@gizzemasllan
|
Selam :) Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ Instagram: gizzemasllan . . . 41. BÖLÜM "MUTSUZLUKLAR VE ÖFKELER" Yatağın içine bağdaş kurmuş, gece sızıp kalan ve hâlâ ayılmayan Pars'ı izlerken gözümün ucuyla saate bakıp dokuz olduğunu gördüm. Benim tanıdığım Pars; sarhoş, hasta, yaralı fark etmeksizin sabah saat altıda uyanıp yediye kadar spor yapardı. Ardından güzel bir duş alır, yedi buçuk gibi kahvaltısını ederdi. Saat sekiz olduğunda ise işleri dışarıdaysa evden çıkar, işi evdeyse de işinin başına geçerdi. Fakat bu Pars, şu an saat dokuz olmasına rağmen hâlâ uyuyordu. Bu adam, depresyona girmiş olmasın? Bu düşünce beni korkuturken daha fazla dayanamayıp kolundan dürttüm ve eşzamanlı olarak "Pars," diye seslendim ama cevap vermedi. Bu yüzden daha sert dürtüp daha yüksek bir ses tonuyla "Pars," dedim, sonunda kirpiklerinin hareket ettiğini fark ettim ve sabırla kendine gelmesini bekledim. Fakat yine beklediğim şey olmadı, birkaç mırıltıdan sonra yeniden uykuya daldı. Yok, bu adam cidden normal değil, gerçekten depresyona girmiş. Sıkıntıyla oflarken kolunu tutup "Pars," diye seslenip daha kuvvetli dürttüm ve sonunda onu uyandırmayı başardım, gözlerini araladı. "Sonunda ya!" diye söylendim ve gözümün ucuyla saate bakıp yeniden ona döndüm. "Saat bilmem kaç olmuş hâlâ yatıyorsun ya!" dedim, ne diye beni uyandırdın dercesine yüzüme bakarken doğruldu ve arkasına yaslandı. "Saat kaç?" diye sordu bir de ve gözünün ucuyla saate bakıp kaç olduğunu gördü, gözleri yeniden beni buldu. "Erkenmiş daha." Kaşlarımı çattım. "Ya ne oldu sana? Biri ruhunu ele mi geçirdi ne oldu? Normalde karga bokunu yemeden uyanan adam, bu saatte uyanıyor ve bir de yetmezmiş gibi daha erken diyor!" "Karga bizi ilgilendirmez," dedi, anında bu konuşmanın daha önce aramızda farkı bir versiyonunda geçtiğini hatırlayıp gülerken Pars, gülüyor olmama anlam veremiyor gibiydi. "Daha önce de böyle söylemiştin, senin evinde kalırken," dedim, sanırım o anı hatırlamaya çalıştı ve yüz ifadesine bakılırsa da hatırladı ama hatırladığı şey, benim kadar onu güldürmedi. Sanırım aşırı büyük bir depresyon vakasıyla karşı karşıyaydım. Tamam, önce de öyle gülüp eğlenen biri değildi ama böyle de her şeye tepkisiz kalan bir adam da değildi ki... "Sen, iyi olduğuna emin misin?" diye sordum. Başını salladı. "Çok iyiyim," dedi. Depresyonun en büyük belirtisiydi işte bu; inkâr etmek! Sanırım onu biraz daha denemeye devam etmem gerekiyordu, durumunun ne denli kötü olduğunu bilmem gerekiyordu. "Bugün birlikte bir şeyler yapalım mı?" diye sordum, cevap vermezken de devam ettim. "Hadi o eve dönelim," dedim ve hevesli hevesli devam ettim. "Babam gelince oranın tadını çıkaramamıştık, hadi gidelim..." Devam etmeme izin vermedi. "Gideriz ama bugün değil," dedi. İşte depresyonun bir başka belirtisi de tam olarak buydu; hiçbir şey yapmak istememek! Ben, bu adamı depresyondan nasıl çıkaracağım ya? Böyle biri için de ne yapılır bilmiyorum ki... "Hem sen kafeye gitmeyecek misin?" diye sordu. Başımı salladım. "Gideceğim ama eğer sen birlikte bir şeyler yapmak istersen..." Devam etmeme izin vermedi. "Yok, işine bak sen, evde olacağım ben tüm gün," dedi, şaşkınca kalakaldım. İşte bu da depresyonun bir başka belirtisiydi; yalnız kalmak istemek! "Sen niye bana öyle tuhaf tuhaf bakıyorsun?" diye sorduğunda hızla kendimi toparladım. "Yo hiç de tuhaf bakmıyorum," dedim, emin misin dercesine tek kaşını kaldırıp dikkatle bana bakınca durumu toparlamak adına telaşla "Bakıyorsam da bakıyorum," deyip bir kedi misali kolunun altına girip sarıldım ona ve cilveli bir tavırla "Çok yakışıklısın ya, ondan bakıyorum," deyip kendimce durumu çok da güzel toparladım. "Sen de sabah sabah bir tuhaflık var," dediğinde başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Tuhaf değilim, asıl tuhaf olan sensin ya! Baksana şu hâline yataktan bile çıkmıyorsun!" Kaşlarını çattı. "Sorun bu mu yani?" diye sordu ve hiç beklemediğim bir anda ayaklandı. O ayağa kalkınca ben öyle bir başıma yatakta uzanıyor oldum. Bu garip gelince ben de hızla ayağa kalktım. "Al bak, kalktım işte ayağa," dedi, göz devirdim. "Devirme o gözlerini!" diye çıkıştı, omuz silktim. "Ayliz," dedi uyarıcı bir tavırla, bana doğru bir adım attı. "Kaşınma istersen," dediğinde bir kez daha omuz silktim. Eşzamanlı olarak üzerime gelmesiyle birlikte küçük bir çığlık atıp kapıya doğru koştum. Ayak seslerinden arkamdan geldiğini bilirken koşarak odadan çıktım, merdivenlere gittim. Merdivenlerin başında durup arkama baktım, Pars'ın odanın önünde durduğunu, ellerini arkasında birleştirip bana baktığını gördüm. Kaşlarını çatmış, yakalarsa beni öldürecek gibi bakıyordu. Onun bu hâli beni güldürürken "Kahvaltı için bekliyorum," deyip cevap vermesini beklemeden salona indim. Salona indiğimde kahvaltı masasına bakıp bomboş olduğunu gördüm. Neden kahvaltı hazır değil anlayamazken mutfağa gittim ve mutfakta kimsenin olmadığını gördüm. "Eee kimse yok burada," diye mırıldandım kendi kendime, o sırada arkamda birinin varlığını hissettim. Arkama döndüğümde Pars'ı gördüm. "Kim olmasını bekliyordun?" diye sordu, yine omuz silktim. "Ne bileyim kahvaltı hazırlayacak kimse yok mu?" diye sordum, dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Nasıl kahvaltı edeceğiz o zaman biz?" "Sen kahvaltı etmeyi sevmezsin ki zaten," dedi. "Evet, sevmem ama sen?" "Benim de yiyesim yok, sonra atıştırırım bir şeyler," dedi ve ayrıldı yanımdan, şaşkınca baktım arkasından. İşte depresyonun bir diğer ve en büyük belirtilerinden biri de buydu; iştahsızlık. Bu adam, ciddi anlamda depresyondaydı ve benim bir şeyler yapmam gerekiyordu ama aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Pars, salondaki koltuğa kendini bırakırken yanına gittim. Saate bakıp dokuz buçuk olduğunu gördüm, artık kafeye gitmem gerekiyordu ama onu da yalnız bırakmak hiç içimden gelmiyordu. Fakat bir yandan da yalnız kalmak istediğini biliyordum. Hem Gökmen'i bugün de yalnız bırakamazdım. "Ben hazırlanıp çıkayım o zaman," dedim, başını salladı. "Dün geceki adam bırakır seni, yolda da bir yere uğrayın, bir şeyler ye mutlaka," dedi, sessiz kalmayı tercih ettim. Beni işe bırakmak için bile evden çıkmak istemiyordu. "Peki," dedim ve yanından ayrıldım, yeniden üst kata çıktım. Dün aldığım birkaç parça kıyafet dışında hiçbir şeyim olmadığından yine aynı kotla aynı büstiyeri giymek zorunda kaldım ve bu hiç hoşuma gitmedi. Fakat başka seçeneğim olmadığından bu duruma çok da takılmadım ve saçlarımı tarayıp düzelttim, odadan ayrıldım. Yeniden salona inip de Pars'ın yanına indiğimde telefondaki bakışları beni buldu. Gözleri üzerimde gezinirken muhtemelen aynı şeyi giydiğimi düşündü ya da bunu fark bile etmedi ve yeşilleri gözlerimi buldu. "Gidiyor musun?" Başımı salladım. "Evet," dedim, ona yaklaştım ve eğilip yanağından öptüm. Geri çekildiğimde "Akşam görüşürüz," dedim. "Görüşürüz," dedi o da ama sesi o kadar kötü çıkıyordu ki aklım çok fena onda kalacak gibiydi. Onda daha keyifli bir tepki alamayacağımı anlayınca yanından ayrıldım, evden çıkmadan önce dönüp ona baktım ve koltukta öylece oturmaya devam ettiğini gördüm. Bir an önce babamla olan sorunu çözmemiz, Pars'ın da yeniden ve hızla işine geri dönmesi gerekiyordu. Yoksa bu koltukta çürüyüp gidecekti. Bu düşünceler arasında evden ayrıldım, kapıda beni bekleyen adamın yanına gittim ve onunla arabaya bindim, birlikte kafeye doğru yola çıktık. Kafeye ulaştığımızda adama teşekkür edip arabadan indim. O sırada aklıma gelen şeyle telefonumu cebimden çıkardım ve ne bir arama ne de mesaj olmadığını gördüm. Babam hiç mi merak etmiyordu beni? Gururu bu kadar mı önemliydi? İkimizi de gözden çıkaracak kadar? Bu çok sinir bozucuydu. Sıkıntıyla oflayıp kafeye girdim ve ilerideki Gökmen'in yanına gidip karşısına oturdum. Günaydın bile demedim, arkama yaslandım ve bir kez daha ofladım. Oflama sesimle Gökmen'in gözleri beni buldu. "Karadenizli falan da değilsin," dedi. Kaşlarımı çattım. "Ne alaka şimdi?" "Her gün gemilerin batıyor gibisin de," deyince göz devirdim. "Tamam tamam kızma hemen, bugün n'oldu?" Birine anlatma ihtiyacım olduğundan "Pars depresyona girdi," dedim, anında yüzünde alaylı bir ifade oluştu. Neden böyle bir tepki verdi anlayamazken yanaklarını ısırdığını fark ettim ve zaten çok geçmeden güçlü bir kahkaha attı, şaşkınca kaldım karşısında. Ben, ona bu kadar gülmesine neden olacak hiçbir şey söylememiştim ki... "Ne oldu, neye gülüyorsun?" Gülmesinin arasında zorlukla "Ne bileyim çok komik geldi bir an," dedi ve gülmeye devam etti. "Şimdi Pars'ı depresyon hırkası giymiş, bir battaniyenin altında çikolata yiyip film izlerken ve burnunu sile sile ağlarken düşündüm de çok komik geldi," deyip gülmeye başladı. Tamam, böyle düşününce sahiden komik geliyordu ama Pars, o hâlde değildi ki şu an. "Gülme ya," dedim moralim bozuk bir tavırla ve ofladım. "Öyle yapmıyor, hatta hiçbir şey yapmıyor. Öyle boş boş koltukta oturuyordu, bırakıp geldim," dedim. "Gelmeseydin," dedi az öncekinin aksine ciddi bir tavırla. "Yanında kalsaydın." "Sorun da tam olarak orada işte, beni de yanında istemiyor. Sürekli yalnız kalmaya çalışıyor, ben de üzerine gitmek istemiyorum." Anladım dercesine başını salladı, kollarımı göğsümün altında topladım. "Hmm durum bayağı ciddi diyorsun," dediğinde yine başımı salladım. "Aynen öyle." "O zaman sana güzel bir haber vereyim." Aniden konuyu değiştirip böyle bir şey söylemesi beni şaşırtırken meraklanmıştım da. "Neymiş o?" "Babanın pes etmesi çok yakın," dedi, heyecanlandım. "Biraz dişinizi sıkarsanız her şey yoluna girecek." "Nasıl bu kadar eminsin bundan?" "Dün sizin evin oradan geçiyorduk abimle, babanın yanına uğrak. Onun da morali bozuk, keyfi hiç yoktu. Sizin hakkınızda değil ama Pars'ın işi bırakması hakkında biraz konuştular. O olmadan yapamayacak gibiler," dedi, bunları duymak hoşuma giderken devam etti. "Her şey bir yana bu durumda olmaktan, sizinle arasının bozuk olmasından çok rahatsızdı. Yakında pes edip yumuşayacaktır." "İnşallah," dedim ve bir kez daha ofladım. "Yoksa Pars gerçekten daha kötü olacak. Adam işine âşıktı resmen, hayatı çalışmakla geçiyordu ve şimdi çok büyük bir boşluğa düştü. İlk günden yıkılmış gibiydi resmen," dedim, onun evdeki hâlini düşündüm ve canım biraz daha sıkıldı. Umarım hâlâ o koltukta boş boş oturmaya devam etmiyordur. Ben bunu düşünürken Gökmen, "Müşteri geldi," dedi ve telaşla ayağa kalktı, müşteriyle ilgilenmek için yanımdan ayrıldı. O giderken yeniden telefonumu çıkardım, Pars'ı arasam mı diye düşündüm ama sonra küçük bir çocuğu kontrol ediyormuşum gibi olacağı için hemen bundan vazgeçip telefonu sehpaya bıraktım, hem belki birkaç saate merak edip ilk o arardı. Aramaktan vazgeçsem de onu düşünmeye devam ettim. Her şey elbet bir gün yoluna girecekti ama o zamana kadar bir şeyler yapmak, ona iyi hissettirmek istiyordum. Fakat yapılacak herhangi bir şey de aklıma gelmiyordu. "Bakar mısınız?" diyerek birinin seslendiğini duyunca arkama dönüp genç kıza baktım, Gökmen'e seslendiğini gördüm. Gökmen, diğer müşterilerle ilgileniyor olduğundan hızla ben kalkıp kızın yanına gittim, siparişlerini aldım. Yine tüm günümüz müşterilerle ilgilenmekle geçti ve yine akşam daha kalabalık oldu. Sanki her akşam biraz daha kalabalık oluyor gibiydi ve bu bizim için çok iyi bir şeydi ama maalesef yine de kazancımız borçlarımızı kapatacak kadar çok değildi. Aslında bizi sadece bu ay başındaki taksitler zorlayacak gibiydi. Eğer onları bir şekilde halledebilirsek bir sonraki ay bizim için çok daha kolay olacaktı. Bir yandan bunları düşünüp kafamın içinde hesap kitap yaparken bir yandan da müşterilerle ilgilendim ve bu akşamı da tamamlamış olduk. Her zamanki gibi son müşteriler gittikten sonra kapattık kafeyi ve temizliği yaptık ama bu kez temizlik biter bitmez kafeden ayrılmak yerine bir masaya karşılıklı oturup hesap işlerine daldık. Gökmen epey bir hesap yapıp günlük giderleri çıkardıktan sonra "Eğer böyle devam edersek ay sonunda bir taksiti çıkarmış oluruz," dedi. "Peki diğer iki taksit?" "Onları çıkarmamız mümkün bile değil Ayliz, başka bir şekilde ödememiz lazım," dedi, sessiz kaldım. "Birinden borç almaktan başka şansımız yok ama borç alabileceğimiz biri de yok," dedim, ofladı. "Ben yarın birkaç arkadaşımı arayayım," dediği an kaşlarımı çattım. "Bana bak..." Ne söyleyeceğimi anlamış olacak ki devam etmeme bile izin vermedi. "Korkma, bu sefer gerçekten arkadaş," dedi ama ben yine de emin olamadım, en son arkadaşımdan borç aldım dediğinde tefecileri başımıza musallat etmişti çünkü. "Ne düşündüğünü biliyorum ama korkma, yine aynı hataya düşmem." "Umarım," dedim sadece, başka bir şey söylemek içimden gelmedi. "Hadi artık biz de çıkalım," dedi, başımı salladım ve ayaklandım. Birlikte kafeden çıktığımızda Pars'ın arabasının ileride beni beklediğini gördüm, tebessüm ettim ama bir yandan da neden böyle sessizce çıkmamı beklemek yerine geldim diye aramadı ya da içeriye gelmedi anlayamadım. "Seni de bırakayım diyeceğim ama seninki gelmiş," dedi Gökmen, gülümsedim ona. "Hadi iyi geceler," deyip yanımdan uzaklaşırken "İyi geceler," diye seslendim arkasından ve Pars'ın arabasına doğru yürüdüm. Arabanın yanına ulaştığımda ve içini gördüğümde gördüğüm kişiyle kalakaldım. O sırada adam da beni fark etti. "Ayliz Hanım," dedi ve hızla arabadan indi. "Pars nerede?" diye sordum, çünkü şu an Pars yerine şoförü duruyordu karşımda. "Evde, sizi almam için beni gönderdi," dedi, ofladım. "Tüm gün evden hiç çıkmadı mı?" Adam bunları soruyor olmama bir anlam veremiyor gibiydi ama sorumu da cevapsız bırakmadı. "Hiç çıkmadı." "Bahçeye falan da mı çıkmadı?" "Tüm gün sadece buraya gelmemi söylemek için evden çıktığında gördüm onu sadece, bahçeye bile çıkmamıştı." Aldığım bu cevap hiç hoşuma gitmezken sıkıntıyla ofladım. "Bir sorun mu var?" Endişeyle sordu bunu, dilimi damağıma çarpıtarak cıkladım. "Yoo hiçbir şey yok," dedim keyifsizce, adam yanında durduğumuz arabayı gösterdi. "Binmeyecek misiniz?" İşte bu soruyla aklıma mükemmel diyebileceğim bir fikir gelmişti. Onun bu hâlini kökünden çözecek tek bir şey vardı sanırım. "Ayliz Hanım," diye seslendi adam, düşüncelerimden sıyrılıp ona baktım. "Gelmiyor musunuz?" Dilimi damağıma çarpıtarak cıkladım. "Gelmiyorum," dedim, adam şaşkınca kaldı. "Sebep?" "Sebebi yok, gelmiyorum," dedim, adam ne yapacağını bilemedi. "Nereye gideceksiniz oraya bırakayım o zaman sizi hiç değilse," dedi çaresizce. Yine dilimi damağıma çarpıtarak cıkladım. "Yok, kendim giderim," dedim, elini ensesine attı. "Ben ne yapayım peki?" "Eve dön," dedim anında ve devam etti. "Pars'a git de ki gelmiyormuş." Gergince güldü ve dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Mümkün değil," dedi, kaşlarımı çattım. "Öldürür beni," dediğinde güldüm. "Yalnız gülmeyin, gerçekten öldürür." "Hiçbir şey yapamaz," dedim, "Gelmedi, ben de zorla getiremezdim diyeceksin ve konu kapanacak." Yüzünde alaylı bir ifade oluştu. Konunu böyle kapanmayacağını en az benim kadar o da çok iyi biliyordu. "Ayliz Hanım, yapmayın," dedi çaresizce, koluna dokundum. "Emin ol, hiçbir şey olmayacak, hadi git," dedim ama hiç de gitmeye niyeti yok gibiydi. "Hadi!" dedim ama karşımda durmaya devam etti. Bu yüzden onu beklemedim, yanından ayrıldım ve kafeye döndüm. Muhtemelen adam arkamdan bakarken kafenin kilitlemiş olduğumuz kapılarını yeniden açtım, içeriye girdim ve kapıları kapattım. Gidip hemen ışıkları açmak yerine olduğum yerde durup dışarıya bakmaya devam ettim. Çok geçmeden adam ona başka çare bırakmadığım için arabasına binmek ve uzaklaşmak zorunda kaldı. Pars'a haber gideceğinden emin olur olmaz telefonumu çıkardım, yakınlardaki bir restorandan yiyecek bir şeyler sipariş ettim. Ödemeyi de telefonumda kayıtlı olan kartımdan yaptım. Bu sayede yemek işini halledip hızla kafedeki malzemelerle güzel bir masa hazırladım. Ben masa hazırlayana kadar zaten restoran yakın olduğu için yemekler gelmiş ve geriye Pars'ın gelmesini beklemek kalmıştı. Sabırla beklerken bir yirmi beş-otuz dakika geçirdim ve daha fazla oyalanmadan soğuk yemekleri ısıttım. Hemen ardından da tabaklara koydum ve tekrardan beklemeye koyuldum. Adam eve ulaşmıştır şimdiye ve Pars'a çoktan gelmediğimi söylemiştir. O da bu haberi alır almaz buraya gelecekti muhtemelen ve bunu yaparken evden çıkmak zorunda kalacak, pek dışarıda sayılmayacak olsa da dışarıdaki ilk akşam yemeğimizi yemiş olacaktık. Belki biraz kızardı ilk başta kendisini kandırdığım için ama eminim gerçeği anladığında kızgınlığı yok olacak, hatta belki keyfi biraz olsun yerine gelecek ve aklı dağılacaktı. Belki o zaman kendini de daha iyi hissederdi. Zaten şimdilik elimden onun için başka hiçbir şey gelmezdi. Bir yandan bunları düşünüp bir yandan sabırla beklemeye devam ederken sonunda beklediğim şey oldu ve kapıya arabası durdu. Dışarıya çıkmak yerine camdan duvarın arkasından, karanlıktan, arabaya bakarken arabadan inenin şoförü değil de kendisi olmasını umut ettim ve sonunda umut ettiğim şey oldu, arabadan inen kendisi oldu. Onu gördüğüm an gülümsedim, kapıya doğru yürüdüğünü fark edince ben de kapıya doğru yürüdüm ve kapıdan biraz uzakta durup bekledim. Çok geçmeden kapı hızla açıldı ve kendisi göründü. Büyük bir heyecan ve hevesle "Sürpriz!" diye bağırdım ve güldüm. Bu yaptığım yüzünden kapının yanında şaşkınca kalırken yanına gittim. Önce şaşkına birkaç saniye bana baktıktan sonra gözlerini benden çekti ve ileriye doğru baktı, hazırladığım masayı gördü ve gözlerini yeniden bana çevirdi. "Ne oluyor?" Omuz silkip "Sana sürpriz yaptım," dedim ve olumlu bir tepki vermesini umut ederek "Birlikte yemek yeriz diye düşündüm," deyip sustum ve ondan bir şeyler duymayı bekledim ama ağzını açıp da tek kelime etmedi, dümdüz bir ifadeyle baktı yüzüme. Onun bu tavrı, hevesimin kaçmasına neden olurken sessiz kalmaya devam ettim. "Bu yüzden mi gelmedin?" diye sordu, başımı sallamakla yetindim. Pars aldığı cevapla derin bir nefes alırken benim gibi o da sessiz kaldı ama ben dayanamayıp bu sessizliği bozdum. "Kızdın mı?" diye sorduğumda sessiz kalmaya devam etti. "Küçük bir şeydi ama belki biraz olsun kendini iyi hissedersin diye düşünmüştüm," dediğimde bana doğru birkaç adım attı. Aramızdaki mesafeyi kapattığında tam karşımda durup gözlerimin içine baktı. Umarım çok kızmaz diye içimden geçirirken "Kızmadım," dedi, fark ettirmeden de olsa rahat bir nefes aldım ve sessiz kalmayı tercih edip. "Sadece..." dedi o esnada ama devam etmedi. Ne söyleyeceğini, daha doğrusu ne söyleyemediğini delicesine merak ederken "Neyse, boş ver," deyip konuyu kapatan kendisi oldu. Ben de ona ayak uydurmaya karar verip "Hem sana güzel haberlerim var," dedim, meraklanır gibi oldu. "Bugün Gökmen anlattı bana da, babam pek iyi değilmiş, pes etmek üzereymiş. Eğer biraz daha sabrederseniz geri adım atacak olan o olacak diyor. Ben de..." Aniden yüzüme dokundu, yüzümü avuçlarının arasına aldı ve devam etmeme izin vermedi. "Konuşmayalım şimdi bunları," dedi, bu konu ne zaman açılsa canı biraz daha sıkılıyordu zaten. "Canımız sıkılması." Anlayışla başımı salladım. "Peki," dedim ve bir kez daha hızla değiştirdim konuyu. "Yemekler soğumasın, zaten bir kez ısıttım. Hadi bir şeyler yiyelim," dedim, o da başını salladığında elini tuttum ve hazırladığım masaya götürdüm onu, karşılıklı oturduk. "Sen mi hazırladın bunları?" diye sordu, güldüm. "Masayı evet," dedim, yüzünde alaylı bir ifade oluşurken de "Ama yemekler dışarıdan tabii ki," diye ekledim. "Senden olsaydı zaten bir tur da senin yüzünden tadilat yapılırdı buraya. Yakmış olurdun çünkü muhtemelen." Gözlerimi kısıp imalı bir bakış attım ona. "Benimle bu konu yüzünden dalga geçmeyi tam olarak ne zaman bırakmayı düşünüyorsun?" "Muhtemelen hiçbir zaman," dediğinde aynı bakışları atmaya devam ettim ona ama bu, pek de umurunda değil gibiydi. Her ne kadar ciddi durmaya çalışsam da buna en fazla birkaç saniye dayanabildim ve gülmeye başladım. Gülmem, hoşuna gider gibiyken arkasına yaslandı. "Yalnız gülüyorsun ama bu yaptığının hesabını eve gidince soracağım." Gülmem, anında durdu. "Ne hesabı ya? Ne yaptım ben?" Yine güldüm ve gülerken de omuz silktim. "Asla evden çıkıp da bir yere gitmezdin yoksa, başka şansım yoktu," dedim, konuşacak gibi oldu ama devam edip engel oldum ona. "Hiç boşuna yalan söyleme, tüm gün evden bir dakika bile dışarıya çıkmadığını biliyorum." "İşim olsaydı çıkardım, işim yokken niye çıkayım ki?" diye sordu, aslında bu açıdan düşününce haklı gibiydi. "Ama..." dedim devam etmeme izin vermedi. "Ayliz," dedi fazla sakin bir ses tonuyla ve "Güzelim," diye ekledi, içim yumuşacık oldu. "Bu olanlar canımı sıkıyor diyemem, sıkıyor. Her şey başka türlü olsun, devam etsin de isterdim ama böyle oldu," dedi, şimdi neden bunları anlatıyor anlayamazken "Fakat emin ol, öyle tahmin ettiğin kadar da üzgün değilim," dedi, şaşırdım. "Her şeyin bir gün elbet yoluna gireceğini biliyorum zaten ve bunu bilirken öyle senin düşündüğün gibi kendimi paralayacak kadar üzülmüyorum." "O zaman neden sabah öyle moralin bozuktu?" Cevap vermedi. "Bak cevap bile..." dememe kalmadan araya girdi. "Leyla canımı sıkmıştı," dedi anında, kaşlarımı çattım. "Ama yakında o da çözülecek," diye ekledi, sessiz kaldım ama doğru söyleyip söylemediğinden emin olamadım. Kız burada bile değildi, ne yapmış da canını sıkmış olabilirdi ki? "Başka soracağın soru kalmadıysa başlayacağım artık," deyip yemekleri gösterdiğinde dayanamayıp güldüm. "Afiyet olsun," dedim, bu başlayabilirsin anlamına gelirken ben de onunla beraber bir şeyler yedim. Bir yandan yemeğini yerken bir yandan da "Eee işler nasıl gidiyor?" diye sordu, para sorunumuz aklıma geldi anında ve bundan ona bahsetmemeye karar verdim. Çünkü ne yapıp edip o parayı verirdi bize ve bu artık benim için çok fazla olurdu, yeterince ondan maddi yardım almıştım. Daha fazlası kendimi kötü hissetmeme neden olurdu. "Şimdilik iyi gibi." "Gibi?" diye sorguladı. "Yani her gün dolup taşmıyor ama az diyemeyeceğim kadar da müşteri geliyor," dedim, suyundan bir yudum alırken arkasına yaslandı. "Böyle böyle büyüyeceksiniz," dedi ve devam etti. "Zaten öyle ilk günlerden dolup taşsaydı bir gariplik olurdu." "Haklısın," demekle yetindim. "Bu arada hafta sonu yeniden gidelim o eve," dedi ve yemeğinden biraz yedi. Lokmasını yuttuktan sonra "Tabii fırsat olursa," diye ekledi, sessizce ona bakmaya devam ettim. Sanki iyi olduğunu kanıtlamaya çalışıyor gibi garip bir hâli vardı. Böyle düşündüğümü bilirse kızacağını bildiğimden "Fırsat yaratmaya çalışalım o zaman," dedim, gözleri beni buldu. "Ben hafta sonuna kadar aksatmadan çalışırım burada, Gökmen'e çok iş bırakmam. Hafta sonu da her şeyi ona bırakır kaçarım," dedim ve ekledim. "Sen de işlerini ayarlarsın bir şekilde." "Bir iş olmadığı için sıkıntı çıkmaz," dedi bir anda afalladım. Bunu bu açıdan söylememiş olsam da onun şu an zihni tamamen bu konudan ibaret olduğu için yanlış anlamıştı beni. "Günlük işlerinden bahsetmiştim," deyip konuyu toparlamaya çalıştım. "Ben de ondan bahsediyorum işte," dedi anında ve başını kaldırıp bana baktı. "Bugünlerde yapacak pek bir işim yok," dediği an asıl yanlış anlayanın ben olduğumu fark ettim. Sanırım şu saçma paranoyaklıktan kurtulsam çok iyi olacaktı. Konuyu yine hızla değiştirmek isteyip sanki ben yapmışım gibi "Yemekleri beğendin mi?" diye sordum. "Güzel," dedi ve suyundan bir yudum daha içip "Bundan sonra hep buradan söyleyelim," diye ekledi, başımı salladım ve yine sessizlik oldu. Bu kez sessizlik giderek derinleşirken ve ikimizden de çıt çıkmazken duyulan tek şey çatal bıçak sesiydi. Bu da gergin bir havanın oluşmasına neden olurken bunu ne o bozdu ne de ben bozabildim ve o sessizliğin giderek büyümesine ikimiz de izin verdik. Bu sessizlik içinde gözlerinin içine bakmayı geçtim, yüzüne bile bakamazken bir şeyler yiyor gibi görünmeye çalışıyordum. Oysa doymuştum ve hiç devam edesim yoktu. Pars ise benim aksime yemeğini gerçekten yemeye devam ediyordu. En sonunda o da dayanamamış olacak ki "Bugün..." diye girdi konuya ve sessizliği bozdu ama devam edemedi, bir anda kafenin kapısı hızla açıldı, şoför içeriye girdi. Aniden olan şeyin şaşkınlığını yaşarken Pars da arkasını dönüp adama baktı. "Ne oluyor?" diye sordu sinirli bir tavırla, şoför yanımıza geldi. "Pars Bey çok özür dilerim ama bilmeniz gereken bir şey var," dedi, korkmadan edemedim. Adamın telaşlı hâli pek de hayra alamet değildi çünkü. Ben daha bunu düşünürken adam gözünün ucuyla bana baktı ve sonra eğilip Pars'ın kulağına bir şeyler söyledi. Her ne söylediyse Pars'ın kaşları anında çatıldı. Bu, daha da çok merak etmeme neden olurken adam geri çekildi. Eşzamanlı olarak Pars, gözlerini kapattı ve nefesini sıkıntıyla dışarıya verdi. O esnada adam başka bir şey söylemedi ve yanından ayrıldı. O giderken "Sorun ne?" diye sordum, bir sorun olduğu açıkça belliydi. Bu sorumla Pars'ın gözleri beni buldu. "Küçük bir karışıklık olmuş." "Ne karışıklığı?" "Boş ver," dedi anında, açıklamak istemediğini anladım ve daha da fazla merak ettim neler olduğunu. Onun canını bu kadar sıkacak ne karışıklığı olmuş olabilirdi ki? "Yemeğin bittiyse çıkalım mı artık?" Anında "Olur, çıkalım," dedim, başını sallayıp ayağa kalktı. Onun bu aceleci tavrı kötü bir şey olduğundan emin olmam için yeterli olurken ne olduğunu sormaya gerek duymadım. Ne de olsa sorsam da söylemeyecekti. "Burası böyle kalsın hatta, ben sabah biraz erken gelir hallederim," dedim yemek yediğimiz masayı göstererek. Gerçekten acelesi olacak ki bu söylediğimden fazlasıyla memnum olup "Hadi o zaman," dedi ve fazla aceleci bir tavırla kapıya doğru yürüdü. Bende hiç oyalanmadan peşinden gittim, kafeden çıkıp kapılar kilitledim. O sırada Pars, biraz ilerideki arabasının yanında durmuş beni bekliyordu. Durmak yerine yanına yürüdüm, yanına ulaştığımda hızla arabaya bindik ve eve doğru yola çıktık. Bir şoföre bir de yanımda oturan Pars'a bakıp ikisinin de canlarının epey bir sıkkın olduğunu gördüm ve bir kez daha dayanamayıp "Bir sorun olmadığından emin misin?" diye sordum, gözleri beni buldu. "Güzelim," dedi gayet sakin bir ses tonuyla ve kolunu omzuma atıp beni usulca kendine çekti, saçlarımdan öptü. "Bir şey olduğu yok, korkma," derken sesi fazlasıyla güven verici çıkıyordu. "Peki," dedim el mecbur ve bir sorun olmadığına inanmış gibi davrandım. Bu şekilde eve ulaştığımızda ve eve girdiğimizde saat gecenin on ikisi olmuştu artık ve sabah erken kalktığım için çok fazla uykum gelmeye başlamıştı. Fakat buna rağmen uyumaya hiç niyetim yokken Pars, "Hadi sen odaya çık, uyu," dedi, şaşırdım. "Sen?" "Benim halletmem gereken birkaç küçük iş var." Ne diyeceğimi bilemezken sessiz kaldım, muhtemelen bu gece her ne olduysa onu çözmeye çalışacaktı. Canı bu kadar sıkkınken ve işleri varken bir de benimle uğraşmasın isteyip "Peki," dedim ve şu an hiç içimden gelmiyor olsa da gülümsedim ona. "İyi geceler o zaman." "Öyle kuru kuru iyi geceler olmaz," dedi, anlamsızca baktım ona. O sırada bir adım atıp yaklaştı bana ve hiç beklemediğim bir anda belimden kavrayıp kendine çekti, dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Bu, bir anlığına şaşırmama neden olsa da o şaşkınlığı üzerimden atıp ellerimi ensesinde birleştirmem ve ona karşılık vermem çok uzun sürmedi. O beni öperken sanki ilk öpüşüymüş gibi heyecanlandığımdan kalbim yine ağzımda atarken geri çekildi ve gözlerime baktı. "Şimdi iyi geceler oldu işte," dedi, güldüm. Gülmem, onun da keyfini yerine getirirken eğilip bu kez de yanağımdan öptü. Bunu her yaptığında sakalları yanağıma batıyordu ve bu his, beni öyle bir mutlu ediyor, içimi o kadar sıcacık ediyordu ki kelimelerle tarif etmem mümkün bile değildi. İçimdeki o his giderek büyürken dudaklarını bir kez daha uzaklaştırdı benden ve bu kez kendimi boşluğa düşmüş gibi hissettim. O bunu fark etmezken "Hadi," dedi ve yüzümü avuçlarının arsına aldı. "Hiçbir şey düşünmeden güzelce uyu." Başımı salladım, hiçbir şey düşünmeden uyuyabilmemin mümkünatı yok gibiydi. "Sende çok yorma kendini, çok geç uyuma," dedim, o da başını salladı. Söyleyecek de konuşacak da başka bir şey kalmadığında istemeye istemeye ayrıldım yanından ve üst kata çıktım. Yatak odasına girdiğimde bir an için bulunduğum durumu yadırgadım. Onun evinde, onun odasında kalıyor ve onun yatağında yatıyordum. Bu, kendimi çok garip hissetmeme neden olurken gidip yatağın kenarına oturdum. Bundan birkaç ay önce onunla bu durumda olacağımı söyleselerdi bana biri benimle dalga geçiyor zanneder, güler geçerdim ama şimdi gülüp geçeceğim o şeyi yaşıyorum. Fakat doğruyu söylemem gerekirse mutlu değilim, aksine kendimi çok mutsuz hissediyorum. Çünkü eksiğim, babam yanımda değil ve yavaş yavaş onu özlemeye başlıyorum. Aslında sanırım mutsuzluğum tek nedeni de buydu, Pars'la hiçbir ilgisi yoktu. O, ben iyi hissedeyim diye elinden geleni yapıyor, hatta kendi mutsuzluğunu bile saklamaya çalıyordu. Bu yüzden onunla bir derdim yoktu, tek derdim babamlaydı. Bunları düşünmek canımı daha da sıkarken ayağa kalktım ve üzerimdekilerden kurtulup dün giydiğim eşofmanları giydim. Sonrasında da banyoya girip elimi yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım ve saçlarımı toplayıp uykuya hazırlandım. Yeniden odaya geçip de yatağa girdiğimde ise Pars'ın istediğini yapıp hiçbir şey düşünmeden uyumak istedim ama tabii ki başarılı olamadım ve bir türlü uyuyamadım, yatakta dönüp durdum. En sonunda da pes edip doğruldum ve ofladım. Tam o sırada bir araba sesi duydum. Bu neydi şimdi? Pars bir yere mi gidiyordu yoksa biri mi gelmişti? İkisi de ilgimi çekecek bir konu olduğundan ayaklandım ve hızla pencereye gittim, bahçeye doğru baktım. Eve giren yabancı bir arabayı gördüğümde Pars'ın bir yere gitmediğini anlayıp rahat bir nefes aldım ve sabırla dışarıya bakmaya, arabadan kim inecek diye beklemeye devam ettim. Az sonra arabadan inen tanıdık bir yüz oldu. "Vedat mı?" diye sordum kendi kendime ve onun burada ne işi olduğunu düşündüm ama aklıma mantıklı hiçbir şey gelmedi. Bu gece anlam veremediğim bir şeyler oluyordu ve o bir şeyler, beni hiç beklemediğim kadar korkutuyordu. Vedat eve girip gözden kaybolurken ne yapacağımı bilemedim ve ani bir kararla odadan çıktım, merdivenlere gittim. Aşağıya inmek yerine merdivenlerin başında durup aşağıyı dinledim ve bunu yaparken birine yakalanmamayı umut ettim. "Hâlâ olanları aklım almıyor," dedi Vedat, kaşlarımı çattım ve elimden geldiği kadar sessiz kalıp dinlemeye devam ettim. "Bulamadınız mı kimin yaptığını?" diye sordu Pars, daha da meraklandım. Kim ne yapmıştı ve Pars istifa ettiği hâlde neden birini arıyordu? "Bulamadık," dedi Vedat çaresiz bir ses tonuyla. "Adamı gören biri var ama öyle birinin tarifiyle falan iş olmaz. Robot resmi çizdirmek lazım, onun için de tanıdık biri lazım. Ne de olsa tüm bunlar kayıt dışı olacak," dedi, kaşlarımı çattım. Kayıt dışı mı? "İşimiz sabaha kaldı yani," dedi.Pars, morali bozulmuş gibiydi. "Öyle oldu," dedi Vedat, daha fazla dayanamadım ve burada gizli gizli durmak yerine merdivenlerden indim. Sesleri duyup bu tarafa baktıklarında beni gördüler, ağır adımlarla yanlarına gittim ve karşılarında durdum. "Sen daha uyumadın mı?" diye sordu Pars. O sırada Vedat şaşkın bir ses tonuyla "Sen burada mı kalıyorsun?" diye sordu, başımı salladım. Vedat buna şaşırır gibi olsa da tek kelime etmedi, gözlerimi ondan çekip Pars'a baktım. "Az önce konuşmanızı duydum," dediğim an tek kaşını kaldırdı, bunun tesadüf olmadığını, kendilerini dinlediğimi anlamıştı muhtemelen ama bu pek de umurumda olmadı ve devam ettim konuşmaya. "Ne oldu, kimi arıyorsunuz bilmiyorum ama kötü bir şey olduğu belli," dedim, Pars konuşacak gibi oldu ama devam edip engel oldum ona. "Korkma, ne olduğunu sormayacağım," dedim, konuşmak için araladığı dudaklarını birbirine bastırıp sessiz kaldı. "Ama sanırım size yardım edebilirim," dediğimde ikisi de şaşkınca kaldılar karşımda. "Yardım mı?" diye sordu Vedat, başımı salladım. "Nasıl bir yardımmış bu?" diye sordu Pars, derin bir nefes aldım ve kendimden emin bir tavırla konuştum. "Robot resmi çizecek birini arıyorsunuz anladığım kadarıyla, ben çizerim," dedim, Vedat'ın şaşkınlığı biraz daha artarken Pars, tepkisiz kaldı. "Sen ciddi misin?" diye sordu Vedat, daha ona cevap verecekken Pars benden önce davrandı. "Güzel resim çizer," dedi, gözlerim hemen onu buldu, nasıl bu kadar emin konuşmuştu ki bundan? "Sen nereden biliyorsun?" diye sordum gözlerinin içine bakarak. "Bilmemem mi gerekiyordu?" diye sordu, ne diyeceğimi bilemeyip sessiz kaldım. "Gördüm ben çizimlerini," dediğinde kalakaldım karşısında. Gerçekten görmüş müydü? Hangisini görmüştü acaba? Daha önce neden bahsetmemişti ki? Sorular zihnimin içinde gezinirken Vedat "Gerçekten adamı teşhis edebileceğimiz kadar iyi çizebilir misin?" diye sordu, yine başımı salladım. "Çizerim," dedim yine kendimden emin bir tavırla. "Tabii anlatanın da iyi anlatması lazım," dediğimde Vedat, telaşla Pars'a baktı. "Adamı getiriyorum hemen," dedi ve Pars'ın cevap vermesini beklemeden hızla yanımızdan ayrıldı, bahçeye çıktı. O giderken Pars'ın gözleri beni buldu, birkaç adımda yanına ulaştım. "Hangi çizimlerimi gördün?" diye sordum doğrudan. "Öyle bir sordun ki hiç yapmamam gereken bir şeyi yapmışım gibi hissettim," dediğinde güldüm. "Sadece şaşkınım ve hangi çizimlerimi gördün çok merak ediyorum," dedim, eli yüzümü bulurken yanağımı okşadı. "Şu işlerimiz bir bitsin, gösteririm sana,"" dedi, şaşkınlığım biraz daha arttı. "Göstermek?" "Görüp de çöpe attığımı düşünmüyorsun herhalde," dedi, gülümsedim ona. "Adada kaldığın odada bırakmıştın hepsini," deyince gülümsemem büyüdü, hangi resimlerden bahsettiğini az çok hatırladım. "En kısa zamanda göstereceksin, söz mü?" "Söz," dedi hiç düşünmeden, o sırada Vedat yanında bir adamla yeniden eve girdi. Pars, anında elini yüzümden çekip benden uzaklaştı. "Başlayalım," dedi Vedat, hızla çekmeceleri karıştırıp kâğıt ve kalem buldum. Koltuğa oturmak yerine yere, orta sehpanın yanına, oturdum. "Başlayalım," dedim bende, Pars adama baktı ve tekli koltuğu gösterdi. Adam anında koltuğa oturdu ve anlatmaya başladı, o anlattıkça ben de çizdim. Belki onların beklediği kadar hızlı bir çizim olmadı ama elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım ve bir saat kadar sonra çizimi tamamladım. Son dokunuşları da yaptıktan sonra "İşte bu kadar," dedim ve bir saattir gördüğü adamı tarif eden ve çizmeme yardımcı olan adama kâğıdı uzattım. "Benzemiş mi?" diye sorduğumda uzanıp aldı kâğıdı ve inceledi. Ben, Vedat ve Pars merakla ondan bir şeyler duymayı beklerken başını kaldırıp Pars'a baktı. "Abi, fotoğrafını çekseydik en az bu kadar benzerdi," dediği an rahat bir nefes aldım ve kendime olan güvenim biraz daha yerine geldi. Pars, gözünün ucuyla bana gururlu bir bakış yeniden adama döndü ve kâğıdı elinden aldı. Eşzamanlı olarak bakışlarını öfke esir aldı, yeşilleri öfkeyle yanıp kavruldu. "Ne oldu?" diye sordu Vedat, benim gibi o da Pars'ın bakışlarını fark etmişti sanırım. "Daha önce gördüm ben bu adamı," dedi Pars, Vedat anında yanına gitti ve kâğıdı bu sefer de o alıp inceledi. Fakat yüz ifadesinden anladığım kadarıyla o pek de tanımadı resmini çizdiğim adamı. "Bana hiç tanıdık gelmedi," dedi Vedat ve Pars'a baktı. "Sen nereden tanıyorsun?" Bilmiyorum," dedi Pars ve Vedat'ın elindeki resmi incelemeye devam etti. "Bir yerde gördüğüme eminim ama nerede ve ne zaman gördüm hatırlamıyorum." "O zaman yakın bir zamanda görmüş olamazsın," dedi Vedat. "Aynen öyle," dedi Pars ve derin bir nefes aldı. "Yakın bir zamanda görmüş olsaydım unutmazdım." "Peki kim bu adam?" diye sorarak araya girdim. "Ne yaptı bu adam size, neden arıyorsunuz?" İkisi birbirlerine bakıp sessiz kaldılar. "Söylemeyecek misiniz?" diye sorduğumda Pars'ın gözleri beni buldu. "Ben sana daha sonra..." Daha cümlesini tamamlayamadan bir anda polis arabalarının siren sesleri yankılandı. "Siktir," dedi bir anda Vedat. Kaşlarımı çattım. "Ne oluyor?" diye sordum. "Polisler neden geldi?" diye sormaya devam ettim. "Pars," dedi Vedat telaşla. "Ben polisleri oyalarım, arka kapıdan kaç," dediği an şaşkınca kalakaldım. "Ne kaçması ya? Ne oldu? Ne yaptınız?" Korkuyla sordum bunları, Vedat'ın gözleri beni buldu. "Bir şey yapmadık, küçük bir yanlış anlaşılma var ortada sadece ama çözeceğiz," dedi. Adım kadar eminim ki bahsettikleri şey; küçük bir mesele değildi. "Pars," dedim korkuyla, Pars'ın bakışları beni buldu. "Korkma güzelim, bir şey olduğu yok," dedi güven verici bir ses tonuyla. "Ama..." dedim, devam edemedim, Vedat araya girdi. "Pars, kaç git hadi!" diye çıkıştı, Pars sinirlendi. "Saçmalama! Suçlular kaçar, ben suçlu değilim!" diye kızdı. "Ne olacaksa olsun!" "Lan ne demek ne olacaksa olsun? Bak eğer..." Vedat'ın sözünü kesen şey çalan kapı oldu. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde öylece durmaya devam ederken Pars, ağır adımlarla kapıya doğru yürüdü. İşte o an Vedat çaresizce baktı gözlerime, bir şey yap der gibiydi. Bunu fark ettiğim an daha fazla duramadım, koşar adımlarla Pars'a yaklaştım ve hızla yanlarına gittim, karşısında durdum. "Ne olur açma kapıyı," dedim gözlerim dolu dolu. "Yalvarırım açma." "Ayliz," dedi, devam etmesine izin vermedim. "Pars lütfen," dedim, daha fazla dayanamadım ve gözyaşlarım akmaya başladı. "Açma kapıyı, Vedat'ı dinle ve git buradan. Biz oyalayalım onları, sen de..." Devam etmeme izin vermedi. "Olmaz," dedi, gözyaşlarım hızlandı. Pars hızla o yaşları izledi. "Olmaz güzelim," diye yineledi. Başımı olumsuz anlamda salladım. "Lütfen," dedim çaresizce. "Ayliz," dedi bir kez daha ve devam etti. "Kapıyı açacağım, onlarla karakola gideceğim ve orada sorun çözülecek, yeniden evimize döneceğim," dedi, gözyaşlarım hızlandı. Evimize... "Tamam mı?" diye sorarken kapıya bir kez daha vuruldu, çaresizce başımı salladım, el mecbur söylediklerini kabul ettim ve önünden çekilmek zorunda kaldım. Yanımdan geçip gitti, kapıya yaklaştı ve ben delicesine kaçıp gitmesini istediğim hâlde o, o kapıyı açtı ve polislerin karşısında durdu. Kapı açılır açılmaz polis, "Pars Atakan Karahan," dedi. Pars, "Benim," dedi. "Uyuşturucu ticareti yapmaktan gözaltına alınacaksınız." Polisin söylediği şeyi duydum an şaşkınca kalakaldım. Pars ve uyuşturucu ticareti mi? Ben daha duyduğum şeyin şaşkınlığını yaşarken polis, kelepçe çıkardı ve Pars'ın bileklerine geçirdi. Olduğum yerde durup onları izlemeye devam ederken olanlara engel olamadım ve onu götürdüler, gözyaşlarına boğuldum. Nasıl oldu da bunlar oldu anlayamazken Pars'ın kurduğu o cümleyi hatırladım. "Baban sana değil, bana kızgın. Senin değil, benim canımı yakmaya çalışıyor." Hatırladığım bu cümle olanlara anlam vermem için yeterli olurken babama karşı büyük bir öfke kapladı içimi. Bu zamana kadar yapmaya çalıştığımız her şeyi gözümü kırpmadan yıkacak kadar büyük ve asla dinmeyecek olan bir öfke... Bölüm Sonu! Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum <3 Sizce bunu yapan gerçekten de Agâh olabilir mi? Pars bu işten kurtulabilecek mi dersiniz? Ayliz'in resim yaptığını Pars'ın bilmesi peki :) Sizce Ayliz'in hangi resimlerini gördü? Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın <3 Alıntı ve duyurular için; Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan Sizi Çok Seviyorum! |
0% |