam Pars'a ne dedi onu merak ediyordum. Umarım gururunu kıracak bir şey söylememiştir.

Eve ulaştığımızda ve arabadan inip eve girdiğimizde odama çıkmak yerine salonun ortasında ayakta durdum, beklemeye başladım. Sanırım her şeyi akışına bırakmak daha iyi olacak diye içimden geçirirken babam da eve girdi ve girer girmez tam beklediğim şeyi yaptı, yanıma geldi ve karşımda durup gözlerimin içine baktı. Geri adım atmaya hiç niyetim olmadığından kendimden emin bir şekilde durdum karşısında. Fark ettiğim kadarıyla şu an onu korkutan şey de tam olarak buydu zaten, kendimden bu kadar emin olmam.

"Ne oldu, nasıl bu hâle geldiniz, ne kadar oldu zerre kadar ilgilenmiyorum," dedi, dikkatle ve merakla onu dinlerken. "Neler olduğunun bir önemi yok zaten, neler olacağının önemi var."

"Neler olacak peki?" diye sorarak girdim araya.

"Hiçbir şey." Kaşlarımı çattım. Aldığım bu cevap benim için yeterli olmazken bunu fark etmiş olacak ki "Hiçbir şey olmayacak Ayliz," dedi bir kez daha ve ekledi. "Devam etmesini istemiyorum."

"Anlamadım?"

"Anlamayacak bir şey yok Ayliz, devam etmesini istemiyorum. Buna bir son vereceksiniz, bitecek, şimdi anlamışsındır umarım," dediğinde yine başımı olumsuz anlamda salladım.

"Anlamadım," dedim, bu kez kaşlarını çatan o oldu. "Anlamak istemiyorum çünkü," diye ekledim. "Hayatım boyunca da anlamayacağım!" dediğimde konuşacak gibi oldu ama engel oldum ona, konuşmasına izin vermedim.

"Ve ayrıca üzgünüm, bu konuda senin istediklerini değil, kendi istediklerini ön planda tutacağım." Bakışları sertleşti. "Özür dilerim baba ama sen istemiyorsun diye ondan vazgeçmem." Yüz ifadesi biraz daha sertleşti.

"Sen ne dersen de ne yaparsan yap ve ne söylersen söyle ben onu seviyorum. Hem de çok seviyorum, tahmin edemeyeceğin kadar çok." Aynı şekilde bakmaya devam ederken sessizliğini korudu.

"Bunu bilmiyormuş gibi yapma," deyip ona yaklaştım ve gözlerinin içine baktım. "En başından beri her şeyi sen de biliyordun," dediğimde şaşırır gibi oldu ama belli etmemeye de çalıştı. Fakat bu konuda çok da başarılı olamadı.

"Tıpkı onun gibi sen de en başından beri ona farklı şeyler hissettiğimi biliyordun ve en başından beri sen de bu hislerimi görmezden geldin. Hatta muhtemelen zamanında onun gidişini en çok da bu yüzden destekledin," dedim, hareket eden âdemelmasından yutkunduğunu fark ederken devam ettim konuşmaya.

"Tüm bunları bilmene rağmen beni korumak için onun yanına gönderdin, çok rahattın hatta bunu yaparken. Çünkü benim onu sevdiğimi bildiğin gibi onun da beni sevmediğini biliyordun. Hatta bundan o kadar emindin ki bir an bile olsun şüphe etmedin," dedim, söylediklerim doğru olduğundan sesini çıkarmamaya devam etti. Ben de bundan cesaret alıp konuşmaya devam ettim.

"Yanılmadın da baba." Tek kaşını kaldırdı. "Sevmiyordu beni, hem de hiç sevmiyordu. Yaşanılan o kadar şeyin sebebi de buydu, onun beni sevmemesi," dediğimde gözlerim doldu. "Ama artık seviyor, yıllardır sevdiğim adam beni seviyor artık," derken sesim titredi.

"Benim sevgim ikimize de yetti ve artık o da beni sevmeye başladı. İster inan ister inanma ya da ister kabul et ister etme ama o beni seviyor artık, çok seviyor ve o artık beni seviyorken ondan vazgeçemem."

"Sorun da bu zaten!" diye bağırdı bir anda, irkildim. "Seni sevmiyor, seni sevdiğini zannediyor. Senin ona bu takıntılı sevgin artık onun da..." Öfkeyle sözünü kestim.

"Takıntılı sevgi mi?" diye sordum, ilk defa ona karşı bu kadar öfkelenmiştim.

"Takıntılı sevgi!" dedi bağırarak ve devam etti. "Gerçekten ona âşık olduğunu mu zannediyorsun sen Ayliz? Önce dedim çocuktur unutur, gider ama sen abarttıkça abarttın! Ona ulaşamadıkça bunu hırsa çevirdin! Bu takıntılı hâlinle onu öyle bir boğdun ki en sonunda o da bir şeyler hissetmek zorundaymış gibi..." Bu konuşmanın sonunun çok saçma yere gittiğini fark edince devam etmesine izin vermedim.

"Bunları duymak istemiyorum!" dedim, buna rağmen konuşmaya devam edecek gibiyken engel oldum ona. "Sen onu benden daha iyi tanıyorsun ve bu söylediklerinin çok saçma olduğunu en az benim kadar sen de çok iyi biliyorsun! O salak bir adam değil, sırf ben onu seviyorum diye bana karşılık vermek zorunda hissedip de bunları yapacak bir adam da değil! Ki zaten öyle olsaydı bunu yıllar önce yapardı, tüm bunlar yıllar önce yaşanırdı ama o hep benden uzak durmayı tercih etti. Ne zamanki beni sevdiğinden emin oldu, o zaman bir şeylerin yaşanmasına izin verdi!"

"Ayliz..." diye araya girdi ama devam etmesine izin vermedim.

"Her şey bir yana o bana bunu yapmaz! Beni gerçekten sevmiyor olsaydı eğer bana sarılacak, hayatımda olacak, beni öpecek bir adam değil!" dedim, son söylediğim şey yüzünden rahatsız oldu ama bir şey demedi.

"Bunları sen de çok iyi biliyorsun ve lütfen sırf bizi birbirimizden uzaklaştırmak için böyle şeyler söyleyip aklımı karıştırmaya çalışma! Bu konuda asla başarılı olamazsın, çünkü ben de onu en az senin kadar iyi tanıyorum ve ne yapıp yapmayacağını çok iyi biliyorum!" dedim, bu saçma konuşmaya daha fazla devam etmek istemeyip yanından ayrıldım, uzaklaştım yanından ve odama çıkmak için merdivenlere doğru yürüdüm.

Babam, gitmeme engel olmak için herhangi bir şey söylemek yerine sessiz kalmaya devam ederken merdivenlerin önünde durdum, ona döndüm ve gözlerinin içine bakarak kendimden emin bir şekilde "Ondan vazgeçmeyeceğim, ayrılmayacağım ve senin de bunun için onu zorlamana, köşeye sıkıştırmana asla izin vermeyeceğim! Sakın bunları unutma!" deyip önüme döndüm ve üst kata çıktım, odama girdim.

Odaya girer girmez volta atmaya başladım. Pars neredeydi acaba? Bizden sonra dönmüş müydü yoksa hâlâ orada mıydı? Telefonum da yoktu ki, telaştan orada utmuştum. Nasıl ulaşacağım şimdi ona? Bu durum canımı sıkarken onu düşünmeye devam etmeden duramadım, ta ki aklıma babamın bizi nasıl bulduğu gelene kadar.

"Sahi bu adam bizi nasıl buldu ya?" diye sordum kendi kendime ve kaşlarımı çattım. Takip etmiş olabilir miydi beni? Yok canım, takip etmiş olsaydı en başından Pars'la oraya gittiğimizi görür, sabah olmasını beklemeden gelirdi yanımıza.

Bir türlü bizi nasıl bulduğuna dair aklıma mantıklı bir şey gelmezken düşünüp durmanın çok saçma olduğuna karar verip ayağa kalktım ve odadan çıktım. Salona inmeyi düşünürken buna gerek kalmadı, babamın zaten burada olduğunu görüp hızlı adımlarla yanına gittim.

"Sen bizi nasıl buldun?" diye sordum, en az benim kadar onun da bakışları ciddiydi.

"Savcıyım ben," dedi.

"Yani?"

"Yani mi? Savcıyım ben Ayliz, birinin nerede olduğunu bulmak benim için çok basit," dedi ve gayet rahat bir tavırla devam etti. "Telefon sinyalinden yerini tespit ettirmem beş dakikamı almadı."

Gözlerimi kıstım. "Mesleğini kişisel sorunların için kullandın yani?" dedim, dümdüz bir bakış attı, söylediğim şey pek de umurunda olmadı. "Bunu yaptığına gerçekten inanamıyorum!"

"Benim de inanamadığım şeyler var Ayliz," dedi ve devam etti. "Ayrıca oraya kadar gelip öyle bir manzarayla karşılaşacağımı bilseydim emin ol gelmezdim. Bilmemeyi isterdim."

"Ben de tam bu yüzden her şeyi saklamak istedim işte."

"Doğru ya bir de bu mevzu vardı!" diye çıkıştı, söylene söylene odasına yürüdü.

Arkasından bakarken "Pars'a ne söyledin?" diye sordum, durdu ve bana döndü. "Yani beni gönderdikten sonra onunla ne konuştun?"

"Sana aşağıda ne söylediysem ona da aynı şeyleri söyledim."

Nedense buna hiç şaşırmadım.

"O ne dedi peki?" diye sordum bu kez de merakla, bu soruma cevap vermek yerine uzun uzun gözlerimin içine baktı ve tek kelime etmeden önünde durduğu odasına girdi. Benim de anında dudaklarım yana kıvrıldı. Çünkü bu yaptığıyla cevabımı almış, Pars'ın geri adım atmadığını öğrenmiş olmuştum. Zaten geri adım atmış, söylediklerini benim aksime kabul etmiş olsaydı babam çoktan bunu kullanıp ondan ayrılmama neden olmak için bunu söylemiş olurdu.

Pars'ın verdiği cevabı tahmin yoluyla da olsa artık biliyor olmak, keyfimi yerine getirirken babamın odaya girmesini fırsat bilip koşarak salona indim, Şengül Hanım'ın yanına gidip telefonunu rica ettim. Kadın hiç sorun etmeden telefonu verince Doğan'ı aradım, Pars'ın numarasını istedim. Onda da onay alınca aramayı sonlandırıp bekledim. Çok geçmeden Pars'ın numarasını attığında hızla Pars'ı aradım ve açmasını umut ederek bekledim. Neyse ki umutlarım boşa çıkmadı, birkaç çalıştan sonra açtı telefonu.

"Alo?" derken sesi çok sert çıktı, muhtemelen yabancı bir numara olduğu içindi.

"Benim," dedim, sesimden tanımasını bekledim.

"Ayliz," dedi anında ve istediğim oldu.

"Telefonumu orada unutmuşum, seni merak edince Şengül Hanım'ın telefonundan aradım," diye açıkladım durumu.

"Telefonun bende, çıkmadan unuttuğunu fark edince aldım," dediğinde, onun da oradan ayrıldığını anladım.

"Sen neredesin?"

"Sizden hemen sonra çıkamadım, yoldayım bu yüzden daha," dedi, sesinin çok kötü çıktığını fark ettim.

"İyi misin, sesin pek iyi gelmiyor da," diye sorduğumda aslında iyi olmasa da iyiyim diyeceğini çok iyi biliyordum.

"İyiyim," dedi anında tam da tahmin ettiğim gibi.

"Emin misin?"

"Eminim Ayliz," dediğinde sormaya devam etmemem gerektiğini anladım ve daha fazla üzerine gitmek istemedim.

"Peki, kapatıyorum o zaman," dedim aradığımın aksine keyifsiz bir ses tonuyla.

"Baban bir şey dedi mi?" diye sorup kapatmama engel oldu.

"Dedi," dedim yalan söylemek yerine, yalan söylemeye gerek yoktu çünkü. "Ama öyle bağırıp çağırmadı."

"Ayliz," derken sesi endişeli çıkıyordu.

"Efendim?"

"Seni üzmesine izin verme," dediğinde hâlâ sesi endişeli çıkıyordu. "Eğer bir şey olursa, yani kavga falan ederseniz beni ara mutlaka ve eğer bir yere gidecek olursan evde seni bekliyor olacağım. Sakın başka bir yere gitme." Gözlerim doldu, beni babamdan bile bu denli korumaya başlamış olması bir an için kendimi çok garip hissetmeme neden olmuştu.

"Endişe etme," dedim güven verici bir ses tonuyla. "Kavga edeceğimizi sanmıyorum bu saatten sonra ama olur da edersek gidecek başka yerim yok zaten," dedim, bir şey söylemeyip sessiz kaldı.

"Sana kötü bir şey söylemedi değil mi?" diye sorarken benim sesim de çok kötü çıkmıştı.

"Söylemedi," dedi anında, babam da böyle bir şey söylemişti ama onun bu keyifsiz hâline bakılırsa ikisinin de söylemediği bir şeyler var gibiydi.

"Peki," dedim, bu konuyu da uzatmadım ve acaba artık kapatsam mı diye düşünürken söylediği şeyi duydum.

"Seni ne zaman göreceğim?" diye sorduğunda istemsizce dudaklarım yana kıvrıldı.

"Muhtemelen yarın sabah," dedim ve iç geçirdim. "Kafeye gitmek için evden çıktığımda."

"Anladım," derken bu çok da hoşuna gitmiyor gibiydi, tıpkı benim hoşuma gitmediği gibi...

Bu durum, keyfimi epey bir kaçırırken merdivenden gelen ayak seslerini duydum, babamın geldiğini anlayıp "Şimdi kapatmam lazım, sanırım babam geliyor. Sonra yine aramaya çalışırım, seni çok seviyorum," dedim ve cevap vermesini beklemeden telefonu kapattım. Sonra da hızla Şengül Hanım'ın yanına döndüm.

"Çok teşekkür ederim," dedim, kadın tebessüm ederken hızla mutfaktan çıktım. Mutfaktan çıktığım an babamla karşılaştım, bir şey söyleyecek mi diye beklerken beni görünce duraksadı ama sonra tek kelime bile etmedi, yanımdan geçip gitti.

"Sabırlı ol Ayliz, sabırlı," diye mırıldandım kendi kendime ve sakin kalmak için derin bir nefes alıp peşinden ben de salona gittim ve karşısına oturdum.

Ben otururken o arkasına yaslandı, kollarını göğsünün altında birleştirip gözlerini üzerime dikti. Başta bu bakışları görmezden gelmek istesem de pes etmeyip aynı şekilde bakmaya devam edince daha fazla tahammül edemedim.

"Sanki bir suç işlemişim gibi bakma lütfen," dedim, yine kaşlarını çattı.

"Bu suç işlememiş hâlin mi?"

"Birini sevmek suç değil!" diye çıkıştım.

"Evet değil ama yanlış birini sevmek suç!"

"Pars mı yanlış biri?"

"Senin için evet."

"Neyi yanlış peki? Onu da söyleyebilir misin?"

"Birbirinize denk değilsiniz." Bu cümle yüzünden anlamsızca baktım ona.

"Bu ne demek şimdi, hangi açıdan denk değilmişiz?"

"Her açıdan." Bu, benim için yeterli bir cevap olmazken bunu fark etmiş gibi devam etti. "Bir kere senden çok büyük."

Hızla "Sadece sekiz yaş," dedim anında ve devam ettim. "Hem ayrıca tek sorun bu mu baba ya? Kaçıncı yüzyıla geldik, yaş farkının ne önemi kaldı ya? Öyle bir söyledin ki ben çocukmuşum da o çok yaşlı biriymiş gibi konuşuyorsun!"

"Bunun ne gibi sorunlara yol açacağına dair herhangi bir fikrin yok değil mi?"

"Yok baba," dedim ve ekledim. "Çünkü sorun olacağını hiç düşünmüyorum, sen düşünüyor musun bilmiyorum ama..." Devam etmeme izin vermeyip sözümü kesti.

"Sen onunla hayatını geçirebilecek biri değilsin Ayliz, o da seninle hayatını geçiremez," derken bu söylediğinden fazlasıyla emin gibiydi ve kendinden bu kadar emin olması beni çok korkutuyordu.

"Nasıl bu kadar emin oluyorsun?"

"İkinizi de çok iyi tanıyorum çünkü," dedi ve devam etti. "Mesela sen eğlenmeyi seven birisin ama o sevmez." Ne yani ikinci sorun da bu muydu yani? Bu kadar küçük bir şey miydi? "O senin yaşındayken bile eğlenmeyi sevmezdi," derken hâlâ aramızda yüz yaş varmış gibi konuşuyordu ama artık bunu çok da taktığım söylenemezdi.

"Her şey bir yana, o senden çok işiyle ilgilenecek bir adam," dedi ama bu da benim için sorun değildi ki... Bana, ilişkimize yeterince vakit ayırdıktan sonra istediği kadar çalışabilirdi. Bunda ne gibi bir sorun olabilirdi ki?

"Bu büyük bir sorun değil," dedim, her şeyi küçümsüyor olmam onu sinirlendiriyor gibiydi.

"Ne dersem diyeyim aynı şeyi savunmaya devam edeceksin!"

"Ama baba gerçekten bu söylediklerin o kadar küçük, önemsiz şeyler ki..." Yine devam etmeme izin vermedi.

"Zamanla bunların aslında küçük ve önemsiz şeyler olmadığını sen de anlayacaksın Ayliz ve o zaman üzüleceksin," dedi, konuşmak istedim ama devam edip konuşmama engel oldu. "Bak Doğan olsa, hatta Erdem olsa bile bu kadar büyük bir tepki vermezdim ama Pars olmaz Ayliz, siz ikiniz birbirinizin dengi değilsiniz ve davul bile dengi dengine demişler." Bu sözler artık sinirimi bozmaya başlamıştı.

"Ama ne Doğan ne de Erdem değil, ben Pars'ı seviyorum ve sen bunu kabullenmek zorundasın. Denk olup olmamamız da umurumda değil, biz bu şekilde de anlaşabiliriz," deyip ayağa kalktım, babam pes etmiş bir tavırla önüne döndüğünde de yeniden mutfağa girdim. Fakat bu kez birini aramak için değil, bir şeyler yemek için girdim. Çünkü artık açlıktan bayılacak gibi hissediyordum.

Bir şeyler atıştırıp karnımı doyurduktan sonra mutfaktan ayrıldım ve yapacak hiçbir şey olmadığından odama çıktım, kendimi yatağa atıp sırtüstü uzandım ve tavanı izledim. Babamın karşısında kendimden emin dursam da bu işin çıkmaza girdiğinin farkındaydım. En kısa zamanda bir şekilde bir çözüm yolu bulmamız gerekiyordu.

"Of!" dedim yanaklarımı doldura doldura ve ayaklarımı yatağa vurdum. O sırada odanın kapısına vuruldu, doğruldum. "Gel," diye seslendiğimde kapı açıldı ve güvenliklerden birini gördüm.

Onun burada ne işi olduğunu anlamaya çalışırken "Ayliz Hanım," deyip odaya girdi. "Pars Bey telefonunuzu gönderdi," dediğinde ayağa kalktım, yanıma geldi telefonu verdi.

"Pars burada mı?" diye sordum heyecanla.

"Hayır, kapıdan telefonu bırakıp gitti, çok durmadı," dedi, başımı salladım. Neyse ki içeriye girmemişti.

"Peki, teşekkür ederim," dedim, adam gülümsedi ve odadan çıktı. O giderken ben de telefonu şarja takıp duşa girdim.

Güzel bir duşun ardından banyodan çıktığımda saat üç olmuştu. Bu yüzden çıkar çıkmaz telefonuma gittim, açtım ve ne bir arama ne de mesaj olmadığını gördüm. Pars muhtemelen ortalık yatışsın diye bekliyordur diye içimden geçirip ben de her şeyi zamana bıraktım.

O gün tüm gün böyle geçip gitti, Pars'la hiç konuşmadık. Ertesi sabah ise henüz daha çok erkenken uyandım, yataktan çıkıp kafeye gitmek için hazırlandım. Aslında amacım kafeye gitmekten çok Pars'ı görmekti. Bu yüzden hazırlanır hazırlanmaz hiç oyalanmadan odadan çıkıp salona indim, babamı kahvaltı ederken gördüm.

"Ben kafeye gidiyorum," dedim, kahvaltı bile etmeden çıkmak için kapıya döndüm.

"Gitmeni istemiyorum," diye seslendi arkamdan, olduğum yerde kalıp ona döndüm.

"Anlamadım?" dediğimde ayağa kalkıp yanıma geldi ve karşımda durup gözlerimin içine baktı.

"Kafeye değil, Pars'ın yanına gittiğini biliyorum."

Sıkıntıyla ofladım. "Yani?" diye sordum inkâr etmek yerine. İnkâr etmeye pek de gerek yoktu çünkü.

"Ayliz, bu böyle devam etmez, bak..." Devam etmesine izin vermedim.

"Bence de devam etmez baba," dedim ve omuz silktim. "Sen bu durumu kabullen, hatta bize destek ol ve tüm sorun çözülsün. Tüm bunların başka bir çözümü yok ne de olsa."

"Var," dedi anında ve ekledi. "Eğer bu saçmalığı devam ettirmek konusunda ısrarcı olursanız Pars'ı uzaklaştırmaktan başka çarem kalmayacak," dediği an şaşkınca kalakaldım karşısında.

"Ne?"

"Söylediğim şey gayet açık, eğer bunu yapmaya devam ederseniz..." Yine devam etmesine izin vermedim.

"Ne yani, sırf ayrılarım diye onu gönderecek misin?" diye sordum.

Bir an bile olsun tereddüt etmeden başını salladı. "Gönderirim," dedi kendinden emin bir şekilde. "Onu gitmek zorunda bırakmak birkaç günümü almaz," dedi, bu tek cümlesi beni büyük bir hayal kırıklığına uğrattı.

"Bunu yapamazsın.,"

"İkiniz için de en doğrusu olduktan sonra her şeyi yaparım." Gözlerim doldu. "Bu yüzden ya ondan kendi isteğinle uzak durursun Ayliz ya da onu buradan uzaklaştırmak zorunda kalırım." Dolan gözlerimden bir damla yaş akarken hiçbir şey diyemedim.

"Hadi şimdi geç salona, bugün bir yere gitmek yok."

Hızla gözümden akan o bir damla yaşı sildim. "Ben..." Yine devam etmeme izin vermedi.

"Eğer hemen şimdi onu göndermek için bir şeyler yapmamı istemiyorsan dediğimi yap," dedi, şaşkınca bakakaldım ona.

Sanki karşımdaki babam değildi, sanki bambaşka bir adam vardı karşımda.

Anlayışsız, merhametsiz, tehditkâr bir adam...

"Benim babam böyle bir adam değildi," dedim hayal kırıklığıyla... "Beni de en az benim kadar, hatta belki benden çok sevdiği adamı da böyle tehdit etmezdi. Böyle bir durumun içinde bırakmazdı bizi."

"Sizin gibi duygusal davranmıyorum, ileride neler yaşayacağımızı biliyorum ve yaşanacak şeylerin önünü kesmeye çalışıyorum."

Öfkeyle baktım gözlerinin içine.

"Biliyorum, şimdi bana kızıyorsun ama zamanla sen de bana hak vereceksin kızım. Sizin girdiğiniz bu yolun bir sonu yok, elbet bir yerde duracak ve birbirinizin elini bırakacaksınız. İşte o zaman hepimiz birbirimizin yüzüne bakamayacak bir noktaya geleceğiz, gerçekten bunun mu olmasını istiyorsun?"

"Öyle bir şey olmayacak," dedim kendimden emin bir tavırla. "Sen ne dersen de öyle bir şey hiçbir zaman olmayacak!"

"Şimdilik sana öyle geliyor," dedi, bu konuşmaya daha fazla devam etmek istemedim ama öylece hiçbir şey söylememiş gibi arkamı dönüp gidemedim de. Çünkü bunu yaparsam inat edip söylediği şeyi yapmak için uğraşacağını çok iyi biliyordum. Bu yüzden öfkeme yenik düşmemeli, önce bu konuyu Pars'la konuşmalıydım.

"Odamdayım," dedim bu yüzden ve ne istediğimi yapıp evden çıktım ne de istediğini yapıp salona geçtim.

Babam hiç değilse buna karışmayıp sesini çıkarmazken üst kata çıkıp odama girdim. Girer girmez de hemen olanları anlatmak için Pars'ı aradım ama telefonu kapalıydı.

"Her zaman telefonu açık olan adam telefonu kapatacak zaman buldu," diye söylenirken çantamı ve telefonumu yatağa atıp odanın içinde bir sağa bir sola gidip volta atmaya ve Pars'ın aramamı görüp beni aramasını beklemeye başladım.

Bu soruna bir an önce gerçekten bir çözüm bulmalıydık, bu kez zamana bırakmak her şeyi daha da mahvedecek gibiydi.

Bu düşünceler arasında epey bir zaman geçirdim, öğleni ettim ama Pars bir türlü aramak bilmedi. En sonunda dayanamayıp ben onu aradım ama hâlâ telefonu kapalıydı ve bu durum artık beni endişelendirmeye başlamıştı. Onun telefonunun bu kadar zaman kapalı olması pek de hayra alamet değildi, ya başına bir şey geldiyse?

İçime kötü bir his doğarken elimden beklemek dışında hiçbir şey gelmedi ve beklemeye devam ettim. Bu kez de beklerken akşamı ettim ama hâlâ Pars'tan ne bir arama ne de bir mesaj vardı ve bu artık onun için daha çok endişelenmeye başlamama neden olmuştu.

Ne yapacağımı bilemezken çaresizce telefonumu elime alıp ona telefonunun kapalı olduğunu, görmeyeceğini bile bile mesaj yazdım.

Ayliz: Çok merak ediyorum seni.

Ayliz: Ve özledim, çok özledim.

Bu iki mesajı yazıp gönderdikten sonra umutsuzca beklemeye başladım ve yine beklerken epey bir vakit geçirip saati akşamın dokuzu ettim. Tabii en sonunda odadan çıkmama kararıma rağmen açlığa yenik düşüp odadan çıktım, babama görünmeden mutfağa gidip bir şeyler yedim ve karnımı doyurduktan sonra yine babama görünmeden odama çıktım.

Odaya girdiğimde ise üzerimdekiler rahatsız etmeye başladı, pijamalarımı giyip yatağa girdim. Girerken telefonumu kontrol edip hâlâ bir haber olmadığını gördüm. Bu artık canımı sıkmaya başlarken çok başka şeyler düşünmeme de neden oluyordu. Mesela babamın benim gibi onu da başka bir şeyle tehdit etmesi ve onun da aklı karışık olduğu için benden uzak duruyor olması gibi...

Eğer ben babamın karşısında bizim için kendimden bu kadar emin dururken o bunu yapıyorsa işte o zaman yapmasına hiç gerek kalmazdı, çünkü onu affetmezdim.

Bu düşünceler, gözlerimin dolmasına neden olurken daha fazla böyle düşünüp canımı sıkmamak için uyumaya karar verip uzandım ve ışıkları kapatıp pikenin altına girdim. Bu şekilde her ne kadar uyumaya çalışsam da düşüncelerim buna fırsat vermedi ve yatağın içinde dönüp durdum saatlerce. Fakat neyse ki en sonunda bu dönüp durmadan yorgun düşüp uykuya dalar gibi oldum.

Buna rağmen düşünceler peşimi bırakmazken uykuya biraz daha daldığımı hissettim. İşte tam o an birinin elini yüzümde hissettim. Zorlukla daldığım uykudan çıkmam da zor olurken o el yanağımı okşadı ve içim sıcacık oldu.

"Ayliz," diye fısıldadı biri, uykulu hâlim sesin kime ait olduğunu anlamam için yeterli olmazken aynı ses bir kez daha "Ayliz," dedi ve ancak o an sesin kime ait olduğunu anlayabildim.

Onu tanımak, uyku falan bırakmazken hızla gözlerimi açtım ve karanlıkta parlayan yeşillerini gördüm. Nedenini anlayamadığım bir şekilde gözlerim dolarken "Pars," deyip hızla kollarımı boynuna doladım, başımı göğsüne koydum ve kendime engel olamayıp ağlamaya başladım.

"Ayliz," dedi şaşkınca, ağlamaya devam ettim. "Dur bir ağlama, n'oldu güzelim?" Büyük bir endişeyle sordu bunu, hızla geri çekildim ve gözlerine baktım.

"Vazgeçtin sandım," dedim, afalladı. "Gelmeyeceksin, görmeyeceğim seni sandım." Kaşlarını çattı. "Babam seni de tehdit etti, gelemezsin sandım," derken hâlâ ağlıyordum.

"Seni de derken?" diye sordu şaşkın bir tavırla ve ekledi. "Baban seni tehdit mi etti?"

Başımı salladım. "Evet," dedim, Pars akan gözyaşlarımı silerken de "Seni göndermekle tehdit etti," deyip bugün olan biteni eksiksiz bir şekilde anlattım ona, o da beni büyük bir dikkat ve en az bir o kadar da büyük bir şaşkınlıkla dinledi.

Konuşmam bittiğinde "Böyle işte, beni tehdit etti, kafeye gitmeme bile izin vermedi," dediğimde gözlerini kaçırıp derin bir nefes aldı, düşüncelere daldı.

"Sen neredeydin? Neden daha önce gelmedin? Neden telefonun kapalıydı tüm gün?"

"Türkiye'de değildim," dedi, şaşkınca kalakaldım. "Yunanistan'a gitmek zorunda kaldım, telefonumu yanıma alamazdım, almadım. Haber vermek için de fırsatım olmadı, döndüğümde de mesajlarını gördüm. Eve geçmeden buraya geldim," dedi, o an istemsizce babamın söylediği şeyi hatırladım.

"Her şey bir yana o, senden çok işiyle ilgilenecek bir adam."

O, bunu söyledikten sonra ben de bana vakit ayırdığı sürece bunun sorun olmayacağını düşünmüştüm ve şimdi o bana haber vermek için bile fırsatının olmadığını söylüyordu. Bu, kendimi garip hissetmeme neden olurken saçmaladığıma karar verdim. Bir kerelik olmuş bir şeyi sorun edecek değildim ya...

"Bir şey mi oldu?" diye sordu, gözlerim yeniden onu buldu.

"Hayır, şaşırdım sadece," demekle yetindim ve kendi içimde bu konuyu kapatıp "Her şey çıkmaza giriyor Pars, bir çözüm bulmamız lazım."

Sessiz kaldı.

"Dün bana saçma sapan bahaneler sundu. Yok sen benden büyükmüşsün, yok sen eğlenmeyi sevmezmişsin ama ben severmişim, sen çok çalışırmışsın ben sıkılırmışım, birbirimizin dengi değilmişiz, bir sonumuz yokmuş ve bir gün hepimiz birbirimizin yüzüne bile bakamayacak hâle gelirmişiz."

Bu söylediklerim yüzünden kaşlarını çattı.

"Bu yüzden birbirimizden uzak durup her şeyi başlamadan bitirmemiz gerekiyormuş" dediğimde derin bir iç çekti. Merakla ona bakıp herhangi bir şey söylemesini bekledim.

"Sen ona hak verdin mi peki?" diye sorduğu an kaşlarımı çattım.

"Tabii ki hayır," dedim bir an bile olsun düşünmeden. "Tüm bunlar saçmalıktan başka bir şey değil," diye ekledim ve gözlerinin içine baktım.

"Ben seni seviyorum," deyip ellerini tuttum. "Çok seviyorum," diye ekledim ve tebessüm ettim. "Bu, elini tutmam için bana göre yeterli bir sebep, başka hiçbir şey de umurumda değil zaten," dedikten sonra sormaya korkuyor olsam da o soruyu sordum ona.

"Senin için yeterli değil mi?" Bu sorumla uzun uzun baktı gözlerime ve bıraktı ellerimi. Fakat hemen ardından yüzümü avuçlarının arasına aldı.

"Seni seviyorum," dedi, gözlerim dolu dolu tebessüm ettim ona. "Çok seviyorum," diye ekledi tıpkı benim gibi. "Bu, elini tutmam için yeterli bir sebep," deyip yanağımdan öptü, gözlerim kapandı.

Dudaklarını benden uzaklaştırdıktan hemen sonra "Başka hiçbir şey de umurumda değil," dedi, gülümsemem büyürken gözlerimi yeniden açıp gözlerine baktım.

"Bana güveniyor musun?" diye sordu hiç beklemediğim bir anda.

Neden bunu sorduğunu anlayamazken düşünmeye gerek duymayıp "Güveniyorum," dedim.

"O zaman bir daha böyle bir şey için ağlama," dedi, bu benim için biraz zor olacak olsa da başımı sallayarak onayladım onu. "Ve yarın olmasını bekle."

"Yarın mı?"

"Yarın," diye tekrar etti. "Yarın çözeceğim her şeyi," dediğinde merak etmeden duramadım.

"Ne olacak ki yarın? Ne yapacaksın?"

"Boş ver, her şeyi çözeceğimi bil, yeter."

Korkmadan edemedim, bir delilik yapmazdı değil mi? Yok canım yapmazdı, hem delilik diyebileceğim ne yapabilirdi ki zaten?

Böyle düşünsem de korkmaya devam ettim "Korkmam gereken bir şey olmayacak değil mi?" diye sorup bundan emin olmak istedim.

"Olmayacak," dedi, yalan söylemeyeceğini düşünüp bu konuda kendimi rahatlattım ve tebessüm ettim.

"Bekleyelim o zaman yarını."

"Bekleyelim," dedi ve bir kez daha yanağımdan öptü. "Hadi bakalım, uyu şimdi."

Telaşla "Gidiyor musun?" diye sordum, gözünün ucuyla yatağıma baktı. Ben de o sırada saate baktım ve gecenin ikisi olduğunu görüp yeniden ona çevirdim bakışlarımı. Eşzamanlı olarak onun da gözleri beni buldu.

"Bence buraya ikimiz de sığarız," dediğinde burada kalacağını anlayıp kocama gülümsedim.

Muzip bir tavırla "Sarılırsak sığar gibiyiz," dedim, aynı muzip tavır onun da yüzünde belirdi.

"Ne yapalım? Sarılırız biz de o zaman mecbur," deyip ayakkabılarını çıkardı ve yatağa girdi. Hemen ardından da beni yanına çekti, kollarının arasına alıp sımsıkı sarıldı.

Başımı anında göğsüne koyarken ben de ona aynı şekilde sımsıkı sarıldım. O sırada "Benim de eve bu boyutlarda bir yatak alayım," dedi ve muzip bir ses tonuyla "Hep böyle sığmak zorunda kalalım," dediğinde kendime engel olamayıp güldüm, saçlarımdan öptü.

Dayanamayıp ben de başımı kaldırdım, dudaklarına minik bir buse bırakıp başımı yeniden göğsüne koydum ve "İyi geceler," dedim.

Elleri saçlarımda gezinirken o da "İyi geceler, güzelim," dedi, gözlerimi kapatıp kokusunu içime çektim ve bizi ayırmak isteyen babam, sadece karşı odamızda uyuyor olmasına rağmen sevdiğim adamın kollarının arasında uykuya daldım.

İçimden bir ses, yarın çok zor bir gün olacak diyordu.

***

Gözlerimi araladığımda çoktan gün doğmuş, hatta öğlen olmak üzereydi. Gece uyurken yine kafeye gitmeyeceğimi bildiğim için alarmı kurmamış, doğal olarak öğlene kadar uyumuştum ve şu an bir yandan kendimi çok dinç hissederken bir yandan da bu kadar uyuduğum için kendime kızıyordum.

Kollarımı başımın üstünde birleştirip vücudumu esnetirken bir anda dün gece olanlar, Pars'ın buraya gelişi aklıma geldi ve telaşla doğrulup yanıma baktım ve yatağın boş olduğunu gördüm. Muhtemelen benden çok erken bir saatte kalkmış ve babama görünmeden gitmişti. Görünmüş olsaydı zaten çoktan evde küçük bir kıyamet kopmuş olurdu.

Onun sessizce evden çıkmış olması beni rahatlatırken doğruldum ve kendimi banyoya atıp güzel bir duş aldım. Duştan sonra eşofmanlarımı giydim ve bu bile canımı sıktı. Çünkü çoktan hazırlanmış, evden çıkıp kafeye gitmiş olmalıydım ama babam yüzünden bunu bile yapamıyordum, çünkü Pars'la görüşeceğim diye kafeye bile gitmeme izin vermiyordu. Daha doğrusu izin vermiyor değil, tehditle gitmeme engel oluyordu.

Neyse ki Pars, bugün bu konuyu halledeceğini söylemişti. Umarım gerçekten de halledebilirdi.

Bu düşünceler arasındayken odadan çıktım, salona indim. Salona indiğimde babamı çalışırken buldum. Gözümün ucuyla yemek masasına bakıp hâlâ kahvaltının toplanmadığını gördüm. Gözlerimi ondan çekip yeniden babama baktığımda bakışlarımız kesişti. Gözleri üzerimde gezindi, eşofmanlarımı gördü ve istediğini yapıp evden çıkmayacağımı anladığı için fazlasıyla keyfi yerine geldi. Fakat onun bu hâli benim canımı sıktı, sinirimi bozdu.

Bu yüzden ona tek kelime etmeden gidip masaya oturdum. Kahvaltı yapmayı gerçekten sevmiyordum ama kahvaltı yapmadığım zaman tüm gün de bir şey yiyesim gelmiyordu. Bu yüzden her seferinde kendimi biraz da olsa zorlayıp bir şeyler yiyordum. Yine aynı şeyi yapıp kendimi zorlayıp bir şeyler yemeye çalışırken kapı çaldı. Bu saatte kim geldi diye düşünürken Şengül Hanım, mutfaktan çıkıp kapıyı açtı.

Kahvaltıya devam etmek yerine kapıya doğru baktım, o sırada Şengül Hanım kapının önünden çekildi, içeriye giren kişiyi gördüğün an şok oldum ve hızla ayağa kalktım.

Pars, o sırada ağır adımlarla içeriye girdi, babam da onu gördü ve hızla ayağa kalktı. Onlardan çok uzakta olduğumu fark edip kahvaltıyı bırakıp yanlarına gittim.

"Ne işin var sen in sabah sabah burada?" diye sordu babam fazlasıyla sert bir tavırla, gerginliğim daha da arttı.

"Konuşmak için geldim," dedi Pars, sanırım dün bana verdiği sözü tutmaya, her şeyi çözmeye gelmişti. Umarım her şeyi çözeceğim diye mahvetmezdi.

"Konuşacak hiçbir şey yok Pars, ben..." Pars, babamın devam etmesine izin vermedim.

"Ayliz'i tehdit etmişsin," dedi, afalladım. Bunu açıkça söylemesini beklemiyordum diye içimden geçirirken babamın bakışları bir anda beni buldu. Resmen Pars'a onu şikâyet etmiştim ve o da artık bunu biliyordu.

"Kızma boşuna Ayliz'e," dedi Pars, babam bakışlarını yeniden ona çevirdi.

"Ben buna tehdit demiyorum," dedi babam ve derin bir nefes aldı. "Tedbir diyorum, gelecekte olacakları tahmin ediyorum ve..." Pars yine babamın devam etmesine izin vermedi.

"Tedbir alınacak bir konu yok," dedi anında ve kendinden fazlasıyla emin bir şekilde. "Biz ne yaptığımızı gayet iyi biliyoruz.,"

Onun bu tavrı, babamı biraz daha sinirlendirirken bu sinir babamın pek de umurunda olmadı.

"Pars..." dedi babam ama Pars yine devam etmesine izin vermedi.

"Artık Ayliz'i tehdit edebileceğin bir konu yok," dedi, anlamsızca baktım ona. Bu ne demekti şimdi? Gözümün ucuyla babama baktığımda onun da hiçbir şey anlamadığını fark edip açıklamaya devam etsin diye gözlerimi Pars'a çevirdim.

"Beni buradan uzaklaştıramazsın, istediğin kadar uğraş ama artık bunu yapamazsın," dedi ve sıkıntıyla derin bir iç çekip "İstifa ettim," diye ekledi, neye uğradığımı şaşırdım.

"Ne?" derken istemsizce bağırmıştım.

"Ne yaptın sen?" diye soran babamın sesi de yüksek çıkmıştı.

"İstifa ettim," diye yineledi Pars. "Artık bir iş için birini göndermek istediğinde göndereceğin yerde ben değil, bir başkası olacak. Muhtemelen kısa azmanda yerime bir başkasını bulacaklardır." Tüm bunları o kadar rahat bir tavırla söylemişti ki sanki istifa etmek umurunda değilmiş, hayatında hiçbir şey değişmemiş gibi davranıyordu.

"Ne yaptığının farkında mısın sen? Böyle bir aptallık nasıl yaparsın?" Son soruyu sorarken gerçekten bağırmıştı bu kez babam.

"Aptallık değil," dedi Pars anında ve gözünün ucuyla bana baktı.

O an kendimi çok kötü hissettim. Benim için yapmıştı bunu, babam beni tehdit etmeye devam etmeye devam edemesin diye, bu yüzden daha fazla ağlamayayım diye.

Onun da dediği gibi; bu aptallık değil, fedakârlıktı.

"Neyse ne işte," dedi Pars daha fazla açıklama yerine ve ekledi. "Olan oldu, bitti her şey."

"Bitmesi gereken şey bu değildi," diye çıkıştı babam, tabii ona göre bitmesi gereken şey aramızdaki ilişkiydi ne de olsa. O ilişki babam için Pars'ın işinden daha değersiz, daha önemsiz, daha vazgeçilebilirdi ve şu an ima ettiği şey de tam olarak buydu.

"Bitmesi gereken şey, buydu Savcım," dedi Pars da ve bir kez daha derin bir nefes aldı.

"Bu zamana kadar benim için de kardeşlerim için de çok şey yaptın, eğer bugün bir şeyleri başarabiliyorsam bu bir tek senin sayende," dedi, babam sessiz kalırken gözlerinin içine bakıp konuşmaya devam etti.

"Benim sana hayat borcum var. Hem kendi hem de kardeşlerimin hayatını sana borçluyum ama kusura bakma, bu borcu kızına olan sevgimi feda ederek ödemeyeceğim," dedi, gözlerim dolarken hayranlıkla dinledim onu.

"Şimdi iste, şimdi canımı veririm sana ama o sevgiyi vermem," deyip gözünün ucuyla bana baktı yine ve dolu gözlerimi gördü. Bunun nedeninin şu an söylediği şeyler olduğunu kendisi de çok iyi biliyordu.

Gözlerini benden çekip yeniden babama baktığında "Kızından vazgeçmeyeceğim," dedi, babam bu söylediğine rağmen hâlâ sessizdi ve onu dikkatle dinlemeye devam ediyordu. "O istemediği sürece sen istiyorsun diye ondan uzak da durmayacağım," dedi kendinden emin bir tavırla. "Arkamı dönmeyeceğim, gitmeyeceğim ve onun yanında olmaya devam edeceğim," dedi, işte o an babam konuşacak gibi oldu ama Pars devam edip engel oldu ona.

"Bunun için de o sevgi dışında her şeyi feda etmeye hazırım, ilk feda etmem gereken de işim oldu ve ettim," dedi ve yeniden bana baktı.

"Ayliz," dedi gözlerimin içine bakarak ve eşzamanlı olarak bir adım atıp yaklaştı bana. "O kafenin senin için ne kadar önemli olduğunu biliyorum," dedi, gözlerim hâlâ doluydu. "Artık korkman gereken bir şey kalmadı, oraya gitmene engel olabilecek hiçbir şey yok," dedi, haklıydı da. Artık babam beni onu göndermekle tehdit edip de evde tutamazdı.

"İstediğin zaman işinin başına dönebilirsin," dediğinde ne söyleyeceğimi bilemeyip sessiz kaldım. O ise benim aksime konuşmaya devam etti. "Ve bir daha böyle bir şey için ağlamak yok, söz mü?" diye sorduğunda babamın da bakışları hızla beni buldu. Muhtemelen şu an Pars'la ne zaman konuştuğumuzu, benim tüm bunları ona ne zaman anlattığımı ve ne zaman ağladığımı düşünüyordu. Çünkü onun ne peşimden gelen telefondan ne de Pars'ın gece burada olduğundan haberi vardı.

Ona bir açıklama yapmak yerine anlamsızlığıyla onu baş başa bırakıp Pars'ın gözlerinin içine baktım yeniden ve "Söz," dedim, ıslak kirpiklerimi kuruladım. "Söz veriyorum bir daha böyle bir şey için ağlamayacağım," diye de ekleyip daha net oldum. O, bu aldığı cevaptan memnun olurken bakışlarını babama çevirdi.

"Ne zaman bu konuyu konuşmak istersen ben konuşmaya hazırım ama şunu da hiç unutma, bu konudaki tavrım hiç değişmeyecek," deyip ellerini cebine koydu. "Şimdi müsaadenle, gitmem lazım," dedi ve bir kez daha bana baktı.

"Nerede olacağımı biliyorsun," dediğinde yeni evinden bahsettiğini anlamam zor olmadı, başımı salladım.

Benden aldığı bu sessiz cevap onun için yeterli olurken başka hiçbir şey söylemedi ve evden ayrıldı, babamla yalnız kalmış olduk. Bu, tamamen ona odaklanmama neden olduğunda onun da bakışları beni buldu, sessiz kalıp bir şeyler söylemesini bekledim ve bunun için beni çok bekletmedi.

"Öyle atıp tutması kolay!" diye bağırdı bir anda, kaşlarımı çattım. Ne yani adam gerçekten istifa edip işi bıraktığı hâlde atıp tuttuğunu mu düşünüyordu? Bu adamın gözleri bize, olanlara karşı bu kadar mı kör olmuştu?

"Hayatı boyuna bunun için çalıştı o!" diye bağırdı, bu öfkesinin nedeninin Pars'ın benim hakkımda söyledikleri mi yoksa istifa etmiş olması mı anlayamadım.

"Bunun için eğitim aldı, yıllarını verdi bu işe! Hayatı botunca başka hiçbir şey yapmadı! En iyilerle çalıştı hep ve şimdi en iyisi oldu! Şimdi neymişte bırakıyormuş! Bok bırakır! En fazla dayanabileceği iki gün, iki gün sonra kendi isteğiyle dönecek geri!"

O bağırmaya devam ederken "Dönmeyeceğini biliyorsun baba," diye araya girdim, susmak zorunda kaldı. "Zorlanacak dediğin gibi belki ama yine de geri adım dönmeyecek," dedim, zaten şu an sanırım öfkesinin nedeni de bunu çok iyi biliyor olmasıydı.

"Hayatını mahvediyor!" diye bağırdı bu kez de, onun aksine çok rahat göründüm.

"Evet," deyip onayladım onu. "Ve onu buna sen mecbur bıraktın. Bu zamana kadar yaptığın her şeyi yıkıyorsun! Bana da ona da acı çektiriyorsun!" dedim, konuşmak istedi ama ondan tek kelime duymak istemediğim için buna izin vermedim.

"Umarım almaya çalıştığın tedbir, yıktığın şeylere değiyordur," dediğimde konuşmak için araladığı dudaklarını birbirine bastırdı, tek kelime etmedi.

"Artık beni bir şeyle tehdit edemezsin, bu yüzden ben de gidiyorum," dedim, afalladı. "İşe gidiyorum ve muhtemelen akşam döneceğim yer burası olmayacak," dedim, Pars'ın yanına gideceğimi ima etmiş oldum ve ona arkamı döndüm, kapıya doğru yürüdüm.

Gitmemem için herhangi bir şey söylemezken tam evden çıkacakken durdum ve yeniden ona baktım, hâlâ aynı yerde durduğunu, arkamdan baktığını fark ettim.

"Ayrıca," dedim, karşısında kendimden fazlasıyla emin ve dimdik durup "O bunu yapmasaydı ve sen gerçekten onu göndermeye kalksaydın ben de buradaki her şeyi bırakır ve onunla giderdim," dedim, bunu daha önce düşünmeye bile korkmuştum ama sanırım gerçekten de o öyle bir şey yapmış olsaydı onunla gitmeyi tercih ederdim. Fakat benim fedakârlık yapmama gerek kalmadan, fedakarlığı yapan o olmuştu.

"Çünkü ben de ondan asla vazgeçmem," deyip yeniden önüme döndüm ve evden çıktım. Çıkar çıkmaz temiz hava yüzüme çarptı, derin bir nefes alıp kendimi iyi hissetmeye çalışırken Pars'ın hâlâ bahçede olduğunu gördüm.

Bu, fazlasıyla işime gelirken koşarak yanına gittim. Ona yaklaşmak üzereyken beni fark etti, yanına ulaştım o sırada ve bir saniye bile oyalanmadan boynuna atılıp sımsıkı sarıldım ona.

"Seni çok seviyorum," derken daha da sıkı sarıldım, anında eli belimi bulurken tıpkı benim gibi o da sımsıkı sarıldı bana.

"Ben de güzelim," diye fısıldadı kulağıma ve "Ben de çok seviyorum seni," diye ekledi, hafifçe geri çekilip gözlerine baktım. Her ne kadar saklamaya, bastırmaya ve her şey yolundaymış gibi davranmaya çalışsa da canının sıkkın olduğu belliydi. Yeşillerine sinen o derin hüznü görmemek için kör olmak gerekiyordu.

"Özür dilerim," dedim gözlerinin içine bakarken. "Çok özür dilerim Pars, bunu benim yüzümden..." Devam etmeme izin vermedi.

"İçeride babana söylediklerimi sen de duydun," dedi, başımı salladım. "Onlar öylesine söylediğim sözler değildi Ayliz, hepsi gerçekti," dedi ve eli yüzümü buldu, yanağımı okşayıp içimi sıcacık etti. "Bu yüzden sakın özür dileme," dediğinde yine başımı salladım ve sessiz kalmayı tercih ettim.

"Ben şimdi gitsem iyi olacak," dediğinde dudaklarımı ısırdım, sanırım artık ben de onunla gitmek zorundaydım. "N'oldu, neden öyle bakıyorsun?"

"Benim de seninle gelmem gerekiyor sanırım."

"Sebep?"

"Sen çıktıktan sona babama beni tehdit edeceği bir şey kalmadığını, bu yüzden işe gittiğimi ve akşam döneceğim yerin burası olmayacağını söyledim," dediğimde açıkça bir şaşkınlık yaşadı. Muhtemelen benden böyle bir hamle beklemiyordu. "Bunları söyledikten sonra giremem yeniden eve."

"Tamam," dedi, neyse ki neden böyle bir şey yaptın diye kızmadı. "Benimle gel o zaman ama böyle mi?" diye sorarken gözleri üzerimde gezindi, istemsizce ben de başımı önüme eğip kendime baktım ve eşofmanlarımı gördüm. Bir an için bu tamamen aklımdan çıkmıştı.

Yeniden başımı kaldırıp ona baktığımda "Öyle bir posta koyup çıktıktan sonra üzerimi değiştirmek için yeniden eve girersem her şey boşa gidebilir," dedim, gülecek gibi oldu ama anında engel oldum ona. "Sakın gülme!" dediğimde sanki benden bunu duymayı bekliyormuş gibi anında ciddileşti.

"Muhtemelen babam şu an bir yerlerden bizi izliyordur, sakın gülme ki ne kadar ciddi olduğumuzu anlasın."

Yalandan öksürüp fazla ciddi bir tavırla "Gülmüyorum," dedi ve gözleriyle arabayı gösterdi. "Hadi bakalım, bin o zaman," dedi, tek kelime etmeden yanından geçip arabaya bindim. Biner binmez eve doğru baktım ve sahiden de babamın bizi izlediğini gördüm.

Umarım doğru yoldayızdır da bu yaptığımız işe yarar, yoksa sorun daha da büyüyecek gibiydi.

Ben bunu düşünürken Pars arabaya bindi, arabayı çalıştırdı ve bahçeden çıktık, çıkar çıkmaz da evin önünden uzaklaştık. Ancak o an "Dün her şeyi halledeceğim derken böyle bir şeyden bahsettiğini bilmiyordum," dedim, yeşilleri beni buldu.

"Bu işin tek çözüm yolu buydu," dedi ve yeniden yola odaklanıp "Çünkü gerçekten beni gönderebilirdi," diye ekledi.

"İşinden oldun ama," dedim, bu onu üzüyordu ve o da bunu bastırmaya çalışıyordu. Fakat bunu yapmasını, hislerini benden saklamasını istemediğim için onu üzen bu şeyi açıkça dile getirdim ama yine beklediğimi yapıp da hislerini benimle paylaşmadı.

"Bu da yoluna girer elbet bir gün," deyip geçiştirici bir cevap verdi, ben de daha fazla üzerine gidemedim.

"Önce bir yere uğrayalım," dediğinde gözleri yeniden beni buldu. "Üstüne başına bir şeyler alalım sonra da seni kafeye bırakayım." Sessizce başımı sallamakla yetindim, seninle kalmak istiyorum diye ısrar etmedim. Çünkü yalnız kalmak istediği her hâlinden belliydi. Hem belki yalnız kalırsa kendini daha iyi hissederdi, boş yere sıkboğaz etmeye gerek yoktu.

Bu konuşmadan sonra aramızdan pek fazla konuşma geçmezken önünden geçtiğimiz ilk mağazada durduk, birlikte mağazaya girdik. Denemeye gerek duymadan ayakkabı da dahil olmak üzere birkaç parça bir şey aldım ve maalesef parayı o ödemek zorunda kaldı, çünkü yanıma çanta almadığım için beş kuruş param da yoktu.

Bu yüzden ister istemez utanırken onun evine gittik. O eve girmek yerine kapıda beklemeyi tercih ettiğinden eve yalnız girdim, girer girmez de odalardan birine girip eşofmanlarımdan kurtuldum ve aldıklarımı giydim. Daha sonra saçlarımı elimle tarayıp düzelttim ve ayakkabılarımı giyip oyalanmadan yeniden evden ayrıldım, kapıda bekleyen Pars'ın yanına dönüp arabaya bindim.

"Hazırım," dediğimde arabayı çalıştırdı, evin önünden uzaklaştık.

Sessizce yol alırken merakıma yenik düşüp "Leyla evde değildi, gitmesine izin verdin herhalde," dedim.

"Amerika'ya döndü," dedi, şaşırıp kaldım. O kadar uğraştıktan sonra dönmesine neden engel olmadığını anlayamazken gözleri beni buldu. "Okulunda halletmesi gereken işleri varmış, gitmesine engel olsaydım muhtemelen zor durumda kalacak ve daha da öfkelenecekti," diye açıkladı ne düşündüğümü fark etmiş gibi, ona hak verdim.

"Peki bundan sonra ne olacak?" diye sorduğumda gözlerini yeniden yola çevirdi.

"Bekleyeceğim," dedi ve iç geçirdi. "Öfkesinin geçmesini ve kendi isteğiyle geri dönmesini," dedi, bu bana çok uzun sürecekmiş gibi geliyordu. Çünkü tanıdığım kadarıyla çok inatçı bir kızdı ve geri adım atması kolay olmayacak gibiydi.

Böyle düşünüyor olsam da bunu dile getirmedim, onun canını biraz daha sıkmak istemedim ve sessizleştim. Bu sessizlikle kafeye ulaştığımda aslında onu yalnız bırakmayı hiç istemiyordum, aklım onda kalacaktı çok iyi biliyorum ama onunla da kalamıyordum. Çünkü yalnız kalmayı istediği her hâlinden belliydi.

Pars kendini bırakıp inemediğimi fark etmiş olacak ki "Eve geçeceğim ben," dedi, başımı salladım. "Akşam işin bittiğinde seni almaya gelir ya da birini gönderirim."

"Peki," dedim, onun moralinin bu denli bozuk olması bana da yansımıştı ve şu an hüngür hüngür ağlamamak için kendimi çok zor tutuyordum. "Akşam görüşürüz o zaman," derken elimden geldiği kadar sesimin düzgün çıkmasına dikkat etmiştim.

"Gel," dedi bir anda ve beni hafifçe kendine çekip sımsıkı sarıldı, sanki hislerimi fark etmiş gibiydi.

"Üzülme," diye fısıldadı kulağıma, muhtemelen olanların beni üzdüğünü düşünüyordu. Oysa ben sadece o üzgün diye üzgündüm ve kendimi suçlamadan edemiyordum. "Her şey düzelecek zamanla."

"Söz mü?" diye sordum, o söz verirse er ya da geç o sözü mutlaka tutardı.

"Söz," dedi anında, tebessüm edip ve geri çekilip gözlerine baktım.

"Sen de üzülme o zaman," dedim. "Madem her şey düzelecek, sıkma canını."

"Üzgün değilim," dedi, inanmaz bakışlar attım. Bunu fark edince "Sadece her şeyin bu noktaya gelmesini istemezdim," diye açıkladı kendini.

"Düzelecek ama," dediğim onun az önce verdiği söze güvenerek, başını salladı.

"Düzelecek," dedi, o sırada telefonu çaldı. Bu yüzden benden uzaklaşmak zorunda kalıp telefonu çıkardı, gözüm bir anlığına ekrana kaydığında Vedat'ın aradığını gördüm ve Pars, telefonu açmak yerine sessize alıp cebine koydu.

Muhtemelen herkes istifa ettiğini öğrenmişti ve onlarla konuşmaktan kaçıyordu ya da benim yanımda konuşmak istemiyordu.

İkinci ihtimalin daha yüksek olduğunu varsayıp "Akşam görüşürüz o zaman," dedim bir kez daha, dikkatini yeniden bana verdi. Eşzamanlı olarak ona doğru eğilip iç çekerek yanağından öptüm. Daha sonra ise bir şey söylemesine fırsat vermeden arabadan indim, kafeye girdim.

Kafeye girdiğimde camdan duvardan ona doğru baktım, birkaç saniye durduktan sonra beklediğim şeyi yaptı ve kafenin önünden uzaklaştı, muhtemelen evine ya da Vedat'ın yanına gitti. O giderken ben de kapının girişinde durmayı anlamsız bulup kafenin içine doğru ilerledim, ilerideki Gökmen'in yanına gittim. Hesap işlerine boğulmuş olduğundan geldiğimi ancak karşısına oturduğumda fark ettim.

"Ooo," dedi beni görür görmez ve arkasına yaslandı. "Bizim kaçak gelmiş sonunda." Bunu sitem edercesine söylemişti ve sonuna kadar haklıydı.

"Kusura bakma," dedim fazlasıyla mahcup bir tavırla. "Ama ne olduğunu dair hiçbir fikrin yok, aramak..." Devam etmeme izin vermedi.

"Pars'la sevgili oldunuz, bunu herkesten sakladınız, sonra her ne oldu bilmiyorum ama birlikte tatile çıkma kararı aldınız, gittiniz de ama tatil yapamadan Agâh abiye yakalandınız. O da bu ilişkiye karşı çıktı ve muhtemelen dün bu yüzden buraya gelemedin, onunla görüşme diye seni bırakmadı," dediği an şaşkınca kalakaldım karşısında. Bu tüm bunları nasıl biliyordu?

"Hiç bakma bana öyle, her şeyi Doğan'dan öğrendim."

Kaşlarımı çattım, onun da bilmesi mantıklı değildi ki. "O nereden biliyormuş?"

"Hiçbir fikrim yok," dedi, sıkıntıyla oflayıp arkama yaslandım. Öğrenmelerinin pek bir önemi kalmamıştı zaten artık, nereden öğrendikleri de önemli değildi. Düşünmem gereken daha önemli sorunlarım vardı.

"Ne yapmayı düşünüyorsunuz?" diye sordu Gökmen, demek ki daha bu sabah olanları öğrenememişlerdir.

"Yaptık bile," dedim, şaşırdı ver merakla baktı bana, bu sabah olanları bir bir anlattım. Hayretler içinde dinledi beni ve konuşmam bittiğinde tek kelime dahi edemedi. Aslında olanların büyüklüğünü düşününce bu şaşkınlığa hak veriyordum.

"Şimdi Pars seninle devam edebilmek için babanı karşına aldı, yetmedi bir de işten istifa mı etti? Ben doğru mu anladım?"

Başımı salladım. "Aynen öyle," dedim, anlamsızca baktı yüzüme.

"Peki bu adam seni bu kadar seviyorsa neden daha önce o kadar şey yaşandı aranızda?" Haklı olarak sordu bunu ve ben ne diyeceğimi bilemeyip sustum. Oysa bu sorunun cevabı benim için çok netti; o zamanlar beni sevmemesi... Ya da yeni yeni bir şeyler hissetmeye başlaması ve bunu fark etmemiş olması... Onun sevgisi benimki gibi geçmişe dayanmıyordu ki, onun için her şey çok yeniydi.

"Ayliz?" diyen Gökmen'in sesiyle kendime geldim, gözlerim onu buldu.

Hâlâ benden cevap beklediğini fark edip cevap da vermek istemediğim için "Boş ver," deyip geçiştirmeye çalıştım onu. "Geçmiş, geçmişte kaldı ne de olsa," dediğimde yüzünde oluşan ifadeden konuşmak istemediğimi fark ettiğini anladım, amacım da tam olarak buydu zaten.

"Eee sen ne yapıyordun?" diye sorup konuyu tamamen değiştirdim.

"Hesap," dedi ve yanaklarını doldura doldura ofladı.

"İşler kötü mü ilerliyor?" diye sorarken içimde büyük bir korku yeşermişti bile...

"Kötü demeyelim de beklediğimizden yavaş ilerliyor diyelim," deyip işi biraz yumuşattı ve devam etti. "Hem de fazla yavaş."

"Ne kadar yavaş mesela?"

"Ay sonunda ödememiz gereken 4 taksitten sadece birinin yarısını karşılayacak kadar para kazandık henüz," dedi, hızla bugünün tarihini hatırlamaya çalıştım ve hatırladığım an küçük bir şok geçirdim. Çünkü ne yazık ki birkaç gün sonra ay sonuydu.

"İşte ben de her şeyin farkına vardığımda tam olarak böyle kaldım," deyip bir de dalga geçti, kaşlarımı çattım.

"Bir de dalga geçiyorsun," dedim, omuz silkti.

"Emin ol, şu durumda yapabileceğim başka hiçbir şey yok," deyip yeniden arkasına yaslandı.

"Bir çözüm bulmalıyız, o taksitleri bir şekilde..." Devam etmeme izin vermeden sözümü kesip araya girdi.

"Yine Pars'tan yardım istesek, en kısa zamanda ödeyeceğiz der..." Ben de onun devam etmesine izin vermedim.

"Mümkün değil," dedim, bu net tavrım onu afallattı. Aslında şu an arasam Pars'ı, durumu anlatsam, 10 dakika olmadan hesabımıza yeterli parayı gönderirdi ama bunu yapamazdım. Bu konuda yeterince ondan maddi yardım almıştım, daha fazlasını isteyemezdim.

Gökmen neden kabul etmediğimi anlamadığına dair bir bakış atarken "Zaten başımızı beladan kurtarmak için yapabileceği kadar yardım yaptı Gökmen, ayrıca buranın tadilat masraflarını da kendisi karşıladı. Ondan daha fazlasını isteyemeyiz," dediğimde sıkıntıyla ofladı, anladım dercesine başını salladı ve sessiz kaldı. Kabul etmemiş olmam işine gelmemiş gibiydi.

"Başka bir yol bulmalıyız," derken çoktan o yolu düşünmeye başlamıştım bile ama aklıma birinden borç almak dışında hiçbir şey gelmiyordu. Fakat o birinin kim olacağına dair de hiçbir fikrim yoktu.

Bu yüzden kara kara düşünmeye devam ederken kapı açıldı ve birkaç müşteri girdi içeriye, Gökmen hemen onlarla ilgilenmek için ayaklandı. Ben ise düşünmeye devam ettim. Babam artık maalesef bizim için bir ihtimal bile değildi. Vedat ve Bilge'den ise Gökmen kesinlikle yardım kabul etmiyordu. Hazal ise isteyeceğimiz parayı karşılayabilecek maddi bir güce sahip değildi ve bu hayatta geriye tanıdığım sadece kişi kalıyordu. Pars, Erdem, Doğan ve Ateş.

Pars'ı en baştan elemiştim zaten. Doğan ve Erdem de olmazdı, çünkü onlarsan istersem Pars'ın anında haberi olurdu. Bu kez de kendisinden değil de kardeşlerinden yardım istedim diye kızar, gereksiz yere olay çıkardı. Bu yüzden geriye bir tek Ateş kalıyordu ama onu da çok uzun zamandır hiç görmüyorum. O diğerleri gibi çok fazla gelip giden biri değildi, doğal olarak ben de onunla diğerleri kadar yakın değildi. Şimdi aniden para istemek için aramak olmazdı.

Herkese bir bahane bulmak, seçenekleri aklımda bir bir elememe neden olurken geriye hiç kimse kalmadığını fark ettim. Ciddi ciddi onlardan başka tanıdığım kimse yokmuş ki benim meğerse...

Bu düşünce fazlasıyla canımı sıkarken Gökmen siparişleri almış, mutfağa geçmişti bile ve o sırada kapı bir kez daha açılmış, iki müşteri daha girmişti içeriye. İşte ben de o zaman düşünmeyi bırakıp ayağa kalktım ve müşterilerle ilgilendim.

O gün böyle geçip gitti. Bir yandan müşterilerle ilgilenip bir yandan da nereden para bulacağımızı düşündük ve bu şekilde akşamı ettik. Akşam yine daha önceki günler gibi daha yoğun geçti ve son müşteri de gidene kadar kapatmadık kafeyi. Son müşteri kalkıp gidince kapattık ve yine gün sonu temizliğini hep beraber yapıp dağıldık.

Her ne kadar Gökmen beni bırakmak istese de Pars geleceği için kabul etmeyip onu gönderdim ama beklediğim şey olmadı, Pars gelmedi, onun yerine bir adamı geldi. Beni almaya neden gelmediğini, ne isi olduğunu bilemezken gelen arabaya binip evime gidemeyeceğim için onun evine gittim.

Eve ulaştığımızda beni getiren adama teşekkür edip arabadan inim, bahçeye girdim, tam kapıya doğru yürüyecekken adamlardan biri "Ayliz Hanım," dedi, durup ona baktım. "Pars Bey bahçede," dedi, tebessüm ettim ona ve yolumu değiştirip bahçede ilerledim.

Az sonra onu bahçede koltuklarında otururken gördüm. Bana arkası dönük olduğundan beni göremezken ağır adımlarla yanına yürüdüm. İyice ona yaklaştığımda sigara içtiğini fark ettim. Gözlerimi ondan çekip önündekilere baktım, alkol şişelerini ve boş kadehi gördüm.

Onu bu hâlde görmek boğazımın düğüm düğüm olmasına neden olurken birkaç adım daha atıp beni görebileceği bir yerde durdum. Zaten ancak o an beni fark etti, yanına oturdum. Gözlerim bir kez daha önündeki sehpanın üzerinde duranlarda gezindikten sonra onu buldu, bir de onu inceledim.

Bittik bir hâldeydi...

Bu hâli canımı biraz daha yakarken ne diyeceğimi de ne yapacağımı da bilemezken hiçbir şey demedim de yapmadım da ve öylece durup ona baktım.

"Neden," diye sorarken dili dolandı, hıçkırır gibi oldu ve kendini biraz olsun toparladıktan sonra "Bana öyle bakıyorsun?" diye sorarken birazdan sızıp kalacak gibiydi.

"Kaç saattir bu hâldesin?" diye sorduğumda dalga geçercesine bir de düşündü, göz devirdim. "Yaralısın sen Pars! Kendine bunu yaptığına inanamıyorum!" Parmaklarının arasındaki sigarayı dudaklarına sıkıştırdı ve dumanını içine çekti. Ardından da sigarayı yeniden dudaklarından uzaklaştırıp dumanını üfledi ve biten sigarayı kül tablasına bastırdı.

Bunu yaparken de "Ne varmış hâlimde?" diye sordu, kaşlarımı çattım. Tek kelime etmeden sadece baktım ona ama o bu bakışımdan bir şeyler anlayamayacak kadar sarhoştu.

Gözleri bir an kapanır gibi olsa da kendine engel olup ayık kalmayı başardı ama başını dik tutamayıp arkasına yaslandı, başını da koltuğun arkasına koyup gökyüzüne baktı. Merakla ona bakarken uzun uzun izledi gökyüzünü ve sessiz kaldı.

"Her şey benim yüzümden oldu," dedim, gözleri beni buldu ama cevap vermedi. "Benim yüzümden bunu yapmak zorunda kaldın ve mutsuzsun." Tek kaşını kaldırdı ama sessiz kalmaya devam etti.

O an aniden aldığım kararla "Babamla konuşacağım," dedim, kaşlarını çattı. "Bize bunları yaşatmaya hakkı yok! Hemen şimdi gidip konuşacağım onunla ve çözeceğim bu işi," dedim, ayağa kalktım ve eşzamanlı olarak kolumdan tutup engel oldu bana.

"Saçmalama Ayliz," dedi ve yanına çekti beni, yeniden yanına oturttu.

"Saçmalayan ben değilim, babam! Şu hâlimize bak ya bize bunu yapmaya..." Sözümü kesti.

"Sakin ol," dedi, kendisi şu an gerçekten de çok sakin ve rahattı. Sanki hayatı boyunca tırnaklarıyla kazıya kazıya ulaştığı yerden bir çırpıda vazgeçmemiş gibi rahattı ama aynı zamanda da bir o kadar da rahat değil gibiydi. Fark ettiğim kadarıyla aklı karışıktı ve nasıl davranacağını kendisi bile bilmiyor gibiydi. Beni de üzen durum zaten tam olarak buydu. Onun bu denli kendini kaybedip çıkmazda olması...

Sanki ben mutlu olacağım diye onu mutsuz ediyordum.

Tamam, ondan bunu yapmasını isteyen ben olmamıştım. Hatta bunu yapacağı aklımın ucundan dahi geçmemişti ama bu, tüm bunların benim yüzünden yaşanmadığı anlamına gelmiyordu. O, ben mutlu olayım diye kendini mutlu edecek şeyden vazgeçiyordu.

Bu, çok ağır bir yüktü benim için.

"Pars," dedim bu düşünceler arasında ve gözlerinin içine bakıp kendimden emin bir şekilde konuştum. "Yarın git ve istifanı geri çek," dedim, kaşlarını çattı. "Babamın açtığı savaşla başka bir şekilde savaşalım," dedim, anlamsız bakışlar attı.

"İsterse göndersin seni, eğer gitmek zorunda kalırsan ben seninle gelirim," dediğimde tek kaşını kaldırıp sessiz kaldı. Bugün bunu babama öyle laf olsun diye söylememiştim, çok ciddiydim ve bunu gerçekten yapabilirdim.

O fedakârlık yapıp mutsuz olacağına, ben yapardım. Çünkü ben onun yanında ne durumda, hangi konumda olduğumu umursamadan mutlu olabilirdim. Hem zaten ben burada yeniden başladığım hayatımda daha yolun başındaydım, bir başka yerde bir kez daha başlayabilirdim ama o yolda çok ilerlemişti.

Başa dönemeyecek kadar çok.

Dönerse yıkılacak kadar çok.

"Gidersem benimle gelirsin yani," dedi, hiç düşünmeden başımı salladım.

"Gelirim," dedim ve devam ettim. "Ben başka bir yerde her şeye en başından, seninle başlamaya hazırım Pars." Ben konuşurken de sustuğumda da gözlerimin içine uzun uzun baktı ama tek kelime etmedi. Ne evet deyip kabul etti ne de hayır deyip reddetti.

"Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum, tamamen bana döndü.

"Söyleyeceğim," dediğinde merakla gözlerinin içine bakıp umutla kabul etmesini bekledim.

Çünkü benim için her şeye en başından başlamak, onu üzgün görmekten çok daha kolaydı

"Ayliz," diye fısıldadı ismimi, umutla gözlerinin içine bakmaya devam ettim. "Seni seviyorum," deyiverdi bir anda, afalladım.

"Ne?" dedim, yüzünde keyifli bir ifade oluştu.

"Seni seviyorum," diye yineledi.

"Ben de seni seviyorum," dedim masumane bir tavırla ve "Ama cevap?" diye sordum, yüzündeki o keyifli ifade daha da arttı.

"Cevap bu işte," dedi, anlamsızca baktım ona. "Seni seviyorum," dedi bir kez daha ve aklımı iyice karıştırdı.

"Seni seviyorum demek, olumlu bir şey," dedim, merakla dinliyordu şu an beni. "Cevabın evet mi yani şimdi? Sonuçta evet de olumlu bir cevap oluyor," dedim, alaylı bir ifadeyle baktı gözlerime.

"Neden öyle bakıyorsun ya?" diye çıkıştım, derin bir nefes aldı.

"Bazen kafanın işleyiş şeklini çok merak ediyorum," deyince yine kaşlarımı çattım.

"İyi bir şey mi söyledin kötü bir şey mi?" diye sordum, yüzündeki o alaylı ifade giderek arttı.

"Sen iyi bir şey diye bil," dediğinde gözlerimi kısıp öldürücü bir bakış attım ona.

"Pislik!" deyip omzuna vurdum. "Sarhoş sarhoş bile laf sokuyorsun!" dediğimde yeniden arkasına yaslandı.

"En iyi yaptığım şeydir bu," dediğinde aynı öldürücü bakışları atmaya devam ediyordum. Oysa ona kızgın değildim, sadece öyle görünmeye çalışıyordum. Çünkü küçük konularda beni kızdırmak hoşuna gidiyordu ve hoşuna giden bir şeyi yapabildiğini fark edince az da olsa mutlu oluyordu.

Ve onu az da olsa mutlu edebilmek, beni bu dünyadaki en mutlu kadın yapıyordu.

"Bakma öyle," dedi ve kolunu omzuma atıp beni hafifçe kendine çekti. "Kızgın olmadığını biliyorum."

Kaşlarımı çatarken başımı göğsünden kaldırıp gözlerine baktım, kızgın gibi görünmek için ona ters bir cevap verecekken buna fırsat vermedi ve dudaklarını dudaklarıma bastırıp beni öptü, afalladım.

Ne yapacağımı bilmez bir şekilde öylece dururken eli belimi buldu ve beni kendine biraz daha çekti, daha sert öptü. Anında ellerim boynuna dolandı, ona karşılık verdim. Bunu yapmamla eşzamanlı olarak ani bir hareketle beni biraz daha kendine çekti, kendimi kucağında buldum.

Bu fazlasıyla heyecanlanmama neden olurken elimden geldiği kadar bunu belli etmeyip ona karşılık vermeye devam ettim. O sırada elleri yeniden belimi bulmuş, bir yandan beni öperken bir yandan sımsıkı sarılıyordu bana. Benim de ondan bir farkım yoktu.

Öpüşü nefesimi keserken kesilen nefesim de başımın dönmesine neden oluyordu. Tüm bunlara ek olarak göğüs kafesimi parçalayan o hislerle kalbim delicesine atıyordu ve bu hislerin etkileriyle ben de onu delicesine öpüyordum.

Nefes alamadığımı fark etmiş olacak ki dudaklarımdan ayrılıp nefes almama izin verdi. Aldığım ilk nefes ciğerlerimi doldururken onun dudaklarının arasından bıraktığı o titrek nefesi ben de dudaklarımda hissetmiştim. Buna rağmen yoğun alkol ve sigara kokusu beni hiç rahatsız etmemişti.

"Olanlar senin suçun değil," dedi bir anda, şu anın içinde duymayı beklediğim en son şey bile değildi. "Baban sana değil, bana kızgın. Senin değil, benim canımı yakmaya çalışıyor. Bu yüzden her şeyi yoluna sokmak için onunla mücadele etmesi gereken benim, çünkü bunu istiyor," dedi ve derin nefes aldı. Hâlâ kucağında olmam garibime gitmeye başlarken o bunu hiç sorun etmeden devam etti.

"Benim yapabileceklerimi görmek istiyor, belki de emin olmak istiyor her şeyden," dediğinde ancak sözlerine anlam vermeye başladım ve aslında çok da mantıklı olduğunu fark ettim.

"Bu yüzden kendini suçlamayı bırak ve sadece sabret," dediğinde hüzünle de olsa başımı sallayıp onayladım onu.

O, bana bu hayatta çok önemli bir şeyi öğretmişti; eğer bir şey ya da biri bizim için önemliyse onun için mücadele etmeye devam etmeliydik ve ne olursa olsun sonuna kadar savaşmalıydık. Diğerlerinin gözünde istediğimiz şeyin değerini ölçmek bu hayatta yapacağımız en büyük hataymış meğerse.

Bu yüzden birilerinin ne düşündüğünü ne dediklerini ya da ne diyeceklerini umursamadan devam etmeliydik hayatımıza. Ben bunu gerçekten de onun sayesinde öğrenmiştim. Ondan hiç vazgeçmemiş, ne yaşarsak yaşayalım gün sonunda ona olan sevgim hep diğer her şeyden daha baskın gelmişti ve şimdi o benimdi, benimleydi.

Aşkım için mücadele etmiş ve onu kazanmıştım. Şimdi ise mücadele etme sırası ondaydı. Eğer benimle olmaya, bu ilişkiye devam etmek istiyorsa babamla mücadele etmesi gerekiyordu. O mücadele içinde büyük küçük fark etmeksizin fedakarlıklar yapmak zorunda kalacaktı, çünkü anladığımız kadarıyla babam ondan bunu istiyordu ve buna engel olmak için elimizden hiçbir şey gelmiyordu, gelmeyecek gibiydi de. Bir süre her şey böyle devam etmek zorundaydı ve tüm bunlar olurken yanında olup elini tutmak dışında ona bir faydam dokunmazdı.

Çünkü bu benim değil, onun savaşıydı.

Fakat benden biraz daha şanslıydı, çünkü benim zamanında verdiğim mücadele onunkinden biraz daha büyüktü.

Ne de olsa benim karşımda Pars Atakan vardı...

Ben onun için onunla mücadele etmiştim, şimdi o bizim için babamla mücadele ediyordu.

Ben kazanmıştım ama onun savaşının sonucu hâlâ belirsizdi ve eğer kaybeder ya da pes ederse işte o zaman ben de onunla bir kez daha kaybetmiş olacaktım.

Bizi de kendimi de...

Hem de bir daha bulamamak üzere...

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum <3

Sizce Pars işten istifa ederek doğru mu yaptı?

Bundan sonra neler olacak dersiniz?

Pars, baban emin olmak istiyordur belki de derken haklı mıydı sizce?

Peki pes etmeden sonuna kadar devam edebilecek mi dersiniz?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, o zamana kadar kendinize çok iyi bakın, sevgiyle kalın<3

Alıntı ve duyurular için;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%