Yeni Üyelik
44.
Bölüm

43.BÖLÜM "TEHLİKEYE SÜRÜKLEYEN TEHDİTLER"

@gizzemasllan

Selam :)

Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

500 yoruma hemen haftaya yeni bölüm gelir ♡

Keyifli okumalar.♡

Instagram: gizzemasllan

.

.

.

43. BÖLÜM "TEHLİKEYE SÜRÜKLEYEN TEHDİTLER"

Hayatım boyunca o kadar zor ve karmaşık yollardan geçmiş ve o kadar çok hata yapmıştım ki her geriye dönüp baktığımda yaptığım bir hatayı, girdiğim yanlış bir yolu, attığım yanlış bir adımı görüyordum. Fakat maalesef bu kez geriye dönüp bakmama gerek kalmadan geçmişimdeki bir hatam karşıma çıkmış, gözlerimim içine hesap sorarcasına bakıyor ve o bakışlarıyla bile bana olan nefretini kusuyordu.

Bu, ondan daha çok korkmama ve birkaç adım geri gitmeme neden olurken o yanıma gelmek yerine yanında durduğu masaya oturdu, sonra da gözlerini üzerime dikip muhtemelen benim yanına gitmemi bekledi. Ben ise gözlerimi zorlukla ondan çekip etrafa bakındım ve kafenin yeterince kalabalık olduğundan emin oldum.

Bana, bir şey yapamayacağı kadar kalabalık...

Bu kalabalık kendime olan güvenimi biraz olsun yerine getirirken gözlerimi yeniden ona çevirdim, hâlâ bana baktığını ve beklediğini gördüm. Korkak gibi arkama bakıp kaçmak yerine ağır adımlarla yanına gittim ve hiç tereddüt etmeden karşısına oturdum.

Çünkü kaçmak, benim için işleri biraz daha zorlaştırırdı.

"Neden çağırdın beni buraya?" diye sordum karşısına oturur oturmaz ve cevap vermesine fırsat vermeden "Hem numaramı nereden biliyorsun?" diye ekledim soruma.

"Numaranı bulmak benim için o kadar da zor bir şey değil," dedi kendinden emin bir tavırla ve devam etti. "Çağırma nedenimi de birazdan öğreneceksin zaten."

Kaşlarımı çattım. "Neden birazdan, ne yapacaksın?" diye sormamla yüzünde alaylı bir ifadenin oluşması bir oldu.

"Korkuyor musun benden?" diye sordu, bunu fark etmek keyfini yerine getirmiş gibiydi.

Yalan söyleyip de onu biraz daha mutlu etmek yerine "Bana zorla uyuşturucu verip sonra da zarar vermeye çalışan bir adamdan korkmamam aptallık olurdu," dediğimde yüzündeki o alaylı ifade söndü. O sırada merakla "Ne zaman çıktın cezaevinden?" diye sordum.

"Bir ay oldu."

"Karşıma neden çıktın peki, ne istiyorsun benden?"

"Benden çaldıklarını," dediğinde bir kez daha kaşlarımı çattım, ne söylemek istediğini anlayamazken devam etti konuşmasına. "Sen benim hayatımı mahvettin Ayliz," dedi, konuşmak istedim ama devam edip engel oldu bana. "Hem de sadece seni sevdiğim için."

"Beni sevdiğin için," diye tekrar ettim ve devam ettim. "İnsan sevdiği birine zorla..." Devam etmeme izin vermedi.

"Beni o raddeye sen getirdin," deyip bunun için de beni suçladı ve devam etti. "Daha öncesinde sana zarar verecek hiçbir şey yapmadım. Uyuşturucuyu her kullanmak istediğinde seni vazgeçiren hep ben oldum. Yanında olan, elini tutan hep bendim ama sen beni hiç sevmedim. Seviyorum derken bile aklında hep başka bir adam vardı senin ve o adam hayatına girince beni bir köşeye attın. Hem de gururumu kırıp onurumu ayaklarının altına alarak."

"Tan bak..." Yine devam etmeme izin vermedi.

"Sonra da ayağınızın altından çekmek için beni dört duvar arasına tıktınız."

Daha fazla dayanamayıp "Sanki sana iftira atmışız gibi davranma," diye çıkıştım. "İşlediğin suçlar yüzünden ceza aldın sen ve..." Ve yine sözümü kesti.

"İşlediğim suçlar yüzünden değil, o herif istedi diye ceza aldım ben," dedi, konuşmak istedim ama engel oldu bana. "O kıskandığı, benden rahatsız olduğu için."

Derin bir nefes aldım. "O sadece senin yaptıklarını ortaya çıkardı."

"Ama tek nedeni sendin."

"Nedenin bir önemi yok, sonuçta yaptıkların yüzünden yargılandın."

"Nedenin benim için hep bir önemi vardı Ayliz," dedi ısrarla, konuşmaya devam etmek istemedim.

"Konuşmak istemiyorum, ben artık gitsem..." Bir kez daha devam etmeme izin vermeyip sinirlerimi iyice bozdu.

"Şimdi o da aynı nedenden aynı yerde," dediği an tüm bedenim bir kez daha buz kesti, anladığım şeyle gözlerim irileşti.

"Sen," dedim büyük bir şüpheyle. "Sen yaptın bunu ona!"

Omuz silkti. "Kısasa kısas." Tek kelime edemedim. "Bana yaşattığını yaşatıyorum ona."

"Aynı şey değil!" diye bağırdım kendime engel olamayarak. Birkaç kişinin gözleri burayı bulurken umursamadan devam ettim. "O sana iftira atmadı ama sen ona iftira attın." Sanki komik bir şey söylemişim gibi gülüp sinirlerimi biraz daha bozdu.

"Sence bu umurumda mı?" diye sorarken gülmeye devam ediyordu.

"Bu yanına kalmayacak, Pars oradan çıktığında ilk işi seni bulmak olacak!" Daha devam edecekken araya girdi.

"Oradan uzun bir süre çıkması artık mümkün değil," derken kendinden o kadar emindi ki bu eminlik ve bizimkilerin günlerdir gece gündüz çalışıyor olmalarına rağmen hiçbir şey bulamamaları beni çok korkutuyordu.

"Yanılıyorsun," dedim düşündüklerimin aksine sırf ağzından laf almaya devam edebilmek için. "Herkes onun için uğraşıyor, artık ben de bunu kimin yaptığını biliyorum. Buradan çıkar çıkmaz ilk işim onları aramak ve her şeyi anlatmak olacak, işimizi kolaylaştırdın."

Yüzündeki alaylı ifade biraz daha büyürken karşımda kendinden daha da emin durdu.

"Sence buradan gidebilecek misin?" diye sorduğunda bir kez daha etrafıma bakıp gözlerimi yeniden ona çevirdim.

"Bu kadar insanın arasında beni zorla götürecek kadar salak olamazsın."

"Seni zorla götürmeyeceğim," dedi ve arkasına yaslandı. "Sen kendi ayaklarınla benimle geleceksin."

Sırf onu kızdırmak için alay edercesine güldüm.

"Öyle mi, nasıl olacakmış o?" diye sorduğumda cebinden telefonunu çıkardı. Merakla ona bakarken telefonu bana uzattı. "İzle," dedi, telefonu aldım ve videoyu başlatıp izledim.

Gördüklerim beni şoke ederken elimdeki bu videonun Pars'ı oradan kurtaracak gücü olduğunu anlamam zor olmadı. Çünkü videoda açıkça uyuşturucuyu oraya çalışanlardan gizli bir başkasının sakladığı belli oluyordu.

Hızla başımı kaldırıp yeniden Tan'a baktım. "Onu oradan kurtaracak tek şey bu video ve bu videodaki adam," dediğinde adama dikkatle bakıp robot resmini çizdiğim adam olduğunu gördüm. Bizimkiler bu adamı günler önce bulmuşlardı ama adamın ağzından tek bir kelime bile alamamışlardı. Fakat bu alamayacakları anlamına gelmiyordu ki.

"Ne düşündüğünü biliyorum," dediğinde yeniden başımı kaldırıp ona baktım. "Adamın onların elinde olduğunu ve konuşacağını düşünüyorsun," dedi, şu an o kadar rahattı ki muhtemelen bunun için de bir planı vardı.

"O piç ağzını açıp da tek bir kelime bile edemez," dedi kendinden emin bir tavırla. "Onu öldürecek olsalar bile konuşamaz, çünkü konuşursa çocuğunun öleceğini biliyor."

"Ne?" dedim anında, sesimin çok yüksek çıkmasına engel olamadım.

"Beş yaşında bir oğlu var ve çocuk elimde, tüm bunları da bu yüzden yaptı ve bu yüzden asla konuşmayacak."

"Sen," dedim büyük bir şaşkınlıkla. "Sen nasıl bir canavara dönüşmüşsün böyle."

"Sayende," dedi, bu yüzden bile beni suçladı. "Canımı o kadar yaktın ki aynı şeyleri yaşa diye şimdi o ateşin içine seni de diğer herkesi de çekmek istiyorum."

"Bunu asla başaramayacaksın."

"Başardım bile," derken korkuyla ona bakmaktan kendimi alamadım. "Daha doğrusu başarmak üzereyim, sen benimle gelmeyi seçtiğinde o zaman tam anlamıyla başarmış olacağım."

"Seninle gelmeyeceğimi sen de çok iyi biliyorsun."

"Normalde şartlarda olsaydı evet, benimle gelmezdin ama gelmek zorunda kaldığında tıpış tıpış peşimden geleceksin," deyip önündeki kahveden bir yudum aldı ve konuşmasına devam etti.

"Az önce de dediğim gibi onu oradan kurtaracak tek şey," dedi ve hiç beklemediğim bir anda elimdeki telefonu çekip aldı, neye uğradığımı şaşırdım. "Bunun içindeki video," derken telefonu salladı. Sonra da yeniden arkasına yaslandı.

"Başka hiçbir delil de şahit de yok, aylarca ben bunun için uğraştım zaten," dedi ve dudakları yana kıvrıldı. "Başarılı da oldum, istediğim tek bir delil dışında başka delil bırakılmadı. Ki zaten bırakmış olsaydık sizinkiler çoktan bulmuş olurlardı değil mi?" Bunu içimden geçirmekten bile nefret ediyor olsam da haklıydı, bir şeyler olsaydı çoktan bulmuş olurlardı.

"Bu videonun başka bir kopyası da yok Ayliz, onu kurtaracak tek ey şu an ellerimde yani," dedi, dizimin üzerindeki elimi yumruk yaptım. "Yani bu videoyu sildiğim an onun hayatı kararır, yıllarca çıkamaz oradan," derken telefonu cebine koydu.

"İstersen şu an babanı ya da bir başkasını arayabilirsin, engel olmam sana ama bunu yaptığın an daha onlar bana ulaşamadan o videoyu silerim ve her şey sizin için biter. Sonrasında beni bulmalarının bile bir anlamı kalmaz, dediğim gibi başka hiçbir delil yok," Söyleyecek hiçbir şey bulamayıp sessiz kalmaya devam ettim.

"Hatta istersen kalkıp gidebilirsin de, emin ol buna da engel olmam ve yine yapacağım tek şey videoyu silmek olur.

Daha fazla böyle konuşmasına dayanamayıp "Uzatma," dedim, kaşlarını çattı. "Ne istiyorsan açıkça söyle!"

"Tamam," dedi uzata uzata ve kahvesinden bir yudum daha aldı. Rahatlığı artık sinirimi bozuyordu ve onun da istediği şey tam olarak bu olduğundan elimden geldiği kadar bunu belli etmemeye çalışıyordum.

"Hemen şimdi burada Pars'a ve babana mektup yazacaksın," dediğinde anlamsızca baktım ona. "Öyle şeyler yazacaksın ki senin kendi isteğinle onlardan kaçtığını düşünecekler," dediğinde kendime engel olamayıp güldüm, bu da onun sinirini bozdu.

"Emin ol ne yazarsam yazayım asla buna inanmayacaklar ve beni bulmak için her şeyi yapacaklardır."

"Bulamayacaklar ama," dedi ve yine kahvesinden bir yudum aldı. "Emin ol ben her şeyi düşündüm, asla bulamayacaklar bizi."

"Madem öyle bir mektuba ne gerek var? Neden böyle bir şey istiyorsun? Her halükârda peşimize düşecekler ne de olsa."

"Ama o şerefsizin içinde küçük de olsa bir şüphe olacak," dedi, kaşlarımı çattım. "Bir yandan seni ararken bir yandan ya gerçekten kendisi benden kaçtıysa diye kendine soracak ve o şüphe onu yiyip bitirecek, başını yastığa koyduğunda da rüyasında da o şüphenin esiri olacak. Bir an bile olsun içi rahat etmeyecek, canı hep yanacak," dedi, gözü o kadar dönmüştü ki bu hâli artık beni daha da çok korkutuyordu.

"Sanki hayatlarının sonun kadar beni bulamayacaklarmış gibi konuşuyorsun," dedim, sessiz kaldı. "Sanki buradan çıktıktan sonra beni öldürecek ve kaçıp gitmiş şüphesi verecek gibisin," dedim, yüzünde buruk bir ifade oluştu.

"Korkma," dedi gözlerimin içine bakarak. "Seni öldürmeyeceğim. Hatta doğrusu sadece seni değil, herhangi birini öldürebilecek bir insan değilim ben," dedi, sen zaten hiç insan değilsin diye araya girmek istedim ama onu daha da kızdırmamak için hiç sesimi çıkarmadım.

"Ama seni bulamamaları için de elimden ne geliyorsa yapacağım Ayliz, biliyorum elbet bir gün bulacaklar ama süre uzun olsun diye her şeyi yaparım."

"Neden peki?" diye sordum. "Neden bana böyle bir ceza vermek istiyorsun?"

"Dedim ya yaşadıklarımın aynısını yaşamanı istiyorum diye," dedi, konuşmak istedim ama devam edip engel oldu bana. "Çaresizliği, yalnızlığı hissetmeni istiyorum," dediğinde gözlerim istemsizce doldu.

Aylar önce zaten hepsini bir bir hissetmiştim ama nedeni o değildi ve şimdi aynı şeyleri bana bir kez daha yaşatmak ve yaşadıklarımın nedeni olmak istiyordu.

"Şimdi önünde iki seçenek var Ayliz; ya hemen buradan kalkıp gider ve olanları herkese anlatırsın ya da benimle kapıda bizi bekleyen arabaya binersin."

"Seninle gelirsem ne olacak? Videoyu bizimkilere ulaştırıp Pars'ı kurtaracak mısın?" diye sordum, bunu yapmayacağını çok iyi biliyordum.

"Evet," dedi anında. "Tam olarak öyle yapacağım ama gelmezsen de hemen şimdi burada o videoyu silecek ve onu oraya mahkûm edeceğim."

"Sana inanmıyorum," dedim hızla. "Bunu yapmayacaksın, onu içeriye attırmak için bu kadar plan kurduktan sonra öyle elini kolunu sallayarak hemen çıkmasına izin vermezsin. Şu an kalkıp seninle gelsem de bunu yapmayacaksın." Sessiz kaldı. "Bu yüzden önce gerçekten o videonun babamlara ulaştığından emin olmam lazım."

Yüzünde alaylı bir ifade oluşurken "Senin benimle pazarlık yapmak gibi bir şansın yok Ayliz," dedi, arkama yaslandım.

"Bundan emin olmadan sadece sözlerine güvenip de peşinden gelecek kadar salak değilim."

"Diğer türlü hiç şansın olmadığını fark etmeyecek kadar salaksın ama," dedi ve devam etti. "O video yok olursa ne şimdi ne de daha sonra onu çıkaramayacaksınız farkında değil misin? Bunu göze alabilecek misin?"

"Tan," dedim sakince ve devam ettim. "Eğer sen gerçekten sözünü tutup da o videoyu bizimkilere gönderecek olsaydın şu an çoktan beni ikna edecek bir şeyler yapmış olurdun ama yapamıyorsun. Çünkü o videoyu hiçbir zaman onlara ulaştırmayacaksın, hatta bunun için elinden ne geliyorsa yapacaksın. Durum böyleyken kalkıp da seninle gelmem, kendimi riske atmam dışında bana hiçbir şey kazandırmayacak."

"Peki," dedi ve kollarını göğsünün altında topladı. "Gidebilirsin o zaman," dediğinde sessizliğimi korudum. "Kapıdan çıktığın an videoyu sileceğim."

"Yapamazsın," dedim anında ve devam ettim. "Beni elinde tutabilmek için o videoya ihtiyacın var."

"Sen o kapıdan çıktıktan sonra burada konuştuklarımızı sadece ikimiz değil, herkes biliyor olacak. Sen gitmişken ve onu içeriye attırmayı başarmışken birinin o videoya ulaşması riskini göze alacak değilim. Sırf bu yüzden yine silerim," dedi, Allah kahretsin ki yine haklıydı.

"Şimdi gerçekten gitmek istiyorsan gidebilirsin Ayliz," dedi, gidemeyeceğimi çok iyi biliyordu. Beni çok feci köşeye sıkıştırmıştı. Bu yüzden elimden geldiği kadar hızlı ve mantıklı düşünüp yapılacak bir şeyler bulmam gerekiyordu.

"Gitmiyorsun," dedi ben ayağa kalkmayınca ve önündeki iki kâğıdı ve kalemi uzattı bana. "O zaman mektupları yazmaya başlayabilirsin." Ne kâğıda dokundum ne de kaleme, hatta onlara bakmadım bile ve dümdüz bir yüz ifadesiyle gözlerinin içine baktım.

"Bakma bana öyle, boşuna zaman kaybediyoruz," dedi ve uzanıp kahvesini adlı yine bir yudum içti. "İkisinden birini yapmak zorunda olduğunu biliyorsun. Ya kalk git ya da kalemi eline al ve yazabileceğin en iyi iki mektubu yaz. Mektupları göndermeden önce bizzat okuyacağım Ayliz, bu yüzden şüphe çekici tek bir şey bile yazayım deme," dedi ve imayla ekledi. "Kırmızı ışıklar gibi."

"Tan bak hata yapıyorsun, bu işin sonu..." Devam etmeme izin vermedi, bu artık çok sinir bozucu olmaya başlamıştı.

"Hiçbir şey duymak istemiyorum Ayliz, görmek istiyorum. Gidişini ya da yazdığın mektupları."

"İkisini de yapmayacağım."

"Sana böyle bir seçenek sunduğumu hatırlamıyorum," dedi ve gözleriyle önümdeki kâğıt ile kalemi gösterip devam etti. "Ya o mektupları ya da kalk ve git," deyip bir anda ayağa kalktı, şaşırdım. "Arabada karar vermeni bekliyorum," dedi, şaşkınlığım daha da arttı. Bu kadar riskli bir durumun içinde beni tek bırakıp da gidiyor olamazdı.

"Burayı görebileceğimden emin olabilirsin Ayliz, eline telefonu aldığın ya da garson da dahil olmak üzere tek bir kişiyle tek bir kelime ettiğin an kararını vermiş sayacağım. Sadece on dakikan var," dedi ve herhangi bir şey söylememi beklemeden ayrıldı yanımdan.

O giderken olduğum yerde kaldım, ne yapacağımı bilemedim. Onunla gidemezdim ama ellindeki o videoyu yok etme ihtimali varken ona arkamı da dönemezdim. Bunu yapmak, onunla gitmekten daha zordu benim için.

Aklım karışırken başımı önüme eğdim, bir an önce mantıklı bir şeyler bulmam lazımdı. Aslında bizimkilere haber verecek bir yol olsaydı onunla gitmek o kadar da kötü bir ihtimal değildi. Çünkü beni öldüremezdi ve bizimkiler beni elleriyle koymuş gibi bulurlardı. Ama önce bu olanlardan haberlerinin, işin içindeki kişinin Tan olduğunu bilmeleri gerekiyordu.

Düşüncelerim mideme ağrı girmesine neden olurken onlara nasıl haber verebileceğimi düşünmeye devam ettim. Telefonu elime alamaz, kimseyle konuşamaz ve mektuba herhangi bir şey yazamazdım. Bu yüzden başka bir yol bulmalıydım. Kolay ve etkili bir yol.

Başımı çevirip kafenin camdan duvarına baktım ve kapıdaki arabayı gördüm. Muhtemelen Tan şu an o arabanın içindeydi ve dikkatle beni izliyordu. Gözlerimi önüme çevirirken onun gözleri önünde şüphe çekmeden ne yapabileceğimi düşünmeye devam ettim ama aklıma hiçbir şey gelmedi.

Bu yüzden de şimdilik biraz vakit kazanmaya çalıştım ve elime kalemi aldım, sanki ne yazacağımı düşünüyor gibi yaptım. Oysa düşündüğüm tek şey ne yapabileceğimdi.

Elimdeki kalemin ucunu yavaş yavaş masaya vurup düşünmeye devam ederken bir an gördüğüm şey içimi umutla doldurdu. Kalemi masaya vurdukça masanın üzeri çizilmişti. Doğru ya masaya bir şeyler yazabilirdim. İlla biri görür ve yardım ederdi bana ama ne yazabilirdim ki? Sanırım en mantıklısı küçük bir yardım isteğinde bulunmak ve babamın numarasını yazmak olacaktı. Biri ona ulaşınca gerisini onlar çözerlerdi.

Bu düşüncelerle masaya doğru eğildim ama Tan beni izlerken öylece masaya bir şey yazamazdım. Bu yüzden önüme bir kâğıt çektim, elimden geldiği kadar da görüş açısını kısıtladım ve risk almayıp ilk cümlelerimi kâğıda yazdım. Sonra hızla masaya birkaç kelime yazıp doğruldum.

Sanki biraz daha düşünüyor gibi yaptıktan sonra yeniden masaya eğildim. Yine ilk cümlelerimi kâğıda yazıp sonra da hızla masaya birkaç kelime daha bir şeyler yazıp bir kez saha doğruldum.

Bu şekilde iki mektup yazana kadar masaya da istediklerimi yazmış oldum ve yazdığım mektubu okuyormuş gibi yapıp masaya yazdıklarıma göz attım.

“Ben Ayliz Karadağ, buradan tehdit edilerek götürülüyorum. Lütfen yardım edin.”

Bunu yazmış ve alta babamın numarasını bırakmıştım. Fakat bunun yeterli olmayacağını düşünüp yeniden elime kalemi aldım ve sanki mektuba ekliyormuş gibi yapıp masadaki notun hemen altına ekleme yaptım.

"Tan."

Yazdım ve doğruldum. Eğer planım tutar ve biri bu yazıyı görüp babamı ararsa Tan isminden de bahsedecekti. İşte o zaman babamın her şeyin sorumlusunun kim olduğunu anlaması hiç de zor olmayacaktı

Böyle düşünüp onların beni hemen bulacağına kendimi inandırdıktan sonra kendisiyle gitsem de videoyu babamlara ulaştırmayacağını bildiğim hâlde onunla gitmek için ayağa kalktım. Çünkü gitmem videoyu almama neden olmazdı belki ama yok etmesine engel olurdu ve o video tek umudumken bunu yapmaktan hiç çekinmedim.

Masadaki nota odaklandığım için ne yazdığımı bile tam olarak bilmediğim iki mektupla beraber kafenin kapısına ulaştığımda durdum ve arkamı dönüp az önce oturduğum masaya doğru baktım. Tan'ın içtiği kahvenin fincanını almak için bir garson masaya geldiğinde kalbim hızla attı ve merakla ona baktım.

Fincanı elindeki tepsiye koyduktan sonra tepsiden bir bez alıp masayı silmek için masaya doğru eğildi. Yazdıklarımı silecek korkusuyla ona bakarken silemedi ve yazıyı görmüş olacak ki bir anda kaşlarını çattı. Yazıyı okuduğundan emin olmak içimi umutla doldururken Tan şüphelenmesin diye hızla kafeden çıktım ve bir an bile olsun oyalanmadan arabaya gittim, bindim.

Yüzüne kazanmış olmasının verdiği memnuniyet yansırken "Verebileceğin en doğru kararı verdin," dedi, ona cevap vermek yerine kafenin içine baktım ve garsonun telefonla konuştuğunu gördüm.

Başarmıştım, hem de olabildiğince hızlıca...

Bunun mutluluğunu yaşarken gözlerimi yeniden Tan'a çevirdim. Onunla gidiyor olmak artık umurumda bile değildi. Ne de olsa garson sayesinde babam her şeyi öğrenmişti. Muhtemelen kafeye gelecek, şu an içinde olduğumuz arabanın plakasını da öğrenecekti. İşte o zaman onlar için de benim için de her şey çok daha kolay olacaktı.

"Ver şimdi onları bana," deyip mektupları aldı elimden.

Yapmayacağını çok iyi bildiğim hâlde "Hadi videoyu babama gönder," dedim.

"Önce buradan bir uzaklaşalım." Beni oyalamaya çalıştığını anlamam hiç zor olmadı ama sesimi çıkarmadım. O göndermeyecekti biliyorum ama benim o videoyu ondan bir şekilde almam gerekiyordu. Hem de bunu bir an önce yapmam gerekiyordu. Çünkü muhtemelen risk almak istemeyecek ve videoyu yok edecekti.

"Sür," dedi şoföre bakarak ve yeniden gözleri beni buldu. Kendisi konuşacak gibi oldu ama fırsat vermeyip ben konuştum.

"Bu işin bir sonu yok biliyorsun değil mi?" diye sordum ama umurunda olmadı ve elini uzattı.

"Telefonunu ver," dedi, vermek istemediğim hâlde uzatmadım ve telefonu cebimden çıkardım. Zaten anında çekip aldı telefonu ve bir şeyler yaptıktan sonra kendi cebine koydu, gözlerini yeniden bana çevirdi.

"Bir sonu olmadığını biliyorum," dedi az önce söylediğim şeye yönelik ve devam etti. "Öyle tahmin ettiğin gibi bizi hiçbir zaman bulamayacaklarını falan da düşünmüyorum, elbet bir gün bulacaklar," dediğinde dikkatle dinledim onu. "Ama o zamana kadar ben, sizin için her şeyi mahvetmiş olacağım Ayliz. Hiçbir şeye yeniden başlayamayacağınız kadar mahvedeceğim hem de."

"Hiçbir şey yapamayacaksın," dediğimde yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Sence bu hiçbir şey yapamıyor olduğum hâlim mi?" diye sordu ve keyifli bir tavırla devam etti konuşmasına. "O şerefsizi ayağımın altından çektim mesela, o dört duvar arasından çıkmak için artık bana muhtaç. Sen, kendi isteğinle yanımdasın mesela ve ben ne istersem yapabilecek bir durumdasın." Bunları söylerken o kadar mutluydu ki yüzünün ortasına bir tane vurup suratını dağıtmamak için kendimi çok zor tuttum.

"Hoşuna gitsin ya da gitmesin Ayliz ama sen de çok iyi biliyorsun ki bu sefer kazanan ben oluyorum."

Dayanamayıp "Şimdilik," dedim, kaşlarını çattı. "Babamı, Pars'ın kardeşlerini ve arkadaşlarını çok küçümsüyorsun. Onlar hiçbir şeyin senin istediğin gibi olmasına izin vermeyeceklerdir." Hiç değilse bu söylediğimin biraz olsun keyfini kaçırmasını, canını sıkmasını istedim ama adamın umurunda bile olmadı. Aksine bu kadar umursamaz kaldığını fark edince benim sinirlerim bozuldu.

"Sana mektupta şüphe çekici bir şey yazma demiştim," dedi ve elindeki mektuplardan birini göstererek devam etti. "Bu ne?"

"Ne yazmışım?" diye sordum, gözlerini mektuba çevirerek okudu.

"Seni hâlâ çok seviyorum, hayatım boyunca da bir tek seni seveceğim ama sevgi yetmiyormuş bazen. Üzgünüm, ben yapamıyorum," diye okudu ve gözlerini yeniden bana çevirdi.

"Gerçekçi olsun demedin mi? Ben de gerçekçi olmaya çalıştım," dedim gayet rahat bir tavırla, konuşmak istedi ama fırsat vermedim ona. "Seni artık sevmiyorum demek pek de gerçekçi olmazdı," dediğimde kaşlarını çattı, gözlerinin, içine bakarak devam etti.

"Pars bu hayatta söyleyeceğim her şeye inanır ama artık seni sevmiyorum dememe asla inanmaz. Çünkü ona göre her şey için bu hayatta bir ihtimal vardır ama benim onu sevmeme ihtimalim yoktur," dedim ve arkama yaslandım, başımı da cama çevirdim ve yolları izlerken tamamladım konuşmamı.

"Öyle de zaten, benim onu sevmeme, sevmekten vazgeçme ihtimalim hiç yok ve asla da olmayacak." Bu sözlerimin onu rahatsız edeceğini bile bile kurdum bu cümleleri. Çünkü ne hissettiği de nasıl tepki vereceği de umurumda değildi artık.

Histerik bir gülüşün ardından "Ne yazık," dedi, istemsizce bakışlarım yeniden onu buldu. "Bunları bana aylar önce söyleseydin öfkeden gözüm dönebilirdi ama şimdi canımı bile yakmıyor." Sessiz kalmayı tercih edip hiçbir şey söylemedim ona. O da bana başka bir şey söylemedi ve mektupları okumaya devam etti.

Gözlerimi yeniden cama çevirip de yola odaklandığımda düşündüğüm tek şey yazıyı gören garsondu. Acaba gerçekten babamı mı aramıştı? Ya ciddiye almadı ve aramadıysa? Ya biri dalga geçiyor zannettiyse? O zaman ne olacaktı? Tamam bu mektuplara inanmayacaklarını zaten çok iyi biliyorum ama hiçbir şey bilmeden beni aramaya başladıklarında bir şey bulabilecekler miydi ki?

Bu düşünce içimin sıkıntıyla dolmasına neden olurken Tan'ın iki mektubu da katlayıp iki ayrı zarfa koyduğunu gördüm. O sırada şehir içinden çıkmış ve otoyola girmiştik. Bunu fark edince hızla Tan'a döndüm.

"Nereye gidiyoruz? Nereye götüreceksin beni?"

"Biraz uzağa," demekle yetindi ve birazdan kastettiği o şey beni korkutmadı değil. Çünkü ne kadar uzağa gidersek babamların beni bulmaları o kadar uzun sürecekti ve benim yanımdaki bu adamla fazladan geçirmek istediğim tek bir dakikam bile yoktu.

Uzun bir süre sessizce yol aldık. Yaptığım tek şey yolları izlemek ve nereye gideceğimizi anlamaya çalışmak olurken "Amerika'dayken," diye girdi bir anda konuya ve sessizliği bozdu, gözlerim yeniden onu buldu. "Onu sevdiğini inkâr ediyordun ama şimdi açıkça söylüyorsun," dedi ve az önceki sakin hâlinin aksine öfkeli bir tavırla devam etti.

"Ben seni o kadar severken gözlerimin içine baka baka alay edercesine yalan söyleyip de beni kandırırken mutlu oluyor muydun?" diye sordu, sessiz kalmaya devam ettim. "Hatta belki sana arkamı döndüğümde bak nasıl kandırıyorum salağı diye dalga bile geçmişsindir."

"Doğruları duymak istiyor musun?" diye sordum bir anda, bu soruya bir anlam veremedi gibi ama yine de başını sallayarak cevap verdi.

"İstiyorum," dediğinde tamamen ona dönüp gözlerinin içine baktım.

"Sana hiçbir zaman âşık olmadım," dedim, bakışları sertleşti. "Ve hiçbir zaman seni kandırıp sana aşığım demedim, hiç hatırlıyor musun böyle bir şey?" diye sordum, sessiz kaldı. Çünkü öyle bir şey olmadığını, böyle bir şeyi asla dile getirmediğimi kendisi de çok iyi biliyordu.

"Defalarca sen bunu bana söyledin ama ben sana bir kez bile olsun böyle bir şey söylemedim, seni kandırmadım," dedim, konuşmak istedi ama ne söyleyeceğini çok iyi bildiğimden devam edip engel oldum ona.

"Ama seni sevdiğimi söyledim," dedim, o an bakışları yumuşadı ve sessiz kalmaya devam etti. "Ve sevdim de," diye eklediğim an şaşırır gibi oldu. "Seninle zaman geçirmeyi, konuşmayı, eğlenmeyi gerçekten çok seviyordum," dediğimde âdemelmasının hareket ettiğini fark ettim.

"İster inan ister inanma ama o zamanlarda bir tek senin yanında iyi hissediyordum, bir tek senin yanında mutluydum." Gözlerimin içine daha fazla bakamadı, gözlerini önüne çevirdi ama buna rağmen susmadım, konuşmaya devam ettim.

"Hatta biliyor musun bir ara seni özledim bile," dedim, yalan değildi bu. Gerçekten özlemiştim ve bunun tek nedeni de şu an güvendiğim insanlardı, onların beni yalnız bırakmasıydı.

Tan'ın gözleri beni bulurken "Muhtemelen şimdi beni bırak diye yalan söylediğimi düşünüyorsun ama emin ol ne söylersem söyleyeyim beni bırakmayacağını çok iyi biliyorum. Bu yüzden sadece doğruları söylüyorum," dedim, şu an her ne düşünüyordu bilmiyorum ama söylediğim bu kadar şeye rağmen sessiz kalmaya devam ediyordu.

"Ama bana yaptığın şeyi düşündükçe tüm o duyguları bastırdım, senden nefret etmek için uğraştım," dedim, hâlâ gözlerimin içine bakmaya ve beni dikkatle dinlemeye devam ediyordu. "Biliyor musun nefret edemedim," dediğimde yüzündeki o şaşkın ifadeyi bir kez daha gördüm. "Çünkü az önce de dediğim gibi ben seni seviyordum ve..." Sözümü kesti.

"Beni değil," dedi bir anda. "Benim sana hissettirdiklerimi seviyordun. Benim seni sevmemi seviyordun. Ben sana iyi gelmiyordum, o sevgiyi hissetmek sana iyi geliyordu." Bir an için sözleri karşısında kalakaldım, yakın bir zamanda bu cümlelerin bir benzerini Pars'a karşı kurduğumu hatırlayıp sessizliğe gömüldüm.

"Sen yalnızdın Ayliz ve benimle sadece o hissi yok etmeye çalışıyordun. Sonra o adam girdi hayatına, yalnız olmadığını hissettin ve sorgulamadan, bir an bile olsun tereddüt etmeden beni hayatından çıkarıp attın," derken yeniden öfkelenmişti.

"Şimdi geçmiş karşıma alay eder gibi ben seni özledim bile diyorsun. Ne zaman özledin Ayliz, yine yalnız kaldığında mı?" Cevap veremedim, bu kez gözlerine bakamayan ben oldum ve bakışlarımı kaçırdım ondan.

Haklı değil miydi?

"Ya da o herif yine seni bırakıp gittiğinde miydi? Söylesene bana hangi yalnız olduğun anda aklına geldim?" diye sordu, sessiz kalmaya devam ettim. "Haklı olduğum için ağzını açıp da tek kelime bile edemiyorsun." Gözlerim yeniden onu buldu.

"Tan," dedim ama devam etmeme izin vermedi.

"Boşuna kendini yorma, karşında artık aşktan gözü kör olan bir adam yok Ayliz. Neyin ne olduğunun da nasıl ilerlediğinin de farkındayım," dedi ve gözlerimin içine bakarak devam etti. "Ayrıca artık seni o kadar iyi tanıyorum ki o adam yanındayken beni aklının ucundan dahi geçirmediğini biliyorum." Bunları söylerken bakışlarında ürkütücü derecede bir sakinlik vardı ve bu artık ciddi anlamda beni korkutuyordu.

Bu korkumu fark etmesin diye daha fazla gözlerinin içine bakamadım, bakışlarımı kaçırdım ondan. Neyse ki o da daha fazla bir şey söylemedi ve konu kapandı, derin bir sessizlik oldu. Böyle olunca ben de yolları izleyip nereye gittiğimizi çözmeye çalıştım ama sanırım bu pek mümkün değildi. Fakat yine de yolları görmemde fayda vardı. Eğer bir şekilde babamlara ulaşırsam nerede olduğumu söylemek için nerede olduğumu bilmem gerekiyordu.

Bu yüzden dikkatle yolları izlemeye devam ettim ve tüm yolu bu şekilde geçirdim. Yolculuk bittiğinde ve arabada durduğunda ise geldiğimiz yer bir ormanın içindeki iki katlı bir ev oldu. Bulunduğumuz yer beni ister istemez korkuturken Tan arabadan indi, ben de hemen peşinden indim.

"Takip et beni," dedi eve doğru yürürken, başka seçeneğim olmadığı için dediğini yaptım ve takip ettim onu.

Eve girerken bizi bir adam karşıladı, Tan elindeki mektupları ona verdi ve kulağına bir şeyler söyledi. O mektupların bizimkilere ulaşması pek de umurumda değildi, çünkü yazanlara inanmayacaklarını çok iyi biliyordum. Hatta belki o mektuplar beni bulmalarını bile kolaylaştırabilirdi.

Tan adamın yanından uzaklaşıp eve girdiğinde ben de peşinden yürümeye devam ettim. Evin salonuna ulaştığımızda salonun ortasında ayakta dikilip gözlerimin içine baktı. Ağır adımlarla yanına gidip karşısında durdum.

"Ne olacak şimdi?" diye sordum, tek kaşını kaldırdı ve sessiz kaldı. "Ne yapacaksın bana? Neden getirdin beni buraya?"

"Sana hiçbir şey yapmayacağımı sen de biliyorsun Ayliz," dedi, sıkıntıyla ofladım.

"O zaman buraya böyle durup yüzüme bakmak için mi getirdin beni?" diye sorduğumda dudakları yana kıvrıldı.

"Belki de," dedi ve gidip koltuğa oturdu. Sonra da uzun bir nefes aldı ve keyifle arkasına yaslanıp sinirlerimi bozdu.

"Bak Tan..." Devam etmeme izin vermedi.

"Boş yere yorma kendini," dedi ve ilerideki bir odayı göstererek devam etti. "Şu odada kalacaksın, istersen gidip dinlenebilirsin," dedi sanki çok normal şeyler yaşıyormuşuz gibi. Onun bu hâli beni sinirlendirirken yanına oturdum.

"Video işini halletmedin hâlâ," dedim, yüzündeki o keyifli ifade giderek arttı. "Hadi bekliyorum, gönder," dediğimde tamamen bana döndü ve yeniden gözlerimin içine baktı.

"Bunu yapmayacağımı en başından beri biliyordun," dediğinde bu duyduğuma hiç şaşırmadım. Çünkü söylediği gibi en başından beri biliyordum bunu. "Ama yine de bir umut geldin benimle," derken keyfi fazlasıyla yerinde gibiydi, yaşananlar ve beni bu duruma düşürmüş olması çok hoşuna gitmişti.

"İşte hep bunu kullanacağım Ayliz," dedi, anlamsızca baktım ona. "Senin o küçük umudunu kullanacağım ve istediklerimi bir bir yapacaksın."

"Bunu sadece bir kere yapmana izin verdim," dedim, daha da devam edecekken dilini damağına çarpıtarak üst üste cıkladı ve engel oldu bana.

Ardından da "Yanılıyorsun," dedi. "Buna hep izin vereceksin," dediğimde kaşlarımı çattım. O esnada kendinden emin bir tavırla devam etti konuşmasına.

"Ayliz," dedi gayet sakin bir tavırla. "Buraya kadar o videoyu babana göndereyim ya da bir şekilde onlara ulaştırmama neden olmak için gelmedin," dedi ve dudakları yana kıvrıldı. "Buraya kadar o videoyu yok etmeyeyim diye geldin. Göndermeyeceğimi de alamayacağını da çok iyi biliyorsun ama elinden geldiği kadar yok etmeme engel olacaksın ve ben seni bununla tehdit ettiğim her an kendi isteğinle her şeyi yapacaksın," dedi, tek kelime edemedim.

Çünkü söylediklerinde yanlış tek bir kelime bile yoktu. Sanki zihnimi okumuş gibi her şeyi biliyordu. Ya da dediği gibi, beni gerçekten çok iyi tanıyordu.

"Şimdi boşuna kendini yorma ve gösterdiğim odaya git, biraz dinlen," dediğinde bu kez konuşmak istedim ama bunu fark etmiş gibi engel oldu bana. "Korkma, sen yokken videoyu silmem. Ne de olsa bundan sonra her istediğimi o video sayesinde yapacaksın," dedi, konuşmak için ayırdığım dudaklarımı yeniden birbirlerine bastırıp sessiz kalmayı tercih ettim.

Bir yandan söyledikleri ve her söylediğinde haklı olması sinirimi bozmuştu ama bir yandan da işime gelmişti. Çünkü az önce de dediği gibi sırf bana bir şeyler yaptırmak için o videoyu silmeyecekti ve o video silinmedikçe benim Pars'ı oradan çıkarmak için bir umudum olacaktı. Babamlar da elbet buraya gelecekler, beni kurtaracaklardı. O zamana kadar sabretmeliydim. Zaten elimden başka da hiçbir şey gelmezdi.

Bu düşünceler arasındayken onun yanında bir dakika bile durmak istemeyip "Senden artık gerçekten nefret ediyorum," deyip yanından ayrıldım ve az önce gösterdiği odaya gidip girdim. O muhtemelen arkamdan bakarken ben ona hiç dönüp bakmadım, odaya girdim.

Sadece çift kişilik bir yatak ve yerde bir halı vardı, başka da hiçbir şey yoktu odada. Muhtemelen kaçmayayım diye özel hazırlanmış bir odadır diye içimden geçirirken belki de kamera vardır, hatta beni dinliyordur bile diye düşündüm ve bu evde olduğum sürece sesli düşünmemeye karar verdim.

Bir yandan bunları düşünürken bir yandan da hâlâ açık olan kapıyı kapattım ve odanın içine doğru ilerledim. Gidip oturmak yerine gerginliğimden dolayı volta atmaya başladım. Bizimkilerin beni bulacaklarından emindim ama ne zaman bulacaklarını bilmediğim, hatta tahmin bile edemediğim için gergindim de ve şu an tek istediğim Pars'ın mahkemesi olmadan beni bulmalarıydı. Yani önümüzde sadece dört gün vardı ve bence yeterince uzun bir süreydi.

Düşünmek, artık başıma ağrılar girmesine neden olurken uzun bir süre odanın ortasında volta atıp durdum. Yorulduğumda ise yatağa gittim ama o yatağa girmek istemeyip yere oturdum ve sırtımı yatağa yasladım. Dizlerimi de karnıma kadar çekip başımı dizlerimin üzerine koydum.

Ne kadar güçlü durmaya çalışsam da gözlerimin dolmasına engel olamadım ve bu kez dolan gözlerimden bir damla yaşın akmasına izin verdim. Ağlarken bir yandan da umarım Pars'ın hiçbir şeyden haberi olmaz diye içimden geçirmeyi ihmal etmedim. Bir de oradayken bunu öğrenirse, benim Tan'ın yanında olduğumdan haberi olursa delirirdi orada. Hatta onu çok az tanıyorsam oradan kaçmaya bile çalışır, her şeyi biraz daha mahvederdi.

"Sakin ol Ayliz," diye mırıldandım kendi kendime. Benim bildiklerimi diğerleri de çok iyi bildiği için onun haberi olmasın diye ellerinden geleni yaparlardı. Böyle saçma konuda boş yere endişe ediyordum ama hiçbir şey yapmadan böyle oturup düşünmek de sürekli aklıma en kötü ihtimalleri getirir olmuştu. Fakat başka yapacak bir şey olmadığı için de aynı yerde oturmaya ve en olumsuz durumları düşünüp canımı sıkmaya devam etmiştim.

Bu şekilde aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama bir başıma epey bir vakit geçirdim aynı şekilde. Hatta saatte bakmak için bile başımı kaldırmadım, öylece durmaya devam ettim.

Ta ki odanın kapısı açılana ve ayak sesleri duyana kadar.

Korkuyla ve hızla başımı kaldırıp gelene baktığımda Tan'ı gördüm ve anında normal olmadığını fark ettim. Gözlerinin içi kıpkırmızı olmuş, gözleri çok uykuluymuş gibi küçülmüş ve sarsak adımlar atıyordu. Onu böyle görmek bir şey kullandığından emin olmam için yeterli olurken içimdeki korku giderek arttı.

Normal Tan, benden ne kadar nefret etse de bana ne kadar öfkeli olsa da hiçbir şey yapmazdı ama bir şeylerin etkisindeyken herkes gibi o da bambaşka biri olur, gözü hiçbir şey görmezdi. İşte beni korkutan şey de tam olarak buydu.

Bu korkuya rağmen "Neden geldin?" diye sordum, cevap vermezken düşecek gibi oldu ama dengesini sağlayıp ayakta kalmayı da başardı. Onun bu kadar kendini kaybetmiş olması beni çok daha büyük bir korkuya sürüklerken yatağın kenarından destek alıp yere çöktü. Ne yaptığını anlamaya çalışırken yanıma oturdu ve sırtını arkaya yasladı. Sonra da başını hafifçe çevirip gözlerimin içine baktı. Beklediğimden daha sakindi ve bu hâldeyken onu sinirlendirmesem çok iyi olacaktı.

Ben daha bunu düşünürken "N'oldu?" diye sordu, konuşurken dili dolanıyordu. "Korkuttum mu seni?"

Başımı olumsuz anlamda salladım ve "Hayır," deyip yalan söylemiş oldum. "Sana bir şey yapmayacağım demedin mi? Buna rağmen neden korkayım ki senden?" Bunu derken tek amacım; sanki sözlerine güveniyormuş izlenimi vermekti. Böyle düşünürse kızmaz, öfkelenmezdi.

"Bana güveniyorsun yani," dedi, gözlerine bakamadım ve bakışlarımı önüme çevirdim.

"Tam değil," dedim, güveniyorum desem de inanacak değildi ve yalan söylediğimi düşünürse kızabilirdi. "Ama böyle bir konuda yalan söylemen için bir neden görmediğimden sana inanmayı tercih ettim," dedim ve başımı çevirip yeniden ona baktım. "Zarar verecek olsan vereceğim derdin, değil mi? Hatta bununla beni korkutmaya çalışırdın ama yapmadın, benden çekindiğin için yapmayacak hâlin yok ya," derken yeniden önüme döndüm.

Şu an onun içinde olduğu ruh hâlini en iyi ben anlardım belki de ve bu yüzden o bu hâldeyken ona karşı nasıl davranacağımı çok iyi biliyordum.

"Ayliz," diye fısıldadı, gergin olduğumu elimden geldiği kadar gizlemeye çalışırken gözlerimi yeniden ona çevirdim. "Seni aldatmadım," deyiverdi bir anda, aniden böyle bir şey söylemesine şaşırsam da tepkisiz kalmayı başardım. "Hiçbir zaman yapmadım bunu." Sessiz kalmaya devam ederken barın önünde öptüğü o kadın geldi aklıma ama bunu dile getirmedim. Şimdi sırası değildi.

"Gördüğün o kadın," deyip konuyu açan kendisi oldu. "Beni öpen o oldu, aniden yaptı bunu. Hemen kendimi çektim, hatta ona kızdım ama öylece ortada bırakamadım ve alıp evine götürdüm. Evine girmedim bile, komşusu çıkardı." Ne diyeceğimi bilemeyip sessiz kalmaya devam ettim.

"Ben seni ne o kadınla ne de bir başkasıyla aldatmadım," derken ellerini yumruk yaptı. "Ama sen aldattım sanıp aynısını bana yapmaya çalışırken beni aldatmış oldun," dedi, bu konuya girmesi hiç iyi olmamıştı. Çünkü şu an az önceki sakin hâlinin aksine çok öfkeliydi.

"Ben," dedim zorlukla ve devam ettim. "Ben de seni hiç aldatmadım," dediğinde yüzünde alaylı bir ifade oluştu. "İnanamayacaksın biliyorum ama aldatmadım seni Tan. Amerika'ya seni çağırdığımda sana çok öfkeliydim. Canını yakmak istemiştim, bu yüzden seni oraya çağırıp da terk ettim. Tek nedeni gördüğüm şeydi, başka hiç kimde ya da hiçbir şey değildi. O zamanlarda onunla aramda hiçbir şey yoktu." Sessizdi ve dikkatle beni dinliyordu.

"Hatta sonrasında da olmadı, çünkü sevmiyordu beni ve ben de bunu kabullenmiştim. Biliyor musun beni bırakıp gitmişti bile ama sonra geri döndü, bir ay bile olmadı henüz döneli ve her şey yeniden o döndükten sonra başladı," dedim ve gözlerinin içine baktım.

"Senden ayrıldıktan aylar sonra yani ve bu aldatma sayılmıyor."

"Sen beni severken bile onu düşünüyordun, asıl aldatma bu değil mi zaten?" diye sorduğunda derin bir nefes aldım. Onu kızdırmayacak ne söyleyebilirim diye düşünürken "Bir şey söylemene gerek yok," dedi ve gözlerini çeken kendisi oldu. "Hem artık bunlar beni eskisi kadar etkilemiyor," dediğinde çaktırmadan da olsa rahat bir nefes aldım.

Tan gözlerini benden çekip de karşı duvara boş boş bakmaya başladığında sessizliğimi korudum. Birazdan sızıp kalacak ve ancak uyuşturucunun etkisi geçtiğinde kendine gelecekti. Bu yüzden risk almadan beklemekten başka yapabileceğim hiçbir şey yok diye geçirirken aklıma gelen şeyle içim bir anda umutla doldu.

Evde ikimizden başka kimse yoktu, yani o sızdıktan sonra istediğimi yapabilirdim. Mesela en basitinden cebindeki telefonu alıp babama konum atabilirdim. Aynı telefonun içindeki videoyu da babama atabilirdim. Hatta sanki şu an yapabileceğim en mantıklı şey bu gibiydi.

Umudum giderken bir anda başının omzuma düşmesiyle öylece kalakaldım. Başımı hafifçe çevirip yüzüne bakmaya çalıştığımda saçları, burnuma temas etti, başımı hızla önüme çevirdim. Elimi yumruk yapıp sakinleşmeye çalışırken yarım saatten fazla süre öylece durduk, iyice kendinden geçmesini bekledim.

En sonunda da tamamen uykuya dalar gibi oldu ama bundan emin olamayıp "Tan," diye seslendim. "Kalk lütfen, uykum geldi, ben de uyuyacağım," dedim ama cevap alamadım. Daha da ileriye gidip onu hafifçe dürttüm.

"Kalk hadi, gerçekten uyuyacağım," dedim ama yine ses vermedi. Tamamen kendinden geçip uyudu herhâlde diye düşünürken omzumu başının altından kurtardım. Yana doğru düşecek gibi olduğunda da onu tutup düzgünce yere uzanmasını sağladım.

Hemen yanından ayrılmak yerine biraz bekledim, ayılmadığından emin oldum. Olur olmaz da ceplerine bakındım ama şişlik olmadığı için telefonunun yanında olmadığını anlayıp üstünü kontrol etme gereği duymadan ayaklandım.

Sessiz ve yavaş adımlarla odadan çıktım, çıkar çıkmaz ise aceleyle salona gittim ve Pars'ın videosunu izlettiği telefonu orta sehpanın üzerinde gördüm. Bir saniye bile olsun oyalanmadan telefonu aldım, ekranı açtım ve kalakaldım. Şifre vardı.

Sinirle elimi alnıma vurup ne yapabileceğimi düşünürken parmak izi geldi aklıma. Umarım koymuştur diye içimden geçirip kendi parmağımla denedim. Cihaz anında izi algıladı ve yanlış uyarısı verdi, parmak izi şifresi olduğundan emin oldum, dudaklarım yana kıvrıldı.

"İşte bu be!" deyip koşarak Tan'ın yanına döndüm, odaya girince yeniden sessizleşip yanına gittim, çöktüm.

Sağ eline dokunup işaret parmağını tuttum, telefona okuttum. Anında ekran açıldığında yüzümdeki gülümseme daha da büyüdü. Yanında diz çökmüş bir şekilde oturmaya devam ederken galeriye girdim, videoyu gördüm ve keyfim daha da yerine geldi.

Videodan çıkıp hızla mesaj kutusuna girdim. Tam babamın numarasını yazacakken bir anda "Ne yapıyorsun sen?" dediğini duydum, hızla gözlerim onu buldu. Karşısında öylece kalakalırken öfkeyle yandı gözleri. Nasıl oldu da ayıldı anlayamazken öylece ona bakmaya devam ettim. Eşzamanlı olarak bir anda elimdeki telefona atıldı, refleksle kendimi geri çekip kurtuldum elimden.

Yakalanmıştım, artık geri dönüşü yoktu. Hiç değilse buna değecek bir ilerleme kaydetmeliydim.

"Ayliz!" diye öfkeyle bağırıp bir kez daha bana atılmasıyla bir kez daha elinden kurtuldum ve ışık hızında ayağa kalkıp koşarak odadan çıktım.

O, hâlâ etkisi altında olduğu uyuşturucu nedeniyle benim kadar hızlı hareket edemediğinden arkamda kalırken bir kez daha "Ayliz!" diye bağırdı ve ben, kendimi salondaki tekli koltuğun arkasına attım.

"Seni öldüreceğim!" diye bağırırken ayak sesleri geliyordu, onu dinlemek yerine hızla babamın numarasını yazdım telefona.

"Yemin ederim bu sefer geberteceğim seni!" O bağırmaya devam ederken numarayı yazdım ve hızla galeriye girdim.

"Yapmam zannediyorsun ama yapacağım!" diye bağırdığında da galerideki videoyu mesaja ekledim. O sırada ayak sesleri biraz daha yaklaştı, ben de daha hızlı olup video yüklenir yüklenmez gönder tuşuna bastım.

Eşzamanlı olarak Tan salona girdi, ayak seslerinden bunu anladım. Bu tarafa doğru birkaç adım atarken yavaş internet yüzünden video ancak gitti.

Tüm bunlar saniyeler içinde yaşanırken Tan daha da yaklaştı ve o an, hayatımdaki en hızlı kararı alıp babama konum atmak yerine numarasını mesaj kutusundan olabildiğince hızlıca sildim. Silmemle eşzamanlı olarak telefonu elimden çekip aldı, beni de kolumdan tutup kaldırdı ve öfkeyle gözlerimin içine baktı.

Video gitti ama konum atamadım babama. Çünkü konum atsaydım mesajları silmeye vaktim olmayacak ve o videoyu hemen geri çekip mesajı iptal edebilecekti. O birkaç saniye içinde bunu düşünmek de o kararı aldırmıştı bana.

Kendi kurtuluşumu değil, Pars'ın kurtuluşunu seçmiştim ve videonun babama ulaştığından onu kurtardığımdan emindim.

"Ne yaptın sen lan?" diye bağırdı Tan avazı çıktığı kadar, sesimi çıkarmadım ve işte o an eli boğazımı buldu, nefesimi kesti. Bunu yaparken de sırtımı arkamdaki duvara vurdu.

Gözlerimin içine bakarak da "Vazgeçtim," dedi, boğazımı biraz daha sıktı. Nefes almak çok zor gelmeye başlarken "Sana hak ettiğin gibi davranacağım," dedi ve boğazımı bırakıp yüzüme gözlerimin önünü karartacak kadar kuvvetli bir yumruk indirdi, kendimi yerde buldum.

Durmak yerine tekmelerini üst üste yüzüme ve karnıma indirip beni kendi kanıma bularken bile yaptığım şeyden pişman değildim.

Sevdiğim adamı kurtarmıştım.

Ben ise benim için zaten hiçbir zaman onun kadar değerli olmamıştım.

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum <3

Pars'sız geçen bir bölüm oldu :(

Ama size güzel bir haberim var, bir sonraki bölüm Pars'tan geliyor <3 Her şeyi onun bakış açısından okuyacaksınız :)

Ayliz Tan'la giderek doğru mu yaptı sizce?

Of son sahneyi yazarken çok kötü oldum. Bizim kıza bir şey olacak mı dersiniz?

Sizce yeni bölümde neler olacak?

O zaman yeni bölümde görüşmek üzere. Kendinize çok iyi bakın, sağlıkla ve sevgiyle kalın. <3

Alıntı ve duyurular için;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%