Yeni Üyelik
45.
Bölüm

44.BÖLÜM "DERİN ACILAR"

@gizzemasllan

Selam :)

Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.♡

Instagram: gizzemasllan

.

.

.

44. BÖLÜM "DERİN ACILAR"

Pars Atakan Karahan

İçimde; anlam veremediğim, nedenini anlayamadığım bir sıkıntı vardı. Bu, bu dört duvar arasına tıkılıp kalmaktan da olabilirdi ama üç gündür burada olduğum hâlde Ayliz yanıma gelip gittikten sonra böyle hissetmeye başlamıştım.

Sanki bir yerlerde engel olmam gereken bir şeyler yaşanıyordu ama ben burada kalmış gibiydim.

Bu düşünce nefesimi keser gibi olurken ayağa kalkıp koğuşun içinde volta atmaya başladım. Bir ara saatte baktığımda gecenin ikisi olduğunu gördüm. Ayliz'in gelip gideli saatler oluyordu.

Sadece harekete etmek yeterli olmayınca arka tarafta kalan tuvaletlere gittim, lavabonun başında durup elimi yüzümü yıkadım ve biraz olsun kendimi toparlamaya çalıştım ama olmadı. Bu durum giderek sinirimi bozmaya başlarken koğuşa geri döndüm, volta atmaya devam ettim.

Aklımda dönüp duran binlerce soru ve çözmem gereken onlarca sorun vardı. Burada elimden hiçbiri için bir şey gelmediği hâlde düşünüp durmaktan bir türlü uyku tutmuyordu ve artık delirecek gibi oluyordum. Bu yüzden benim bir an önce buradan çıkmam gerekiyordu. Çıkmam ve bu şerefsizliği kimin yaptığını, kimin bana iftira attığını hemen bulmam gerekiyordu.

Bu düşünceler arasında dönüp durmaya devam ederken saati sabahın sekizi ettim. Bu kadar zaman uyanık kalmış olmama rağmen uykum hiç gelmezken kahvaltıya bile gitmedim ve bunu kimin yapabileceğini düşünmeye devam ettim. Bir an önce aklıma bir şeyler gelmeli, bizimkilere ulaşmalı ve oraya yönlendirmeliydim ki buradan kurtulabileyim.

Düşünmek, başıma şiddetli bir ağrı yapışmasına neden olurken içimdeki o sıkıntı da giderek büyümüş "Sikeceğim şimdi böyle işi!" diye kendi kendime kızmıştım, ne de olsa kızacak başka kimse yoktu.

Başımdaki ağrı yavaş yavaş boynuma ulaşıp çekilmez bir hâl alırken koğuşun kapısı açıldı. Kahvaltıya gidenlerin bu kadar erken dönmeyeceğini bildiğimden merakla kapıya doğru baktım, gardiyanı gördüm.

"Gözün aydın," dedi, kaşlarımı çattım. "Serbestsin," dediği an şaşırmadan edemedim. Serbestsin mi dedi o bana? "Suçsuz olduğun kanıtlanmış," dediğinde keyfim fazlasıyla yerine geldi, sorgulamayı bıraktım. Ben daha ne yapılabileceğini düşünürken bizimkiler çoktan çözmüşlerdi bile olayı.

"Avukatın tahliye işlerini hallediyor, hadi sen de toparlan." Cevap vermedim, toparlanacak bir şey olmadığından sadece yatağın üzerinde duran ceketimi aldım ve yanına gittim.

"Toparlanacak bir şey yok, gidelim," dedim, başını salladı.

Sonunda bu da bitmişti, sırada gerçek suçluya bunun hesabını sormak kalmıştı. Benim açımdan işin en zevkli kısmına gelmiştik yani.

Müdür odasına ulaştığımızda avukatı da gördüm, istenilen birkaç belgeye imza attıktan sonra da avukatla birlikte sonunda cezaevinden ayrıldım. Çıkar çıkmaz herkesi görmeyi bekledim ama hiç kimse yoktu.

İşte bu, çok tuhaftı.

Şüpheli bakışlarımı avukata çevirip "Nasıl ispatlandı suçsuz olduğum?" diye sordum.

"Bir video sayesinde," dedi, video mu? "Uyuşturucuyu sizin mekânınıza bir başkası gizlice koyarken bir video çekilmiş." Bu söylediği çok da mantıklı bir şey değildi. Hem böyle bir şey yapıp hem de beni kurtaracak bir videoyu neden çeksinler ki?

"Kim buldu videoyu?" diye sormaya devam ettim.

"Bilmiyorum Pars Bey. Bana video dün gece, gece yarısı Vedat Bey'den geldi. Ben de anında gerekenleri yaptım ama tahliyeniz ancak bu saatte oldu," dedi, aklım daha da karıştı. Çünkü çok saçma gelmişti bu anlattıkları bana, eksik bir şeyler vardı ve içimden bir o eksik şeyin hiç de küçük bir şey olmadığını söylüyordu.

İçeriden teslim aldığım telefonu cebimden çıkardım, tam Vedat'ı arayacaktım ki önümüze duran arabayı fark edip durdum. Arabadan inen Doğan ve Erdem'i gördüğümde ellerimi arkamda birleştirip bekledim.

O sırada avukat "Benim gitmem lazım," dedi, başımla onayladım onu. O giderken Erdem ve Doğan geldi, karşımda durdular. O an bir şeyler olduğundan emin oldum. Çünkü ikisinin de canı sıkkındı ve ikisi de yüzüme bile bakamıyorlardı.

"Dökülün lan!" dedim kendimi duyacaklarıma hazırlayarak, ilk başını kaldırıp da yüzüme bakan Erdem oldu.

"Abi," dedi ama devam edemedi.

"Eveleyip gevelemeden doğru düzün anlat, beni sinirlendirme," dedim, bir şeyler söylemek yerine başını çevirip Doğan'a baktı. Benim de gözlerim Doğan'ı bulduğunda derin bir nefes aldığını fark ettim ama tek kelime etmedi, sessiz kalıp sinirlerimi biraz daha bozdu.

"Anlatsanıza lan!" diye bağırdım öfkeyle, ilk konuşan Erdem oldu.

"Abi ortalık çok karıştı," dediğinde kaşlarımı çattım.

"Seni kurtardığımı videoyu biz bulmadık. Bize gönderdiler, daha doğrusu Agâh abiye."

"Kim gönderdi?"

"Ayliz olduğunu tahmin ediyoruz," dedi, anlamsızca baktım ona.

"Bana bakın," dedim aklım giderek karışırken ve onlara doğru bir adım attım. "Sadece bir dakikanız var, bir dakika içinde olanı biteni en başından ve eksiksiz bir şekilde, adamakıllı anlatmazsanız ikinizi de burada eşek sudan gelinceye kadar döverim." İkisi yine birbirlerine bakarlarken de "Anlatın lan!" diye bağırdım.

"Ben anlatayım," dedi Doğan ve gözlerini bana çevirip konuşmaya başladı.

"Ayliz dün buraya seni görmeye gelmiş," dediğinde başımı salladım.

"Geldi," diye onayladım onu.

"Buradan çıktıktan sonra ne oldu bilmiyoruz ama bir kafeye gitmiş." Ellerimi yumruk yaparken sakin kalmaya çalıştım. Öyle bir anlatıyordu ki sanki şu an ondan haber alamıyorlar gibiydi.

"Ve orada ne oldu onu da bilmiyoruz ama masaya şöyle bir şey yazmış," dedi ve cebinden telefonu çıkarıp uzattı. Hızla aldım elindeki telefonu ve fotoğrafını çektikleri yazıyı okudum.

"Ben Ayliz Karadağ, buradan tehdit edilerek götürülüyorum. Lütfen yardım edin. 0542*** Tan."

Sonda okuduğum o isimle öfke uzuvlarımda gezinmeye başlarken Ayliz'in şu an onun yanında olduğunu düşünmek, o öfkeyi daha da kuvvetlendirdi.

"Biz de başta olanlara anlam veremedik, sonra her yerde onu aramaya başladık. Ararken bir anda gece Agâh abinin telefonuna bu video geldi. Diğerleri de bu yüzden buraya gelemediler zaten, Ayliz'i aramaya devam ediyorlar," deyip konuşmasını tamamladığında sakin kalmak için uğraşmaya devam ettim.

"Bir iz var mı peki?" diye sordum, başını olumsuz anlamda salladı. Gözlerimi ikisinin arasında gezdirirken "Ben size güvenecek miyim?" diye sordum ikisine de birer tane vurmamak için kendimi çık zor tutarken. "Size emanet etmedim mi lan ben onu?" Bağırdım, Erdem araya girdi.

"Abi avukatla birlikteydi, senin yanına gelmişti. Biz de senin için..." Devam etmesine izin vermedim.

"Böyle mi kurtardınız lan beni? Nerede lan şimdi o kız? Kim bilir o piç..." deyip sustum, düşündüğüm şeyi dile bile getiremeyip mantıklı olabilmek adına öfkemi bastırdım.

İkisi de karşımda sus pus olup da tek kelime edemezlerken "Savcı nerede?" diye sordum.

"Evde," dedi Doğan ve ekledi. "Pek iyi değil ama, dün çok kötü oldu. Biz de..." Yine devam etmesine izin vermeyip elimi uzattım.

"Arabanın anahtarını verin," dediğimde Erdem hemen verdi anahtarı, başka hiçbir şey söylemeden de sormadan da yanlarından ayrılıp arabaya bindim ve onları orada bırakıp cezaevinin önünden uzaklaştım.

Son hız Savcı'nın yanına giderken öfkeyle direksiyona yumruğumu geçirdim. Her ne kadar sakin kalmaya çalışsam da bu durumun içinde bu çok zor gelirken aynı şekilde vurmaya devam ettim. O piçi elime geçirirsem eğer bu yumrukları onun yüzüne büyük bir zevkle indireceğim.

Bu öfkeyle Aylizlerin evine ulaştığımda arabayla bahçeye girmekle uğraşmak yerine hızla arabadan indim, koşar adımlarla bahçeye girdim. Bahçeden geçip de eve girdiğimde Savcı'yı üçlü koltukta uzanırken buldum.

"Savcı'm," dediğim an gözlerini açtı, o da beni gördü. Onu ilk defa bu kadar berbat gördüğümü düşünürken zorlukla ayağa kalktı. Onun yanıma gelmesini beklemeyip ben yanına gittim. Her an bir yerde düşüp kalacak gibi bir hâli vardı.

Ben daha bunu düşünürken "Ayliz," dedi, kızarık gözleri doldu. "Oğlum Ayliz yok," derken eli kalbine gitti, ne yapacağımı bilemeyip sessiz kaldım. "O şerefsiz kızımı kaçırdı," deyip kollarıma tutundu. "Kızımı bul," derken daha da kötüleşti.

"Kızımı bul oğlum, yalvarırım kızımı bul bana."

"Sakin ol," dedim ondan farklı bir hâlde değilken ve oturmasına yadım ettim.

"O şerefsiz bir şey yapacak," dedi, bu tek cümleyle başıma bir kez daha şiddetli bir ağrı girdi. "O piç..." Duymaya tahammülüm olmadığı için devam etmesine izin vermedim.

"Hiçbir şey yapamayacak," dedim, oysa bundan ben bile emin değildim. Dünden beri o adamın yanındaydı, o piç ona zarar verecek bir şey yapmış olabilirdi. Bunu düşündükçe delirecek gibi oluyordum. "Buna fırsatı olmayacak, bulacağım Ayliz'i," dedim, saate baktım ve ön bir olduğunu gördüm. Burada olduğum, bir şey yapmadığım her an Ayliz'i riske atıyordum.

"Şimdi gitmem lazım," deyip uzandığından emin olduktan sonra yanından kalktım. "Sen dinlen, bir şey yapayım deme, ben gerekeni yapacağım," dedim, başını sallayıp sessiz kalırken yanından ayrıldım. Evde çalışan kadının yanına gittim.

"Bir şey olursa hemen ambulansı arayın, sonra da beni," dedim, kadın başını salladı.

"Tabii efendim."

"Yanından ayrılmayın, gözünüz hep üstünde olsun," dediğimde yine başını salladı, gözümün ucuyla salona doğru bakıp hâlâ uzandığını fark ederken şu an onun için yapabileceğim bir şey olmadığından evden ayrıldım ve arabama bindim. Biner binmez Vedat'ı arayıp yerlerini öğrendim, telefonu kapatıp son sürat yanlarına gittim.

Evlerine ulaştığımda kapıya üst üste vurdum. Kapı çalışanlardan biri tarafından açıldı, hızla içeriye girip salona geçtim. Beni ilk fark eden Vedat olurken telaşla yanıma geldi.

"Geçmiş olsun kardeşim, biz..."

Devam etmesine izin vermedim, kaybedecek tek bir dakikam bile yoktu çünkü. "Ayliz'e dair elinizde ne var?" diye sordum, o sırada Bilge de yanımıza geldi.

"Önce biraz sakin ol, bir oturup konuşalım. Sonra da..." Onun da devam etmesine izin vermedim.

"Ayliz'e dair ne elinizde ne var diye sordum!" diye çıkıştım kendime engel olamayarak.

"Tan diye birinin, eski sevgilisiymiş herhâlde, kaçırdığını biliyoruz."

"Onu ben de anladım zaten," dedim ters bir tavırla, her ne kadar günlerdir benim için uğraşıyor olsalar da onlara da sinirliydim. Böyle bir şeyin yaşanmasına izin vermeleri gerekiyordu.

"Ayliz'in o adamla birlikte kafeden uzaklaştığı arabanın plakasını bulduk ve arabayı aramaya başladık. Ormanlık bir yolda terk edilmiş hâlde bulduk. Şimdi herkes arabanın yakınlarında arama yapıyor, bütün evlere..." Yine sözünü kestim.

"Bir şey çıkmaz ondan," dedim kendimden emin bir şekilde. "Bu kadar şeyi düşünen adam arabayı oldukları yere yakın bir yere bırakıp da kaçmaz."

"Biz de öyle düşünüyoruz ama bir umut yine de belki bırakanı gören birileri olmuştur diye bölgeyi araştırmaya devam ediyoruz," dedi Bilge başımı salladım.

"Başka bir şey yok mu elinizde?" diye sordum.

"Seni kurtaran videoyu gönderen numara var tabii bir de," dedi Vedat ve devam etti. "Ama maalesef takip edilebilir bir numara değil." Bunu az çok tahmin ettiğim için böyle bir şey olmasına pek de şaşırmadım.

"Ayliz'in telefonu peki?"

"Dün en son sinyal verdiği yer kafeden biraz uzakta bir nokta, muhtemelen sonra arabanın içinde telefonu kapattılar. Eğer telefon yanlarındaysa bile yeniden açılmadan yer tespiti yapmamız mümkün değil." Her yerden elimiz kolumuz bağlı gibi hissederken bu his sinirlerimi bozdu ve bu durumda ne yapabileceğimi düşündüm ve maalesef aklıma tek bir şey geldi.

"O numarayı verin bana," dedim, ikisi de şaşkınca kaldılar ve dediğimi yapmak yerine durup bakmaya devam ettiler. "Hadi, numarayı verin."

"Araman pek doğru olmayabilir," diye araya girdi Bilge.

Kaşlarımı çattım. "Sebep?"

"Pars, eğer kız videoyu bize gizli gizli atıp mesajı hemen sildiyse yakalanmasına neden olacaksın. Bunu öğrenirse o adam kıza neler yapar tahmin edebiliyorsundur," dedi, bunu benim düşünmediğimi mi zannediyordu?

"Serbest kaldığımı ve o video yüzünden serbest kaldığımı çoktan öğrenmiştir ve bunu Ayliz'in yaptığını da hemen anlamıştır ama ben yine de tedbirli konuşacağım, baktım bir şey öğrendiği ya da anladığı yok, o zamanda numara bir şekilde kendim ulaşmış gibi davranırım," dedim, söylediklerimin ikisinin de aklına yattığını fark ettim.

"Şimdi hadi, şu numarayı verin," dediğimde Vedat telefonunu çıkardı, ben de hızla kendi telefonumu çıkardım.

"0542..." dedi, anında yazdım o numarayı ve eşzamanlı olarak ekrana yabancı bir numaradan mesaj düştü. Vedat o sırada numaranın devamını söyledi ama ne dediğini bile anlamadım, hızla gelen mesajın üzerine tıkladım ve konum geldiğini gördüm.

"Bir şey mi oldu?" diye sordu Bilge.

Başımı kaldırıp onlara baktım. "Yabancı bir numara konum attı," dediğimde Vedat hızla yaklaşıp ekrana baktı.

"Aynı numara," dediği an mesajın kimden geldiğini anladım ve bir an bile olsun tereddüt etmeden evden çıktım, koşar adımlarla arabama gittim. Tam binecektim ki Vedat engel oldu, arabayla arama girdi.

"Çekilsene lan!" diye çıkıştım.

"Düşünmeden hareket ediyorsun!" diye kızdı ve devam etti. "Dün videoyu Ayliz atmış olabilir ama bu konumu atanın da o olabileceği anlamına gelmiyor. Herif seni tuzağa çekmeye çalışıyor olabilir."

"O salağın tuzağına düşecek değilim."

"Yine de bizi ne beklediğini öğrenmeden..." Devam etmesine izin vermedim.

"Bir şeyler öğrenecek vaktim yok, gideceğim ve beni ne beklediğini gözlerimle göreceğim. Ayliz o adamın elindeyken korkak gibi burada tedbir alınmasını bekleyemem."

"Kardeşim, bak biliyorum haklısın ama hazırlıksız gitmek de doğru değil," dedi ve konuşmama fırsat vermeden devam ettim. "Sana bir şey yaparsa Ayliz'i nasıl kurtarmayı bekliyorsun?" diye sorup beni ikna etmeye çalıştı ama şu an sözleri umurumda bile değildi.

"Başka şansım yok, onlara başka şekilde ulaşamayacağımızı sen de çok iyi biliyorsun," dedim ve beklemediği anda kenara itip arabanın kapısını açtım. "Bu yüzden ben önden gidiyorum, siz de artık nasıl bir tedbir alacaksanız alıp peşimden gelirsiniz," deyip arabaya bindim ve gaza bastım. Muhtemelen en geç beş dakika içinde, onlar da diğerleri de peşime düşeceklerdi.

Doğrudan konumdaki adrese gitmek yerine önce eve uğrayıp silahımı yanıma aldım ve ondan sonra konumdaki adrese gittim. Yoldayken bir ara Vedat arayıp adresi o da istedi, onlara da gönderdim ve telefonu bırakıp daha da hızlı sürdüm.

Yaklaşık bir saat kadar sonra ormanlık bir alanda, iki katlı bir eve ulaşmıştım. Fakat eve çok yaklaşmamış, epey bir uzakta durup bir süre dışarıdan izlemiştim ama in cin top oynuyordu resmen. Ne evin içinde ne de dışında hareketlilik yoktu ve bu çok garipti.

"Eee ne yapıyoruz şimdi?" Bu sesi duyduğum an hızla arkamı döndüm.

Vedat, Bilge, sürekli onlarla çalışan iki adam, Erdem, Doğan ve arkalarında onlarca adam durmuş bana bakıyorlardı. Gelmelerini bekliyordum ama bu kadar kalabalık beklemiyordum.

Vakit olmadığı için bunu sorgulamak yerine adamlara bakarak "Evin etrafını sarın," dedim, anında dediğimi yaparlarken Erdem ve Doğan'a baktım. "Siz de onlarla gidin, kaçmaya çalışan olursa engel olun." Onlar da söylediğim şeyi yaparlarken Vedat'a baktım. "Bir gariplik var."

Yanıma geldi. "Nasıl bir gariplik?"

"Sanki evde kimse yok gibi, çıt bile çıkmıyor."

O da eve doğru baktı, sessiz kaldı.

"Gerçekten de kimse yoktur belki," diyerek Bilge araya girdi ve devam etti. "Eve bomba koymuş olabilirler." Çok uçuk bir düşünceyi o piçten de her şey beklenirdi.

"Eee ne yapacağız o zaman?" diye sordu Vedat, şu an aklıma içeriye dalmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu.

"Ben gidip kontrol edeceğim," dedim, ikisinin de şaşkın bakışları beni buldu.

"Sen kafayı mı yedin?" diye sordu Vedat ve ekledi. "Ya da bizimle dalga mı geçiyorsun? Az önce Bilge'nin söylediği şeyi duymadın mı?"

"Duydum," dedim anında. "Ama başka şansımız olmadığını siz de biliyorsunuz."

"Lan başka şansımız yok diye öylece içeriye girecek misin? Hiç değilse..." O konuşmaya devam etti ama dinleyemedim onu. Çünkü geldiğimizden beri hiçbir hareketlilik olmayan evin kapısı açılmış, bir kadın dışarıya çıkmıştı.

"Biri çıktı," derken dikkatle eve bakmaya devam ettim. O sırada evden çıkan kadın telaşla bahçede bir sağa bir sola gidip bağırmaya başladı.

"Kimse yok mu? Yardım edecek kimse yok mu?" Avazı çıktığı kadar bağırarak söyledikleri yüzünden kaşlarım çatılırken kadın devam etti. "Sesimi duyan yok mu? Yardım edin, n'olur yardım edin!" diye bağırdı ve dizlerinin üstüne çöküp ağlamaya başladı, daha fazla dayanamayıp her şeyi göze aldım, koşar adımlarla gittim yanına.

"Pars!" diye bağırdı Vedat ve Bilge arkamdan aynı anda. "Pars tuzak olabilir, dur!" diye bağırmaya devam etti Vedat ama umurumda olmadı, daha hızlı adımlar atıp kadının yanına yaklaştım.

Kadın beni görür görmez ayağa kalktı, umutla koşarak yanıma gelip kollarımdan tuttu ve daha benim ne oldu diye sormama kalmadan gözyaşları içinde konuşmaya başladı.

"Seni bana Allah gönderdi," deyip daha da şiddetli ağlamaya başladı.

"İyi misin?" diye sordum orta yaşlı kadına ve inceledim onu ama ona bir şey olmuş gibi bir hâli yoktu.

"Ben iyiyim ama o," dedi ve gözyaşlarına boğuldu. "Ama o değil, içeride," deyip gözyaşlarına boğuldu. "Gördüm onu, ölmüştü."

"Kim?" diye sordum korkuyla. "Kim ölmüş?"

"Kız," dedi, az kalsın düşüp bayılacak gibiydi artık. "Genç bir kız öldürülmüş içeride."

Tüm bedenim söyledikleriyle kaskatı kesilirken kadının düşüp düşmeyeceğini bile düşünemeyip onu bıraktım ve eve doğru baktım. Çok uzun zaman sonra çaresizliği iliklerime kadar hissederken tüm bedenim bu hisle titredi.

"Ayliz," diyebildim bir tek, o sırada Vedat ve bilge yanıma gelip neler olduğunu sordular ama cevap veremedim.

Eve doğru bakarken "Ayliz," diye bağırdım ve koşarak eve gittim.

"Pars," diye bağırdı Vedat ama umurumda bile olmadı, kapısı açık olan eve girdim, doğrudan salonla karşılaştım. Salona göz attım ama hiç kimse yoktu.

"Ayliz!" diye bağırdım bir kez ve diğer odalara gittim. Bir bir odalara girip çıktım ama bulamadım onu. Bulamayınca daha da yüksek sesle "Ayliz!" diye bağırıp son odaya girdim.

Odaya göz atıp burada da yok üst kata çıkayım diye düşünürken bir anda gözüme bir ayakkabı çarptı, duraksadım. Cezaevine geldiğinde Ayliz'in de aynı ayakkabıyı giydiğini hatırladım. Hızla odaya girip yerden ayakkabıyı aldım, göğsümün sıkıştığını hissederken başımı kaldırmamla birlikte yatak yüzünden kapıdan göremediğim şeyi gördüm ve olduğum yerde kalakaldım.

Ayliz, yatağın hemen yanında yerde boylu boyunca yatıyordu.

Elimdeki ayakkabısı yere düşerken hızla yanına oturdum ama dokunamadım bile ona, tanınmayacak kadar berbat hâline bakakaldım.

Yüzü, gözü mahvolmuş hâldeydi. Her yeri kan içindeydi. Boynu, kolları, ellerinin yüzüne kadar her yeri mosmordu. Canını yakarım diye dokunmaya korkacağım kadar mosmordu.

Bu korkuya rağmen kadının söyledikleri yüzünden boynuna dokundum. Nabzını hissettiğim an, yeniden nefes alıyormuş gibi hissettim.

"Ayliz," dedim hayatımda ilk defa sesim titrerken ve çıkardığı birkaç mırıltıyı duydum. Gözleri o kadar şişti ki gözleri açık mıydı kapalı mıydı, bana bakıyor muydu anlayamadım bile.

"Siktir!" diyen Vedat'ı duyduğum hâlde dönüp ona bakmazken şok olmuş bir şekilde Ayliz'e bakmaya devam ettim. O sırada Vedat yanıma oturdu.

"Hemen kaldırıp hastaneye götürelim," dedi, bunu benim yapamayacağımı düşünmüş olacak ki Ayliz'i kendisi kaldırmak için bir hamle yaptı ama hemen engel oldum ona.

"Olmaz, dur," dedim, bakışları beni buldu. "Bir yeri kırık olabilir, boynunda bir şeyler olabilir," derken bile nefesim kesilir gibi oldu ama kendimi zorlayıp devam ettim. "Ambulans çağır," dedim, başıyla onaylayıp yanımdan kalktığında ilk defa titrediğine şahit olduğum elimi kaldırıp yüzüne dokundum.

"Pars," dedi o esnada Ayliz zorlukla, eşzamanlı olarak ağzından gelen kanı gördüm.

Göğsüm sıkışırken yutkunup boğazımdaki yumrudan kurtuldum. "Buradayım," dedim, canını yakmaktan korkup tüy gibi dokunuşlarla hissettirdim varlığımı. "Buradayım güzelim," diye eklerken hâlâ şok olmuş gibi hâline bakıyordum.

Benim yüzümden bu hâldeydi, ben koruyamadım onu. Yanında olamadım ve o piç bunu yaptı. Şimdi ne yaparsam yapayım, o piçi bulup öldürsem bile içim soğumayacaktı. Bu yaptığını ne değiştirebilecek ne de unutabilecektim.

"Kurtul..." deyip sustu, nefes alamıyor gibi oldu.

"Yorma kendini," deyip elini tutarken diğer elimi öfkeyle yumruk yaptım.

Ama yine de kendini zorlamaya devam edip "Kurtulmuşsun," dedi.

Omuzlarıma bir yük daha yükledi.

Beni kurtarmak isterken bu hâle gelmişti, ben de diğerleri de salak gibi hiçbir şey yapamamıştık.

Bu yük omuzlarıma ağır gelirken elini tutmaya devam ettim ve "Kurtuldum," diye onayladım söylediğim şeyi. "Sen de kurtulacaksın," diye devam ettim konuşmama. "Ambulans gelsin, gideceğiz buradan. İyileşeceksin," derken kan içinde kalan yüzüne dokundum.

"Her şey geçecek güzelim, her şey düzelecek, söz veriyorum. Sonra da o şerefsizi bulup bunun hesabını soracağız," dedim, o cevap verip herhangi bir şey diyemezken Vedat döndü yanıma.

"Ambulans on beş dakikaya burada olacak," dedi, başımı salladım.

"Kadın kimmiş?" diye sordum bahçedeki kadını ima ederek.

"Bilmiyorum, tansiyonu yükseldi kadının. Bilge de onunla ilgileniyor. Biraz toparlasın kendini, konuşuruz."

"Siz gidin şimdi," dedim, kaşlarını çattı. "Ben Ayliz'le hastaneye gideceğim. Kadınla da Doğan ilgilensin, siz gidin bana o şerefsizi bulun," dediğimde başını salladı.

"Tamam kardeşim," dedi, ayaklandı.

"Savcıya haber vermeyin," dediğimde anlamsızca baktı. "İyi değildi, bu hâlde görmesin şimdi. Ben hastanedeyken ararım," dedim, başıyla onayladı ve gitti. O giderken yeniden Ayliz'e odaklanıp elini tuttum.

"Pars," dedi o sırada bir kez daha, ona doğru eğildim. Sesi o kadar düşük çıkıyordu ki onu anlamak için çok fazla yaklaşmam gerekiyordu. "Çok," dedi yine kendini zorlayarak, sessiz kalıp konuşmaya devam etmesini bekledim. "Çok acıyor," dediği an gözlerimi sımsıkı kapatıp derin bir nefes aldım.

Şu an ona geçecek demeye bile hakkım yokmuş gibi hissediyordum.

Buna rağmen "Geçecek güzelim," dedim, eğer şu an ona zarar vermeyeceğimden çok az emin olsaydım bir saniye bile oyalanmadan onu hastaneye yetiştirirdim ama yapamadım bunu, ona biraz daha zarar vermekten korktum ve çaresizce ambulansı beklemeye devam ettim.

O sırada Doğan ve Erdem odaya girdi, telaşla yanımıza geldiler ve gelir gelmez tıpkı benim gibi onlar da şok olmuş bir ifadeyle kalakaldılar. Tek kelime bile edemezlerken Erdem yüzünü buruşturdu, Doğan bakamadı bile ve geldiği gibi uzaklaştı yanımızdan.

"Neyi bekliyoruz, hastaneye götürelim," derken Erdem yanına oturdu.

"Ambulansla gitmesi daha doğru," dedim, gözlerini Ayliz'den bir an bile olsun çekemezken cevap vermedi bana. O sırada Ayliz birkaç mırıltı daha çıkardı, bir şeyler söylemeye çalıştı ama bu kez ne söylediğini anlayamadım.

"Yorma kendini," diyebildim sadece.

Bu şekilde başında hiçbir şey yapmadan otururken on beş dakikadan fazla zaman geçirdik. O arada bir şeyler söylemeye çalıştı, ben de onu anlamaya çalıştım ama o kadar kısık sesle ve karmaşık şekilde konuşuyordu ki hiçbir şey anlayamadım.

Geçen dakikaların ardından ambulans geldiğinde ve sağlıkçılar yanımıza geldiklerinde önce Ayliz'i zarar vermeden kaldıracakları bir pozisyona getirdiler. Daha sonra boyunluk takıp sedyeye iyice bağladılar. Ardından da önce odadan sonra evden çıkarıp ambulansa bindirdiler, ben de yanına bindim.

Yaklaşık yirmi dakika sonra hastaneye ulaştık, Ayliz'i hemen acilden müdahale odasına aldılar. Onlar odadayken ben ise o odanın önünde dört dönüp öfkemi bastırmaya çalışıyordum. Çünkü şimdi sırası değildi, şimdi bir tek onun yanında olmalıydım ve iyi olduğundan emin olduğum ilk an gidip o şerefsizi bulacak, kendi ellerimle yaptıklarının hesabını soracaktım.

Yaptıklarının bin katına ona yaşatmazsam bu dünyada benden daha şerefsizi yoktu.

Bir yandan bunları düşünüp bir yandan volta atarken öfkeme yenilip duvara tekmemi geçirdim ve dönüp durmaya devam ettim. O sırada Erdem ve Doğan da gelmiş, benim gibi onlar da beklemeye koyulmuşlardı.

Geçen her dakika sabrım azalırken ileriden gelen kişiyi gördüğüm an durdum, ellerimi yumruk yaptım. Bir de bu şerefsiz vardı diye içimden geçirirken Doğan'ın Erdem'e "Gökmen geldi," dediğini duydum.

Hızlı adımlarla yanımıza yaklaştığında "Ne işin var lan senin burada?" diye sordum, şeytan diyordu al şunu eline evire çevire bir kez de sen döv, hiç değilse hırsını biraz al ama abisi arkadaşımdı işte, bir şey yapamıyordum.

"Ayliz'i merak ettim," dedi ve yanıma geldi. "Abimden öğrendim olanları. Nasıl oldu, iyi mi?" Sordu ama cevap vermedim, öfkeyle gözlerinin içine bakıp acaba bir tane vursam mı diye düşünmeye devam ettim.

"Bilmiyoruz," diyerek cevap veren Doğan oldu ve devam etti. "Daha doktoru çıkmadı," dediğinde Gökmen yanımdan uzaklaşıp onun yanına gitti.

"Neden böyle bir şey yapmış peki? Derdi neymiş?" diye sormaya devam ettiğinde yanlarından uzaklaştım.

"Sakin ol, sakin," deyip kendi kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Bu herifi ne zaman görsem Ayliz'i öptüğü o an aklıma geliyor, sinirlerim bozuluyordu ve hâlâ aklım, Ayliz'in bu şerefsizi affetmiş olmasını almıyordu. Onu geçtim bir de iş kurup ortak olmuş adamla, düşündükçe delirecek gibi oluyordum ama elimden bir şey gelmiyordu işte. Kararını vermişti, zorla ayrılmasını sağlayacak değildim.

Onlar arkamda konuşmaya devam ederlerken ilk andan beri olduğu gibi ben de volta atmaya devam ettim. Ta ki Ayliz'i odaya alan doktor çıkana kadar.

Telaşla doktorun yanına ulaşıp "Nasıl?" diye sordum endişeyle.

"Vücudunda herhangi bir kırık yok, aldığı darbeler sonrasında kafa travmasından şüphe ettik ama neyse ki böyle bir şey de söz konusu değil," dediğinde rahat bir nefes aldım. "Ama maalesef toparlanması biraz zaman alacak, çok fazla hırpalanmış," dedi, sessiz kaldı. "Uzun bir süre dinlenmesi lazım, yaraları zamanla iyileşecektir. Birkaç gün hastanede kalması da daha iyi olacak. Çok yoğun ağrıları olacaktır, biz burada düzenli olarak ağrı kesici veririz kendisine ve iyileşme sürecini kolaylaştırırız. Şu an ilaçların etkisiyle uyuyor zaten, birkaç saatte kendine gelecektir. Uyandığında gelip bir kez daha kontrol edeceğim, o zaman daha detaylı konuşuruz," dedi.

Başımı sallayarak onayladım onu.

Doktor başka bir şey demeyip yanımızdan ayrıldığında Doğan'a baktım. "Savcının yanına git."

"Tamam abi."

"Korkutma adamı, doğru düzgün anlat, sonra da al buraya getir."

"Tamam," dedi bir kez daha ve ayrıldı yanımızdan. O giderken Ayliz'i odadan sedyeyle çıkardılar. Dikkatle yüzüne baktım. Yüzündeki kan temizlenmiş, yaralarına pansuman yapılmıştı ama hâlâ çok kötü görünüyordu. Özellikle de gözleri berbat bir hâldeydi. O piç sadece canını yakmak için değil, öldürmek için dövmüştü kızı. Belki de o kadın gibi o da öldüğünü düşündüğü için de bırakıp kaçmıştır. Bana mesaj atmasının sebebi bile onun öldüğünü düşünmesi olabilirdi. O mesaja başka hiçbir şekilde anlam veremiyordum zaten.

Ben bunları düşünürken yanımızdan uzaklaştı, Ayliz'i bir odaya götürdüler. O odanın önünde sabırsızlıkla dönüp dururken burada olan Gökmen'i gördükçe sinirim tavan yapıyor ama yine de elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalışıyordum. Bu herifi görmeye alışmak zorundaydım ne de olsa.

Hemşireler ve hasta bakıcılar odadan çıktığında hızla ben girdim, girdikten sonra da başka kimse girmesin diye kapıyı kapatıp ağır adımlarla Ayliz'in yanına gittim. Yatağın kenarına oturduğumda yüzüne gelen saçlarını fark edip saçını yüzünden çektim ve eğilip alnından öptüm.

Geri çekildiğimde mosmor olan kollarına baktım. Nasıl vurmuştu ki bu kıza bu hâle getirebilmişti. Kaç saat işkence etmişti, neyle vurmuştu? Tüm bunlar öyle el darbeleriyle olacak kadar küçük morluklar değildi.

Nefes alamıyor gibi hissederken kalktım yanından. Yüzüne bakıp da hâlini gördükçe yerimde duramıyordum ve başımdaki ağrı giderek artıyordu. Beni rahatlatacak tek şey ise şimdilik o şerefsizin bulunması ve bundan beter bir hâle gelmesi olurdu. Şu saatten sonra başka hiçbir şey rahatlatmazdı beni.

Başımı ellerimin arasına alıp ovmaya çalışırken telefonum çaldı. Belki de beklediğim haber gelmiştir diye içimden geçirip hızla çıkardım telefonu ve hiç beklemediğim birinin aramasını gördüm, Leyla'nın.

"Bir de bu vardı," diye söylenip aramasına yanıt verdim. "Efendim?"

"Senin bu adamların ne zaman peşimi bırakacaklar benim? Nereye gitsem adım adım peşimden geliyorlar! Bana bak eğer böyle devam ederse..."

Bağırarak konuşmasına tahammül edemeyip sözünü kestim. "Şimdi sırası değil."

"Hayır, aksine tam sırası! Eğer hepsini şikâyet edip tutuklatmamı istemiyorsan hemen şimdi..." Yine sözünü kestim.

"Hastanedeyim," dedim, sessiz kalıp cevap vermediğinde de devam ettim. "Şimdi gerçekten sırası değil," deyip cevap vermesini beklemeden telefonu yüzüne kapattım. Kimseyi şikâyet etmeyeceğini, blöf yapmaya çalıştığını en iyi ben biliyordum.

Şimdilik onu yok sayıp Vedat'ı aradım, telefon uzun uzun çalmasına rağmen açılmadı. Bu, şüphelenmeme neden olurken Bilge'yi aradım ama onun telefonu tamamen kapalıydı ve bu pek de normal bir şey değildi.

Gözümün ucuyla Ayliz'e bakıp uyuduğundan emin olduktan sonra odadan ayrıldım. Çıkar çıkmaz ilk gördüklerim Erdem ve Gökmen oldu.

"Hâlâ burada şerefsiz," diye söylenip yanına gittim. Yanına gitmem bile gerilmesi için yeterli olurken "Abinlerle en son ne zaman konuştun?" diye sordum.

"Neden?" diye sorunca cevap vermeden dümdüz bir ifadeyle baktım yüzüne. Ancak o zaman cevap vermesi gerektiğini anlayıp "Buraya gelmeden on dakika önce falan," dedi, demek ki epey olmuştu. "Bir sorun mu var?"

"Yok bir şey," deyip Erdem'e baktım. "Sen benimle gel beş dakika," deyip yanlarından uzaklaştım, peşimden geldi.

"Bir şey mi oldu abi?" diye sordu yanımda yürürken.

Durdum. "Vedat ve Bilge'nin nerede olduğunu öğren," dediğimde kaşlarını çattı.

"Neden, bir şey..." Devam etmesine izin vermedim.

"Soru sorma," diye çıkıştım. "Dediğimi yap," dediğimde başını salladı ve uzaklaştı yanımdan.

O giderken diğeri geldi yanıma, karşımda durdu. "Ayliz iyi mi?" diye sordu bir de, resmen bırak sakin olmayı gel beni bir kez de sen döv diyordu.

"İyi," dedim sadece ve yeniden odaya dönmek için uzaklaşmak istedim ama önümde durup engel oldu, kaşlarımı çattım.

"Hayırdır?" diye çıkışırken karşımda kendinden emin durmaya devam etti.

"Benden hazzetmediğinin farkındayım."

Ellerimi arkamda birleştirdim. "İyi, hiç değilse tahmin ettiğim kadar salak değilmişsin," dediğimde yüz ifadesi değişti, bozuldu.

"Sebebini biliyorum," dediğinde arkamda birleştirdiğim ellerimi yumruk yaptım, öfkemi bastırmaya çalıştım. "Yaptığım şey doğru değildi, ben..." Devam etmesine izin verdim.

"Bak zaten sana çok pis ayar oluyorum, ağzını burnunu dağıtmamak için kendimi çok zor tutuyorum, bir de gelip benimle abuk sabuk şeylerden konuşma. Yemin ederim ağzını burnunu dağıtırım senin," dedim, konuşmak istedi ama devam edip engel oldum. "Kafam yeterince bozuk, biraz da sen bozma," dedim, yine gitmek istedim ama yine önümde durup engel oldu. Yakasından tutup da duvara çarpmamak için kendimi çok zor tuttum.

"Bunu yapmak seni rahatlatacaksa yap, ikimiz de rahat edelim."

Dayanamayıp "Lan senin derdin ne?" diye çıkıştım. "Çekil gözümün önünden..." Araya girip devam etmeme izin vermedi.

"Ayliz benim son zamanlarda en yakın arkadaşım oldu, yetmedi ortağım oldu," deyip derin bir nefes aldı. "Biz onunla bundan sonra hep görüşeceğiz, bu yüzden seninle de hep görüşeceğiz. Biliyorum hiçbir zaman yaptığım şeyi unutmayacaksın ama onun hata olduğunu da bilmeni isterim. Günlerce Ayliz'in peşinden koşup özür dilerdim bu yüzden, beni affedene kadar canım çıktı ve emin ol bunu yapmamda hiçbir art niyet yoktu. Ne düşünüyorsun bilmiyorum ama yemin ederim bundan sonra ne sana ne o da bir yanlışım olmaz," dedi, doğru düzgün konuşması sakinleşmeme neden olurken sessiz kalıp devam etmesine izin verdim.

"Sadece bunları söylemek istedim, kendimi açıklamak istedim. Hiç değilse belki o zaman beni her gördüğünde öldürecek gibi bakmazsın," derken bir de imalı çıkıyordu sesi.

"Hak ediyorsun sen," dedim, konuşacak gibi oldu ama izin vermedim. "Tamam, her neyse," deyip susturdum onu, konu uzasın istemedim. "Sıkıntı yok," deyip yanından ayrıldım, daha fazla konuşmasına fırsat vermeyip Ayliz'in odasına gittim. Tam içeriye girecekken ileriden gelen Savcı'yı ve Doğan'ı gördüm, olduğum yerde kaldım.

Yanıma geldikleri an Agâh abi kollarımda tuttu. "İyi mi?" diye sordu, kendisinin de berbat göründüğünden haberi bile yoktu.

İyi demeye dilim varmayınca "Odada," diyebildim bir tek, beni bıraktı ve telaşla odaya girdi. Diğerlerine girmemelerini işaret edip ben de peşinden girdim, kapıyı kapattım.

Ağır adımlarla Ayliz'in yanına gitti, yatağın yanına ulaştığında bomboş bir ifadeyle uzun uzun baktı kızına. Daha sonra bir anda yatağın kenarından tutundu, başını önüne eğip derin derin nefesler aldı. Uzakta durmayıp yanına gittiğimde daha da kötülediğini fark ettim ama sessiz kalmaya devam ettim.

Derin derin nefesler alırken gözlerini ağır ağır bana çevirdi, gözlerime baktı.

"Bul onu," dedi, sessizliğimi sürdürdüm. "O şerefsizi bul bana," deyip yanıma yaklaştı. "Kızıma bunu yapan o şerefsizi bul, bizzat geberteceğim onu," derken eli kalbine gitti, nefes almakta zorlandı. Bulsam da bunu yapamayacağını en iyi ben biliyordum. Tüm bunlar acıyla söylenmiş birkaç cümleden ibaretti sadece.

"Ayliz kendine gelsin, iyi hissetmeye başlasın, bundan emin olayım, sen istemesen de bulacağım o piçi. İsterse dünyanın bir ucuna gitmiş olsun yine de bulacağım. Sonra da hak ettiğini yapacağız," dedim biraz olsun sakinleşmesi için, başını salladı ve zorlukla yürüyüp uzaklaştı, gidip tekli koltuğa oturdu.

"Sen de bir doktora görün," dedim, başını kaldırıp yüzüme baktı. "İyi görünmüyorsun."

"İyiyim ben," dedi sadece ve arkasına yaslandı, uzatmak istemeyip başka bir şey söylemedim ve odadaki bir diğer koltuğa da gidip ben oturdum.

Gözlerimi Ayliz'den çekemeyip uyanmasını beklerken hiç konuşmadık, büyük bir sessizlik oldu. Birkaç dakika sonra ise bu sessizliği bozan o oldu. "Ne zamandan beri?" diye sordu, gözlerim onu buldu. Ne sorduğunu anlayamayıp sessiz kalırken "Ne zamandan beri seviyorsun onu?" diye açtı sorusunu, gözlerimi önüme çevirdim.

Sanırım en başından beri yapmasını beklediğim o konuşmanın zamanı gelmişti.

Ayliz'e bakarken bu soru beni biraz düşündürdü ama kendime bile bir cevap veremedim ve bakışlarımı yeniden ona çevirdim. "Bilmiyorum," dedim, kaşlarını çattı.

"Ne demek bilmiyorum?" diye sordu ters bir tavırla. "İnsan birini ne zaman sevdiğini bilmez mi?

"Bilmiyorum işte," dedim, muhtemelen kendini geçiştirmeye çalıştığımı düşündü ve bakışları olabildiğince sertleşti. Bu yüzden herhangi bir şey söylemesini beklemeden ben devam ettim. "Ne zaman başladı, ne ara oldu bilmiyorum. Bildiğim tek şey; her şeyin farkına vardığımda onu deli gibi kıskanıyor olduğumdu," deyip doğrusunu söyledim.

Gerçekten de benim için her şey o zaman başlamıştı, o kapıdaki şerefsiz gözlerimin önünde onu öptüğünde...

O gece uyuyamayıp bunu düşünüp durduğumda...

Olmadığını bildiğim hâlde ya Ayliz ona karşı bir şey hissettiyse diye düşünüp deliye döndüğümde...

O günden sonra onu her gördüğümde yanında bir gün başka birini de görebileceğim ihtimaliyle her yüzleştiğimde...

Bu ihtimal yüzünden her şeyi göze aldığımda...

"Buradan gitmeden önceydi," diye girdim konuya ve bu kez bakışlarımı ona çevirip gözlerinin içine bakarak devam ettim. "Ayşin'in buralarda olduğu dönemdi," dediğimde onun adının geçmesi bile sinirlendirdi onu ama yine de devam ettim. "Onu başka biriyle gördüm," dediğim an bakışları değişti, kaşlarını çattı. Bizim dışımızda kimse o gece olanları bilmediği için o kapıdakinin adını vermeye gerek duymamıştım.

"Yanında başka birini görünce aklımı kaybedecek gibi oldum, Savcım," deyip Ayliz'de olan gözlerimi ona çevirdim ve gözlerinin içine baktım. "Kabul et ya da etme ama ben kızını seviyorum."

Sessiz kaldı, gözlerini kaçırdı, hatta başını önüne eğdi ve düşüncelere daldı.

Ben ise ilk defa sakince dinlemesini fırsat bilip devam ettim.

"O gece ve sonrasında fark ettim her şeyi ve benim için o geceden sonra başladı," deyip dürüst oldum.

"Ama o zamanlar başlamadı hiçbir şey, sonra Ayşin olayı yaşandı ve gitmem gerekti, gittim buradan. Gittim ama aklım hep buradaydı, bu yüzden hiçbir işimi halledemeden geri döndüm, onun için döndüm ama beklediğim gibi değildi hiçbir şey. Benden nefret ediyor gibi davranıyordu, bambaşka biri gibiydi. Biraz zaman geçtikten sonra anladım derdini, bir yanlış anlaşılma olmuş meğerse ve biz onu da hallettik," dedim, yeniden başını kaldırmış büyük bir dikkatle dinliyordu beni.

"O andan sonra başladı işte her şey, sen de çok geçmeden öğrendin."

"Neden öğrenmeme izin verdin?" diye sordu bir anda, sessiz kaldım. "Saklamaya karar vermişsiniz ama sen bile isteye her şeyi öğrenmeme izin verdin," dediğinde tek kaşımı kaldırdım.

Yüzünde alaylı bir ifade oluştu. "Seni bu hayatta en iyi ben tanırım oğlum," dedi ve aynı ifadeyle devam etti konuşmaya. "Ayliz bana arkadaşlarımla olacağım diye mesaj attığında ve telefonu kapattığında çok iyi biliyordun peşine düşeceğimi. Ulaşamayınca telefondan yerini bulacağımı, olduğu yere gideceğimi çok iyi biliyordun ama engel olmadın, her şeyi öğrenmeme izin verdin." Önüme döndüm, derin bir nefes aldım.

Her şey tam olarak söylediği gibi olmuştu, bile isteye öğrenmesine izin vermiştim. Hatta Ayliz'i o eve bile bu yüzden götürmüştüm, her şey ortaya çıksın diye.

"Ayliz korkuyordu," derken gözlerimi yeniden ona çevirdim. "Kendisi için değil, benim için korkuyordu. Senin bir daha yüzüme bakmayacağını, benden nefret etmeye başlayacağını düşünüp her şeyin mahvolmasından korkuyordu. Hatta doğrusu ben de öyle düşünüyordum, tek bir farkla; ben her şeyin mahvolacağına inanmıyordum, çünkü buna izin vermeyecektim," dedim ve gözümün ucuyla Ayliz'e baktım, hâlâ uyuyordu.

"Senin arkandan iş çevirmek istemedim, o korkmaya devam etsin de istemedim, en çok da yaşanacakları ertelemek istemedim ve öğrenmene izin verdim," dedim, yeniden ona baktım. "Bizi öyle görmeni ben de istemezdim, amacım böyle bir şey değildi ama öyle bir ana denk geldin ve her şeyi o şekilde öğrendin."

"Ayliz'in bunu yaptığından haberi var mı?" diye sordu, başımı olumsuz anlamda salladım. Haberi olması bir yana, muhtemelen aklının ucundan bile geçirmemişti.

"Bundan sonra ne olacak peki?" diye sormaya devam etti. "İşten bile istifa ettin Pars, senin için çok basit bir şeymiş gibi bir kalemde silip attın."

"Ayliz'i tehdit etmiştin, bana başka seçenek bırakmadın. İkisinden birinden vazgeçmem gerekiyordu, düşünmeye bile gerek duymadan o seçenekler arasında vazgeçebileceğim tek şeyden vazgeçtim."

"Tehdit ettim, çünkü yanlış yolda olduğunuzu düşünüyordum. Uzak kalmanızı sağlarsam ikiniz de vazgeçersiniz ve biter sandım."

"Şimdi?" diye sordum anında. "Şimdi yanlış olduğunu düşünmüyor musun?"

"Bilmiyorum," dedi anında o da. "Ben sana hâlâ, tüm bu olanlara rağmen kendimden bile çok güveniyorum. Benim derdim senin kim olduğun, sizin beraber büyümeniz, aranızdaki yaş farkı falan değil. Hepsi bir şekilde hallolur. Benim tek derdim; sizin çok farklı olmanız. Anlaşabileceğinizi, bir hayatı paylaşabileceğinize inanmıyorum. Her şeyin daha başındasınız, birbirinizi alttan almaya tahammülünüz var ama zaman geçtikçe bu tahammül azalacak Pars. Birbirinizi alttan alamamaya, hataları görmezden gelememeye başlayacak ve birbirinden nefret eden iki insan hâline geleceksiniz." Sessiz kalmayı tercih ettim, endişelenmekte haklıydı ama söyledikleri doğru değildi.

En azından benim açımdan.

Çünkü Ayliz'i çok iyi tanıyorum. Ne zaman ne söyleyeceğini ne yapacağını ne isteyeceğini çok iyi biliyorum. Onu söyle kabul ettim, böyle sevdim. O da beni böyle kabul etti, böyle sevdi. Hem de yıllar önce... Zaman bazı şeyleri değiştirirdi belki ama bazı şeyler de aynı kalırdı. Bu, aynı kalacak şeyler arasındaydı ve ben şimdi kabul ettiğim bir şey için ileride şikâyet edecek bir adam değildim.

Savcı, beni iyi tanıyordu belki ama bunları bilecek kadar da iyi değildi.

"Bir şey söylemeyecek misin?" diye sorduğunda gözlerim yeniden onu buldu.

"Endişene hak veriyorum," dedim, dikkatle dinledi beni. "Ama söylediklerini doğru bulmuyorum. Kusursuz olacağız demiyorum, elbet kavgalar olacaktır ama ikimiz de yetişkin insanlarız. Oturup konuşacak kadar da aklımız başımızda. Bu yüzden öyle büyük bir sorunun yaşanacağına inanmıyorum," dedim, bu sefer sessiz kalan o olurken araya başka bir ses girdi.

"P-Pars." Ayliz'in sesini duyduğum an ayağa fırlayıp soluğu yanında aldım. Agâh abi de benim gibi hızla yanına gelirken Ayliz'in gözleri hâlâ kapalı gibiydi. Gibiydi diyorum çünkü fazla şiş olan gözleri yüzünden bunu ben bile anlamıyorum.

"Pars," dedi bir kez daha zorlukla, savcının burada olmasını umursamayıp elini tuttum.

"Buradayım güzelim," dedim, beni duydu mu anlayamazken elini tuttuğum elimi sıktı.

"B-baba," dedi o sırada Ayliz, babası da diğer elini tuttu.

"Buradayım kızım," dedi o da, fark ettiğim kadarıyla Ayliz onun da elini sıktı.

İşte o an gözünden akan bir damla yaşa şahit olurken heceleyerek "Yaşıyorum," dedi.

Bu tek kelime, beni öyle bir acının içine çekti ki o acı yüzünden artık daha öfkeliydim.

Öldüğünü düşündürecek kadar canını yakan o şerefsizi artık daha da çabuk bulmak, bu yaptıklarının hesabını sormak istiyordum.

"Yaşıyorsun tabii ya," dedi Agâh abi Ayliz'in söylediklerine yönelik ve ekledi. "Çok da iyisin, hiçbir şeyin yok. Yaraların da iyileşsin, her şey yoluna girecek." O Ayliz'i teselli etmek, belki biraz olsun sakinleşsin diye çabalarken Ayliz bir anda bu hâline rağmen ağlamaya başladı.

"Kızım," dedi Agâh abi şaşkınca ve ne yapacağını bilmez bir tavırla.

"Ağlama güzelim," dedim, canını yakmaktan korkup tüy gibi dokunuşlarla gözyaşlarını sildim. "Geçti," dediğimde daha çok ağlamaya başladı, ağlarken elimi sımsıkı tuttu.

"Yapma kızım böyle, canını yakıyorsun," dedi Agâh abi ama fayda etmedi, Ayliz daha da şiddetli ağlamaya başladı.

"Ben doktor çağırıyorum," deyip telaşla kalktı Ayliz'in yanından ve odadan çıktı. O çıkarken Ayliz ağlamaya devam etti, ağlarken de hareketlenip doğrulmaya çalıştı.

"İyi değilsin, olmaz," dediğim hâlde beni dinlemeyip doğruldu. Ben daha arkasına yastık koymaya, canı acımadan otursun diye uğraşırken bir anda sımsıkı sarıldı bana ve ağlamaya öyle devam etti.

Hâlâ elimde tuttuğum yastığı bırakıp ellerimi beline götürdüm, ben de ona sarıldım ama onun kadar sıkı bir sarılış değildi bu. Çünkü yüzü ve kolları gibi vücudu da mosmordu, canını yakmaktan çok korktum.

Hatta belki de hayatımda ilk defa bir şeyden bu denli korktum.

"Çok korktum," deyip daha da sıkı sarıldı bana ve daha çok ağlamaya başladı, bir elim saçını bulup da saçını okşarken kulağına fısıldadım.

"Geçti, artık güvendesin," dedim, muhtemelen canı yanıyor olduğu hâlde yüzünü göğsüme gömdü.

"Çok korktum," diye yineledi söylediğim şeye rağmen ve bu kez devam etti konuşmasına. "Oradan hiç çıkmayacaksın sandım, çok korktum," dediğinde ellerim saçlarında kaldı, hareket etmedi.

Korkusunun nedeni bu muydu?

"Kurtuldun ama, bitti," dedi ağlamasının arasında ve ekledi. "Yanımdasın, geçti."

Kurduğu her cümle omuzlarıma yeni bir yük yüklemişti ve tek kelime bile edememiştim. Korktum dediğinde kendisi için korktu zannetmiştim ama bu hâldeyken bile korkusu benim içinmiş ve benim için ağlarken kendisi aklına bile gelmiyor gibiydi.

Ben ise onu koruyamadım bile...

"Kurtuldum," deyip söylediği şeyleri destekledim ve ekledim. "Senin sayende," diye ekledim, geri çekildi ve gözlerime baktı. O an düşündüğüm tek şey; şu an belli etmemeye çalışıyor olsa da canının çok acımasıydı.

"Ben seni, sen de beni kurtardın," dedi, başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hayır," deyip ıslak yanaklarını kuruladım. "Ben hiçbir şey yapmadım," dediğimde sessizdi. "Ben sana yetişemedim, o şerefsizin sana bunu yapmasına engel olamadım."

"Geldin ama," dedi anında. "Gerisinin ne önemi var ki?" Bu kez sessiz kalan ben oldum. "Biliyor musun ben sana güvenerek gittim onun peşinden. Ne olursa olsun senin geleceğini bildiğim için gittim ve sen bana geldin," dedi, bunu bile o şerefsiz konum attığı için yapabilmiş olmak bana çok ağır geliyordu.

"Yerini söyleyen o oldu," dedim bunu gizlemek yerine. "Konum attı, attığı konuma gittiğimde seni buldum."

"Kendine gelince korkup kaçtı," dedi, anlamsız bakışlar attım.

"Ne demek kendine gelince?"

"Uyuşturucu almıştı," dediğinde içimdeki o öfke daha da büyüdü. "Bana zarar vermek istemiyordu, amacı bu değildi. En başında hatta bir kere bile dokunmadı bana ama sonra gece uyuşturucu kullanıp yanıma gelmişti. Onda bile hiçbir şey yapmadı. Sadece konuştu benimle, bir şeyler anlattı ve soru sordu. Ben de cevap verdim ona, sonra sızıp kaldı. O sızınca telefonunu aldım, videoyu babama atacakken bir anda uyandı ve saldırdı bana. Elinden kaçıp videoyu babama atmayı başardım ve o an yakaladı beni. Gözü dönmüş gibiydi, vurmaya başladı. Hiç acımadan vurdu, vururken bağırarak bir şeyler söyledi ama anlamadım, zaten bayılmıştım," dedi, sözünü kesmeden dikkatle dinledim onu. Aldığı ağrı kesiciler fayda etmiş ve tam anlamıyla kendine gelmiş olacak ki rahat konuşabiliyordu.

"Kendime geldiğimde yatak odasında yerde yatıyordum, o da koltukta otururken uyumuştu. Önce kalkıp kaçmak istedim ama hareket bile edemedim, her yerim çok ağrıyordu ve tam kendime gelemiyor gibiydim. Kalkamadım bu yüzden yerden ve çok geçmeden o uyandı. Ne olduğunu hatırlamıyordu bile. Beni öyle görünce şaşırdı, korktu ve yardım etmeye çalıştı ama korkudan onu bile edemedi ve kaçıp gitti. Bir daha onu görmedim ve sonra ne kadar geçti, bir daha bayıldım mı hatırlamıyorum ama bir kadın çığlıkları duydum. O ses beni kendime getirir gibi olurken sen geldin yanıma, gördüm seni. Bir şeyler söyledin ama anlamadım seni, sonrasını hatırlamıyorum. Uyandığımda buradaydım," dedi, ne diyeceğimi bilemeyip sessiz kalmaya devam ettim.

"Demek beni bırakıp çıktıktan sonra gerçekten korkmuş ve aklını toplamış olacak ki sana yerimi mesaj olarak atmış," dedi, kaşlarımı çattım. Konuşması garip bir noktaya gidiyordu.

"Sanki ona kızgın değil gibisin," dedim imayla ve devam ettim. "Sanki her şeyi uyuşturucunun etkisiyle yapmış olması..." Devam etmeme izin vermedi.

"Tüm bunlar onun yüzünden yaşandı, ben onun yüzünden bu hâldeyim, nasıl kızgın olmamamı beklersin?" diye sorduğunda cevap vermemeyi tercih ettim. "Az kalsın senin hayatını mahvediyordu, nasıl ona kızgın olmayayım? Ben sadece olanları anlatıyorum ve gerçekten de söylediğim gibi oldu. Kendindeyken bana zarar vermedi, ne olduysa uyuşturucu kullandıktan sonra oldu," dedi ve ellerimi tutup devam ettim.

"Hâlâ çok korkuyorum ondan. Normal bir hâldeyken bana zarar verecek hiçbir şey yapmaz ama uyuşturucu etkisindeyken her şeyi yapabilir ve o, o şeyi kullanmaya devam ediyor. Bu yüzden n'olur bul onu Pars. Bul ve daha önce nasıl hayatımızdan çıkardıysan yine çıkar," derken sesi çatallandı.

"Korkma," dedim elimden geldiği kadar sakin çıkardığım ses tonumla ve devam ettim. "Ben artık buradayım ve yemin ederim artık bir daha asla karşına çıkmayacak o şerefsiz. Sana söz veriyorum, bir daha asla böyle bir şey yaşanmayacak." Başını sallamakla yetinirken yeniden sarıldı bana. Ben de ellerimi beline götürdüm sadece.

Bunu fark edince sırtıma vurdu. "Doğru düzgün sarılsana ya!" diye çıkıştı, bu hâli hoşuma giderken aklıma gele fikirle kulağına fısıldadım.

"Önce hak et," dediğimde telaşla geri çekilip gözlerime baktı.

"Nasıl hak edeyim?" diye sordu bir de masum masum, cevap vermek yerine gözlerinin içine imayla bakmakla yetindim. Bu bakışlarım ne istediğimi anlamasına yeterli olurken dudaklarını büzdü.

"Bu çirkin hâlimle bile beni öpmek mi istiyorsun?" diye sorduğu an kaşlarımı çattım. "Baksana tipime, sanki..." Devam etmesine bile izin vermeden öptüm. Bu yaptığım şaşırıp afallamasına neden olurken karşılık bile veremedi.

O daha bu şaşkınlığı üzerinden atıp da karşılık vermeye fırsatı olmadan bir kez daha canını yakmaktan korkup geri çekildim ama uzaklaşmadım ondan ve gözlerinin içine batım.

"Baban, bundan sonra ne olacağını sordu," dedim, bu hâliyle bile yüzünde oluşan korku dolu ifadeyi fark ettim ve o an yapacağım şeyden daha da emin oldum.

Belki erkendi, hatta belki değil bayağı erkendi ama aynı zamanda tam da zaman gibiydi.

"Sen ne dedin peki?" Sorarken sesi titredi ve bu beni rahatsız etti. Çünkü hâlâ içinde bir yerlerde babası yüzünden onu bırakacağımı düşünüp kendini mutsuz ediyordu.

İşte ben de birazdan bu düşüncesine son verecektim.

"Bilmiyorum dedim," dediğimde sessiz kaldı. "Ama aslında biliyorum."

Yutkunduğunu fark ettim.

Yine aynı ses tonuyla "N'olacak peki?" diye sordu.

"Ayliz," dedim, ellerini tutup gözlerinin içine baktım.

Bulunduğu hâli ve bir hastanede oluşumuz beni bir an şüpheye düşürse de hemen kendimi o şüpheden kurtardım. Şimdi yapamazsam uzun bir süre bu fırsat elime geçmeyecekti.

"Efendim," derken sesi yine korku dolu çıkmıştı, duyacaklarından korktuğu belliydi. Duyacağı şeyden korkacak mı korkmayacak işte onu ben de birazdan öğrenecektim. Şu an için bildiğim tek şey, esaslı bir şaşkınlık yaşayacaktı.

Bu düşünceler arasındayken merakla bana baktığını fark edip kendimi toparladım ve ya bizi içinde bulunduğumuz çıkmazdan çıkaracak ya da yolumuzu daha da kaybetmemize neden olacak o soruyu gözlerinin içine bakarak bir an bile olsun tereddüt etmeden sordum.

"Evlenelim mi?"

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum <3

Pars'tan bölüm okumayı sevdiniz mi?

Son cümleyi okuduğunuzda yüzünüzde olan ifadeyi o kadar merak ediyorum ki asdfghjkljhgfds

Sizce Ayliz'in cevabı ne olacak?

Pars neden bir anda böyle bir karar aldı dersiniz?

Yeni bölümde görüşmek üzere. Kendinize çok iyi bakın, sağlıkla ve sevgiyle kalın. <3

Alıntı ve duyurular için;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%